Etiket arşivi: Ulusal Kanal

ULUSAL KANAL PROGRAMIMIZ – 23 Eylül 2020

Dostlar,

Bu gün, 23 Eylül 2020 Çarşamba günü akşam 20:30’da Ulusal Kanal’da olacağız.

 

 

 

 

 

 

 

 

KORONA SALGINI bağlamında ülkemizin Sağlık Sistemini konuşacağız.
Sn. Sinem Fıstıkoğlu kolaylaştırıcı (facilitator, moderator) olacak.
Prof. Dr. Tacettin İnandı,
Dr. Yusuf Eryazgan
Dr. Hikmet Çevik
ve biz konuşmacı olacağız..

İlgi ve bilginize sunarız.

Sevgi ve saygı ile. 23 Eylül 2020, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı,
Kamu Yönetimi Siyaset Bilimi (Mülkiye)

www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

SAĞLIKTA DÖNÜŞÜMÜN DÖNÜŞÜMSÜZ ÇIKMAZI…


SAĞLIKTA DÖNÜŞÜMÜN
DÖNÜŞÜMSÜZ ÇIKMAZI…

TTB SAĞLIK BAKANLIĞI ile GÖRÜŞTÜ

TTB_logosu

Sayın Dr. Ahmet SALTIK,
Türk Tabipleri Birliği heyeti 25 Eylül 2014 tarihinde Sağlık Bakanı Dr. Mehmet Müezzinoğlu’nu ziyaret etmiş, o görüşmede TTB’nin Sağlıkta Dönüşüm programına ilişkin olumsuz görüşü tekrar vurgulanmıştır.Yine de; yürütülen yanlış politikaların içinde bile olsa sağlık alanında yaşanan kimi sorunların çözülebilmesinin veya hafifletilebilmesinin olanaklı olabileceği düşüncesi paylaşılmıştır. Her iki taraf bundan böyle TTB ve Bakanlık yetkililerinin düzenli olarak bir araya gelerek sağlık alanındaki sorunları değerlendirmeleri ve çözüm yollarını görüşmelerinde ortaklaşmışlardır.Bu doğrultuda; ilk görüşmeden sonra 4 görüşme daha gerçekleştirilmiştir. Görüşmelere TTB’yi temsilen Genel Sekreter Prof. Dr. Özden Şener ve hukuk bürosundan
Av. Mustafa Güler, Bakanlık’tan ise ilk görüşmeye Müsteşar Yardımcısı Dr. Ekrem Atbakan, sonraki üç görüşmeye Müsteşar Yardımcısı Hüseyin Çelik katılmışlardır.
Görüşmelerde;- kamuda ve özelde çalışan bütün hekimler için fiili hizmet zammı (yıpranma payı),
– emekli hekim aylıklarının insanca geçinilebilecek bir düzeye çıkarılması,
– hekim aylıkları arasındaki uçuruma varan dengesizliğin giderilmesi,
– sağlıksız çalışma koşulları,
– şiddet ve SABİM / BİMER mekanizmaları,
– sağlık hizmetinin niteliği,
Sağlık Uygulama Tebliği (SUT) kaynaklı sorunlar,
– kişisel veriler ve hasta mahremiyeti,
– işçi sağlığı,
– toplumsal olaylarda gaz kullanımı,
alternatif / geleneksel tıp denilen şeyler,
– reklamlar ve tanıtım ihlalleri,
– acil servislerdeki hasta yükü,
Birinci Basamakta sevk zinciri,
– aile hekimliği sözleşmeleri,
– tıp / uzmanlık  eğitimindeki sorunlar,
tıp fakültesi öğrenci kontenjanlarının yüksekliği,
– ÖSYM, TUS ve YDUS,
– TÜSEB ve Sağlık Bilimleri Üniversitesi,
– asistan kadrosu dağılımındaki dengesizlik,
– asistan hekim aylıklarının eşit ve güvenceli hale getirilmesi,
– gebe ve yeni annelerin nöbetleri,
– yabancı uyruklu asistan hekimlerin sağlık güvencesi,
– Dalında tek olan uzman hekimlerin çalışma düzeni (7/24 icap nöbeti),
– uzman kadrosunda çalışan uzman hekimlerin kadro sorunu,
– amir / yönetici baskısı ve kötü muamele,
– işyeri hekimliğindeki sorunlar,
– kurum hekimlerinin sorunları,
– muayenehane hekimlerinin sorunlarıbaşlıklarında saptamalar ve sorunlara çözüm önerileri konuşulmuştur.Bugüne dek yapılan görüşmeler olumlu bir gidiş izlemiştir.
Kesin bir kanaat açıklanabilmesi olanaklı olmamakla birlikte gelinen noktada TTB sağlık alanında yaşanan kimi sorunların çözülebileceğine / hafifletilebileceğine
ilşkin umudunu korumaktadır.

Türk Tabipleri Birliği
Merkez Konseyi

=============================

Dostlar,

TTB yönetimindeki meslektaşlarımızın çabalarını saygı ve şükranla karşılıyoruz..
Ancak neden kayda değer bir ilerleme olmuyor / olamıyor??
TTB yöneticileri gerçekçi olmayan istemlerde mi bulunuyorlar?
TTB yöneticileri dertlerin nasıl söyleyeceklerini mi bilmiyorlar?

Sağlık Bakanlığı yetkilileri anlama özürlü mü?
Sağlık Bakanlığı yetkililerinin elini – kolunu tutan (lar) mı var?

Neden tıkanan Sağlık Sisteminde uzlaşma ile iyileştirmeler yapılmıyor?
Bu kadrolar kime, neye hizmet ediyorlar?
Halkta hoşnutsuzluk artınca doğacak siyasal faturanın ayrımında olmadıkları düşünülebilir mi?

………………….
Sorular uzatılabilir…

Bu görüşmeler Eylül 2014’te başlatılmıştı çok yerinde olarak.
Mart 2015’teyiz. 7. ayındayız sürecin..
Yabancı asıl delilerimiz ; IMF –  DB
Yerli işbirlikçi – taşeron delilerimiz : Asıl delilerin buyruğundan ve yerli dalkavukların, pişekârların güdümünden çıkamayan AKP iktidarı..

Görüşmelerde ne kazanımlar sağlanabildi?
TTB yöneticisi meslektaşlarımızın bunları da paylaşmasını diliyoruz.
Yeni yol ve yöntemler düşünelim geldiğimiz / tıkandığımız yerde..

13 Mart sağlık çalışanları GREVİ
somut bir yanıt / tepki galiba..

*****
Korkarız bir delinin kuyuya, -çoook derinlere korkarız- attığı taşı 40 akıllı çıkaramıyor.
Sanırız bizim olayımızda 1 değil birkaç deli var..

Öyle ki; yurttaş sağlık hizmetlerinin hak eden öznesi olmaktan çıkarılarak MÜŞTERİLEŞTİRİLDİ!

Öyle ki; Devlet sağlık hizmeti yükümlüsü özne olmaktan çıkarıldı, halkının sırtında
sopalı tahsildar olarak yerli  – yabancı sermayeye kaynak aktarımına memur kılındı..

Öyle ki; kamusal sağlık hizmetinin karşılığı vergi unutturularak / iç edilerek,
PRİM = EK VERGİ soygunu – talanı dayatıldı..

