Etiket arşivi: şehir hastaneleri

TIP BİLİMİ

TIP BİLİMİ

Mustafa BALBAY
Cumhuriyet
, 29.3.2020

Çin’de koronavirüs salgını ile mücadelede adı öne çıkan Wuhan Wuchang Hastanesi Başhekimi Li Wenliang’ın ölümü tıp biliminin bir gerçeğini daha gösterdi. Özellikle salgın hastalıklarda, salgına yakalananın ilk bulaştırabileceği kişilerin başında sağlık çalışanları geliyor.

Bu konuda Türkiye’den acı bir haber hiç arzu etmiyoruz ama testi pozitif çıkan doktorlar var. Salgınla mücadelede en önemli güç olan doktorlar ve tüm görevliler olabilecek bütün güvenlik önlemleriyle donanmış şekilde çalışmalı. Hastalığın tanısında Türkiye koşulları içinde röntgen uzmanları ayrıca öne çıktı. Onların çalışma koşullarında da iyileştirmelere gereksinim olduğu belirtiliyor. Hasta sayısındaki artış, aklın ve bilimin ışığında, ortak akılla alınacak kimi kararları da kaçınılmaz kılıyor. Doktorların önerilerinden biri şu:

  • Hastanelerde yoğunluk artınca tedavi süreci belli bir aşamaya gelmiş olanların tedavisinin evde devam etmesi mümkün. Buna hangi aşamada karar verilebileceğine ilişkin merkezi bir planlama gerekli.

Bir noktanın daha altını çizelim: Sağlık Bakanlığı, daha çok veri açıklamayı ve Bilim Kurulu kararlarının bir bölümünü paylaşmayı tercih ettiği için, doktorlar WhatsApp grupları kurarak düşünce ve deneyim alışverişine girmiş durumda.
***
Sağlık sistemindeki kimi olumsuzluklarla ilgili gerçekler dile getirilmeye başlandığında iktidar çevresinden gelen ilk ses şu oluyor: Şimdi sırası mı?

Soralım: Ne zaman sırası?

Bir yandan alınması gereken önlemleri yerine getirirken bir yandan sağlık sisteminin ne durumda olduğunu irdelememiz gerekiyor. İktidar işbaşına geldikten sonra Türkiye’nin birikimlerini “özelleştirme” mantığı içinde satarken, kimilerini de kapattı. Bundan payını alanlar arasında Sosyal Sigortalar Kurumu’nun (SSK) ilaç fabrikaları da geliyordu. Türkiye’de en çok kullanılan ilk beş ilacı üreten bu fabrikaların fiyatlandırması için bir örnek verelim. 2004 yılında yapılan bir araştırmaya göre SSK fabrikalarında üretilen ve çok kullanılan 10 ilacın fiyatı ile çoğu uluslararası tekel olan fabrikalarda üretilenin fiyatı arasında %20 ile % 600 arasında değişen fark vardı.

  • 2005 yılında halkın lehine olan bu farka çare bulundu, SSK ilaç fabrikaları kapatıldı.

Yıllar sonra ilaç harcamaları çok yükselince şu soruya yanıt aradılar: Yerli ilaç üretimi olamaz mı?

  • İlaç fabrikalarını kapattınız, tek aşı üretebilen uluslararası ölçekteki Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü’nü kapattınız. 

Bugün önce özür dileyerek işe başlayın. Bu da bir erdemdir.

Şehir hastanelerine de değinmeden geçemeyeceğiz. Kamu Özel Ortaklığı (KÖO)!

Kâr garantili hastane fabrikaları! Aslında KÖO’nun gerçek açılımı şöyle: Kâr Ölçekli Ortaklık! Kâr yoksa ortaklık da yok. İzmir’deki hastane, işletme şeklinde anlaşma olmadığı için hayli gecikti!
***
Bu anlayış, doktorların ve eczacıların da “memurlaştırılmasını” hedefliyor. İktidarın yeri geldikçe doktorlara yönelik şiddetin önünü açan açıklamalar yapmasının bir nedeni de buydu. Onlar, “işin uzmanı” olmak yerine sadece “verilen işin yapanı” haline getirilince sağlığı daha da ticarileştirmek kolay olacaktı.

Bütün bunlar, koronavirüs salgını ile bir adım geride kaldı. Şu söz sık kullanılır:
Bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak! Bu kez gerçekten öyle olmalı.
Tıp bilimi hak ettiği yeri almalı. Ticarete kurban edilmemeli.

Hiroşima’ya 6 Ağustos 1945’te atom bombası atıldığında yaşamını yitirenlerden en az on bininin bombadan hemen sonra bölgeye giden yardım ekiplerinin olduğu, başı da doktorların ve sağlık çalışanlarının çektiği biliniyor. Bugün Hiroşima’da bombanın atıldığı yerdeki anıtın hemen yanında bir de sağlık ekiplerine saygı anıtı vardır.

  • Tıp bilimi rant için değil, insan için insanlık için var.

Dünyada ve Türkiye’de de iktidarların böyle bakacağı bir dönem istiyoruz.

Kaynağımız var ama toplumsal dayanışma olmadan başaramayız

Kaynağımız var ama toplumsal dayanışma olmadan başaramayız

20 Mart 2020 tarihinde TUİK tarafından yayınlanan “İşgücünün Genel Profiline” göre 28 milyonu istihdamda, 4.5 milyonu işsiz olmak üzere toplam işgücü 32.5 milyon. İş aramayıp, çalışmaya hazır olanları, mevsimlik çalışanları katarsak doğru  toplam işgücü sayısının 35 milyondan daha az olmadığını, işsiz sayısının en az 7 milyon olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Yani en iyi ihtimalle işsizlik oranımız %20,

  • Koronavirüs salgınının neden olduğu  ekonomik daralma sonucu 3 milyon kişinin daha işsiz kalmasıyla bu sayı 10 milyona, işsizlik oranın %30’a ulaşması muhtemel.

Sorun, bu 10 milyon gelirden yoksun, işsiz  insana en az ay dört ay boyunca yaşamlarını kolaylaştıracak bir asgari gelir ve gıda güvenliğini sağlamak olmalıdır. Bunun yanında, zor durumda olan sektörlere, başta sağlık olmak üzere, onları ayakta tutacak asgari kaynakların aktarılması önem taşımaktadır. Bu geliri sağlayacak kaynaklar fazlasıyla mevcuttur, ancak bu kaynak seçeneklerini değerlendirmeden önce, ne kadar kaynağa ihtiyaç olduğu belirlenmelidir.

KORONAVİRÜS SALGINININ EKONOMİK ETKİLERİNİ EN AZA İNDİRMEK İÇİN GEREKLİ KAYNAK MİKTARI

Salgından dolayı bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de
– ekonomi daralacak,
– işsizlik artacak,
– şirketler zor durumda kalacak, 
– vergi gelirleri azalacak,
– bütçe açıkları büyüyecek,
– tarımın ve gıda güvenliğinin önemi artacaktır.

Bu alanlara acil müdahale desteği gerekecektir:

1) İşşizlik  Ödeneğinin Yaygınlaştırılması

İşsizlik ödeneğinin, İşsizlik Fonundan mevcut yararlanma koşullarını yerine getirmeyenleri de kapsayacak şekilde yaygınlaştırılması sosyal devlet olmanın gereğidir. Yukarda belirtildiği gibi yedi milyon işsizin hiçbir geliri yoktur, bu insanlara temel ihtiyaçlarının karşılanması için kaynak aktarılmalıdır. Yedi milyon işsize ayda 1500 TL’lik bir ödeme yapılması, onların su, elektrik, doğalgaz, yiyecek gibi zorunlu giderlerinin bir kısmının karşılanmasına yardımcı olacaktır.

Yedi milyon kişiye ayda 1500 TL verilmesinin aylık toplam tutarı 10.5 milyar TL, dört aylık toplam tutarı ise 42 milyar TL’dır.

2) Kısa çalışma ödeneği uygulamasının genişletilmesi

Kısa çalışma ödeneği; genel ekonomik, sektörel, bölgesel kriz veya zorlayıcı nedenlerle işverenin haftalık çalışma sürelerinin en az üçte bir oranında azaltması, faaliyetini tümüyle ya da en az dört hafta süreyle durdurması hallerinde devreye alınıyor. Salgın hastalık da kısa çalışma ödeneğine giren zorlayıcı sebep arasında sayılıyor. Uygulama ile işverene, çalıştırdığı sigortalılar için gelir desteği veriliyor. Bugün için destek süresi üç ay ancak Cumhurbaşkanı kararı ile bu süre 6 aya kadar uzatılabiliyor.

Koronavirüse karşı önlem olarak açıklanan Ekonomik İstikrar Kalkanı Paketi kapsamında ekonomik sorun yaşayan işverenler kısa çalışma ödeneğinden yararlanabilecekler. Kısa çalışma ödeneği ile işçilere çalışma ödeneği ödeniyor hem de genel sağlık sigortası primleri karşılanıyor. Bunun için  işsizlik fonu devreye giriyor. İşyerinin bu ödenekten yararlanması için İŞKUR’a başvurması gerekiyor. Kısa çalışma ödeneğinden faydalanmak için gereken süreçlerin kolaylaştırılıp, hızlandırılması gerekiyor. Böylece faaliyetine ara veren işyerlerindeki işçilere geçici gelir desteği sağlanırken, işverenlerin de maliyeti azaltılacak. Bu aşamada aranan şartların başında, çalışanın kısa çalışma ödeneğinden yararlanmadan önce 120 gün çalışıyor olması ve son üç yıl içinde de 600 gün süreyle işsizlik sigortası primi ödemiş olması geliyor. Bu koşullar 60 gün ve 450 güne indirildi. Kısa çalışma ödeneği kapsamında çalışana, aylık prime esas kazancının günlük brüt tutarının %60’ı ödeniyor. Kısa çalışma ödeneği miktarı aylık asgari ücretin brüt tutarının %150’sini geçemiyor ki, bu rakam 4,414 lira. Yani çalışan ne kadar maaş alırsa alsın ödenecek en yüksek kısa çalışma ödeneği 4,414 lirayı geçmeyecek. Asgari ücretli bir çalışan 1752 lira ödenek alabilecek. Eğer üç milyon çalışana ayda ortalama 3000 TL ödeme yapılacağı varsayılırsa, aylık maliyet 9 milyar TL, dört aylık maliyet 36  milyar TL’ye ulaşacaktır

3) Tarımsal Üretimin Desteklenmesi

Koronavirüs salgını gıda güvenliğinin önemini ortaya çıkarmıştır. Dünya Bankasının doğrudan gelir desteği gibi programlarından vazgeçerek, üretmeyen değil üreten desteklenmelidir. Tohumundan, gübresine, ilacına kadar yerli üretime geçilmelidir. Özellikle işsiz üniversite mezunlarına faizsiz kredi sağlanarak, kooperatifler yoluyla örgütlenmeyi teşvik ederek akıllı tarım teşvik edilmelidir. İlk aşamada 50 milyar TL’lik bir destek ile başlanmalıdır.

4) Salgından Doğrudan Etkilenen Sektör ve Kuruluşlara Destek

Başta sağlık olmak üzere ulaşım ve turizm gibi faaliyetler salgından doğrudan etkilenecek sektörlerin başında gelmektedir. Özellikle havayolları, konaklama, ağırlama, yiyecek, içecek sektörlerinin ayakta kalması için minimum nakdi destek hemen verilmelidir. Bu sektörler hem emek-yoğun olmaları dolayısıyla istihdam hem de döviz kazandırmaları dolayısıyla ekonomide önemleri olan sektörlerdir. Bu miktar 20 milyar TL’sı  hemen sağlık sektörüne, 20 milyar TL’si diğer sektörlere olmak üzere toplam 40 milyar TL olarak düşünülmektedir.

