Etiket arşivi: Büyük Ortadoğu Projesi

Rıfat Ilgaz : 31 Yıl Sonra Unutulur mu?!

Güncelleme…

Dostlar,

Anadolu bilgesi, devrimci yazar – ozan Rıfat ILGAZ aramızdan ayrılalı 31 yıl oldu..
3 yıl önce web sitemizde yazdıklarımızı gene paylaşma gereği doğdu.

Hakka yürüyüşünün 11. yılında Cide ADD‘de O’nu anma amaçlı çağrılmamız nedeniyle

Büyük Ortadoğu Projesi-BOP” konusunu işlemiştik yansılarla..
ADD Genel Başkan Yardımcısı idik..
***
Yapıp ettikleri, yazdığı benzersiz roman ve şiirler.. devrimci savaşımı için şükran ile.

“AYDIN MISIN ?”  şiiri ile sorgulaması ve uyarması, görev vermesi kulaklarda hala.
Melih Cevdet Anday‘ın “SİS ÇANI” şiiri gibi..

Geçekte bunlar, devrimci savaşımın aydınlanma manifestoları, “sanat ürünleri” eliyle!

Sevgi ve saygı ile. 07 Temmuz 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik
============================================================

7 Temmuz 1993..
Bir Yıldız daha kaydı ülkemizden, Anadolu’nun bağrından..
Rıfat Ilgaz.. 

Eeee, Aydın sorumluluğu… Halide Edip Adıvar’ın deyimiyle “ateşten gömlek..”

Rıfat Ilgaz o güzelim şiirinde sormaz mı, “AYDIN MISIN?” diye??
*****

Rıfat Ilgaz'sız 26 yıl Galerisi - enBursa Haber

AYDIN MISIN ?

Kilim gibi dokumada mutsuzluğu
Gidip gelen kara kuşlar havada
Saflar tutulmuş top sesleri gerilerden
Tabanında depremi kara güllelerin
Duymuyor musun

Kaldır başını kan uykulardan
Böyle yürek böyle atardamar
Atmaz olsun
Ses ol ışık ol yumruk ol
Karayeller başına indirmeden çatını
Sel suları bastığın toprağı dönüm dönüm
Alıp götürmeden büyük denizlere
Çabuk ol

Tam çağı işe başlamanın doğan günle
Bul içine tükürdüğün kitapları yeniden
Her satırında buram buram alın teri
Her sayfası günlük güneşlik
Utanma suçun tümü senin değil
Yırt otuzunda aldığın diplomayı
Alfabelik çocuk ol

Yollar kesilmiş alanlar sarılmış
Tel örgüler çevirmiş yöreni
Fırıl fırıl alıcı kuşlar tepende
Benden geçti mi demek istiyorsun
Aç iki kolunu iki yanına
Korkuluk ol 

Özellikle son 3 dize… Ne çok öğretici ve düşündürücü değil mi?
Şiirin gücüyle uyumlu, keskin bir tokat gibi değil mi??

Hakka yürüyüşünün 11. yılında Cide ADD‘de O’nu anma amaçlı çağrı ile

Büyük Ortadoğu Projesi” konusunu işlemiştik yansılarla..
ADD Genel Başkan Yardımcısı idik..
R.T. Erdoğan’ın onlarca kez TV’lerde bu emperyalist tasarımın (projenin) EŞBAŞKANI olduğunu ne hazindir ki, ne kahredicidir ki; övünerek açıkladığı günlerdi!!??
Oysa bu girişim sefil post-modern Sevr tasarımı idi, apaçık yayınlanan haritalarla yurdumuzun bölünmesi dayatılmakta idi. Hem de ABD Silahlı Kuvvetler Dergisinde, resmen!

AKP genel başkanı ve dönemin Başbakanı Türkiye’nin bölünmesini öngören projede eşbaşkan olmakla övünç duyuyor ve duyuruyordu bu misyonunu..
Mehmet Akif Ersoy’un sarsıcı deyimi ile “Ya Rab, bu ne hazin tecelli!?!” idi..
Bu ne gaflet, bu ne dalalet ve de bu ne hıyanet idi!!??

Rıfat Ilgaz ustamızın demesi ile “Aydın sorumluluğu” yakamızı bırakmıyordu.
O gün Cide’de bu lanetli dayatmayı anlattık yurdum insanına..

Sevgi ve saygı ile. 07 Temmuz 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik

Düzgün TV Programımız : 30 Ağustos Utkusunun (Zaferinin) 101. Yılı

Dostlar,

Bu akşam (30 Ağustos 2023) Türkiye saati ile 21:00’de Viyana’dan canlı yayın yapan Düzgün TV‘den Sayın Bahar Altun’un konuğu olduk. Görsel aşağıda. 30 Ağustos 1922 – 30 Ağustos 2023… 101 yıl sonra görkemli utkuyu ve sonuçlarını irdeledik. Gazi Mareşal Mustafa Kemal Paşa komutasında kazanılan görkemli askeri utkunun siyasal tarihte, harp tarihinde, uluslararası hukukta yerini konuştuk.

Örn. bu utku (zafer) kazanılmasaydı Lozan Barış Andlaşması‘nı yapamayacaktık.
Son Osmanlı Padişahı Vahdettin’in 3 Paşasının Paris’te bağıtladığı (imzaladığı) Sevr Andlaşması uygulanacak, Anadolu’dan sürülmemiz ve Türk milleti olarak tarihten silinmememize başlanacaktı.

Yanı sıra, 101 yıl sonra, 21 yıllık AKP iktidarının ülkemizi içine sürüklediği çok yönlü bunalımı tartıştık, Sayın Bahar’ın sorularını yanıtlayarak.

Tüm olup bitenlerin asla rastlantı olmadığını, Emperyalizmin – emperyalistlerin asla vazgeçmedikleri / unutmadıkları / rövanş kovaladıklarını açıkladık. 104 yıl önceki Sevr’in post-modern türevi olarak BOP‘un (Büyük Ortadoğu Projesi‘nin) 2005-2006’dan beri Türkiye’de de yürürlükte olduğunu aktardık. Erdoğan’ın eşbaşkanlığını yaptığını onlarca kez TV’lerden övünerek duyurduğu bu hain bölücü planda Türkiye’nin parçalanmasının haritalarla yayınlandığını (US Armed Forces Journal, June 2006, Albay Ralph Peters) aktardık. Proje parti AKP kendine yüklenen misyonu yerine getiriyor. Ülkemiz her alanda bu yıkım, dağılma ve parçalanmaya, Anadolu Federe İslam Cumhuriyeti’ne sürükleniyor..

101. yılda göğsümüzü kabartarak yaşadığımız gururun yanı sıra, ülkemizi bunaltan sorunları, nedenlerini, kök nedenlerini ve çözüm yollarını paylaştık izleyicilerle..

  • Çare, YENİDEN KUVVAY-I MİLLİYE!

İzlemek için lütfen tıklayınız.. (1 saat). Paylaşılması ve gereklerinin yapılması dileğiyle..

https://www.youtube.com/live/UVqmLdNFZkw?si=V2q5z62afjpwxEq8

Sevgi ve saygı ile. 30 Ağustos 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik       twitter : @profsaltik

 

 

 

28 Mayıs ve sonrasında Türkiye

Zülal Kalkandelen
Zülal Kalkandelen
zulal.kalkandelen@cumhuriyet.com.tr
26 Mayıs 2023, Cumhuriyet

 

İki hafta önce cuma günü, 14 Mayıs’taki seçimde geleceğe ilişkin umudu yeşertmek için Erdoğan’a karşı oy vermemiz gerektiğini yazmıştım. Aynı cümleyi bugün, 28 Mayıs’ta yapılacak ikinci tur seçimi için kuruyorum.

28 Mayıs’ta Kılıçdaroğlu kazanırsa her şeyin çok güzel olacağını hiç söylemedim; her iki aday konusunda da eleştirilerimi net olarak yazdım, okuyucularımı nesnel bir tavırla bilgilendirdim, gerçeği söylemeyi ertelemedim.

Yine öyle yapacağım.

ERDOĞAN KAZANIRSA…

28 Mayıs’ta Erdoğan kazanırsa…

Devletin televizyonu TRT’ye çıkıp “Ama montaj, ama şu, ama bu” diyerek rakibine iftira atmak için montajlanan bir videoyu kampanyasında kullandığını rahatlıkla söyleyebilen, gerçeği kolaylıkla saptırabilen biri cumhurbaşkanı olacak.

Kadın-erkek eşitliği fıtrata ters diyen biri tekrar cumhurbaşkanı olacak.

Kadın cinayetleri ve cemaat yurtlarındaki tacizler için “münferit” diyen bir cumhurbaşkanı olacak.

