21. Yüzyıl Türkiye’sinde
Kadının Dünü Bugünü ve Geleceği
Prof. Dr. Taciser ONUK
ADD Bilim – Danışma Kurulu Üyesi
“Atatürk Dünya ve Türkiye için Bir Ödüldür”
TUİK’ e göre genel nüfusumuzun yaklaşık yarısı kadındır. Tanrı yaratıcı gücünü kadınla paylaşarak ona özel bir statü kazandırmıştır. Kadın insanlık yapısının en önemli direği ve temelidir. Kadın evrenin kaynağı olan yaratıcı gücün yarısıdır. Evrenin devamı, dengesi ve uyumunun sağlanıp sürdürülmesi kadın ve erkek olarak iki yarının sevgi ile bütünleşmesine bağlıdır. Fizyolojik bakımdan kadının insanlık görevi ve yaratıcı gücü erkeğe göre daha büyüktür. Kadın, ağır yaşam koşullarında birçok kez ölümü yanında görür. İnsanlığa ödediği bu artı özveri karşılığında kadın, güzellik, sevgi ve analık içgüdüsü ve ruh güzelliğine sahiptir. Yaşamın erkekten daha çok kadından özveri beklediği insanlık tarihinin
ilk çağlarında erkek fiziksel gücünü kullanarak kadınları köleleştirip, mal ve meta olarak kullanmıştır. Geçmişten günümüze gelen süreçte Osmanlıda Anadolu’da, oğlan doğurduğu zaman saygı gördüğü, kız doğurduğunda sessizce ‘hayırlısı’ dendiği bilinmektedir. Kadın çocukluğunda babasının, evliliğinde kocasının, dulluğunda oğullarının, çocukları yoksa ölen kocasının en yakınının buyruğu altındadır.
Osmanlı toplum düzenindeki kadının durumunu Celal Nuri, 1915 yılında yayınlanan kitabında özetlenmektedir.
“Bizde kadının durumu korkunçtur. Bizde bilgisizlik ve baskıcılık nedeni ile örtünme ve kaç-göç yanlış anlaşılmıştır. Bizde kadınlar başka erkekler başka dünyayı oluşturur. Ve bu iki dünya birbirini tanımaz. Biri öteki ile ilişkide değildir. Bu çelişki Osmanlının yıkılışının en önemli nedenidir. Özgürlük çağında bir ulusun yarısını tutsaklık altında tutmak olmaz. Böyle ileri bir çağda eski çağlar adetlerini sürdürmeye olanak yoktur.
Toplumumuz içten içe kokuşuyor.
Kadın bu koşullar altında annelik, eşlik, eğiticilik, arkadaşlık görevlerini yerine getiremiyor” Osmanlının çağdışına düşüş nedenlerinden en önemlisi Avrupa’da basımevi (matbaa) 15. yüzyılın ilk yarısında devreye girdi. Osmanlı’da ise
18. yüzyılın ilk çeyreğinde bile matbaadan uzak 300 yıl yaşandı. Osmanlıda
ilk kitabın basıldığı 1727’den Harf Devrimi‘nin gerçekleştirildiği 1928 yılına dek eski yazıyla 25.000 kitap basıldı. 1923’te Anadolu’da, on bir milyonu
okumaz yazmasız on iki milyon insan yaşamaktaydı.
Cumhuriyetten önce kadının toplumsal yaşamda bir yeri ve değeri yoktur.
Kadın anayasa ve yasalar karşısında sorumlu bir yurttaş olarak görülmez,
eğitim olanaklarının kısıtlılığı, tutucu ve yanlış inanışlar yüzünden, yaşamda etkin, erkeklerle eşit olarak katılması olanaksızdır. Özetle kadın, çok eskilerden beri haksızlığa uğramıştır. Osmanlı geç döneminde hızlanan yenilik hareketleri içinde Atatürk’ün önderliğinde kadın her alanda çok önemli görevler üstlenmiş ve bu görevleri başarı ile yerine getirerek Cumhuriyetin ilanında büyük etki ve katkılar sağlamıştır.
