Etiket arşivi: Örsan K. Öymen

Can ve seçim güvenliği

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
03 Nisan 2023, Cumhuriyet

 

Çok partili serbest seçimli bir ülkede, yönetime aday olan muhalefet liderlerinin can güvenliği ve seçimlerde hile yapılıp yapılmayacağı tartışma haline gelmişse; o ülkede çok partili serbest seçimli düzen büyük risk altındadır.

Türkiye ne yazık ki AKP ve MHP yüzünden bu duruma kadar düşmüştür!

Bir ülkede demokrasinin, cumhuriyetin, yani halkın egemenliğine dayalı bir yönetim biçiminin var olması altı koşula bağlıdır:

1) Çok partili serbest seçimli düzen.
2) Yasama, yürütme, yargı arasında güçler ayrılığı.
3) Düşünceyi ifade, yayın, medya ve örgütlenme özgürlüğü.
4) Laiklik.
5) Ekonomik ve sosyal adalet.
6) Demokrasi ve cumhuriyet konusunda temel eğitim düzeyi.

Söz konusu altı koşulun birisi veya birden çoğu değil, hepsi birden sağlanmışsa, o ülkede demokrasiden ve cumhuriyetten söz edilebilir.
***
Türkiye’de ekonomik ve sosyal adalet sorunu ile demokrasi ve cumhuriyet konusunda temel bir eğitim düzeyine ulaşılması sorunu, Cumhuriyetin kuruluşundan beri, hiçbir zaman çözülemedi.

Ancak 1923 yılından itibaren (başlayarak), laik bir düzenin kurulması ve yasama, yürütme, yargı arasındaki güçler ayrılığının sağlanması; 1950 yılından itibaren (başlayarak), çok partili serbest seçimli bir düzenin kurulması; 1961 yılından itibaren (bu yana) düşünceyi ifade (açıklama), yayın, medya ve örgütlenme özgürlüğünün güvence altına alınması konularında büyük reformlar ve devrimler gerçekleşti.

AKP’nin iktidar döneminde ise, belli bir ölçüde, çok partili serbest seçimli düzen hariç (dışında), demokrasi yolundaki kazanımların tamamı (tümü) ortadan kaldırıldı, sivil dikta rejimi kuruldu.

Son yıllarda, AKP’nin seçimleri kaybetme (yitirme) olasılığının ortaya çıkmasıyla birlikte, AKP, geriye kalan son kazanımı da, çok partili serbest seçimli düzeni de yok etmeye başladı.
***
Referandumda mühürsüz oyların sayılması; İstanbul seçimlerinin tekrar edilmesi (yinelenmesi); seçilmiş belediye başkanlarının yerine hukuka aykırı biçimde kayyum atanması; HDP’li liderlerin hukuka aykırı biçimde tutuklanması; İstanbul Büyükşehir Belediyesi başkanına kumpas “davasıyla” siyaset yasağı getirilmesi; HDP’nin seçimlerden kısa bir süre önce kapatılmasının planlanması; AKP’li ve MHP’li yöneticilerin, muhalefet liderlerini, onların can güvenliğini tehlikeye atacak biçimde, hedef haline (durumuna) getirmeleri ve tehdit etmeleri, yaşanan olgulardır.

Önümüzdeki genel seçimlerde muhalefete düşen en zorlu görevler şunlardır       :

1) Doğu ve Güneydoğu Anadolu ile deprem bölgesini kapsayıp OHAL ilan edilen 11 ilde sandık güvenliğinin sağlanması.
2) Depremzedelerin oy kullanabilmesinin sağlanması.
3) Afganistan, Irak, Suriye, Sudan, Somali gibi ülkelerden ithal “seçmenin” devreye sokulmasının önlenmesi.
4) Yurtdışındaki ve/veya içindeki bazı (kimi) odakların siber suç eylemleriyle dijital-elektronik seçim verisi sistemlerine müdahale etmesinin önlenmesi.
5) Başta cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu olmak üzere, muhalefet liderlerinin can güvenliğinin en üst seviyede (düzeyde) sağlanması.

Can güvenliğini İçişleri Bakanlığı’nın, seçim güvenliğini Yüksek Seçim Kurulu’nun sağlaması gerekirken, bunların sağlanmasının da muhalefet partilerine kalması, bir hükümet için elbette utanç verici bir durumdur!

Ancak hükümette ve ortaklarında utanma duygusu diye bir şey kalmadığı için, sorumluluğu muhalefet partilerinin üstlenmesi kaçınılmazdır!

Halk kontrolü eline aldı

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
27 Mart 2023, Cumhuriyet

 

İnsanlık tarihinde, bütün hakların tek bir devrimle bir anda elde edildiği tek bir örnek yoktur. İnsan, mükemmel bir varlık olmadığı için, ne yazık ki adım adım, ağır aksak, düşe kalka, öğrene öğrene, zaman içinde ilerlemekte ve gelişmektedir.

14 Mayıs 2023 seçimleri de bu çerçevede ele alınmalıdır. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanlığı adaylığında anlaşan “Millet İttifakı”nın ve “6’lı masa”nın, laiklik ve sosyo-ekonomik adalet alanlarında yapısal reformların gerçekleşmesi konusunda yetersiz kaldığı bir gerçektir.

Ancak söz konusu ittifakın, başka alanlarda, örneğin, yargı bağımsızlığının; yasama, yürütme, yargı arasında güçler ayrılığının; düşünceyi ifade, yayın, medya ve örgütlenme özgürlüğünün; Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin yetkilerinin artmasının sağlanması konusunda gerçekleştireceği reformlar, AKP’nin kurduğu teokratik diktatörlük rejiminin sona ermesi doğrultusunda büyük bir adım olacaktır.

