Etiket arşivi: eleştirel düşünce

AŞILAR HAKKINDA GERÇEKLERİ OKUMAYA CESARETİNİZ VAR MI?

AŞILAR HAKKINDA GERÇEKLERİ OKUMAYA CESARETİNİZ VAR MI?

PROF. DR. CEM SAY
Cumhuriyet, 16.12.2019 

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır.)

Kongo’da 2019’un ilk 11 ayında çoğu çocuk 5 bin insan kızamıktan öldü. Nüfusu çok daha az olan Samoa’yı bir aydır kasıp kavurmakta olan kızamık salgınında ölü sayısı şimdilik 72. Samoa’da “küçük boy” tabut kalmadı, Yeni Zelanda’dan tabut yollanıyor. Bu ülkelerin ortak özelliği, 21. yüzyılda olmamıza rağmen nüfuslarının yeterli çoğunluğunun aşılanmamış olması.

Çoğumuz hayatımızı aşılara ve antibiyotiklere, daha doğrusu, onları icat eden bilim insanlarına borçluyuz. Kızamık aşısı olmasaydı şu anda hayatta olmayacak insanların toplam sayısı yaklaşık 118 milyon olarak hesaplanıyor. Penisilin keşfedilmeseydi her dört sevdiğinizden üçü hayatta olmayacaktı, çünkü ya kendisi, ya anababaları, ya da dedelerinden biri genç yaşta ölmüş olacaktı. İnsanlığa bundan daha çok faydası olmuş, daha çok teşekkür hak eden kim vardır, kestirmek güç.

Çağımız bilgi çağı. Bilgi, eşi görülmemiş bir hızla yayılıyor. Ne yazık ki doğru bilgiyi yanlışından ayırma mekanizmaları iletişim hızındaki bu artışla baş edemiyor. Gerçek kalkıp çizmelerini giyene kadar yalan dünyanın çevresinde iki tur atıyor. Nobel ödüllü bir bilim insanı da olsanız, internet’te sesinizi kara cahil bir troller sürüsü kadar duyuramayabilirsiniz. Yeni ortaçağın her ülkeyi etkisi altına alan özelliklerinden biri uzmanlara duyulan nefret ve inançsızlık.

Sağlıklı dozda bir kuşkuculuk demokrasi için, eleştirel düşünce için, bilimsel yaklaşım için, gazetecilik için olmazsa olmazdır elbette. Burada yakındığım bilimsel kuşkuculuk değil, cahillik, bilim düşmanlığı ve düz geri zekâlılığın birleşimi.

Ay’a hiç gidilmediğine inananları mı ararsınız, Dünya’nın düz olduğunu savunanları mı? Geçen ay Almanya’daydım. Oradaki bilim insanları, Başbakan Merkel’in son zamanlarda resmi törenlerde titreme nöbetleri geçirmesinin nedeninin kendisinin aslında sürüngen ırkından bir uzaylı olması ve bu yaratıkların da Alman milli marşından korkması olduğuna dair bir komplo kuramını ciddi ciddi konuşan bir grup embesilden söz ettiler. Her ülkede var bu tipler.

“Allah şifa versin” deyip geç diyeceksiniz, ama konu ne yazık ki o kadar basit değil. Bu insanlar seçimlerde oy kullanıyor sonuçta. Ülkenin gerçeklerden yeterince kopmuş bir kısmının nabzına göre şerbet vererek iktidara gelmek mümkün olabilir. Demokrasinin bir insan grubunu felakete değil selamete götürebileceği inancı, seçmenlerin kararlarını doğru bilgilere dayanarak akıl ve mantık çerçevesinde vereceği varsayımına dayanıyor. O yüzden de çok izlenen yayın organlarına insanları doğru bilgilendirme görevi düşüyor.

Büyük tehlike

Bu bağlamda gördüğüm gerek üzerine güncel bilimsel bilgilerin bir özetini geçeyim:

  • Kızamık aşısı ile otizm arasında bir ilişki yok.