Yıllardır sürekli olarak kullandığı nefret söylemleriyle toplumu kutuplaştıran bir cumhurbaşkanı olacak.

Beşli çeteler ceplerini doldururken batan ekonominin bedeli işçi sınıfının, emekçinin sırtına yüklenmeye devam edecek.

“Adalet Sarayı” denilen binalarda adaletin esamesi okunmayacak; yargının, aydınların ve ilerici kesimlerin, hak mücadelesi veren herkesin üzerindeki baskı artacak.

Siyasal İslamcı AKP ile Hizbullah uzantıları, aşırı milliyetçiler ve dinciler arasında kurulan ittifak, Türkiye’deki karanlığı daha önce görülmedik şekilde koyulaştıracak.

  • Emperyalizmin Türkiye’de kurduğu oyunun bir sonucu olan sığınmacı sorunu, şiddetlenerek sürecek ve Türkiye’nin varlığını tehdit eder hale gelecek.

Erdoğan kazanırsa, Türkiye, Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde gerçekleşen laik Cumhuriyet Devrimi’nin 100. yılında, Erdoğan’ın lideri olduğu Karşıdevrim Tarikatına teslim edilecek.

KILIÇDAROĞLU KAZANIRSA…

Kılıçdaroğlu seçilirse, 21 yıldır ülkenin üzerine çöken, Büyük Ortadoğu Projesi’nin ürünü AKP’ye güçlü bir yanıt verilecek; yozlaşmış düzeni değiştirmek isteyen muhalefetin sesini duyurması için daha fazla olanak olacak.

Söz verdiği gibi ilk 24 saat içinde İstanbul Sözleşmesi’ne dönmek söz konusu olacak.

Türkiye, Şahsım Devletinden çıkıp parlamenter sisteme ve hukuk devletine dönüş rotasına girecek.

Elbette tek bir seçimle tüm sorunları çözmemiz, ideal bir sistem yaratmamız olanaklı değildir. Millet İttifakı’na ve seçim sürecinde ortaya koydukları politikalara yönelik eleştirilerim aynı şekilde devam ediyor (biçimde sürüyor).

Kim kazanırsa kazansın, laiklik, tam bağımsızlık ve güçlü bir sol için verdiğimiz mücadele hızlanarak sürecek. Üstelik de karşımızda artık tarihin en sağcı Meclis’i varken!

Ancak son tahlilde (çözümlemede) 28 Mayıs için durum nettir:

  • Erdoğan’ın gitmesi için bir kez daha oy vermek ve sandıklara sahip çıkmak,
    her vatansever yurttaşın temel görevidir. 

Gün kararsızlık günü değildir!

Mülteci akını bir ABD projesidir

Ataol Behramoğlu
Ataol Behramoğlu
ataolbehramoglu@gmail.com
24 Mayıs 2023, Cumhuriyet

 

Yurdumuza başta Suriye olmak üzere Ortadoğu ülkelerinden, Afganistan’dan mülteci akınının bir ABD emperyalizmi projesi olduğunu düşünüyorum.

Batı ülkeleri yönetimleri de bu projeyi destekliyor ya da umursamıyorlar.

Hepsinin ortak yanı Türkiye ve Türk düşmanlığıdır.

İngiltere’nin Türk düşmanı başbakanı Lloyd George, “Türkler Avrupa’nın Kızılderilileridir, Avrupa’dan kovulmalıdırlar” demiş, fakat bu “Kızılderililer” o dönemin baş emperyalisti İngiltere’nin desteğindeki Yunan ordusunu bozguna uğratınca Yunan Başbakanı Venizelos’la birlikte bu ırkçı sözün sahibi de koltuğunu kaybetmişti.

Lloyd George adında özdeşleşen düşmanlık daha sonraki baş emperyalist Amerika Birleşik Devletleri’nin “Uygarlıklar Çatışması” teziyle hortlamış oldu. (AS: Prof. Samuel Huntington’a bu adla kitap yazdırıldı. Neden “Uygarlıklar Barışı” tema olarak seçilmedi NATO/ABD tarafından?? )

Aslında hortlamadı, hep vardı.

Batı, Osmanlı’yı hiçbir zaman kendinden saymamış, başkası olarak, düşman olarak, hasım olarak görmüştür.

Türk düşmanlığı, Türkün yabancı ve düşman oluşu, Batılının kafasında, bilinçaltında, Osmanlı’dan, belki daha da öncelerden günümüze süregelmiştir.

Batı Osmanlı’yı da Türk olarak görmüş, öyle adlandırmıştır.

Bulgaristan’ı turist olarak gezdiğinizde en sık rastladığınız sözcük “Turetskaya iga / Türk boyunduruğu”dur… Neden hiç değilse Osmanlı boyunduruğu demiyorsunuz uyarınıza verilecek yanıtları yoktur. Öyle öğretilmiş, öyle devam ediyor.

Turcofob /Türk fobisi” sözlüklerde yer alan yerleşik bir deyimdir.

Türk sözcüğünü, “Türk milleti” kavramını, çağdaş bir bilinçle, barışçı ve Aydınlanmacı bir akılla ışıldatan, dünya toplumunun, dünya milletlerinin eşit bir bileşeni olarak tarih sahnesine çıkaran kişi Mustafa Kemal Atatürk olmuştur.

Sonrasında kapıdan kovulan emperyalizm bacadan girmeyi başarmış, büyük Türkiye olmak hedefinin yerini küçük Amerika olmak uşak ruhluluğu almış ve sonunda da Huntington gibilerin sahte uygarlıklar çatışması tezleriyle Türklerin ve Türkiye’nin Batı’dan kapı dışarı edilmesi yönünde, “Sizin burada ne işiniz var, gidin Ortadoğu’da İslamın lideri olun” türünden havuç göstererek kandırma masalları, aldatma çabaları başlamıştır.

  • Bugün Türkiye’de cumhurbaşkanı sıfatını taşıyan kişi, Büyük Ortadoğu Projesi adlı saldırgan, istilacı projenin ülkemizdeki temsilcisi olduğunu kendi ağzıyla söylemiştir.
    (AS: BOP haritası Türkiye’yi de parçalıyor, salt istilacı değil..)

Ülkeyi şirket yönetir gibi yöneteceğini söyleyen de yine kendisidir.

Vatan şirket, yurttaş müşteri değildir.

Kaldı ki Türkiye, büyük bir tarihin üstünde yükselen çağdaş ve genç bir ülke, Türk milleti de yüzlerce yıl bir arada yaşamış; aradaki çatışmalar, yaşanan acılar ne olursa olsun, tasada ve sevinçte çoğu kez birlikte olmuş bir halklar sentezinin (bireşiminin) adıdır.

Büyük Ortadoğu Projesi denilen emperyalist saldırı ve istila projesi çökerken yüzlerce, belki binlerce çocuğumuzun yaşamına mal oldu.

Şimdi bu acıların sorumluları ülke yönetimine yeniden talip (istekli) oluyor.

Sorumsuz tek adam yönetiminin devamı için milletin kasasından milyarlar harcanıyor.
Yer gök propaganda afişleriyle donatılıyor.
Şantaj, tehdit, yalan, din istismarcılığı görülmedik ölçüde azgınlaşmıştır.

Türkçe bilmeden, parayla satın aldıkları ya da bedavadan kondukları yurttaşlığın verdiği hakla bu kişiye ve çevreye oy verilmesi, tarihimizde ve herhalde bütün milletlerin tarihinde ilk kez görülen bir şeydir.

  • Demek benim çocuğumun, torunumun, çocuklarımızın, torunlarınızın yazgıları, gelecekleri; tarihimizle, bugünümüzle, kaygılarınızla, millet olma duygumuz ve bilincimizle bir ilgisi bulunmayan kişilerin oylarıyla belirlenecek, öyle mi?

Böyle bir şey kabul edilemez. Sonuçlarının yasallığı da bence tartışmalıdır, tartışılmalıdır, tartışılacaktır.

Devam edeceği de söylenen mülteci akınının bir tesadüf olmadığına; milletin niteliğini bozup değiştirmeye, Türkiye’yi Ortadoğulu yapmaya yönelik emperyalist projesin bir parçası olduğuna kuvvetle ve samimiyetle (içtenlikle) inanıyorum.

Bu projenin destekçilerine, uygulayıcılarına verilecek her oy, Türkiye’ye, Türkiye Cumhuriyeti’ne, Türk milletine; çocuklarımızın, torunlarımızın, gelecek kuşakların mutluluğuna, ülkenin bağımsızlığına karşı verilmiş bir oy olacaktır.

