Etiket arşivi: işsizlik ödeneği

Bu Paralar Nereye Gitti?

Bu Paralar Nereye Gitti?


Recep YILMAZ
Mühendis – Yazar
Cumhuriyet, 29 Ocak 2021

2020 yılı Bütçe Kanunu’nda 139 milyar lira olan bütçe açığının yılsonunda 173 milyar lira olarak gerçekleştiği açıklandı. Bir önceki yılın açığına göre tam %40 arttı. Ama bu bile bir başarı hikâyesi gibi sunuldu. Aslında propagandanın böylesine yakın tarihten aşinayız.

Yine 2020 yılında bütçeden yapılan faiz ödemesi ise 134 milyar lira oldu.

  • 18 yılda toplam 1 trilyon liranın faize ödendiğini artık sağır sultan bile duydu.

Öte yandan 833 milyar lira da vergi toplandı. Peki, bu paralar nereye gitti?

İşinden, gelirinden olan işçiyi yalnızca öldürmeden yaşatacak düzeyde verilen ücretler İşsizlik Sigortası Fonu’ndan karşılanıyor. Faize kasasından 134 milyar lira çıkan maliyenin işçiye verdiği yok üstelik aldığı bütün ücretlerden vergi tahsil ediyor.

BORÇLANMA HAKKI YOK

2020 yılının büyük kesimi maalesef pandemiyle geçti ve geniş tanımlı işsiz sayısı 10 milyonu buldu. Büyük bir bölümü de ücretsiz izne gönderildi.

  • İki milyondan çok işsiz veya ücretsiz izinli işçi pandemide “Nakdi Ücret Desteği” adıyla oluşturulan günlük 39 lira ile geçinmeye layık görüldü.

    İŞKUR verilerine göre Nisan-Aralık 2020 döneminde 2 milyon 291 kişiye toplam 7.2 milyar lira ödendi. Daha da önemlisi 2020 yılsonunda fonda 103 milyar liralık varlık bulunduğu halde işçiler 39 liraya talim ettirildi. 2020’de günlük 39 lira olan bu Nakdi Ücret Desteği 2021 artışı(!) ile 47 lira oldu. Bu ücretten Damga Vergisi alan bir anlayış ise hâlâ devam ettiriliyor. (AS: Asgari ücretten damga vergisi alan AKP iktidarı, Şehir Hastanelerinin milyarlık sözleşmelerinde damga vergisi yok!)

Kısa çalışma ödeneğini alabilenlerin sayısı ise nisan ayında 3 milyon 243 bin iken aralık ayında bu sayı 1 milyon 238 bin kişiye düştü. İşverenin bildirimiyle ödenebilen bu ücretin alınabilmesi için son üç yılda toplam 450 gün primi ödenmiş ve son 60 gündür de çalışıyor olması gerekiyordu. 2020 yılında bu şekilde toplam 25.3 milyar lira ödendi.

İşsizlik ödeneğini alabilenlerin sayısı ise nisan ayında 592 bin iken aralık ayında bu sayı 207 bin kişiye düştü. 2020 yılında bu şekilde toplam 6.2 milyar lira ödendi. Sigortalı olduğu gün sayısına göre altı, sekiz veya on ay gibi bir süre için verilen işsizlik ödeneğini hak edebilmek Türkiye’de engelli koşu ile eşdeğer.

İşçinin hukuken geçerli olmayacak bir tutanak ile “ahlak kurallarına aykırı davranış” (Kod29) suçlanması işsizlik ödeneğini almasına engel! Bunun iftira olduğunu mahkemede kanıtlayan işçiye ise ödenen bir tazminat yok. Pandemide işten çıkarma yasağından muaf (AS: muaf) tutulan bu yöntem suiistimal edilerek (AS: kötüye kullanılarak) binlerce işçi yine işten atıldı. Üstelik içlerinde önemli bir bölümü sendikaya üye oldukları gerekçesiyle bu şekilde suçlandı.

