Etiket arşivi: Büyük Atatürk

Rıfat Serdaroğlu : SEN DE TÜRKSÜN OGLİİİM!


SEN DE TÜRKSÜN OGLİİİM !

portresi_gulen


Rıfat Serdaroğlu
 

Bak Keko;

Irkçılıktan- ve Etnik Kökene göre Milliyetçilik yapılmasından nefret ederim.
“Popülasyon Genetiği” adlı bilim dalı, ırkçılığın ve etnik milliyetçiliğin
bilimsel anlamda hiçbir dayanağının bulunmadığını kanıtlıyor.


Hele hele türümüz olan Homo Sapiens’in, 200 bin yıllık uzun yürüyüşünün belki de
en önemli geçiş yolunu oluşturan ve dünyanın en melez coğrafyası olan Anadolu ve Ortadoğu’da etnik milliyetçiliğe kalkışmak, içinde yaşadığınız vatana ve

  • “TÜRKİYE CUMHURİYETİNİ KURAN TÜRKİYE HALKINA TÜRK MİLLETİ DENİR. NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE!” 

gibi herkesi kucaklayan bir anlayışı bizlere armağan eden Atatürk’e ve akla ihanettir.

(Not : Serdaroğlu burada “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türk halkına..” diye yazmış. Doğrusu “Türkiye halkına..” olacak; düzelterek yazdık..)

Sana bu gerçekleri anlatmanın bir yararı olacak mı bilmiyorum ama ben yine de yazayım ki, ileride “Bilmiyordum abi, bilsem yapar mıydım?” demeyesin!

Delinin şeyine tutunduğu gibi sen de “Kürt Halkı – Kürdistan” diye tutturmuş gidiyorsun.

Kendine de Beşir Atalay – Davutoğlu ve Erdoğan gibi kafa dengi arkadaşlar bulmuşsun.

  • Aklın sıra, vatanımızı bölüp, bölgede ikinci İsrail olarak konumlanacak
    “Kürdistan Devletini” kuracaksın!?

Sırtını da PKK denen uyuşturucu kaçakçısı örgüte ve Peşmergelerin başı olan Barzani’ye dayamışsın. PKK ve Barzani’nin arkasına geçip, onlara arkadan
destek veren İsrail ve Amerika’yı görmezden gelirsin.

Sırtını dayadığın Barzani ve Peşmergeleri ile PKK militanlarının tüm güçleri ile savaşmalarına karşın, IŞİD militanları karşısında nasıl perişan olduklarını
görmedin mi?

ABD havadan bombaladı, İngilizler para-silah yardımı yaptı, yine de IŞİD militanları Barzani’nin çok güvendiği Peşmergeleri tekme-tokat kovaladı.

Bak Keko;


Seni dolduruşa getirenlere kanıp,
Amerikalının – İngiliz’in piyonu olmaktan vazgeç
.

Sana Türkiye’den ve Türklerden başkası yar olmaz.
Aklını başına topla.
Sana kimi tarihi gerçekleri anlatayım; ister inan, ister inanma!

Sayın Arslan Bulut’un köşesinde yazdığına göre (AS: Yeniçağ),

Antropolog ve Sosyolog Dr. Mustafa Aksoy, Kürtçe yayın yapan Nur Cemaati’ne yakın Kürtçü-İslamcı “Nûbihar Dergisi” (İlkbahar Dergisi) kapağında çok güzel ve otantik bir halı-kilim damgası görür. Derginin yazı işleri müdürünü arar ve kendisine o damganın, Doğu ve Güneydoğu’da yaşayan Kürtler arasında en çok kullanılan bir damga olduğu söylenir.

Daha sonra, bir davet üzerine Taşkent üzerinden Kazakistan’a gider. Daha Taşkent Havaalanından çıktığında sokaktaki bir elektrik direğinde Nûbihar Dergisi kapağındaki damgayı görür. Aynı damga ve benzerlerini Taşkent’ten Çimkent’e (Kazakistan’a) giden yol boyunca çok yerde görür.

Öyle ki, insan elinin değdiği her yerde o damga vardır. Çok geçmeden Nûbihar Dergisinin Yazı İşleri Müdürünün “Kürtlere ait dediği damganın” Kazak Türklerinin
Milli Damgası olduğunu öğrenir…


Değerli araştırmacı Rahmetli Servet Somuncuoğlu da, Hakkâri’nin Gevaruk Yaylasına çıkıp kaya resimlerini fotoğraflamış, görüntülemiş, oradaki damgalarla Kazakistan’daki damgaların birliğini ortaya çıkarmıştı.

Dr. Mustafa Aksoy ise halı ve kilimlerden yaşamın her alanındaki sanat eserlerine dek
bugün de yaşayan o damgaları fotoğrafladı ve bilimsel olarak yorumladı.
Böylelikle farklı bir yoldan giderek yalnızca Türklerin şifrelerini değil,
Kürtlerin şifrelerini de çözmüş oldu.

Dr. Aksoy şöyle diyor :

Bilindiği gibi Kürt Tarihi konusunda çalışan Kürtçü araştırmacılar, dilden hareketle Kürtleri Farsların bir boyu olarak kabul ederler. O zaman şu sorulara yanıt vermeliler :

-Kürtler, halı ve kilimlerde neden Farsların kullandığı damgaları ve düğümü değil de, hep Türklerin damgaları ve düğümleri kullanmışlardır?

-Kürtlerde Koçbaşlı mezar taşları ve balballar (Orta Asya Türklerinde mezarların üzerine, ölen kişinin yaşamda iken öldürdüğü düşman sayısı kadar konan taştan heykeller) varken, Farslarda neden yoktur?


-Tunceli ve Hakkâri’deki halı ve kilimlerde kullanılan damgaların, Sibirya’ya dek olan Türk Kültür Coğrafyasında birebir aynılarının kullanılması çok önemlidir.

Türk Düğümü denen “Çift Düğümün” ayrılmaz bir kardeşliği ifade ettiği ise,
birlikte yaşamanın en güzel kanıtıdır.


Anladın mı Keko?


Kuşaklar boyu birlikte yaşadığın kardeşlerini, yalnızca Amerika-İngiltere gibi
emperyalist devletlerin petrol çıkarı için satma be kardeşim.

Beyni, yıllarca kullandığı eroin yüzünden erimiş olan Öcalan denen caniyi de, dedesinden-babasından bu yana Kürtleri köle gibi kullanan Barzani adlı çete reisini de kopart ensenden be kardeşim!

Bugün “Kürtçü Hareketin” önderliğini yapan çoğu Toprak Ağası-Aşiret Reisi-Şeyh olan BDP Milletvekillerini iyi tanı. Bunların birinin ağzından

“Toprak Reformu”,
“Kadın-Erkek Eşitliği”,
“Kalkınma-İmar”,
“İş-istihdam”…

gibi sözleri duydun mu?

Bunlar yıllardır TBMM’de bulunurlar. Bunlardan bölgeye, Allah rızası için bir çeşme yaptıranı gördün mü? Göremezsin, çünkü seni esas sömürenler bunlardır.
Bunlar kendi ceplerinden başka bir şey düşünmezler!


Uyan be Keko;


Gerçek düşmanını gör.
Sana binlerce yıldır gönlünü açan kardeşlerini daha fazla kırma yahu!

Bak binlerce yılın öncesinden bakan tarih sana ne diyor :

SEN DE TÜRKSÜN OGLİİİM…

===================================================

Dostlar,

Sayın Rifat Serdaroğlu’nun kalemi ve yazıları artık yam anlamıyla “dem aldı”!

Ustalaştı.. Türkiye’nin zor koşulları usta bir yazar yonttu..

İşte çarpıcı bir diyalektik örnek..

Zekası ve birikimi, deneyimi, yurtseverliği..
O’nu keskin ama aklıcı, sert belki ama gerçekçi ve sevecen bir biçeme taşıdı.

İçerik olarak Türk – Kürt kardeşliği bağlamında söyleyecek çok şey ve verilecek onlarca, belki de yüzlerce örnek var ama biz Sn. Serdaroğlu’nun yazısının tadına bir şey katmayalım. O’na çooook teşekkür ederken, büyük ATATÜRK‘ün bu bağlamda
son derece önemli bir sözünü ekleyelim hoşgörünüzle :

  • “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına, Türk milleti denir. Bugünkü Türk milleti siyasî ve içtimaî camiası içinde kendilerine
    Kürtlük fikri, Çerkezlik fikri ve hatta Lazlık fikri veya Boşnaklık fikri propaganda edilmek istenmiş vatandaş ve millettaşlarımız vardır.
    Fakat mazinin istibdat devirleri mahsulü olan bu yanlış adlandırmalar,
    -birkaç, düşman âleti mürteci, beyinsizden başka- hiçbir millet ferdi üzerinde üzüntüden başka bir tesir yapmamıştır. Çünkü bu millet
    fertleri de umum Türk camiası gibi aynı müşterek maziye, tarihe,
    ahlâka, hukuka sahip bulunuyorlar.”

Rıfat Serdaroğlu : SENİN KAFANIN İÇİ UCUBE!


SENİN KAFANIN İÇİ UCUBE!

portresi_gulen

Rıfat Serdaroğlu
18.8.14 

Eyy 10 Ağustos’ta Erdoğan’a oy veren, sözüm ona “ÜLKÜCÜLER!”

Eyy 10 Ağustos’ta Erdoğan’a dolaylı oy veren sözüm ona “ULUSALCILAR!”

Eyy 10 Ağustos’ta Erdoğan’a oy veren “BÜYÜK SERMAYE SAHİPLERİ!”

Eyy 10 Ağustos’ta Erdoğan’a oy veren, Orta Anadolu’nun-Karadeniz’in-
Doğu Anadolu’nun sözüm ona “MUHAFAZAKÂR- MİLLİYETÇİ” insanları!

Eyy “Ne güzel konuşuyor-çok da yakışıklı-kampanyanın yıldızı” diyerek
PKK temsilcisi ve Öcalan’ın postası Selahattin Demirtaş’a oy veren zavallı oğlaklar!

Eyy 10 Ağustos’ta aday beğenmeme mazeretinin arkasına saklanıp Anayasal görevini yerine getirmeyen ve sandığa gitmeyen, 14-15 milyon dolayındaki sözüm ona
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları!

Sizler eserinizle öğünebilirsiniz.
Hepiniz bu hareketinizle Tayyip Erdoğan’ı CUMHURBAŞKANI seçtiniz.
Sizlere mübarek olsun!

Şimdi sizlere bir görev düşüyor :

İstisnasız hepiniz, elinize birer tane PKK bayrağı ve Öcalan posteri alıp, Cumhurbaşkanı Erdoğan – Başbakan Erdoğan – Genelkurmay Başkanı Özel ve
tüm T.C. bürokratlarının izni ve oluruyla, Diyarbakır-Lice’de dikilen PKK’lı teröristlerin liderlerinden Mahsum Korkmaz’ın heykeline yüz sürmeye gidin…

Yolda karşınıza çıkacak, “bu vatan için canını veren evlatlarınızın yattığı”
ŞEHİTLİKLERİ de ezin, darmadağın edin yolunuza öyle devam edin!

Bu hareketinizle zaten o mübarek şehitlerin ruhlarını acıttınız.
Hiç olmazsa kabirlerinde bile rahat bırakmadığınız, o şehitleri daha çok aldatmayın!

Sizler rahat edin diye seve-seve ölüme koşan bu gençler sizlere ne kötülük yaptılar ki, onları bir de sizler öldürdünüz!?

Size son bir şey daha söyleyip, o heykelin GERÇEK HEYKELTIRAŞI Erdoğan’a dönelim;

Her Millet müstahak (AS: yaraşır) olduğu kişilerce yönetilir. Böcek olmayı baştan kabullenenlerin, ezildiklerinde yakınma hakları yoktur…”

Eyy Heykeltıraş Erdoğan;

Hatırlar mısın?
Dünyaca ünlü heykeltıraşımız Mehmet Aksoy, Kars Belediyesinin aldığı bir kararla, Kars’a “İnsanlık Anıtı” adı verilen bir heykel dikmişti.