Öyle ki; SGK açıkları Bütçe açığının ana kalemi oldu, dış borç ve cari açık nedenine dönüştü.

Öyle ki; AKP iktidarı ile 2002’ye göre sağlık giderleri neredeyse 10’a katlanırken,
sağlık düzeyi göstergelerimiz dünya sıralamasında yerinde saydı.. Dünyada 90. sıralarda,
34 OECD ülkesi içinde 31. sırada.. Oysa GSMH bu dönemde en çok 3 kat büyüdü..
Olağanüstü bir VERİMSİZLİK ile sağlık sektörüne GSMH’nın yaklaşık %7’sini (2014 sonunda 56 milyar Dolar; savunma giderlerinin yaklaşık 3 katı!) harcıyor ve duvara dayanmış bulunuyoruz; bu politikanın sürdürülebilirliği kalmadı!

Öyle ki; en azından çe; yrek yüzyıldır “AİLE HEKİMLİĞİ ÇAĞDIŞIDIR!” diye haykırırken, yenilerde hak verilmeye başlandı..

Öyle ki;  “GSS (Genel Sağlık Sigortası) sizin sağlığınızın değil sermayenin karının sigortasıdır!” diye feryat ederken kulaklar tıkandı, ağızlar kapandı, gözler yumuldu..

*****
Haydi bakalım.. Temizleyin pirincin taşlarını da görelim..

Çare; kökü dışarıda IMF – DB dayatmalarından sıyrılıp sermayeden yana değil
ulusal – halktan yana sağlık politikaları gütmededir..

  • Kamu öncülüğünde,

  • Koruyucu hizmet ağırlıklı ve öncelikli,

  • Piyasa – kâr odaklı olmayan, 

  • Sosyal devlet sorumluluğu taşıyan
    sağlık hizmeti sistemindedir.

Yarın, 11 Mart 2015 Çarşamba sabahı, web sitemizin manşetinde de duyurduğumuz üzere, Ulusal Kanal’da bu sorunları konuşacağız.. Sn. İsmet ÖZÇELİK ile söyleşeceğiz..

Saglik_Giderleri_ve_Ekonomik_Bunalim_Ulusal_Kanal_11.3.15

 

Sevgi ve saygıyla.
10.3.2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

 

Yukarıdaki program gerçekleştirildi. Video kaydını
http://youtu.be/lNGeWe0HFy8 adresini tıklayarak izleyebilirsiniz..

Not : Bu yazının tümünü pdf olarak okumak için lütfen tıklayınız..
SAGLIKTA_DONUSUMUN_DONUSUMSUZ_CIKMAZI

“Türkiye’nin Çözümü” paneli : “Altı Ok’un iktidarı için İşçi Partisi’nde birleşerek iş başına!”


“Türkiye’nin Çözümü” paneli mitinge dönüştü

“Altı Ok’un iktidarı için İşçi Partisi’nde birleşerek iş başına!”

“Türkiye’nin Çözümü” paneli mitinge dönüştü

İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek‘in konuştuğu “Türkiye’nin Çözümü” paneli,
salon mitingine dönüştü. Ulusal Kanal‘ın düzenlediği paneli 20. Dönem İzmir Milletvekili ve TPB İzmir Şube Başkanı Metin Öney yönetti. Panelin öbür konuşmacısı Eski Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Yaşar Okuyan’dı. Tepekule Kongre Merkezi’nde yapılan paneli
1500 yurttaş izledi. Salonun kapasitesi yetmeyince ek salondan kapalı devre yayın yapıldı.

“20215 YILINDA – TARİKAT-GLADYO REJİMİ BİTECEK”

Salona girişinde “Öncü Cesur Doğu Perinçek” sloganlarıyla ayakta karşılanan Perinçek, İzmirlilere “Güzel İzmirliler, Mustafa Kemal’in Askerleri merhaba” diye seslendi.
Milli Hükümeti kurmanın zamanının geldiğini belirten Perinçek, şöyle konuştu:

“Buradan ilan ediyoruz! Sıcak para komisyoncularının devri bitmiştir. Türkiye üretme çağına giriyor. Türkiye’yi bölenlerin devri bitmiştir, birleşen Türkiye çağına giriyoruz.
BOP eşbaşkanlarının devri bitmiştir, Mili Hükümet çağına giriyoruz.
Tayyip Erdoğanları yıkacağız. Türkiye 2016 yılına Atatürk’ün rotasında girecek.

“Davutoğlu’nun 7 Kasım konuşmasını, yapısal dönüşüm hamlesi dedikleri programı dinleyin. İflaslarını ilan ettiler. ‘Borçlanma ekonomisi iflas etti çıkmazdayız’ diyorlar. Tir tir titriyorlar. 2015 yılında 200 milyar doların üzerinde sıcak para bulmaları gerekiyor. Böyle bir imkan yok. Türkiye’yi borca batırdılar. Özal’la başlayarak 30 yılda borçlu bir millet yarattılar.

“Sıcak para borçlanma ekonomisi bitti. 2015 yılında mafya tarikat gladyo rejimi bitiyor.
Bu nedenle bizim derhal ayağa kalkıp, örgütlenip, partileşip Milli Hükümeti kurma kararı ile yürüyüşe geçmemiz lazım.”

Cumhuriyet için birlik iradesi

“BÖLÜNME PLANLARI KAYAYA DAYANDI”

Bölünme planlarının kayaya dayandığını söyleyen Perinçek, “Bunlar Türkiye’yi bölmek için başımıza oturtuldular. Tayyip Erdoğan utanmadan, ‘BOP kapsamında Diyarbakır’ı merkez yapacağız’ dedi. Yani ‘ben ABD projesinin görevlisiyim’ demek istedi. O görev bugün kayaya dayandı. Amerika, Suriye’de yenildi, Mısır’da Tayyiplerin kardeşleri yıkıldı. İran dimdik ayakta durdu. Irak hala Amerika’ya direniyor. Sıra Ak-saray’da oturana geldi.
Yıkılanlar saray yapar. Yıkılan rejimlerin kaderidir bu! Kendilerine saraydan mezar yaptılar.” dedi.

Perinçek, salondaki yurttaşlara seslenerek “Siz öncüler, iyimserliğin ve umudun öncülüğünü yapacaksınız. Bu bir hayal değil. Size hayal sunmuyoruz, rakamlarla, olgularla süreci saptıyoruz” dedi ve şöyle devam etti:

“Türkiye artık mecburiyetler çağına girmiştir. Birinci mecburiyet üretim mecburiyetidir.
İşçi Partisi olarak programımız hazır. Paranın giriş çıkışını denetleyeceğiz. Türkiye’de üretebilen hiçbir şeyi ithal etmeyeceğiz. Çiftçimizi ucuz mazot ve gübreyle destekleyeceğiz.
Sanayicimizi eşit şartlarla yabancılarla yarışır hale getireceğiz.”

"Silivri tertibini çökerttik, şimdi devamı geliyor" Gladyo toptan temizlenecek!

“NUH’UN GEMİSİNİ YAPTIK”

“Sınırlarımızdan terör değil kardeşlik geçecek” diyen Perinçek dış politika konusuna da değindi. Perinçek, “Sınırlarımızdan terörist değil kardeşlik, ticaret, alışveriş geçecek. Terör ihracına son vereceğiz” dedi.

