Etiket arşivi: DSÖ (Dünya Sağlık Örgütü)

KOVİT-19 SALGININDA GÜNCEL DURUM.. TÜRKİYE ve DÜNYA

Dostlar,

23 / 23 Ağustos 2022 gece yarısı saat 00:00 – 00:30 arasında TELE1‘de Sn. Tuncay Mollaveyisoğlu‘nun “Anında Manşet” programına konuk olduk.

Kovit-19 salgını gündemden düşürülmek isteniyor. Ama “Virüs”, DSÖ (Dünya Sağlık Örgütü) Başkanı Dr. T. A. Gebreyesus’un dokunaklı söylemiyle “.. çekip gitmiyor..”!

Sağlık Bakanlığı günlük “sınırlı” veri açıklamayı da bıraktı. Sözde haftalık “çok sınırlı” veri paylaşıyor ancak o da çok düzensiz ve sayısal verileri derinlemesine çelişkili.

Takvim şu anda 27 Ağustos 2022 (05:07) ancak Sağlık Bakanlığının resmi web sitesinde yer alan son veri aşağıda (Covid19 (saglik.gov.tr).

21 Ağustos 2022 günü paylaştığımız bir cik (tweet) iletisinde şunları yazmıştık :

  • Yurttaşlar, son 3 hafta kovit ölümleri, Bakanlık resmi verisi:
  • 25.7.-1.8 2022: 337, günlük 48
  • 1-7 Ağust. 380, günlük 54
  • 8-14 Ağust. 342, günlük 49
  • Kapalı yerlerde maske zorunlu olmalı,
  • 12+ yaş cocuklar hızla aşılanmalı.
  • Salgın hala ciddi, siz de Bakanlık da onu çok ciddiye alın lütfen.

Son 3 haftada her gün ortalama 50 dolayında yurttaşı Kovit’e kurban veriyoruz..
Resmi rakam bu, gerçeği olasılıkla bunun 2-3 katı!!??

Ancak AKP’li Sağlık Bakanlığı sus pus… Olacak şey değil..
Kağnı hızıyla ilerleyen güncellenmemiş aşılama dışında hemen hiçbir önlem yok.

Yoğun bakımda yatan hasta sayısı gene Sağlık Bakanlığı resmi verisiyle 975 ve hemen heme 2 aydır bu sayı sabit!

Oysa böylesi bir durumun matematiksel olasılığı sıfıra çoookkkk yakın!
AKP bizimle ve dünya ile dalga geçiyor. Ne söylesek boş. Uluslararası istatistiklere de veri yollamıyor. Yolladıkları ise evlere şenlik ve hiçbir tutarlık taşımıyor..

Böyle ciddiyetsizlik ve halka, dünya kamuoyuna saygısızlık olmaz! Utanıyoruz sizin yerinize. Hiçbirşey yokmuş gibi davranıyor, hiçbir önlem almıyorsunuz ve her gün “resmen” 50 dolayında masum insanımızı büyük ölçüde korunulabilecek bu hastalığa feda ediyoruz.

Çoğu önlenebilir bu ölümlerin sorumlusu AKP iktidarıdır. Ülkede her şeyi berbat ettikleri gibi, en temel insan hakkı olan YAŞAM HAKKINI bile hiçe saymaktalar.

Kimsenin yanına kalmaz.. gün olur, bu hesaplar yargıda sorulur..

2 yıldır ölüm istatistiklerini de açıklamayan ceberrut bir iktidar ile yüz yüzeyiz.

İktidar, insanların sabrı ile oynuyor ve adeta isyana kışkırtıyor, karmaşa çıksın istiyor!? Ardından da ver elini OHAL, OHAL altında seçim ya da seçimleri erteleme.. Ya sabır!
***
Yaklaşık yarım saat Sn. Mollaveyisoğlu ile bu konuları konuştuk ve soruları yantladık. Örn. 2 aydır ısrarla vurguluyoruz;

  • 12+ yaş çocuklara Temmuz ve Ağustos’ta 2 aşı… Okullar Eylül’de açılacak ve bu aşılama da yapılmadı, 27 Ağustos’a geldik..

Program 3 saati aşkın.. Bizim konuşmamız 2. saat 39. dakikada başlıyor..

Dünyada ve Türkiye’de durumu, olası gelişmeleri, rikleri ve yapılması gerekenleri sunduk. Halkın kendisini koruması gerek. Kapalı alanda maske ve aşıları zamanlı yaptırmak önemli.. Okul çocuklarının aşıları da..

  • Hep vurguluyoruz;
  • Ülkemiz AKP’nin kurgulu politikalarıyla KORKUNÇ BİR YOKSULLAŞTIRMA yaşamakta..
  • Bu koşullarda sonbahar ve özellikle kışın salgın çok ağır gidebilir ve çok can alabilir.
  • Halk yoksul, beslenemiyor, morali bozuk, işsiz, umutsuz…
  • Bu koşullar bağışık sistemi çok zayıflatır, direnci kırar..
  • Üstünde özellikle durulmalı bu çok kırılgan yanımızın..

Basın ve muhalefet salgını gündemden düşürmemeli..

TELE1’e ve Sn. T. Mollaveyisoğlu’na duyarlığı için teşekkür ederiz.
Programın izlenmesi, paylaşılması ve yararlı olması dileğiyle..

Ne var ki, bilgisayarımızın kamerası açılmadı ve görüşmede bir fotoğrafımız ekrana verilerek salt sesli yapılabildi..

Sevgi ve saygı ile. 27 Ağustos 2022, Tekirdağ

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
Hekim, Hukukçu-​Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (​Mülkiye​)​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik    

 

 

Haziran 2022 sonu TV programlarımız

Dostlar,

Geçtiğimiz hafta katıldığımız TV programlarını paylaşmak istiyoruz..

28 Haziran 2022 günü sabah 09:00 – 09:50 arasında ARTI TV‘de Sn. Nazım Alpman‘ın konuğu olduk.
Kovit-19’da başlayan YAZ DALGASI konumuzdu.

Özellikle çocukların yazın aşılanması…

Kaldırılan korunma önlemlerinin yeniden dikkate alınması..

Ağır ekonomik bunalım ve salgına olumsuz yansımaları..

Sonbaharda ağırlaşabilecek tablo ve alınması gereken önlemler..

Ayrıca AKP iktidarının yıl ortasında 2022 bütçesini bitirmesi ve halktan haksız – adaletsiz vergilerle yaklaşık 1,1 trilyon TL daha istemesine de değindik. Sömürülerek yoksullaştırılan Emekçinin vergisi, varlıklıların kur korumalı mevduatına aktarılıyor. AKP = RTE, yoksuldan alıp varlıklıya veriyor, yoksullaşTIRıyor halkı. Oysa 3 Kasım 2020’de iktidar olduklarında “3 Y”  ile savaşacaklardı : Yoksulluk, Yasaklar, Yolsuzluklar..
3 alanda da ülkemizi batırdılar, bir yandan da halkı kutuplaştırıp dincilik şırınga ederek..  Ek bütçe de VARLIK – SERVET vergisi yok! Oysa tam da zamanı!! Salgınla savaşa da para yok!

İzlemek için tıklayınız : https://youtu.be/cub2fHqSgvM

İzlenmesi, paylaşılması ve yararlı olması dileğiyle..


***
29 Haziran Çarşamba günü saat 14:00’te NOKTA TV‘de Sn. Ezgi YEŞİLTEPE ile gene salgını konuştuk. Dünyadan verilerle ve Türkiye’nin açıklanmayan, halının altına süpürülen verileriyle.. Uluslararası istatistiklerden çekilen Türkiye.. TÜİK‘in 2021 Haziran’ından sonra bu yıl da ölüm istatistiklerini yayınla(YA)madığı ülkemiz.. Ne denli utanç verici ve insana saygısız, hukuk dışı!

DSÖ (Dünya Sağlık Örgütü) “salgın bitti” demediği, hatta tersini söyleyerek uyardığı ortamda salgını siyaseten bitirmek isteyen bir iktidar..

  • DSÖ, 110 ülkede salgının artarak sürdüğü uyarısı yapıyor.

İzlemek için lütfen tıklayınız (38 dk.) : https://youtu.be/WMreeygzPdI

https://twitter.com/noktatv24/status/1542056518933270530?s=24&t=GcgsRE70rJeoKHp1IsmcRA

***
Aynı gün, 29 Haziran 2022 akşamı 19:30’da ise, Viyana’dan yayın yapan DÜZGÜN TV‘de Sn. Serdar ALTUN ile birlikte olduk.

Dünyadan salgın verilerini paylaştık. Önceki günlerde TV konuşmalarımız, kısa demeçlerimiz ve sosyal medya hesaplarımızda yaptığımız uyarılar, sergilediğimiz açık çelişkiler ve yönelttiğimiz sorularla, Sağlık Bakanlığınca “bir miktar” veri paylaşılmıştı.
Bakanlığın çok sınırlı verileriyle, salgının yeniden tırmanışa geçtiği açıkça görülmekte idi.  Nisan içinde uyarmıştık, Sağlık bakanlığı böylesine hızla gevşer ise, “belki yazın değil ama” diye başlayarak sonbaharda ciddi bir dalga ile karşılaşabileceğimiz uyarısını yineleyerek yapmıştık. Ne yazık ki, sonbahara kalmadı! “Yaz salgını” nın içindeyiz!

Kapsamlı değerlendirmeyi izlemek için lütfen tıklayınız… (58 dk.)

****
1 Temmuz 2022 gecesi saat 21:00’de ise bir “tweet odası söyleşisi”nde idik.
Mersin’den Sn. Nizamettin TAŞKENT ve ark.nın konuğu olduk.

Yaklaşık 1 saat içinde, yandaki görselde izleneceği üzere 3 konuyu ele aldık.
İlk konuyu Mülkiye şapkamızla işledik.
2. ve 3. başlıkları hekim kimliğimiz ve ilk konuyla bağlantılı olarak irdeledik. Her konu için yaklaşık 20 dk. ayırdık. Sonunda, Söyleşi Odasına katılanların sorularını yanıtlamaya çalıştık.

Son olarak Erdoğan’ın 3. kez aday olamayacağını, ancak erken seçimle bu şansının olabileceğini belirttik. İktidar bir oldu bitti yapabilir, YSK (Yüksek Seçim Kurulu) adaylığı kabul edebilir… AKP oyunlarına hazırlıklı olunması gereğini vurguladık. 1982 Anayasası, çok kapsamlı değişiklikler geçirse de yürürlükte ve md. 101/2 çok net :

  • “Cumhurbaşkanının görev süresi beş yıldır. Bir kimse en fazla iki defa Cumhurbaşkanı seçilebilir.”