Kurtuluş savaşı yıllarında Türk kadınının erkeklerle mutlak bir dayanışma içinde, cephede ve cephe gerisinde büyük bir kararlılıkla bağımsızlık mücadelesine katıldıkları görülür. Kadınlar, yalnızca İstanbul değil,
Anadolu’da da etkinliklerini artırmışlar, düşman işgaline karşı ulusal direniş ruhunu oluşturmada etkili olmuşlardır. Bunun en büyük göstergesi, merkezi Sivas’ta olmak üzere Anadolu Kadınları Müdafaa-i Vatan Cemiyeti’nin kuruluşudur. Cemiyet, Sivas Valisi Reşit Paşa’nın eşi Melek Reşit Hanım ve arkadaşları tarafından kurulmuş, kısa sürede Anadolu’nun birçok kentinde şubesi açılmıştır. Kurtuluş Savaşı boyunca büyük hizmetler gören Cemiyet, Atatürk’ün büyük takdirini kazanmıştır. Bunun dışında Hilal Kadınları Cemiyeti, Hilal-i Ahmer, Mali Sandıklar, Aydın Muavenet-i Hayriye Cemiyeti
ve yardım komiteleri bu dönemin öbür önemli kadın örgütleridir.
Milli mücadeleye hazırlık günlerinde tüm ulusça kadın erkek bir araya gelip duygu ve düşüncelerinin çok coşkulu ve içten bir biçimde dile getirildiği birtakım miting ve toplantılar düzenlenmiştir. Bunlardan ilki Redd-i İlhak Milli Heyeti’nin 14–15 Mayıs 1919 gecesi yaptığı çağrı üzerine, İzmir’de yapılmıştır. İstanbul’da ilk kadın mitingi ise 19 Mart 1919 Asri kadınlar Cemiyeti üyeleri tarafından düzenlenerek işgal güçleri protesto edilmiştir.
İzmir’in işgalinden iki gün sonra Üsküdar kız kolejinde yapılan toplantıya katılan kadınlar ve konuşmacı olan Halide Edip bu işgali şiddetle kınamışlardır. 18 Mayıs 1919 İstanbul Darülfünu‘nda yapılan toplantıda
bir kadın “Kim demiş bir kadın küçük şeydir, bir kadın belki en büyük şeydir.” diyerek Türk kadınının erkeği yanında mücadeleye hazır olduğunu haykırmıştır. 19 Mayıs 1919’da yapılan Fatih mitinginde ise kadınlardan Halide Edip,
Meliha ve Naciye hanımlar şunları söylüyordu :
- “Müslümanlar, Türkler, Türk ve Müslümanlar bu gün en kara gününü yaşıyor. Gece karanlık bir gece… Fakat insanın hayatında sabah olmayan gece yoktur. Yarın bu korkunç geceyi yırtıp parlak bir sabah yaratacağız.”
Aynı mitingde konuşan Meliha Hanım, vatanın içinde bulunduğu durumdan kurtarılması için canların feda edilmesi gerektiğini belirtecektir.
20 Mayıs 1919’da İstanbul’da Doğramacılarda yapılan mitingde Asri Kadınlar Cemiyeti adına Sebahat Hanım yaptığı konuşmada özellikle kadınların
milli duygularını harekete geçirerek mücadele isteği yaratan şu sözlere
yer vermiştir :
”İşte hayatı, ruhu Türk olan İzmir’i bugün Yunanlar aldılar, belki yarın sinemizden bir şey, kalbimizden bir hayat koparır gibi birer birer Konya’mızı, Bursa’mızı, hatta bütün güzellikleri ile çok sevgili İstanbul’umuzu isteyecekler. O zaman bu hayatımıza zehirli tırnaklarını takıp her fırsatta bizi biraz daha ölüme yaklaştıran bu kahredici kuvvetler karşısında yine bu sükût ve tevekkülle mi yaşayacağız? Ben buna hayır diyorum, biz kadınlar bu hak cihadında en önde olacağız ve medeniyete riyalar söyleyen varlıklara her zaman lanetler, lanetler.” Naciye ve Zeliha Hanımlar çok etkileyici konuşmalarında kadınların bağımsızlık mücadelesinde azim ve kararlılıklarını dile getirmişlerdir.