5) Kamu-Özel İşbirliği  Projelerinin Kamulaştırılması,
Şehir Hastanelerinden Vazgeçilmesi

Geçiş garantili otoyol ve köprüler mahsuplaşılarak kamulaştırılmalı,

  • Şehir hastanelerinden vazgeçilmelidir.

Bu sene için zaten 20 milyar TL’ye yakın bir miktar bütçeye konulmuştur. Mahsuplaşmanın ilk adımı olarak 20 milyar TL daha koyulabilir. Örneğin, Osmangazi Köprüsünün maliyeti 1 Milyar $ dolayındadır, Dolar üzerinden %20 bir kâr marjı konursa devlet için maliyet 1.2 milyar dolara gelir. Şirketin köprü geçişlerinden bugüne kadar aldığı miktar + devletin garanti ücret olarak ödedikleri 1.2 milyar dolardan az ise bir takvim içinde şirkete ödenir, eğer fazla ise şirketten tahsil edilir.

İş adamlığı, siyasiler ile işbirliği yaparak halkı soymak değil, dünya standartlarında makul bir kazanç karşılığında hizmet yapmak veya üretmektir.

Bu alanlar için öngörülen miktar toplamı 188 milyar TL’ye gelmektedir, bu miktar burada öngörülmeyen durumlar, (örneğin sürenin uzaması, işsiz sayısının ve sektörlerin artması gibi) göz önüne alınarak 250-300 milyar TL’ye kadar çıkabilir. Bunun yanında devletin vatandaşların geçimlerini kolaylaştırmak için elektrik, doğalgaz faturalarını ertelemek gibi anlamlı olmayan öneriler yerine, petrol fiyatlarındaki çöküşü de göz önüne alarak, fiyatlarda ciddi indirime gitmesi, bu yıl eğitimi tamamlamayan özel okulların, vakıf  üniversitelerinin gelecek yıl ücretlerini %20 düşürmeleri, bu yıl mezun olacaklara %20 geri ödeme yapmalarının sağlanması gibi önlemler de alınmalıdır.

DEVLETİN KULLANABİLECEĞİ GELİR KAYNAKLARI

  • Bugünler için düşünülmüş İşsizlik Fonunun hareket geçirilmesi, İşsizlik Fonunda Şubat 2020 sonunda 131, 5 milyar TL olduğu görünmektedir.
  • Bütçede israf niteliği taşıyan gereksiz cari ve yatırım harcamalarından, yurt dışına yardım ve hibelerden vazgeçilmeli, Suriye ile zaman geçirmeden anlaşılarak savaşa son verilmeli yerlerinden edilen Suriyelilerin vatanlarına dönmesi sağlanmalıdır. Buradan 50 milyar TL’lik kaynak sağlamak mümkündür.
  • Kamuyu bir hizmet alanı olmaktan ziyade zenginleşme aracı olarak gören hem merkezi hem yerel kimi kamu görevlilerinin 1’den çok aylık almasının önüne yasal olarak geçilmeli, şatafat ve makam saltanatına son verilerek elde edilecek kaynaklar kamuya kazandırılmalıdır.
  • TOBB, Odalar, Birlikler, Sendikalar gibi üyelerinden yasayla topladıkları aidatlarla oluşmuş fonları üyelerine ihtiyaçları doğrultusunda dağıtmaları. Örneğin Türkiye Metal Sanayicileri Sendikası (MESS) ilk aşamada üyeleri ve çalışanları için 500 milyon TL’lik bir destek paketi açıklamıştır. TOBB’un elinde birikmiş 100 milyar TL’den fazla kaynak olduğu söylenmektedir, TOBB’un bu konuya açıklık getirmesi gerekmektedir.
  • IMF kredisi. IMF koronavirüs salgının olumsuz ekonomik etkilerini azaltmak için üyelerine bir trilyon dolarlık kredi kullandıracağını açıkladı. Bu kredinin koşullarının IMF’nin klasik daraltıcı politikalar yerine genişletici politikaları desteklemesi beklenir. Türkiye’nin 20 milyar dolarlık bir kredi dilimi kullanması hem döviz kuru üzerindeki baskıyı azaltacak, bunun enflasyon üzerinde düşürücü etkisi olacak hem de kamunun kullanabileceği kaynakları 125-130 milyar gibi artıracaktır. Böyle bir kredi kullanımı aynı zamanda Türkiye’nin güvenilirliği artırarak sermaye çıkışını azaltarak, ülke risk priminin düşmesine ve döviz kurunda istikrar sağlanmasına yardımcı olacaktır.

Bu yıl Türkiye’nin milli gelir büyüklüğünün yaklaşık 4.5 trilyon TL olacağını varsayarsak, kamunun elinde kullanabileceği miktarın milli gelirin % 8’ne (360-380 milyar TL) kolaylıkla yaklaşabileceğini tahmin edebiliriz. Hesaplamalarımız milli gelirin %5 lik bölümüne denk gelen bir tutarın destek olarak verilmesinin yeterli olabileceğini göstermektedir. İşsizliğin %30’a ulaşacağı, bütçe açığının en az %6 (AS: ulsal gelirin!) olacağı bir ortamda hemen hareket geçmek ekonomik daralmanın etkilerini en aza indirmek için yaşamsal bir nitelik taşımaktadır.

Burada sorun kamudaki ve özel sektörde alışkanlıkların değişmesi gereğidir. Bu alışkanlıklar değişmeden hiçbir sonuç almak mümkün değildir.

  • İsraf, savaş, verimsiz yatırımlar, şatafat, rant ve yolsuzluklardan kurtulmadan, hukuk olmadan çıkış yolumuz olmadığının anlaşılması en önemli noktadır.

PARA BASMA FANTEZİLERİ

Devletin kullanabileceği kaynaklar olduğu halde para basılması gibi fanteziler ortaya atılmıştır.

  • Para basmak ise düşünülmemesi gereken, hiç faydası olmayacak çok tehlikeli bir tercihtir.

Türkiye gibi çift paranın kullanıldığı ve üretimi ithalata bağımlı ülkelerde para basılırsa, dövize kaçış başlar, döviz girişi olmadığı için de döviz fiyatları spekülatif olarak yükselir. Döviz borçlu kişi ve şirketler iflas eder. Ücretliler, emeklililer gibi sabit gelirliler ve TL’deki tasarruf sahipleri kaybederler. Daha da fazla para basmak zorunda kalınır. Hiperenflasyon süreci başlar, TL’ye olan güvensizlik daha da artar, ekonomi yönetilemez duruma gelir. Üretim kapasitesi de çökertildiği için ekonomiyi tekrar ayağa kaldırmak çok zorlaşır.

PARA BASMAYI ÖNERENLER YAKIN GEÇMİŞTE EKONOMİYİ KRİZE SOKANLAR

Türkiye’yi 2001 krizine sokanlar, şimdi para basalım diyorlar.  Halbuki 1999 sonrasında izlenen IMF politikalarıyla ekonomi ithalata ve borca bağımlı hale getirilmiştir. Biz açık olarak, 15 Aralık 1999 IMF programının ekonomiyi bir yıl içinde çökerteceğin söylerken, şimdi para basma fantezisini seslendirenler, Hazine ve Merkez Bankasında görevdeydiler. 2000 Kasım’ında o dönemki hükümetin politikalarına güvenerek devlet borçlanma kağıdı alan Demirbank’ın 150 milyon dolarlık nakit ihtiyacını Merkez Bankası ve Hazine karşılamayarak krizi tetiklediği halde, şimdi yapısal olarak çok daha kötü durumda olan bir ekonomide para basmayı neden öneriyorlar? O dönem yalnızca krizi tetiklemekle kalmadılar, küresel finans sermayesinin Türkiye komiseri Kemal Derviş başkanlığında sözde “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı” ile  ekonominin ve siyasetin yapısal olarak çökertilmesinde rol aldılar;

  • 2001 krizinden sonra izlenen “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı” kısa dönemli faizleri kullanarak enflasyonu düşürme politikası (enflasyon hedeflemesi) ile 2014 yılına kadar TL’nin aşırı değerli kalmasına:
  • Ara malları üreten yerli sanayinin çökertilmesine, sanayinin ara mal ithalatı bağımlılığının artmasına;
  • Finansal olmayan şirketlerin döviz borçlarının artmasına;
  • Tüketimin aşırı artmasına, tasarruf açığının ciddi boyutta düşmesine göz yumdular.
  • Dünya Bankasının doğrudan gelir politikalarıyla tarımın çökertilmesine, tohum, gübre, ilaç dahil her şeyi ile ithalata bağımlı duruma getirilmesine ses çıkarmadılar.
  • Çift paralı sistem yapısallaştı, mevduatın yarısı dövizde tutulmaya başlandı.
  • “15 günde 15 yasa” sloganı ile  verimli kamu işletmelerinin peş keş çekilmesinin önü açıldı.

20 MART HAFTASINDA DÖVİZ MEVDUATINDAN ÇIKIŞA DİKKAT

20 Mart 2020 ile biten haftada MB verilerine göre, döviz mevduatından 2,5 milyar dolarlık (6,5 TL’den 16.25 milyar TL) bir çıkış oldu. TL mevduat ise yalnızca 2 milyar TL arttı. Bunun anlamı, çıkan döviz yastık altına ve/veya altına gitti. Bu, ülkeyi yönetenlere ve ekonomi politikalarına güvensizliğin işareti gibi görünüyor. Bu rakamları önümüzdeki haftalarda dikkatle izlemekte yarar var.

Yeniden vurgulamak gerekirse;

  • Kaynağımız Fazlasıyla Var,
  • Ama Alışkanlıklarımızı Değiştirmezsek,
  • Fedakârlık Yapmazsak,
  • Toplumsal Dayanışma İçinde Olmazsak Başaramayız.

AŞILAR HAKKINDA GERÇEKLERİ OKUMAYA CESARETİNİZ VAR MI?

AŞILAR HAKKINDA GERÇEKLERİ OKUMAYA CESARETİNİZ VAR MI?

PROF. DR. CEM SAY
Cumhuriyet, 16.12.2019 

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır.)

Kongo’da 2019’un ilk 11 ayında çoğu çocuk 5 bin insan kızamıktan öldü. Nüfusu çok daha az olan Samoa’yı bir aydır kasıp kavurmakta olan kızamık salgınında ölü sayısı şimdilik 72. Samoa’da “küçük boy” tabut kalmadı, Yeni Zelanda’dan tabut yollanıyor. Bu ülkelerin ortak özelliği, 21. yüzyılda olmamıza rağmen nüfuslarının yeterli çoğunluğunun aşılanmamış olması.

Çoğumuz hayatımızı aşılara ve antibiyotiklere, daha doğrusu, onları icat eden bilim insanlarına borçluyuz. Kızamık aşısı olmasaydı şu anda hayatta olmayacak insanların toplam sayısı yaklaşık 118 milyon olarak hesaplanıyor. Penisilin keşfedilmeseydi her dört sevdiğinizden üçü hayatta olmayacaktı, çünkü ya kendisi, ya anababaları, ya da dedelerinden biri genç yaşta ölmüş olacaktı. İnsanlığa bundan daha çok faydası olmuş, daha çok teşekkür hak eden kim vardır, kestirmek güç.