Başta Orta Anadolu’nun, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun kıraç topraklarının çocukları olmak üzere; dedeleri, onların da babaları ve dedeleri Çanakkale’de, Sakarya’da şehit düşmüş ailelerin bugünkü çocukları, o şehitlerin komutanlarına hakaret eden, Atatürk’ü utanmazca ve alçakça lanetleyen emperyalist yardakçılarına oy verirlerken kendi şehit atalarının hatıralarına hürmetsizlik etmiş olmayacaklar mı?

Gerçekleri görmek için ülkemiz bütünüyle bir Ortadoğu sömürgesi oluncaya kadar beklemeleri mi gerekiyor?

O zaman çok geç olmayacak mı?

Suriye’deki asıl düşman kim?..

Suriye’deki asıl düşman kim?..

Mehmet FARAÇ

Mehmet FARAÇ
farac65@gmail.com, 
YENİÇAĞ, 13 Ekim 2019

“Şah Fırat”, “Fırat Kalkanı” ve “Zeytin Dalı”ndan sonra Türk Ordusu, 4. kez Suriye topraklarında… 2. ve 3. operasyon PKK-IŞİD ve benzeri örgütlere sert bir uyarı niteliğindeydi…

Ancak bu iki örgütten PKK’nın daha organize olması ve coğrafi olarak hedef büyütmesi, Barış Pınarı Harekatı‘nı gündeme getirdi… Peki, terör örgütü tüm çöküşlerine karşın Suriye’de nasıl organize oldu?..

15 Ağustos 1984’te Eruh ve Şemdinli’ye baskın düzenleyen, ancak üçüncü ilçeye girmeyi başaramayan PKK, o dönemde Rus yapımı ‘kalaşnikof’larla “halkın silahlı birlikleri” adı altında eylemlere başlamıştı…

Suriye’nin Bekaa Vadisi’nde uzun süre eğitilen ve daha sonra bu ülkeden Irak’a geçerek Doğu sınırındaki ilçelere saldırı başlatan PKK, o dönemde henüz emperyalizmin tam etkisi altına girmemiş, 300-400 kişiden oluşan bir terör grubuydu…

Emperyalist ülkelerin, Doğu ve Güneydoğu ile ilgili planlarının henüz şekillenmediği dönemlerde PKK’dan yansıyan görüntüler yalnızca köy basmak ve katliam yapmak gibi vahşet manzaraları değildi…

PKK, içinde bulunduğu çaresizliği aşmak için bir yandan Güneydoğu’da örgütlenirken, öbür yandan da Avrupa’da insan ve uyuşturucu kaçakçılığıyla güçlenmeye çalışmıştı…

Örgüt yakalanan elemanları üzerinden vahim manzaralar da dışa vuruyordu; açlıktan bitkin düşmüş, kıyafetleri dökülen, silah ve mühimmat açısından yoksul ve çaresiz militan manzaralarıydı bunlar…

Öcalan‘ın yurtdışında yakalanarak Türkiye’ye getirilmesi ve İmralı‘ya hapsedilmesinin ardından, daha önce “Apocular” olarak bilinen örgüt, bir anda hem siyasi, hem ideolojik açıdan, hem de silahlanma bakımından farklı kimliklere bürünerek, Kuzey Irak’taki devinimle birlikte, “Büyük Ortadoğu Projesi“nin nihai planlarından biri haline getirildi…

  • İran-Irak-Suriye ve Türkiye’den parçalar kopartılarak kurulması düşlenen “Büyük Kürdistan” projesinin taarruz gücüne dönüştürülen PKK, 

bölgesel gelişmelerden de yararlanarak “KCK” adını aldı ve bir yandan da Doğu ve Güneydoğu’da sivil yurttaşları örgütleyerek, “intifada” adı altında başkaldırı provalarına girişti… Ve öte yandan PKK, siyasal olarak yerel yönetimler üzerinden de güç kazandı…

Terörü besleyen güç!..

AKP iktidarı döneminde “Barış” iddiası ve “çözüm planı”yla devletle masaya oturacak hale getirilen PKK, yaşanan 4 yıl yıllık tartışmalı “süreç”te yalnızca askeri olarak değil, ekonomik olarak da güçlenirken; Güneydoğu, Orta Doğu ve Avrupa’da iyice palazlandı, bir yandan siyaset gücü, öbür yandan silah tehdidi, medya ve ekonomik yapılanmasıyla birlikte tüm sınır boyunda politik-diplomatik dengeleri değiştirmeye aday bir güç olmaya çalıştı…

“Arap Baharı” safsatası kapsamında darbe alan ülkelerde kendine gelişme alanları bulmaya çalışan örgüt, “çözüm süreci” döneminde yaşanan kimi karanlık saldırıların ardından Oslo görüşmeleri ile başlayan gidişat darbe alınca, bölgesel arayışlarını yoğunlaştırdı…

Yani PKK, yeniden eski konumuna çekildi ve devletle çatışmayı yoğunlaştırdı…

Ancak Irak’taki Kürt yönetiminin Ankara’nın baskısıyla PKK’nın hareket alanını iyice daraltması ve Suriye’de iç savaş kışkırtmacılığının güvenlik açığı yaratması ile birlikte sınırımızın yanıbaşında kendine bağımsız bölgeler oluşturan PKK, Türkiye’nin yoğunlaşan etkisi ve 4  yılda kapsamı genişleyen operasyonlar nedeniyle iyice sarsılmaya başladı…

IŞİD‘i gerekçe göstererek bunlarla savaşacak bir taarruz gücü oluşturmaya çalışan ABD ise kendi askerlerini riske atmak yerine, PKK’nın Suriye kolu YPG üzerinden Kürtleri silahlandırırken, örgüt bu planla “bir taşla iki kuş” vurmayı amaçladı ve Türkiye’ye karşı saldırı planını genişletme yoluna gitti…

Türkiye’nin “Barış Pınarı Harekatı” adı altında Suriye’ye operasyon düzenlemesinin bir nedeni IŞİD’se, asıl nedeni işte PKK’nın bu palazlanma ve coğrafi olarak güçlenme çabalarıdır…

Şimdi hem yazının başına dönelim hem de yaşamsal soruyu soralım:

PKK; 300-400 kişilik bir gruptan 1990’larda 20 bin kişilik bir orduya dönüşürken, Öcalan’ın yakalanması ile birlikte yitirdiği gücünü yeniden nasıl kazandı?..

Ve asıl soru; Suriye’de Barış Pınarı Harekatı’nı yürüten Türk Ordusu’na karşı ağır silahları nasıl edindi PKK?..

Sınırdaki sinsi tehdit!..

Suriye’deki karanlık kaos, yaşamsal soruları hep gündemde tutacak; 1984’te silahlanmış “Apocular” olarak, ellerinde bozuk kalaşnikoflar ve üstleri başları dökülen millitanlarla iki ilçeye baskın düzenleyerek “Kürt devleti” rüyası peşinde koşan PKK‘lılar, 1990’lardan başlayarak 20 bin kişilik bir orduya dönüşme yolunda nasıl ilerleyebildiler?..

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın önceki gün açıkladığı gibi, son 4 yılda yurt içinde 7500, sınır ötesinde de 8500 militanını yitiren PKK nasıl oldu da TSK’nın sınır ötesi operasyonlarına direnecek askeri yapılanma ve silah-mühimmat gücüne ulaşabildi?..

Bu sorunun yanıtı son aylarda gazetelere yüzlerce kez yansıyan ve ABD’nin YPG’ye binlerce TIR dolusu silah-mühimmat ve araç-gereç gönderdiğine ilişkin fotoğraflar değil yalnızca…

Üzerinde asıl düşünülmesi gereken konu, Türkiye’nin bir yılı aşkın süredir hazırlığını yürüttüğü bir operasyona karşın, örgüt sınır bölgesinde kimden güç ve cesaret alarak ve hangi donanımlarla direnmeye kalkıştı acaba?..

Barış Pınarı Harekatı’nda son 4 günde 400’den çok militanın öldürülmesi örgütün bölgedeki varlığını kanıtlarken, sınır hattında çoğu Türkiye’ye uzanan ve ancak 750 kiloluk bombalarla imha edilebilen tünel ve sığınakların arkasında hangi güç vardı?..

Ve doğal ki, 40 yıl önce bozuk kalaşnikoflarla yola çıkan örgütü ağır makinalı tüfekler, doçkalar, uçaksavarlar, keskin nişancılarla donatan mekanizma hangi iradenin dışavurumu?..

PKK’nın Urfa ve Mardin’de sivilleri de hedef alabilecek donanımdaki silah-mühimmat, araç -gereç- organizasyon yapısı, üstelik TSK operasyonuna karşın militanlarını bölgede tutma gafleti şu soruyu da ısrarla akla getiriyor :

  • Türkiye; Barış Pınarı Harekatı’nda acaba sadece IŞİD ve PKK ile mi savaşıyor?..