Perinçek, partili veya partisiz tüm Mustafa Kemal’in askerlerini Altı Ok’u savunan tek partide toplamak gerektiğini dile getirerek, “Bu parti İşçi Partisi’dir. Şimdi sıra sizde” dedi.
Perinçek son olarak, “Pazarlık yok, tereddüt yok. Başarının garantisini vermemizi kimse beklemesin. Mustafa Kemal, savaşı kazanacağız diye garanti verebildi mi? Milleti örgütledi
ve başardı. Bizle kimse pazarlık yapmasın. Kendimize güveneceğiz. İçimizdeki tereddütleri bırakalım. Sizi Samsun’a çıkmaya, yani bugün İzmir’e çıkmaya çağırıyorum.
Bizim Tayyip Erdoğan’ın gemiciklerine ihtiyacımız yok, biz Nuh’un gemisini yaptık.
Yol haritamız belli, dümenimiz sağlam. Sizi göreve, işbaşına çağırıyorum” dedi.

Perinçek’in bu çağrısı alkışlarla ve “varız” yanıtlarıyla karşılandı. Perinçek konuşmasının sonunda, “Atatürk, Doğu’da bir dayanak yaratarak İzmir’i kurtarmıştı.
Şimdi biz de İzmir’de bir dayanak yaratarak Hakkari’yi kurtaracağız” dedi.

Panelin sonunda Doğu Perinçek, kitaplarını imzalarken, çok sayıda yurttaş da
İşçi Partisi’ne üye oldular.

AKP Alevi Haklarını ve AİHM Kararlarını Neden Görmezden Geliyor?

 

AKP,
Alevi Haklarını ve AİHM Kararlarını Neden Görmezden Geliyor?

 

Dostlar,

Yukarıdaki başlığı bu gün, 21.12.14 günü Ulusal Kanal‘da
20:00 – 22:00 arasında işledik.

Sayın Gazeteci – Yazar Necdet SARAÇ İstanbul’dan,
Av. Kazım Genç de Ankara’dan konuğumuz oldular.

36 yıl önce 19-25 Aralık 1978 günleri arasında neredeyse 1 hafta süren 1978 Maraş Alevi kırımının masum kurbanlarını (resmen 110 dolayında, fiilen beş yüzü aşkın!) anarak başladık. Sn. Saraç son birkaç yıldır Maraş’a giderek bu anmalara katılıyor. Bu yıl bilindiği gibi Valilik, “olaylar çıkmasın, provokasyon olmasın” (!) gerekçesi ile her tür anma girişimini yasakladı.. Gerçekten traji-komik bir durum.. 1 hafta boyunca hunhar – barbar – kanlı kırımı engelle(ye)meyen Devlet, 36 yıl sonra bile insanların yüreklerine sığdıramadıkları acılarını yaşamalarını engelliyor.. Valilik bu yasakçı hukuk dışı tutumunu derhal sonlandırmalı, örtük sıkıyönetimi kaldırarak anmalar için gerekli güvenlik ortamını sağlamalıdır. Uzun yıllar “travma sonrası stres bozukluğu” yaşayan Alevi toplumu, adalet duygusu da tatmin edilmediği için, neredeyse süregen (kronik) yas sendromu içine giriyor. Öğrenilmiş çaresizlikle içine kapanıyor ve toplumdan kendisini yalıtarak yalnızlaşıyor. Öbür toplum kesimleri ile kaynaşarak sosyalleşmesini tamamlayamıyor. Böylelikle halkı bir arada tutan kederde – tasada – kıvançta birlik – ortaklaşma gerçekleştirilemiyor.

Sosyal psikoloji açısından son derece sakıncalı hatta tehlikeli bir durum..

Unutulmasın, Kerbela faciası 1375 yıl önceydi ve 72 insan çölde aç – susuz bırakılarak kadın – çocuk – yaşlı demeden kırılmıştı. Katliam, İslam Peygamberinin soyu kurutularak Halifeliğin Abbasi’lerden Emevilere geçişini hedeflemişti Şam valisi Yezid. 1375 yıl sonra bile tüm dünyada on milyonlarca Alevi – Şii – Caferi, çok az da olsa bir bölüm Sünni insan toplu kırımın yasını tutmakta her yıl Muharrem ayında. 12 gün susuz ve çile içinde oruç tutarak yasını yaşamaktadır.

Bu tür kapsamlı kırımlar Türkiye’de ne yazık ki belli aralarla neredeyse dönemsel (periyodik) nitelik kazandı. Ulusal birliğin kurulup – pekiştirilmesini apaçık dinamitleyen kökü dışarıda senaryo ve tezgahlardır bunlar..

Son 40 yılda Maraş – Çorum – Sivas katliamları sahnelenmiş ve yüzlerce Alevi yurttaş öldürülmüş, onbinlercesi kapsamlı göçlere zorlanmış (tehcir!);  toplumsal yaşamın dışına itilmişlerdir.
Nüfusun demografik yapısı, etnisite politkaları ile değiştirilmektedir.

Aleviler, bir yandan da 1982’den bu yana Anayasaya konan zorunlu din dersleri ile assimile edilmeye başlanmışlardır. Toplu cinayetlerin eylemcileri ve azmettiricileri yakalanıp adalete teslim edilmemiş, Alevi yurttaşların adalet gereksinimi gözardı edilmiştir.
Bu politikalar halkı bütünleştirici – kaynaştırıcı değil tersine ayrıştırıcı ve hatta düşmanlaştırıcıdır. 1990’larda 31 Ocak 1990 günü, ADD kurucu genel başkanı Prof. Muammer Aksoy’un öldürülmesiyle başlanan  cinayetler 15 yıl kadar sürdürülmüştür.

Vurgulanması gereken bir husus da tekil ya da toplu öldürmelerin katillerinin ve iç – dış azmettiricilerinin bulunmaması ve yargıda hesap vermemeleridir. Böylelikle ortaya çok ürkünç (vahim) bir gerçek çıkmaktadır :

  • Devlet suça ortaktır! 

Ortada çooook sayıda toplu – tekil cinayet vardır ve aradan geçen onca zamana karşın “faili meçhul” (!) kalabilmiştir. Üstelik devletin onca gücü – olanağı varken.. Kimi katiller ödüllendirilerek milletvekili bile yapılmış, katil sanıklarının avukatları bakanlığa dek yükseltilebilmiştir!

*****

Bu durum (zulüm!) sürdürülemez..

Bir devletin en temel işlevi tartışmasız olarak yurttaşlarının can güvenliğini sağlamaktır.

Böyle olmak gerekirken tersine Devlet suça ortaksa;
orası sözün bittiği ve Devletin tüm meşruluğunu yitirdiği yerdir.

Ülkede barış ve adaletin sağlanması başarılamazsa kalkınma ve istikrar da hayal olur.. Türkiye’nin bu profile uyan görünümü büyük acı vericidir ve artık mutlaka düzeltilmesi zorunluğu vardır.
Bu bağlamda, sayıları 15-20 milyondan az olmayan (belki daha da çok!) olan Alevi – Bektaşi yurttaşlar, ülkenin asli kurucularından olarak son derece temel beklentiler içindedir ve istemlerinin daha fazla ötelenmesi olanağı kalmamıştır :

===============================================

1. Aleviler, inançları yüzünden hiçbir ayrıma uğramadan
eşit yurttaş” olmak istemektedir.

2. 1826’lardan bu yana süregelen mallarına el koymanın sonlanmasını ve bunların geri verilmesini istemektedirler.