Hani “vatandaş aşıları araştırsın, öyle karar versin” deniliyor ya? Görevi tam da bu olan bilim insanları zaten araştırmış. Konuyla ilgili en güncel, en kapsamlı makalenin linkini araştırmaya meraklı vatandaşlarımızın ilgisine sunuyorum. Buyurun:

https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/ 30831578/

Bu dev araştırmadan çıkan sonuç şu: Kızamık aşısı otizm yapmıyor. Aksi yöndeki savlar bilimsel olarak çoktan çürütülmüş. Aşı olanlarda da olmayanlarda da otizm görülebiliyor. Otizmin aşıyla alakası yok! Aşı olunca yüksek ihtimalle kızamık olmuyor ve yazımın başında sözünü ettiğim ölülerin arasına katılmaktan kurtuluyorsunuz, o kadar.

  • Çocuğunu aşılatmayanlar öncelikle kendi çocuklarını riske atıyorlar.

Ama maalesef hepsi bu değil! Çok küçük çocuklar, kanser tedavisi görenler vs. bir grup insan özel sağlık durumları nedeniyle aşı yaptıramıyorlar. Bu insanlar saldırıya açık durumdalar. Aşı karşıtlarının çocukları böyle insanlara taşıdıkları hastalığı geçirip onları da öldürebiliyor. Toplumun belirli bir yüzdesi aşılı olduğunda hastalığın salgına dönüşme ihtimalinin azalacağı hesaplanıyor. Aşı karşıtları bu yüzdeyi düşürüyor.

Dahası var: Çok sayıda aşısız vücut, birer “mikrop üretim çiftliği” gibi iş görüyor. Bu ortamda insan bedeninin savunma mekanizmalarını daha iyi alt edebilen mikroorganizmalar diğerlerini geride bırakıp öne çıkıyor. Böylelikle hastalığın daha güçlü sürümlerinin evrimleşmesine olanak verilerek aşılanmış insanları da hasta edecek yeni belaların üremesine kapı açılmış oluyor.

  • Kimi ülkeler aşılanmamış çocukları okula kabul etmiyor.

Samoa’da ülkeyi felakete sürükleyen aşı karşıtlarından biri tutuklandı. Ülkemizde aşı reddi saçmalığı nedeniyle hastalık olguları yıldan yıla çoğalıyor.

  • Suriyelilerin de eklenmesiyle salgın riski arttıkça artıyor.

Lütfen bu asırda, durduk yerde bir de salgın belası çıkarmayalım başımıza.

Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir. İlim ve fennin haricinde mürşit aramak gaflettir, cehalettir.

Gafil ve cahil olmayalım.

  • Böyle aşıların yasayla zorunlu kılınmasını öneriyorum.
    =======================================

Dostlar,

Yukarıdaki nefis yazının yazarı Prof. Say bir hekim ya da sağlık bilimleri alanından değil.  Boğaziçi Üniversitesinde Bilgisayar Bilimleri alanında öğretim üyesi. Ancak sağduyu ve bilimsel akılcılık rehber alınınca, varılan sonuç doğru ve güvenilir oluyor.

  • AKP = Erdoğan‘ın akıl ve bilim dışı inadını – takıntısını aşması ve
  • yasal düzenleme ile aşıların zorunlu kılınmasının zamanı geldi ve geçiyor.

Dünya Sağlık Örgütü (WHO) verilerine göre Türkiye’de 2019‘un ilk 10 ayında kızamık olgusu sayısı 2719. Bu rakam, 2013’ten bu yana en yüksek sayı. 2719 Kızamık olgusunun yaklaşık 1800‘ü 5 yaş altındaki çocuklar. Olguların büyük çoğunluğunu aşı olmayanlar oluşturuyor. 1 yaşın altında yaklaşık bin olgu var. Bunun 900’den çoğu hiç aşılanmamış.

Şehir Hastanelerinin reklamını kamu duyurularıyla TV’lere veren AKP iktidarı, hızla artan aşı reddine karşın neden tek bir aşı çağrısı yapmıyor TV’lerde? Sorunluluk ağırdır, altını çizelim.

  • Salgın kapıyı çalmaktadır.
  • Aşı yaptırmama nedeniyle hastalanacak, engelli kalacak ve yaşamını yitirecek canların politik sorumlusu net ve kesin olarak AKP iktidarı = R.T. Erdoğan olacaktır.