Sen de aynen, Taliban’ın Afganistan’da BUDA heykellerini yıktığı gibi,
“UCUBE” deyip o heykeli yıktırmıştın. Hatırladın değil mi?

Şimdi, sende Türk Milletine karşı bir parça saygı kaldıysa, PKK ve Öcalan’dan korkmuyorsan, Lice’deki bu GERÇEK UCUBEYİ” yıktırırsın…

Yalnızca bu kadarla da bitmez!

Bu ihanet simgesi UCUBE, oraya bir gecede dikilmedi.
Böyle bir hazırlığın yapıldığını aylardır ben biliyorum da, senin gözden Hakan Fidan – Özel Paşan – Valin – Emniyet Müdürün Kaymakamın bilmiyorlar mıydı?

Hepsini derhal görevlerinden alıp, anında mesleklerinden atmalısın.

Senin yolsuzluk-hırsızlık soruşturmalarını “Savcılık emriyle” yapan Polisleri mesleklerinden atmayı biliyor ve beceriyorsun da, Türk Vatanının bağrına saplanmış
bu ihanet anıtını diktirenlere hadlerini bildirmeyi mi beceremiyorsun?

O zaman Cumhurbaşkanı koltuğunda nasıl oturacaksın?

Türk Milletinin birliğini nasıl sağlayacaksın?

Türkiye’de devlet egemenliğini nasıl gerçekleştireceksin?

Eyy Türk Milleti;

Türkiye Cumhuriyetinin bağrına, “İHANET ANITI” dikiliyor, sen ne yapıyorsun?
Bu ihanet seni rahatsız etmiyor mu?

Eyy AKP Milletvekilleri, sizler hangi milletin vekillerisiniz?

Eyy Siyasal Parti Genel Başkanları, sizler ne düşünüyorsunuz?
İki tane demeç  vererek bu işi de geçiştirecek misiniz?

Eyy anlı-şanlı köşe yazarları, havuz medyasının kalemini satan sözüm ona yazarları, vicdanınızı da mı sattınız, vatan sevgisinin kırıntısı da mı kalmadı?

Bu ihanete izin verenler, göz yumanlar, “Ne Mutlu Türküm Diyene!” yazısını kaldırtıp, “İHANET ANITINI” diktirenler, dağa-taşa bebek katili Öcalan’ın adını yazdıranlar, sizlerin hepinizin kafalarınızın içi UCUBE’ ye dönmüş.

Yazıklar olsun…

Not      : Her biri anne-baba-anneanne-babaanne-akademisyen-yazar-öğretmen olan arkadaşlarım “Işıltılı Replikler” isimli bir amatör tiyatro topluluğu kurdular.

“İmkânı olan ile İhtiyacı olanı” birleştirecek bu iyilik köprüsü, 20 Ağustos 2014 akşamı saat 21 de, Alaçatı-Açık Hava Tiyatrosunda “Artiz Mektebi” adlı oyunu,
geliri Ege Çağdaş Eğitim Vakfına devredilmek üzere, sahneye koyacaklar.
Hepinizi bekliyoruz.

-Elin itleri, Türkiye’nin göbeğine “İhanet Anıtı” dikiyorlar,
Alaçatı’nın CHP’li Belediyesi, bu Sosyal Yardım Projesinin afişlerini asmıyor!

Sayın Kılıçdaroğlu, siz bu işe ne dersiniz?”

Eyy 10 Ağustos’ta Erdoğan’a oy veren, sözüm ona “ÜLKÜCÜLER!”

Eyy 10 Ağustos’ta Erdoğan’a dolaylı oy veren sözüm ona “ULUSALCILAR!”

Eyy 10 Ağustos’ta Erdoğan’a oy veren “BÜYÜK SERMAYE SAHİPLERİ!”

Eyy 10 Ağustos’ta Erdoğan’a oy veren, Orta Anadolu’nun-Karadeniz’in-Doğu Anadolu’nun sözüm ona “MUHAFAZAKÂR- MİLLİYETÇİ” insanları!

Eyy “Ne güzel konuşuyor-çok da yakışıklı-kampanyanın yıldızı” diyerek
PKK Temsilcisi ve Öcalan’ın postası Selahattin Demirtaş’a oy veren
zavallı oğlaklar!

Eyy 10 Ağustos’ta aday beğenmeme mazeretinin arkasına saklanıp
Anayasal görevini yerine getirmeyen ve sandığa gitmeyen, 14-15 milyon dolayındaki sözüm ona Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları!

Sizler eserinizle öğünebilirsiniz.
Hepiniz bu hareketinizle Tayyip Erdoğan’ı CUMHURBAŞKANI seçtiniz.
Sizlere mübarek olsun!

Şimdi sizlere bir görev düşüyor;

İstisnasız hepiniz, elinize birer tane PKK bayrağı ve Öcalan posteri alıp, Cumhurbaşkanı Erdoğan- Başbakan Erdoğan-Genelkurmay Başkanı Özel ve tüm T.
C Bürokratlarının izni ve oluruyla, Diyarbakır-Lice’de dikilen PKK’lı teröristlerin liderlerinden Mahsum Korkmaz’ın heykeline yüz sürmeye gidin…

Yolda karşınıza çıkacak, “bu vatan için canını veren evlatlarınızın yattığı” ŞEHİTLİKLERİ de ezin, darmadağın edin yolunuza öyle devam edin!

Bu hareketinizle zaten o mübarek şehitlerin ruhlarını acıttınız.
Hiç olmazsa kabirlerinde bile rahat bırakmadığınız, o şehitleri daha fazla aldatmayın!

Sizler rahat edin diye seve-seve ölüme koşan bu gençler sizlere ne kötülük yaptılar ki, onları bir de sizler öldürdünüz!

Size son bir şey daha söyleyip, o heykelin GERÇEK HEYKELTIRAŞI Erdoğan’a dönelim;

Her Millet müstahak olduğu kişilerce yönetilir.
Böcek olmayı baştan kabullenenlerin, ezildiklerinde yakınmaya
hakları yoktur…”

Eyy Heykeltıraş Erdoğan;

Hatırlar mısın?
Dünyaca ünlü heykeltıraşımız Mehmet Aksoy, Kars Belediyesinin aldığı bir kararla, Kars’a “İnsanlık Anıtı” adı verilen bir heykel dikmişti.

Sende aynen, Taliban’ın Afganistan’da BUDA heykellerini yıktığı gibi, “UCUBE” deyip o heykeli yıktırmıştın.
Hatırladın değil mi?

Şimdi, sende Türk Milletine karşı bir parça saygı kaldıysa, PKK ve Öcalan’dan korkmuyorsan, Lice’de ki bu GERÇEK UCUBEYİ” yıktırırsın…

Sadece bu kadarla da bitmez!

Bu ihanet sembolü UCUBE, oraya bir gecede dikilmedi.
Böyle bir hazırlığın yapıldığını aylardır ben biliyorum da, senin gözden Hakan Fidan- Özel Paşan- Vali’n-Emniyet Müdürün-Kaymakam’ın bilmiyorlar mıydı?

Hepsini derhal görevlerinden alıp, anında mesleklerinden atmalısın.

Senin yolsuzluk-hırsızlık soruşturmalarını “Savcılık emriyle” yapan Polisleri mesleklerinden atmayı biliyor ve beceriyorsun da, Türk Vatanının bağrına saplanmış bu ihanet anıtını diktirenlere hadlerini bildirmeyi mi beceremiyorsun?

O zaman Cumhurbaşkanlığı koltuğunda nasıl oturacaksın?

Türk Milletinin birliğini nasıl sağlayacaksın?

Türkiye’de devlet hâkimiyetini nasıl gerçekleştireceksin?

Eyy Türk Milleti;

Türkiye Cumhuriyetinin bağrına, “İHANET ANITI” dikiliyor, sen ne yapıyorsun?
Bu ihanet seni rahatsız etmiyor mu?

Eyy AKP Milletvekilleri, sizler hangi milletin vekillerisiniz?

Eyy Siyasi Parti Genel Başkanları sizler ne düşünüyorsunuz?
İki tane beyanat vererek bu işi de geçiştirecek misiniz?

Eyy anlı-şanlı köşe yazarları, havuz medyasının kalemini satan sözüm ona yazarları, vicdanınızı da mı sattınız, vatan sevgisinin kırıntısı da mı kalmadı?

Bu ihanete izin verenler, göz yumanlar, “Ne Mutlu Türküm Diyene” yazısını kaldırtıp, “İHANET ANITINI” diktirenler, dağa-taşa bebek katili Öcalan’ın adını yazdıranlar, sizlerin hepinizin kafalarınızın içi UCUBE’ ye dönmüş.

Yazıklar olsun…

Not    : Her biri anne-baba-anneanne-babaanne-akademisyen-yazar-öğretmen olan arkadaşlarım “Işıltılı Replikler” adlı bir amatör tiyatro topluluğu kurdular.

“Olanağı olan ile gereksinimi olanı” birleştirecek bu iyilik köprüsü, 20 Ağustos 2014 akşamı saat 21:00’de Alaçatı-Açık Hava Tiyatrosunda “Artiz Mektebi” adlı oyunu, geliri Ege Çağdaş Eğitim Vakfına devredilmek üzere, sahneye koyacaklar.
Hepinizi bekliyoruz.

-Elin itleri, Türkiye’nin göbeğine “İhanet Anıtı” dikiyorlar, Alaçatı’nın CHP’li Belediyesi, bu Sosyal Yardım Projesinin afişlerini asmıyor!

Sayın Kılıçdaroğlu, siz bu işe ne dersiniz?”

=========================================

Dostlar,

Sn. Rifat Serdaroğlu’nun gırtlağına dek geldiği anlaşılıyor..
Bize göre biraz sert ve ağır olmuş ama içeriğine özde katılmamak olası mı?

Tunceli’de seçim öncesi halka beyaz eşya dağıtan Vali (Devletin ? Hükümetin=??) Kırklareri’de de benzersiz icraatini sergiliyor.. Kentin ana caddesine Atatürk fotoğrafları asılmasına izin vermiyor’? Belediye başkanı ve kentin milletvekilleri halkla birlikte sokakta oturma eylemi yapıyorlar..

Bu ne cüret ve bu ne utanmazlıktır??

Lice’de ise elinde suç aleti, nice canlara – Mehmetlere kıydığı kaleşnikofu ile bir
PKK önderinin yontusu dikiliyor.. Ve bunlar hükümetin, RTE’nin bilgisi dışında  haaa??

Tam da O’nun (RTE’nin) bilgisi içinde ve desteği ile, koruması ile oluyor bunlar..

Daha CB seçilmesinin ilk günlerinde.. Kürt oylarına teşekkür olmalı..??!
Hele bir de Atatürk’ün koltuğuna otursun, “yarı başkan” olsun;
asıl o zaman göreceğiz Cumhuriyet Türkiye’sine yıkıcı darbeleri..

Şakası bir yana, gidiş hiç ama hiç iyi değil ve bu vahim suç tablosuna ses çıkarmayan başta AKP yetkilileri ve yargının tepesindeki makam ve kişiler,
çok ağır bir tarihsel ve hukuksal sorumluluk altına giriyorlar..

Sayısız kez bu bağlamda AKP’ye uyarılar yazdık bu siteden.
Ancak hiç etkili olMAdığını görüyoruz.
AKP köprüleri atmış kafasındaki hedefe kilitlenmiş gibi..
Bu gidişin sonu hayır değil.
Bu güne dek, 90 yıldır Cumhuriyet’le uğraşan herkes blmedelini ödedi.
Bundan böyle de ödeyecektir, hukuksal hesabını verecektir.
T.C. Büyük Atatürk‘ün buyurduğu ve hedefe bir ok gibi dönüşümsüz attığı üzere sonsuza dek “payidar kalacaktır” (yaşayacaktır)..

Duyduk – duymadık denilmeye…

Sn. Serdaroğlu’nun bu yazısını servis edenlerden Sn. T.C. Oraj Poyraz ise
bir “boykotçu” olduğunu itiraf ederek kapsamlı bir açıklama koymuş iletisine..

Bu içeriği okumak için lütfen tıklar mısınız??