3. Cemevlerinin kendi belirledikleri ibadet (tapınç) yeri olarak tanınmasını istemektedirler.

4. Zorunlu din dersleri, Sünni öğretinin ideolojik aracı ve assimilasyon yöntemine dönüşmüş olup mutlaka kaldırılmalıdır.

5. DİB (Diyanet İşleri Başkanlığı) kaldırılmalı ya da Alevilerin de adil temsil olanağı sağlanmalıdır. DİB, muazzam bütçe payları ve devasa vakıf fonlarıyla 140 bin çalışanı ile (yeterince denetlenebiliyor mu??), DİB Başkanı’nın Devlet protokolünde
50. sıralardan 10. sıraya uçurularak yükseltilmesi sonucu (Şeyhülislam!?) Başkanlık bir fetva makamı kılınmış ve laik devlet yapısına tümden aykırı düşmüştür. Merhum Prof. İlhan Arsel‘in
söylemiyle hurafe üretmeye devam etmektedir! Prof. Arsel,
dine eleştirileri yüzünden ölüm tehditleri almış ve yaşamının uzunca yıllarını yurt dışında (ABD) geçirmek zorunda
bırakılmıştır! İmam Gazali‘den bu yana 600 yıldır İçtihat kapısı kapatılarak İslami kaynaklar yenileşmeye kapatılmış, adeta dondurulmuştur.

6. Türkiye, Anayasasının  da öngördüğü bağlamda mutlaka laik bir devlet olmalı (başta md. 2, 24 ve 174) ve giderek sekülerleşerek çağdaşlaşmalıdır.

Alevilik ve ülkemizdeki sorunları konusunda uzmanlığı tartışmasız, basılı kitapları yayımlanmış olan Sn. Hüsnü Merdanoğlu,
program sırasında bize ulaşmaya çabalamışlar,
ancak stüdyoda internet erişimi sağlanamadığından katkılarını alamamıştık. Program bitiminde gördüğümüz uyarılarına göre listeye 7. bir madde eklenmelidir:

7. Alevilerin isteklerine yönelik sayın Saraç’ın belirtikleri yanında, Alevilerin günümüzde bile yanlış tanınmalarına neden olan Osmanlı dönemi fetvalarının, Osmanlı-Safevi sürtüşmesi sürecinde birer psikolojik savaş kalıntıları olduğunun, bu fetvaların içeriğinin doğru olmadığının da siz aydınlarca ve ülkemizin birliği ve bütünlüğü yanında olanlarca sürekli dile getirilmesi gerekmektedir.

Sn. Merdanoğlu’nun uyarı ve katkısı son derece yerindedir. Özellikle Osmanlı Şeyhülislamı Ebussuut‘un fetvalarının hiçbir temeli olmayan, bir din adamına (!?) asla yakışmayan söylemleri ayrımcı, kışkırtıcı, düşmanlaştırıcı ve tümüyle uydurmadır. “Şeyhülislam” sanını almış, İslam Dininin şeyhi,
onu yorumlamaya – aktarmaya en yetkili kılınmış birinin (gerçekte İslamda ruhban sınıfı yoktur ve herkes dinini Kuran’ı okuyarak yorumlar; Peygamber bile salt elçidir, tebliğden öte yetkisi yoktur!..) böylesine nifakçı tanımları – fetvaları bir insanlık suçudur ve günümüz Diyanet İşleri Başkanlığınca yalanlanarak son derece olumsuz etkisi kırılmalıdır.

     Dinin kamusal alan dışına çıkarılması zorunludur.

Batı uygarlığı, ancak Hıristiyanlıkta reformla Kiliseyi
salt bireysel
inanç alanına iterek günümüz uygarlık düzeyine erişmiştir.

Benzer reform, İslam dininde de yapılmak zorundadır.

================================================

Çağımız İNSAN HAKLARI ÇAĞI’dır!

Bu bağlamda yeterince yerleşik hukuk metni vardır ve bu metinler uluslararası bakımından geçerli ve yürürlüktedirler, ulusalüstüdürler.

BM İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi (İHEB) 1948’den yana
en başta gelenidir.

Avrupa Konseyi’nin belirlediği İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi (İHAS) 2. sırada önemli belgedir. İHAM (İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi) bu Sözleşmenin yaptırımı olan
yargı organıdır.

BM Çocuk Hakları Sözleşmesi 3. sırada sayılabilir.

Türkiye, bu uluslararası insan hakları sisteminin üyesidir, içindedir. Fakat uygulama bu yönde değildir. Üstelik 1982 Anayasasının 90. maddesinin son fıkrasında Mayıs 2007’de yapılan devrim niteliğinde değişime karşın!

Milletlerarası andlaşmaları uygun bulma

MADDE 90./son fıkra :

  • “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek: 7.5.2004-5170/7 md.)
  • Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.

İnsan hakları sistemine taraf olan Türkiye, aykırı kamusal uygulamaları ile AİHM’nde en çok mahkum edilen birkaç ülke içindedir. AKP hükümetleri ile 2002 Kasım’ından bu yana bu karne  – sicil daha da olumsuzlaşmıştır. AKP, Anayasa Mahkemesi kararı ile Laikliğe aykırı işlem ve uygulamaların odağı durumuna gelmiştir fakat ne yazık ki hala iktidardadır! Ülkeyi dincileştirme azim ve kararındadır. Birkaç hafta önce yapılan 19. Milli Eğitim Kurultayı (Şurası) kararları ve 12. CB Bay RTE’nin orada yaptığı konuşma tam anlamıyla dehşet vericidir. AKP, örtük -fakat artık açık- 2023 gündemi ile Türkiye’yi bölünmüş bir dinci faşist Anadolu Federe İslam Devletine dönüştürme azim ve kararlılığındadır.

Alevi hakları ülkenin en önemli sorunlarındandır
ve laik düzenin korunması salt Alevilerin sorunu değildir.
Sorun hukuksal olmaktan çıkmış ideolojik düzleme taşınmıştır. Ülkedeki tüm yurttaşların Türkiye’yi demokratik bir ülke kılmak ve Cumhuriyetin temel niteliklerini korumak yükümü ve sorumluluğu vardır. Anayasanın 2. maddesinde tanımlı Cumhuriyetin 6 temel niteliği, 4. maddede değiştirilmesinin önerilmesi bile olanaksız kılınarak kurucu irade tarafından pekiştirilmiştir ve mutlaka uyulması gerekmektedir. AKP hükümetlerinin bu meşruiyet dışı tehlikeli gidişi terk etmeleri gerekmektedir.

Uluslararası toplum; insan haklarının çiğnenmesinin ülkemizde ağır ve sürgit nitelik kazanmasından kaynaklanan süreçte, uluslararası hukuka bütünüyle uygun olarak, etkili BM yaptırımları uygulama (ekonomik – ticari – politik – diplomatik – mali -askeri..), Avrupa Konseyi’nden atılma … gibi araçlara – etkili yaptırım olanaklarına sahiptir.