Çağımız bilgi çağı. Bilgi, eşi görülmemiş bir hızla yayılıyor. Ne yazık ki doğru bilgiyi yanlışından ayırma mekanizmaları iletişim hızındaki bu artışla baş edemiyor. Gerçek kalkıp çizmelerini giyene kadar yalan dünyanın çevresinde iki tur atıyor. Nobel ödüllü bir bilim insanı da olsanız, internet’te sesinizi kara cahil bir troller sürüsü kadar duyuramayabilirsiniz. Yeni ortaçağın her ülkeyi etkisi altına alan özelliklerinden biri uzmanlara duyulan nefret ve inançsızlık.

Sağlıklı dozda bir kuşkuculuk demokrasi için, eleştirel düşünce için, bilimsel yaklaşım için, gazetecilik için olmazsa olmazdır elbette. Burada yakındığım bilimsel kuşkuculuk değil, cahillik, bilim düşmanlığı ve düz geri zekâlılığın birleşimi.

Ay’a hiç gidilmediğine inananları mı ararsınız, Dünya’nın düz olduğunu savunanları mı? Geçen ay Almanya’daydım. Oradaki bilim insanları, Başbakan Merkel’in son zamanlarda resmi törenlerde titreme nöbetleri geçirmesinin nedeninin kendisinin aslında sürüngen ırkından bir uzaylı olması ve bu yaratıkların da Alman milli marşından korkması olduğuna dair bir komplo kuramını ciddi ciddi konuşan bir grup embesilden söz ettiler. Her ülkede var bu tipler.

“Allah şifa versin” deyip geç diyeceksiniz, ama konu ne yazık ki o kadar basit değil. Bu insanlar seçimlerde oy kullanıyor sonuçta. Ülkenin gerçeklerden yeterince kopmuş bir kısmının nabzına göre şerbet vererek iktidara gelmek mümkün olabilir. Demokrasinin bir insan grubunu felakete değil selamete götürebileceği inancı, seçmenlerin kararlarını doğru bilgilere dayanarak akıl ve mantık çerçevesinde vereceği varsayımına dayanıyor. O yüzden de çok izlenen yayın organlarına insanları doğru bilgilendirme görevi düşüyor.

Büyük tehlike

Bu bağlamda gördüğüm gerek üzerine güncel bilimsel bilgilerin bir özetini geçeyim:

  • Kızamık aşısı ile otizm arasında bir ilişki yok.

Hani “vatandaş aşıları araştırsın, öyle karar versin” deniliyor ya? Görevi tam da bu olan bilim insanları zaten araştırmış. Konuyla ilgili en güncel, en kapsamlı makalenin linkini araştırmaya meraklı vatandaşlarımızın ilgisine sunuyorum. Buyurun:

https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/ 30831578/

Bu dev araştırmadan çıkan sonuç şu: Kızamık aşısı otizm yapmıyor. Aksi yöndeki savlar bilimsel olarak çoktan çürütülmüş. Aşı olanlarda da olmayanlarda da otizm görülebiliyor. Otizmin aşıyla alakası yok! Aşı olunca yüksek ihtimalle kızamık olmuyor ve yazımın başında sözünü ettiğim ölülerin arasına katılmaktan kurtuluyorsunuz, o kadar.

  • Çocuğunu aşılatmayanlar öncelikle kendi çocuklarını riske atıyorlar.

Ama maalesef hepsi bu değil! Çok küçük çocuklar, kanser tedavisi görenler vs. bir grup insan özel sağlık durumları nedeniyle aşı yaptıramıyorlar. Bu insanlar saldırıya açık durumdalar. Aşı karşıtlarının çocukları böyle insanlara taşıdıkları hastalığı geçirip onları da öldürebiliyor. Toplumun belirli bir yüzdesi aşılı olduğunda hastalığın salgına dönüşme ihtimalinin azalacağı hesaplanıyor. Aşı karşıtları bu yüzdeyi düşürüyor.

Dahası var: Çok sayıda aşısız vücut, birer “mikrop üretim çiftliği” gibi iş görüyor. Bu ortamda insan bedeninin savunma mekanizmalarını daha iyi alt edebilen mikroorganizmalar diğerlerini geride bırakıp öne çıkıyor. Böylelikle hastalığın daha güçlü sürümlerinin evrimleşmesine olanak verilerek aşılanmış insanları da hasta edecek yeni belaların üremesine kapı açılmış oluyor.

  • Kimi ülkeler aşılanmamış çocukları okula kabul etmiyor.

Samoa’da ülkeyi felakete sürükleyen aşı karşıtlarından biri tutuklandı. Ülkemizde aşı reddi saçmalığı nedeniyle hastalık olguları yıldan yıla çoğalıyor.

  • Suriyelilerin de eklenmesiyle salgın riski arttıkça artıyor.

Lütfen bu asırda, durduk yerde bir de salgın belası çıkarmayalım başımıza.

Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir. İlim ve fennin haricinde mürşit aramak gaflettir, cehalettir.

Gafil ve cahil olmayalım.

  • Böyle aşıların yasayla zorunlu kılınmasını öneriyorum.
    =======================================

Dostlar,

Yukarıdaki nefis yazının yazarı Prof. Say bir hekim ya da sağlık bilimleri alanından değil.  Boğaziçi Üniversitesinde Bilgisayar Bilimleri alanında öğretim üyesi. Ancak sağduyu ve bilimsel akılcılık rehber alınınca, varılan sonuç doğru ve güvenilir oluyor.

  • AKP = Erdoğan‘ın akıl ve bilim dışı inadını – takıntısını aşması ve
  • yasal düzenleme ile aşıların zorunlu kılınmasının zamanı geldi ve geçiyor.

Dünya Sağlık Örgütü (WHO) verilerine göre Türkiye’de 2019‘un ilk 10 ayında kızamık olgusu sayısı 2719. Bu rakam, 2013’ten bu yana en yüksek sayı. 2719 Kızamık olgusunun yaklaşık 1800‘ü 5 yaş altındaki çocuklar. Olguların büyük çoğunluğunu aşı olmayanlar oluşturuyor. 1 yaşın altında yaklaşık bin olgu var. Bunun 900’den çoğu hiç aşılanmamış.

Şehir Hastanelerinin reklamını kamu duyurularıyla TV’lere veren AKP iktidarı, hızla artan aşı reddine karşın neden tek bir aşı çağrısı yapmıyor TV’lerde? Sorunluluk ağırdır, altını çizelim.

  • Salgın kapıyı çalmaktadır.
  • Aşı yaptırmama nedeniyle hastalanacak, engelli kalacak ve yaşamını yitirecek canların politik sorumlusu net ve kesin olarak AKP iktidarı = R.T. Erdoğan olacaktır.

Sevgi ve saygı ile. 23 Aralık 2019, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Halk Sağlığı Uzmanı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 20 Kasım 2019

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 20 Kasım 2019

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

CEHALET
RTE, Osmanlı döneminde okur yazarlığın yüksek olduğunu, savaşlar nedeniyle azaldığını, Harf Devrimi ile sıfırlandığını söyledi.
Kadınlar hesaba katılmadığına göre kısmen doğru…

ENNNN
RTE, Cumhuriyet tarihinde en çok hizmetin kendi döneminde yapıldığını söyledi.
Çatlayacak…

AAAA!
A Haber TV Kanalı,
 “TSK ve Suriye Milli Ordusu’nun Suriye’nin kuzeyindeki PKK/YPG terör unsurlarına yönelik Barış Pınarı Harekatı başlattığında Ankara’da dünyaya gözlerini açan Aras bebeğin asker selamı doğum fotoğrafçısı tarafından görüntülendi” şeklinde görüntülü haber verdi.
Hakikaten “A, aaaa!

ABD
RTE’nin ABD ziyareti;
Gittim, döndüm…

TAKDİM
RTE, “Mektupları Trump’a takdim ettim”
Aferiiin…

TAKKE
Kadıköy İHL’nde takkeli eğitim
e başlanırken karma eğitime son verilmiş.
Cüppeliye az kalmış…

HASTANE
Şehir Hastaneleri ile haksız kazanç yaratıldığını, 25 yılda 142 milyar $ yük getirileceğini CHP’li vekiller TBMM’nde açıkladı.
Yönetim hastanelik…

YALAN
Tarım Bakanlığı Mecliste “2018’de nohut ithal etmedik” dedi. TÜİK kayıtlarına göre 117 milyon dolarlık ithalat yapılmış.
Biri yalancı…

BATIK
RTE, İskandinav ülkelerinin EYT yüzünden battığını söyledi.
Ya batıkla Baltık’ı karıştırdı ya batmakla refahı…

MÜSLÜMAN
Kahramanmaraş’ın AKP’li  Belediye Başkanı Hayrettin Güngör, Trabzonlu bir kadına “Sizi biz Müslüman yaptık” dedi.
Osmanlı takıntılı salaklık…

DEVRİYE
Bizim birlikler ABD ve Rus askerleri ile devriye yapadursun, ABD-Rusya Üs Bölgesi değiştiriyor; ABD, YPG’ye üs bölgesi veriyor.
Dolambaçlı işler…

İŞSİZLİK
RTE “İşsizlik oranımız %14 gibi yüksek bir seviyededir. Eskiden ülkemizde çalışma çağına gelen nüfusun bir kısmı iş aramadığı veya aile şirketlerinde çalıştığı için istidam istatistiklerine girmiyordu…İşsizlikte artışın sebebi bizim istihdam oluşturmadığımızdan değildir.
Mesele, iş gücüne katılım oranının eskisine göre fevkalade yükselmiş olmasıdır”

Çözüm önerilerim :
a. İşe başvuranları ailelerine gönderelim,
b. Damat Bakan, söz verdiği 2.5 milyonu istihdam ettiğini açıklasın
3. Eğitim düzeyini düşürmeyi sürdürelim
4. İHL kökenli olmayanları FETÖCÜ diye içeri tıkalım…

Paran olsa da öl sistemi!.

Paran olsa da öl sistemi!.

Ahmet TAKAN
YENİÇAĞ, 11.8.2019

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

İktidarın “rüya projesi”ydi şehir hastaneleri. Daha yolun başında sağlığımızı çökertir hale geldi. Devlet % 70 doluluk garantisi veriyor. Bu orana ulaşılamaz ise Hazineden para ödeniyor. Benim de başımdan geçti, şehir hastanelerine zorla hasta götürülüyor. Yaşam merkezlerinden çok uzak. Acil, engelli ve hasta yaşlılar için türlü zorluklar anlatıla anlatıla bitirilemiyor. Ve bir dünya eksiklikler…

Tıp doktoru, İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı Aytun Çıray ile başta şehir hastaneleri olmak üzere  sağlık sektörünün sorunlarını konuştuk. İşte o söyleşi;

Sayın Çıray, bir gazeteci olarak uzun zamandır AKP’nin sağlık politikalarından şikayetler alıyorum. Siz reform çalışmaları ile bilinen Sağlık Bakanlığı müsteşarlarından biriydiniz. 7 Bakan, 3 Başbakan ile çalıştınız. Sağlık politikalarında son durumu sizinle konuşmak istedim.

A.Ç: Teşekkür ederim. Sayın Takan, çok iyi bilirsiniz bir zamanlar sağlık muhabirleri olurdu ve milletimiz onların haberleri aracılığı ile sağlık sektörünün pratiğinde neler olup bittiğinden haberdar olurdu. Aksamaları tespit ederler, hatta manşetlere taşırlardı. Şimdi ise milletimizin  yalnızca cilalanmış sağlık politikalarından haberdar olmasına izin veriliyor. Halbuki sağlık politikalarında uzun zamandır işler hiç iyi gitmiyor. AKP’nin ‘Sağlıkta Dönüşüm’ projesi çok iyi başladı ancak fiyaskoyla sonuçlanıyor. Cilalı sağlık dönemi sona erdi. Artık göz boyamada sınıra dayandık.