Bu sorunun etkili bir yanıtı bulunmadığı sürece, Suriye’deki kaos ne yazık ki Türkiye için tehdit olmayı sürdürecek…

İsrail’in hedefleri ve Iğdır’ın satılması!

İsrail’in hedefleri ve Iğdır’ın satılması!

Arslan BULUT

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Washington Post gazetesinde Robert Kagan, “İsrail ve liberal düzenin çöküşü” başlıklı yazısında, 17 Eylül’de erken seçime gidecek olan ülke için, “Liberal dünya düzeni ile liberal karşıtı milliyetçi ve otoriterler arasındaki artan çatışmada, İsrail hangi tarafta olmak istiyor?” sorusunu sordu.

Kagan, “İsrail Başbakanı Netanyahu’nun, liberalizme açıkça karşı duran Macaristan Başbakanı Viktor Orban ve Polonya’nın Yahudi soykırımındaki rolünün kamuoyunda tartışılmasını yasaklayan iktidardaki Hukuk ve Adalet partisiyle yakın ilişkiler kurmaya çalışması, Brezilya’nın sağcı milliyetçi lideri Jair Bolsonaro’yu sıcak bir şekilde kucaklaması; bir zamanlar Adolf Hitler’e benzetilen Filipinler Cumhurbaşkanı Rodrigo Duterte’i ziyaret etmesi, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile ilişkileri canlandırmak için sürekli çalışması, Hayfa limanını yönetmek için Çinli bir devlet şirketine 25 yıllık bir sözleşme önermesi, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan’ın otoriter yönetimlerini desteklemenin yanı sıra Mısır’daki askeri diktatörlüğe sürekli olarak güçlü destek sağlaması”nı hatırlattı ve “Tüm bu yeni ortaklar arasındaki ortak payda liberalizme ve liberal dünya düzenine düşmanlıktır” tespitinde bulundu..
***
Robert Kagan, özetle şu görüşleri öne sürdü:

*”İsrail, daha önce sahip olmadığı seçeneklerle karşı karşıya… İsrail’in kuruluşunun ve hayatta kalmasının liberal dünya düzeninin başarısına ve ABD’nin desteğine bağlı olduğunu unutanlar var. Gerçek şu ki Yahudi devleti, ABD olmadan doğup hayatta kalamazdı.

*ABD, önemli zamanlarda Siyonistlere kritik destek sağladı. Cumhurbaşkanı Harry S. Truman, kezlerce İngilizleri Filistin’i 100.000 Avrupalı Yahudi’ye açmaya zorladı. Bölünmeyi destekledi ve ABD ilanından 11 dakika sonra İsrail’in bağımsızlığını tanıdı.

İsrail’in Birleşik Devletlerin taahhüdü devam etmeden gelişmesi de muhtemel değildir.

*İsrail bugün güçlü ve başarılı; zayıf ve az gelişmiş komşularını gölgede bırakıyor. Ancak, egemen ulus-devletler dünyasında, liberal bir düzeni olmayan bir dünyada, İsrail, fillerle çevrili bir faredir.

*İsrail, düşmanlarla çevriliyken ABD’nin küresel hegemonyası şemsiyesi altından çıkıp, sağcı milliyetçiler tarafından yönetilen Avrupa uluslarının desteğine güvenebilir mi?”
***
Tam da bu yazı yayınlandıktan sonra İsrail Başbakanı Netanyahu, Soçi’ye giderek Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putinile görüştü. Putin, “İsrail ile güvenlik ve askeri işbirliği konularında ilişkilerimiz yeni bir nitelik kazandı.” dedi.

İsrail’de 17 Eylül’de genel seçimler yapılacağını hatırlatan Putin, Sovyetler Birliğinden giderek İsrail’de yaşayan 1,5 milyondan fazla kişiyi kendi insanları olarak saydığını, bu yüzden İsrail Parlamentosuna girecek milletvekillerinin kim olacağına ilgisiz olmadıklarını da söyledi!
***
Konumuz İsrail ekseninde dönen olaylar ise CHP Muğla Milletvekili Tolga Çandar’ın,

  • “Iğdır Ovasının tamamını İsrailliler aldı.
  • Harran Ovasının yarıdan fazlasını da İsrailliler satın aldı.
  • Türkiye’deki ekili alanlarımızın önemli bir bölümünü İsrailliler satın alıyor.
  • Karacahisar Köyünün o termik santralin yapılacağı yerden Bodrum’a kadar olan arazinin birileri tarafından satın alındığını öğrendik..” sözlerini de bu gelişmelere eklemek gerekir.

İsrail, “fillerle çevrili bir fare”dir ama nükleer silahlara sahiptir ve Irak, Suriye, İran, Türkiye, Ürdün, Mısır, Tunus, Lübnan ve Suudi Arabistan topraklarında, bugüne kadar ABD desteğiyle sürdürdüğü Büyük Orta Doğu Projesi ile Ortadoğu Birleşik Devletleri adıyla bir fil olmaya dönük çalışmalarını hızlandırmıştır. Kagan‘ın incelediği, “İsrail’in otoriter rejimlerle yakınlaşması” nın nedeni budur

  • Türkiye’de siyasal İslâmcıların, Türk kimliğine, Atatürk’e ve cumhuriyete düzenli olarak saldırmalarının ve iktidar tarafından korunmalarının nedeni de budur.
    ======================================
    Dostlar,

“Kürt sorunu devam ettikçe gerillaya katılım da olacak, çatışma da olacak, savaş da olacak..” mı acaba??

Türkiye, ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi politikalarına gönüllü ortak oluyor. AKP = Erdoğan BOP Eşbaşkanı! Bu proje bağlamında, Ortadoğu’dan Kafkaslara, Orta Asya’ya sözde demokrasi götürmek adına ABD ne yaparsa yapsın, Türkiye (AKP!) “peşin” destek veriyor. Oysa ABD’nin Büyük Ortadoğu projesi Türkiye’nin ne yararına, ne de çıkarına! ABD Dışişleri Bakanı C. Rice’ın anlatımıyla, “bölgede pek çok ülke sınırını değiştirecek olan” bu girişim kapsamında Türkiye’nin de toprak yitireceği planlanmakta!

(01.07.2007, Cumhuriyet)

ABD “Armed Forces Journal” dergisinde
E. Alb. R. Peters’ın makalesi özellikle
dikkat çekicidir. (Haziran 2006; http://www.cumhuriyet.com.tr/video/video/1579798/HDP_li_Leyla_Guven_in_aciklamalari_tepki_cekti.html)

Makalede, Ortadoğu’da istikrarsızlığın aşılması için sınırların, “azınlıkların durumu gözetilerek” yeniden çizilmesi öngörülmektedir. Kürtlere özellikle vurgu yapılmaktadır. Türkiye, Suriye, İran ve Irak’ta yaşayan Kürtlerin bağımsız bir devlet sahibi olması gerektiğinin savlandığı yazı;

Türkiye’nin beşte birini oluşturan doğusu ile güneydoğusunun işgal edilmiş” bölge olarak kabulü gerektiği

yargısına (!) yer verilmektedir…

PKK Bölücülüğünün Nedeni : SORUN Temelde EKONOMİK ….

Bölgedeki sorunlar etnisiteye değil, ekonomik ve sosyal sorunlara dayalı..
Doğu ve Güneydoğu’da ekonomik canlanma sağlanmalı. İstihdam olanakları artırılmalı. Bu sorunlarla savaşım için belirlenecek stratejiye, asker ve sivil ögeler birlikte katılmalı. Bu strateji, eşgüdümün sağlandığı merkezi bir yapılanma bünyesinde yürütülmelidir..

Feodalitenin tasfiyesi ilk koşul görülüyor..
****

HDP Hakkari Milletvekili Leyla Güven’in önceki gün yaptığı açıklamada;

  • “Kürt sorunu devam ettikçe gerillaya katılım da olacak,
    çatışma da olacak, savaş da olacak..”

sözleri yer aldı. Kamuoyunun gündemine bu açıklamayla gelen Güven hakkında Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturma başlattı. Sözler dehşet vericidir.. HDP seçmeni ülkemizde demokratik ittifaka 31 Mart 2019 yerel seçimlerinde açık destek vermişken, bu kritik dayanışma – bütünleşme tehlikeye sokulmaktadır. Bundan en çok yarar sağlayacak olan AKP = Erdoğan‘ dır. En çok zarar göreceklerin başında HDP ve Kürt yurttaşlarımız olacaktır.