30 Mayıs 1919, Sultan Ahmet mitinginde Şukufe Nihal, vatanını çok sevdiğini belirterek, “Aziz vatan beşiğimiz senden, mezarımız yine sen olacaksın.” sözleriyle dinleyenleri galeyana getiriyordu.
13 Ocak 1920, Sultan Ahmet meydanında “İstanbul Türk’tür ve Türk kalacaktır” konulu, 150.000 kişinin katıldığı bu mitingde, Nakiye Hanım konuşmasında şöyle der :
“Efendiler, size memleketin bir kadını sıfatıyla hitap ediyorum. Fatih’in, Selim’in, Süleyman’ın mezarını, ecdadının ebedi abideleri olan camileri, türbeleri bırakıp çıkacak içinizde bir erkek var mıdır? Ben tasavvur etmiyorum, çıkmayacaksınız, bırakmayacaksınız, biz de daima sizinle beraber olacağız. Hayatından ziyade sevdiği evladını vatan sevgisine feda eden kadınlarımızın canı gibi sevdiği İstanbul için canını feda edeceğine elbette inanırsınız. Önümüzde açık iki yol var; biri tarihimize şanımızla devam etmek,
diğeri gözlerimizle beraber tarihimizi de kapayıp ebediyete götürmektir.”
Nakiye Hanım bu konuşmasıyla kadınların, erkeklerin yanında olduğunu
ifade ederken, Türk Milletinin ne yapması gerektiğini de vurgulamış oluyordu.
Bu faaliyetlerde Halide Edip, Şükufe Nihal, Nakiye (Elgün), Münevver, Saime, Meliha, Sabahat, Naciye gibi kadınlar öylesine bir cesaret ve vatan sevgisiyle konuştular ki, basında çoğu sansür edildi. Haklarında tutuklama emri verildi. Bunlardan Halide Edip ve Münevver Saime Anadolu’ya kaçarak milli mücadeleye katılmışlardır. Böylece milli bir heyecan yaratarak öbür kadın ve erkeklere örnek olmuşlardır.
Bilindiği gibi İstiklal Savaşı Türk Ulusu için bir ölüm kalım savaşı idi.
Bunun bilincinde olan Türk kadınları da cephede orduya katılarak kahraman Mehmetçiklerimizle birlikte savaşmışlardır. Halide Edip, Asker Saime, Kılavuz Hatice, Tayyer Rahmiye, Fatma Seher (Kara Fatma), Gördesli Makbule, Binbaşı Ayşe, Nezahat Hanım, Süreyya Sülün Hanım, Ayrıca ismi bilinmeyen pek çok kadın cephe ve cephe gerisinde hizmet görmüştür. Türk kadınının rütbeli olarak Ordu’ya ilk girişi bu dönemde olmuştur. Özverili etkinlikleri ve gösterdikleri kahramanlıklar milli mücadelenin önderi Mustafa Kemal Paşa tarafından
büyük takdirle karşılanmıştır.
Yalnızca Türk ulusu için değil, tüm insanlık için bir onur simgesi olarak tanımlanan ulusumuz ve pek çok ülke için gerçek anlamda aydınlanma öncüsü olan Atatürk’ün en büyük eseri Laik, Demokratik Türkiye Cumhuriyetidir.