SENIN_KAFANIN_ICI_UCUBE_CB_SECİMİ_BOYKOTCULARINA_ORAJ_POYRAZ’IN_YANITIYLA

Sevgi ve saygıyla.
18.8.2014, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net 

 

 

 

PKK’nın 30. Yılı ve İlk ŞEHİT JANDARMA ER SÜLEYMAN AYDIN…

PKK’nın 30. Yılı ve İlk ŞEHİT JANDARMA ER SÜLEYMAN AYDIN…

Şehit Jandarma Er Süleyman Aydın

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Dostlar,

Batı Emperyalizminin taşeron bölücü terör örgütü PKK, 30 yıl önce bu gün Eruh ve Şemdinli’de kendince “baskın” girişiminde bulunarak, diplomatik deyimi ile “prémier” ini (intifada’sını) yaparak politik arenada “ben de varım” demişti.

Türkiye 30 yıldır bu yakıcı ve yıkıcı sorunu çözemedi.

AKP iktidarı ile birlikte “terör yaratarak ülkemizi bölme” aracı emperyalist maşası PKK ile “savaşım” (mücadele) yerine “görüşme” (müzakere, pazarlık) başlatıldı.

Batı’nın istediği de tam da buydu..

PKK aracılığıyla Türkiye’yi istikrarsızlaştırma (de-stabilize etme) politikalarını zaman zaman düşük hatta orta yoğunluklu sıcak çatışma düzeyine de tırmandırmışlardı.
TBMM Bakanı Cemil Çiçek, PKK’nın ardında 28 Avrupa ülkesinin var olduğunu belirterek çok çarpıcı bir gerçeğe vurgu yapmıştı.

Trajik (stratejik?!)müttefik ABD, Çekiç Güç eliyle PKK’ya doğrudan lojistik destek atarken helikopterleri Cudi dağlarında suç üstü yakalandı. Dönemin Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş, TV’lerde bu çıplak gerçeği itiraf etmek zorunda kaldı. Olaya tanık olan Ordu ve Kolordu komutanları da.. ABD ise “basit bir koordinat hatası” olarak kendini savundu! Yani apaçık Türkiye ile dalga geçti..

Ama Türkiye bu ihaneti masaya koyarak ABD ve AB ile yüzleşmeye cesaret edemedi.

ABD, 2002 sonundan bu yana, programını bile kendilerinin yazdığı, kurdurduğu ve türlü yollarla iktidara getirerek orada 12 yıldır tuttuğu siyasal kadrolar eliyle Türkiye’yi yönlendiriyor ve özlediği sonuca erişilmek üzere. Öyle ki, RTE 12. CB / Yarı Başkan seçilerek kritik bir köşeyi dönmesine karşın, Başbakan Yrd. alelacele “açılımın aksamadan yürütüleceğini ve Eylül’de istenen bir sonuca ulaşacağını” açıklamak durumunda kalıyor.. ABD ve AB’yi karşısına almamak, dahası sürgit desteğini almak ve asıl olarak da kendisine yüklediklerimisyonu yerine getirmek üzere bağlılığını doğrulamakiçin.. Ki; iktidarda kalabilsinler, tüm nimetlerinden ölçüsüz yararlanmayı sürdürsünler ve de “HEDEF 2023” bağlamında örtük gündemi gerçekleştirmek üzere güç ellerinde olsun, Türkiye bir ANADOLU FEDERE İSLAM DEVLETİ‘ne dönüştürülebilsin..

Obama’nın nezaket telefonuna can simidi gibi sarılıyorlar.. Konuşmanın süresini bile özellikle öne çıkarıyorlar.. 40 dakikayı önce 2’ye bölersek taraflar 10’ar dk. kullanmış oluyor. Sonra bu 10’ar dakikayı da 2’ye bölmek gerek, RTE Türkçe söyleyecek, çevirmen İngilizce’ye aktaracak.. Bunun tersi de Obama için geçerli.. (Bu görüşmelerde eş zamanlı – simültane çeviri olmuyor..) Dolayısıyla RTE ve Obama gerçekte 5’er dakika konuşmuş oluyorlar ki, bu sürede hal hatır sorma ve diplomatik nezaket içinde kutlama tümceleri kurma ötesinde bir şey sığdırılamaz.. Az eğitimli halka dönük PR – algı yönetimi çırpınışıdır.

****

  • Türkiye bu 30 yılda 50 bin dolayında insanını ve yüzlerce milyar dolar servetini yitirdi.

Halkın morali bozuldu..
Onulmaz yaralar açıldı.
Gerçekte PKK üzerinden emperyalizm amaçlarına fazlasıyla ulaştı.
Çok şükür iç savaş çıkarılamadı; Türk – Kürt boğazlaşması tüm çabalara karşın olmadı.
Şimdi sıra BOP kapsamında Yeni Sevr’i fiilen coğrafya düzleminde uygulamaya geçmek.. RTE de BOP’un = Türkiye’yi bölmenin EŞBAŞKANI olduğunu “bu görevi yaptığını” TV’lerde kezlerce söylemedi mi?

*****

Türkiye’de yurtsever – ulusalcı güçlerin politikalarını bu bağlamda belirlemeleri gerekiyor.

Kürt yurttaşlarımız kardeşlerimizdir.

Anadolu’da çooooook uzun yüzyıllardır birlikte yaşıyoruz.
2 milyonu aşkın Türk – Kürt evliliği söz konusudur ve bizim ailemizde de olmuştur..
Kürt yurttaşlarımız Ülkemizin 1. sınıf yurttaşlarıdır..
Hepimiz, etnik köken – inanç vb. ayrımlar gözetmeden T.C.’nin eşit ve 1. sınıf yurttaşlarıyız.
ULUS DEVLET ilkeleri dışında bir etnisiteye ya da inanç kümesine ayrıcalık tanımak, azınlık yaratmak… demokratik değildir; insan hakları kuramına da aykırı düşer, hatta ayrımcılıktır ve de BÖLÜNME getirir. Bu da yalnızca emperyalizmin işine yarar.

Bu bakımdan, ÜLKE VE ULUS BÜTÜNLÜĞÜNÜ koruyacak biçimde
demokratik standartlarımızı, ekonomik gönencimizi artırmak ortak hedefimiz olmalıdır.

Emperyalizmin bildik alçakça oyunlarına gelmeyelim..

Bunların başında DIVIDA ET IMPERA (BÖL VE YÖNET!) geliyor..

Kürt kardeşlerimizin PKK’nın yüz kızartan emperyalist taşeronu kanlı eylemlerini dışlamasını ve yalıtmasını beklemek hakkımızdır.

Hep sorduğumuz 2 soru var :

1. Emperyalizmin tarihte hangi halka özgürlük getirdiği görülmüştür??
Bu beklenti (ham hayal!) gerçekçi olmadığına göre, trihte örneği olmadığına ve
emperyalimin özüne ters olduğu halde PKK’ya destek niyedir ki?

2. Emperyalizm ile işbirliği yaparak anavatan Türkiye’ye karşı özgürlük savaşımı vermek
gibi korkunç bir çelişki – açmaz, hatta İHANET Kürt kardeşlerimize yakışır mı??

Sonuç olarak; büyük ATATÜRK‘ün ünlü söylemini anımsamak ve anahtar olarak kullanmak yetecektir :

* “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına / Türkiye ahalisine TÜRK MİLLETİ denir…”

Dışarıda kalan var mı?
Bu tanım ırkçı – biyolojik değil; ama tarihsel – sosyolojik – gerçekçi ve biricik!

Her şeye karşın, yine de, tüm insancıllığımızla, bu kanlı kardeş kavgasında yitirdiğimiz
tüm insanlarımızı anmak ve tarafların acılarını paylaşmak istiyoruz.

Sevgi ve saygıyla.
15.8.2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

 

 

 

 

 

 

Fransız Devrimi’nin 225. Yılı İçin Denis DIDEROT’dan Çarpıcı Alıntılar..


Fransız Devrimi’nin 225. Yılı İçin Denis DIDEROT’dan Çarpıcı Alıntılar..

Dostlar,

Bu gün, ünlü Fransız AYDINLANMA düşünürü – öncüsü Denis Diderot‘dan
birkaç alıntıyı paylaşmak istiyoruz..

3 gün sonra 14 Temmuz, insanlık tarihinin bu büyük kırılmasının 225. yıldönümü.

Denis Diderot, günümüz hukuk felsefesine bile 240 yıl önceden ışık tutuyor..

Turgut Özal‘ın Cumhurbaşkanı iken (Türkiye Cumhuriyeti’nin 45. ve 46. dönem hükümetlerinde başbakanlık yapmış ve ardından 8. Cumhurbaşkanı), Anayasayı koruyacağına yemin etmiş bir Devlet Yöneticisi insan olarak “ANAYASAYI BİR KEZ DELMEKLE BİR ŞEY OLMAZ..” sözleri belleğimizde mıh gibi çakılı.. Ne çok üzülmüştük bu “Balık baştan kokar” örneği çok sorumsuz – saygısız söze ve davranışa..

Kolay mı oldu Büyük Fransız Devrimi?
DİDEROT, yoksulluklar içinde 6 ciltlik “ANSİKLOPEDİ” yi yazdı..
Fakat bu “ANSİKLOPEDİ” bilindiği gibi genel kültür Ansiklopedisi değil!

Diderot’nun ANSİKLOPEDİ’si, “AYDINLANMA ANSİKLOPEDİSİ” !

Çıplak ayaklı köylüler ile Fransız Ticaret – Sanayi Burjuvazisi hangi koşullarda
doğal – tarihsel müttefik oldular aristokrasinin temsilcisi mutlak Monark – Krala karşı??
Motlak Monark Krallar “Etat Generaux“u çooook uzun onyıllardır toplamıyorlardı..

Montesquieu’dan Robespierre’e, Jean Jacque Rousseaau’dan Volatir’e
ve d’Alambert’den Diderot’ya
dek uzanan bir AYDINLANMA zinciri..
Salt Fransa için sınırlayarak..

Fransız Devrimi
‘nin düşünsel düzlemde büyük ölçüde bu öncü
AYDINLANMA DEVRİMCİLERİ hazırladı..

Çoook kanlı oldu Fransız Devrimi.. Kraliyet ailesi kökten yok edildi.
Giyotinler aralıksız çalışarak “en az acı” ve “en yüksek hızla” (!?)
Devrimin kurbanlarının başlarını gövdelerinden ayırdılar..

Rus, Çin, Amerikan Devrimleri de çooook  kanlı oldu..
Milyonlarca insan yok edildi.. Hatta Devrimler sonra kendi çocuklarını bile yedi! Robespierre idam edildi!

  • TÜRK DEVRİMİ ise yeryüzünün en az kanlı hatta kansız
    BÜYÜK DEVRİMLERİ içinde.. 
  • Büyük ATATÜRK, Osmanlı Hanedanı’nın kanını akıtmadı ve yurtdışına sürgünle yetinildi.

Günün görseli : Denis DIDEROT’dan Çarpıcı Alıntılar..

Diderot'dan_alintilar

Gerçek yasacı halktan başkası olamaz. Tepeden inme yasalara halkın saygı duyduğu binde bir görülür. Ama yasaları kendi yaptı mı; kendi işi bilip yürütecek, koruyacaktır onları.Bunlar da bir kişinin sorumsuz istekleri değil; birçok insanın kendi mutlulukları, güvenlikleri üstüne birbirine danışarak vardıkları istekler olacaktır. ” Denis DİDEROT / [ Düşünceler, 1774]

  • Ahlaksızlık ile dinsizliği karıştırmamak gerekir.
    Din olmadan ahlaklılık olabilir ve
    ahlaksızlıkla din bir arada bulunabilir ve çoğunlukla da böyledir.. Denis DİDEROTBu söz, ne acı ki, son dönemlerin Türkiye gündemine ne çok uymakta değil mi??
  • “ Bir anayasanın ilk sözü, devletin başındakileri bağlamalıdır. Biz baştakiler
    bu yasaları değiştirir ya da  çiğnersek halkın düşmanı olmuşuz demektir ve halk, bize düşman olmakta haklıdır.”  Denis DİDEROT [ Düşünceler, 1774 ]
    Aydınlanma döneminin ünlü klasiği “Ansikopledi” nin yazarı..
  •  “Boşunadır yasalar; herkesi eşit olarak bağlamıyorsa..
    Boşunadır yasalar; 
    toplumda 1 tek kişi bile ceza almadan onları
    çiğneyebiliyorsa..” 
    Denis DİDEROT / [ Düşünceler, 1774 ]

Paris’te Karnavale Müzesi’nde bulunan ve kapağında “İnsan derisi ile kaplıdır” yazan Fransızların ilk anayasası (1791) (ABD, 1787), günümüz uygarlığının en önemli kilometre taşlarından biridir.