Tek çıkış yolu md. 116/3’te var, erken seçim…

  • “Cumhurbaşkanının ikinci döneminde Meclis tarafından seçimlerin yenilenmesine karar
    verilmesi halinde, Cumhurbaşkanı bir defa daha aday olabilir.

Bu durumda, Haziran 2023’te yapılması gereken seçimden herhalde 1-2 ay öncesini “erken seçim” saymak olanaklı değildir. AKP = RTE bu yolu denese bile, Muhalefet kuşkusuz “yutmayacaktır”, çünkü Anayasa d. 116/1, erken seçim için 360 oy istiyor.. Bu da Cumhur İttifakı AKP+MHP’de yok! Muhalefetin “evet” demesi zorunlu :

  • Anayasa md. 116/1 : “Türkiye Büyük Millet Meclisi, üye tamsayısının beşte üç çoğunluğuyla seçimlerin yenilenmesine karar verebilir. Bu halde Türkiye Büyük Millet Meclisi genel seçimi ile Cumhurbaşkanlığı seçimi birlikte yapılır.”

Konuşmamızı ve soru-yanıtları DİNLEMEK için lütfen tıklayınız (10. dakikadan sonra biz başlıyoruz konuşmaya) :

Play recording: Prof.Dr.Ahmet Saltık ile Ülke Gündemi, gıda güvenliği ve pandemi (twitter.com)

İzlenmesi, paylaşılması ve yararlı olması dileğiyle.,

Bu arada, “Kovit-19 Yaz Dalgası” nedeniyle yurttaşlara çağrımız ve uyarımızı içeren tweet iletimiz yarım milyona yakın kişi tarafından okundu!

Hacılar ve Kurban Bayramı, salgın yönetiminin 2 yumuşak karnı…
AKP’den hayır yok… Yurttaşlar “başının çaresine” bakmalı..
Yazık bu ülkeye ve masum insanlarına..

Sevgi ve saygı ile. 04 Temmuz 2022, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
​Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (​Mülkiye​)​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik

 

 

KOVİT-19 SALGININDA “YENİ ve EŞİ GÖRÜLMEMİŞ VARYANT” OMICRON

KOVİT-19 SALGININDA
“YENİ ve EŞİ GÖRÜLMEMİŞ VARYANT” OMICRON

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimci (Mülkiye)
ADD Bilim Kurulu 2. Başkanı
www.ahmetsaltik.net profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik twitter : @profsaltik

Bilindiği gibi 09 Kasım 2021 günü Güney Afrika’dan DSÖ’ye (Dünya Sağlık Örgütü) yeni bir varyant bildirildi. DSÖ bu son varyanta OMICRON adını verdi ve yayılma yeteneğinin “yüksek” olduğunu bildirdi. Başlıkta yer verdiğimiz şu betimlemeyi de ekledi.

• EŞİ GÖRÜLMEMİŞ BİR MUTASYON…

Salt dikensi çıkıntı proteininde (Spike protein) 35 dolayında mutasyon var virüsün RNA’sında.
SARS-Cov-2 adı verilen Covid-19 hastalığı etkeni virüsün kendisi de bir mutasyon ürünü idi.
Pangolin ve yarasalar arasında bulaşın (enfeksiyonun) geçişi sırasında SarsCov-2 adı verilen
mutasyon ürünü virüs oluştu ve bir “çevresel zoonotik” hastalık olarak küresel – kıtalararası salgına (pandemiye) neden oldu (2020 yılı başı).

SARS-Cov-2 adlı Covid-19 etkeni virüs, 2020’nin ilk günlerinde bu adı aldıktan sonra, aradan geçen yaklaşık 2 yılda çok sayıda mutasyon geçirdi. Bunlardan salgın açısından önemli olanlar “varyant” (VoC) olarak adlandırıldı ve DSÖ’nce Grek (Yunan) abecesinden (alfabesinden) harflerle ad verildi. İlki “α varyantı” olarak tanıtıldı, Güney Afrika kökenliydi ve İngiltere’de yakalandı. Sonki gene olasılıkla G. Afrika kaynaklı ve bu ülkece 9 Kasım 2021 günü DSÖ’ne duyuruldu.

Son verilerle Kovit-19 salgını nedenli küresel ölüm sayısı 5,270,472; olgu (vaka, hasta) sayısı ise 266,101,055 (05.12.2021). Türkiye’de “resmi” ölüm sayısı 77,830 ve olgu sayısı
8,901,117. Bunlar elbette “resmi” ya da yakalanabilen ve kayda alınabilen / alınan sayılar,
buzdağının ucu. DSÖ’nün uyarılarına göre gerçek sayılar, açıklananların 3 – 3,5 katı dolayında.
***
Mutasyon, bulaş nedeniyle olmakta. Bir insandan bir başka insana bulaş gerçekleşmedikçe
virüs çoğalma davranışı sergileyemediğinden, bu sırada, kendisini klonlarken (replication) yaptığı hatalara bağlı mutasyon da söz konusu değil. RNA’sını kopyalayarak çoğalırken, 36 bin dolayındaki bazdan (nükleotid) birinde ya da birkaçında sıralama hatası (sequencing error) olabiliyor. Bu biyolojik olgu “mutasyon” adını alıyor.

Mutasyon biyolojik bir süreç ve sürekli. Tüm canlılarda beli olasılıklarla (genellikle E-05) gerçekleşmekte. Örn. grip virüslerinin RNA’sı her yıl %7 gibi yüksek bir oranda mutasyona uğramakta ve bu yüzden grip aşıları her yıl güncellenmek zorunda.

Mutasyon, -virüsler dahil- canlıların yaşamda kalma ve uyum sağlama çabalarının ürünü.
Olumlu yönde mutasyonlar canlının değişen yaşam – çevre koşullarına uyumunu ve sağkalımını
(survival) sağlarken, tersi yönde mutasyonlar ise doğal ayıklanma (natural selection) sonucu ile
yaşamdan dışlanma (ölüm!) anlamına geliyor.

Son 2 yılda, SARS-Cov-2 virüsünde (Koronavirüs) gözlemlenen kayda değer (variant of concern, VoC) mutasyon sayısı 10’u aştı.

  • OMICRON varyantı, DSÖ’ne göre “ENDİŞE VERİCİ, EŞİ GÖRÜLMEMİŞ BİR MUTASYON” varyantıdır.

Virüsün insan hücresine girişte kullandığı dikensi çıkıntıda (Spike) yer alan proteinlerin
mutasyon sonucu değişimi, hücrelerimizin bu virüsle daha önce karşılaşmış bile olsa onu
tanıyamaması riski doğuruyor. Bunun uygulamada karşılığı, AŞIDAN KAÇMA ve YENİDEN BULAŞ (re-enfeksiyon)!

Sağlık Bakanı Dr. Koca ülkemizde henüz OMICRON varyantına rastlanmadığını belirtmekte ancak ne oranda gen dizilim incelemesi (sequence analyse) yapıldığı açıklanmıyor. İngiltere’de her hafta pozitif PCR testi sonuçlarının yaklaşık %20’si, ki bu 60 bin dolayında olguya (vakaya) karşılık geliyor, gen dizilimi incelemesine alınıyor. Dolayısıyla varyantları erken yakalama olanağı oluyor.

ABD’de geliştirilen ve FDA’dan, ivedi kullanım onayına ek olarak tam ruhsat (Lisans) da alan
Moderna ve Alman-ABD ortak ürünü BioNTech&Pfizer firmaları, OMICRON’un aşılardan kaçması ve bu aşıların güncellenerek son varyanta karşı da koruyucu / etkili olması için sırasıyla 6 hafta ve 100 (yüz) gün gerekebileceğini açıkladılar. Henüz tam bilinmemekle birlikte,

  • OMICRON varyantı aşılardan kaçabilir ve bu olumsuz senaryoda tüm küresel toplum, iyimserlikle, 3 aya dek uzanan bir süre tümüyle korunmasız kalabilir!

Bu, KARANLIK BİR PENCERE DÖNEMİ‘dir ve ürkü (panik) göstermeden Küresel ölçekte hazırlıklı olmayı gerektirir. Çok ciddi bir durum.. 2 yıl boyunca “virüs yaşamımızdan çekip gitmedi”.. Tersine yönde mutasyonlarla varlığını sürdürdü ve salgın savaşımımızı epey güçleştirdi. Henüz bilgilerimiz çok sınırlı. Klinik gidişin örneğin Delta varyanta göre daha hafif olabileceği ancak %40 dolayında daha bulaştırıcı olduğu ön veriler içinde. Daha çok bulaştırıcılık yüzünden, daha hafif klinik tablo yaratsa bile, ölüm sayısında azalma değil tersini beklemek gerek.

En kötü senaryo olarak Aşılardan kaçma durumunda bir karabasan tablosu bekliyor dünyayı.
Moderna 6 hafta, BioNTech&Pfizer ise en az yüz gün gerekeceğini açıkladı aşıların güncellenmesi için. Bu süre bir “karanlık pencere” dönemi oluşturabilir Küresel toplum için. Güncellenme başarılı olsa bile, bu “yeni” aşılarla dünya nüfusunu “sil baştan” aşılamak gerekecek. Çok büyük bir sorunsal..

8 Aralık 2020’den bu yana İngiltere’de başlanan aşılama süreci, 1. yılı bitirdiğinde adeta bir
düşkırıklığı ile yüz yüzeyiz. Temel neden ise tüm Küre nüfusunu bir seferberlik bilinci ile 2-3 ay
içinde AŞILAYAMAMIŞ olmamız. Bunda da hem AŞIYA ERİŞİM HAKKI hem de AŞI KARŞITLIĞI belirleyici rol oynadı. Her 2 sorunun da hızla aşılması gerek ve bu olanaklı.

Küresel aşı adaletsizliği sürüyor.. 8,14 milyar doz aşı yapıldı 1 yılda, Dünya nüfusu 7.9
milyar iken. Ama yoksul ülkelerde en az 1 doz aşılanabilen nüfus hala %6,2!

Neo-liberal yabanıl kapitalizmin utancı!

• Küresel salgın karşısında adeta DENETİMLİ BİR DEHŞET SENARYOSU izleniyor!!??