Bu büyük adım gelecekte, laiklik ve sosyo-ekonomik adalet konusunda daha ileri reformların yapılması olasılığını da doğuracaktır. AKP’nin kurduğu despotik, dogmatik, teokratik düzenle, anayasada belirtilen demokratik, laik, sosyal hukuk devletinin inşa edilemeyeceği açıktır.
***
Muhalefet cephesinde, bu yalın gerçeği dikkate almadan ve kavramadan hareket eden her siyasetçi, siyaset sahnesinden silinecektir.

Halkın çoğunluğu, ekonomik krizin yarattığı olumsuz ortamın da etkisiyle, Türkiye’nin AKP iktidarında dibe vurduğunun, bundan daha kötüsünün olamayacağının farkındadır.

  • Gerçekleştirilen tüm araştırmalara göre, AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’a karşı şu anda seçimi kazanma olasılığı olan tek cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu’dur.
  • Halk bu nedenle, ilk turda Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçimleri kazanmasını zora sokacak olan her siyasetçiyi, oylarıyla sandığa gömecektir.

İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener bu nedenle, siyaseten yok olmaktan son anda kurtulmuştur. Akşener’in yarattığı kriz nedeniyle on binlerce kişi 48 saat içinde İYİ Parti üyeliğinden istifa etmiştir; İYİ Parti Genel Merkezi, çığ gibi gelen tepkiler nedeniyle neye uğradığını şaşırmıştır.

Siyasetçilerin hatalarından, hırslarından, egolarından bunalan halk,
artık kontrolü (denetimi) eline almıştır.

Bundan sonra halk siyasetçilere ayak uydurmayacaktır, siyasetçi halka ayak uydurmak zorunda kalacaktır! Bu kritik dönemde halka ayak uyduramayan siyasetçi, halkta karşılık bulamayacaktır. Halkın vizyonu, siyasetçinin vizyonunun ötesine geçmiştir.

Memleket Partisi Genel Başkanı ve cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce de, Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ ve Zafer Partisi’nin cumhurbaşkanı adayı Sinan Oğan da, bu gerçeği dikkate alarak hareket etmelidirler.
***
Yeniden Refah Partisi Genel Başkanı Fatih Erbakan’ın, AKP’nin ve MHP’nin Cumhurbaşkanı adayı Recep Tayyip Erdoğan’ın lehine cumhurbaşkanı aday adaylığından çekileceğini ve HÜDA PAR adlı şeriatçı ve bölücü “partinin”, AKP’nin himayesinde TBMM’ye milletvekili sokacağını açıklamalarından sonra, Memleket Partisi’nin ve Zafer Partisi’nin, yeni oluşan dengeleri de dikkate alarak, tutumlarını gözden geçirmeleri, ayrıca kaçınılmaz hale (duruma) gelmiştir.

  • Halk ne yapıp edip, kuruluşunun 100. yılında, Cumhuriyeti yıkılmaktan kurtaracaktır!

Karakter sınavı

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
20 Mart 2023, Cumhuriyet

 

Bir insanın, hem kendisi için başarabileceği hem de çocuklarına ve gelecek kuşaklara bırakabileceği en iyi şey, sağlam bir karakterdir.

İnsanın sağlam bir karaktere sahip olup olmadığı kolay kolay anlaşılmaz; bazı olağanüstü ve zor dönemlerde ortaya çıkar. AKP’nin iktidarda olduğu yaklaşık 20 yıllık süre öyle bir dönemdir.

AKP’nin teokratik bir diktatörlük rejimi kurduğu bu dönemde aydınların, yazarların, akademisyenlerin, medya üyelerinin, siyasetçilerin, avukatların, doktorların, öğretmenlerin, öğrencilerin de içinde bulunduğu, ancak çoğunluk olmayan bir kesim, demokratik, laik, sosyal, hukuk devleti ilkesini, AKP iktidarının başından sonuna kadar tutarlı bir biçimde savundu ve AKP’nin baskılarına karşı onurlu, namuslu ve şerefli bir direniş sergiledi.

Bu kesim bunun karşılığında, maddi ve manevi açıdan büyük bedeller ödedi, acılar çekti, sıkıntılar yaşadı.
***
İlkesiz bir başka kesim ise, düzene ayak uydurdu, rahatını korudu, iktidar kimde ise, onun yanında durmayı tercih etti.

Bu kesimin bir kısmı, AKP’den doğrudan beslendiği için sonuna kadar AKP’nin yanında durdu; bir kısmı ise, ahlaki ve siyasi bir bilinçle değil, ekonomik krizin ortaya çıkmasıyla birlikte, çıkarcı kaygılarla, AKP’den uzaklaştı.

AKP’nin iktidar olduğu dönemde ilkesiz davranan ve iyi bir karakter sınavı vermeyen bir kesim de, “neoliberaller ve ikinci cumhuriyetçiler oldu. Medyada ve üniversitelerde büyük bir ağırlığı olan bu kesim, AKP iktidarını 10 yılı aşkın bir süre destekledi; laiklik ilkesini yok saydı; teokratik bir düzeni, demokrasi adı altında pazarlamaya devam etti.

AKP’nin Fethullah Gülen’e bağlı çetelerle birlikte gerçekleştirdiği “Ergenekon”, “Balyoz”, “Oda TV”, “Casusluk” adlı kumpas davaları ve sahte yargı süreçleri sırasında bu kesim, AKP’ye destek vermeye devam etti; AKP’nin dikta rejiminin kurulmasına büyük katkı verdi.

“Gezi” olaylarında Cumhuriyet devrimlerine ve laiklik ilkesine sahip çıkan geniş halk kitlelerinin, anayasanın 34. maddesindeki haklarını kullanarak sokaklara ve meydanlara dökülmeleri ve Cumhuriyet tarihinin en büyük kitlesel protesto eylemlerini gerçekleştirmeleriyle birlikte, “neoliberallerin” ve “ikinci Cumhuriyetçilerin” bir kısmı, sık sık yaptıkları gibi, güçlünün yanında yer aldılar ve eylemlere katıldılar; ancak bu eylemlerin ana unsuru (ögesi) olmadılar, eylemlere eklemlenerek, kendilerine yeni bir alan yarattılar.