Alevilere dönük her türlü ötekileştirme – ayrımcılık (diskriminasyon)
insanlığa karşı suçlardır ve gecikmeden son verilmelidir.

Türkiye, büyük ATATÜRK‘ün “Yurtta barış Dünyada barış” ilkesinin gereklerini yerine getirmelidir. 10. Yıl Söylevi‘nde yer alan “imtiyazsız – sınıfsız kaynaşmış bir kitle olmak” hedef alınmalıdır.

*****

Ulusal Kanal‘daki açık oturumumuzdan çıkarımlarımız yukarıda kapsamlı olarak özetlenmiştir.

Tüm insanları, Hünkâr Pir Hacıbektaş‘ın evrensel öğretisi
“eline – beline – diline sahip çıkmaya” çağırıyoruz..

Her ne arar isen insanda ara
Kudüs’te, Mekke’de, hacda değildir..
Hararet nardadır sacda değil
Keramet baştadır taçta değil 

Sevgi, muhabbet kaynar yanan ocağımızda,
Bülbüller şevke gelir, gül açar bağrımızda,
Hırslar, kinler yok olur, aşkla meydanımızda,
Aslanla, ceylanlar dosttur kucağımız..

Hacı Bektaşı Veli

Sevgi ve saygıyla
22.12.2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

Not : Laik – bilimsel – parasız – karma eğitime ve eğitim emekçilerinin haklarına sahip çıkma bağlamında 20.12.14 günü Ankara Tandoğan meydanından basın açıklaması yaptıktan sonra Güven Park’a dek yürümek isteyen, bizim de üyesi olduğumuz EĞİTİM-İŞ üyesi öğretmenlere polisin uyguladığı hukuk dışı orantısız şiddeti insan hakların aykırı ve kabul edilemez buluyor esefle kınıyoruz! İlgililerin cezalandırılmasını istiyoruz.
Benzer şiddet eylemlerine AKP iktidarının kesinkes son vermesini istiyoruz.

* Program kaydı elimize geçtiğinde YouTube‘a yükleyeceğiz..
* Bu yazının pdf formatı için lütfen tıklayınız:

AKP_Alevi_Haklarini_ve_AIHM_Kararlarini_Neden_Gormezden_Geliyor_ULUSAL_KANAL

AKP Alevi Haklarınıı ve AİHM Kararlarını Neden Görmezden Geliyor?


Dostlar
,

“AKP Hükümeti Alevilerin Haklarını ve AİHM Kararlarını
Neden Görmezden Geliyor??”

Bu akşam, 21 Aralık 2014 Pazar günü gece saat 20:00 – 22:00 arasında
2 saat boyunca yukarıdaki sorunsalı (problematik) ULUSAL KANAL‘da işleyeceğiz.

Bizim yönetimimizdeki programda 2 konuşmacımız olacak. Genelde insan hakları,
özelde Alevi – Bektaşi yurttaşların temel haklarının yaşama geçirilmesi temamız olacak.

Alevi_Haklari_Ulusal_Kanal_21.12.14
Her 2 konuşmacıdan engin deneyim ve birikimlerini olgun bir zeminde paylaşmaları
rica edilecek.. Yönetici olarak biz de bildiğimiz kadar katkıda bulunmaya çabalayacağız.
Bilgisayarımıza gelen e-iletileri elden geldiğince işleyerek konuşmacıların yanıtlamasını sağlamaya çalışacağız.. Konuşmacıların elden geldiğince kaynak – belge – evrak vb. kanıtları stüdyoya getirmelerini (kitaplarını da!) ve bunlara dayanarak düşüncelerini aktarmalarını bekliyoruz.

portresi2

 

Sayın Gazeteci-Yazar Necdet Saraç İstanbul stüdyosundan katılacak.

 

Kazim_Genc
Sn. Av. Kazım Genç Ulusal Kanal Ankara stüdyosunda olacaklar bizimle birlikte..  Sn. Genç, “Zorunlu Din Derslerinin kaldırılması davalarını AİHM’de açan ve olumlu sonuçlandıran hukukçu” ..
Alevi Bektaşi Federasyonu eski Genel Sekreteri ..
Bize bu fırsatı veren Ulusal Kanal’a (Genel Yayın Yönetmeni Sn. Yener Güneş’e),
İP Gn. Bşk. Yrd. dostumuz Sn. Naci Beştepe Paşamıza ve sevgili kardeşimiz
Ulusal Kanal önceki Yayın Yönetmeni Adnan Türkkan’a teşekkür ediyoruz.

Programı izlemenizi, izletttirmenizi dileriz.

Sevgi ve saygıyla.
21.12.2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nda Çocuk Sağlığı ve Hakları


Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nda Çocuk Sağlığı ve Hakları

Dostlar,

Sayın Dr. Rıfat Yücel‘in sunduğu “Merhaba Sağlık”ta bu hafta
çocuklarımızın hakları ve sağlığı değerlendiriliecek.

ULUSAL KANAL‘da Programda yanıtı aranacak sorular şunlar :

23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımızın
94. yılında çocuklarımızın hakları ve sağlığı ne durumda?

– Ülkemizde çocuk sağlığı… Temel sorunlar neler?

– Çocuk sağlığı alanında dünyadaki yerimiz… Temel istatistikler neyi gösteriyor?

Çocuk hakları kavramı neyi ifade ediyor?

Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi neleri içeriyor?

Uluslararası Çalışma Örgütü – ILO Sözleşmeleri ve “Çalıştırılan çocuklar“…

Çocuk istismarı ve çocuğa yönelik şiddet nasıl önlenebilir?

– Çocuklar; Eğitim, Sağlık ve ULUSAL EGEMENLİK ilkesinden hareketle
çağdaşlık – çağdaşlaşma ilişkisi…

Konuk olacağımız “Merhaba Sağlık” prgogramı,
bu Pazar günü, 20 Nisan 2014’te, saat 13.30’da canlı yayınla Ulusal Kanal‘da…

23 Nisan 2014, TBMM’nin açılışının 94. Yılında
Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı kapsamında..

İlgi ve bilginize sunarız..

Ulusal_Kanal_Cocuk_Sagligi_ve_Haklari_Ulusal_Egemenlik-Çocuk_Bayramında

 

Sevgi ve saygı ile.
20 Nisan 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

MUSTAFA MUTLU : Herkes kendi ‘Gezi’ kitabını yazmalı…

Herkes kendi ‘Gezi’ kitabını yazmalı…

Mustafa_Mutlu_portresi

MUSTAFA MUTLU

Geçen Cuma gecesi Ulusal Kanal’da yayınlanan
Kral Çıplak’ta konuğum hocaların hocası, eski YÖK Başkanı, Türkiye’nin en önemli anayasa hukukçularından Prof. Dr. Erdoğan Teziç’ti…

Önce sitem ettim Hoca’ya:

Bugün ülkemizdeki hukuk tanımaz hukukçuları yetiştirenlerden biri olduğunu söyledim ve

“Çok saygın bir hukukçu olduğunuzu biliyoruz ama siz ve arkadaşlarınız pek de iyi hoca değilmişsiniz… Eğer öyle olsaydınız; öğrencileriniz arasından bugünkü bu kötü hâkimler, savcılar çıkmazdı..” dedim.