–Bir ara AKP’nin oyunun yüksek çıkmasına etki eden en önemli faktör ‘Sağlıkta Dönüşüm’ projesiydi. Bu etki nasıl yaratıldı?

A.Ç: Sağ­lık Re­form Pa­ke­ti be­nim müs­te­şar ola­rak ba­şın­da bu­lun­du­ğum ekip­çe ha­zır­lan­mış ve kal­kın­ma pla­nı he­def­le­ri içi­ne alın­mış­tı. An­cak ha­ya­ta ge­çi­ril­me­si için “va­tan­daş­lık nu­ma­ra­sı­” ça­lış­ma­la­rı­nın bit­me­si ge­re­ki­yor­du. Sayın Akşener‘in başlattığı MERNİS de, AKP hü­kü­me­ti dö­ne­min­de bit­ti ve böy­le­ce adı Sağ­lık­ta Dö­nü­şüm Pro­je­si ola­rak de­ğiş­ti­ri­len uy­gu­la­ma­lar baş­la­tıl­dı. SSK ve dev­let has­ta­ne­le­ri tek ça­tı al­tın­da top­lan­dı, has­ta­ne ec­za­ne­le­ri ye­ri­ne ilaç­lar özel ec­za­ne­ler­den alın­ma­ya baş­lan­dı. Bu du­rum do­ğal ola­rak has­ta kuy­ruk­la­rı­nı azalt­tı. Sağlık politikalarında son derece başarısız olan Durmuş döneminden sonra ise bu hiz­met­ler va­tan­daş­larda çok büyük bir farkındalık ve doğal olarak memnuniyet yarattı.

–Sağlık hizmetlerinde kaliteyi belirleyen faktörler nelerdir?

A.Ç: Kaliteli sağlık hizmeti kolay ulaşılabilir ve hakkaniyetli olmalıdır. Sağlık politikalarında asıl olan, sağlık hizmetlerini halka en düşük maliyetle ve en kolay ulaşılabilecek şekilde organize etmektir. Sağlıkta etkinlik ve verimliliğin başlıca ölçüsü de budur. AKP iktidarına yön veren rantçı anlayış nedeniyle sürdürülemedi ve sağlık harcamaları Türk halkının üstüne ağır bir yük olarak bindi. Sağlıkta katkı payları alınmaya başlandı. Sağ­lık­ta da AK­P’­nin “yan­daş­la­ra peş ­ke­ş” zih­ni­ye­ti dev­re­ye gi­rin­ce de sis­tem çök­tü.

  • Şehir hastaneleri kesintisiz bir peş keş sistemidir.

Yükleniciye hazine arsasını veriyorsunuz, yetmiyor işletmeleri veriyorsunuz, yetmiyor şehir hastanelerine gitmeyi adeta zorunlu hale getirmek için önce çalışan hastaneleri çalışmaz hale getiriyor, sonra da kapatıyorsunuz. O da yetmiyor, şehir hastanesi müteahhitlerine aynı köprülerde verilen geçiş garantisi gibi yükleniciye hasta garantileri veriyorsunuz. İnsaf!

–Bu modelin dünyada başarılı olduğunu söylüyorlar…

A.Ç: Bir Sağlık Bakanı’nın devletin binalarını kendi hastane şirketleri üzerine geçirdiği bir ülkede her şey söylenebilir.

  • Şehir hastaneleri daha önce Dubai, İngiltere ve Kanada gibi ülkelerde uygulanmış ve çok büyük kamu zararına neden olmuş bir modeldir.
  • Dolayısıyla da terk edilmiş, modası geçmiş, günümüz sağlık anlayışına tamamen aykırı bir modeldir.

Şehrin bir ucundaki hasta öbür ucuna gitmek zorunda olduğundan ulaşımı zordur.

  • Yani hastalar ambulanslarda can verecekler demektir.

Devasa oldukları için yönetilemezler. Hastalar koridorlanda kaybolurlar.

  • Bu sistem kesintisiz bir peş keş sistemine dönüşmüştür. Bunlar hastaneden çok otel.

Hem de iş görmek için 20 bin adım yürünmesi gereken bir otel. Bölümler arası çok uzak olduğu için acil hastaların yaşamları tehlikede. Özel şirketlere verilen laboratuvar hizmetleri de aksıyor. Büyüklük hastane enfeksiyonlarını artıracak.

–Bu iş Türk milletine amiyane tabirle söylersek kaça patlayacak?

A.Ç: 18 hastanenin toplam yatırım maliyeti 10.5 milyar dolar ancak ödenecek kira miktarı ise 30.2 milyar dolar. 20 milyar dolarlık büyük bir olay bu! Bu yıl hasta ve yol garantileri için bütçeye konulan miktar 9,5 milyar lira. Bu kimin cebinden çıkıyor?

    • AKP iktidarları sağlıkta ‘paran yoksa öl’ politikalarından, ‘paran olsa da olmasa da öl’ politikasına getirdi Türkiye’yi.

Dünyada yeni hastane konsepti (AS: kavramı), ulaşılabilir, yönetilebilir hastane konseptidir. Kentin her yanına dağılmış olmalıdır. Hastane kompakt olmalıdır ki, acil hastalara hemen ulaşılabilsin. Hasta polikliniklerde kaybolmasın. Bu hastaneler yeni yatak kapasitesi yaratmayacağı gibi, mevcut hastaneler kapatılarak hastanelere ulaşım zorlaşacak, vatandaşlarımız acil servise ulaşamadan yaşamını yitirecektir.
===========================================
Dostlar,

POST-MODERN İŞGAL ALTINDAKİ ÜLKEMİZ, AKP = RTE ve KURTULUŞ

26 Nisan 2012’de değerli meslektaşımız, tıbbiye yıllarından arkadaşımız Dr. Aytün Çıray, TTB önceki başkanlarından Dr. Eriş Bilaloğlu, o sırada FETÖ’nün kumpas davaları ile Silivri zindanlarına konan E. Org. Çetin Doğan‘ın eşi Nilgül Doğan’ın katılımı ile, Nurzen Amuran yönetiminde Dosya programında birlikte olmuştuk. Konumuz aşağıdaki gibiydi :

  • Hasta, Tutuklu-Hükümlü ve Hekim Hakları, Sağlık Çalışanlarına Yönelik Şiddet,

Şehir Hastanelerini biz tek 1 sözcükle tanımlıyoruz : TALAN!

  • Evet, Erdoğan’ın kendi deyimi ile hülyası, rüyalarını süsleyen ŞEHİR HASTANELERİ BİR TALANDIR! 

Kökü dışarıdadır ve asla yerli ve milli değildir. IMF – DB.. dayatmasıdır.
Başlangıçta salt, bedelsiz kamu arazisine hastane binası yapmak ve otelcilik – lokantacılık hizmeti ile sınırlıyken;
– giderek laboratuvar hizmetleri
– görüntüleme hizmetleri
gibi yüksek bedelli ve getirili tıbbi işlem ve hizmetlerden de Sağlık Bakanlığı çekildi.
Ardından, bunlar da yetmediğinden;
“maliyeti yüksek teknik hizmetler“ de eklendi peş keş ve rant ikramına..
Çok yüksek bedelli kiralar 25 yıl boyunca vergilerimizden ödenecek..
Bu proje kapsamında Sağlık Bakanlığına yeni bina da yaptırıldı.
Devletin kendi Bakanlık binasını inşa etme gücü yok!?

AKP iktidarı ile 17+ yılda bu sefil durumlara düşürüldük!
Sıhhiye’deki çok sayıda bina ve oldukça kapsamlı mekanlar şimdilik terk edildi..
Yakında, paha biçilmez maddi ve tarihsel değeri olan o yerleşke de bir biçimde yandaşlara ikram edilecektir AKP = RTE tarafından.

Dinci = Dini siyasete ve çıkarlarına acımasız ve ölçüsüzce alet eden AKP iktidarı, salt şimdiki kuşak yandaşlarını dünya nimetlerine boğmakla yetinmiyor.. Yandaşların çocuklarının hatta torunlarının bile geleceğini halkımızın sırtından güvenceye alıyor..

Elbette bu kesintisiz – kuşaklararası soygunun bedelli de salt şimdiki kuşak AKP yandaşı olmayanlar değil, onların çocukları hatta torunları… Böylesine uzun yansımalı soygunun siyaset tarihinde örneği yok gibi..

  • Türkiye’nin her yeri hem gerçek hem de mecaz anlamda tam bir YANGIN yei!

Ancak böyle giderse elde avuçta Türkiye kalmayacak!

  • Ülkemizin pek çok yerinde, asla rastlantı ya da kaza olarak açıklanamayacak yangınlar yaşanıyor..
  • Bu saldırıların – sabotajların mutlaka ve hızla engellenmesi gerek.
  • İktidar = RTE bu yakıcı sorunun ne denli ayırdında, bilemiyoruz.
  • Ancak kamuoyuna gerçekler açıklanmalı ve halkın da desteği ile, adeta seferberlik düzeyinde önlemler hızla alınmalıdır.

    Görüntünün olası içeriği: dağ, açık hava, doğa ve su

  • İktidarın suskunluğu ve eylemsizliği asla kabul edilemez..
  • Ülkemizde haraç – mezat satılmadık, yerli – yabancı yandaş sermayeye peş keş çekilmedik iktisadi kamu kurum – kuruluşu kalmadı. Yine de borca boğulduk özellikle son 17 yılda AKP iktidarı ile.
  • Şimdi Türkiye’nin doğal yer üstü ve yer altı kaynakları, ormanları, madenleri, suları, kıyıları talan edilerek, gelecek kuşakların yaşam hakkı çalınarak sözde yeni kaynaklar yaratmaya çalışıyor AKP.
  • Böyle giderse çok yakında Türkiye yaşanılır bir ülke olmaktan çıkacak.
  • Türkiye sıcak işgal altında olsaydı, bunca ağır zarara – yıkıma uğrar mıydı!?İşte KüreselleşTİR me = Yeni emperyalizm = Yeni Dünya Düzeni masalı budur ve ve 10 Ağustos 1920 tarihli Sevr paçavrası, 100. yılında neredeyse post-modern sürümüyle yaşama geçirilmiştir.
  • Kinci Batı, Lozan’ın rövanşını alma derdindedir ve Türkiye apaçık bir post-modern işgal altındadır. 
  • Bu çok ağır ve asla kabul edilemeyecek olan tablonun temel sorumlusu AKP = RTE‘dir!
    Doğallıkla önce değerler yozlaştırılmış, ardından ekonomi çökertilmiş ve sonuç alınmıştır.

Sonuç olarak                              :

  • Türkiye ağır yaralıdır ve kan yitirmektedir; kitleler dinci tevekkülle uyutulmaktadır.
    Bu durum ölümcül bir durumdur ve ACİL MÜDAHALE ZORUNLUDUR!   
  • CHP, erken seçimin zamanı olmadığını söylüyor… Tersine, ACİLEN ERKEN SEÇİM  kaçınılmazdır bu iktidardan bir an önce kurtulmak için..
  • Yarattığı çok yönlü bunalımı çözmesini bu çok ağır sorunları yaratan AKP’den beklemek hayalcilik hatta gaflettir. Çözmeye çabalasın ve daha da yıpransın siyaseti ülkeyi ve halkı feda etmektir.
  • Yaygın mitinglerle halka çok acı ve çok ağır gerçekler açık seçik anlatılmalı ve  Cumhur ittifakı erken seçime zorlanmalıdır.