Yukarıda özetlenen üç başlıkta yapılabilen ödemelerin tümü İşsizlik Sigortası Fonu’ndan yani işçinin kendi emeğiyle oluşturulan fondan karşılanıyor. Yine fondan devletin kasasına Genel Sağlık Sigortası (GSS) primi ve Damga Vergisi ödeniyor ve böylece Devlet, verdiği desteği fazlasıyla geri alıyor. İşini yitirmiş veya ücretsiz izinde milyonlarca işçinin bu dönemde yalnızca sağlıktan yararlanması amacıyla GSS primi yatırılıyor.

Yani yaşlılık primi yatırılmıyor ve bu dönem emeklilik hesabında ölü dönem olarak kabul edilecek. Üstelik borçlanma hakkı da yok!

İKİ AYRI TUTUM

İşverene yapılan teşvik ödemeleri de bu fondan karşılanıyor. 2020 yılında “teşvik” adı altında 18 milyar lira ve İşbaşı Eğitim Programı adı altında 2.7 milyar lira olmak üzere toplam 20.7 milyar lira işverenin kasasına girdi. Peki, bu dönemde fona yapılan işveren desteği ne kadar? 10.8 milyar lira. Yani işverenler bir koyup iki aldılar! Ticaretin böylesi herkese nasip olmaz.

Pandemide asgari ücret düzeyinde bir gelir desteği verilmeyen bu insanların dışında bir de GSS borçlarından dolayı sağlık hizmetine “ücretsiz” erişemeyenler var!

Bu insanlar ancak kararnamelerle izin verilirse ücretsiz erişebiliyor.

Primini ödeyemeyip borcu birikenler ücretsiz sağlık hizmetine bir kararnameyle 31 Aralık’a dek erişebilmişti. 23 Ocak 2021 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan Kararnameyle 31 Aralık 2021’e değin yine uzatıldı. Yani en temel sosyal hak olan ücretsiz sağlık hakkı bir kez daha Kararnameyle bahşedildi ancak prim borçları birikmeye devam ediyor.

Oysa GSS prim borcunu affetmek geçilmeyen köprünün garantisini ödemek kadar maliyetli değil.

TEKLİYOR ÇARK…

  • Vergiyi tavana yayıp geliri artırarak işçiye, işsize destek vermesi gereken iktidar, doğası gereği tavandan alamadığı vergiyi tersine tabana yayıyor. 

Asgari ücretten bile Gelir Vergisi tahsil ediyor. İşsizin GSS primine yani aylık 107 lirasına göz dikiyor. İşsizleri her ay borçlandırıyor. Tüm bunlar astronomik yolcu garantilerini, ballı ihaleleri cebe indiren müteahhitler (AS: yükleniciler) ülkesinde oluyor. Bu paraların nereye gittiği aleni (AS: açıkça) ortada.

Nihayetinde (AS: sonunda) yaşanan işsizliği, eşitsizliği, yoksullaşmayı unutturabilmek için toplumu daha çok gererek, sağa sola bağırarak, önüne gelene terörist-zillet diyerek toplumun algısını yönetmeye çalışıyor.

Ama Can Yücel’in dediği gibi 

Tekliyor çağın çarkına okuyan çark,
durdu muydu bir gün bu kör, avara kasnak,
bir zincir yitirenler, bir dünya kazanacak!

Kaynağımız var ama toplumsal dayanışma olmadan başaramayız

Kaynağımız var ama toplumsal dayanışma olmadan başaramayız

20 Mart 2020 tarihinde TUİK tarafından yayınlanan “İşgücünün Genel Profiline” göre 28 milyonu istihdamda, 4.5 milyonu işsiz olmak üzere toplam işgücü 32.5 milyon. İş aramayıp, çalışmaya hazır olanları, mevsimlik çalışanları katarsak doğru  toplam işgücü sayısının 35 milyondan daha az olmadığını, işsiz sayısının en az 7 milyon olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Yani en iyi ihtimalle işsizlik oranımız %20,

  • Koronavirüs salgınının neden olduğu  ekonomik daralma sonucu 3 milyon kişinin daha işsiz kalmasıyla bu sayı 10 milyona, işsizlik oranın %30’a ulaşması muhtemel.