“Neoliberallerin” ve “ikinci Cumhuriyetçilerin” bir kısmı ise, AKP’yi ve Fethullah  Gülen’i, “Gezi” protestolarından sonra da desteklemeye devam ettiler; AKP ile yollarını, AKP’nin Fethullah Gülen ile yollarını ayırmasından sonra ayırdılar veya ayırmak zorunda kaldılar.
***
Akıldışı ve olgulara aykırı önyargıların bir sonucu olarak Mustafa Kemal Atatürke ve O’nun temel ilkelerine karşı bir nefret duygusu içinde yaşayan “neoliberal” ve “ikinci Cumhuriyetçi” kesim, son yıllarda da, muhalefet partileri üzerinden, siyasette, medyada, üniversitede, bürokraside kendisine bir yetki alanı açma çalışmalarını hızlandırdı.

Karakter sınavını geçemeyenler, kariyer sınavını bir daha geçerlerse, bu büyük bir sürpriz olmaz!

Muhalefet ilk turda birleşmeli

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
13 Mart 2023 Cumhuriyet

 

Cumhuriyet Halk Partisi, İYİ Parti, Demokrasi ve Atılım Partisi, Saadet Partisi, Gelecek Partisi, Demokrat Parti’den oluşan ana muhalefet ittifakının, ortak cumhurbaşkanı adayı olarak CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’ nu göstermesi, bu konudaki anlaşmazlığın kısa sürede aşılması, Türkiye için umutların yeniden yeşermesine neden oldu.

Güncel olağanüstü koşullar dikkate alındığında, bundan sonra yapılması gereken şey, yalnızca 6’lı Masanın” değil, muhalefetin bir bütün olarak, seçimin ilk turunda, Kılıçdaroğlu’na destek vermesi, adaylık tartışmalarına son vermesidir.

Bunun gerçekleşmesi için Kılıçdaroğlu’nun da “6’lı Masanın” dışındaki partilerle yapıcı bir iletişim kurması, bu partilerin de, “6’lı Masanın” kabul edemeyeceği önkoşulları öne sürmemeleri gerekmektedir.

Halkların Demokratik Partisi, Türkiye İşçi Partisi, Memleket Partisi, Zafer Partisi, Demokratik Sol Parti, Emek Partisi, Sol Parti, Türkiye Komünist Hareketi, Türkiye Komünist Partisi bu partilerin arasında yer almaktadır.

Yaklaşık %10 oyu olan HDP bu süreçte kilit parti konumundadır. Ancak öbür partilerin de toplam oyunun yaklaşık % 7 oranında olduğu unutulmamalıdır. Bu oyun büyük çoğunluğu, Türkiye İşçi Partisi, Memleket Partisi ve Zafer Partisi’nin oylarından oluşmaktadır.

CHP’nin, toplam oyu %7’yi geçmeyen Saadet Partisi, Demokrasi ve Atılım Partisi, Gelecek Partisi, Demokrat Parti ile resmen ittifak kurarken, yaklaşık olarak aynı oranda oyu olan öbür muhalefet partileriyle, en azından sandıkta bir ittifak içine girmemesi, halka açıklanabilecek bir durum değildir.

Öte yanda, HDP’nin ve kimi sosyalist partilerin, daha önce Kılıçdaroğlu’nun olası adaylığı konusundaki açıklamalarıyla çelişmemeleri ve samimiyetlerini (içtenliklerini) kanıtlamaları için, 1. turda kendi adaylarını çıkarmamalarının ve Kılıçdaroğlu’na destek vermelerinin gerekli olduğu açıktır.
***
Siyasette ne yazık ki, her zaman ideal bir cumhurbaşkanı veya başbakan adayını bulmak olanaklı değildir. Ayrıca her siyasetçinin eleştirilebilecek yönleri vardır. Aynı durum Kılıçdaroğlu için de geçerlidir.

  • Bugünkü aşamada önemli olan, Kılıçdaroğlu’nun AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’dan daha üstün ve çok daha iyi niteliklere sahip olduğu gerçeğidir.

Kılıçdaroğlu’nun, yolsuzluklar konusundaki duyarlığı, çalışkanlığı ve mütevaziliği (alçakgönülülüğü) en önemli özellikleri arasında yer almaktadır.

Ancak daha da önemli olan şudur:

Türkiye, Cumhuriyetin kuruluşunun yüzüncü yılında,
teokratik bir diktatörlük ile demokratik adımların atılacağı
bir yönetim arasında seçim yapacaktır.

Yargı bağımsızlığının; yasama, yürütme, yargı arasındaki güçler ayrılığının; düşünceyi ifade, yayın, medya, örgütlenme özgürlüğünün sağlanması; parlamenter sisteme yeniden geçilmesi; TBMM’nin yetkilerine kavuşması; başlı başına demokratik bir reformdur ve gelecekte daha ileri reformların yolunu açacaktır.
***
Öte yandan, CHP’nin milletvekili adaylarını önseçim yerine merkez yoklamasıyla belirleme kararı yanlış olmuştur.

CHP’nin kendi tabanındaki çalkantıları önlemek için, partinin kurumsal kimliğine, ideolojisine ve laikliğe sahip çıkan parti üyelerini milletvekili listelerinde seçilebilecek yerlere yerleştirmesi, öbür partilere oy oranlarıyla orantısız sayıda milletvekili kontenjanı vermemesi, tepkilerin asgari (en az) düzeye çekilmesini sağlayacaktır.

Deprem fırsatçısı darbeciler

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
27 Şubat 2023, Cumhuriyet

Deprem fırsatçıları sadece talanda, dolandırıcılıkta, borsa işlemlerinde, inşaat sektöründe ve emlak piyasasında karşımıza çıkmıyor!

Bu fırsatçılara siyasette de rastlanıyor!

AKP’nin kurucularından Bülent Arınç’ın, depremden dolayı seçimlerin ertelenmesinin bir zorunluk olduğunu açıklaması, açık bir darbe çağrısıdır!