Aklımızı kurcalayan sorular                         :

1. HDP’nin tüm isteklerinin kabulü olanaklı mıdır?
2. Bu olanaklı olmazsa HDP, PKK kartını kullanarak Türkiye’yi açıkça tehdit mi edecektir?
3. Böyle yaparsa HDP, PKK’nın yasal zemindeki uzantısı olduğunu kabul ve itiraf etmiş olmayacak mıdır?
4. Bu kabul ve itiraf HDP’nin AYM kararıyla kapatılması sürecini zorlamaz mı?
5. Olağan koşullarda bir devletin terör örgütü tehditlerine boyun eğdiğinin örneği tarihte var mıdır?
6. Kürt kardeşlerimizin sorunlarının çözümü Türkiye’de, ülke – ulus bütünlüğü temelinde tüm halkımız için 1. Sınıf bir laik – demokratik – sosyal – hukuk devleti kurulmasıyla olanaklı değil midir?
7. Batı emperyalizminin kanlı ağababası ABD’yi vd. ni arkasına alarak kimi Kürt  kardeşlerimizin PKK maşasıyla bağımsızlık savaşımı vermesi hangi akla sığmaktadır?

Bu “kavga“ onurlu bir kavga sayılabilir mi?
8. Emperyalizmin insanlık tarihinde herhangi bir halkı – ulusu özgürleştirdiğinin tek bir örneği görülmüş müdür? Böylesi bir beklenti emperyalizmin doğasına ters – aykırı değil midir?
9. Durum bu ise, son çözümlemede PKK, Kürtlerin özgürleşme eylemlerinin milis – gerilla
gücü müdür; Batı emperyalizminin kanlı – bölücü – taşeron maşası mıdır?
10. Tablo bu denli açık iken HDP neden son derece net ve kararlı olarak PKK’yı reddedip dışlamıyor ve tüm ilişkilerini kesmiyor?
Örn. HDP Hakkari MV Leyla Güven’in sözlerini reddederek bu milletvekilini partiden atma girişimi başlatabilir mi?
Parti tüzüğünde net bir PKK vb. şiddet – terör ilişkisi reddi düzenlemesi yapabilir mi?

HDP Hakkari MV Güven neden yangına körükle gidiyor, neden?
Bu basit bir akıl tutulması ya da siyasi manevra hatası gibi hiiiiç mi hiç durmuyor!

O zaman??
*****

“Sorun“ 1984’te bölücü – kanlı – taşeron silahlı örgüt PKK kurdurularak tırmandırıldı. ABD apaçık, binlerce TIR dolusu askeri – teknik lojistik desteği PKK – YPG – PYD’ye aktarmakta. Artık Türkiye ile savaşı görünür biçimde, PKK – YPG – PYD eliyle vekaleten sürdürmekte (proxy war)..

AKP iktidarı ise derin uykularda hala ABD ile ortak “güvenli bölge“ hülyaları içinde. AKP = Erdoğan nedense bu konuda olağanüstü sabırlı, yumuşak, alttan alan, diplomatik deyimle aşırı uysal “güvercin“ konumunda!? TBMM uzuuun mu uzun dinlencelerde.. Suriye – Irak sınırında ABD askeri yığınağının tamamlanması mı bekleniyor??

Sorun çok ciddi, hatta kritiktir. TBMM’de gerekirse gizli oturumda ivedilikle görüşülmelidir. Muhalefete ve halka yeterli bilgi aktarılmalıdır. Hiç olmazsa böylesine beka sorunu bir tıkanmada TEK ADAM frene basmalı; ülkemizin – ulusumuzun ORTAK AKLI ve istenci (iradesi) ivedilikle etkin kılınmalıdır.

AKP = Erdoğan der – hal BOP Eşbaşkanlığı görevini bıraktığını kamuoyuna kararlılıkla açıklamak zorundadır. Tersi durumda Türkiye’nin safında olamaz!

Sorun uzayabilir… uzatılabilir..

Ama hiç kuşku duyulmasın ki; Anadolu halkının sağduyusu, çooook özlenen bir iç çatışma ve bölünmeye asla izin vermeyecek!

Sevgi ve saygı ile. 14 Eylül 2019, Datça

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı, AÜTF Halk Sağlığı AbD
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı, Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com

HEDEF TÜRKİYE AMA NEDEN?

HEDEF TÜRKİYE AMA NEDEN?

Nurullah AYDIN
10 Eylül 2018 – ANKARA  

Her kafadan bir ses çıkıyor. Herkes kendi çıkarları, inançları düşünceleri açısından bakıyor. Peki ifade edilmekte zorlanan temel gerçek ne? Sağda solda yeni ve eski partiler, medya kuruluşları, dernekler, vakıflar, sendikalar, meslek kuruluşları var. Hepsi her dönem yeniden yapılandırılırlar. 

Doğu-batı enerji savaşında Türkiye kilit ülkeydi.
Dinleme üsleri, ileri teknolojiye dayalı istihbarat üsleri, en iyi yetişmiş ajanlar Türkiye’deydi.
Türkiye; Bizanslılaştırılacaktı.
Ilımlı İslam projesi ile İslam ülkeleri denetim altına alınacaktı.
Büyük Ortadoğu projesinde yönetim değişimleri yapılacak ve Türkiye ana üs görevi yapacaktı. İslam ülkeleri ile yakınlaşarak içten hançerleme görevi yaptırtılacak iç savaşlarla İslam ülkeleri yakılıp yıkılacaktı. 

Yeni dünya düzeni, ılımlı İslam projesi, Büyük Ortadoğu projesi kapsamında yeni yapılandırmaya gittiler. Hırslı, zaafları çok olan tipleri bir kez daha farklı şekilde tespit ettiler eğittiler, örgütlediler.
Eşbaşkandılar artık. Eşbaşkanlık görev yerine getirilmeye başlandı. Ama açığa çıktı.
Birlikte iktidara taşındılar. Devleti, devletin kaynaklarını ele geçirme sürecinde; dillerde din iman ile halk uyuşturulurken, ayakkabı kutularında evlerde paralar biriktirilmeye başlandı.

Ortaklık bozduruldu. Güç, yetki, servet paylaşımında ortaklık çatladı. Çatlatıldı.

Ne oldu da çatladı? Ne oldu da çatlatıldı? Yorum üzerine yorum yapılıyor. Birbirlerini kumpas yapmakla, ahlaksızlıkla suçluyorlar. Siyasetçiler, gazeteciler, iş adamları, akademisyenler oyunun birer parçası olarak devlet olanaklarına çöreklendiler. Soydular. Yandaş, candaş, kardaş kavramlarıyla yoksul halkı, idealist insanları kullandılar.

  • Tarihin en büyük soygununu, din şemsiyesi altında pişkinlikle gerçekleştirdiler.

Eleştiriler yapılıyor da hiç ama hiç kimse; oynanan oyunda, kuklaları oynatanları konuşmuyor. İstihbarat örgütleri, küresel sermaye temsilcileri ile beraber çalışan güçler, oyun oynuyor. Türkiye’de Gladio, tartışılmıyor. Türkiye’de Gladio kimlik değiştirdi, yenilendi.

Meclis, bürokrasi, medya ve üniversitelerde birbirinden habersiz pek çok kişi Özel Eleman mı?

Karşılıklı iftira ve suçlama kampanyası sürdürülürken, partilerde ne kadar personelin, hatta birbirini hiç tanımayan kaç milletvekilinin bulunduğunu bilen söyleyen hatırlatan var mı? 

Özel Eleman olarak eğitilenleri nasıl ve neden seçilir? Onlar; milletvekilliği, üst bürokratik görevlerde, gazete köşe yazarlığı, profesörlük dönemlerinde değil, daha genç yaşlarda bölgesinde güvenilir, saygın, sözü geçen ve gerektiğinde halkıyla bütünleşerek, milleti ve vatanı için yapılacak mücadelede önder olabilecek niteliklere sahip oldukları için seçilirler.

Türkiye Özel Elemanlar Örgütü’nde; bir dönem batıcılar, bir dönem milliyetçiler şimdilerde ise vatansız İslamcı ve etnik kimlikli kişiler organize edildiler. Tiplerine, özgeçmişlerine bakın. Kimler siyasetçi oluyor?
Kimler hiçbir şeyi yokken birden servet edinmiş, holdingler kurmuş?
Kimler üst düzey bürokrat oluyor?
Kimler gazete patronu oluyor? Kimler her dönem gazete köşe yazarlığı yapıyor?
Kimler TV’lerde kafa karıştırıcı yorumlar yapıyor?
Kimler fişleniyor? TSK, bürokrasi, medya, üniversiteler altüst edilmeye devam ediyor. Yetişmiş elemanlar tasfiye edilirken, özel elemanlar yer değiştirmeye devam ediyor. Bazılarının ülke içinde ve dışında çok sık olmayan görüşmeleri kimlerle yaptıkları kamuoyuna yansıyor mu? Hayır. Halk; nelerle meşgul ediliyor, dersiniz.