Sevgi ve saygı ile. 13 Ağustos 2019, Tekirdağ

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı,
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı, Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com

Prof. Dr. Siber Göksel : Dr. Kemal Bayazıt’ın Ardından

Bir okuyucumuzdan mektup…

Sayın Prof. Dr. Ahmet Saltık
Op. Dr Kemal Bayazıt‘ı yitirdik. Bu yitik basında hak ettiği yeri alamadı. Bir mankenin, bir futbolcunun haberi bir bilim adamının, uluslararsı camiada yeri olan, yaratıcı – kurucu bir Tıp kahramanının HABER NİTELİĞİNDE olmasından daha değerlidir ülkemizde!? Acil kalp hastalarının yarım saatte ulaşabildiği, bir stentle yaşamının kurtarılabildiği, yıllarca emek emek kurduğumuz Türkiye Yüksek İhtisas Hastanesi’nin kaldırılışını göz yaşları içinde izledik.. Asırlık koca Numune Hastanesi de kaldırıldı. Oysa Numune’nin Çocuk kliniğinden Hacettepe Tıp Fakültesi, ondan da Hacettepe Üniversitesi kurulmuştur. Ben bu iki stajımı Numune Hastanesinde yaptım..

Dün Op. Dr. Kemal Bayazıt’ın, Başhekimimizin cenazesindeydik. 1967’de TYİH ne gelen Op. Dr. Kemal Bayazıt, açık kalp cerrahisini kurdu. O’nun 1968’de Türkiye’de ilk kalp naklini yapmasından daha da önemli olanı, hastanemizde dönemin Başbakanı S. Demirel’in desteği ile yeni bir anjiyo laboratuvarı kurularak. Prof. Dr. Mehmet Özdemir’in Türkiye’de ilk kez koroner anjioyu başlatması ve ardından Koroner Kalp Ameliyatlarının yapılmasıydı. Bugün ortalıkta gezinen binlerce kişi onun by-pass’ı yaşama geçirmesiyle ya da kalp cerrahisinin olduğu yerde anjiyoplasti yapılabilmesi olanağı ile yaşamdadır. Ama onlar belki de Dr. Kemal Bayazıt’ın adını bile bilmezler. Başkent Üniv. İstanbul Hastanesi aylardır O’na kucak açmaktaydı. Son 5-6 aydır kimi kez haftada 2 kez acile geliyor, kimi kez 15-20 gün yatıyordu. Haberal Vakfı Kurucu Başkanı Prof. Dr. Op Mehmet Haberal, şahane Deontolojık davranış ile O’na hastanesinin kapılarını ardına dek açtı. Hastanesinin olanaklarını gerek hastalık sırasında gerekse cenaze seremonisi sırasında sonuna dek kullandırdı. Türkiye Yüksek İhtisas’tan 2000’de ayrılan, yıllarca Dr. Bayazıt’la yakın olarak çalışmış bir arkadaşı olarak TYİH camiası adına O’na çok teşekkür ediyorum. Kemal Bey’in eski asistanı Prof. Dr. Op. Suha Küçükaksu en az yedi yıldır Kemal Bayazıt’ın rahatsızlığı ile ilgilenmekteydi. Hele son 4-5 yıldır ve de son 6-7 aydır bir an bile O’nu ihmal etmedi. Bayazıt’a yapılan törende en ince ayrıntıya dek ilgilendi. Bütün TYİH lılar adına O’na teşekkürü borç biliriz. Bizim olanaklarımız olmadığı için yapamadığımızı O yaptı.

(Türkiye’de ilk Kalp nakli operasyonu ekibi, 22.11.1968)

Ankara’da Rektör Prof. Op. Dr Mustafa Paç “Yüksek İhtisas Üniversitesi“nin kurulduğunu bana bildirdi ve Sağlık Bilimleri Yüksek Okulunun diploma töreninde bir “konuşma” istedi. Ankara da 4 kurucu vakıf üyesinin de katılımı ile toplantı yaptık, mezuniyet töreninde bulunduk ve kurucu üye olarak bize plaket verildi. Dr. Kemal Bayazıt’ın plaketini de bana verdiler. Kemal bey ölmeden bir hafta önce, Ankara’dan gelir gelmez plaketi O’na ulaştırdım, fotoğrafını aşağıda sunuyorum.
TYİH’nin kaldırıldığını O’na söylememişler. Ben Yüksek İhtisas Üniversitesi kurulduğunu. Rektör Paç’ın plaket gönderdiğini söyleyerek plaketi takdim ettim. Çok mutlu oldu. Bu O’nu en son görüşümdür.
Dün sabah TYİH’nin temel taşlarından arkadaşım Doç. Dr. Emine Kütük ile Başkent Üniv. Hastanesine gittik. Orada tören yapıldı. Ben de bayrağa sarılı tabutun başında saygı duruşunda bulundum. Dr. Suha ve ben kısa birer konuşma yaptık, cenaze arabasını Siyami Ersek Hastanesi konferans salonuna çiçeklerle uğurladık. Dr. Siyami Ersek hastanesi salonundaki törende başhekimden sonra Prof. Dr. Suha Küçükasu ve arkasından ben konuşma yaptık. Prof. Dr. Op. Cevat Yakut’un yazısını, o çok duygulandığı için, bir doktor hanım okudu. Kısa kısa söz alanlardan sonra camiye gidildi, sonsuza uğurlandı…
Ben, Türk sağlığına.Türk insanına yaşam kurtarıcı olanak sunan, yenilikler yapan, İstanbul’da Koşuyolu Kalp hastanesini, GATA’da kalp cerrahisini, Türkiye’nin kimi üniversitelerinde, yurt dışında kalp cerrahisinin kurulmasına yardım eden, onca kalp cerrahı, akademisyen vs. yetiştiren, köpek laboratuvarı kuran, TABOM adıyla Türkiye’de ilk kez Tıbbi Alet Bakım Onarım merkezini yaşama geçiren, dahi düzeyindeki bu insana bu ilgiyi az bulurum.
Dr. Kemal Bayazıt’ın ve O’nunla özdeşleşen TYİH’nin başarısını zamanında gören Türkiye Cumhuriyeti Devleti TYİH’ni desteklemiş ve bizim hastanemize bütün olanakları sağlamıştır. Bunun için geçmiş hükumetlere, özellikle dönemin Başbakanı S. Demirel’e çok teşekkür ederim. Uzun yıllar Kardiyoloji ve Kalp Cerrahisinde hastanemiz TEK hastane olarak çalışmış parlak bir yıldızdı. Bu hiç kuşkusuz Dr. Kemal Bayazıt sayesinde olmuştur, O bizim lokomotifimizdi. O Kardiyoloji ile Cerrahinin İŞBİRLİĞİ içinde çalışmasının en güzel örneğini vermiştir. Cerrah bize “karşı” değil, “bizim arkamızda, bizi desteleyen” olmuştur.
Kalp hastalarının anjioysunda, anjiyoplasti gibi invasif sağaltımında ve ameliyatında randevular uzadığında, bu işin devlet desteği ile özel sektörde de yapılması için İLK GİRİŞİM Dr. Kemal Bayazıt’ındır. Ankara Güven Hastanesi başhekimi Doç. Dr. Op. Ahmet Küçükel, Sağlık Bakanlığı Müsteşarı Kutlu Türker bu iş için çok uğraşmışlar ve bu sağaltımlar (tedaviler) özel hastanelerde de yapılmaya başlanmıştır.. Bu büyük bir aşamadır. Bu sayede hemşire, sekreterya ve başkaca sağlık çalışanlarına istihdam sağlanmıştır. Kalp ameliyatı ve anjiyo çok kâr getirdiği, için pıtrak gibi birçok merkez açılmıştır. Buralarda çalışan ve iyi para kazanmaya başlayan kalp hekimleri, kendilerinin GÖNENÇ (REFAH) DÜZEYLERİNİN ARTMASINDA kimin payı olduğun, buna kimin neden olduğunu bilmezler bile.. Evet onların bu konforunun nedeni Op. Dr. Kemal Bayazıt’tır.
Şehir Hastanelerine taşınan hastaneler içinde “Kalp Cerrahisinin” adının Op. Dr. KEMAL BAYAZIT Hastanesi olması, Kardiyak camia için çok sevindirici olacaktır. Bunun için kamuoyu oluşturmak gerekmektedir.
Dr. Kemal Bayazıt’ın ailesine baş sağlığı diliyorum. O bize. “hakkını helal etsin”… Bizim O’nda hakkımız yok. Nur içinde yat Türk Tıbbının kayan yıldızı….
Prof. Dr. Siber Göksel
TYİH E. Kardiyoloji Öğr. Üyesi

ŞEHİR HASTANELERİ : KİMLER NASIL KAZANIYOR ?

TÜRK SİYASET ve GÜVENLİK AKADEMİSİ
SAĞLIK DOSYASI :

ŞEHİR HASTANELERİ : KİMLER NASIL KAZANIYOR ?

http://haber.sol.org.tr/emek-sermaye/sehir-hastaneleri-kimler-nasil-kazaniyor-240260 10.4.19

ŞEHİR HASTANELERİ : KİMLER NASIL KAZANIYOR ?

Şehir Hastaneleriyle 2002-17 döneminde yapılan özelleştirmelerle sermaye aktarılan kaynağın en kötümser tahminle 1/4’ü kadar yeni bir aktarım yapılacağı tahmin ediliyor. AKP yandaşı sermaye gruplarının yanında, geleneksel sermaye grupları uluslararası sermaye ve finans tekellerinin de ihya olduğu görülüyor. Bir ucunda Dünya Bankası tasarımının durduğu model General Electric Siemens gibi ‘sağlık teknolojisi’ tekellerinin kısa sürede büyük kazançlar elde etmesini sağlarken Rönesans, Akfen, IC İçtaş, Türkerler, GAMA’nın yanı sıra Fransız ve İtalyan taahhüt şirketleri de kazanıyor.

Kamu planlarına göre 43 bin yataklı 30 şehir hastanesi yapılacak. Yatırım tutarı için 11 milyar, devletin 25 yıllık işletme dönemi boyunca ödeyeceği kira bedeli olarak da 31 milyar $ öngörülüyor. Sözleşmeler kamuya açık değil. Ancak model dikkate alındığında şehir hastanelerinin hem yapım hem de işletme sürecinde üç önemli kazanan grup olduğu görülüyor. İlki yüklenici firma olarak adlandırılan hastanelerin yapımını ve işletilmesini üstlenen gruplar. İkinci grupta bir bölümü aynı zamanda bu yüklenici gruplarla ortaklık yapan “sağlık teknolojileri çözüm ortakları” yer alıyor. Üçüncü grup ise esas olarak bir tür “finansman modeli” söz konusu olduğu için bankalar. Tabii bu üçlüye irili ufaklı danışmanlar, taşeron inşaat firmaları, sağlık hizmeti sağlayıcıları gibi ekler de yapılabilir.

Yatırım tutarının yıllık kira ödemelerinde içerildiğini varsayarak 31 milyar $ dikkate alındığında bu hacmin bir alt sınırı ifade ettiğini 30 şehir hastanesiyle hem sağlık alanı hem de öbür tamamlayıcı hizmetler ticari faaliyetler göz önünde bulundurulduğunda özel sektör için çok daha büyük bir pasta yaratıldığını söylemek mümkün. Şehir merkezinden taşınacak hastanelerin bırakacağı boşluğu değerlendirecek özel sektör sağlık kuruluşlarının açacağı daha küçük çaplı hastaneler poliklinik hizmetleri vb. de bu hacme eklenmeli. Tüm bunlar dikkate alındığında 25 yıllık dönemde sermayeye 35-50 milyar dolar aralığında bir toplam gelir yaratıldığını söylemek mümkün. Ki bu tutar çok kaba bir hesaplamayla 2000’lerin çok büyük çaplı özelleştirmelerinin neredeyse dörtte birine denk gelen bir büyüklük.