  • Anayasaya göre seçimler sadece, bir savaş durumunda TBMM’nin onayıyla ertelenebilir.

Doğal afet seçim erteleme gerekçesi olamaz. Bunun aksini uygulamak, anayasal düzene ve halkın egemenliğine karşı gerçekleştirilmiş bir darbedir.

Bülent Arınç’ın bunu savunurken, şeriatçı ve teokratik bir bakış açısıyla, “Anayasalar kutsal metinler değildir” ifadesini kullanması ise anayasaya ikinci kez meydan okumaktır!

  • Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının tamamı anayasaya uymakla yükümlüdür!

Öte yanda, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının tamamı, dindarlar tarafından kutsal olarak algılanan metinlere uymak zorunda değildir!

Demokratik laik bir hukuk devletinde tartışmalı, öznel ve göreceli olan metin anayasa değildir, “kutsal” metinlerdir!

Demokratik laik bir hukuk devletinde vatandaşlar, Kuran, İncil, Tevrat gibi metinlere, anayasayla çelişki içine düşmemek koşuluyla, uyup uymamakta özgürdürler.

Ancak anayasa, bir devletin siyasi düzenini belirleyen temel metin olduğu için, o devletin vatandaşı olan herkes, o anayasaya uymak zorundadır!

Anayasanın değiştirilemez olan temel ilkelerine, örneğin demokratik laik hukuk devleti ilkesine karşı çıkan, onun yerine teokratik bir din devletinde yaşamak isteyen kişi, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından çıkarak İran veya Suudi Arabistan vatandaşlığına geçebilir. Ancak bu kişi Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak kalmak istiyorsa, demokratik, laik, hukuk devleti ilkesine uymakla yükümlüdür.
***
Bülent Arınç’a karşı AKP hükümeti içinden kesin bir itirazın ortaya konmaması daha da vahimdir!

AKP hükümeti sözcüsü Ömer Çelik, “Şu anda seçimle ilgili herhangi bir şey konuşmayı çok yanlış buluruz”, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, “Bizim seçim ertelemek gibi bir gündemimiz yok”, Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, “Önümüzdeki günlerde aksi yönde bir siyasi mutabakat olmadıkça eğilim, seçimin vaktinde yapılması yönünde” gibi muğlak ve yoruma açık ifadeler kullandılar.

İbrahim Kalın bununla da yetinmedi, deprem bölgesinde seçim yapılmasıyla ilgili olarak oluşabilecek “teknik sorunlara” değindi ve “10 şehirde seçim olup olmayacağına Yüksek Seçim Kurulu karar verecek” dedi!

Oysa, seçim işlerinden anlayan herkes, deprem bölgesindeki vatandaşların güvenli bir biçimde oy kullanmasını sağlayabilecek birçok teknik ve lojistik önlemin, 2 aylık bir çalışmayla alınabileceğini bilir.

Deprem bölgesindeki vatandaşların seçime katılmasına engel olmak da, o bölgedeki halkın egemenliğine ve demokratik düzene karşı gerçekleştirilmiş bir darbedir!

Hükümet, 81 il yerine 10 ilde darbe yaparak, darbecilikten kurtulmuş olmaz!

Şu anda Türkiye’de en büyük mağduriyeti yaşayan halk kesiminin, demokratik katılımdan ve geleceğini belirlemekten mahrum (yoksun) bırakılması, milyonlarca vatandaşın oy kullanma hakkının gasp edilmesi, anayasaya ve hukuka aykırı olduğu gibi, ahlakla, erdemle, adaletle ve vicdanla da bağdaşmaz!

Kadercilik öldürür, devrimcilik yaşatır

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
13 Şubat 2023, Cumhuriyet

 

Kahramanmaraş merkezli iki depremde, Hatay, Kahramanmaraş, Adıyaman, Gaziantep, Osmaniye, Adana, Diyarbakır, Malatya, Şanlıurfa ve Kilis illerinde 30 bini aşkın kişi yaşamını yitirdi, 100 bini aşkın kişi yaralandı, 10 bini aşkın bina yıkıldı, on binlerce bina hasar gördü.

Depremde en çok can kaybı Hatay ve Kahramanmaraş’ta yaşandı. Onların ardından en fazla can kaybı Adıyaman ve Gaziantep’te yaşandı. Onları da diğer iller daha düşük sayıda ölümlerle takip etti.

Bu kadar geniş bir alanda etki yaratan ve iki kez üst üste gerçekleşen şiddetli bir depreme bir devletin depremden sonra müdahale etmesi kolay bir iş değildir. Ancak depreme karşı önceden önlem alınmış olsaydı, devlet ve hükümet bu müdahaleyi çok daha kolay bir biçimde gerçekleştirebilirdi.

AKP Genel Başkanı ve “Cumhurbaşkanı” Recep Tayyip Erdoğan’ın bu felaketi, “kader planı” olarak açıklaması kabul edilebilir bir durum değildir.

  • Bu depremin sonucunda oluşan can kaybı ve hasar, bir sözde “ilahi kader planının” değil, hükümetlerin ve belediyelerin plansızlığının sonucudur!

***
Kadercilik insanın miskinleşmesine, edilgenleşmesine, sorumluluktan kaçmasına, kötülüklerin artmasına yol açar. Kaderci insan fiili durumu değiştirmek için asgari çaba gösterir, mevcut olanı muhafaza eder.

Devrimci insan ise dünyayı değiştirmek için mücadele eder, daha iyi bir toplum ve devlet düzeninin sağlanması için mevcut ve fiili durumu değiştirir, insanlığın ilerlemesini ve gelişmesini amaçlar.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, 1924 yılında Samsun’da yaptığı bir konuşmada, “En gerçek kılavuz bilimdir” demişti.