Sevgi ve saygı ile. 23 Aralık 2019, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Halk Sağlığı Uzmanı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

Doğan Kuban: Umutsuzluk Yakışmaz

Doğan Kuban: Umutsuzluk Yakışmaz

Orhan Bursalı
obursali@cumhuriyet.com.tr
Cumhuriyet, 01.04.2018

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Kırmızı Kedi, “Cumhuriyet Bilgeleri” başlığı altındaki serisinin ilk kitabını Doğan Kuban Hoca’nın yazılarına ayırdı: İflah olmaz iyimser bir bilge olan Kuban Hoca’nın kitabının adı: Umutsuzluk Yakışmaz.
Önce kitabın başlığının çağrıştırdıklarının peşinden gidelim: Doğan Hoca’nın bir umut insanı olduğunu bilirim. Türkiye, Osmanlı ve Rönesans tarihine, Türkiye’nin kuruluşuna ve yarattıklarına ve geleceğe yaklaşımı, derin analizleri hep umut taşır. Kuban, tarihin üzerinden adeta koşar adımlarla geçer, dönemleri birbirine bağlar ve vardığı sonuçların hakikatin bir parçası olmasına ve yeni geleceğin kurulmasında basamaklar oluşturmasına çaba gösterir ve hepimizin önüne ödevler koyar.

Toplumların yönü nereye? 
Kitabın adı Karamsarlığa Yer Yok da olabilirdi. Hocanın bu umudunun kaynağı, tarihe geniş zaman dilimlerinden bakışıdır. Geçmiş gerçekten geriye değil ileriye, kötüye değil daha iyiye, kötümserliğin yoğunlaştığı zamanlarda birden iyimserliğin çiçek açtığı zamanlara doğru ilerler.
“Geçmiş daha iyiydi” sözü bazen özlemle dile getirilir ama gerçekten geçmiş daha iyi miydi ve neye göre, hangi açıdan, yaşamın hangi kalemine göre? Toplumların ve insanlığın gerilediğini mi söyleyeceğiz yoksa ilerlediğini mi… Her ne denli insanlık çok temel sorunlarına henüz kalıcı çözümler ortaya koyamamışsa da ve geleceğin meşalesi gürül gürül yanıyor olmasa da, geleceğe yaklaşımımızın iyimser olmasından vazgeçebilir miyiz?

İyilik ve kötülük birlikte var
İyilik ve kötülük iç içedir. İnsanlığın çabası iyiliğin hep üstün geleceği, ağırlıkta olduğu bir yaşam varlığını hedefler. Felsefe de iyiyi, güzeli, hakikati arayış içindedir. Öyle midir gerçekten, yoksa salt umudu koruma düşüncesinin dışavurumu mudur? Umut, yaşamın, daha iyiyi arayışın ve güzelliğin adıdır. Bundan vazgeçmemiz mümkün mü?
Yitirdiğimiz eleştirel düşünen aydınlarımızdan Ahmet Cemal, Kuban’ın yazıları için “Türkiye’nin yakın kültür tarihinin ender rastlanır bir saydamlıkta çözümlemesidir.” diyordu; “Tarihimizin gerektiğinde en uzak köklerine kadar uzanan bu çözümleme, bütünüyle eleştirel düşünce temeli üzerinde yükselmiştir.”
Kuban’ın haftalık yazıları, önce Cumhuriyet Bilim ve Teknik’de, iki yıldır da Herkese Bilim Teknoloji’de büyük bir merakla okunuyor ve toplumda derhal binlerce paylaşıma konu oluyor. İki Bilge konferanslarının meraklıları tanıktır: Yaşadığımız kötücül siyasi ve toplumsal durumlar karşısında yükselen “Eyvah!” söylemlerine karşı, Doğan Kuban bilgece umudu yeşertmiştir ve çağdaş yaşamı belirleyen ögelerin herkesi birleştireceğini ve kimsenin bunun dışında kalamayacağını söylemiştir.