PASTA BÜYÜK: ‘YANDAŞLAR’ KAZANIYOR AMA ULUSLARARASI SERMAYE DE İHYA OLUYOR

Peki bu büyük pastadan kimler pay alıyor?

İhalesi yapılmış inşaatı tamamlanmış ya da tamamlanmak üzere olan 21 hastanenin yüklenici firmalarına bakıldığında birkaç grubun öne çıktığı görülüyor. Çeçen ailesinin IC İçtaş’ının “kardeş” kuruluşu CCN Holding Putin-Erdoğan arasında “denge bulucu” kimliğiyle de bilinen Erman Ilıcak’ın Rönesans Holding’i AKP iktidarının ilk dönem özelleştirmelerinin “jokerleri”nden Akfen Holding tam anlamıyla bir AKP dönemi “yükseleni” YDA İnşaat ve içinde AKP dönemi “yükseleni” Türkerler geleneksel taahhüt sermayesinin tipik temsilcisi GAMA ve uluslararası teknoloji tekeli General Electric’i barındırdığı için bir tür “üçü bir arada” olan Türkerler-GAMA-GE ortaklığı.

Otel gibi” hastane boyutu öne çıkmakla birlikte Türkiye’de yapılan bugüne kadarki “ticari bina” standartlarının ötesinde teknik standartlara ihtiyaç duyulduğu bu nedenle teknik şartnamede yeterlilikleri yerine getirmek amacıyla grupların yabancı ortaklar da edindikleri görülüyor. Sonunda bugüne dek yapılan hastanelerdekinden daha fazla sayıda hastaya hizmet verecek ameliyathaneler, laboratuvarlar, görüntüleme birimleriyle kompleks bir sanayi tesisine yaklaşan Meridiam Astaldi INSO Sistemi gibi ortaklar Fransız ve İtalyan ortaklar hijyen standartlarıyla teknik yeterlilik ölçütlerini karşılamak özel önem arz ediyor. GAMA Rönesans gibi grupların yurt dışı proje deneyimlerinin bu ölçütleri karşılamaya yeterli olduğu kestirilmekle birlikte “hastane spesifik” tecrübe açısından özellikle de uygulama deneyimlerinden yararlanmak danışmanlık desteği için bu tür ortaklar da dahil edilmiş durumda. Örneğin Astaldi İtalya’nın Toscana bölgesinde yer alan ve kamu-özel işbirliği modeliyle yapılmış orta ölçekli dört hastanede yüklenici firma olarak yer almış. (Astaldi aynı zamanda IC İçtaş’la birlikte 3. Boğaz Köprüsü’nün de yüklenici firması. )

Projelerle ilgili en net noktalardan biri tüm taraflar için proje yapımı ve proje finansmanından “kazanıldığı”. 2000’li yılların HES ağırlıklı enerji projeleriyle şehir hastaneleri arasında hem model hem de yükleniciler açısından büyük benzerlikler var. Enerji projelerinde kamu alım garantileriyle “şişirilen” yatırım tutarlarıyla büyük kazançlar sağlandı. HES yatırımlarında kabaca % 40’lık bölüm makine-ekipmandan oluşuyordu ve Türkiye’nin toplam 70 milyar dolarlık enerji yatırımının 25-30 milyar dolarlık bölümünün General Electric, Siemens, Alstom gibi enerji ekipmanları üreticilerine doğrudan transfer anlamına geldiği söylenebilir. Şehir Hastaneleri yatırımlarına bakarken de son derece pahalı MR cihazlarının yedekleri gibi zorunluluklar da dikkate alındığında 11 milyar dolarlık yatırımda teçhizat payının yüzde 30’lara ulaşacağı ve yine esas olarak General Electric ve Siemens’in medikal cihaz bölümlerinin ana “ortak” olarak öne çıktığı görülüyor. Nitekim GE Sağlık’ın doğrudan ortak olduğu hastaneler ve “çözüm ortağı” olarak işbirliği yaptığı hastanelere ilişkin açıkladığı sözleşme rakamları da bu oranı doğruluyor. GE Sağlık’ın iki hastaneyle imzaladığını açıkladığı anlaşmaların tutarı toplam proje bedelinin % 15’ine yaklaşıyor. Bu anlaşmaların tüm ekipmanı (AS: donanımı) kapsamadığı hem görüntüleme laboratuvar aygıtları sarf malzemeleri hem de ameliyathaneler başta olmak üzere donanım için gerekli malzeme eklendiğinde bu oranın çok daha yüksek olacağı açık. Bir de tabii 25 yıl boyunca tüm donanımların bakım onarımları ve yenileme ihtiyacı da dikkate alınmalı.

İŞİN MİMARLARI: ULUSLARARASI FİNANS KURULUŞLARI

Kamu-özel işbirliği modelinin mimarı Dünya Bankası. Özellikle 2008 krizi sonrası global (AS: küresel) ölçekte altyapı yatırımlarına uzun vadeli yatırımlara özel sektörün daha çok dahil edilmesine yönelik çalışmalar yapan Dünya Bankası Türkiye’deSağlıkta Dönüşüm Programı” ve 2000’lerin enerji yatırımlarının da mimarıydı. Hem Şehir Hastaneleri hem de son dönemin “mega projeleri”nde hem finansman modeli hem de bu projelere doğrudan finansman katkısında en iştahlısı IBRD olmak üzere Dünya Bankası’nın özel sektör finansmanı yapan kolu IFC Avrupa Yatırım Bankası gibi kuruluşlar rol üstlendi. Arada siyasal ve ekonomik belirsizlikler nedeniyle yaşanan teklemelerde kamu bankaları geçmişe göre daha çok devreye girse de özellikle Şehir Hastaneleri özelinde sayılan uluslararası finansal kurumlar ve özel sektör bankalarının istekli olduğu görülüyor. Giderlerinin %70’e yakını yerli girdilerden oluşan bir yatırımda “Avroya endeksli” gelir garantisinin bankaların iştahını kabartmaması mümkün değil. Son birkaç aydaki gelişmelerle su yüzüne çıkan tüm risklere karşın.

YÜKLENİCİLER’: İNŞAAT ENERJİ TURİZMDEN SONRA SIRA SAĞLIKTA

Rönesans Holding: Önce Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, sonra Türkiye Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile yakın ilişkileriyle bilinen Erman Ilıcak’ın ana hissedarı olduğu Rönesans Holding SSCB’nin çözülüş sürecinin ardından Rusya’ya erken giren gruplardan. Konut, alışveriş merkezi, otel gibi işlerle Rusya’da belli bir ölçeğe ulaştıktan sonra Türkiye’de enerji otel alışveriş merkezi yatırımlarına yönelen Rönesans ENR adlı kuruluşun yaptığı En Büyük Uluslararası Taahhüt firmaları sıralamasında ilk sıralarda yer alan Türk taahhüt firmalarından. Fransız Meridiam ortaklığıyla dört Şehir Hastanesi’nin yapımını üstlenen Rönesans, 4 milyar $ dolayında yatırım yaparken, 25 yıl boyunca yalnızca kira geliri olarak 10 milyar $’ın üzerinde kazanacak. Ek hizmetler ticari alan gelirleri ve öbür“dışsallıklar”ın yaratacağı gelirleri tam olarak hesaplamak güç. Ancak 4 milyar $’lık yatırımla yıllık 500-750 milyon $ aralığında bir gelir sağlanacağı yatırımın % 75-80’inin Hazine garantili finansmanla karşılanıyor. Grubun Rusya dahil tüm cirosunun 3 milyar $ dolayında olduğu belirtiliyor. Şehir Hastanelerinden çok büyük bir katkı sağlandığı açık.

CCN Holding: IC İçtaş’ın kurucusu ve ana hissedarı İbrahim Çeçen’in oğlu Murat Çeçen’in sahibi olduğu CCN Holding IC İçtaş’ın “kardeş” kuruluşu. AKP döneminin hızlı büyüyenleri arasında yer alan IC İçtaş, Limak, Kolin Cengiz gibi gruplarla benzerlik gösteren AKP öncesinde kamu ihalelerinde yerel ağırlığı bulunan bir grup. Ancak 2000’li yıllardaki özelleştirmeler ve ulaştırma projelerinde elde edilen imtiyazlarla büyük bir sıçrama yaşayan grup Astaldi ile birlikte 3. Köprü yapımını üstlendi. CCN Holding’in üstlendiği ilk açılan Şehir Hastanesi olan Mersin ve Ankara Bilkent’in yatırım tutarı 1 5 milyar $ dolayında 25 yıllık kira ödemesi de 4 milyar $ dolayında estiriliyor. AKP iktidarı döneminde Antalya Havaalanı başta olmak üzere havalimanı işletmeciliği, liman marina işletmeciliği, enerji ve turizm yatırımlarıyla büyüyen grubun cirosu 1 5-2 milyar $ aralığında ve Şehir Hastanelerinden gelen katkının yine çok yüksek olacağı görülüyor.

Akfen Holding: Akfen Holding’in patronu Hamdi Akın AKP iktidarının ilk döneminde “erken inananlar”dan biri olarak en çok yarar sağlayanlardan biri oldu. İstanbul Atatürk Havalimanı’nı işleten TAV’ın, Doğramacıların Tepe Holding’i ile birlikte ortağı olan Akfen Holding, TAV’ın yurt dışı açılımlarının yanı sıra tek başına enerji turizm ve liman işletmeciliğinde AKP dönemi yaratılan fırsatlardan yararlandı. Uluslararası sermayeyle ilişkileri güçlü olan Akın’ın en büyük atılımı Türkiye’nin en büyük limanlarından biri olan Mersin Limanı’nı özelleştirmeden Singapur’lu PSA ile alması oldu. Birkaç yıl içinde yük hacmini iki katına çıkaran ve çok yüksek karlılıkla çalışan liman satın alma bedelini birkaç yılda ödedi. Akfen ayrıca global otel zinciri Accor ile şehir oteli yatırımları yaptı ve tabii olmazsa olmaz enerji yatırımları. Akfen Holding’in yüklenici firma rolünü üstlendiği Isparta, Tekirdağ, Eskişehir Şehir Hastanelerinin toplam yatırım tutarı 1 2 milyar $ dolayında ve 25 yıl için kira ödemesinin 2 milyar $’ın üzerinde olacağı kestiriliyor.

Türkerler – GAMA – GE Sağlık: Kocaeli ve İzmir Bayraklı Şehir Hastaneleri üstlenen ortaklıkta GE Sağlık’ın payı % 5. Ancak projeden kazancının ortaklık payının çok üzerinde olacağı kertiriliyor. Türkerler yerel sayılabilecek bir inşaat firmasıyken önce TMSF tarafından satılan Uzanlara ait eski kamu işletmesi çimento fabrikalarının satışında öne çıktı. Ardından ulaştırma projeleri enerji projeleri yatırım projeleri pek çok alana girdi. GAMA, Enka, Tekfen gibi şirketlerle birlikte Türkiye dışında en çok iş üstlenen mühendislik açısından güçlü özellikle enerji ve sanayi tesislerinde uzmanlaşmış bir grup. Doğrudan AKP bağlantılı bir grup olmamakla birlikte teknik avantajıyla da önemli ölçüde enerji yatırım yapan gruplardan. GE Sağlık uluslararası tekelin sağlık teknolojileri alanında uzmanlaşmış kolu. Hem doğrudan olduğu Şehir Hastaneleri hem de öbür Şehir Hastanelerinde makine-ekipman tedariğinden en büyük payı alması bekleniyor. Türkerler-GAMA- GE Sağlık ortaklığının üstlendiği iki hastanenin yatırım tutarı 1 milyar $’ı 25 yıl için kira ödemesinin de 2 milyar $’ı aşacağı kestiriliyor.