Atatürk, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde 1937 yılında yaptığı bir konuşmada da şöyle demişti:

  • “Bizim devlet idaresindeki ana programımız, Cumhuriyet Halk Partisi’nin programıdır.
    Bunun kapsadığı prensipler, idarede ve siyasette, bizi aydınlatıcı ana hatlardır.
    Fakat bu prensipleri, gökten indiği sanılan (düşünülen) kitapların doğmalarıyla (inançlarıyla)
    asla bir tutmamalıdır. Biz ilhamlarımızı, gökten ve gaipten (görünmeyenden) değil, doğrudan doğruya hayattan almış bulunuyoruz.”

***
Atatürk’ün bu sözlerinin değeri bilinmiş olsaydı, depremde bu kadar büyük bir kayıp yaşanmazdı.

Atatürk’ün bu sözleri dikkate alınsaydı; şehir ve yerleşim bölgesi planlaması yapılırken, fay hatlarına yakın ovalık, sulak ve risk barındıran alanlarda imarlaşma gerçekleşmezdi; deprem mevzuatına aykırı binaların yapılmasına izin verilmezdi; inşaatlar etkin biçimde denetlenirdi; depreme dayanıksız binalar güçlendirilirdi; AFAD kadrolarına imamlar, hatipler ve ilahiyatçılar atanmazdı; AFAD’a Diyanet’in dörtte biri kadar bütçe verilmezdi; deprem bölgelerinde yeterli sayıda uzman ekip ve ekipman (AS: donanım) sürekli hazır bulundurulurdu; Türk Silahlı Kuvvetleri kapsamlı bir biçimde ilk günden devreye sokulurdu; imar affı adı altında kaçak binalara onay verilmezdi; geçmiş depremlerden ders alınırdı; jeologların deprem riskleriyle ilgili hazırladıkları raporlara göre önlem alınırdı; bencil, bireysel ve oligarşik rant hevesi, insandan ve toplumdan daha değerli bir duruma gelmezdi!

  • İnsana yaşam veren de adalet veren de devrimci ve dünyevi güçlerdir.
  • Kimse kadercilerden ve öte dünyacılardan adalet beklemesin!

CHP’nin onurlu tarihi

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen

CHP, 9 Eylül 1923’te kuruldu. CHP’nin kökeni, 7 Eylül 1919’da Sivas Kongresi’nde kurulan ve emperyalizme karşı Kurtuluş Savaşı’nı yürüten Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’dir. İki örgütün de kurucusu ve ilk genel başkanı Mustafa Kemal Atatürk’tür.

TBMM 23 Nisan 1920’de, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin katkılarıyla da kuruldu. Saltanat, yani padişahlık, 1 Kasım 1922’de TBMM tarafından kaldırıldı.

  • CHP, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu partisidir.

Türkiye Cumhuriyeti 29 Ekim 1923’te, CHP’nin kuruluşundan yaklaşık yedi hafta sonra kuruldu.

3 Mart 1924’te Halifeliğin kaldırılması ve bilimsel eğitim sisteminin temeli olan Öğretim Birliği Kanunu’nun kabul edilmesi, CHP’nin öncülüğünde gerçekleşti.

Kadının ve erkeğin hukuk önünde eşit kılınması dahil, birçok özgürlüğün hukuk tarafından güvence altına alınmasını sağlayan Medeni Kanun, 17 Şubat 1926’da CHP’nin öncülüğünde kabul edildi. (AS: 4 Ekim 1926’da yürürlüğe girdi..)

CHP 15 Ekim 1927’deki Kurultay’da,

  • Cumhuriyetçilik
  • Halkçılık
  • Laiklik
  • Milliyetçilik

ilkelerini, 10 Mayıs 1931’deki Kurultay’da,

  • Devletçilik
  • Devrimcilik

ilkelerini, parti programındaki temel ilkeleri olarak kabul etti.

Devletin dini İslamdır ifadesi 10 Nisan 1928’de, CHP’nin öncülüğünde anayasadan çıkarıldı ve böylece devletin dinselleşmesinin önlenmesi, laikliğin uygulanması ve din konusunun vatandaşların özgür iradesine bırakılması yolunda bir adım daha atıldı.

5 Aralık 1934’te kadınlara seçme ve seçilme hakkı, CHP’nin öncülüğünde tanındı.

5 Şubat 1937’de laiklik ilkesi, CHP’nin öncülüğünde anayasa maddesi haline geldi.
***
1920’li, 1930’lu ve 1940’lı yıllarda, köylünün ve çiftçinin toprak sahibi olmasını sağlayan, toprak reformu olarak da bilinen düzenlemeler, CHP’nin öncülüğünde gerçekleşti.

Halkın eğitimde, teoriyle pratiği (kuram ve uygulamayı) bütünleştirmesini ve köy ilkokullarına öğretmen yetiştirilmesini sağlayan Köy Enstitüleri, 17 Nisan 1940’ta CHP’nin öncülüğünde kuruldu.

Çok partili serbest seçimli sisteme, 14 Mayıs 1950’de CHP’nin öncülüğünde, CHP iktidarında geçildi.

14 Ocak 1959’da CHP Kurultayı’nda kabul edilen İlk Hedefler Beyannamesi ile kişi hak ve özgürlükleri konusundaki temel ilkeler geliştirildi. Bunlar, Türkiye’nin en özgürlükçü anayasası olarak bilinen 27 Mayıs 1961 Anayasası’nda yer aldı.

CHP, 29 Temmuz 1965’te ortanın solunda yer aldığını, devletçilik ve halkçılık ilkelerinin ortanın solu anlamına geldiğini açıkladı.

CHP 27 Kasım 1976’daki Kurultay’da demokratik sol ve sosyal demokrat ilkeleri de parti programına ekledi ve Sosyalist Enternasyonel’e üye oldu.
***

  • CHP, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki statükoyu, yani monarşiyi, teokrasiyi
    ve feodalizmi yıkan, devrimci bir partidir.

CHP aynı zamanda, kapitalizmin yol açtığı ekonomik ve sosyal adaletsizlikleri asgari düzeye çekmek için mücadele veren merkez sol bir partidir.