Dünya nüfusunun %54,9’u en az 1 doz aşılandı ve her gün ortalama 34,41 milyon doz aşı yapılıyor. Ama Kara Kıta Afrika’da aşılanma %5 dolayında. Bardağın boş tarafından bakıldıkta, 1,2 milyar nüfusun %95’inin Kovit-19 aşılarına erişemediği görülüyor hazin biçimde.

Küresel toplumun ağır sınavı sürüyor, özellikle Küresel efendilerin, neo-liberal vahşetin
baronlarının! Salgınla tehlikeli flörtü / valsi / kumarı bir yana bırakıp; BM (Birleşmiş Milletler)
öncülüğünde bir seferberlik kaçınılmaz.. Aşı adaletini sağlayarak, patent vb. akçalı (mali) engelleri aşarak, yoksul ülkelerin borçlarını erteleyip – öteleyerek, hafifleterek, silerek..

• 5 yaş üstünde tüm dünyalıları ETKİN / GÜVENLİ aşılarla 2-3 ay içinde aşılamak…
• Maliyet 1 doz aşı 10 $ alınırsa, 7 milyar 5+ yaş nüfus için 70 milyar $; 2 doz için 140 Bn $!

Asla kaldırılamayacak bir tutar değil. Toplam Küresel gelir 2020’de yaklaşık 80 Tr $. Tüm
Dünyalılara 2 doz aşı bedelini lojistik vb. hizmet giderlerini de katarak 200 Bn $ dersek,
2020 toplam Dünya gelirinin 1/400’ü! Bu yapılmadığında tablo çok yönlü çok ağırlaşıyor ve
İPLERİ ELDEN KAÇIRMA RİSKİ de var!

Aşı karşıtlarının akıl – bilim dışı savlarına teslim olamayız!

• 2-3 haftalık eş zamanlı KÜRESEL KAPANMAYI (global lockdown) gündeme ciddiyetle almak..

Bu arada, klasik korunma önlemlerini özenle sürdürmek her zamankinden daha gerekli :

✓ Uygun / standart maske ve dezenfektanlar; mutlaka sıkı nitelik (kalite) denetimleri
yapılarak,
✓ 1,5 – 2 m fiziksel korunma uzaklığı,
✓ başta el olmak üzere genel hijyen,
✓ kalabalıklardan – sosyalleşmeden olabildiğince kaçınma,
✓ kapalı alanlarda olabildiğince kısa süre kalma ve buraları kışın da etkin havalandırma..
✓ zorunlu olmayan gezi vb. eylemleri erteleyip – öteleme,
✓ toplumsal hareketliliği sınırlama
✓ Devletin sosyal destek programlarını sürdürmesi, eğitimi ve yasal yaptırımları uygulaması..

Örneğin 1593 s. Umumi Hıfzıssıhha Yasası’nın 94. maddesi çok net yaptırım tanımlamakta : Yinelenen aşılarını belgeleyemeyenler kamu ve özelde, büyük çiftliklerde işe alınmaz ve okullara sokulmazlar..

• Aşı karşıtlığı engelinin üzerine kararlılıkla gidilerek YAŞAM HAKKININ KORUNMASI…

“Türkiye’nin perişan halleri” aşağıda..


4-5 aydır her gün 20 -30 bin yeni hasta ve 200-300 arasında “resmi” ölüm!!..
Bu kıyımdır ve sürdürülemez, sürdürülmemelidir; daha iyi veriler olanaklıdır.
Türkiye’de salgın “öksüz” bırakılmıştır ve

• AKP iktidarı çok sayıda önlenebilecek hastalık ve ölümden, masum insanların
sağlıklı yaşam hakkından doğrudan sorumludur tarih önünde ve yargılanacaktır.

===================================================
https://www.birgun.net/haber/omicron-la-en-basa-donebiliriz-368375 07.12.2021

ADD web sitesi : chrome-extension://efaidnbmnnnibpcajpcglclefindmkaj/viewer.html?pdfurl=https%3A%2F %2F www.add.org.tr%2Fwp-content%2Fuploads%2F2021%2F12 %2FKOVIT-19SALGININDA-YENI-ve-ESI-GORULMEMIS-VARYANT-OMICRON.pdf&clen= 333975&chunk=true

Covid-19’dan ölen 250 bin kişinin yarısı kurtarılabilirdi | FORUM HAFTA SONU (5 ARALIK 2021) – YouTube

TELE1 TV Konuşmamız – 05 Aralık 2021

 

Karantina TV Programımız : 07 Ocak 2021

Dostlar,

07 Ocak 2021 Perşembe günü saat 20:00’de Karantina TV’de olacağız.. / OLDUK..

Kanal yöneticisi Sn. Recai AKSU ile konumuz :

Salgın Yönetimi Zora Giriyor :
Dünyada ve Türkiye’de Ne Yapmalı??

Özgür haber kaynağı Karantina TV’nin Youtube ve sosyal medya (facebokk, twitter) hesaplarında, canlı yayında idik. Herhangi birinden program izlenebilir, lütfen tıklayınız..

Salgın, küresel bir güvenlik sorunu durumuna gelmiştir ve DSÖ (Dünya Sağlık Örgütü) – BM
(Birleşmiş Milletler) işbirliğiyle BM Genel Kurulunda / Güvenlik Konseyinde ivedilikle görüşülerek;

TÜM DÜNYADA EŞ ZAMANLI EN AZ 2-3 HAFTA TAM KAPANMAYA GİDİLMELİDİR.

  • 1 saat boyunca Salgını kapsamlı olarak değerlendirdik.
  • Salgın artık Küresel güvenlik sorunu, BM Güvenlik Konseyi veya Genel Kurulda DSÖ (Dünya Sağlık Örgütü) ile görüşülmeli ve
  • tüm dünyada eşzamanlı 2-4 hafta küresel kapanma + yaygın aşı uygulanmalı;
  • küresel dayanışma tek çıkar yol; ALARM durumundayız.

Sevgi ve saygı ile. 07 Ocak 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik

Asemptomatik kişilerden COVID-19 PCR tetkiki istenmemesi pandemi ile mücadelede olumsuzluklara neden olacak

ANKARA TAPİP ODASINDAN CİDDİ UYARI

Ankara Tabip Odası

“Asemptomatik kişilerden COVID-19 PCR tetkiki istenmemesi pandemi ile mücadelede olumsuzluklara neden olacak”

DSÖ (DÜNYA SAĞLIK ÖRGÜTÜ) ve benzer kuruluşlar, COVID-19 pandemi döneminde yeniden normalleşmeye adım atarken; gevşeme sırasında tekrar güvenli bölgeden çıkılmaması, salgın denetiminin yitirilmemesi ve normalleşme süreçlerinin kesintiye uğramaması için ülkelerin başlıca üç konu ile ilişkili önlem alması gerektiğini belirtmişlerdir.

Bu tedbirler (AS: önlemler); Test kapasitesinin artırılması, Tedavi kapasitesinin güçlendirilmesi ve Koruyucu ekipman (AS: donanım) sağlama konusunda yeterli kapasitede olmak.

Normalleşme sürecinde ülkedeki test stratejisi ile

  • Tedavisi gereken ciddi olguyu hemen tespit (AS: saptama) ve tedavi edebilmeli
  • Hastalık şiddetinden bağımsız olarak şüpheli (AS: kuşkulu) vakayı tespit edip izole edebilmeli
  • Vakalar ile temas etmiş olanları da karantinaya almalıdır.

Salgının 1. dalgası ile mücadeleyi kazanmış ya da kazanmakta olan ve ölüm oranlarını düşük tutabilen ülkelerdeki başarının temeli çok test yapmaktır.

Özellikle, salgın kontrolünde (AS: denetiminde) uygulanan ve işe yaramış olan kısıtlamaların kaldırılması sırasında, bulaşma riskinin yüksek olduğu potansiyel durumların da yakın ve aktif izlemi önemlidir.

Bu nedenle bir yandan; aktif vakaların 24 saat içinde saptanması ve sonuçlanması, iyileşen olguların da “virüs taşımadıklarının” belirlenmesi sürdürülürken, test kapasiteleri de aşağıda belirtilen taramaları yapacak biçimde genişletilmelidir.

  1. Salgının yayılım riskinin yüksek olduğu, hastaneler ve toplu yaşanan, çalışılan kurumlarda, risk gruplarında (AS: kümelerinde) özellikle temaslılarda RNA testleri ile taramalar düzenli aralıklarla yapılmalı ve sürdürülmelidir
  2. Yeni bilgilere göre “asemptomatik “ olduğu halde –ki bu olgular enfekte olanların %30-40’lık bölümünü oluşturmaktadır- bulaşmada önemli rol oynamaktadır. Ayrıca çalışmalar, bulaşmaların en kalabalık ve kapalı ortamlarda gerçekleştiğini ve bu bulaşmaların %80’inden %10’luk kesimin sorumlu olduğunu göstermektedir. Bulaşmadan sorumlu olabilecek bu kişilerin tespit ve “izole edilme” lerini sağlayacak test stratejileri belirlenmeli ve sürdürülmelidir
  3. Hasta ya da olası kişilerle teması olan ve asemptomatik kişilerin de PCR testi ile taranmaları, bulaşma hızının denetimi için gerekir.
  4. Temaslılar, riskli hastalıkları olan kişiler veya onlarla aynı ev / işyerinde olanlar ile birarada bulunuyorsa hastalık yönünden taranmaları daha da önemlidir.
  5. Hastaların sağlığı ve salgının yayılımının engellenmesi açısından yararlı görülen kişi ve kurumlarda, risk kümelerinde özellikle temaslılarda RNA testleri ile taramalar sürdürülmelidir.

Ancak burada özetlenen bilimsel verilere dayalı önerilerden anlaşılacağı üzere, test kapasitelerinin artırılması büyük önem taşımaktayken, 18 Haziran 2020’de yapılan yeni bir düzenleme ile Halk Sağlığı Yönetim Sistemi üzerinden COVID-19 tanısı için PCR tetkiki istemi için “Asemptomatik kişilerden COVID-19 PCR tetkiki istenmemesi, PCR istemlerin e-imza ile yapılması kuralı” getirilmiştir.

Bu düzenlemenin gerekçesi anlaşılamamıştır.