Sorun, bu 10 milyon gelirden yoksun, işsiz  insana en az ay dört ay boyunca yaşamlarını kolaylaştıracak bir asgari gelir ve gıda güvenliğini sağlamak olmalıdır. Bunun yanında, zor durumda olan sektörlere, başta sağlık olmak üzere, onları ayakta tutacak asgari kaynakların aktarılması önem taşımaktadır. Bu geliri sağlayacak kaynaklar fazlasıyla mevcuttur, ancak bu kaynak seçeneklerini değerlendirmeden önce, ne kadar kaynağa ihtiyaç olduğu belirlenmelidir.

KORONAVİRÜS SALGINININ EKONOMİK ETKİLERİNİ EN AZA İNDİRMEK İÇİN GEREKLİ KAYNAK MİKTARI

Salgından dolayı bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de
– ekonomi daralacak,
– işsizlik artacak,
– şirketler zor durumda kalacak, 
– vergi gelirleri azalacak,
– bütçe açıkları büyüyecek,
– tarımın ve gıda güvenliğinin önemi artacaktır.

Bu alanlara acil müdahale desteği gerekecektir:

1) İşşizlik  Ödeneğinin Yaygınlaştırılması

İşsizlik ödeneğinin, İşsizlik Fonundan mevcut yararlanma koşullarını yerine getirmeyenleri de kapsayacak şekilde yaygınlaştırılması sosyal devlet olmanın gereğidir. Yukarda belirtildiği gibi yedi milyon işsizin hiçbir geliri yoktur, bu insanlara temel ihtiyaçlarının karşılanması için kaynak aktarılmalıdır. Yedi milyon işsize ayda 1500 TL’lik bir ödeme yapılması, onların su, elektrik, doğalgaz, yiyecek gibi zorunlu giderlerinin bir kısmının karşılanmasına yardımcı olacaktır.

Yedi milyon kişiye ayda 1500 TL verilmesinin aylık toplam tutarı 10.5 milyar TL, dört aylık toplam tutarı ise 42 milyar TL’dır.

2) Kısa çalışma ödeneği uygulamasının genişletilmesi

Kısa çalışma ödeneği; genel ekonomik, sektörel, bölgesel kriz veya zorlayıcı nedenlerle işverenin haftalık çalışma sürelerinin en az üçte bir oranında azaltması, faaliyetini tümüyle ya da en az dört hafta süreyle durdurması hallerinde devreye alınıyor. Salgın hastalık da kısa çalışma ödeneğine giren zorlayıcı sebep arasında sayılıyor. Uygulama ile işverene, çalıştırdığı sigortalılar için gelir desteği veriliyor. Bugün için destek süresi üç ay ancak Cumhurbaşkanı kararı ile bu süre 6 aya kadar uzatılabiliyor.

Koronavirüse karşı önlem olarak açıklanan Ekonomik İstikrar Kalkanı Paketi kapsamında ekonomik sorun yaşayan işverenler kısa çalışma ödeneğinden yararlanabilecekler. Kısa çalışma ödeneği ile işçilere çalışma ödeneği ödeniyor hem de genel sağlık sigortası primleri karşılanıyor. Bunun için  işsizlik fonu devreye giriyor. İşyerinin bu ödenekten yararlanması için İŞKUR’a başvurması gerekiyor. Kısa çalışma ödeneğinden faydalanmak için gereken süreçlerin kolaylaştırılıp, hızlandırılması gerekiyor. Böylece faaliyetine ara veren işyerlerindeki işçilere geçici gelir desteği sağlanırken, işverenlerin de maliyeti azaltılacak. Bu aşamada aranan şartların başında, çalışanın kısa çalışma ödeneğinden yararlanmadan önce 120 gün çalışıyor olması ve son üç yıl içinde de 600 gün süreyle işsizlik sigortası primi ödemiş olması geliyor. Bu koşullar 60 gün ve 450 güne indirildi. Kısa çalışma ödeneği kapsamında çalışana, aylık prime esas kazancının günlük brüt tutarının %60’ı ödeniyor. Kısa çalışma ödeneği miktarı aylık asgari ücretin brüt tutarının %150’sini geçemiyor ki, bu rakam 4,414 lira. Yani çalışan ne kadar maaş alırsa alsın ödenecek en yüksek kısa çalışma ödeneği 4,414 lirayı geçmeyecek. Asgari ücretli bir çalışan 1752 lira ödenek alabilecek. Eğer üç milyon çalışana ayda ortalama 3000 TL ödeme yapılacağı varsayılırsa, aylık maliyet 9 milyar TL, dört aylık maliyet 36  milyar TL’ye ulaşacaktır