CHP, çok partili serbest seçimli düzene geçildikten sonra, 1950’li, 1960’lı ve 1970’li yıllarda, kimi seçimleri yitirmiş olsa da, 1992’den sonra aldığı oyların çok üzerinde oy alan bir siyasal partidir. CHP 1950 seçimlerinde % 39, 1954 seçimlerinde % 35, 1957 seçimlerinde % 41, 1961 seçimlerinde % 37, 1973 seçimlerinde % 33, 1977 seçimlerinde % 41 oy almıştır.

CHP 1992 yılında yeniden açıldığından beri, %26’nın üzerine çıkamamıştır!

AKP iktidarının, CHP’nin tarihine yönelik iftiralarla ve yalanlarla seçim kampanyası yürütme hazırlıkları yaptığı bir dönemde, CHP yönetiminin ve CHP üyelerinin, bu olguların ışığında hareket etmesi gerekir.

CHP, AKP’nin gölgesinde siyaset yaparak, İslamcıların, neoliberallerin ve ikinci cumhuriyetçilerin söylemleri üzerinden, kendi tarihini çarpıtarak ve inkâr ederek (yadsıyarak) seçim kazanamaz.

CHP yönetimi, örgütünü harekete geçirmek, seçmen tabanının başka partilere kaymasını önlemek ve oyunu daha da yükseltmek istiyorsa; tarihine, kurumsal kimliğine, ilkelerine sahip çıkmalıdır, halka gerçekleri anlatmalıdır.

Günümüzdeki başarısızlıkların üzeri, geçmişteki başarılar yok sayılarak örtülemez.

Erdemsiz siyaset

Örsan K. Öymen

Örsan K. Öymen

23 Ocak 2023, Cumhuriyet

Antikçağ filozofları Platon’a ve Aristoteles’e göre, yaşamın amacı iyi bir ruha sahip olmaktır. İyi bir ruha sahip olmak da erdemli olmakla olanaklıdır. Adalet ve cesaret de en önemli erdemlerin arasında yer alırlar.

  • Türkiye’de siyasetin en büyük eksiği erdemdir.

Türkiye’de siyaset, korkaklığın, kurnazlığın, ikiyüzlülüğün, çıkarcılığın, yalancılığın, adaletsizliğin esiri (tutsağı) olmuştur. Nadir (ender) sayıdaki istisnalar hariç (ayrıklar dışında), iktidarıyla ve muhalefetiyle, Türkiye’de siyasetin en büyük sorunu budur.

  • Türkiye’de siyaset ahlaki değerlerden yoksundur.

Anayasaya ve siyasal partiler yasasına uymayan; Meclis’te namusu ve şerefi üzerine ettiği yemini ihlal eden (çiğneyen); Türkiye için hukuk ve demokrasi talep ederken, demokrasiyi ve hukuku kendi partisinde uygulamayan; partisinin tüzüğünü ve programını ihlal eden; üyesi olduğu siyasal partinin kurumsal kimliğini ve ilkelerini reddeden ve kendi tarihini çarpıtan; başka siyasal partilerin gölgesinde siyaset yapan; popülizmi halkçılık sanan; siyasal ilişkilerini nepotist ve feodal ilişkiler üzerine kuran siyasetçiler, erdemli olamazlar.

Türkiye bu çapsız siyasetçilerden kurtulduğu gün, aydınlığa kavuşacaktır. Aksi halde bir karanlık, kısır bir döngü içinde, başka bir karanlıkla sonuçlanacaktır!
***
Bugüne dek anayasanın, demokrasi; hukuk devleti, güçler ayrılığı, yargı bağımsızlığı; laiklik; düşünceyi ifade, yayın, örgütlenme ve gösteri yapma özgürlüğü ile ilgili 2., 6., 7., 8., 9., 11., 14., 24., 25., 26., 28., 34. ve 138. maddelerini ihlal eden AKP iktidarı, anayasal ve yasal çerçevenin dışına çıkarak, yasaklarla ve baskılarla iktidarını korumaya çalışmaktadır.

  • AKP (bunu yaparak), milletin özgür iradesinden kaçmaktadır,
    milletin özgür iradesini yok hükmünde saymaktadır.

O nedenle AKP’nin, 1950 seçimlerini örnek göstererek, “Yeter! Söz milletindir” diyerek yola çıkması boş laftan ibarettir! Bugün millet, AKP’nin kurduğu Cumhuriyet düşmanı sivil diktatörlük rejimine, monarşiye ve teokrasiye “Yeter” diyecektir! Mustafa Kemal Atatürk’ün ve İsmet İnönü’nün kurduğu Cumhuriyete “Yeter” demeyecektir!

AKP Genel Başkanı ve “Cumhurbaşkanı” Recep Tayyip Erdoğan, genel seçim tarihini 14 Mayıs 2023 olarak ilan ederken, 1950 seçimlerini yitiren Türkiye Cumhuriyeti’nin 2. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’yü hedef almıştır.

İsmet İnönü kimdir? Kurtuluş Savaşı kahramanı ve Batı Cephesi komutanı!

Türkiye’nin sınırlarının tapusu olan Lozan Antlaşması’nın başmüzakerecisi (baş görüşmeci) ve kahramanı! Türkiye’yi, Avrupa’yı bir felakete (yıkıma) sürükleyen ve 50 milyon insanın ölümüyle sonuçlanan İkinci Dünya Savaşı’nın dışında tutmayı başaran lider! Türkiye’ye çok partili serbest seçimli düzeni getiren, bu sistemin yürürlüğe konulmasına öncülük eden CHP genel başkanı! Bu düzenin bir sonucu olarak 1950 seçimlerini yitirdiğinde, seçimi yitirdiğini kabul etme olgunluğunu gösteren ve iktidarı devretmesini bilen kişi!
***
Erdoğan, İsmet İnönü’nün öncülüğünde, döneminde ve iktidarında yürürlüğe giren çok partili serbest seçimli sistem sayesinde, defalarca (kezlerce) başbakan ve cumhurbaşkanı olarak seçilip bu göreve gelmiştir! Bugün ise İsmet İnönü’yü hedef alarak seçim kampanyasını yürütmeye çalışmaktadır!