  • İNSAN DERİSİ İLE KAPLI ANAYASALAR…
    Bu acı ironinin, Oriental cephede de süren İNSAN HAK ve ÖZGÜRLÜKLERİ bağlamındaki savaşımda ayrı bir yeri var :
  • Hallac-ı Mansur ve tarihsel söylemi “EN’EL HAK!”

Hallac-ı Mansur’u anlayamayan – kavrayamayan ya da hazmedemeyen çağcılları, “derisini yüzerek” idam etmişlerdi ve söylence o ki, Hallac-ı Mansur’un akan kanı da yere “EN’EL HAK!” yazmıştı!

Diderot’nun ayrıca Botanik ve Anatomi Bilim dallarına da çok katkısı olmuştur.

Diderot_FILOZOFCA-DUSUNCELER

 

 

 

 

 

 

 

FİLOZOFÇA DÜŞÜNCLER Diderot’nun dilimize çevrilen başlıca yapıtlarından..

Eski Cumhurbaşkanlarından Turgut Özal’ın, “Anayasayı 1 kez delmekle bir şey olmaz.” sözü dehşet vericidir!

Benzer biçimde Başbakan R.T. Erdoğan’ın “TÜBİTAK Başkanını “1 kezlik kendisinin atamak isteyişi” de ağır hukuk çiğnemidir (ihlal).

Diderot’nun 240 yıl kadar önce bile günümüz tepe yöneticilerinden öte bir
hukuk anlayışına, saygısına sahip olduğu görülüyor..

Şanlı 1789 Fransız Devrimi’ni bu 1. sınıf kadro hazırlamadı mı?

Halkın Bastille zindanına baskını ve despot Kral 16. Louise‘nin hapsettiği masum, kendisine karşıt binlerce insanları serbest bırakması 14 Temmuz 1789 gününe denk düşmekteydi.. 3 gün öncesinden bu vesile ile kutlayalım, analım..

Fransız Devrimcilerininin tümünü 225 yıl sonra büyük bir saygı ve hayranlıkla selamlıyoruz. Bu Büyük Devrim 5 kez gitti ve geri getirildi..

Dünyanın 1. sınıf demokrasilerinden olan Fransız demokrasisi günümüzde 5. Cumhuriyet Dönemini yaşıyor.

Bir general ama peeek çok sivilden daha demokrat olan Charles DeGaulle’ün 1958’de başlattığı 5. Cumhuriyet dönemini..

Tüm insanlığın ve özellikle Fransız halkının görkemli tarihsel başarılarını içtenlikle kutluyoruz..

TÜRK DEVRİMİ de kadim Anadolu topraklarında elbette yoluna, tökezleyerek de olsa, inişli – çıkışlı da olsa diyalektik gereği kaçınılmaz olarak devam edecek.
ATATÜRK DEVRİMİ, 90 yılda bu şanlı kalkışmayı omuzlayacak birikimi sağladı ve kuşakları yetiştirdi..

Konumunu bu Cumhuriyet devrimine borçlu olan Başbakan R.T. Erdoğan da
bu tarihsel birikime hürmetli olmalı ve onu yıkmaya değil geliştirmeye çabalamalıdır. Kendi sözleri ile “Bu böyle bilinmeli..” der ya sıklıkla..

Tayyip bey de böyle bilmeli ki – hem de iyice bellemeli ki-;

  • TÜRK DEVRİMİ de kadim Anadolu topraklarında elbette yoluna, tökezleyerek de olsa, inişli – çıkışlı da olsa diyalektik gereği kaçınılmaz olarak devam edecek. Başbakan Erdoğan’ın Kendisinin ve AKP’sinin bütün anlamsız ve değersiz engelleme hatta karşıdevrim çırpınmalarına karşın..

Bu böyle biline..

Sevgi ve saygı ile.
11 Temmuz 2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

 

 

SSPE Derneği Ölüme Terk Edilen Çocukları İçin Eylem Yaptı


Dostlar,

Siyasetçiler Türkiye gündemini hoyratça yönlendiriyor. Bu gündem genellikle yaşamın gerçeklerinden kopuk oluyor. Siyaset kurumu öyle yozlaşmış ki, sanki kendisi için var!? Oysa bu kurum, halkın sorunlarını çözmek için geliştirildi.. Çok yazık..

SSPE hastası çocukları olan aileler için durum daha da “böyle” korkarız..

SSPE, tıpta “Subakut Sklerozan Panensefalit açılımlı bir merkez sinir sistemi hastalığı.
“Subakut” hastalığın yavaş başlangıçlı ve ilerlemeli olduğu anlamında.
“Sklerozan”, dokuların, katmanların zamanla bir tür sertleşme ile (sklerozis) doku – hücre yapısının bozulması ve işlevini yitirmesi anlamında.
Ağır ve ilerleyici hastalığın yeri ise Beyin..
Beyinde tüm (pan) katmanlar ve beyin dokuları bir tür özel sertleşme – kavrulma ile
yapı ve işlevlerini yitiriyor (pan-ensefalit). Bir tür mikrobik olmayan yozlaştırıcı (dejeneratif), tüm beyini tutan ilerleyici hastalık.. .

Temel nedeni ise, çocukluk çağlarında geçirilen Kızamık enfeksiyonu.

Bu hastalığın nedeni olan Kızamık virüsü, hastalıktan birkaç yıl sonra yeniden etkinleşerek SSPE hastalığını tetikliyor. Kalıcı çözüm elbette yaygın – etkili kızamık aşılaması ile 0-14 yaş diliminde tüm duyarlı çocukları bağışıklayarak hastalığa yakalanmalarını engellemek. Giderek Kızamık hastalığının kökünü kazımak.

Dikkat buyurulsun, kurallarına uygun aşılamadan söz ediyoruz. Tersi durumda aşılama hastalığa karşı bağışıklama (muafiyet) sağlamaz. Nitekim SSPE Hastaları Diyarbakır Şubesi başkanı Ercan Akto,

“.. Soğuk zinciri kırılmış ve etkisiz kızamık aşısının işlevini yerine getirmemesinden kaynaklandığı kestirilen SSPE hastalığının %90’ının Güneydoğu ve Doğu’da bulunduğuna dikkat çekiyor..” Akto, yatalak olan ve ölümcül hastalığa yakalanan çocukların ailelerinin de yoksulluğa mahkum olduğunu söylüyorEvde bakım ücreti dışında bir sosyal destek alamadıklarını da ifade ediyor Dernek Başkanı Akto
(http://ozdiyarbakirgazetesi.com/index.php/home/news/3650)..

Bir kez daha görüyoruz ki, koruyucu sağlık hizmetleri vazgeçilmezdir.
Etkili b,r Kızamık aşılamasının = Baışıklamanın bedeli çocuk başına 10-15 doları bulmaz. Ama tek 1 SSPE hastasının sağaltımı hem olanaksızdır hem de onbinlerce Dolara mal olur.. Hem Devlete hem de topluma..

Büyük ATATÜRK‘ün sözünü unutmayalım :

  • “Devlet olma savındaki siyasal kuruluşların EN BİRİNCİ görevi halka sağlık hizmetidir.”

Sevgi ve saygıyla
1.7.2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net 

=========================================

SSPE Derneği Ölüme Terk Edilen Çocukları İçin Eylem Yaptı

Türkiye’nin dört bir yanından Ankara’ya gelen SSPE Derneği üyeleri,
kızamık mikrobunun (AS: virüsünün) yol açtığı bir beyin hastalığı olan SSPE hastası çocuklarına sahip çıkılmamasını ve Sağlık Bakanlığı ile TÜBİTAK’ın SSPE hastalığının tedavisine yönelik araştırma projelerini reddetmesini protesto etti.

Abdi İpekçi Parkı’nda 24 Haziran 2014’te düzenlenen basın açıklamasına
TTB Merkez Konseyi Üyesi Dr. Filiz Ünal İncekara da destek verdi.

Dr. İncekara burada yaptığı açıklamada, Sağlık Bakanlığı’nın önce SSPE hastalığının oluşmaması için önlem alması gerektiğini belirterek, etkin bir aşılama yapıldığında
SSPE hastalığının sayısının düşeceğini söyledi.

Çocukları SSPE hastası olan aileler daha sonra Sağlık Bakanlığı ve TÜBİTAK’ın tutumunu protesto etmek üzere Sağlık Bakanlığı’na ardından da TBMM’ne yürüdü.

BASIN AÇIKLAMASI

Bugün burada bulunmamızın tek bir amacı var: Dünya’da tıbben çaresi olmayan, ölümcül bir hastalık olan kızamık virüsü (AS: nedenli) SSPE (Subakut Sklerozan Panensefalit) hastalarının yaşayabilmesi için sunulan tedaviye yönelik projenin TÜBİTAK ve Sağlık Bakanlığı’nın basit gerekçelerle projeyi reddetmesi, bu çalışmayı kabul etmemesi ve SSPE hastası çocuklarımızı ölüme terk etmesidir. Yaklaşık 2 yıldır SSPE dernekleri öncülüğünde, konunun uzmanları, değerli bilim insanları tarafından hazırlanan bu projeler, milletvekilleri ve Bakanlık yetkilileri tarafından destek görmüş, toplantılar yapılmış ve bu toplantılar sonucunda hastalığın araştırılması için tedaviye yönelik projelere destek sözü vermişlerdi. İlk aşamalarda onay verilerek oyalama politikasıyla biz kandırıp, ümitle hevesle beklenen son aşamada projemize TÜBİTAK tarafından ret yanıtı geldi ve proje onaylanmadı. Bizler SSPE hasta aileleri olarak TÜBİTAK’ın gerekçeli kararını kabul etmiyoruz.

Unutulmamalıdır ki, TÜBİTAK’ın hiçbir gerekçeli kararı SSPE hastası çocuklarımızın ölümünden daha önemli değildir. Hiç kimse çocuklarımızın yaşama haklarını elinden alamaz. TÜBİTAK projeyi reddetmekle yalnızca çocuklarımızı ölüme terk etmedi,
SSPE hasta ailelerinin yaşama tutunma amaçlarını da yok etti.

Adeta, “Siz bu hastalığın tutsağısınız. Sizinle de, sizden sonra hasta olabileceklerle de ilgilenmiyoruz. Sayınız çok az, yazgınıza küsün.” diyorlar.

Yeter artık daha kaç çocuğumuzun ölümüne seyirci kalacağız.?

Bizler de çocuklarımız da bu devletin insanları, evlatlarıyız. 2013 yılında Sağlık Bakanı Dr. Mehmet Müezzinoğlu Libya devletine 100 milyon Dolar hibe para yardımı yaparken, SSPE hastası çocuklarımız için 500 bin Dolar bütçemiz yok demekteler. İnsanlık adına Devletimiz nasıl başkalarına sahip çıkıyorsa, kendi vatandaşlarına da sahip çıkmasını bizleri desteklemesini istiyoruz. Yazgımıza terke dilmek değil yazgımızı biz çizmek istiyoruz. Yaşamak, iyileşmek bizim çocuklarımızın da hakkı. Sesimizi duyun,
verdiğiniz sözleri tutun. Projelerimize destek olun, hastalığımız araştırılsın.

SSPE hastalığı, araştırılsın, başka analar babalar ağlamasın, çocuklarımız ölmesin, iyileşsin.

SSPE Nedir?