3) Tarımsal Üretimin Desteklenmesi

Koronavirüs salgını gıda güvenliğinin önemini ortaya çıkarmıştır. Dünya Bankasının doğrudan gelir desteği gibi programlarından vazgeçerek, üretmeyen değil üreten desteklenmelidir. Tohumundan, gübresine, ilacına kadar yerli üretime geçilmelidir. Özellikle işsiz üniversite mezunlarına faizsiz kredi sağlanarak, kooperatifler yoluyla örgütlenmeyi teşvik ederek akıllı tarım teşvik edilmelidir. İlk aşamada 50 milyar TL’lik bir destek ile başlanmalıdır.

4) Salgından Doğrudan Etkilenen Sektör ve Kuruluşlara Destek

Başta sağlık olmak üzere ulaşım ve turizm gibi faaliyetler salgından doğrudan etkilenecek sektörlerin başında gelmektedir. Özellikle havayolları, konaklama, ağırlama, yiyecek, içecek sektörlerinin ayakta kalması için minimum nakdi destek hemen verilmelidir. Bu sektörler hem emek-yoğun olmaları dolayısıyla istihdam hem de döviz kazandırmaları dolayısıyla ekonomide önemleri olan sektörlerdir. Bu miktar 20 milyar TL’sı  hemen sağlık sektörüne, 20 milyar TL’si diğer sektörlere olmak üzere toplam 40 milyar TL olarak düşünülmektedir.

5) Kamu-Özel İşbirliği  Projelerinin Kamulaştırılması,
Şehir Hastanelerinden Vazgeçilmesi

Geçiş garantili otoyol ve köprüler mahsuplaşılarak kamulaştırılmalı,

  • Şehir hastanelerinden vazgeçilmelidir.

Bu sene için zaten 20 milyar TL’ye yakın bir miktar bütçeye konulmuştur. Mahsuplaşmanın ilk adımı olarak 20 milyar TL daha koyulabilir. Örneğin, Osmangazi Köprüsünün maliyeti 1 Milyar $ dolayındadır, Dolar üzerinden %20 bir kâr marjı konursa devlet için maliyet 1.2 milyar dolara gelir. Şirketin köprü geçişlerinden bugüne kadar aldığı miktar + devletin garanti ücret olarak ödedikleri 1.2 milyar dolardan az ise bir takvim içinde şirkete ödenir, eğer fazla ise şirketten tahsil edilir.

İş adamlığı, siyasiler ile işbirliği yaparak halkı soymak değil, dünya standartlarında makul bir kazanç karşılığında hizmet yapmak veya üretmektir.

Bu alanlar için öngörülen miktar toplamı 188 milyar TL’ye gelmektedir, bu miktar burada öngörülmeyen durumlar, (örneğin sürenin uzaması, işsiz sayısının ve sektörlerin artması gibi) göz önüne alınarak 250-300 milyar TL’ye kadar çıkabilir. Bunun yanında devletin vatandaşların geçimlerini kolaylaştırmak için elektrik, doğalgaz faturalarını ertelemek gibi anlamlı olmayan öneriler yerine, petrol fiyatlarındaki çöküşü de göz önüne alarak, fiyatlarda ciddi indirime gitmesi, bu yıl eğitimi tamamlamayan özel okulların, vakıf  üniversitelerinin gelecek yıl ücretlerini %20 düşürmeleri, bu yıl mezun olacaklara %20 geri ödeme yapmalarının sağlanması gibi önlemler de alınmalıdır.