Çünkü zaten duyurunun gönderildiği hastanelerde, gerekli görülen kişilerden COVID-19 tanısı için PCR tetkiki istemi Halk Sağlığı Yönetim Sistemi üzerinden başarılı bir şekilde yapılıp hasta kayıtları salgın yönetiminde ihtiyaç duyulan verilerin sağlanması için titizlikle ve eksiksiz bir şekilde tutulmaktaydı.

Ayrıca duyuru resmi bir yazı olmadan, bir mesajla duyurulmuş ve hastanelere düzenleme için yeterli vakit tanınmaksızın uygulamaya geçilmiştir.

Her ne kadar sonradan yapılan bir güncelleme ile;

-Ameliyat öncesi tarama “Vaka Takip Hastane” kullanıcılarına açıldı ve genel tarama menusu altından erişilebilir hale getirildi ancak ameliyat öncesi taramaya, yalnızca büyük ameliyat ve immunsupresif tedavi kullanan hastaların COVID-19 taramaları için veri girişi yapılmalıdır şeklinde bir uyarı eklendi.

Bu uygulamanın pandemi sürecine getireceği olumsuzluklar için görüşlerimiz şöyledir :

-Bulaşmada önemli rolü olduğu halde, bu nedenle tespit ve izole edilemeyecek olan asemptomatik olgular nedeniyle yeni kümeleşmeler ve odaklar salgın denetimini sekteye uğratacaktır.

-Havayolu şirketleri ve yabancı ülkeler, yolculardan COVID-PCR testi istemektedir. Ancak asemptomatik kişilerden PCR istenmemesi kuralı hava yolu şirketlerinin kuralıyla çelişmekte ve kişilerin seyahat etme hakkı kısıtlanmaktadır.

-Semptomları olmayan ama şüpheli kişilerden sırf PCR testi gönderebilmek için olmayan semptomların varmış gibi HSYS’ye girilmesi de mediko-legal sorunlara neden olabilecektir.

– Temaslılar ve riskli gruplarda yer alan kişilerin temaslıları (örn. Aile bireyleri) ve sağlık personelinin taranması engellenecektir.

– COVID-19 aynı zamanda bir nozo-komiyal enfeksiyondur. Hem sağlık çalışanı hem öbür hastalar için de bulaşma riski oluşturmaktadır. Opere edilecek ya da bağışıklığı baskılanmış bireylerle aynı servise yatırılacak hastaların COVID-19 açısından taranmaması önemli sonuçlara yol açabilecektir.

– Operasyon öncesi hastalardan, immunsupresif tedavi alacak hastalardan PCR tetkiki istenmesi hem Sağlık Bakanlığı Bilimsel,Danışma Kurulu’nun hem ulusal ve uluslararası uzmanlık derneklerinin rehberlerinde bulunmaktadır. Yapılan çalışmalar, asemptomatik olanlar dahil PCR (+) olan olguların ameliyat sonrası tromboemboli ve akciğer sorunları gibi komplikasyonlarının ve ölüm oranlarının yüksek olduğunu göstermektedir. Bu nedenle PCR (+) hastalarda durum acil değilse 28 gün süre ile işlem yapılmaması gerektiği bildirilmektedir. Bu kaygılar ile girişim yapılacak kişilerden PCR testi gönderebilmek için olmayan semptomların varmış gibi HSYS’ye girilmesi mediko-legal sorunlara neden olabilecektir.

Kendi paramızla her gün zehir tüketiyoruz

Kendi paramızla her gün zehir tüketiyoruz

Tayfun Özkaya

Prof. Dr. Tayfun Özkaya
tayfun.ozkaya@yurtgazetesi.com.tr
YURT Gazetesi, 12 Şubat 2016

Yediğiniz yaklaşık her 4 sebze veya meyveden 1’i resmi kuruluşlarca bile kabul edilemeyen düzeylerde tarım ilacı içeriyor. Vatandaş harekete geçmezse bu durumu hiçbir şey değiştiremeyecek. Bir grup uzmanla birlikte hazırladığımız bir metin ile bir imza kampanyası başlattık.

Change.org’da “Zehirli sebze ve meyve istemiyoruz. Belediyeler hallerde laboratuvar kursun” diye arayın veya aşağıdaki web sayfasını tıklayın:

https://www.change.org/p/zehirli-sebze-ve-meyve-istemiyoruz-belediyeler-hallerde-laboratuvarkursun.

Kısa bir video da burada bulunuyor. İmza sayısı 2500’e varmak üzere. Sosyal medyada arkadaşlarınızla da paylaşırsanız seviniriz. Bu alanda çalışan her gıda grubu, dernek vb. kuruluş bu kampanyayı kendi kampanyaları olarak görürse çok seviniriz. Kampanyada şunları yazdık:

– Temel gıda fiyatlarının arttığı, artan fiyatların üreticiye yansımadığı ortamda Akdeniz Üniversitesi Gıda Güvenliği ve Tarımsal Araştırmalar Merkezi tarafından yapılan araştırma, tükettiğimiz gıdaların bedelini yalnızca paramızla değil sağlığımızla da ödediğimizi göstermiştir. Araştırma sonuçlarına göre 2014’te semt pazarlarından rastlantısal olarak toplanan ve en çok tüketilen domates, kabak, portakal gibi değişik sebze ve meyvelerden alınan örnekler laboratuvarlarda pestisit (tarımsal ilaç) analizine tabi tutulmuş ve maksimum kalıntı limitlerini aşan gıdaların oranı %25 olarak bulunmuştur. Bu limitleri (pestisit düzeylerini) aşan gıdalar resmi kuruluşlarca da tüketilemez kabul edilmektedir. Ayrıca araştırmada analiz edilen örneklerin %85’inde birden çok pestisit kalıntısı belirlenmiştir. Kimi ürünlerde 13’e dek çıkan pestisit türü saptanabilmiştir. Tek başına bakıldığında kalıntı limitinin altında kalmakla birlikte, toksik kimyasalların bir arada olduğu bir durumda ne tür sağlık riskleri yaratacağının belirsizliğini koruması nedeniyle ürünlerde kalıntı limitlerini aşmasa bile birden çok sayıda pestisit çıkması ayrı bir tehdit oluşturmaktadır. Bu araştırma aslında malumun ilanı niteliğindedir. Çünkü kamuoyunda, tükettiğimiz gıdaların sağlığımız üzerinde olumsuz etkileri olduğuna ilişkin uzun zamandır yaygın bir kanı bulunmaktadır.

Gıdalarımızın üzerindeki bu zehirlerin çok çeşitli sağlık etkileri vardır. Kanserler başta olmak üzere, hormon sistemimizi ve doğurganlığımızı, kalp-damar, sinir ve bağışıklık sistemlerimizi olumsuz etkilemektedir. Üstelik çok sayıda kimyasalın birleşik etkisi bu sağlık sorunlarının şiddetini ve çeşitliliğini artırmaktadır. Bu konuda birçok önlem alınabilir.

Temel insan hakları kapsamında bulunan sağlıklı yaşam ve gıdaya ulaşma hakkı çerçevesinde bu metinde imzası bulunanlar olarak halk sağlığı adına merkezi ve yerel yönetimlerden aşağıda belirtilen temel uygulamaları öncelikle ve ivedilikle yaşama geçirmesini talep ediyoruz.

1) 2012’de çıkarılan Yeni Hâl Yasası ülkemizdeki meyve ve sebze hâllerinde kalıntı analizleri yapmaya yetkili laboratuvarlar kurulmasını ve hâle giren ürünlerde kalıntı denetimi yapılmasını şart koşuyordu. Toptancı hâllerine kalıntı analiz laboratuvarlarının kurularak, maksimum kalıntı limitlerinin üzerinde kalıntı belirlenen ürünlerin satışının engellenmesi ve yasal mevzuatta belirtilen ceza hükümlerinin uygulanması,

2) Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı ile il ve ilçe belediyelerinin pestisit kullanmadığını bildiren köylülerin ürünlerinde periyodik (AS: dönemsel) analizler yaparak – yaptırarak sıfır kalıntı durumunda belge vermesi, bu üreticilere semt pazarlarında ayrı bir bölüm ayırması, kira almama vb. gibi uygun görülecek destekler verilerek ekolojik üretimin daha köklü bir şekilde desteklenmesi.

3) Pestisit analizlerinde laboratuvarların analiz ettiği etken madde sayısı açısından büyük farklılıklar bulunmaktadır. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’na ait laboratuvarlar ile özel yetki almış laboratuvarların aynı sayıda etken maddeyi  denetlemesi ve elde edilen sonuçların kamuya açıklanması sağlanmalıdır.

4) Kamu adına yapılan kalıntı analizlerinde görev alan özel laboratuvarların kalıntı analizi işini doğru ve güvenilir bir biçimde yapıp yapmadıkları dikkatle denetlenmelidir. Bu amaçla yapılan denetimlerin sonuçları kamu ile paylaşılmalıdır.

5) Bakanlığın yürüttüğü kalıntı analizleri çalışmalarında bir üründe belirlenen pestisit sayısının kaç tane olduğu da dikkate alınarak sonuçlar değerlendirmeye tabi tutulmalıdır. Gıda ürünleri içerdiği çoklu pestisit kalıntıları açısından da değerlendirilmeli ve en riskli ürünlerin hangileri olduğu belirlenerek pestisit kullanımını azaltacak önlemler alınmalıdır.

6) Pestisitler üretilirken çeşitli yardımcı kimyasal maddeler de kullanılmaktadır. Bu maddelerin kalıntı analizleri yapılmamaktadır. Dolayısıyla yalnızca pestisitlerin değil, pestisitlerin bileşiminde yer alan ve hormonal sistem üzerinde etkisi olduğundan kuşkulanılan alkilfenol etoksilatlar gibi yardımcı maddelerin de kalıntı izleme çalışmaları yapılmalıdır.

7) Kalıntı izleme çalışmalarından elde edilen sonuçlar yalnızca kalıntı limitlerini aşan gıdaların oranı biçiminde değil, daha ayrıntılı örneğin hangi laboratuvarların, hangi pestisit kalıntısına, hangi ürünlerde ve hangi yöntemleri kullanarak çalışma yaptıklarına ilişkin bilgileri içeren sonuçlar kamu ile paylaşılmalıdır.

===================================

Dostlar,

Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesinden dostumuz Sayın Prof. Tayfun Özkaya, alanında yetkin bir yurtsever bilim insanıdır. Gıda güvenliği, bizim de bir Halk Sağlığı-Koruyucu Hekimlik uzmanı olarak ilgilendiğimiz ve AÜTF’de (Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi) derslerini verdiğimiz bir konudur (GIDA GÜVENLİĞİ ve SANİTASYONUhttp://ahmetsaltik.net/2014/11/13/gida-guvenligi-ve-sanitasyonu-2/).