Türk Milleti’nin ve Türk Devleti’nin varlığı ve bekası tehdit altında, tehlikededir.

Birlik ve beraberliğe odaklı unsurların bu gerçekleri bilerek hareket etmeleri, tarihin yüklediği en önemli görevdir. Hiç kimse bu tarihsel sorumluluktan kendini ayrı tutmamalıdır.

Günün Sözü: Oynanan oyun, anlaşılması, bilinmesi ve gereğine yönelmekle bozulur..

Türkiye en affedilmez hatasını o gün yaptı!

Türkiye en affedilmez hatasını o gün yaptı!

Türkiye Barolar Birliği Başkanı Prof. Dr. Metin Feyzioğlu, “Uluslararası Hukuk Penceresinden Ortadoğu ve Türkiye” konulu programda konuştu.

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)
Türkiye Barolar Birliği Başkanı Prof. Dr. Metin Feyzioğlu, “Uluslararası Hukuk Penceresinden Ortadoğu ve Türkiye konulu programda konuştu. Feyzioğlu, “Türkiye, dış politikada en affedilmez ve geri dönüşü artık imkânsız gibi görünen hatasını, bölgeyi yeniden şekillendirmek isteyen bazı küresel güçlerle birlikte Suriye’nin iç işlerine karışarak yapmıştır” dedi. Feyzioğlu, açılış konuşmasında şunları söyledi:
Türkiye’nin, Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren, dış politikasına yön veren temel ilke, Mustafa Kemal Atatürk’ün “Yurtta Barış, Dünyada Barış” ilkesi olmuştur. Bu ilke ve Türkiye’nin dış politikasının temelleri masa başında yazılmamıştır. Osmanlı Devleti’nin son 100 yılını yakından bilen, yaşayan, Afrika’dan Balkanlar’a, oradan Yemen’e ve Kafkaslar’a kadar İmparatorluğun her köşesinde savaşan, muazzam tecrübeler edinen, dersler çıkaran Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucuları tarafından yazılmıştır. Bu temel ilke; Türkiye Cumhuriyeti’nin laik bir hukuk devleti olması sayesinde hayata geçirilmiş ve Türkiye’yi yaklaşık 90 yıl, Ortadoğu’nun içinden çıkılmaz karışıklıklarından ve mezhep çatışmalarından korumuştur.

Üzülerek ifade etmek gerekirse, son 10 yılda bilgiden ve tecrübeden yoksun bir yaklaşımla “Yurtta Barış Dünyada Barış” ilkesi aşındırılmıştır. Laiklik ilkesinin altının boşaltılmasıyla, mezhepçi yaklaşımlar iç ve dış politikada öne çıkmıştır. İç politikada hâkim olan hamaset, dış politikaya da sirayet etmiştir. Dış politika söylemleri, içeride oy toplamak, “taban sıkılamak” amaçlı kullanılır olmuştur. Liyakatin yerini yöneticilere koşulsuz sadakat tercihi almıştır. Bilimsel bilgi ve tecrübeleriyle Türkiye için ortak aklı yaratan bilgili, tecrübeli, milli duruş sahibi, vatansever kişiler dışlanmıştır.

  • Türkiye, dış politikada en affedilmez ve geri dönüşü artık imkânsız gibi görünen hatasını, bölgeyi yeniden şekillendirmek isteyen bazı küresel güçlerle birlikte
  • Suriye’nin iç işlerine karışarak yapmıştır.

Suriye’deki merkezi hükümetin sarsılmasıyla birlikte Suriye Devleti’nin toprak bütünlüğü de fiilen parçalanmıştır. Saddam sonrası Irak’ta ve daha sonra Suriye’de oluşan otorite boşluklarında, IŞİD ve PYD, devletimsi yapılar oluşturmaya girişmiştir. IŞİD’le savaştığı iddiasıyla, Türkiye’deki bölücü örgütün Suriye kolu PYD, neredeyse tüm küresel güçlerin desteğini almıştır.

  • Ortadoğu’daki devletlerin parçalanarak haritanın yeniden çizilmesi demek olan Büyük Ortadoğu Projesi, Türk Milleti’ne yeni Osmanlıcılık şeklinde paketlenerek pazarlanmıştır. Süreç böylece ilerlemiştir.

MARİFET, TÜRKİYE’NİN BU BÖLGEDE ÜST AKIL OLMASINI SAĞLAMAKTIR

İçinde bulunduğumuz günlerde; Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi, bağımsızlık ilan etmek amaçlı referandum yapma noktasına kadar gelmiştir. Bu bölgede şu ana kadar en iyi ilişki içinde bulunduğumuz, belki de tek iyi ilişki içinde olduğumuz ve yoğun bir ticari ilişki sürdürdüğümüz Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi’nin attığı bu adım zaten içinde çok zor çıkılır hale gelmiş sorunların çözümünü daha da zorlaştırmıştır.

Bilindiği üzere, bölgedeki milli devletler çeşitli bahanelerle küresel güçler tarafından yıkılmış veya zayıflatılmıştır. Bunun sonucu olarak ırkçı ve/veya mezhepçi yapılar devlet kurmak için etnik temizliklere başlamıştır. Irak’ın Kuzeyinde uluslararası hukuka ve Irak Anayasası’na aykırı bir şekilde kurulmak istenen devletin de etnik kimlikli bir devlet olması planlanmaktadır. Bu, başta Türkmenler olmak üzere, bölgedeki diğer toplulukların yaşam haklarını kuşkusuz tehlikeye atmaktadır. Öte yandan, ölçüsüz ve akılcı olmayan adımlar atılması hem yeni düşmanlıklar yaratacak hem kendi vatandaşlarımız arasında da huzursuzluğa sebebiyet verebilecektir. Yani soruna tek yönlü, tek boyutlu yaklaşma lüksümüz bulunmamaktadır. Gün, hamaset çığlıkları atma günü değildir.

Sürekli üst akılları suçlamanın kimseye faydası yoktur. Marifet, Türkiye’nin bu bölgede üst akıl olmasını sağlamaktır. Bunun için ise;

  • Çoğulcu katılımcı demokrasiye,
  • laik devlet düzeninin içselleştirilmesine,
  • hukukun üstünlüğünün sağlanmasına,
  • gelecek yüzyılı planlayan milli eğitim ve milli kalkınma stratejisine ve
  • güçlü, caydırıcı bir milli orduya ihtiyaç vardır. 

    Şunu unutmayalım :

    – Saddam’ın Irak’ı diktatörlük olduğu için yıkılmıştır.
    – Esad’ın Suriye’si diktatörlük suçlamalarıyla parçalanmıştır.
    – Kaddafi’nin Libya’sı aynı gerekçeyle paramparça edilmiştir.

Çünkü; diktatörlüklerde iktidar içeriden ne kadar güçlü görünürse görünsün, devletin taşıyıcı sütunları, içten içe çürümeye, her an kırılacak şekilde gevrekleşmeye başlar.

  • Türkiye’nin üzerine de, Sevr Antlaşmasını hortlatmayı amaçlayan senaryolar kuşkusuz yazılmaktadır. Bunların bugüne kadar başarısız olmasının sebebi, saydığımız ülkelerden farklı olarak Türkiye’de eksik de olsa, sorunlu da olsa, demokrasinin varlığı ve laik rejimdir.

Öyleyse çıkış yolumuz;

  • demokrasiyi askıya almak, demokratik kurumları, hukukun üstünlüğünü ve laikliği yıpratmak değil, tam aksine güçlendirmektir.
  • 80 milyon vatandaşımızı, bu şekilde şefkatle kucaklamaktır.
  • Bu, partiler üstü milli bir meseledir.
  • Türk Milleti’nin bunu yapacak sağduyusu ve birikimi vardır.
  • Kuşkusuz, yol göstericimiz daima Atatürk ilkeleridir.

“Uluslararası Hukuk Penceresinden Ortadoğu ve Türkiye” konulu programın tümü buradan izlenebilir (29.09.2017): https://www.youtube.com/watch?v=OZ0-3QHoj70&feature=youtu.be
Odatv.com
==========================================
Dostlar,

Bir yandan Afyon’da AKP toplantısı sürerken, bir yandan da İdlib’e dönük askeri operasyon adım adım başlatılırken; yukarıdaki yazıyı 1 hafta sonra bir kez de biz paylaşmak istedik..

Öte yandan, parti toplantısı sürerken ciddi ve riskli bir dış operasyonun başlatılmasının zamanlama bakımından örtüş(türül)mesi de bize “ilginç” geldi.. Psikolojik üstünlük sağlamak, delegelerin algılarını yönlendirmek, “bakın biz ciddi Ülke sorunlarıyla uğraşıyoruz… bizi yormayın..” türünden iletiler parti içinde muhataplarına yollanmış olmaktadır belki de..