Umut, yaşamın adıdır 
Kötülükler, önünde sonunda hep yıkılmıştır, bunun nedeni belki de, insanlığın akış yönü iyilikten yana olduğu içindir.
Bu akışın, yazgısal bir yaklaşımda bulunursak büyük bir bilgelik içerdiğini söyleyebiliriz. Yani, tek tek bireylerin düşüncesinden bağımsız, uzun erimde iyiliğe koşan, umudu içselleştirmiş bir bütünsel insaniliğin varlığını belki düşünmeliyiz… Çünkü yıkıntılar arasından toplumların dünyası her zaman yeniden kurulur.
Belki insanlığın geçmiş yaşamından yeterince ders alamadığından veya kötülüğün geçici egemenliğini engelleyemediğinden, sistemde bir yanlışlıktan bahsetmeliyiz.
Umutsuzluk Yakışmaz kitabının konuları ve içerdiği düşünceler üzerine iz sürüyorum kaçıncı kez. Toplum, Çağdaşlık, Kültür, Düşünce, İslam, Kent, Kaos, Cumhuriyet başlıkları altında toplanmış 58 yazının her biri, bir Rönesans insanının eleştirel süzgecinin nasıl çalıştığının ders dolu örnekleridir. Kimi kez cehaleti ele alır yerden yere vurur, kimi kez de kurtuluşun yolu olarak halkın aydınlatılmasını önerir.
Ben ise halkın yüz binlerce öncü kadrosunun adanmışlığıyla toplumun değişebileceğini düşünürüm.
Umutsuzluk dağıtır, bireyi içine kapatır, onun tüm ilişkilerini kopartır ve salgın hastalık gibi yayılmasını sağlar. Kötülüğün sürmesine yarar.
Oysa düşünceye, insana, aydına Umutsuzluk Yakışmaz, hiç mi hiç!
Kuban kitabıyla hepimizi her şeyi yeniden düşünmeye çağırıyor.
=========================================
Dostlar,

Gecenin 04:23’ünde dostumuz sevgili Orhan Bursalı’ya da, bu nefis kitabı yazan hocamız bilge insan Doğan Kuban’a da selam olsun.. Alıp okuyacağız hızla..

Biz de Kuban hoca ve Bursalı gibi iyimseriz..;

Batı emperyalizminin ve yerli maşalarının sömürgeleştirmek istedikleri halkların öncelikle UMUDUNA SALDIRDIĞINI düşünüyoruz. En stratejik hedef budur.. Sömürgelerde UMUT KIRILMALIDIR öncelikle ve hızla.. Gerisi çorap söküğü gibi gelecektir..

Dolayısıyla, sömürgelerde – sömürgeleştirilmek istenen coğrafyalarda ve de post-modern sömürü dizgesinde AYDINA YARAŞAN, umudunu asla ver-me-mek-tir!

  • Umut, direnenlerin en büyük ve etkili silahıdır. O kale “düşmediği” sürece sömürgenlere geçit yoktur..

Savaş bu eksende yürütülür hep..

ODTÜ Felsefe bölümünden Prof. Ahmet İNAM hocamızın da enfes bir kitabı var :

  • UMUTSUZLUK AHLAKSIZLIKTIR!Bu da okunmalı..
    İnsanlık onuru, geç de – güç de olsa hep ama kazanıyor, kazandı ve kazanacak!Mustafa Kemal ATATÜRK‘ten yaklaşık 100 yıl sonra, tuhaf – ilginç bir döngüsellikle gene kuşatmadayız içeriden – dışarıdan; ancak diyalektik bir zorunluk ki; gene biz = AYDINLANMA kazanacağız..

    İnsanlık onurunun bitmeyen enerjisiyle savaşıma devam :

  • Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacak..

    Gazi’ye vefa borcumuz, çağcıl Rönesans işlevimiz – yükümümüz bu, 21. yy. şafağında; Türkiye’de, kadim Anadolu’da..

    Kolay gele!

    Sevgi ve saygı ile. 02 Nisan 2018, Ankara

    Dr. Ahmet SALTIK
    Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
    www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Bir toplumun intiharı

Cumhuriyet : Olaylar ve Görüşler

Bir toplumun intiharı

Toplum olarak ruh sağlığımızın pek yerinde olmadığı ortada.
En basit insan ilişkilerinden, yurttaş-devlet arasındaki ilişkilere dek
büyük bir şiddet, vurdumduymazlık, acımasızlık egemen.
Unutmamak gerekir ki, başla gövde birbiriyle uyum gösterirler.

[Haber görseli]

Gordon Marshall’ın tanımına göre Toplum, genel olarak ortak bir kültürü paylaşan,
belirli bir toprak parçasında yerleşik ve kendilerini birleşik ve özgün bir varlık olarak gören insanlardan oluşur.