Gıda maddelerindeki pestisit kalıntıları, özellikle gelişmekte olan ülkelerde önemli bir Halk Sağlığı sorunudur. Pestisitler çok sayıda çeşit içerir ve tarımsal zararlıları etkisizleştirmek için yaygın olarak kullanılmaktadır. Tarımla uğraşan kesimlerin sorumluluklarına ilişkin yeterince eğitilmemeleri ve laboratuvar denetimleri ile gerektiğinde yaptırımların eksikliği önemli sorundur.

DSÖ (Dünya Sağlık Örgütü), pestisit zehirlenmesine bağlı olarak her yıl 220 bin dolayında insanın öldüğünü raporlamaktadır. Pestisitlerin %80’i varlıklı (zengin) ülkelerde kullanılmasına karşın, zehirlenmelerin çoğu yoksul ülkelerde gözlenmektedir. Gıdalardaki pestisit kalıntı düzeyi, gelişmekte olan ülkelerde, gelişmişlerden daha yüksektir. Pestisit kullanan tarım çalışanlarında kanser görülme olasılığı, istatistiksel olarak anlamlı düzeyde daha yüksektir. Yıllık pestisit kullanım bedelleri on milyarlarca Dolar düzeyindedir.  Aşırı ve gereksiz pestisit kullanımı doğaya ciddi yüktür ve hayvan – bitki sağlığı açısından da ciddi riskler içermektedir. (Bkz. http://tiki.oneworld.org/pollution/poisonings.html, 15.02.2016) Söz konusu tarım ürünlerinin genetik (tohum) yapısı da olumsuz etkilenmektedir.

Ek olarak tarım ürünlerinde pesitisit direnci gelişebilmekte bu sorun ya tarım ürünlerinin genetiği değiştirilerek (GDO’lu ürürnler) ya da daha güçlü yahut daha yüksek miktarda pestisit kullanarak aşılmaya çalışılmaktadır. Öte yandan, organik tarım ürünleri miktar bakımından gereksinimi sağlayacak düzeyde olmaktan çok uzaktır. Üst gelir katmanlarının bu ürünlere yüksek istemi (talebi), fiyatları ciddi düzeyde şişirmektedir.

BM (Birleşmiş Milletler) FAO örgütü (Gıda ve Tarım Örgütü) uyarılarını kritik rakamlara dayalı olarak sürdürmektedir (bkz. FAOSTATS).

Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nı ve yerel yönetimleri, en azından nüfusu 750 bin+ olan 30 büyükşehir belediyelerini göreve çağırıyoruz..

Bu bağlamda bir başka sorun da, ilaç sayılmayan, genel olaak GIDA DESTEĞİ adı verilen değişik kimyasal formüllerin giderek yaygınlaşan kullanımıdır. 5996 sayılı VETERİNER HİZMETLERİ, BİTKİ SAĞLIĞI, GIDA ve YEM YASASI 13.6.2010’dan başlayarak aşamalı olarak yürürlüğe konmuş ve bu formüllerin ruhsatlandırılması Sağlık Bakanlığından alınarak Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’na verilmiştir. Söz konusu formüllerin tanıtım kağıtları (prospektüsleri), reklam kaygısıyla abartılı yararları öne çıkarmakta, olası sakıncaları ise indirgemeketedir. Bu tablo da, Halk Sağlığı açısından orta erimde ciddi sorunlara adaydır..

Türkiye’nin ABD’de olduğu gibi (FDA) özerk bir Ulusal Gıda – İlaç Kurumu‘na gereksinimi vardır. Siayasal karışmalardan olabildiğince korunmuş bilimsel bir kurum, ülkemizde Gıda ve İlaç Güvenliğini sağlamada, siyasal yetkeye (otoriteye) bağlı hiyerarşik Devlet birimlerinden çok daha yararlı ve başarılı olacaktır.

Anayasanın 56. maddesi, herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkını vurgulamakta ve yurttaşla Devleti bu bağlamda birlikte sorumlu tutmaktadır. Herkes görevinin gereğini özenle üstlenmelidir.

Sevgi ve saygı ile.
15 Şubat 2016, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

TÜRKİYE AKP-RTE’nin CEHENNEMİ KISIR DÖNGÜSÜDEN ÇIKARILMALIDIR..


TÜRKİYE AKP-RTE’nin
CEHENNEMİ KISIR DÖNGÜSÜDEN ÇIKARILMALIDIR.. 


Dostlar
,

Saygıdeğer okurumuz – yazarımız Prof. Dr. D. Ali Ercan Hocamız,
Özgecan Aslan cinayeti üzerine sitemizde yer verdiğimiz

Özgecan Aslan‘ın katil zanlılarından baba Necmettin Altındöken’in
dehşet dolu ifadesinde, kan donduran ayrıntılar ortaya çıktı..
(http://ahmetsaltik.net/2015/02/18/ozgecan-aslanin-katil-zanlilarindan-baba-necmettin-altindokenin-dehset-dolu-ifadesi/başlıklı yazımıza bir yorum getirmiş :

***

Özgecan cinayetinin, 2015 Türkiye toplumu için beklenmeyen, çok sürpriz bir olaymış gibi algılanmasını garipsiyorum. Ortalama zekası 90 olan ve kadını 2. sınıf gören bir dinin etkisinde henüz bir Ortaçağ’ı yaşayan geri bir (Ortadoğu) toplumunda, örneğin 7 yaşındaki çocukların eline bıçak verilip Kurban Bayramında kuzu kesmeleri teşvik ediliyorsa,
yani genç erkekler potansiyel birer katil olarak yetişiyorsa,
hangi insancıl değerlerden bahsedebiliriz ki?

Bence Türkiye’deki 30±10 yaş aralığındaki ergen erkeklerin en az yarısı psikopattır
ve bunların en az binde 5’i derhal bıçağa sarılacak yapıdadır.
Yani en az 100 bin katil adayı serseri mayın gibi aramızda dolaşıyor.æ

*****
Sayın Prof. Ercan’ın öngörüleri dehşet verici..

..“30±10 yaş aralığındaki ergen erkeklerin en az yarısı psikopattır..” saptaması
umarız epey abartılıdır. Çünkü “Psikopati” ağır bir ruhsal bozukluk kategorisidir.

DSÖ (Dünya Sağlık Örgütü) 2001’de yıllık Raporunu (World Health Report 2011)
“World Mental Health” olarak yayımlamıştı. Verdiği rakamlar ürkütücü idi :

The world health report – 2001 Mental health : new understanding, new hope

  • ” The 2001 report focuses on the fact that mental health -neglected for far too long- is crucial
    to the overall well-being of individuals, societies and countries. 
    The report advocates policies that are urgently needed to ensure that stigma and discrimination
    are broken down and that effective prevention and treatment are put in place.”

Bir alıntı daha :

Dünya nüfusunun ¼’ü ruhsal olarak rahatsız!
450 milyon insan ruhsal açıdan sıkıntı içinde..
Depresif bozukluklar 4. sırada hastalık nedeni (15-44 üretken yaş diliminde)
Dünyada her yıl 1 milyon insan intihar ediyor!
– Sürekli stres altında yaşama, tehlikeli koşullar, istismar, sağlıksız ortamlar,
GELECEK ÜMİDİNİN YİTİRİLMESİ gibi nedenler,
yoksulların daha çok ruhsal sorun yaşamasının nedendir…

****
Burada kullanılan terminolojiye dikkat; altını çizdik :
– ruhsal olarak rahatsız
– ruhsal açıdan sıkıntı içinde

***
10 Ekim 2007 Dünya Ruh Sağlığı Günü açıklaması özetle şöyle :
10 Ekim 2007 : DÜNYA RUH SAĞLIĞI GÜNÜ Türkiye’nin ruh sağlığı bozuk !

  • “Türkiye’de 18+ yaş kişilerde ruhsal bozukluk görülme sıklığı % 17.2 !
    Her 5 kişiden birinin de ruhsal sağlık sorunu yaşadığı ortaya çıktı. Bu durum, Avrupa’da
    her 4 kişiden birinin ruh sağlığı sorunu olduğunu gösteriyor. Ruh Sağlığı Platformu üyeleri, Türkiye’de Ruh Sağlığı Yasası‘nın en geç 2008 yılına dek çıkarılması gerektiğini belirterek,
    ruh sağlığının koruyucu sağlık hizmetleri ile entegre edilmesi gerektiğini söylediler.
    (
    Cumhuriyet, 11.10.07)

*********
Şimdi yapılması gereken belli :

  • “Sürekli stres altında yaşama, tehlikeli koşullar, istismar, sağlıksız ortamlar,
    GELECEK ÜMİDİNİN YİTİRİLMESİ gibi nedenler,
    yoksulların daha çok ruhsal sorun yaşamasının neden..”
  • DSÖ saptamasının gereklerini yapmak.. =
    Türkiye özelinde AKP ve RTE’den kurtulmak!

Ama Yüce TBMM ne ile meşgul??
İÇ GÜVENLİK YASA TASARISI (!)..
Meclis’te kafa göz kırarak, nerdeyse CHP’lileri – HDP’lileri öldürecek kadar…

Ve bu gün 3-4 kadın cinayeti – şiddeti – ırza geçme daha var ülke genelinde…

Biz de itiraf edelim, hiç bu denli gerilmemiş ve kaygılanmamıştık..

12. CB – Yarıbaşkan RTE Elazığ’da bu gün da Anayasayı bir kez daha çiğneyerek
Başkanlık rejimi için halktan “partisine” oy istedi. “Partisine” diyoruz çünkü ilişkisini kesmiş değil. Anayasa gereği CB görevine başlarken ettiği yemini ayaklar altına almış durumda..
Yarın da Malatya’da benzer çağrıyı yapacak.. Halkın %70’i Başkanlık sistemine yandaş imiş..
Tam bir algı yönetimi.. Oysa gerçek veriler tam da tersi..

Ayrıca Bay RTE TBMM’deki sözde “İç Güvenlik Yasa Tasarısı” nın da er ya da geç geçeceğini söyleyerek bir kez daha yansızlığını yitirdi.. “Partisine” kamuoyu önünde apaçık talimat verdi..
Ek olaraki bu Tasarı TBMM’den geçerek önüne geldiğinde hiç sorun çıkarmadan, yayımlanmak üzere hemen Resmi Gazete’ye yollayacağını da açıklamış oldu..
İhsas-ı rey oldu Anayasa gene çiğnenerek..