Subakut Sklerozan Panensefalit (SSPE), kızamık virüsü enfeksiyonunun (beyin iltihabı) sebep olduğu bir merkezi sinir sistemi hastalığıdır. Kızamık virüsünün sebep olduğu az rastlanan, tıbben çaresi olmayan ölümcül bir nörolojik hastalıktır. SSPE hastalığı, kızamık aşısı olmayan çocuklarda daha fazla görülmektedir. Hastalarda sırasıyla spastiklik, koma ve 6 ila 12 ay içinde ölümle sonuçlanan ilerleyici beyin kaybı görülür. Modern tıpta henüz kesin bir tedavisi yok. Ancak hastalığın seyri yavaşlatılabilmektedir.

Hastalığın başlangıç bulguları: Hafıza kaybı, iritabilite (uyarılara yanıt vermede görülen bozukluklar), nöbetler, istemsiz kas hareketleri ve/veya davranış değişiklikleri.”

SSPE hastalığının ilerlemesi ise 4 aşamada meydana geliyor:

1. Dönem: Unutkanlık, sinirlilik, bellek yitimi, ders başarısının düşmesi

2. Dönem: Sıçramalar başlıyor, tek başına yemek yiyemiyor, konuşması yavaşlıyor, yürümede güçlük çekiyor.

3. Dönem: Hasta yatağa bağımlı duruma geliyor, burundan veya sondayla
sıvı yiyeceklerle besleniyor.

4. Dönem: Komaya giriyor, yıllarca sürebilecek koma ölümle sonuçlanıyor.
(http://www.ttb.org.tr/index.php/Haberler/sspe-4636.html, 24.6.14)

Tolga Yarman : Çatı Aday Hakkında..


Dostlar
,

Ülkemizin karşı karşıya bırakıldığı ÇATI ADAY ikilemi sorununda, yüzakı bilim insanlarımızdan Sn. Prof.Dr.Tolga Yarman’ın nefis yazısını paylaşmak istiyoruz.
Dikkatle okunmalı bu yüksek zekalı insanın feryadı ve çoook yerinde uyarıları..

Sevgi ve saygı ile.
23.6.2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

========================================

Sayın Prof. Tolga Yarman diyor ki:

Türkiye’de askerî vesayet bitti”, diye zafer çığlıkları atanlar, kör gözlerini artık açıp, görmelidirler ki, Türkiye’de, bir tek vesayet vardır, o da Pentagon (ABD Genel Kurmayı) vesayetidir ve bu vesayet, el hak aralıksız, devam etmektedir.”

Türk Ordusu’nun vesayetinden dem vuran gafiller.. Buna ne diyorsunuz? Doğru mu, yanlış mı, uydurma mı? Bu sözün doğruluğu üzülerek yaşanmaktadır.  

ZURNANIN ZART DEDİĞİ NOKTADAYIZ.. 
NE Kİ, TÜRKİYE SAHİPSİZ DEĞİLDİR!

portresi

Tolga Yarman, Prof. Dr.
18 Haziran 2014 

Çatı Cumhurbaşkanı Adayı’nın belirlenmesine ilişkin tesbitlerimi ve kaygılarımı belirtmem (bedeli her ne olursa olsun, bu güne kadar olduğu gibi, bugün de,
şerefle öderim),
 temel bir soumluluktur.

“Türkiye’de askerî vesayet bitti”, diye zafer çığlıkları atanlar, kör gözlerini artık açıp, görmelidirler ki, Türkiye’de, bir tek vesayet vardır, o da Pentagon (ABD Genel Kurmayı) vesayetidir ve bu vesayet, el hak aralıksız, devam etmektedir.

Bu satırların yazarı, Amerikan aleyhtarlığı hiç yapmamıştır. Tersine, Batı’nın, başta da, ABD’nin en bıçkın ve en cennet bilim tornalarından çekilerek yetişmiştir; buralarda, hocalarından başlayarak, arkadaşlarına, giderek meslekdaşlarına ve öğrencilerine varıncaya değin, engin bir yelpazede, ebedî dostlukları vardır. Bu ne kadar böyleyse, epeydir bölgede yuvalanmış ve şunca yıldır, şunca milyon insanın kanını içerek, yaşayagiden savaş makinasının parçası olmayı, Amerikalı Dostları’na da haykırdığı şekilde, dibine kadar reddetmektedir. Büyük Atatürk’ün işaret ettiği gibi, savaş eğer savunma için değilse, cinayettir. Bölgemizdeki savaş ise, kim ne derse desin,
düpedüz petol savaşıdır.

Ülkemizin, saymakla kolay bitmez  sorunları vardır…İşte, gelir dağılımındaki adaletsizlik sorunu, işsizlik sorunu, Kürt sorunu, enerji sorunu… Devam edeyim,
yok Irak’ın yalan dolanla işgaliydi, BOP’tu, açılımdı, saçılımdı, Yeni Osmanlıcılık’tı, Arap Baharı’ydı, yamacımızdaki Suriye yangınıydı, giderek, mezhep savaşı çıkartılmak istenmesiydi, hatta bunun maalesef, önemli ölçüde kotarılmış olmasıydı, derken, aklınıza artık, hangi temel sorun geliyorsa..

Bunların hepsinden daha önemli olanı,TEMSİLİYET BUNALIMIDIR.  Seçim sistemimiz katiyen adil değildir. Üçte birlik oy oranları ile üçte ikilik parlamento çoğunlukları
elde olunabilmektedir ve bunu adına kör kör parmağım gözüne, “halk iradesi” denebilmektedir. İstanbul’dan, Ankara’dan başlayarak, hemen bütün kentlerimizde,
yerel yönetim seçimlerinde, bu seçimler, “iki turlu” yapılmadığı için, tam bir kumar anlayışıyla, dörtte birlik, her hal-u karda yarının hayli altındaki oy oranlarıyla,
belediye başkanları seçilebilmektedir… Bu çerçevede, güya iktidara seçilmiş bir azınlık, konumunu kalıcılaştırabilmek üzere, karşısındaki en az, öteki bir yarıyı, “milli irade”, yaygarası ardında, yok saymaya, giderek imha etmeye, girişmekten kaçınmamaktadır. Genel seçimde %10 barajı bir faciadır. Partilerin içlerinde demokrasinin “d” si yoktur. Hasbel kader yonetime gelmiş olanlar, mevcut il ve ilçe yönetimlerini, bir çırpıda görevden almakta; buraları, atamalarla doldurmaktadırlar. Atananlar, kendilerini, ilçelerden başlayarak yapılan kongrelerde, seçecek olanları döşemekte; döşenenler, kendilerini döşeyenleri, seçmekte… Döşedikleri suretiyle, saygıdeğer istisnaları saymazsak, seçilenler, kendilerini atayanları, gidip büyük kongrelerde sözüm ona seçmekte  ve deveran böyle sürüp gitmeltedir.
Böyle bir çerçevede, liderlerin, çoğunlukla, astığı astık, kestiği kestiktir..
Hani “meydanlardan seçilerek bir tek onlar gelmektedir”, denilebilir.

Bu ne kadar böyleyse de, lider sayısı, dördü beşi geçmeyince, bunların, ayrıca geniş örgüt yapılanmalarına oturuyor olmamaları sebebiyle, dış odaklara yular kaptrmaları
çok olağan olup; o odaklar bu dört, bilemediniz beş özneyi, manüple etmek suretiyle, ülkemiz gibi 80 milyonluk bir nüfusa merdiven dayamış bir ülkeyi, parmaklarında,
fırıl fırıl oynatabilmektedirler.

Bakarsınız, partilerin tabanlarında bıçkının bıçkını emektarlar dururken; parti liderleri, bunların tümünü es geçebilerek, partilerinin tabelalerının altından geçmemiş,
hatta başka partilerin tabelalaları altında dolaşmış, söz konusu partilerde, demek ki, zinhar tabanı olmayan, nice eşhası, parti yönetimlerine, giderek, milletvekili kadrolarına dolduruverebilmektedirler.

Geçende bir partinin en üst düzeyde bir yöneticisine sormaktan kendimi alamadım: Allaşkına, bu partiyi kim yönetiyor?, dedim. “Lobiler, Hocam!”, dedi,
bütün samimiyetiyle, sağ olsun… Lobiler demek, sonuçta “dış güçler” demektir.

Ne oldu şimdi: Partilerimizin tabanları, has evlatları, fena halde ve sür git, aldatılmaktadırlar.  

“Demokrasi” naraları atanlar; aslında, şu hinin hini; partilerin tabanlarından başlayarak, toplumumuzu aldatma sözde özgürlüğünü; tam bir demokrasi katliyle, kurumsallaştırmaya  yeltenenlerdir.

Bunları, partilerin tabanlarıyla birlikte, hastalığı tabii, hisseden halkımız, boyunlarına dolanmış, dış odakların yularlarından çekip, içimizden kovmayı, inanıyorum, bilecektir. Bilhassa, yakın tarihimiz; üstüne esaret gömleği geçirilmek istenen halkımızın, bunu nasıl yırttığının, destanlarıyla doludur.

Bu çerçevede, Onlar’a buradan haykırıyorum: Canımıza yettiniz… Alın tımarınızı,
verin atımızı!.. Çekilin artık çakı gibi birikimlerin, yürekli yiğitlerin, ülkemizi ve bölgemizi, aydınlıklara taşıma yolunda, ayaklarına habire pranga olmaktan…

***

Uzatmadan, günümüze geliyorum.

Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, yol boyu çok vebali vardır. Paralel devletin de mimarı O’dur,  Ergenekon’un Savcısı da…  Ordu’ya kumpas, 12 Eylül (AS: 2010) Anayasa Referandumu uzantısında, yargının, maatessüf istenildiği gibi, şekillendirilmesiyle başlamıştır. O tarihte, Sandık’ta sağladığı başarı ne denli dikkate değerse de, sonuçta stratejik ketenpereye getirildiği gün gibi ortadadır.

Tayyip Erdoğan, sonuçta, vebali ne kadar hacimli olursa olsun, her faninin haysiyetini  ezdirmesinin bir sınırı olup, bir süredir, boyunduruktan kurtulma çırpınışları sergilemeye başlamıştır. Bu olgu, kendisinden, sergileyegeldiği cürümlerin hesabının sorulmayacağı anlamına gelmez.

Vakıa şu ki, Tayyip Erdoğan’ı; yok BOP Eşbaşkanı idi, yok Esat’tı, Esed oldu, Suriye’ye icbar edildi, yok, Kürecik Üssü idi, koca İran’ı açıktan tehdit etme noktasına sıkıştırıldı, ne oldu, yaptıklarıyla kaldı, ama yine de, yetmedi, ABD çoktan gözden çıkartmıştır.

Tayyip Erdoğan, günahı boynuna, ama namusla konuşmak gerekir, sıradan bir lider hiç değildir, çok inançlıdır, çok dirençlidir. Ve elhak, son yerel seçimin (​30 Mart 2014), bir galibi, bir de mağlubu vardır. Galip, tek başına, Tayyip Erdoğan’dır,
mağlup ise (ülkemizde, yanına almayı başardığı, zaten yanında olagelmiş),
muhalefet partilerimiz ve AKP gövdesinden kopan, esasen yanındaki Pensilvanya saçağı ile birlikte, koca ABD Yönetimi’dir.

Yerel Seçim öncesi, Penisilvanya ve muhalefet partilerimizin koalisyon gerçeği,
o kadar açıktır ki, Penisilvanya saçağına ait olduğu bilinen yayın organları, “zınk” diye bir “U Dönüşü” ile, daha önce, kanlı bıçaklı oldukları, söz konusu muhalefet partilerinin sözcülerini övgülerle birlikte, sayfalarına, ekranlarına, taşımaya, koyuluvermişlerdir.

Tayyip Erdğan, bu süreçte; Devlet’in içinde, besbelli dış destekli olarak yuvalanmış, “delil imalat merkezlerinin”, giderek ilgili emniyet unsurlarının, yargı unsurlarının, bilerek bilmeyerek dahil oldukları örgütlü cürmü; bütünüyle; “paralel devlet” söylemini icat ederek, muhalefetin kucağına bırakmayı başarmış; o muhalefete ise, dikkate getirdiğim, esasen, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin suç duyurusuyla, giderek işte, 18 Haziran 2014 tarihli, Anayasa Mahkemesi’nin Balyoz Davası ile ilgili olarak verdiği, şamarvari bozma kararıyla, sübut bulmuş olan örgütlü cürmün, heyhat, “deterjanı” rolüne atlayıvermiştir. İnanılr gibi değildir!.. Dış destekli, üstelik başta Silahlı Kuvvetlerimiz’e karşı örgütlü cürüm işleyenler, şimdilik, muhalefetin şemsiyesi altında olarak,
rahatça nefes alabilmektedirler.