Amacı, her yönü ile ileriye dönük kadın erkek bütün dinamikleri ile devletin temelinde bütünleştiren, ulusal kültürümüzü çağdaş uygarlık aşamasının
en yüksek düzeyine taşımaktır.
Bu sonsuz projede Türk kadınının toplumdaki yeri ve değeri konusunda gerçekleştirilen yenilikler Türk kadını ve toplum için Uygarlık aşaması olarak tarihi bir dönüm noktasıdır.
Büyük Atatürk 1923’te İzmir deki konuşmasında şöyle der :
“Şuna inanmak lazımdır ki, dünya yüzünde gördüğümüz her şey kadının eseridir.”
Bu sözleriyle kadının zevkini, zekasını, yaratıcılığını ve cesaretini bir kez daha vurgulamıştır.
1927’de İstanbul’da Kadınlar Birliği tüzüğüne “Kadına siyasal haklar sağlamak için çalışacağı” yolundaki madde eklenir. 23 Mart 1931’de çıkan Belediye Yasası ile kadınların belediye seçimlerine katılmaları sağlanmış olur. Önce Teşkilatı Esasiye Kanunu’nun (Anayasanın) 10. ve 11. maddeleri değiştirilir.
5 Aralık 1934’te çıkan yasayla kadınlarımıza milletvekili seçiminde “oy verme
ve seçme, seçilme hakkı” tanınır. Böylece Türk kadınının Türk erkeği ile
tam anlamı ile eşit düzeye gelmesi sağlanmış olur. Olay dünya çapında
yankılar yaratır, birçok ulusun kadınına örnek olur.
Aklın ve başarının cinsiyeti yoktur. Ulusumuzun ölüm kalım savaşı verdiği
Milli Mücadele döneminde Türk kadını, vatanın kurtarılması için yardım toplamak, insanların cesaret ve mücadele gücünü artırmak için mitingler, toplantılar yapmak, dernekler, vakıflar, birlikler kurarak birlikteliği ve ortak
güç sağlamak azmini ayakta tutma çabası ve başarısı içinde olmuştur.
Cephede bizzat çarpışan kadınlar olmakla birlikte, cephe gerisinde de her alanda erkeklerin yanında çok yararlı hizmetlerde bulunarak ülkemizin kurtarılmasında çok büyük katkı sağlamışlardır.
Kadını ve erkeğiyle omuz omuza yürütülen mücadelelerle kazanılan Kurtuluş Savaşından sonra kurulan “Türkiye Cumhuriyeti”, Ulusun çağdaş ve demokratik bir yönetime kavuşmasının başlangıç noktası olmuştur.
Kadınlar ancak Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte toplumsal ve siyasal haklarına yasal olarak kavuşabilmişlerdir. Başta eğitim olmak üzere her alanda gerçekleştirilen Devrimler, kadının yasal ve yapısal yönden konumunun yükseltilmesi ve hak ettiği yere gelmesini sağlamıştır. Türkiye Cumhuriyetinde kadınlara oy verme, seçme ve seçilme hakkı 5 Aralık 1934’te tanınmıştır. Bu hak, Türk kadınının kurtuluş savaşında her alandaki başarılı çalışmalarının sonunda elde edilmiş en önemli insan ve birey hakkıdır.
Atatürk’ten sonra toplumda kadının gücünün yeterli kullanılamaması sonucunda başta laik eğitim sistemi olmak üzere Türk kültürünü oluşturan değerler ve kurallar giderek yok olmaktadır.
1978’de UNESCO tarihinde ilk ve tek kez 156 üyenin oybirliği ile onayladıkları belge şöyledir:
- “Atatürk kimdir! Atatürk uluslararası anlayış, işbirliği, barış yolunda çaba göstermiş üstün kişi, olağan üstü devrimler gerçekleştirmiş bir inkılapçı, sömürgecilik ve yayılmacılığa karşı savaşan ilk önder, insan haklarına saygılı, dünya barışının öncüsü, bütün yaşamı boyunca insanlar arasında renk, dil,
ırk ayırımı göstermeyen, eşi olmayan devlet adamı,
Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu.”