YDA İnşaat: Dört Şehir Hastanesinin İtalyan ortağıyla birlikte yüklenicisi olan firma AKP döneminde inşaat enerji ve turizmle yükselen gruplardan. 1 3 milyar $ yatırım karşılığında 25 yıllık kira ödemesi 3 75 milyar $ dolayında öngörülüyor.

SAĞLIK BAKANLIĞI BÜTÇESİNDEN AYRILAN PAY

Sağlık Bakanlığı Şehir Hastanelerine 2018 bütçesinden 2 544 317 000 TL ayırmış durumda. Bütçe kestirimlerine göre bu maliyet önümüzdeki iki yılda sekize katlanacak. Sağlık Bakanlığı bütçesinden kira bedeli’’ olarak 1 274 684 000 TL ödenek ayırırken otopark, market, kantin, laboratuvar, temizlik gibi giderleri içeren “hizmet bedeline” de 1 269 633 000 TL ödenek ayırdı. Şehir Hastanelerinin tümü bittiğinde toplam kira bedelinin yıllık 5 milyar TL olacağı öngörülüyor. Sağlık Bakanlığı’nın bütçesinde; şehir hastanelerinin kira ve hizmet bedeli olarak 2019 yılı için toplam 6 118 481 000 TL, 2020 yılı için de 10 452 256 000 TL kestirilen bütçe belirlendi.

Sözleşmeler « ticari sır » olarak saklandığı için Şehir Hastanelerinin yükümlülükleri nasıl işleyeceği de sır. Ama daha önemlisi bu hastanelerde nasıl bir istihdam modelinin ve emek rejiminin uygulanacağı açıklanmıyor ve örneğin kapatılan hastanelerden gelen sağlık çalışanlarının ve özellikle taşeron işçilerin akıbetinin ne olacağı da belirsizliğini koruyor.

TBMM’YE VERİLEN ÖNERGELERDEKİ SORULAR

Şehir Hastaneleri için muhalefet partileri ve Türk Tabipleri Birliği tarafından verilen önergelerde şu sorular soruldu:

  • Kamu Özel Ortaklığı ile ihale edilip yapımına başlanan ve yapımı biten kaç Şehir Hastanesi vardır?
  • Bu hastaneler hangi ilde kaç yatak kapasitesine sahiptir?
  • Yapımı süren ya da yapılan hangi ildeki Şehir Hastaneleri, hangi şirketlere, hangi bedel karşılığında ihale edilmiştir?
  • İhale aşamasında olan ve ihaleye çıkarılması planlanan hangi ilde kaç Şehir Hastanesi vardır?
  • Kamu Özel Ortaklığı ile yapımı biten sağlık kuruluşlarına Sağlık Bakanlığınca her biri için kaç TL kira bedeli ödenmektedir?
  • Kamu Özel Ortaklığı ile yapımı biten ya da süren hangi ildeki hangi sağlık kuruluşuna yüzde kaç doluluk garantisi verilmiştir?
  • Açılan Şehir Hastanelerinin aylar itibarı ile doluluk oranları nedir?
  • Yapılan anlaşma gereği doluluk oranının karşılanmadığı Şehir Hastanelerine bütçeden aktarılacak tutar kaç TL’dir?
  • Şehir Hastanesi yapılması gerekçesiyle hangi illerde hangi devlet hastaneleri kapatılmıştır? Kapatılan bu hastanelerin yatak kapasiteleri ve doluluk oranları nedir?
  • Şehir Hastanelerinin olduğu illerde kapatılacak olan hastanelerin çalışan personellerinin akıbeti ne olacaktır?
  • Yapımı devam eden ya da tamamlanan şehir hastanelerine personel alımı nasıl yapılacaktır?
  • Bugüne dek yapılan ihale bedellerinde yer alan kira miktarlarına bakıldığında kamu bütçesinden ödenecek 3 yıllık kiralarla bu hastanelerin bazılarının maliyetinin karşılanabileceği, 25 yılda ödenecek kira toplamı ile de aynı çapta 5-6 hastanenin yapılabileceği saptanmıştır. Neden bu yol tercih edilmemiştir?
  • Birden çok ihale alan şirketlerin toplam yatırım tutarına ilişkin gerekli öz sermayeleri var mıdır? Hangi ihale için ne kadar kredi kullanacaklar? Kredileri hangi kuruluşlardan alacaklar?
  • Şehir hastanesi ihalelerinde ihale aşamalarında sürekli şirket değişikliği yapılmasının nedeni nedir?
  • İhalelerde şirketler değiştirilirken ön yeterlik tarihi bakımından mesleksel teknik yeterlik koşulları ile öz sermayelerinin miktarı ve SGK primi ile vergi borcu olup olmadığı denetimi yapılmış mıdır?
  • Birden çok şehir hastanesi ihalesi alan şirketler aynı alt işverenler ile mi ihaleye katılmıştır? Böyle ise farklı bölgelerdeki hastanelerin hizmetlerinin aksamadan yürütülmesi güvence altına alınmış mıdır?

SONUÇ

Bir soru cümlesiyle bitirelim:

  • Şehir Hastanelerinin bir yıllık kirasıyla 150 yataklı 64 hastane yapabiliyorsak,
    neden 25 yıl boyunca kira ödeyelim ?

14 MART TIP HAFTASI’NDA SAĞLIK ÇALIŞANLARININ DURUMU

13.3.2019
BASIN AÇIKLAMASI

TÜRK TABİPLERİ BİRLİĞİ (TTB)
SAĞLIK VE SOSYAL HİZMET EMEKÇİLERİ SENDİKASI (SES)
DEVRİMCİ SAĞLIK İŞ SENDİKASI (Dev-Sağlık İş)
TÜM RADYOLOJİ TEKNİSYENLER VE TEKNİKERLERİ DERNEĞİ (TÜM-RAD DER)
SOSYAL HİZMET UZMANLARI DERNEĞİ (SHUDER)
TÜRKİYE PSİKOLOGLAR DERNEĞİ (TPD)

14 MART TIP HAFTASI’NDA SAĞLIK ÇALIŞANLARININ DURUMU

İnsanın yarasını saran acısını dindiren, yaşama, sevdiklerine kavuşturan sağlık alanındaki tüm çalışanların Tıp Bayramını kutlarız. Sağlık çalışanlarının mücadele günü 14 Mart Tıp Haftasında sağlık alanının giderek derinleşen yoğun sorunlarıyla birlikte karşınızdayız.

Sağlıkta dönüşüm programıyla birlikte katmerlenen sorunlarımız,
cumhurbaşkanlığı sistemiyle birlikte çözüm mekanizmalarını kaybettiğimiz bir sürece girdi.

Şehir hastanelerinin açılmaya başlaması yeni sorunları beraberinde getirdi; her birimiz nerede çalışacağımızı, nasıl çalışacağımızı bilmeden, geleceğimizin ne olacağını bilemeden çalışmaktayız. Bu belirsizlik ne yazık ki, müdahale edemediğimiz etmekte geciktiğimiz bir süreç yaratıyor. Sonuç ise ne yazık ki yıllarca emek verdiği sağlık kuruluşundan ayrılma, işsiz kalan sağlık çalışanları, gittikleri şehir hastanelerinde işlerini yapamayan laboratuvar teknisyenleri, fizyoterapistler, röntgen teknisyenleri olmakta. Şehir hastanesinin devasa büyüklüğü içinde sürekli göz altında tutulduğumuz  alanları, bitmeyen koridorları çalışırken her birimizi birbirinden uzaklaştırıyor, yalnızlaştırıyor.  Çıkmaz gibi görünen bu süreci değiştirmek hepimiz için çalışılır hale getirmek  meslek örgütlerimiz, birlikler, sendikalar, derneklerle mümkün olacak.  Bu dönem çalışandan yana, haklarımızdan yana olan örgütlerimizin güçlenmesi ve güçlü bir biçimde taleplerimizi dile getirmesi ve mücadelemizi birleştirmemizle aşılacak.

Olağanüstü hal döneminde yüz binden fazla kamu emekçisinin ihraç edilmesine neden olan düzenlemeler, üç yıl daha yürürlükte kalarak iş güvencemizi ortadan kaldırmaktadır. Sağlık alanında yönetim kadrosu dışında gerekmeyen güvenlik soruşturmaları ise kurum değiştirirken iş güvencesini ortadan kaldırırken işsiz pek çok meslektaşımızın kamuda istihdamını engellemektedir. Üzülerek nitelikli pek çok meslektaşımızın Türkiye dışına göçüne tanık olmaktayız. Türkiye dışına beyin göçünü engellemek üzere getirilmiş mecburi hizmet uygulamalarının şimdi kendilerinin beyin göçüne neden olması kabul edilemez. Bu düzenlemeler derhal kaldırılmalı,

  • haklarında yargılanma ile kesinleşmiş suç bulunmamış kamudan ihraç edilen sağlık çalışanları işlerine dönmelidir.

Çalışanların talepleri dikkate alınmadan tek taraflı belirlenen ücret politikaları maaşlarımızın giderek erimesine yol açmıştır. Ekonomik krizin etkisiyle giderek artan enflasyonun çok altında yapılan zamlar maaşlarımızı küçültmüştür. Maaşlarımızın daha büyük bir bölümünü oluşturan performansa dayalı ek ödemeler ise krizden ve şehir hastaneleri sürecinden etkilenen en düzensiz ödeme kalemini oluşturmaktadır. Sağlık hizmetini metalaştırarak alınıp satılan bir mala dönüştüren döner sermaye uygulamaları ve tamamlayıcısı olan performansa dayalı ödeme sistemi, sağlık hizmetinin bir ekip tarafından üretildiğini görmemektedir. Performans ödemesinin aylık gelirin önemli bir kısmını oluşturması ve ancak tam ay çalışıldığında ödenmesi, kesintilerin anlamsız biçimde çalışılmayan günler üzerinden değil üç günün üzerindeki izin ve istirahat kullanımlarında tamamen kesilmesi  hakkımız olan izinleri kullanmamızı ve hasta olduğumuzda gerekli şekilde istirahat etmemizi engellemektedir. Bunlar ve daha birçok nedenle sağlık alanında döner sermaye ve performans sistemi kaldırılmalıdır. Eğer döner sermaye olacaksa performansa dayalı ek ödeme toplam ücretin %20’sinden fazla olmamalıdır. Göstergeler yeniden üniversite mezunu çalışanların hepsi için 3600’den başlayacak şekilde yeniden düzenlenmelidir.

  • Emekliliğe yansıyacak, güvenceli, görev tanımına, liyakat ve kariyere uygun bir ücretlendirme politikası izlenmelidir.

Sağlık çalışanları ve sağlık çalışanı emeklilerinin ücretleri, şu anda aldıklarının iki katından az olmayacak şekilde düzenlenmelidir.

Aynı işyerinde aynı mesleği farklı statülerde yapmaya bağlı olarak farklı haklar bize dayatılmaktadır. İzin gün sayısından iş güvencesine, ücretlere uzanan bu eşitsizlikler en iyi, haklarda eşitlenme sağlanarak düzeltilmelidir.