Cumhurbaşkanlığı Seçimi, bundan önce, yerel seçimlerde olduğu gibi, tek başına Tayyip Erdoğan ve çatı adayı çıkaran, ABD güdümlü, muhalefet arasında geçecektir. Perşembe’nin gelişi Çarşamba’dan bellidir.

Çatı Adayı çıkartan muhalefet partileri, bu çerçevede, tiyatrolarını dahi doğru düzgün oynayamamışlardır. Çeşitli ziyaretleri “tam kaşelidir” ve koskoca ulusumuzu,
maatessüf aldatmaya yöneliktir…

Koskoca Cumhuriyet Türkiyesi’nin Partileri’nin, üst yönetimlerinin, az önce resmini çizdiğim demokrasi zaafiyetimizle, dış boyunduruk altında olması sonucu,
okyanus aşırı rüzgârlarla önlerine gelen talimatı, maiyetteki, alelade,
daire başkanlıkları imişlercesine, esas duruşta, uygulamaları,
zurnanın zart dediği noktadır.

Hepsinden çok içimi, şu kervanın başında, Mustafa Kemal Atatürk’ün ve
O’nun omuzdaşlarının, binbir çileyle kurdukları o dimdik, Cumhuriyet Halk Partisi’nin,
bugünkü  yönetiminin olması, acıtıyor.

Lamı cimi yoktur, bu yönetim unsurları, başta (şahsına halisane bağladığımız umutları tutam tutam yele savuran) Sevgili Kemal Kılçdaroğlu olmak üzere,
tarihe hesap vermekten kaçamayacaklardır.

  • Ey CHP, Ey Sevgili örgüt: İşgal altındasın! Bugünden tezi yok, olurdu olmazdı, toplanmalı, tartışmalı, toplayacağın kurultayda, şu sakil mazaraya,
    haddini bildirmelisin!

Çatı, cumhurbaşkanı adayı çok değerli insanımız                          :

Dürüst, derin müktesabatı olan herkes gibi sen de elbette çok saygıdeğersin.
Ancak, sen söz konusu partilerin adayı değilsin. Buralarda yapılan sözde anketlerin hiçbirinde adının tek bir harfi dahi telaffuz edilmedi. Senin de içinde bulunacağın adaylar arasında, söz konusu tabanlarda bir anket yapılsa, buradan, hiçbir biçimde
sen çıkamazsın. Sen, lütfen kusura bakma, aklına gelmese de, gerçek şu ki;
Tayyip Erdoğan’a karşı, bizlerin kucağına bırakılmak istenen adaysın.
 Bugün sen ve Tayyip Erdoğan karşı karşıya kalsanız, Tayyip seni maydanlarda, arkanda hangi, hacimli müktesebat ve hangi güçlü medya unsurları olursa olsun, çıtır çıtır yer. Ama asıl olacak olan, senin açından daha da kötüdür. BDP + HDP,“kapsayıcı” bir aday çıkartsa, ki olacak olan odur, ilk turda oylar yuvarlak, şöyle dağılır:

Sen % 30’den az, BDP+HDP % 30’dan çok, Tayyip Erdoğan % 40’tan az.

Bu durumda 2. tura sen değil, BDP+HDP’nin adayı kalır ve Tayyip ABD’nin
bugünkü Yönetimi’ni, bir kez daha yener. “Helal olsun!” dedirtir,
ayrıca, hemen herkese.. Bu durumda, ikinci turda muhakkak çıkar.

Bir şey daha söyleyeyim, çatı, cumhurbaşkanı adayı çok değerli insanımız:

Cumhuriyet’in inançla bir sorunu hiç olmamıştır. Cumhuriyet’in sorunu, yobazlıkladır. Yobazlık, malum, karşındakine, tartışmayı, sorgulamayı, men ederek,“dediğim dedik” dediğini, dayatma cürmünün adıdır.  Her mecrada yobaz olur… En ummadık yerde, örneğin bilim dünyasında bile olur. “Cumhuriyetçi geçinenler” arasında da olur… O nedenle, “Cumhuriyet” derken, çarşaf yakan, İmam Hatip Mezunları’na farklı ölçütler uygulayan, Kuran Kursları’na kan kusturan, “laikçi yobazlardan” bahsetmiyorum… Cumhuriyet’in kuruluş yıllarından bahsediyorum… O Cumhuriyet’in, inançla sorunu,
o kadar yoktur ki, Diyanet İşleri Başkanlığı bir Cumhuriyet Kurumu’dur.
 Yalnız hangi Diyanet: Aklı naklin önüne çeken, inancın, egemeni payandalamasına karşı duran, inancı bir defa, şekilden ibaret hiç saymayan, hakkaniyetsizliğe, adaletsizliğe başkaldırı vecibelerinden, ayırmayı inançsızlık addeden Diyanet… O Cumuhuriyet’i bana iki cümlede tarif et, dersen, “Yönetimde akıl, inançta akıl”, derim. Yönetimde akıl,“Hakimiyet, kayıtsız şartsız milletindir!” düsturunda vücut bulur. İnançta akıl ise, Diyanet’in, nakli, aklın önünde tutmasında, vücut bulur…

Bu çerçevede, laiklik (bunun hala daha Türkçeleştirilememiş olması, bir aydın ayıbı olarak), bir inanç barışıdır. Söze yakışan Türkçe karşılık ise, “inançta akliliktir”.

Bizim laikliğimiz, besbelli, Batı Laikliği zaten değildir. İmamlarımız, müezzinlerimiz, devletten maaş alırlar. Ezanlarımız, çanların çalma özgürlüğü yanı sıra, dinimizin temelidir. Şehitlik, bir devlet payesidir. Şehidin ailesi devletten maaş alır. Ve ne yazık ki, bu dediklerim, evet kabul ediyorum, başta bir aydın ayıbı olarak, yeterince çözümlenmez (analiz edilmez), konuşulmaz, telaffuz edilmez… Kurumsal boyutta çalışılmak hiç istenmez… Hatırlatmak isterim ki, bölgede, yıllardır dikkat çektiğim doğrultuda bir “mezhep savaşı” çıkarılmak istenmekedir ve bu amaç bugün itibariyle maatessüf, önemli ölçüde başarılmıştır… Korkum, ne biliyor musun?

Seni cumurbaşkanlığına getirmek isteyen, büyük strateglerler (yanılmayı çok isterim, ama işte), bu süreçte emelleri için, piyonlaştırmak isteyenlerdir! Bu koşullarda görevi kabul edebilir misin? Yönetimdeki aklımızı, işte yazının girişinde anlattım, çalan, temsiliyet bunalımının hat safhada olduğu; inançtaki aklımızı ise, nakle karşı yok etmek isteyen, inancımızı bu bağlamda özünden boşaltıp, salt egemene biat aracına ve
ona her koşulda rızacılığa dönüştürmeye kurgulanmış, şu sürecin, önüne koşulmak
ister misin?.. Düşün lütfen!

BDP+HDP Yönetimleri! Üstünüze düşen sorumluluğu anlıyor musunuz!
Bugüne kadar, o oldu, bu oldu, Ankara’nın yıllar içinde az vebali olmadı, doğru,
ancak sen de az yalpalamadın.

  • Unutma ki, emperyalizmin kucağında milli kurtuluş savaşı olmaz!.. 

Bu olguyu artık ve muhakkak idrak etmiş olmalısın!..

Yeri gelmişken belirteyim: Büyük bir devletin dostu olmak demek, O’nun maşası olmak demek değildir. Maiyet memuru olmaz, ancak ve elbette şahsiyetli ve güvenilir bir müttefik olabilirsiniz. Ne maşa, ne de bölgedeki canavar savaş makinesinin parçası olur, ancak etrafınıza her daim, üstelik kişilikli ve gerçekçi tavsiyelerde bulunarak, vazgeçilmez bir dost kalabilirsiniz.

Tayyip Kardeşim: Bugüne kadar hiç karşılaşmamış olsak da, tarafıma duyduğun saygıyı, “selamından”, biliyor olup, bana kulak vereceğine inanıyorum;
bu çerçevede, sana bir hoca nasihati eyleyeceğim…

Biliyorum, durumun çok yönlü, çok kritik. Aday olursan, evet seçilebilirsin. Şu ki,
seni en çok düşündüren, yukarıya gitsen mi, kendini daha çok düzlüğe taşıyabilirsin, Başbakan kalsan mı? Aklından geçen şu olmalı: Yukarı gitsen, önümüzde ne olacağı pek belli değil, indirilip, evet, Yüce Divan’a sevkedilebilirsin. Başkanlık Sistemi tesis olunmadı. Her ne kadar yetkilerinle Hukumet’e, Başkan gibi davranmaya kalkışabilecek olsan da, Başbakan, biliyorsun, Basbakan’dır ve seni her an icradan uzak tutabilir. Yukarıdan, yani, sonunda (keşke yanılsam), indirileceksindir. Onun için, Başbakan kalıp, mücadelene devam etmen, hakkında, şimdilik en hayırlısı!.. Bu durumda, gel,
düzgün, helal süt emmiş, her zerresine kadar bu toprakların çocuğu, aynı zamanda Dünya aydını, bir aday belirleminin öncülüğünü yap! Çok var, öyle has insan,
bu topraklarda…

O zaten ilk turda, “cup” diye Köşk’e çıkar… Allah yardımcın olsun!..

Ey, her partiden milletvekilleri, durumumuz budur.
Bu asil milletin, öyle ya da böyle, ama işte vekilleri olarak, şimdi ellerinizi
vicdanlarınıza koyup, karşı karşıya olduğumuz muhasarayı kıracak, adımlar atma yükümlülüğündesiniz.

Yolunuz açık olsun!..
Yalnız unutmayın, sizinle ya da sizsiz,

Türkiye sahipsiz hiç değildir!..

Devlet Sanat Kurumlarını Tasfiye Yasa Tasarısı


Dostlar
,

Türkiye öyle bir hengameye sokuldu ki, bu arada TBMM çalışmakta ve
kritik yasal düzenlemeler yapmakta..

Bunlardan biri de Türkiye Sanat Kurumu ve Sanatın Desteklenmesi Hakkında Yasa Taslağı”..  Türkiye’nin, Cumhuriyetin 100 yıla varan birikimi olan sanat kurumlarını  tasfiye etmek ve bu kurumları da AKP’lileştirmek.. Korkunç bir proje..

Kültür Bakanı Ömer Çelik, inanılmaz bir “ustalıkla” (!) kamuoyuna taslağı
bir “reform” girişimi olarak sunuyor.. Her zamanki retorik (takiyye) …

Acı gerçekleri ise, aydınlık sanatçı ve sanat kurumlarının üst düzey yöneticiliğini yapmış bir üstaddan öğreniyoruz. Eski Kültür Bakanlığı Müsteşar Yrd. Sayın Hüseyin Akbulut, söz konusu yıkıcı yasal düzenlemenin içyüzünü irdeliyor..

  • AKP’nin bu yıkıcı girişiminin mutlaka durdurulması gerek..

Son derece sistematik biçimde, Cumhuriyet’in kurumları, kaleleri birer birer düşürülerek ele geçirilmek isteniyor..

Son çözümlemede Anadolu Federe İslam Devleti Diktatörlüğü hedefine..
Halife – Padişah RT Erdoğan sultanlığında..
Atlantik ötesindeki ABD’nin konuğu – tutsağı “ruhani otorite” izin verirse..

Tüm halkımız bu gidişe “dur” demeli..

Unutulmasın; Büyük ATATÜRK,

“Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür.” demişti.

Ayrıca,

“Sanatsız kalan bir milletin; yaşam damarlarından biri kopmuş demektir..” sözü de O’nun..