DEVLETİN KULLANABİLECEĞİ GELİR KAYNAKLARI

  • Bugünler için düşünülmüş İşsizlik Fonunun hareket geçirilmesi, İşsizlik Fonunda Şubat 2020 sonunda 131, 5 milyar TL olduğu görünmektedir.
  • Bütçede israf niteliği taşıyan gereksiz cari ve yatırım harcamalarından, yurt dışına yardım ve hibelerden vazgeçilmeli, Suriye ile zaman geçirmeden anlaşılarak savaşa son verilmeli yerlerinden edilen Suriyelilerin vatanlarına dönmesi sağlanmalıdır. Buradan 50 milyar TL’lik kaynak sağlamak mümkündür.
  • Kamuyu bir hizmet alanı olmaktan ziyade zenginleşme aracı olarak gören hem merkezi hem yerel kimi kamu görevlilerinin 1’den çok aylık almasının önüne yasal olarak geçilmeli, şatafat ve makam saltanatına son verilerek elde edilecek kaynaklar kamuya kazandırılmalıdır.
  • TOBB, Odalar, Birlikler, Sendikalar gibi üyelerinden yasayla topladıkları aidatlarla oluşmuş fonları üyelerine ihtiyaçları doğrultusunda dağıtmaları. Örneğin Türkiye Metal Sanayicileri Sendikası (MESS) ilk aşamada üyeleri ve çalışanları için 500 milyon TL’lik bir destek paketi açıklamıştır. TOBB’un elinde birikmiş 100 milyar TL’den fazla kaynak olduğu söylenmektedir, TOBB’un bu konuya açıklık getirmesi gerekmektedir.
  • IMF kredisi. IMF koronavirüs salgının olumsuz ekonomik etkilerini azaltmak için üyelerine bir trilyon dolarlık kredi kullandıracağını açıkladı. Bu kredinin koşullarının IMF’nin klasik daraltıcı politikalar yerine genişletici politikaları desteklemesi beklenir. Türkiye’nin 20 milyar dolarlık bir kredi dilimi kullanması hem döviz kuru üzerindeki baskıyı azaltacak, bunun enflasyon üzerinde düşürücü etkisi olacak hem de kamunun kullanabileceği kaynakları 125-130 milyar gibi artıracaktır. Böyle bir kredi kullanımı aynı zamanda Türkiye’nin güvenilirliği artırarak sermaye çıkışını azaltarak, ülke risk priminin düşmesine ve döviz kurunda istikrar sağlanmasına yardımcı olacaktır.

Bu yıl Türkiye’nin milli gelir büyüklüğünün yaklaşık 4.5 trilyon TL olacağını varsayarsak, kamunun elinde kullanabileceği miktarın milli gelirin % 8’ne (360-380 milyar TL) kolaylıkla yaklaşabileceğini tahmin edebiliriz. Hesaplamalarımız milli gelirin %5 lik bölümüne denk gelen bir tutarın destek olarak verilmesinin yeterli olabileceğini göstermektedir. İşsizliğin %30’a ulaşacağı, bütçe açığının en az %6 (AS: ulsal gelirin!) olacağı bir ortamda hemen hareket geçmek ekonomik daralmanın etkilerini en aza indirmek için yaşamsal bir nitelik taşımaktadır.

Burada sorun kamudaki ve özel sektörde alışkanlıkların değişmesi gereğidir. Bu alışkanlıklar değişmeden hiçbir sonuç almak mümkün değildir.

  • İsraf, savaş, verimsiz yatırımlar, şatafat, rant ve yolsuzluklardan kurtulmadan, hukuk olmadan çıkış yolumuz olmadığının anlaşılması en önemli noktadır.

PARA BASMA FANTEZİLERİ

Devletin kullanabileceği kaynaklar olduğu halde para basılması gibi fanteziler ortaya atılmıştır.

  • Para basmak ise düşünülmemesi gereken, hiç faydası olmayacak çok tehlikeli bir tercihtir.