Gerek toplumu oluşturan kurumlar ve kişiler arası ilişkiler açısından olsun, gerekse sosyoekonomik düzlemde olsun toplumumuz eğer hemen çağdaş reformlara gidilmezse bilinçli yurttaşlarına katlanılması güç bir yaşam sunan bir coğrafyada yer almış olmak gibi bir duyguyu ve düşünceyi yaşatan bir yabancılaşmayı tattırmış olmaktan öteye gidemeyecektir.

Kültür robotu

Hemen hemen her saat yazılı ve görsel basında yer alan konular toplum olarak ruh sağlığımızın pek yerinde olmadığını gözler önüne seriyor. En basit insan ilişkilerinden, yurttaş-devlet arasındaki ilişkilere dek büyük bir şiddet, vurdumduymazlık, acımasızlık egemen. Demokrasiden hızla uzaklaşmakta olduğumuz bu görüntülerin yer almasında bizim birey olarak hiçbir payımız olmadığı söylenemez.

Şunu unutmamak gerekir ki, başla gövde birbiriyle uyum gösterirler.
Nasıl mı? Halkımızın çoğu ne yazık ki herhangi bir dinsel, siyasal, geleneksel otoriteyi sorgulamayacak ölçüde “kültür robotu” halinde. “Kültür robotu” durumu sanılmasın ki salt eğitim düzeyi düşük toplum üyelerinin bir özelliğidir. Ne yazık ki pek çok okumuş
(aydın demeye dilim varmıyor), toplumun kültürel, gelenekselleşmiş kodlarını içselleştirmiş durumda.

Sonuç odaklı

* Toplum olarak genelde sonuca odaklı değerler sistemine göre hareket ediyoruz.
Oysa süreç odaklı değerler sistemine göre hareket etmek durumunda sistemin işleyiş biçimi konusunda fikir yürütmek olanağı ortaya çıkar. Bu da eleştirel düşüncenin
temelini oluşturur.

* Her zaman haksız da olsa güçlüden yana olmak gibi faşizan bir düşüncenin izleyicisiyiz. Sonra da Türkiye’de hukuk devletinin olmadığı konusunda
görüş bildiriyoruz.

* Güce taparak adaletsizliğinden yakındığımız düzenin işleyişine katkıda bulunmuş oluyoruz.
* Hangi mevkide olursak olalım, hangi yaş ve eğitim düzeyinde olursak olalım
Sezar’ın hakkını Sezar’a vermemekte direniyor ve sonra da toplumda adalet olmadığını haykırıyoruz.
Kişisel ve sosyal ilişkilerimizde birbirimize karşı açık ve güvenilir bir tutum takınmıyoruz. En ufak bir anlaşmazlıkta en hafifinden gözdağı veriyor,
üstünlüğü elden bırakmak istemiyoruz. Oysa demokrasi asla monolog değildir.

* Eğitim sistemimiz ne yazık ki okumuş cahiller ve hiçbir insani duyarlılığı olmayan, sanatla, edebiyatla ilgilenmeyen potansiyel faşistler yetiştirmekten öteye geçemiyor.
* Çocuk eğitimimiz kökten yanlış. Ailelerde çocuğa karşı gösterilen aşırı korumacı tutum, yıllar sonra siyasal düzlemde otorite arayışı içinde olan, hep bir kurtarıcı peşinde koşan, birey olamamış sürü insanı yetiştiriyor.
* Kadın-erkek eşitliğinde geldiğimiz noktayı en iyi medyada her gün yer alan
kadın cinayetleri pek acı bir biçimde açıklıyor. Oysa ataerkil düzenler her zaman faşizmin verimli arka bahçeleridir.

Toplumsal aktörler olarak yaptıklarımızdan sorumluyuz.
İçinde yaşadığımız bu süreçte hepimizin

“Ben bilinçli ya da bilinçsiz edimlerimle bu sürece nasıl katkıda bulundum?”

diyerek şapkayı önüne koymasında sayısız yarar olduğu görüşündeyiz. (5.9.2015)

Yrd. Doç. Dr. Ayşe Atalay

==============================

Dostlar,

Düşündürücü ve çook öğretici bir makale değil mi??
Yazar Sayın Yrd. Doç. Dr. Ayşe Atalay‘a teşekkürlerimizle.
(Kurumsal kimlik belirtilmemiş ama sanırız Yeditepe Üniversitesi Psikoloji Bölümünde öğretim üyesi..)

Sevgi ve saygı ile.
05.09.2015, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com