Millet, tarihsel olguları çarpıtanlara, tarihsel olguların çarpıtıldığının aradan geçen zamanla daha da iyi anlaşıldığı bir dönemde, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100. yılında, AKP iktidarına gereken dersi sandıkta verecektir!

Millet, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100. yılında, Türkiye Cumhuriyeti’ne ve onun kurucuları olan Mustafa Kemal Atatürk’e ve İsmet İnönü’ye en güzel hediyeyi, sandıkta AKP iktidarını devirerek verecektir! Millet, Cumhuriyete olan vefa borcunu, sandıkta ödeyecektir!

Yeter ki; Cumhuriyet Halk Partisi’nin bugünkü yönetimi, Cumhuriyeti kuran; saltanatı ve hilafeti kaldıran; laiklik ilkesini yürürlüğe koyarak teokrasiyi yıkan; kadın ve erkek arasındaki eşitliği sağlayan; bilimsel eğitim sistemini kuran; çok partili serbest seçimli düzeni yürürlüğe koyan Cumhuriyet Halk Partisi’nin, devrimci, reformcu, anti-statükocu, özgürlükçü, halkçı tarihine sahip çıksın!

6’lı Masa ve CHP

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
16 Ocak 2023, Cumhuriyet

Cumhuriyet Halk Partisi, İYİ Parti, Saadet Partisi, Demokrat Parti, Demokrasi ve Atılım Partisi ve Gelecek Partisi’nden oluşan ve “6’lı masa” olarak anılan ittifakın içindeki yetki konusu, geçtiğimiz haftanın önemli tartışmalardan birisiydi.

GP Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu’nun, ittifakın iktidar olması durumunda imza yetkisinin eşit olacağını açıklaması; DEVA Genel Başkanı Ali Babacan’ın da ittifakın kararları NATO ve Avrupa Birliği zirvelerinde olduğu gibi oybirliğiyle aldığını ve oy oranındaki farklara bakılmaksızın, herkesin eşit temsil edildiğini açıklaması, bu tartışmayı daha da tetikledi.

Davutoğlu daha sonra yaptığı açıklamada, liderler arasındaki istişare mekanizmasına dikkat çekmek için bu açıklamayı yaptığını söylese de; Ali Babacan da, bu ifadeleri hükümet mekanizması için kullanıp kullanmadığını açıklığa kavuşturmuş olmasa da, tartışma doğal olarak sona ermedi.

Çünkü demokratik ülkelerde temsiliyet çok önemli bir konudur. Halkın egemen olduğu demokratik bir düzende, halkın yasama ve yürütme organlarında nasıl temsil edileceği, demokrasi açısından yaşamsal önemdeki konulardan birisidir.
***
Davutoğlu’nun ve Babacan’ın bunu tam olarak anladıklarından söz edilemez.

Her şeyden önce, Babacan’ın sözünü ettiği NATO ve AB zirvelerinde temsil edilen devletlerdir, seçmenin ve halkın oyu ile var olan siyasal partiler değildir. Ayrıca bu zirveler, bir hükümetin yürütme organı değildir, bunlar farklı devletlerin temsil edildiği uluslararası toplantılardır.

Davutoğlu’nun sözünü ettiği imza yetkisinin eşit olması durumu, hukuken de resmen de olanaksız olduğu gibi, demokratik temsiliyet ilkesinin açıkça ihlal edilmesidir.

Siyasal partilerin oy oranlarını dikkate almadan, hükümet içindeki yetki konusunu düzenlemek, demokratik temsiliyet ilkesinin tersyüz edilmesidir. Bu tür yaklaşımlar, temsiliyet yerine, vesayet ile sonuçlanır. Halkın temsiliyeti ve oy oranı bağlamında eşit olmayanların eşit sayılması, eşitlik değildir. Liderler masada kendilerini değil, halkı temsil ettiklerini unutmamalıdırlar!

Temsiliyete aykırı yaklaşımlarla, söz konusu ittifak içinde yaklaşık %25 oyu olan CHP’nin ve yaklaşık %15 oyu olan İYİ Parti’nin tabanını ve örgütünü seçimde motive etmek ve çalıştırmak da olanaksızdır. Toplamda yaklaşık %6 oyu olan 4 siyasal partinin, toplamda yaklaşık %40 oyu olan CHP’yi ve İYİ Parti’yi tutsak alması, halkın oylarının da vesayet altına alınması anlamına gelir.

Bu nedenlerle, “partilerin oy oranı önemli değildir” safsatasının en kısa sürede terk edilmesi gerekmektedir.
***
Geçtiğimiz hafta yaşanan talihsiz gelişmelerden birisi de CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun TBMM’de yaptığı konuşmaydı.

Kılıçdaroğlu konuşmasının bir bölümünde şu ifadeleri kullandı: “Açık söylüyorum, biz değiştik, biz halkın partisiyiz. Biz hangi yanlışları terk ettiysek artık Saray tam odur. Statükocu, anti-reformcu, anti-özgürlükçü Kenan Evren kafasına geldiler.”

Bu ifadeler, bir dil sürçmesinden veya telaş içinde farklı kavramların ve konuların yanlışlıkla bir araya getirilmesinden ibaret değilse ve konuşmada “biz” denildiğinde, CHP kastediliyorsa, bu son derece vahim bir olaydır!

Bir CHP genel başkanı, CHP’nin onurlu, namuslu ve şerefli geçmişini çarpıtarak CHP için, “halkın olmayan parti”, “AKP sarayı partisi”, “statükocu”, “anti-reformcu”, “anti-özgürlükçü”, “Kenan Evren kafalı” ifadelerini kullanamaz!