Sayın Feyzioğlu’nun çok isabetli irdelemesi de bir işe yaramadı mı acaba?
Dileriz yanılıyoruzdur.. Geriye başka ne kalıyor siyasal iktidarı ikna için?
Erdoğan Afyon toplantısında “milletle inatlaşma – kavga asla olmaz” bağlamında sözler söylüyor. Belediye başkanlarının görevden alınmalarını da her nasıl başarıyorsa “milletin isteği” olarak sunuyor. Öte yandan MÜFTÜLERE NİKAH YETKİSİ dayatması ise TBMM’de komisyonda kabul ediliyor.. Toplumun, OHAL altında sergileyebildiği ölçüde tüm direncine karşın!

Benzer biçimde eğitimde tam bir altüst oluş doğuran ağır – katı – ölçüsüz -akıl ve bilim dışı – insan haklarına aykırı – taraf olduğumuz uluslararası sözleşme – andlaşmalara ve anayasaya, yasalara aykırı – ülkemizin çıkarlarına ve çağın gereklerine ters – zorla İHO/IHL’ye yönlendirme – sınav sistemini alt üst etme – yandaş dinci/gerici vakıflara eğitimi teslim etme – sözde din eğitimini anaokullarına dek sokma…..

  • İNSANLIK SUÇU işlenerek EĞİTİMİN DİNCİLEŞTİRİLMESİ – DİNDAR/KİNDAR NESİL YETİŞTİRME dayatması sürdürülüyor.. Akıl alır gibi değil.. Toplumun tüm isyanına karşın…

Bu derin ikilem nasıl açıklanabilir??
Hangi Erdoğan’ı dikkate almak gerekiyor??
Biz bir kez daha AKP = RTE’yi sağduyuya çağırarak, bu insanlık suçunu işlemeyi durdurmaları çağrısı yapıyoruz..

Sevgi ve saygı ile. 07 Ekim 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

ABD niye ciddiye alsın ki…

ABD niye ciddiye alsın ki…

Işık Kansu

 

Saray’daki AKP’li, casusluk cemaatinin başı Fethullah Gülen’in ABD tarafından korunuyor olmasından çok rahatsız. Son ABD gezisinde, ABD’li yetkililere FETÖ konusunda 85 koli belge verdiklerini anımsatıp “Bu hain yapılanmanın elebaşı buraya çok da uzak olmayan bir yerde, Pensilvanya’da hayatını sürdürüyor. Amerika’nın pek çok yerinde bu terör örgütüne bağlı okullar, dernekler ve şirketler faaliyet gösteriyor.” diyerek yakındı durdu.

Gelin şimdi, AKP’nin iktidara geldiği ilk günlere dönelim: 

2004 yılının nisan ayı: Casusluk cemaatinin, sık sık Abant’ta topladığı “yetmez, ama evetçi” takımın da “para karşılığı” katılıp sallabaşlık yaptığı “Abant Platformu”nun yedincisi Washigton’da yapılır. Platformun konusu, İslam, Demokrasi ve Laiklik: Türkiye Tecrübesidir. Toplantının açılışını, sömürgen küreselleşmeciliğin ideologlarından Francis Fukuyama yapar ve toplumun dindar olmasının demokrasi ve laiklik ilkeleriyle çelişmediğini vurgulayarak, okyanus ötesinden Türkiye’ye akıl verir: 

  • ABD, Batı’daki en dindar toplumlardan biri. Ancak, bu durum yönetimin laik ve demokratik olmasını engellemiyor. Türkiye, AKP tecrübesiyle hem Müslüman, hem de demokratik olunabileceğini gösteriyor.

    Fukuyama böyle der de, vaiz Fethullah ile Erdoğan’ın arası açılınca, Pensilvanya’ya gidip mektupçuluk yapacak olan Fehmi Koru durur mu? Toplantıdaki konuşmasında, esas modelin ABD olması gerektiğini salık verir: 
  • Amerika’nın anayasasında ifadesini bulan kuruluş felsefesi, demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü gibi evrenselleşen ilkelere bağlılığı, bazen adaletsiz ve aşırı davransa dahi genellikle baskıcı olmaktan uzak üslubu, dünyanın her tarafında takdir görüyor, taklit edilme hevesi uyandırıyor.

    15 Temmuz FETÖ’cü cunta girişimi sonrası, casusluk cemaatinin ikinci adamlığından emekliye ayrılan Hüseyin Gülerce ise, – ki Washigton’daki platformu düzenleyen kişidir öneriyi bir adım öteye götürür ve toplantının amaçları arasında Büyük Ortadoğu Projesi için hazırlıklar yapan ABD’ye, bölgeye ilişkin birinci elden mesajlar vermenin de yer aldığını söyler.

    Ne rastlantı ki, AKP’den Mehmet Aydın ve Ali Babacan’ın bakan düzeyinde katıldığı Abant Platformu’ndan hemen birkaç ay sonra, Haziran 2004’te, İstanbul Çırağan Sarayı’nda yapılan ABD-TESEV (bir Soros örgütüdür)- Alman Marshall Fonu Toplantısında

  • Recep Tayyip Erdoğan, BOP eşbaşkanlığının kendisine verildiği açıklar
  • Üstlendiğimiz misyon gereği, Ortadoğu ve Avrasya ülkelerine yöneleceğiz.” 

    Yani, BOP eşbaşkanlığını FETÖ sayesinde almıştır. 
    Şimdi, kendisine BOP eşbaşkanlığı görevini veren ABD’ye, FETÖ yüzünden dikleniyor. ABD de, ciddiye almıyor…

Referandum sonucu 
Yapamazsın, edemezsin, başına dünyayı yıkarım filan… Ne oldu? Barzani, istediği referandumu yaptı. Sonuç: Türkiye, ABD ve İsrail mandası kuran bir aşiret reisine söz geçiremeyen ülke konumuna düştü.
==========================================
Teşekkürler sevgili dostumuz Işık Kansu..
Çok önemli belirlemeler (tespitler) var kısa ve özlü yazıda..

Sevgi ve saygı ile. 01 Ekim 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Bir kutu kaçak çay bir tutam suni çiçek bir hakiki mutluluk… Ve bir Türkiye öyküsü

Bir kutu kaçak çay bir tutam suni çiçek bir hakiki mutluluk…
Ve bir Türkiye öyküsü.. Hüsnü Mahalli bu!