***

Yurt genelinde şiddet, yoksulluk, ağır kış koşullarında iflas eden yerel yönetimler ve
ulaşım hizmetleri sorunu sürüyor.  İŞSİZLİK artık saklanamıyor..
Resmen % 10,7 ve son 4 yılın en yüksek rakamı..
Son 1 ayda TL 1 Dolar = 2,27 TL’den 2,47’ye değer yitirerek % 9 dolayında enflasyon yaşanmış ve insanımız – ülkemiz yoksullaştırılmıştır. Bu hazin tablodan da Bay RTE, TCMB Başkanı’na “çatarak”, “faiz indirimi dayatarak” -ama bunu da başaramadan- doğrudan sorumludur.
(Bu konuyu sitemizde kapsamlı yazdık (http://ahmetsaltik.net/2015/02/09/29809/):

RTE’nin TCMB’na Çatmasının Arka Yüzü ve Ülkeye Muazzam Maliyeti..

*****
Bay RTE’nin ödü patlıyor 2013 Haziran Gezi eylemleri benzeri bir direniş olur mu diye!
O yüzden daha şimdiden gözdağı ve polis devleti uygulaması ile faşizme kayıyor..
Hem 7 Haziran 2015 seçimlerinin sonuçlarından kaygılı hem de öncesinde sivil itaatsizlik eylemlerinden, meşru direniş hakkını kullanarak sokaklara inecek kitlesel eylemlerden..

On milyonlarca insanımız ise ay – nen Dünya Sağlık Örgütü’nün çizdiği ağır tablo içinde..

  • “Sürekli stres altında yaşama, tehlikeli koşullar, istismar, sağlıksız ortamlar,
    GELECEK ÜMİDİNİN YİTİRİLMESİ gibi nedenler,
    yoksulların daha çok ruhsal sorun yaşamasının nedendir…”

Bu tablodan AKP’ye iktidar çıkmaz!
Herkes, öncelikle de AKP ve Erdoğan derhal aklını başına almalıdır.

11. CB Abdullah Gül bile bu gün verdiği demeçte söz konusu yasa tasarısının düzeltilmesi gereken yanları olduğunu, bunu tavsiye ettiğini, geçmişte polisin kimi yetkileri istismar ettiğini gördüklerini, yasal düzenlemelerin konjonktürel (duruma göre..) olmaması gerektiğini vurguladı.

AKP ve Erdoğan Türkiye’de fiili bir sivil darbe yapmışlardır.
ANAYASA ASKIDADIR ve Bay Erdoğan mutlak – tek egemendir.
Bu durum Türkiye’yi neredeyse 1. Meşrutiyet öncesine savurmuştur.

  • Erdoğan, 2. Abdülhamit kadar / belki daha fazla yetki kullanmaktadır!

  • Ülkemiz, artık “meşruluğunu yitirmiş” bir siyasal iktidarca yönetilmektedir.

    Tarih bize bu dönemlerin çok uzun sürmediğini – sürdürülemediğini,
    HALKLARIN HAKLARINI ER YA DA GEÇ ALDIKLARINI öğretiyor..
    Despotlaşan – Neronlaşanlardan – Hitlerleşenlerden… de hesabını mutlaka
    ve acı biçimde sorarak!

    Bir kez daha çağrımızdır : Ülke hızla normalleştirilmelidir.
    Başbakan Davutoğlu yaşamının kumarını oynamaktadır.
    Üstüne düşen tarihsel görevden, sorumluluktan kaçmamalı ve bu cehennmi kısır döngüyü durduracak tüm çabaları hem de ivedilikle sergilemelidir.

    Sevgi ve saygı ile.
    20 Şubat 2015, Ankara

    Dr. Ahmet SALTIK
    www.ahmetsaltik.net

“Ruh Sağlığı Yasası-Çok Geç Olmadan”

“Ruh Sağlığı Yasası-Çok Geç Olmadan”

  • Kampanyanın muhatabı: Sağlık Bakanı Dr. Mehmet MÜEZZİNOĞLU

Dostlar,

Toplum Ruh Sağlığı, sağlık sorunları bütünü içinde görece önemli bir pay alıyor.
Ve bu pay yine görece sürekli artmakta.
Son yıllarda, Dünya Bankasınca (DB) önerilen DALY (Hastalık Yükü – Disability Adjusted Life Year) ölçütüne dayalı irdelemelerde ilk 10 önemli sağlık sorunu içinde hep yukarılara tırmanmakta..

DSÖ (Dünya Sağlık Örgütü) 2001 Dünya Sağlık Raporu (World Health Report), doğrudan Dünya ruh sağlığı sorunlarına ayrılmış durumda..

Aşağıdaki tabloda 1999’da DALY yüküne göre 5. sırada yer alan
Unipolar Majör Depresyon, öngörülere göre 2020’de 2. sıraya tırmanacaktır.
Yine 1999’da en yüksek DALY kaynağı 15 neden arasında yer almayan
“Şiddet” (Violence), 2020’de en büyük 12. DALY kaynağı olabilecektir.
(DALY : Hastalık – yaralanma nedeniyle erken ölüm yüzünden yitirilen yaşam yılları +
bu nedenlerle engelli yaşanan yıllarına dayalı bir modern bir sağlık ekonomisi ölçütüdür)

DALY2

 

Keza, aşağıdaki çizime göre de nöro-psikiyatrik bozuklukların 4 ana DALY kaynağı içinde payı, 30 yıl içinde (1990… 2020) % 9’dan %14’e yükselebilecektir (DSÖ – WHO).

DALY1
Biz de konuyu sürekli işlemekte, Tıp Fakültesinde eğitimini vermekteyiz.

Bu sitede Toplumsal Ruh Sağlığı / Community Mental Health
b
aşlığı altında kapsamlı bir power point sunumunu bulabilirsiniz.
(http://ahmetsaltik.net/2012/05/21/toplumsal-ruh-sagligi-community-mental-health/)

Bugün ülkemizde 500 binden çok ağır derecede, en az 6-7 milyon da
sağaltım gerektiren, orta ve hafif şiddette ruhsal bozukluk tanısı alabilecek kişi olduğu
kestirilmektedir. Bu kişilerin hastalıklarına tanı konamaması ve sağaltımlarının
gecikmesi yalnızca tıbbi değil, sosyal ve ekonomik yitiklere de yol açabilmektedir.
(Türkiye Cumhuriyeti Ruh Sağlığı Politikası. Sağlık Bakanlığı TSH Gn. Mdl. 2006
http://temelsaglik2.saglik.gov.tr/dosya/Yayinlar/tcruhsag.pdf, 25.05.10)

*****

Uzun yıllardır Türkiye’de ULUSAL RUH SAĞLIĞI YASASI çıkarılması istenmektedir. Ancak son 20 yılda ciddi çabalara karşın TBMM önüne böylesi bir yasa siyasal iktidarlarca getiril(e)memiştir.

Vize’den duyarlı bir yurttaşımız (Astronomi eğitimi almış..) sorunu bir kez daha göndeme taşıyor.. Ne var ki Türkiye ateş çemberinde..

Asıl sorunlarına dönük enerji harcayamıyor. Kendi başına sardığı sorunlarla boğuşuyor AKP iktidarı.

Arada Orta Vadeli Program 2015-17 (OVP) birkaç gün önce açıklandı;
ertelenebilir yanı yoktu. Bir de ileti verilecekti iç – dış çevrelere;
“Biz duruma egemeniz.. gündem elimizde, tüm sorunlarla uğraşıyoruz..” gibisinden.
OVP tam bir acı reçete ve ekonomik çöküş ve tutarsızlıklar… metni, o başka..

Evet, biz de Türk Psikiyatri Derneği’nin yılllardır süregelen kurumsal çabasına ve
Sn. İlhan Vardar’ın çağrısına katılıyoruz :

  • “Ruh Sağlığı Yasası-Çok Geç Olmadan” !..

Web sitemizde yer alan Toplumsal Ruh Sağlığı / Community Mental Health
b
aşlığı altında kapsamlı power point sunumunu incelemenizi diliyoruz..
(http://ahmetsaltik.net/2012/05/21/toplumsal-ruh-sagligi-community-mental-health/)

Ve son olarak, Türkiye’nin karmaşaya sürüklenen ortamında, Başbakan Davutoğlu’nun verdiği sözü unutmayarak, son derece gerileyen Akademisyenlerin ücretlerinin mutlaka ve hızla iyileştirilmesini (15 Ekim’e yetiştirileceğini Başbakan belirtmişti..) bekliyoruz.

Sevgi ve saygı ile.
10 Ekim 2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

=================================================

“Ruh Sağlığı Yasası-Çok Geç Olmadan

 

Başlatan Kırklareli, İlhan VARDAR


Her kırk saniyede dünyada bir kişi intihar ediyor!

Siz bu satırları okurken; bir kişi intihara hazırlanıyor olabilir ya da bu açıklamaları okuduğunuz dakikalar içinde kaç kişinin intihar (özekıyım) ettiğini varın siz hesaplayın.
İntihar eden insanların çoğunluğu akıl hastasıdır. Anoreksiya, major depresyon,
iki kutuplu bozukluk (manik-depresif hastalık), şizofren ve sınırda kişilik bozukluğu

en sık görülenlerdir.”

Bu duygu halini bir düşünün, tabulara, dine (en büyük günah intihar), kadere,
toplumsal baskıya karşın bir insan canına kıymayı nasıl düşünebilir ?

Daha da önemlisi son 30 yılda intihar edenlerin %440 artış göstermesi, son 10 yılda ise 25 000 insanımızın intihar sonucunda yaşamını yitirmesi olayın ürkünçlüğünü (vahimliğini) daha da artırmaktadır ki; bu oran belirtilen yıllardaki trafik kazalarında yaşamını yitirenlerin nerede ise yarısına ulaşmaktadır. Özellikle uzmanların belirttiğine göre dünyada intiharların en çok görüldüğü kümenin 15-24 yaş aralığındaki kuşak olması konunun önemini daha da büyütmektedir.

Çoğu psikiyatrik bozukluğun kesin nedeni bilinmemektedir. Uzmanlar psikiyatrik bozuklukların genetik veya kalıtsal eğilimleri bir tetikleme olayı birleşimi (kombinasyonu) sonucu olduğunu düşünüyor.