Yüce Atatürk’ün en büyük yapıtı olan laik demokratik Türkiye Cumhuriyetimiz, her yönüyle ileriye dönük, ulusu, kadın-erkek bütün dinamikleriyle
devletin temelinde buluşturan büyük bir toplumsal değişim ve gelişim tasarımıdır. Atatürk 1923’teki
“Bizim toplumumuzun başarı gösterememesinin nedeni kadınlarımıza karşı gösterdiğimiz ilgisizlik ve kusurdan doğmaktadır.”
sözüyle de çağdaş toplumun yaratılmasında kadının toplumdaki yeri ve önemini bir kez daha vurgulamıştır.
Cumhuriyetle birlikte kadınlarla ilgili pek çok yasa çıkmasına karşın,
Atatürk’ün ölümünden sonra ortaya çıkan tablo Türkiye’nin başta eğitim, ekonomi, sağlık ve sanat olmak üzere her alanda gelişmiş ülkelerin gerisinde olmasıdır.
Bunun en önemli nedeni, kadının yine her alanda özellikle politikada
erkeğin çok gerisinde kalması ve dengelerin kurulamamış olmasıdır.
Dünya ve demokrasi kültürü, kadın-erkek, gece-gündüz, sıcak-soğuk vb. dengeler üzerine kurulmuştur.
Atatürk’ten sonra toplumda kadının gücünün yeterli kullanılamaması sonucunda ülkemiz; başta laik eğitim sistemi ve Aydınlanma düşüncesi bir kenara itilerek günümüzde hızla emperyalist güçlerin denetimi altına girmeye başlamıştır. Oysa Atatürk on beş yıl gibi bir ülke için çok kısa sayılabilecek
bir sürede ırk temeline dayandırmadığı bir ulusu “Ne mutlu Türküm diyene!” tümcesiyle kucaklayıp kutlamıştı.
-Türkiye Atatürk’ten sonra kadın saygınlığının en düşük düzeyini bu dönemde yaşamaktadır
-Toplumda Türk Kültürünü oluşturan değer ve kuralları giderek yok olmaktadır
-Sorunlar şiddet yoluyla çözülmeye başlamış, işsizlik, eğitimsizlik,
ekonomik sıkıntılar şiddeti daha da artırarak yaşamayı zorlaştırmıştır
-Ülkemizin tüm zenginlikleri özelleştirme ve Küreselleş(tir)me uğruna yağmalanmakta, satılmaktadır
-Milli eğitime dinci eğitim egemen olmaktadır
-Toplumda her türlü gericilik, bölücülük, şeriatçılık, tarikatçılık ve özellikle kadına yönelik her türlü şiddet giderek artmaktadır.
-Oysa 1926 Türk Medeni Kanunu kadına en çok değeri vermiştir.
Sonuç olarak:
Atatürk’ün ulusçuluğunu, demokrasi anlayışını, laikliği, eğitim anlayışını,
kültür politikasını, Türk kadınına verdiği hakların önemini ve değerini anlayamadık, anlatamadık.
Allah’ın bir lütfu, en büyük şansımız Atatürk, gençliğe ve tüm ulusa hedef olarak çağdaş uygarlığı yakalamayı ve hatta en önlerde yer almayı göstermiştir. Atatürk on beş yılda ümmetten çağdaş ve özgür bir ulus yaratmıştır.
O’nun ölümünden sonra gelen veya getirilen hiçbir lider O’nun gösterdiği yoldan gidememiştir. Çözüm gene Atatürk’çü düşünce, her çağda çağdaşlıktır.
Çağdaş kadın çağdaş toplum yaratır. Aklın ve başarının cinsiyeti yoktur.
Prof. Dr. Taciser ONUK
Ankara, 09 Aralık 2013