Yılmaz ÖZDİL
SÖZCÜ, 17 Aralık 2016

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

Aslında Londra’ya gidecekti, Essex Üniversitesi’ne kabul edilmişti. Ama son anda vazgeçti, İTÜ’yü tercih etti. Çünkü, kendisine rol model (AS: rol modeli) olan ağabeyi İTÜ mezunuydu, onun izinden gitti. İki sene okudu. Mühendis olamayacağına karar verdi. Aklı fikri gazetecilikteydi. İstanbul Üniversitesi’ne geçti, gazetecilik okumaya başladı. Cep harçlığı bile yoktu. Bu nedenle, gündüzleri fakülteye gidiyor, akşamları Aksaray’da bir otelin resepsiyonunda çalışıyordu. 74 senesinin yılbaşı gecesi hayatının aşkıyla tanıştı. Jale’yle… Üniversiteden ortak arkadaşlarıyla katıldıkları yılbaşı partisinde birbirlerini tesadüfen gördüler, hani o ilk bakış vardır ya, her şeyi anlatır, işte tam öyle oldu, dans ettiler. Üç sene boyunca neredeyse her saniye ele ele dolaştılar, neticede evlenmeye karar verdiler. Ama maalesef çok ciddi bir pürüz vardı… Delikanlının ailesi Türkiye’de değildi, biraz sonra anlayacağınız sebeplerden ötürü, gelebilmeleri imkansızdı. Ne yapsın? Kızı istemeye tek başına gitti. O dönemler her şey karaborsa, gaz yok, yağ yok, şeker yok. E kızın ailesi de Erzurumlu, çay severler. Çikolata getireceğine, kaçak çay getirdi iyi mi… Karakterinin en önemli unsurunu, espri yeteneğini buraya da taşımıştı. Kızın ailesi bu mücadeleci sevimli delikanlıya, elbette gülümseyerek peki dedi. Henüz çocuk yaştayken, dördüncü sınıftayken evlendiler. Evlendiler ama, nasıl geçinecekler? Jale güzel sanatlar okuyordu, o dönemlerde yakaya takılan suni çiçek modası başlamıştı. İki genç insan, hayata böyle tutundular. Okulları bitene kadar başbaşa verip, suni çiçek yaptılar, öyle geçindiler. Bir kutu kaçak çay, bir tutam suni çiçek, bir hakiki mutluluk…
*
Hüsnü Mahalli bu.
*
Bizim insanımız. Ömrünün sadece ilk 17 senesi Suriye’de geçti, 50 senedir bizimle.
Türk vatandaşı. TBMM’deki bazı tipler “Türk yoktur” derken, o “ben Türk’üm” diyor.
Rüyalarını Türkçe görüyor. Türkçe düşünüyor. Halep doğumlu.
“Duygusal olarak İstanbulluyum” diyor.
*
İki evlatları oldu, iki kız, büyüğü Sevra, Arapça “devrim” demek… Küçüğü Dilde, Türkçe-Farsça karışımı, “yürek” anlamına geliyor. Sevra psikoloji okudu, tinerci çocuklar ve tecavüz mağduru kadınlarla alakalı projelerde gönüllü çalışıyor. Dilde medya tasarımı okudu, sanat tasarımcısı olarak sinema sektöründe çalışıyor.
*
Kızlarına düşkün, onların kararlarına saygılı, demokrat bir baba… Şahane pilav yapan, patlıcan yemekleriyle aileye parmaklarını yedirten bir baba aynı zamanda… Ev alma komşu al tabiriyle, komşularıyla muhitiyle uyumlu, sevilen, sayılan, düzgün bir adam. Bizim insanımız.
Bizden biri o.
*
Suriye’nin bağımsızlık savaşında, Fransızlara karşı vuruşan bir ailenin oğlu… Babası, bağımsız Suriye’nin ilk milletvekillerinden… Ancak, Baas karşıtı oldukları için ağır bedel ödetilmiş bir aile… Bu nedenle, 20 sene boyunca Suriye’ye girişi bile yasaktı. Annesi öldü mesela, cenazesine gidemedi, babası öldü, gidemedi.
*
Yüksek lisans yaptı, uluslararası ilişkilerde doktora yaptı. Gazetecilik kariyeri, rahmetli İsmail Cem’in sahibi olduğu Politika gazetesinde başladı. BBC, NBC gibi dünya çapında prestijli medya kuruluşlarında çalıştı. AKP yandaşı Yeni Şafak’ta, Akşam’da çalıştı. Türk basınının bile bilmediği dönemde, Abdullah Öcalan’ın Suriye’de çöreklendiğini yazabilen tek Suriyeli gazeteciydi. Ortadoğu’da Kanlı Pazar, Diren Suriye, Maniki Dünya gibi, Ortadoğu coğrafyasına ayna tutan kitaplar yazdı. En son, Halk TV’de program yapıyordu.
*
Beğenirsin beğenmezsin, görüşlerine katılırsın katılmazsın, orası ayrı… Bugüne kadar tek kelime yalan yazdığını görmedim. Neler söylediğine dair tek örnek vereyim, neler olup bittiğine siz karar verin…

  • “Büyük Ortadoğu Projesi’nin hedeflerinden biri, bu bölgede Atatürk’ten feyz alarak kurulan cumhuriyetlerde ‘birinci cumhuriyetleri’ ortadan kaldırmaktır. Amaç, Atatürk’ün bölgedeki izlerinin silinmesidir. Suriye, Irak, Mısır, Libya, Tunus, Cezayir, hepsi Atatürk’ten etkilenmiştir. Birinci cumhuriyetler anti-emperyalistti. Bunların yerine ikinci cumhuriyetler kurulacak. Bu ikinci cumhuriyetler de, içerik ve işleyiş olarak ‘uyumlu İslam’ olacak.”

==========================================
Dostlar,

Değerli Özdil yine nefis bir yazı yazmış.. Hem araştırmaya – emeğe dayalı hem de vefa dolu..
Bu günkü Yurt gazetesinden öğreniyoruz, Sayın Mahalli’nin yargılanması ve tutuklanmasında tam bir hukuk skandalı yaşanıyor :

  • Önce FETÖ soruşturması başlatıldı. Twitter mesajları toplatılarak hakkında 5 sayfa rapor yazıldı. Savcılık “Türk milletini Cumhuriyetini alenen aşağılama ve hakaret” suçlamasıyla gözaltı kararı verdi. Türk Ceza Kanunu’nda bulunmayan bu suçlama, tutuklama talebinde 301. maddeye dönüştü. Ancak, bundan suçlanabilmesinin Adalet Bakanlığı’nın iznine bağlı olduğu ortaya çıkınca, “Cumhurbaşkanına hakaret” ve “Kurul halinde çalışan kamu görevlilerine görevlerinden dolayı hakaret” suçlamasıyla tutuklandı..

Türkiye, her geçen gün “hukuk devleti” olmaktan iyice uzaklaşıyor..
Denebilir ki neredeyse hukuk devleti ile hiç bağı kalmadı!
Daha açık söylemek gerekirse, AKP -RTE demokrasi tramvayından inmişlerdir..
(Bkz. RT Erdogan Değişti mi? “İnci” lerine bakalım.. / Did RT Erdogan Change? Let’s see his “pearls”..)

AKP – RTE’nin tek başına iktidarının 15. yılında geldiğimiz yer, OHAL ve ekonomik bunalım altında inim inim inletilmektir.. Ülkede can ve mal güvenliği kalmamış; iktidar, geöelim sivilleri, polis ve askerlerin bile can güvenliğini sağlayamayacak derecede acze düşmüştür..

Yine de bu bulanık su – kanlı kaos ortamında “Başkanlık” için Anayasa değişikliği topluma dayatılarak, “milli seferberlik” çağrısı ile derin çelişkilere düşülerek gündem oyunları sürdürülmektedir. Propaganda ve algı yönetiminin tüm araçları, sosyal ve politik psikoloji ekseninde çaresizlik içinde kullanılmaktadır..

Ne yapılmalı?? Artık yazmaktan, söylemekten bıkkınlık geldi, yorulduk..

  • İlk olarak “Başkanlık dayatması saçmalığı” hemen ger. çekilmelidir.
  • OHAL kaldırılmalı ve rejim normalleştirilmeli, TBMM etkin çalışarak muhalefetle
    içtenlikli işbirliği ile geniş tabanlı ULUSAL ÇÖZÜMLER üretilmelidir.
  • Suriye ve Irak ile doğrudan görüşme ile barış sağlanmalı, sınır sorunları bitirilip
    ticarete geçilmeli ve sınırötesi askeri operasyonlara gerek bırakılmamalıdır.
  • EKONOMİ yoğun bakım gereksinimlidir; üretim ve tasarruf seferberliği başlatılarak, yersiz ve hızlı nüfus artışı frenlenerek ekonomi hızla kamu – özel işbirliği ile rehabilite edilmelidir.
  • Eğitim sistemi ulus birleştirici, Sünni mezhep öğretisi dayatmalı olmaktan derhal çıkarılmalı, LAİK, bilimsel, karma, uygulamalı, sorgulayan, kamusal ve 21. yy’a uygun yapılandırılmalıdır.
  • Sağlık – sosyal güvenlik alanında piyasalaştırmadan vazgeçilmeli, kamusal sorumluluk ile YOKSULLUK – İŞSİZLİK – GELİR DAĞILIMI sorunu mutlaka iyileştirilmelidir.
  • AKP – Erdoğan, salt kendi içlerinde ürettikleri ve tıkanan, ülkemizi düze çıkarma olanağı olmayan kısır siyasetten sıyrılmalı ve namuslu – birikimli aydın ve kurumlarının görüşlerini almalıdır.
  • Yargıya, basına ve üniversiteye hukuk ve demokrasi dışı baskı hemen ve mutlaka kaldırılmalı, akademisyenler, gazeteciler… eğer gerekliyse tutuksuz yargılanmalıdır.. Hüsnü Mahalli de!

Erdoğan’ın danışmanları ve yakın aile çevresi ile akiller ve gönüllü köle yandaş basın çok ağır tarihsel bir vebal altındadır. Ülkemiz kritik bir beka sorunu ile yüzyüzedir, işin şakası yoktur. Bu böyle gidemez; sürdürülemez, ağır bir kuşatma surları zangır zangır sallamaktadır.

Yeni, farklı ama mutlaka çok hatta tam doğru şeyler yapma zamanıdır üstelik hemen!

Bu yazdıklarımızı da Hüsnü Mahalli‘nin kişiliğinde tutuklu yargılanan gazeteci ve akademisyenlere adamak istiyoruz..

Gözaltına alınan Hüsnü Mahalli geceyi hastanede geçirecek başlıklı yazımıza da bakılmasını dileriz..

Sevgi, saygı ve endişe ile.
17 Aralık 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
AÜTF Halk Sağlığı AbD
Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net

profsaltik@gmail.com