Ve tıp artık bu rahatsızlıkların bir akıl hastalığı, ruh hastalığı olmadığını, beynimizdeki enzimlerin düzensizliği ile ilgili olduğunu söylemektedir. Öbür genetik fiziksel rahatsızlıklar gibi kesin tedavileri olmamakla birlikte, beyin hastalıklarının denetim altına alınabileceğine inanıyor. Beyin hastalıklarının denetim altına alınabilmesi ve hastayı günlük yaşama döndürüp, topluma kazandırabilmesi tüm ülkelerin en birincil gündemi olması gerekmektedir.

Sağlık Bakanlığı tarafından hazırlanan ‘Ruh Sağlığı Eylem Planı’ açıklandı.
Türk nüfusunun ruh sağlığına ilişkin ilginç veriler, saptamalar ve önerilerin yer aldığı plan, 2011-2023 tarihlerini kapsıyor. Planın en önemli ögelerinden biri artık Avrupa’nın kimi ülkelerindeki gibi Türkiye’de de toplum temelli ruh sağlığı modelinin uygulanacak olması. TÜRKİYE’NİN RUH SAĞLIĞI PROFİLİ Eylem Planı‘nda ruh sağlığına ilişkin yer alan verilerde şunlar ön plana çıkıyor:

– Türkiye’de nüfusun %18’i yaşam boyu bir ruhsal hastalık geçiriyor.
Çocuk ve ergenlerde klinik düzeyde sorunlu davranış oranı %11.

– Ruhsal hastalığı olan 6 kişiden yalnızca 1’i yardım arıyor.

– Kardiyovasküler hastalıklardan sonra %19 ile 2. sırada psikiyatrik hastalıklar bulunuyor.

– Hastalara ayrılan yatak sayısı toplam 7356. Avrupa’da her 100 bin kişiye 8 akut psikiyatri yatağı düşen İtalya’dan sonra 100 bin kişiye 10 psikiyatri yatağı ile
Türkiye 2. en az yatak sayısına sahip ülke.

– Türkiye’de Mart 2011’de etkin olarak çalışan 1625 Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı hekim bulunuyor. Bu kişilerin 862’si Sağlık Bakanlığı, 277’si üniversitelerde çalışırken 486 Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı özel sektörde hizmet veriyor.

– 100 bin kişiye düşen ruh sağlığı ve hastalıkları uzmanı sayısı 2,20. Avrupa Birliği’nin 15 ülkesinde 100 bin kişiye ortalama 12,9 ruh sağlığı ve hastalıkları uzmanı düşüyor.”

Kimi hastanelerin içler acısı durumu yansıtıldıktan sonra alınacak önlemler ve
yapılacak olan işler sıralanıyor.

Dünya Sağlık Örgütü (WHO), dünya genelinde akıl sağlığına ilişkin bilinmesi gereken temel noktalar, rakamlar ve istatistikleri 10 başlık altında toplayarak üye ülkelerin dikkatine sundu.

WHO’nun Akıl Sağlığı Raporunun en önemli sonuçlarından biri fiziksel olmayan rahatsızlıklardan dolayı acil servislere başvuruların son on yılda %5 artarak % 6’dan % 11’e yükselmesi ve dünyada psikiyatri hastalarına yönelik insan hakları ihlallerinin çok yaygın olması.

İhlallerin başında fiziksel şiddet, ayrımcılık, temel gereksinimlerin ve mahremiyetin görmezden gelinmesi olarak belirtilmiştir. Çok az ülkede akıl hastalarının haklarını
net biçimde güvence altına alan yasal düzenlemeler bulunduğu ise özellikle vurgulanmıştır.

Evet yapılacak işler arasında Bakanlık yasal düzenlemelerden sözetmiyor. Sözedilenler hekim sayısının, hastane sayısının artması, mobil hizmetlerin gelmesi üzerinedir.
Peki yasal düzenleme olmadan bunlar nasıl gerçekleşecek?

Bu arada Türkiye Psikiyatri Derneği‘nce 1999’da başlatılan, 2002’den bu yana kezlerce Sağlık Bakanlığı’ndan ilgililere sunulan  Ruh Sağlığı Yasası‘nın gerçekleşmesi yönünde çalışma olmadığı gibi, Kasım 2006’da Meclis gündemine de yansıtılan kampanyalar ve Derneğin hazırladığı Ruh Sağlığı Yasa taslağı ne yazık ki
göz ardı edilerek görmezlikten gelinmektedir.

Türkiye’de ruh sağlığına toplam sağlık bütçesinin %1’inden daha az pay ayrıldığı kestirilmektedir. Son beş yılda ise ülkemizde antidepresan kullanımı %65 artmıştır. Büyük çoğunluğunun bilinçsiz biçimde tüketilmesi, var olan psikiyatrik rahatsızlıkların tetiklenmesine neden olmakta ve sorunları daha da içinden çıkılmaz duruma getirmektedir.

“Ruh Sağlığı Yasası-Çok Geç Olmadan” 

Yasa Çalışmaları sürerken öncelikli olarak;

1- Bu tür rahatsızlıkların tedavileri ve ilaçları, tanı ve denetim altına alınması süreci
çok pahalıdır. Ve sağaltımın sürekliliğinin önemi de düşünülürse, ülkemiz ekonomik koşulları göz önüne alındığında, Sosyal Güvenlik Kurumu’nun (SGK) desteğinin hemen hemen hiç olmaması, aileleri tedaviden vazgeçirmekte ve hastalar yazgılarına
terk edilmektedir. SGK özel hastanelerle birçok anadal için sağlık anlaşmaları yaptığı halde, özel hastanelerin birçoğunda psikiyatri klinikleri ile anlaşma yapmamaktadır.
Ayrı bir boyutta sözde aynı çatı altına toplanan SGK farklı uygulamalar yapmaktadır. Özel sigorta ve Vakıf’lara üye olan hastalar bir ölçüde de olsa özel hastanelerin psikiyatri kliniklerinden yararlansa bile, Devlet memurları bu haktan yoksun bırakılmaktadır. SGK tüm vatandaş için desteği artırmalı ve farklı uygulamalar yerine eşit uygulamalar getirmelidir. Ayrıca SGK normal koşullar altında alınması gerekenden yüksek ücret isteyen ve ödeme yapıldıktan sonra herhangi bir hak ileri sürülmeyeceğine ilişkin hastalara imzalatılan belgeleri gerek özel gerek vakıf hastanelerinde denetim altına almalı ve durum yasadaki gibi  işlemelidir.

2- Hastaların hekime (Psikiyatr) ulaşamaması, aslında yukarıdaki madde ile
bir bütün oluşturmaktadır. Devlet ve özel hastanelerin birçoğunda psikiyatr servisi bulunmamakta, üniversite hastahaneleri ise çok yoğun olduğu için yeterli olamamaktadır. Şöyle örneklersek, bu rahatsızlıklardan Manik Depresyon ve
Şizofreni
türü olanların tanısı ve hekimin sürekliliği çok önemli olduğu halde,
Devlet Hastahanesine başvuran hasta depresyon tanısı ile gönderilip depresyon ilaçları ile tedaviye çalışılmaktadır. Dolayısı ile depresyon ilaçları kimi rahatsızlıkları tetiklediği için hastada belirtiler düzelmediğinden, kendisi ve yakınları tedaviden vazgeçmekte ve yine yazgılarına terk edilmektedirler. Hasta ve yakını pes etmeyip yeniden gittiğinde
bu kez bir başka sorun çıkmakta karşımıza. Farklı bir hekimle karşılaşmak.
Çünkü bu konuda sağlıkta merkezi bir bilgi sistemi bulunmadığı için,
hekimlerin değişikliği bu kez tanının konulamamasına ya da sağaltım (tedavi) sürecini zora sokmakta ve hastaya yararlı olamamaktadır.

3- Son yıllarda gün geçmiyor ki bir kadın öldürülmesin. Kadın cinayetleri,
çocuk istismarı
, çocuk ve büyüklere cinsel istismar ve taciz (mobbing – yıldırı) konularında da bu tür rahatsızlıkların etkili olduğunu düşünüyorum. Özellikle ülkemizin akıl sağlığı konusunda gün geçtikçe kötüleşmesi ve bu olayların son yıllardaki artışı ile bir koşutluk (paralellik) gösterdiği düşüncesine sevk etmektedir insanı.
Örneklersek, Manik Depresif bir hastanın manik dönemlerinde cinselliğe daha çok ilgi göstermesi, makyajını abartılı yapması, seksi giysilere yönelmesi, özgüveninin
artış göstermesi ve eşe, aileye karşı çıkması özellikle hasta kadınsa bir Türk erkeği “namusum için öldürdüm” diyebilmektedir. Dolayısı ile bir Meclis Araştırma Komisyonu kurularak bu tür olgularda mağdur ve sanığın psikiyatrik durumları incelenerek daha sağlıklı bilgilere ulaşılabilir ve geç kalmadan önlem alınabilir.
Doğal ki, tüm olgular için aynı savda bulunmasam da, birçoğunda etkili olduğunu düşünüyorum.

Bu geçici önlemler ivedilikle (acilen) alınırken

“Ruh Sağlığı Yasası-Çok Geç Olmadan” !

**************

Bu dosyanın tümünü pdf olarak indirmek için lütfen tıklayınız..

Ruh_Sagligi_Yasasi_hemen

Ebola virüsü hızla yayılıyor!


Ebola virüsü hızla yayılıyor!

 

Dostlar..

Batı Afrika’nın 4 yoksul ülkesi (Gine, Liberya, Sierra Leone ve
Nijerya)
 onca yoksulluk ve yoksunlukları yanı sıra bir de EBOLA virüsü bulaşı (enfeksiyonu) ile boğuşmaktalar.. Elbette sonuçlar çok ağır hatta yıkıcı..

Uluslararası toplumun teknik sağlık önlemlerine ek olarak,
insancıl ekonomik yardım yapması da bekleniyor bu ülkelere..

Türkiye açısından ise, SAĞLIK BAKANLIĞI eşgüdümünde
Hükümetin geniş kapsamlı bilimsel önlemleri titizlikle sürdürmesi gerekiyor.

Salgından korunmak için halkımızın genel sağlık düzeyinin yükseltilerek
bağışık direncinin artırılması gerekir ama bu hemen sonuç alınacak bir
eylem – makro hedef değildir.