Kızmadı Erdoğan Hoca… Çünkü öğrencilerinin kötü sınav verdiği konusunda haklı olduğumu o da biliyordu. Bu sitemden sonra bir de soru sordum:

“Yasama, yürütme ve yargı, tek adamın eline geçti. O tek adam hem yasa yapıcı,
hem uygulayıcı hem de yargıç! Beğenmediği yargıçları ve savcıları görevden alıp,
işine gelmeyen yasaları anında kendi çıkarına göre değiştiriyor. Üstelik şimdi bir de hakkında çok büyük güvensizlik yaratan kasetler piyasaya çıktı. Demokratik yöntemlerden ayrılmamak ve anayasal zeminde kalmak koşuluyla; hangi anayasal kurum bu gibi durumlarda ne yapabilir?”

Hoca’nın yanıtı benim sorumun çeyreği kadardı:

  • “Bu gibi durumlarda söz söyleyecek tek anayasal güç, halkın kendisidir.
    Halk direnme hakkını kullanmalıdır. Zaten Haziran ayı itibarıyla bunu yapmaya başlamıştır.
  • Bu direnme hakkı; anayasaya dayanan en temel hakkımızdır.”

Cumartesi akşamı, hafta içinde okumaya başladığım,

“Beklenmeyen İsyan: GEZİ” adlı belgesel romanı bitirirken Erdoğan Hoca’nın “direnme hakkı”yla ilgili bu sözleri çınlayıp durdu kulağımda:

  • “Şiddete başvurmadan, taş bile atmadan, tıpkı ‘Duran Adam’ın yaptığı gibi durup, bu olup bitene kafa tutmalı halk, tepkisini göstermeli…”

Eğer Erdoğan Teziç gibi bir hukuk çınarı bile böyle konuşuyorsa; yolumuz belli:

“Bu daha başlangıç, mücadeleye devam!” 

Gelelim kitaba: Aslında son derece amatör bir “roman denemesi”,
“Beklenmeyen İsyan: GEZİ…”

Hatta roman değil; yaşananların fazlasıyla kendisi belki de…
Ancak madem yazarı bunun bir “roman” olduğunu söylüyor,
o zaman bize de kabullenmekten başka yapacak bir şey kalmıyor… 
Haziran Direnişi’nde sokağa çıkan, o heyecanı ve coşkuyu paylaşan herkesin bir romanı var aslında…
Yazılmamış, basılmamış; aksiyon, gerilim, hüzün, dram, mutluluk ve kimileri de
aşk dolu milyonlarca roman…

Her şey bir yana; Sezgin Yüksel sırf bu yüzden bile takdiri hak ediyor.
Hepimiz kendi “romanlarımızı” kâğıda dökmeye üşenirken, o oturmuş yazmış…
Bence yayınlamayı düşünmeseniz bile siz de Gezi’ye dair anılarınızı,
gözlemlerinizi, edindiğiniz dostlukları, isyanınızı mutlaka yazmalısınız…
Sakın “geç kaldığınızı” düşünmeyin… Prof. Dr. Erdoğan Teziç’in sözleri gelsin aklınıza:

Demek ki; bundan sonra her an, yazacak yeni “şey”leriniz de olabilir.
İyisi mi eldekileri değerlendirin önce; hiç kimse okumazsa, torunlarınız okur.
Az şey mi?
Bu arada, Sezgin Yüksel’in kitabı, su gibi akıp giden, güzel bir “paylaşım…”
Ellerine sağlık!

BEKLENMEYEN İSYAN: GEZİ

Türü:Belgesel roman  Yazan: Sezgin Yüksel
Yayıncı: Arvo Yayınları  Baskı tarihi: 2014, Şubat
Sayfa sayısı: 191  Fiyatı: 10 lira.

DR. GARY’NİN YOLU TÜRKİYE’YE DÜŞSEYDİ…

Aylardır ne zaman bir kitapçıya gitsem, “çok satan kitaplar” rafının en üst sıralarında ABD’li psikiyatr Dr. Gary Small’un kitabını görüyorum:

“Bir Psikiyatristin Gizli Defteri…”

Bu tür kitaplara çok meraklı olduğum halde almamak için uzunca bir süre direndim.
Çünkü psikiyatrlar başta olmak üzere tüm doktorların “hastalarıyla ilgili sırlarını”
ömür boyu saklamaları ve tıbbi bir neden olmadan kimseyle paylaşmamaları gerektiğine inanıyorum. Bu ABD’li psikiyatrın ise “çok satan” bir kitap yazmak uğruna mesleğinin
bu en temel ilkesine ihanet ettiği hissini taşıyordum.

Neyse; kitabı aldım, okudum, çok şey öğrendim…
Ancak baştaki o hissim hiç kaybolmadı; tam tersine kitabın sayfalarını çevirdikçe birilerini “dikizliyormuş” duygusuna kapıldım. Kendimi Dr. Small’un ve hastalarının sırdaşı gibi hissetmeye başladım. Bu konuyu meslek kuruluşlarının “etik kurulları”na bırakıp, kitabı okurken sıkça aklıma gelen bir soruyu aylaşmak istiyorum sizinle:

Acaba Dr. Gary Small’un yolu bir nedenle Türkiye’ye düşseydi, ya da bizdeki çok önemli (!) siyasetçilerden biri (kim olduğunu da siz tahmin edin artık) tedavi olmak için ABD’ye gidip onu bulsaydı… Bu doktor, o hastasını bu kitabında nasıl anlatırdı?

Ne yazacağını bilemem ama bildiğim tek şey; kaleme alacağı kısacık bir raporun,
Türk siyasetini oldukça rahatlatabileceği…

Kısacası; kapitalist sistemin hay huyunda ezilmiş insan tipini görmekten bıkmadıysanız; bu kitaptaki örnekler tam da size göre…

BİR PSİKİYATRİSTİN GİZLİ DEFTERİ

Türü:Psikoloji   Yazan: Dr. Gary Small
Yayınevi: NTV Yayınları  Baskı tarihi: 2013, Şubat
Sayfa sayısı: 336  Fiyatı: 20 lira

Hangi Atatürk’te Birleştik?


Hangi Atatürk’te Birleştik?

Portresi_ADD
K. Cemal Yetginer
ADD Genel Yönetim Kurulu Üyesi
http://www.add.org.tr/index.php/makaleler/1310-hangi-atatuerk-te-birlestik, 6.2.14

 

Toplumsal bilinç ve belleğin yerleşmediği ülkelerde halk kavram kargaşalarının havada uçuştuğu süreçleri sıkça yaşar.. Siz birini onarmaya çalışırken yüzlercesi sürülüverir ortaya..

Bir bakarsınız kısmen bilinçli sandığınız kitleler bile (Goebbels yöntemiyle uygulanan) propagandanın peşinde bulurlar kendilerini..

İşte bu noktada görev ülkenin gerçek aydınlarına düşer. Bir araya gelmek halkı aydınlatmak ve örgütlemek tarihsel bir sorumluluktur üzerlerinde.
Elbette ki bedellerini de göze alarak.