Türkiye gibi çift paranın kullanıldığı ve üretimi ithalata bağımlı ülkelerde para basılırsa, dövize kaçış başlar, döviz girişi olmadığı için de döviz fiyatları spekülatif olarak yükselir. Döviz borçlu kişi ve şirketler iflas eder. Ücretliler, emeklililer gibi sabit gelirliler ve TL’deki tasarruf sahipleri kaybederler. Daha da fazla para basmak zorunda kalınır. Hiperenflasyon süreci başlar, TL’ye olan güvensizlik daha da artar, ekonomi yönetilemez duruma gelir. Üretim kapasitesi de çökertildiği için ekonomiyi tekrar ayağa kaldırmak çok zorlaşır.

PARA BASMAYI ÖNERENLER YAKIN GEÇMİŞTE EKONOMİYİ KRİZE SOKANLAR

Türkiye’yi 2001 krizine sokanlar, şimdi para basalım diyorlar.  Halbuki 1999 sonrasında izlenen IMF politikalarıyla ekonomi ithalata ve borca bağımlı hale getirilmiştir. Biz açık olarak, 15 Aralık 1999 IMF programının ekonomiyi bir yıl içinde çökerteceğin söylerken, şimdi para basma fantezisini seslendirenler, Hazine ve Merkez Bankasında görevdeydiler. 2000 Kasım’ında o dönemki hükümetin politikalarına güvenerek devlet borçlanma kağıdı alan Demirbank’ın 150 milyon dolarlık nakit ihtiyacını Merkez Bankası ve Hazine karşılamayarak krizi tetiklediği halde, şimdi yapısal olarak çok daha kötü durumda olan bir ekonomide para basmayı neden öneriyorlar? O dönem yalnızca krizi tetiklemekle kalmadılar, küresel finans sermayesinin Türkiye komiseri Kemal Derviş başkanlığında sözde “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı” ile  ekonominin ve siyasetin yapısal olarak çökertilmesinde rol aldılar;

  • 2001 krizinden sonra izlenen “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı” kısa dönemli faizleri kullanarak enflasyonu düşürme politikası (enflasyon hedeflemesi) ile 2014 yılına kadar TL’nin aşırı değerli kalmasına:
  • Ara malları üreten yerli sanayinin çökertilmesine, sanayinin ara mal ithalatı bağımlılığının artmasına;
  • Finansal olmayan şirketlerin döviz borçlarının artmasına;
  • Tüketimin aşırı artmasına, tasarruf açığının ciddi boyutta düşmesine göz yumdular.
  • Dünya Bankasının doğrudan gelir politikalarıyla tarımın çökertilmesine, tohum, gübre, ilaç dahil her şeyi ile ithalata bağımlı duruma getirilmesine ses çıkarmadılar.
  • Çift paralı sistem yapısallaştı, mevduatın yarısı dövizde tutulmaya başlandı.
  • “15 günde 15 yasa” sloganı ile  verimli kamu işletmelerinin peş keş çekilmesinin önü açıldı.

20 MART HAFTASINDA DÖVİZ MEVDUATINDAN ÇIKIŞA DİKKAT

20 Mart 2020 ile biten haftada MB verilerine göre, döviz mevduatından 2,5 milyar dolarlık (6,5 TL’den 16.25 milyar TL) bir çıkış oldu. TL mevduat ise yalnızca 2 milyar TL arttı. Bunun anlamı, çıkan döviz yastık altına ve/veya altına gitti. Bu, ülkeyi yönetenlere ve ekonomi politikalarına güvensizliğin işareti gibi görünüyor. Bu rakamları önümüzdeki haftalarda dikkatle izlemekte yarar var.

Yeniden vurgulamak gerekirse;

  • Kaynağımız Fazlasıyla Var,
  • Ama Alışkanlıklarımızı Değiştirmezsek,
  • Fedakârlık Yapmazsak,
  • Toplumsal Dayanışma İçinde Olmazsak Başaramayız.