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 5.6.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

*****

Geçtiğimiz yıl bu gün sitemizde bu yazıya yer vermişiz…
Tam 1 yıl geçti.. AKP Demokles’in kılıcı gibi, ensemizde Türkiye’nin en az 90 yıllık Cumhuriyet sanat birikimine saldırısını sürdürmekte..
Bu vahim TÜSAK (Türk Sanat Kurumu) (!) kandırmacasını durdurmak gerek.
AKP’ye bir kez daha bu vahşi – demokrasi ve insan haklarını hiçe sayan
dinci saldırılarına son verme çağrısı yapıyoruz.
Gizli-örtük gündeminiz artık faş oldu..
Türkiye’yi çağdışı bir din devleti yapma hayallerinizi artık biliyoruz ve buna
asla izin vermeyeceğiz.

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 5.6.14

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==========================================

Devlet Sanat Kurumlarını Tasfiye Yasa Tasarısı

portresi

 

Hüseyin Akbulut
Eski Kültür Bakanlığı Müsteşar Yrd.

 

 

Basına bölük pörçük yansıyan bilgiler yerine, hazırlanan “yasa tasarısı” tümüyle ortaya çıkınca, gizlenen gerçekler ortaya dökülüverdi.

AKP’nin, sanat alanına yeni düzen getireceği savıyla hazırladığı Türkiye Sanat Kurumu ve Sanatın Desteklenmesi Hakkında Yasa Taslağından söz ediyoruz.

Yasa tasarısı tam anlamıyla bir tasfiye tasarısıdır ve devletin tarihi, dev sanat kurumları Devlet Tiyatroları, Devlet Opera ve Balesi ve Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğüne bağlı sanat kurumlarını ortadan kaldırmak için hazırlanmıştır.

Tasarının 15. maddesi; söz konusu genel müdürlüklerle ilgili 5441 ve 1309 sayılı kuruluş kanunlarının yürürlükten kaldırıldığı, burada görevde bulunan genel müdür, genel müdür yardımcıları ve daire başkanlarının ihdas edilecek bakanlık müşavirliklerine atanacakları hükmünü getirmiştir.

Tiyatroda, opera ve balede, güzel sanatlara bağlı sanat kurumlarında görev yapan binlerce oyuncu, müzikçi, çalgıcı, şarkıcı, dansçı, ressam, heykeltıraş vb. sanatçıya ne yapılacağını kuşkusuz merak ediyorsunuz! Yasa tasarısının getirdiği hükümlere bakarak onu da yazalım:

Getirilen düzenlemeyle, öncelikle, sanat kurumlarında çalışanların emekli ikramiyelerine %60’a varan artışlar yapılarak sanatçılar emekliliğe özendirilmekte, isteyenler Yüksek Öğretim Kurumlarına aktarılmakta, böylece daha baştan sanat kurumlarının içleri boşaltılmakta, kalanlar ise Kültür ve Turizm Müdürlüklerinde görevlendirilerek dönem bitince de kadroları iptal edilmektedir.

Gülmeyin!

Kültür ve Turizm Müdürlüklerinde görevlendirilen bu artakalan sanatçılar ise isterlerse “izin almak kaydıyla” sanat icra edebilecek, grup ve topluluk kurabilecek, proje üreterek “Türkiye Sanat Kurumu”na destek için başvurabileceklermiş…

Beğendiniz mi?

Önce dünya ölçeğindeki dev sanat kurumlarını yok edeceksiniz, sonra da dostlar alışverişte görsün babından kalan artıklara isterlerse kurum kurdurup sanat yaptıracaksınız…

Pes demek gerekiyor.

Kurumlar ve sanatçılar ortadan kaldırılınca da sanat alanı, Bakanlar Kurulu’nun, yani siyaset kurumunun atayacağı (kuşkusuz atamaları Başbakan yapacaktır!) 11 üyeden oluşacak özel bütçeli “Türkiye Sanat Kurumu” eliyle yürütülecekmiş.

Görülen odur ki, köklü sanat kurumlarını yok etmek için böylesi bir Kurum kuruluyor.

Hemen belirtelim; böyle bir işleyiş, sanat alanını yok edecektir. Çünkü sanat evrenseldir, diller, dinler üstü yapısıyla tüm toplumu, tüm insanlığı kucaklar. Siyasal partiler ise ideolojik ve sınıfsaldır. Bu yapıyla da toplumun ancak belli bir kesimine yansırlar ve ideolojilerine uygun toplum kesimine göre hizmet üretirler.

Şimdi ülkemizdeki durumu düşünelim :

Siyaset kurumunun atayacağı ve iktidar partisinin insafına bırakılacak böyle bir Kurul, hangi ideolojiyi taşıyan sanatsal projeye destek verecek? Dinci projelere mi, ırkçı projelere mi, sağcı, solcu, ayrılıkçı projelere mi? Yanıt bellidir: İktidarda bulunan siyasal partinin, doğallıkla Başbakanın anlayışına uygun projelere…

Sanat ve siyaset kurumunun işleyişindeki bağdaşmaz bu yapı nedeniyle, daha 1940’li 1950’li yıllarda sanat kurumlarımızı kuran dünya çapındaki uzmanlar Paul Hindemith, Carl Ebert, Ernest Praetorius, Eduard Zuckmayer, Dame Ninette de Valois ve öğrencileri bu kurumlar için özel statüler ve özel yasalar öngördüler. CSO, opera, bale, tiyatro için çıkartılan 6940, 1309, 5441 sayılı bu yasalarla sanat kurumlarımıza tüzel kişilik kazandırılmış; tüm işleyiş, sanatçıların oluşturduğu “sanat kurulu” ve “teknik kurul”lar eliyle yürütülmüştür. Yasaların ayırt edici özelliği ise tektir:

“Sanatın, siyaset kurumunun müdahalesinden arındırılması, kendi özel işleyişi içinde üretilmesi..” anlayışıdır. Uygar dünyanın tümünde bu böyledir. Sanat kurumlarımız, siyaset kurumunun tasallutundan bu özel yasalar sayesinde kurtulabilmişler, varlıklarını bu yasalar sayesinde bugüne dek sürdürebilmişlerdir. Siyasal parti yönetimi ve anlayışıyla toplumun tümüne sanat üretilebilir mi?

Şimdi ise bu yasal zemin yok ediliyor, sanat da sanat kurumlarını da ateşe atılıyor.

Yasaların eskiyen, günümüz gereklerine uymayan hükümleri yok mudur? Daha çok sanat üreten, kurum içinde yarışma yollarını tıkayan engelleri kaldırarak kurumların sanatsal yükselişini sağlayacak, kurumlarda tıkanmaya yol açan ömür boyu statüleri ortadan kaldıracak yasal düzenlemelere gereksinim vardır. Ancak bu değişiklikler için yapılan çalışmalar hep aynı kişiler, ömür boyu unvanları taşıyanlar tarafından, unvanlarımız yok edilmesin diye engellenmiştir. (Hiçbir kuşkum yoktur, bu tasfiye yasasını da AKP aynı kişilerle ortaklaşa hazırlamıştır!) Bu olguyu, CSO Müdürlüğüm, Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğüm ve Kültür Bakanlığı Müsteşar Yardımcılığım sırasında yaşayarak gördüm.

Hazırlanan yasa tasarısı, insanı insan yapan sanata, sanat kurumlarına, sanatçılara yapılan eşi görülmemiş vahşi bir saldırıdır, bu güne değin de böylesine bir saldırı görülmemiştir. Sormak gerekir; sanat alanı desteklenecekse, eksikliklerini gidermek varken köklü, dev sanat kurumlarımızı yaşamımızdan kaldırmaya ne ad verilir? Biz olayın iyi niyetle ele alınmadığına inanıyoruz.

Bir halk deyimimiz niyeti çok güzel ortaya koyuyor:

“Tilkinin kırk çeşit oyunu vardır; kırkı da tavuğu nasıl yerim üzerinedir.”

Sanat da, sanat kurumları da ortadan kaldırılmak isteniyor.

Sanat aydınlatır, sanat özgürleştirir, sanat çevresini ve dünyayı sorgulayan bireyi-toplumu yaratır. Biat kültürüne dayalı siyasal iktidarlar da bu tür bireyi ve toplumu istemezler. Öyleyse, onları söndürmek gerekir! Bugün yaşanan da budur. Çıkartın operayı, baleyi, tiyatroyu; Türkiye’nin Suudi Arabistan’dan, İran’dan, Irak’tan, Suriye’den farkı kalmaz. Oralarda yaşananlar ise, dileyelim ki bizlere ders veriyor olsun… (http://add.org.tr/devlet-sanat-kurumlarini-tasfiye-yasa-tasarisi.html,2.6.13).

TÜRKER ERTÜRK : Dışarıda neler oluyor?


Dostlar
,

Em. Tuğamiral Türker Ertürk, AYDINLIK‘ta yer alan dünkü (24.5.14)
uzun makalesinde “Dışarıda neler oluyor?” sorusuna yanıt arıyor.

Haklı.

Biz gündem oyunları içinde kurgu (dizayn) gereği boğulurken, “büyük oyun” un sahnelenmesi sürüyor. Kuşku yok ki iç ve dış gündem, birbirini tamamlayan halkalar.
Bu bakımdan söz konusu makalenin zamanlaması çok yerinde.

Ancak içerik ve vardığı temel sonuç üzerinden genelgeçerin epey dışında kalıyor.
KüreselleşTİRme yazınında (“TİR” hecesine dikkat; bizim önerimizdir!)
genelde varılan sonuç, artık yabanıl KüreselleşTİRmenin (“TİR” hecesine dikkat;
bizim önerimizdir!) sürdürülemediği, duvara dayandığı, tek kutuplu
ABD hegemonyasının gerçekleştirilebilirliğinin pek kalmadığı yönünde..
Pek çok da gözlem ve gerekçe ve bu tez için. Örn. Güney Amerika ülkelerinin
kendi aralarında birliği ve DB (Dünya Bankası) yerine Güney Bankasını kurmaları..

Örn. BRICS ülkelerinin (Brezilya + Rusya + Hindistan + Çin + Güney Afrika) kapsamlı stratejik işbirliği.. Örn. Şangay 6’lısı.. Örn. AB’nin giderek büyüyen bütünsel (konglomera) yapısı.. 28 ülke, 500+ milyon nüfus (Rusya’nın 3,5 katı, ABD’nin 1,7 katı!) ve 9 milyon km2’ye yaklaşan bir coğrafya hinterlandı.. Tüm bunların KüreselleşTİRme senaryosunun gereği olduğu savlanamaz; tersine bu sürece ikincil tepkisel oluşumlardır.

Öte yandan ABD ekonomisindeki durgunluk ve yavaşlama, hatta inişe geçiş..
BRICS ülkelerinde ise tersine genel bir ekonomik tırmanış..
Özellikle Çin’de muazzam bir istikrarlı başarım (performans)..

ABD’nin Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da başarıya ulaşamayan GKAOP (Genişletilmiş Kuzey Afrika ve Ortadoğu Projesi) ya da sınırlı BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) stratejisinin büyük ölçüde çuvallaması.. Irak ve Suriye’de, İran’da tüm yüklenmelere karşın istenen sonuçların alınamayışı..

Biraz daha uzatılabilir ama son bir örnekle yetinelim :

Rusya ile Çin arasında stratejik enerji işbirliği..

Birkaç on yıllık, birkaç bin km’lik boru hatları ve 400 milyar $ gibi muazzam bir
parasal boyuta varan anlaşma.. Gerçekleştirilmesinin önünde herhangi bir engel de gözükmüyor.. Öğrendiğimiz ölçüde Dolar kullanılmaksızın!..

Hatta doğrudan Dünya Bankası Başkanı Robert Zoellick‘in sözlerine bakalım :

  • Dünyada eski düzenin bittiğini vurgulayan R. Zoellick,
  • “Şimdi zaman yitirmeden, normal büyüme ve “sorumlu küreselleşme”yi sağlayacak kurumları yürürlüğe sokabiliriz.” derken, DB’sını rolünün de değişeceğini belirtti. (Cumhuriyet, 07.10.09; DB-IMF İstanbul toplantısı)

Sanırız Türker Paşa bu tezini biraz açmalı ve kanıtlar eklemeli..
Her durumda da Türkiye devlerin ayakları altında kalmayacak,
Büyük Atatürk’ün akıllı dış politika ilkelerini sürdürmeli :

– Anti – emperyalist ve anti – kapitalist
– Tam bağımsızlıkçı
– Yurtta barış – dünyada barış
– Herkesle dostluk kurma ama hiçbir ittifaka girmeme 
  (NATO’dan çekilme dahil, hatta başta!)