Nitelik değil nicelik hedefleyen döner sermaye/ performans uygulamaları sağlık hizmetinin ve sağlık kuruluşunun amacından sapmasına yol açarak iyileşmeyi değil döner sermaye gelirlerinin artmasını sağlayacak biçimde yönetilmesine yol açmaktadır. Bilimsel tıbbın temel hastalık yok hasta vardır yaklaşımı teşhis tedavi paketleriyle ortadan kaldırılmıştır. Meslek bağımsızlığımızı ortadan kaldıran bu yaklaşım ne yazık ki hastalarımızın sorunlarının tam çözülememesine yol açarak hastaların fiziksel, ruhsal, sosyal iyilik haline ulaşmalarını engellemektedir. Bu durumun yarattığı en önemli sorun şiddettir.

Her yıl on binden fazla sağlık çalışanı sözel ya da fiziksel şiddete uğramaktadır. Şiddet öldürücü boyutlara ulaşmış; pek çok sağlık çalışanı öldürülmüş ve yaralanmıştır. Çoğumuzun hasta ve yakını ile yüz yüze çalıştığı iş yerlerimizin bu kadar güvensiz olmasını kabul etmiyoruz. Bu nedenle TTB tarafından meclise sunulan sağlıkta şiddeti önleme yasası gecikmeksizin çıkarılmalıdır.[1]

Yıllardır sağlık emek ve meslek örgütlerinin gerekçelerini de sunarak, yapılan işin yıpratıcılığa göre düzenlenmiş fiili hizmet tazminatı kanun teklifi görmezden gelinerek 3 Ağustos tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanan 7146 sayılı kanunla  31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun 40 ıncı maddesinin ikinci fıkrasında yer alan tabloya yapılan eklemeyle “insan sağlığıyla ilgili işlerde çalışanlara yıllık 60 gün olmak üzere yıpranma payı” düzenlemesi yapılmıştır. Çok yetersiz olan bu düzenleme sağlık ve sosyal hizmet emekçilerinin tümünü kapsamamaktadır, geçmiş çalışma yıllarımızı kapsamamaktadır, özelde çalışanları kapsamamaktadır. Fiili çalışma koşuluna bağlanmıştır, yıllık izinlerimiz, hafta sonu tatillerimiz, dinlenme hakkımız gasp edilmektedir. Topladığımız imzalarla da belirttiğimiz gibi sağlık ve sosyal hizmet işkolunda çalışan tüm emekçilerin dahil edildiği, geçmiş çalışma yıllarını kapsayan, fiili çalışma süresi koşulunu kaldıran, yeni bir fiili hizmet yasası yapılmalıdır.

[1] Yasa tasarısı: Sağlık çalışanlarına yönelik olarak gerçekleştirilen şiddet suçlarının mutlak cezalandırılacağı düşüncesinin yerleştirilmesi ve önleyicilik açısından, Türk Ceza Kanunu’na; “1) Sağlık kuruluşlarında çalışan sağlık personeline karşı, sağlık hizmeti sunumu esnasında veya verilen sağlık hizmetinden kaynaklanan nedenlerle cebir, şiddet veya tehdit kullanan kişi,
iki yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
2) Bu fiiller sonucu sağlık hizmeti kesintiye uğramış ise yukarıdaki fıkraya göre belirlenen ceza yarı oranında artırılır.” hükmünün eklenmesini içerir.

Sağlığımızın başına gelenler

Reis geçenlerde konuştu: “Sağlık alanında dünyanın en ileri ülkelerinden biriyiz” dedi. Her zamanki gibi abartmıştı ama ben bir Halk Sağlığı Uzmanı hekim ve kıdemli bir sağlık yöneticisi olarak “Bu lafta hiç mi gerçek payı yok?” diye düşündüm. El hâk, saptamanın doğru yanı çoktu. Türkiye sağlık alanında, öbür gelişmişlik ölçütlerine göre daha iyi bir durumdadır. Sağlıkla ilgili istatistik veriler, demografik değerler bunu göstermektedir.

Türkiye sağlık alanındaki bu oldukça ileri konuma üç büyük sıçrayışla gelmiştir.

Bunlardan birincisi, Cumhuriyetimizin kuruluş döneminde ülkeyi kasıp kavuran, sıtma, verem, lepra (cüzzam), trahom gibi salgın hastalıklarla savaş için yaratılan dâhiyane sağlık örgütlenmesi biçimidir.

İkincisi, 60lı yıllarda, ülkenin en geri kalmış bölgelerinden başlatılarak kurulan, gene dâhiyane, “sosyalleştirilmiş sağlık hizmetleri” örgütlenmesidir. O dönem sağlık yöneticilerinin, hekimlerin ve özverili sağlık görevlilerinin unutulmaz hizmetleri halkımızın bilincine kazınmıştır. Öyle ki şimdi bile insanlarımız, kurulan Aile hekimliği Merkezlerine, “Sağlık Ocağı” demeyi sürdürmektedir.

Sağlık alanındaki en önemli gelişmelerden üçüncüsü, gene 60’lı yıllarda, “Hacettepe Tıp Fakültesi” öncülüğünde başlatılan “Tıp Eğitiminde Devrim” hareketidir. Bu örnekle özdeşleşen öbür Tıp Fakülteleri de bugün hepsi ile övündüğümüz çok değerli hekimler ve bilim insanları yetiştirmişlerdir.

Böyle üstün bir mirasın üzerine oturan AKP iktidarı, kısa bir süre sonra, ideolojisinin kaçınılmaz sonucu olarak, kapitalizmin o şeytani bakış açısına yakalanmış ve

  • sağlık kuruluşlarını “ticarethane” hastaları da “müşteri” olarak görmeye başlamışlardır.

İktidarlarının ilk yıllarında, bu bakış açısının gereği olarak yaptıkları düzenlemelerle, vatandaşların özel sağlık kuruluşlarından alacakları hizmetleri de, bir bölümü ile ulusal sağlık sigortası sistemlerinden (Emekli Sandığı, SSK, BAĞ-KUR) finanse etmeyi sağlamışlar ve bu popülist düzenleme ile vatandaşın beğenisini kazanmışlardır.

Zihniyet “satıcı-müşteri” kıskacı olunca, artık durmak olanaklı değildir. 16 yılın sonunda sağlık hizmetlerinin verilmesi, sağlık organizasyonu açısından bir “felaket” olan, 2000-3000 yataklı, devasa büyüklükte “müşteri(!) garantili” ulaşılması çok güç yerlerde konuşlanmış “devlet destekli özel şehir hastaneleri ne devredilme aşamasına gelmiştir.

  • Toplum sağlığının temelini oluşturan “koruyucu sağlık hizmetleri”nin adı bile unutulmuştur.

Böylece iktidar, ülkemizi, 100 yıllık cumhuriyetimizde, büyük özverilerle ulaştığımız üstün sağlık hizmetleri düzeyimize “elveda” deme noktasına getirmiştir.

Kısacası dostlar, bu günkü iktidarın üstün(!) çabaları ile sağlığımızın başına gelenler, pişmiş tavuğun başına gelenlerden daha fena olmaya başlamıştır.

ÜNİVERSİTE HASTANELERİ…

ÜNİVERSİTE HASTANELERİ…

  • İKTİDARA GELDİĞİNDEN BERİ AKP’NİN AMACI ÜNİVERSİTE HASTANELERİNİ BATIRARAK HASTALARI ÖZEL YA DA ŞEHİR HASTANELERİNE YÖNLENDİRMEKTİ. BUNU BAŞARDILAR.  OLAYIN ASLI BUDUR…

Konuk yazar :
Prof. Dr. Süleyman Çelik
scelik44@gmail.com

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Bir üniversite hastanesi başhekiminin “çok acil olgular dışında ameliyatların yapılmamasını isteyen” genelgesi, muhalefet tarafından ekonomik krize ya da doların yükselişine bağlandı.

Oysa işin aslı üniversite hastanelerinin batma noktasına gelmiş olmasıdır. Geçenlerde açıklanan Sayıştay raporunda da belirtildiği gibi üniversite hastaneleri borca batmış ve iflas noktasına gelmiş durumda

Tayyip Erdoğan, dün İsparta’da yaptığı konuşmada bunu doğruladı. Aşağıdaki genelgeyi göstererek hükümeti eleştiren Kılıçdaroğlu’na yanıt verirken, “Ey Kılıçdaroğlu, gel de İsparta Şehir Hastanesi’nde ameliyatların nasıl yapıldığını gör.” dedi…

Buna karşılık Sayıştay, İsparta Süleyman Demirel Üniversitesi Hastanesi’nin 13.5 milyon borcunu ödeyemediği için çalışamaz duruma geldiğini” bildirdi; yani İsparta’nın şehir hastanesi çalışıyor ama üniversite hastanesi batıyor…

Ne yazık ki bilgisiz, bilinçsiz ve yeteneksiz muhalefet işin aslını bilmeden konuşarak iktidarın ekmeğine yağ sürüyor. Ancak olayın asıl suçluları üniversiteler. Rektörler ve dekanların, yandaş oldukları için AKP’yi eleştirmeleri olası değil. Öğretim üyeleri ise örgütlü mücadeleden korkuyor, öğretim üyesi derneklerine üye olmuyorlar, bazıları da bu düzenden çıkar sağlama peşindeler.

  • Sonuçta akademi suskunları oynuyor!..
  • Ülkede hukuk ayaklar altına alınıyor, hukukçu profesörlerden ses çıkmıyor.
  • Ülke ekonomisi, Osmanlı’nın batış sürecindeki duruma gelmiş, iktisat profesörlerinden ses çıkmıyor.
  • Üniversite hastaneleri batıyor, hastaların ameliyat edilmemesinin ötesinde -hastalar özelde de ameliyat olabiliir- asistan ve öğrenci eğitimi yapılamaz duruma gelmiş, tıp profesörlerinden ses yok…

Oysa bilim, “doğru bildiklerini, ölümü göze alarak da olsa söylemeyi gerektirir.”

Giordano Bruno ve Jun Hus gibi bilim insanları, Engizisyon mahkemelerinin acımasızlığına karşın, diri diri yakılmayı göze alarak, doğru bildiklerini açıklamaktan korkmadılar.

Onları yakan ateş Avrupa’yı aydınlattı ve insanlar özgürlüklerine kavuştular…
=================================
Dostlar,

Çook teşekkürler değerli akademisyen melektaşımız ve ADD’den dava yoldaşımız
Sayın Prof. Dr. Süleyman Çelik..

Yazdıklarınıza bütünüyle katılıyorum.. Biliyorsunuz ben “susanlardan” değilim, hiç olmadım..
Anımsayacaksınız, Samsun’da sizin Tıp Fak. ADT danışmanı / Şube Başkanı olduğunuz dönemde 2 konferansımız olmuştu desteğinizle..

1. Sorunlar Sarmalında Türkiye ve Ulusal Çıkışlar Samsun ADD ve 19 Mayıs Üniv. ADT      31.03.2003
2. Türkiye’nin Güncel Sorunları ve Atatürkçü Düşünce Samsun Anadolu Lisesi, 31.03.2003

Bir de TV konuşmamız : Türkiye’yi Kuşatan Ahtapot Kolları ve Kemalist Çıkışlar Samsun Güneş TV, 31.03.2003

7/24 görevdeyiz ve bu mekândan / sitemizden AYDINLANMA savaşımımızı var gücümüzle sürdürmekteyiz..

Hiç ama hiiiç kuşku yok ki, zerrece çekinceye yer yok ki; insanlık aklı ve onuru daima son sözü söyleyecektir.

Türkiyemiz bu kara bulutları da defetmesini bilecektir..

Hancılar ve yolcular hak ettikleri yerlerini bulacaktır..

Sevgi ve saygı ile. 22 Ekim 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com