Bu aynı zamanda, CHP’nin eski genel başkanlarına, Mustafa Kemal Atatürk’e, İsmet İnönü’ye, Bülent Ecevit’e, Deniz Baykal’a, Altan Öymen’e, Hikmet Çetin’e yönelik de büyük bir haksızlık, hakaret ve aşağılama anlamına gelmektedir.

Bu ifadeler, neo-liberaller, ikinci Cumhuriyetçiler, dinciler, mezhepçiler ve etnik kimlikçiler tarafından yıllardır CHP için kullanılmaktadır!

  • Bir CHP genel başkanı, kurumsal kimliğini savunmak ve seçim kazanmak istiyorsa;
  • CHP’nin devrimci, reformcu, anti-statükocu, özgürlükçü, halkçı geçmişine sahip çıkmalıdır!

Seçenek ve seçim

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
09 Ocak 2023 Cumhuriyet

İnsanın özgür bir iradeye ve buna bağlı olarak seçim yapma olanağına sahip olup olmadığı, felsefenin ana konularından birisidir.

Felsefede bu soruya yanıt veren üç ana akım vardır:

  • Radikal belirlenimcilik,
  • Ilımlı belirlenimcilik,
  • Belirlenmezcilik.

Radikal belirlenimcilik, insanın özgür iradeye sahip olmadığını, her şeyin insanın özgür iradesinin dışındaki bir neden ve sonuç ilişkisi içinde gerçekleştiğini savunur. Bu görüşe göre insanın özgür seçimi diye bir şey yoktur, insanın sadece (yalnızca) dış etkenler tarafından belirlenen davranışları vardır.

Bu görüşün en büyük sorunu, özgür iradeyi ve özgür seçimi bir yanılsama olarak gördüğü için, yaşama dair (ilişkin) bir amacı, ahlakı, erdemi, sorumluluğu, suçu, cezayı, adaleti ve hukuku olanaksız kılmasıdır.

Belirlenmezcilik, insanın özgür bir iradeye sahip olduğunu, insanın doğduktan ve belli bir olgunluk düzeyine eriştikten sonra, tüm eylemlerinin kendi özgür seçimine bağlı olduğunu, insanın dış etkenlerden ve kendi dışındaki nedensellik ilkesinden bağımsız olarak, kendi yaşamını oluşturabileceğini savunur.

Bu görüşün en büyük sorunu, bilimsellikten uzak oluşu, hem fizik, kimya, biyoloji, anatomi, genetik gibi doğa bilimlerinin hem de sosyoloji, psikoloji, antropoloji, tarih, siyaset bilimi, ekonomi gibi sosyal bilimlerin ortaya koyduğu nedensellik ilişkilerini yok sayması, gerçekçilikten uzak olması, fantastik bir dünya görüşü ortaya koymasıdır.

Ilımlı belirlenimcilik ise, özgür iradenin ve nedensellik ilkesinin bağdaştığını, insanın seçimlerini ve eylemlerini belirleyen dış etkenlerin ve nedenlerin de var olduğunu, ancak belli durumlarda ve koşullarda, insanın özgür iradesinin de onun yaşamını oluşturan nedenlerden birisi olabileceğini savunur. Ilımlı belirlenimcilik, bu iki mutlakçı akımın içine düştüğü genellemelerden kaçınır.
***
Ilımlı belirlenimciliğin azami düzeyde varlığını sürdürebilmesi, demokratik toplumlarda, yani halkın egemen olduğu toplumlarda olanaklıdır. İnsanın özgür iradesi ve özgür seçimi ile karar verebilmesi için, çoğulcu bir ortamda, önünde çeşitli seçeneklerin olması gerekir.

Özgür irade sorununu, toplumsal ve siyasal bağlamdan kopuk bir biçimde ele almak olanaklı değildir. Ahlak felsefesi ve siyaset felsefesi, bu bağlamda, iç içe geçmiş alanlardır.

Sonsuz sayıda seçenek, yaşamın ve insanın doğası gereği olanaksız olsa da, azami sayıda seçenek, seçim yapmak konusundaki hareket alanını genişletir. Seçeneğin olmadığı yerde seçim olmaz. Tek seçenekli bir düzende, seçimden söz edilemez.

Örneğin dincilik, ırkçılık, sermayecilik, seçenekleri çoğaltan değil, seçenekleri daraltan düzenlerdir. Dolayısıyla,

  • Teokrasinin, faşizmin, kapitalizmin geçerli olduğu düzenlerde, insanın özgür iradesiyle hareket etmesi çok zorlaşır, neredeyse olanaksız hale gelir.

Bu düzenlerin ortak yönü, hastalıklı dünya görüşlerini toplumun tamamına (tümüne) dayatmalarıdır. Bu düzenlerde, özgür irade ve özgür seçim baskı altına girer
***
Türkiye’de toplum, onlarca yıldır, bu hastalıklı ve özgürlük düşmanı dünya görüşlerinin altında ezilmektedir.

  • Din, etnik kimlik ve para üzerinden, toplumun üzerinde büyük bir baskı ve sömürü ortamı oluşturulmuştur.

Bu ortamda halkın elinde kala kala, çok partili serbest seçimli parlamenter sistem kalmıştı. Vatandaş, teokrasinin, faşizmin ve kapitalizmin iktidarı altında ezilse de, en azından serbest seçimler üzerinden, geleceğini sınırlı bir ölçüde de olsa, belirleme olanağına veya umuduna sahipti.

  • Ancak AKP iktidarı döneminde, bu seçenek de halkın elinden alınmak üzeredir!

27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül askeri darbelerinde bile, seçeneksizlik bir amaç ve alışkanlık haline getirilmemişti! Darbe yapan askerler, birkaç yıl içinde iktidarı sivil yönetimlere devrederek, çok partili serbest seçimli sisteme geri dönmüşlerdir.

Bugün yaşanan, çok daha farklı bir boyut taşımaktadır.

AKP, 2007 yılında devreye soktuğu sivil darbeyi ve diktatörlük rejimini,
sonsuza dek sürdürmek için siyaset yapmaktadır!