Atatürkçü Düşünce Derneği de böyle bir aydın sorumluluğunun ürünüdür.
1989 yılında Prof.Dr. Muammer Aksoy önderliğinde bir araya gelen bir küme aydının tarihsel sorumluluklarının topluma yansımasıdır.

Bu yansıma Atatürk’ün devrimini ve düşüncesini bugüne ve geleceğe taşımayı hedeflemiş, bu uğurda birçok kurucu ve yöneticisi canlarını feda etmek durumunda bırakılmıştır.

ADD, 25. kuruluş yıldönümünü yaşadığı bu yıl Türkiye’nin dört bir yanındaki
370 şubesiyle Mustafa Kemal bayrağını onurla dalgalandırmaktadır.

Kolay değildir Atatürkçü Düşünce Derneği’nde nefer olmak. Yalnızca elinizi değil
bedeninizi taşın altına koymaktır. Ölçü tanımadan gelen saldırılara karşı durmaktır.
Kimler saldırır ADD’ye 2. Cumhuriyetçiler, İslamcılar, bölücüler… liste uzar gider.
Ama tarih bize göstermiştir ki Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyete ve Düşüncesine
en büyük zararları O’nun adını en çok ananlar ve O’na sığınanlar vermişlerdir.

Atatürk’ün işlerine gelen birkaç noktasını öne çıkarır, ardına kendi cümlelerini dizerler ama bir bütün olarak onu benimsemezler (benimseyemezler, özlerine aykırıdır).
Sonra dönüp bir de “bizdenseniz vatanseversiniz, değilseniz vatan haini” tavrını koyarlar.

ADD bu tarz saldırıların hepsine alışıktır. Kuruluş nedenlerinden en önemlisi de budur.
ADD’nin görevi yalnızca Atatürk’e doğrudan saldıranlarla mücadele etmek değil; konjektüre göre yaratılan “Atatürk ve Atatürkçülük” kavramları ile mücadele etmek de ADD’nin görevidir.

Gelelim bu yazının yazılma nedenine; 26 Ocak 2014’te Ulusal Kanal’da yayınlanan nda
Atatürkçü Düşünce Derneği yöneticilerinin Milli Merkez çalışmalarına
destek vermedikleri gerekçesiyle;

– Atatürk’ü pazarlama peşinde olduğu,
– Aralarında Fettullahçıların olduğu,
– Tek dertlerinin siyasal ikbal olduğu,
– Zaten işbirlikçi oldukları,
– Fikir tüccarlığı yaptıkları,
– İsim isim afişe edeceklerini,
– Atatürk’ün ADD yöneticilerini çarpacağını… 

ve daha birçok iddayı dile getirdiler ve “açıklarız” gizemli cümlesiyle
bölümü tamamladılar.

5 kez siyasal parti değiştiren (DYP, DTP, tekrar DYP, GP, DP),
üyesi bulunduğu 4 partinin 3’üne Genel Başkan adayı olup kazanamayan,
soluğu Milli Merkez’de alan, ancak bunları unutup ADD yöneticilerini
siyasal ikbal peşinde olmakla suçlayan (E) Bakanımızı;

İhlas’a bağlı Türkiye gazetesinde 21 yıl, Uzan’a bağlı Star gazetesinde 2 yıl,
Doğan’a bağlı Posta gazetesinde 6 yıl, Yeniçağ’da 1 yıl, Kadiri tarikatına bağlı
Yeni Mesaj gazetesinde 1 yıl görev yaptıktan sonra, soluğu Aydınlık gazetesinde alan ve ADD yöneticilerini Atatürk’ü pazarlamaya çalışmakla suçlayan
muhterem gazetecimizi söz ettikleri üzere ellerindeki bilgileri, belgeleriyle
açıklamaya çağırıyorum.

ADD Yönetcileriyle ilgili o denli çok sav sayıldı ki, programda bu yazıya sığdırabilmek güç..

Umarız bir gün programlarına çağırırlar, canlı yayında karşılıklı tartışırız.

ADD Yöneticileri arasında işbirlikçiler var oysa Atatürkçülük
tam bağımsızlıkçılıktır,
anti emperyalist olmaktır.” buyuruyorsunuz.

Doğrudur, Atatürkçülük tam bağımsızlıkçılıktır – anti emperyalist olmaktır.
Ancak Atatürkçülük aynı zamanda “anti-kapitalist” olmaktır.

Neden eksik söylüyorsunuz!

Bizi AB fonlarından, Soros Vakıflarından vb. beslenen Sivil Toplum Örgütleriyle karıştırmayın antetli kağıdığımızda şu yazar :

  • “Yerli ve yabancı hiçbir kuruluştan ‘fon’ adı altında bile yardım almamakla övünüyoruz.”

Çünkü her ADD’li bilir ki “para alan emir de alır.” Bizim gelir kaynağımız özverili üyelerimizdir. Her üyemiz bu savaşımda maddi özverisinin hesabını tutmamaktadır.

“ADD Yöneticileri Fettulah’a karşı laf etmiyorlar, televizyonda 2 yıl önce ilk biz söyledik
Fettullah cemaatinin ne kadar tehlikeli olduğunu..” buyuruyorsunuz.

Bilin ki, ADD’nin her basamağında görevli yönetici ve üyelerimiz, yalnızca
Fettullah Gülen cemaati değil tüm cemaat ve tarikat yapılanmalarının karşısındadır. ADD, yasalar çerçevesinde bunlara karşı yalnızca  mücadele etmekle kalmaz,
toplam bütçesinin önemli bir bölümünü gereksinimi olan öğrenciler onların eline düşmesinler diye burs olarak destekte kullanır.

ADD Yöneticilerini Atatürk’ü pazarlamaya çalışmakla, siyasal ikbal peşinde olmakla suçluyorsunuz..

Ancak biz Nazım Hikmet’in Kuvay-ı Milliye Destanı 6. Bap sonunda yer alan
Kartallı Kazım gibi çalışırız.

Ve kavga bittiği zaman ne çiftlik sahibi oldu, ne apartman.
Kavgadan önce Kartal’da bahçıvandı,
kavgadan sonra Kartal’da bahçıvan…

“Ana muhalefet partisinden siyasal beklentileri olduğu için eleştirilmesi gerekenleri eleştiremiyorlar..” buyrulmuş programda.

Atatürkçü Düşünce Derneği ayrım yapmaksızın, çekinmeden, korkmadan,
bedelini göğüsleyerek tepkisini koymakta hiçbir zaman çekinmemiştir.

(Bir örnek, http://www.add.org.tr/index.php/subelerimizden/1097-add-izmir-subeleri-atatuerk-uen-kemiklerini-s-zlatmay-n-efendiler)

Programı canlı izleme olanağım olmadı. Youtube dan izleyebildim. Acaba yanlış mı anlıyorum diye birkaç kez izledim. Her izleyişimde İlhan Selçuk’un 90’lı yıllarda yazdığı bir köşe yazısında yer verdiği bir öykü geldi aklıma.. Bu öyküyle bitiriyorum yazımı..

Kurt yavruluyor, yavrular sütten kesilmeye yaklaştığında anne kurt yavrularına dünyayı tanıtmak için gezintiye çıkarıyor. Bir derenin kenarına gidiyorlar. Anne kurt anlatıyor.