Halktan yana ulusal beslenme – gelir – tarım – gıda – eğitim .. önlemlerini bir bütün olarak uygulamayı gerektirir.

Bunun için de hükümetlerin küresel piyasaların güdümünden sıyrılarak
değindiğimiz alanlarda SOSYAL POLİTİKALAR izlemekten başka seçenekleri yoktur.

Sevgi ve saygı ile.
16 Eylül 2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

=======================================

Ebola virüsü hızla yayılıyor!

Sağlık Bakanlığı Türkiye Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürü Hatipoğlu,
Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre, Ebola salgınında olgu sayısının
4366’ya, ölümlerin ise 2218’e ulaştığını bildirdi.

http://haber.tr.msn.com/saglik/ebola-vir%C3%BCs%C3%BC-h%C4%B1zla-yay%C4%B1l%C4%B1yor-3, 16.9.14

Sağlık Bakanlığı Türkiye Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürü Hüsem Hatipoğlu, Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre, Ebola salgınında olgu sayısının 4366’ya, ölümlerin ise 2218’e ulaştığını, virüs yayılma hızı artarken alınan
önlemlerin salgını önlemeye yetmediğini bildirdi.

Hatipoğlu, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Sağlık Bakanlığı olarak

Gine,
Liberya,
Sierra Leone ve
Nijerya’daki

Ebola salgınını yakından izlediklerini söyledi.

Yalnızca salgını değil, bölgenin ekonomik ve siyasal yapısını da gözlemlediklerini
ifade eden Hatipoğlu, bu parametrelerdeki (AS: ölçütlerdeki) bozulmalar sonucunda, başta temel gıda maddeleri olmak üzere fiyatların yükseltmesinden ve halkın kısıtlı olan gelirlerinin daha da düşmesi sonucu beslenme bozukluklarının artmasından endişe ettiklerini dile getirdi.

Hatipoğlu, Türkiye’de Ebola virüs olgusunun görülmediğini bildirerek,
“Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre Ebola salgınında olgu sayısı 4366’ya,
ölümler ise 2218’e ulaşmıştır. Virüs yayılma hızı artarken alınan önlemlerin salgını önlemeye yetmediği görülmektedir. Buna karşılık bugün itibarıyla
Türkiye’de Ebola virüs enfeksiyonu olgusu yoktur.” diye konuştu.

Ebola virüsünün özgün bir sağaltımının bulunmadığını, önemli olanın kişinin virüse karşı vücut savunma sisteminin geliştirilmesi gerekliliğine değinen Hatipoğlu,
sözlerini şöyle sürdürdü:

  • “Ebola virüsü enfekte şempanze, goril, maymun, yarasa gibi yabanıl hayvanlardan insanlara bulaşır. İnsandan insana geçiş, bütünlüğü bozulmuş deri veya mukozanın enfekte insanların kan ve vücut sıvılarıyla doğrudan değinmesiyle olur. Ayrıca hastanın vücut salgılarıyla kontamine
    (AS: bulaşlı) çevresel materyalle de bulaşma olabilir.
  • 2-21 günlük kuluçka süresinin ardından yüksek ateş, baş ağrısı, eklem ve
    kas ağrısı, halsizlik, ishal, kusma, karın ağrısı, iştahsızlık belirtileriyle ortaya çıkar. Ağır olgularda vücutta yaygın döküntü, gözlerde kızarıklık, öksürük,
    nefes almakta güçlük, boğaz ağrısı, yutkunma zorluğu, hıçkırık, vücut içinde
    ve dışında kanamalar, karaciğer ve böbrek yetmezliği görülür. Bilindiği gibi
    Ebola virüsü enfeksiyonunun özgül bir sağaltımı yoktur. Burada önemli olan ‘bağışık sistem’ dediğimiz kişinin virüse karşı savunma sistemidir.
    Vücudun savunma sistemini artıran etmenlerin başında iyi ve doğru bir beslenme gelmektedir.”

Salgın ekonomiyi vurdu

Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü‘nün (AS: FAO) yaptığı açıklamaya göre, bölgedeki Ebola salgınının tarım sektöründeki rekolteyi etkilediğini, kişilerin sektörden uzak kalmasıyla üretimin azalmasına ve gıda fiyatlarının artmasına neden olduğunu aktaran Hatipoğlu, bölgedeki halkın hareketlerinin kısıtlanmasıyla gıda maddelerinin pazarlanmasını da etkilediğini anlattı.

Hatipoğlu, paniğin gıda ürünlerinin stoklanmasına, gıda kıtlığına ve kimi ürünlerin fiyatlarının aşırı yükselmesine yol açtığı belirterek, şöyle devam etti:

  • “Salgın ekonomiyi vurmaya başlamıştır. Yatırımcılar virüs korkusundan
    bölgeyi terk etmeye ve Batı Afrika‘daki ülkelerin gelirlerinde düşme oluşmaya başlamıştır. Halkın açlıkla burun buruna kalabilme riski vardır.
    Dolayısıyla bölgenin sağlık personeli ve tıbbi malzeme yanında artan bir hızla temel gıda maddelerine de acil gereksinimi olduğu görülmektedir.
    Uluslararası toplumun ve yardım kuruluşlarının bu gözle de
    bölgeye bakmalarında yarar var.”

DÜNYADA EBOLA HASTALIĞI ve GÜNCEL DURUM


DÜNYADA EBOLA HASTALIĞI ve GÜNCEL DURUM

Dünyada, özellikle Orta ve Batı Afrika’da, Ebola mikrobunun (virüsünün) neden olduğu salgınlar kaygı ile izlenmektedir.
Salgınların 1976 yılından bu yana yaşandığı bilinmektedir.
Ebola hastalığı ülkemizde de, Afrika’dan Avrupa’ya seyahat eden bir kişinin “olası” hasta kuşkusu ile izlenmesi nedeniyle son birkaç gün içinde basının ve kamuoyunun dikkatini çekmiştir.

Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığı da konuya ilişkin bir yazılı açıklama yapmıştır (1).
Basına 14 Ağustos 2014’de yansıyan haberlerden öğrenildiği kadarıyla, adı geçen hastada Ebola hastalığına rastlanmamıştır (2). Daha önceki yıllarda Ebola Kanamalı Ateşi adı ile de bilinen (3) hastalığa ilişkin merak edilebilecek kimi temel bilgiler aşağıda sunulmuştur (4,5) :

Hastalık, hasta kişinin beden sıvıları / salgıları ile doğrudan değinme ile bulaşır.
Hasta hayvanların (örn. maymun, şempanze, vb.) salgıları ile değinme (temas) sonrasında da hastalığın bulaştığı bildirilmektedir (1).
Hasta kişinin beden sıvıları / salgıları ile bulaşlı (beden sıvıları / salgıları bulaşmış) nesnelerle değinme nedeniyle de bulaşma olabilir (örneğin; iğne) (2).
Bulaşmanın en riskli olduğu kesimler hastalarla temas eden aile yakınlarının
ve arkadaşların yanı sıra sağlık çalışanlarıdır (3). Sağlık çalışanları uygun koruyucu giysileri de kapsayan özel önlemleri kullanmadıklarında sağlık kurumlarında bulaşma olabilmektedir. Hastalar yaşamlarını yitirdiklerinde de özel koruma önlemlerine gereksinim bulunmaktadır.
Mikrop alındığından 2-21 gün sonra hastalık belirtileri ortaya çıkar (bu sürenin sıklıkla
8-10 gün olduğu belirtilmektedir). Sürenin daha uzun olduğu olgular da rapor edilmiştir (4).
Birden başlayan ateş ve baş ağrısının ardından eklem ve kas ağrısı, güçsüzlük, ishal, mide bulantısı, mide ağrısı, iştah yitmesi sık görülen belirtiler arasındadır.
Ancak, bu belirtilerin farklı hastalıklarda da görülebileceği unutulmamalıdır (5).
Hastalıkla ilgili özellikle erken tanı aşamasında zorluklar bulunmaktadır.
Laboratuvar desteği ile tanı konulmaktadır (6).
Günümüzde, sağaltım (tedavi, iyileştirme) seçenekleri destekleyici tedavi üzerinden tanımlanmaktadır.
Temel yaklaşımların hastaların sıvı ve elektrolit dengesinin, kan basıncı ve oksijen gereksiniminin sağlanması olduğu belirtilmektedir. Tedavi seçenekleri ile ilgili
henüz deneysel çalışmalar yapılmaktadır (7).
Hasta olanların kimisi iyileşmekte, kimisi yaşamını yitirmektedir.
Hastalığa yakalananların ölme riski oldukça yüksektir.
Dünya Sağlık Örgütü 12 Ağustos 2014’de, öldürme riski çok yüksek olan
Ebola salgınlarında deneysel aşamada bile olsa tedavi seçeneklerinin denenebileceğine ilişkin etik çerçeveyi belirleyen bir bilgi notu yayınlamıştır (6).
Dünya Sağlık Örgütü tarafından 14 Ağustos 2014’de yayınlanan bildiride,
hava yolu ile bulaşma riski olmayan, beden sıvısı / salgısı değinmesi ile geçişi olan Ebola mikrobunun havayolu seyahatlerinde bulaşma/geçiş riskinin çok düşük olduğu açıklanmıştır (7).

Kaynaklar

1 http://www.haberturk.com/saglik/haber/979698-nijeryali-kadinin-hastaligi-belli-oldu
2 http://www.milliyet.com.tr/saglik-bakanligi-ndan-ebola-gundem-1924719/
3 http://www.radikal.com.tr/turkiye/istanbuldaki_ebola_suphesinde_kesin_sonuc_acikla ndi-1206592
4 http://www.cdc.gov/vhf/ebola/
5 http://www.who.int/mediacentre/factsheets/fs103/en/
6 http://www.who.int/mediacentre/news/statements/2014/ebola-ethical-review-summary/en/
7 http://www.who.int/mediacentre/news/notes/2014/ebola-travel/en/

*****

HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ
HALK SAĞLIĞI ANABİLİM DALI
TOPLUM İÇİN BİLGİLENDİRME DİZİSİ-6

Bu döküman, Dr. Dilek Aslan’ın katkılarıyla, Dünya Sağlık Örgütü ve
ABD Hastalıklar Korunma ve Denetim Merkezi (CDC) web sayfalarında
yer alan belgelerden yararlanılarak 18.8.2014 tarihinde hazırlanmıştır.