Vatan Partisi’nin emek manifestosu

Vatan Partisi’nin emek manifestosu

Engin Ünsal

Dr. Engin Ünsal
Aydınlık Gazetesi, 10.6.2018

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Geçen haftaki yazımızda siyasi partilerin seçim manifestolarından (bildirgelerinden) söz etmiş ve işçi sınıfının bir manifestosunun yokluğunu eleştirmiştik. Siyasi partilerin seçim bildirgelerinde işçi sınıfının sorunlarına ya hiç değinmediklerinin ya da eser miktarda ilgilendiklerinin altını çizmiştik. Hafta içinde Vatan Partisi’nin, iktidar olduğu takdirde işçiye, işsize ve emekliye neler getireceklerini, yasalarda neleri değiştireceklerini 100 başlık altında açıklayan çalışması elimize geçti. Güzel bir çalışma. Emeği geçenleri kutlamak gerek. Zengin içerikli bu çalışmanın üç eksiği vardı ve bu eksikliklere değinmenin yararlı olacağını düşündük.

ÜLKEMİZDE İŞ GÜVENCESİ VAR MI?

ILO 158 sayılı sözleşmesi ile iş sözleşmesinin korunmasına ilişkin bazı normlar getirmiştir. 4857 sayılı İş Yasası’nın 18-21. maddeleri ile bu normlar iç hukuka dahil edilmiş fakat çok önemli ve iş güvencesini yok eden bir hatalı düzenleme yapılmıştır. Yasanın 21. maddesine göre iş sözleşmesinin feshi üzerine, feshin geçerli bir nedene dayanmadığını iddia eden işçinin İş Mahkemesinde işe iade davası açmak hakkı vardır. Mahkeme feshin geçersiz bir nedene dayandığını kabul ederse işçinin işe iade veya tazminatını alma hakkına karar vermektedir. Ülkemizde işten çıkarmalar genelde işçinin sendikaya üye olması nedeni ile yapıldığından işverenler işçinin tazminatını ödeyerek onu işine iade etmemektedirler. Tazminat ödeme veya işe iade tercihinin işverene bırakılması büyük yanlıştır ve işçinin iş güvencesini yok eden, aynı zamanda işverenlerin sendika celladı olmasını sağlayan bir biçimde kullanılmaktadır. Oysa bu tercih hakkı işçiye tanınmalı ve işçi işine dönmek isterse işverene hiçbir itiraz hakkı tanınmamalıdır. Böylece hem işçinin iş güvencesinin hem de sendika özgürlüğünün ve güvencesinin önü açılmış olur.

İŞSİZLİK ÖDENEĞİ UYGULAMASI YANLIŞTIR

4447 sayılı İşsizlik Sigortası Yasası 50. maddesinde günlük işsizlik ödeneğinin, sigortalının son dört aylık prime esas kazançları dikkate alınarak hesaplanan günlük ortalama brüt kazancının % kırkı olacağını hükme bağlamıştır. İşsizlik sigortası primini ücretin tamamı üzerinden ödeyen işçiye işsizlik ödeneği ortalama günlük ücretinin tamamı üzerinden ödenmelidir. Maddenin devamında bu ödenekten yararlanma koşulları sıralanmış ve yararlanma zorlaştırılmıştır. İşçinin bu ödenekten yararlanması yumuşatılmalı ve işsiz kalan işçiye işsizlik süresi boyunca süre kısıtlaması olmadan işsizlik ödeneği verilmelidir.

GREV YASAKLARI ÇOK GENİŞTİR

6356 sayılı Sendikalar Yasası’nın 62. maddesi grev yasaklarını yaygınlaştırmıştır. Ülkemizde memurların zaten grev hakkı yoktur.

Buna bir de işçi sendikalarının grev hakkını kısıtlayarak destek verirseniz o zaman ülkemizde sendika özgürlüğünden söz etmek zorlaşır çünkü grev hakkı özgür sendikacılığın olmazsa olmazıdır. Grev yasakları ancak Milli İstihbarat gibi ülke güvenliği ile çok yakından ilgili işkolları için düşünülmelidir.