“Burası deredir, su gereksinimimizi buradan karşılarız”. Biraz daha ilerliyorlar, bir koyun sürüsü beliriyor. Anne kurt yavrularına dönüyor “işte bunlara koyun denir, bizim besin kaynağımızdır”. Çobanı gösteriyor anne yavrularına ve şöyle diyor “yalnız dikkat edin orada iki ayağı üzerinde duran bir şey var. Ona insan denir o bizim can düşmanımızdır”. Yavrulardan biri atılır. “Anne, sen insan için bizim can düşmanımızdır dedin ama
orada bize benzeyen bir şey var, insan ona bir şey yapmıyor” der. Çoban köpeğini gösterirken.. Annenin yanıtı net olur “O bize benzeyip bizden olmayandır,
asıl ondan korkacaksınız.”

Notlar                        :

1- Programı izlemek isteyenler youtube’da arama bölümüne “Alternatif 26 01 2014” yazarak çıkan sonuçlar arasından izleyebilirler. (ADD ile ilgili bölümleri 19. ve 50. dakikalardan başlayarak yer almaktadır.)

2- Programda sözü geçen akademisyen, Yurtdışı ADD’lerle iletişimden sorumlu
Genel Yönetim Kurulu üyemiz Prof. Dr. Bülent Çukurova’dır. Yakın zamanda Almanya’da bulunan ADD’lerce düzenlenen bir toplantıya katılmıştır.
Gerekli açıklamayı kendisi yapacaktır.

3- Atatürkçü Düşünce Derneği, varolan siyasal partilere ve siyasal oluşumlara
eşit uzaklıkta olma ilkesinden vazgeçmemiştir, vazgeçmeyecektir. Elbette ki bireysel anlamda bu sınırı zaman zaman zorlayan girişimler olmuştur. (Bu girişimler ileri sürüldüğü gibi yalnızca bir siyasal parti yönlü değildir, eş zamanlı olarak ADD yöneticiliği ile Milli Merkez yöneticisi olmak da bu zorlama girişimlerine dahildir.)

Cumhuriyetimizin temel nitelikleriyle sorunu olmayan oluşumlarla ilgili açıklama yapmamak gibi yazılı olmayan bir geleneğimiz vardır. Ancak bu gelenek kendisine yönelik bir saldırı geldiğinde karşılık vermemek anlamına gelmemektedir.

Tutuklu ve hükümlülerin ulusal ve uluslararası hukuktan kaynaklanan hakları


Dostlar,

Geçen yıl 4.5.2012’de sitemize koyduğumuz

“Tutuklu ve Hükümlülerin Ulusal ve Uluslararası Hukukta Hakları”

başlıklı kapsamlı bilimsel makalemizi, görülen gerek üzerine arşivden öne çekerek
bir kez daha Türkiye kamuoyunun ve ilgililerin dikkatine ve bilgisine ısrarla sunarız.

Sevgi ve saygı ile.
15 Ocak 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net 

================================

Dostlar,

Tutuklu ve hükümlülerin ulusal ve uluslararası hukuktan kaynaklanan haklarına ilişkin bu sitede epey dosya yer aldı..

Ölümün eşiğine gelmiş tutuklu-hükümlüler için ulusal-uluslararası bağlayıcı
hukuk kurallarını sıklıkla ortaya koyarak bunlara uyulmasını ve devlete emanet olan
bu insanların can güvenliklerinin, yaşam haklarının korunması gerektiğine
hep ama hep işaret ettik.

Bu bağlamda, İstanbul Barosu Dergisi‘nde (Kasım-Aralık 2011, syf. 12-28) ve
TEORİ Dergisi’nde yer alan (Aralık 2011, syf. 36-59) 24 sayfalık kapsamlı makalemizi de sitemize koymuştuk (17 yoğun word sayfası; http://ahmetsaltik.net/tutuklu-ve-hukumlulerin-saglik-haklari/, 4.5.2012)

Yine bu bağlamda Ulusal Kanal’da 3 programa katılmıştık (9 Ekim 2011 Merhaba Sağlık Programı – Dr. Rifat Yücel ile; Nurzen Amuran DOSYA Progr. 22.12.11, TTB Başkanı
Dr. Eriş Bilaloğlu, Nilgül Doğan; Nurzen Amuran’ın DOSYA Progr., 26.4,12, Dr. Aytun Çıray, CHP Uşak Mv. Av. Dilek A. Yılmaz ve biz..)

Ayrıca, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde 6. sınıfta Halk Sağlığı intörnlük eğitimi alan tıp öğrencilerimize (hekim adaylarımıza) staj sonunda verdiğimiz seminer ödevi kapsamında da bu konuyu işledik, dikkate getirdik. Geleceğin hekimlerinde,
bilimsel bilgiye dayalı bir “Türkiye gerçeklik algısı” ve duyarlık gelişsin istedik.

Önceki dosyalara, word belgelerine ek olarak bir de power point yansılarıyla sunalım istedik. 63 yansıdan oluşan bir tür makale özetimizi paylaşıyoruz.

Ceza ve tutukevlerinde hiç kimse ama hiç kimse hastalanarak ölmemeli.
Sağlık durumları elvermediğinde bu insanlar tutuksuz yargılanmalı, sağaltım almalılar.

Tersi Türkiye’ye hiç ama hiç yakışmaz; bizi acıya ve utanca boğar, boğmalıdır.

Ayrıca AİHM’nin çok net bir kararı var, bunu da sitemize koymuştuk..
(http://ahmetsaltik.net/aihm-agir-hastaligi-olan-tutuklularin-tahliye-edilmemesi-ayrimciliktir/, 13.3.13)

  • AİHM : Ağır Hastalığı Olan Tutukluların Tahliye Edilmemesi Ayrımcılıktır

AYDINLIK Gazetesi’nde konuya ilişkin bir söyleşimiz yayımlanmıştı (24.10.11)

Ne var ki Türkiye, bu aralar yapay biçimde, dış kökenli olarak sözümüz ona
bir “AÇILIM” (!?) sürecine kilitlenmiş durumda!?

Ama ceza ve tutukevlerinde hastalar, ağır – ölümcül hastalar için saat durmuyor..

  • Yetkililer artık suç işlemeyi durdurmalılar.. 
    Göz göre göre kimi tutuklu ve hükümlülerin ölüme terkedilmesi
    tasarlayarak (taammüden) cinayetle eşdeğerdir, ağır insanlık suçudur.
    Zaman aşımı söz konusu değildir.. Sorumlular er ya da geç hesabını verirler.

Bu çok emekli çalışmayı okumak için lütfen tıklayınız..

Tutuklu ve hükümlülerin sağlık hakları

Sevgi ve saygı ile.
4.4.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

Aşık Mahsuni’den “YUH YUH SOYANLARA..” Yolsuzluk Klibi..

Asik_Mahzuni_Serif

Aşık Mahsuni‘den
“YUH YUH SOYANLARA..”
Yolsuzluk Klibi..

Çok başarılı bir klip, bravo Ulusal Kanal çalışanlarına..

http://www.ulusalkanal.com.tr/gundem/ulusal-kanal-calanlara-yaratici-bir-kliple-yuh-yuh-cekti-h20111.html

Sevgi ve saygı ile.
30 Aralık 2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net