SİYASİ PARTİLER ÖRNEK ALMALI

Vatan Partisi’nin Emek Manifestosu öbür partilere örnek olmalıdır. Siyasal partiler yaklaşık 22 milyonu bulan işçi ve memurlar için nasıl bir çalışma düzeni, nasıl bir sendikal özgürlük düşündüklerini açıkça belirtmelidirler. Özellikle sosyal demokrat olduğunu iddia eden CHP; çünkü sosyal demokrasinin dayanağı işçi sınıfı ve sendikalarıdır. Bir Emek Manifestosu olmayan CHP’ye işçi sınıfının destek olması zordur.
======================================
Dostlar,

Sayın Dr. Engin Ünsal (PhD) ülkemizde emek hakları için çooook emek vermiş bir aydındır. Bu yazısı da derli toplu  emek sorunlarına ilişkin temel sorun ve istemleri özetlemektedir. Kuşkusuz işçi sağlığı – iş güvenliği alanı son derece geniş ve karmaşık etmenlidir.

En başta gelen engel ve risk etmeni, siyaset kurumunda egemen olan iş kazaları = iş cinayetlerini ‘fıtrata dayandırma’ ilkelliğidir. Öncelikle bu sorunun aşılması gereklidir, çünkü

  • Bilimsel olarak çok net bilinmektedir ki; iş kazaları = iş cinayetleri %100; meslek hastalıkları ise %98 önlenebilmektedir.

Hem de, vergiden de düşürülebilen son derece sınırlı giderlerle. Teknik deyimle, iş sağlığı – güvenliği giderleri maliyet-etkin dirler (cost – effective).

Buna ek olarak canımızı çok yakan bir sorun da, iş davalarında zorunlu arabuluculuk dayatmasının getirilmesidir.

İş mahkemelerinin kuruluş, görev, yetki ve yargılama usulünü düzenleyen 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu 25.10.2017 günlü ve 30221 sayılı Resmi Gazetede yayımlanmıştır.

01 Ocak 2018’de yürürlüğe giren İş Mahkemeleri Yasasının 3. maddesi ile yasaya veya bireysel ya da toplu iş sözleşmesine dayanan işçi, işveren alacağı, tazminatı ve işe iade istemiyle açılan davalarda, arabulucuya başvurulması dava koşulu olarak aranacaktır.

İş uyuşmazlıklarında dava şartı olarak arabuluculuk, Anayasa’nın 2., 36. ve 49. maddelerine aykırıdır.

TOBB Başkanı Hisarcıklıoğlu, büyük keyif içinde bu düzenlemeyi kendilerinin istediğini, hükümetin de yaptığını genel kurulda dile getirmiştir. Şu sözler O’nun :
(YEREL – KÜRESEL SERMAYENİN EMEK DÜŞMANLIĞI AYNI İLKELLİĞİYLE SÜRDÜRÜLEBİLİR Mİ??)

  • “Büyük sıkıntı yaşadığımız bir başka alan, yargı sistemiydi. Özellikle iş mahkemelerindeki  davalarda işveren %99 haksız çıkıyordu. Bunu değiştirmek üzere, zorunlu arabuluculuk sisteminin uygulamaya alınmasını sağladık. Aylar, hatta yıllar süren davalar, artık günler-haftalar içinde çözülüyor. Bu vesileyle, bizlere her zaman destek olan sayın cumhurbaşkanımıza, başbakanımıza, bakanlarımıza ve Meclis’imize, bizimle birlikte çalışan, emek veren bürokratlarımıza, camiamız adına teşekkür ediyorum.”
  • En çok şikâyet ettiğimiz konu olan, istihdam maliyetlerinin düşürülmesini sağladık..
    İş sağlığı ve güvenliği mevzuatı, KOBİ’lerimize büyük yükler getiriyordu, bunları kaldırttık.

İşte AKP / RTE‘nin emeğe – emekçiye bakış açısının suçüstü belgelerinden biridir bu konuşma!

Dolayısıyla yurdun emekçisinin, 24 Haziran – 8 Temmuz yaşamsal seçim sürecinde ‘OY‘ unu bilinçle kullanması, kendi varlık nedenidir..

Sevgi ve saygı ile. 10 Haziran 2018, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com