Büyük Atatürk
‘ün 12 yıl (1925-37) kesintisiz Dışişleri Bakanlığını yapan meslek büyüyüğümüz (tıp doktoru) Dr. Tevfik Rüştü ARAS, o dönem Türk dış politikasının özünü şöyle betimlemişti :

  • “Bizim dış politikamız basit ve doğrudur.
    Herkesle dostluk kurmak isteriz ama
    hiçbir ittifak ve bloklaşmaya girmeksizin..”

Sevgi ve saygıyla
26.5.2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net 

================================================

Dışarıda neler oluyor?

turkererturk

TÜRKER ERTÜRK

AYDINLIK, 24 Mayıs 2014 

Bu aralar yoğun gündem nedeniyle hep ülkemiz içinde gelişen olayları ve dönen dolapları yazdık ve anlatmaya çalıştık. Esasında içerideki gündem yine yoğun ama kafayı kaldırıp biraz dışarıya bakmakta yarar var. Çünkü bugün Türkiye’de yaşadıklarımız, bölgemizde ve tüm dünyada sahneye konan oyunun ayrılmaz bir parçası.

Erdoğan’ın bulunup desteklenip iktidara getirilmesi, açılımlar, Ergenekon ve Balyoz gibi davalar, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin itibarsızlaştırılması, askerlerin, siyasetçilerin, aydınların ve gazetecilerin zindanlara atılması, yargıya, medyaya ve ana muhalefet partisi CHP’ye operasyon yapılması, Cumhuriyetimizin kurucu ideolojisine ve Atatürk’e düşmanlık bölgemizde ve dünyada sahneye konan büyük oyunun senaryosuna dahildir.

Yerkürenin tamamında sahneye konan bu oyun, ABD’nin tek kutuplu dünya düzenini, küresel liderliğini ve askeri üstünlüğünü devam ettirebilmesi amacına yöneliktir. ABD küresel hedeflerine ulaşabilmek ve dünyanın halen Atlantik üzerinde bulunan ekonomik, siyasi ve askeri ağırlık merkezinin doğuya Asya-Pasifik bölgesine doğru kayışını durdurabilmek için 2014 itibarıyla her yerde atağa geçmiştir.

ABD’nin çöktüğü, yıkılmak üzere olduğu, Ortadoğu’da yenildiği, geri çekildiği ve artık savunmaya geçtiği doğru değerlendirmeler değildir. Eğer mücadelenizi bu kabulün veya yanlış değerlendirmenin üzerine bina ederseniz sonuç hüsran olur.

Kuşatmak ve istikrarsızlaştırmak

Kuşatmak, istikrarsızlıklar yaratmak, silahlanma yarışına sokmak, stratejik enerji ve hammadde kaynaklarına egemenlik sağlamak, rakipsiz bir donanma ile tüm dünya denizlerinde ve okyanuslarında hâkimiyet, ekonomik manipülasyon (AS: manüplasyon), darbe yaptırmak, hedef ülke iktidarlarını ele geçirmek ve kontrol altına almak, medya ve STK’larla (Sivil Toplum Kuruluşları) algı operasyonları ve toplum mühendisliği, hedef ülkelere karşı bilgi harbi ve siber savaş bu mücadelede ABD’nin yoğun olarak kullandığı yöntemlerdir.

ABD artık tüm dünyada hedeflerini ele geçirebilmek ve elde tutabilmek için ateş ve manevranın asli unsur olmadığı, çatışma, diplomasi ve barış arasındaki çizgilerin belirsiz olduğu 4. Nesil hatta 5. Nesil Savaş’a geçmiştir.

Sürdürülen bu savaşta ABD açısından sıklet merkezleri; Asya-Pasifik, Afrika, Ortadoğu, Rusya çevresi (Baltık Cumhuriyetleri, Ukrayna, Kafkasya, Türk Cumhuriyetleri, Moğolistan) ve Güney Amerika’dır. Birinci öncelikli sıklet merkezi ise Asya-Pasifik bölgesidir.

Rusya, Avrupa’daki son kalesi olan Sırbistan’ı kaybetmek üzeredir. Geçtiğimiz günlerde Balkanlar’da meydana gelen ağır sel felaketi ve sonrasında Sırbistan dahil bölgeye gelen AB yardımları bile bu amaca yönelik olarak kullanılmaktadır.

Batı günümüzde Moskova’nın 1990 öncesi Avrupa’da bulunan arka bahçelerini tamamen ele geçirmiş ve o gün evi durumunda olan Ukrayna’ya bile girmiştir. Ukrayna fiili olarak ikiye bölünmüş kuşatma Moskova’ya doğru biraz daha yaklaşmıştır.

Yeşil Kuşak

Asya-Pasifik bölgesinde kuşatma ve Çin’e çevre ülkeleri ele geçirme faaliyetleri tüm hızıyla devam etmektedir. Bölgede istikrarsızlık had safhadadır. Doğu ve Güney Çin Denizi’nde Çin ile bölge ülkeleri arasında bulunan egemenlik hakları sorunları üzerinden her an sıcak çatışma çıkabilir. Ayrıca Malezya ve Endonezya başta olmak üzere diğer bölge ülkelerin Müslümanları da radikalleştirilerek aynen Sovyetler Birliği’ne yapıldığı gibi Çin’e karşı da Yeşil Kuşak inşa edilmekte ve Sincan Uygur Özerk Bölgesi karıştırılmaya çalışılmaktadır. Geçtiğimiz günlerde bölge ülkesi olan Tayland’a yapılan darbenin arkasında ABD’nin olduğu bilinmektedir.

Önce istikrarsızlık ve güvenlik sorunu yaratmak sonra istikrarı ve güvenliği sağlamak için bölgeye girmek eski, bilinen ama her zaman yedirilen yöntemdir. Afrika’ya da böyle girilmektedir. Boko Haram, El Kaide gibi aynı güç tarafından kurdurulmuştur. Fransa şimdilik ABD’nin Afrika’da en yakın ortağıdır. Türk Deniz Kuvvetleri’nin dört harp gemisiyle yaptığı Afrika seferi ülkemizin çıkarlarına değil, ABD’nin Afrika planlarına yöneliktir.

ABD, Avrupa’nın Rusya’ya bağımlılığını azaltmak ve savaşımında AB’yi oyuncu olarak kullanabilmek için Doğu Akdeniz havzasının doğal gazını Kıbrıs ve Türkiye üzerinden Avrupa’ya boru hatlarıyla taşımak istemektedir. ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden bu nedenle Kıbrıs’a gelmiştir. Kıbrıs yeniden bu gerekçeyle pişirilmektedir.

Ortadoğu’da etnik, dinsel ve mezhepsel ayrıştırmaya planlandığı gibi devam edilmektedir. Bölgede Kürt devleti kurmak için parçalarının ana gövdelerinden gevşetilmesi, birbiri ile entegrasyonu ve uluslaştırma süreci adım adım gerçekleştirilmektedir. Bizim de bulunduğumuz bölgede yaygın istikrarsızlaştırma ve “Yaratıcı tahrip” (Creative destruction) yöntemleri uygulanmaktadır.

Özetle anlatmaya çalıştığım bu küresel planlardan ülke olarak asgari zayiatla atlatabilmeniz için öncelikle bu oyunu, yapılmak istenenleri ve arkasındaki gücü doğru anlamanız lazım. Yenildiler, çöküyorlar, yıkıldılar gibi nesnel analizden uzak slogan türü değerlendirmeler olsa olsa emperyalizmin ekmeğine yağ sürer.

Saygılar sunarım.

ÖLÜM NE Kİ GÜLÜM??


Dostlar
,

Yürekli yazar, eski Sağlık Bakanı Sn. Rifat SERDAROĞLU,
22 Kasım 2012’de, yaklaşık 1,5 yıl önce yine çoook çarpıcı bir yazı yazmıştı..

  • ÖLÜM NE Kİ GÜLÜM?? 

AKP’nin gözü kara, emperyalizm güdümünde, verdikleri sözler gereği iktidar yapılan kadroları ülkemizin taşını toprağını sattı..

Madenlerimizi de..

  • Vatanın hemen hemen tüm kaleleri küresel sermayeye devredildi!

Başbakan R.T. Erdoğan’ın son Maliye Bakanı İngiliz Vatandaşi Mr. Mehmet Simsek, “Satacak kamu malı kalmadı..” itirafında bulundu..

Çünkü önceki Maliye Bakanı Kemal UNAKITAN “Babalar gibi satarım..” buyurmuş
ve yıllarca gereğini de yapmıştı.. Bir baba ailesinin malvarlığını satar mı?
Babalık bu mudur? Klasik babalık bu olmadığına, olamayacağına göre,
bu babalık olsa olsa “mafya babalığı” olabilir..

Bir ülkenin Kabinesinde mafya babalığı işlevine soyunan üyeler olursa
o ülkenin başına neler gelmez ki??

Koroner yetmezliği nedeniyle Unakıtan’ın ameliyatı gerektiğinde,
istihareye yatmayı anımsayan yetenekli eşinin her nasılsa gönlüne doğan
“Rabbim Cleveland dedi..” kehaneti de yetmemiş olacak ki,
vatanın babalar gibi satıcısı Unakıtan, tekerlekli sandalyededir.
Dileriz Bn. Unakıtan gene istihareye yatar ve Rabbi “doğru şifa adresini” gösterir..

Bize göre bu adres, milyonlarca özelleştirme = vatan talanı kurbanının rızalığıdır ki,
pek çoğu da Hakkın rahmetine kavuşan bu yurttaşların rızası nasıl alınacaktır?

Hele hele şu son haftada özelleştirme = vatan talanına kurban verdiğimiz,
resmi sayısı 301 olan Soma kurbanlarının rızası nasıl alınacaktır ki?

Ortalık kan kokuyor ve acılar öylesine derin, öylesine yakıcı ki;
peek çok baba da var kanlı gözyaşları döken..

Kan tutar kan, anlıyor musunuz AKP şürekası; hepinizi kan tutar..
Tanrı belanızı hak ettiğiniz gibi verir; vakti saati geldiğinde, ama mutlaka!
Ve bu saatin gelmediği şimdiye dek görülmedi; siz gafletle gelmeyecek sansanız bile!
Hiçbir şeyden korkmuyorsanız ilahi adaletten korkunuz..

Veee… emaneti bırakıp gidiniz!.

ÖLÜM NE Kİ GÜLÜM?? 

BU YAZIYI OKUMAK GEREK……

Sevgi ve saygıyla
18.5.2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

==================================================

ÖLÜM NE Kİ GÜLÜM  ?? 
portresi_gulen

RİFAT SERDAROĞLU

Biz sadece Bülent Arınç’ı hassas ve ağlak bilirdik. Meğer AKP’li Bakanların çoğu ağlakmış! Şimdiye dek hiçbir şehit cenazesinde tek damla gözyaşı dökmeyen
Dışişleri Bakanı (AS: Ahmet Davutoğlu), Gazze’de yüksek sesle hıçkıra-hıçkıra öyle bir ağladı ki, 4 gebe kadın korkudan düşük yaptı!Başbakan Erdoğan da, cephanesi bitmiş asker gibi;

Hücum yiğitlerim, vurun aslanlarım, dayanın öleceksek adam gibi ölelim!

diye bağırdı. Fakat niçin öleceğiz, neden öleceğiz, kim bizi öldürecek,
adam gibi nasıl öleceğiz bunları anlatmadı.

Erdoğan’ın anlamadığı şey şudur;

O bizim “adam gibi” ölmemizi istiyor, hâlbuki biz O’nun için yaşamayı göze aldık.
Aynen şairin dediği gibi;

Ölüm ne ki gülüm,
ben senin için yaşamayı göze aldım..

AKP İktidarından, Türk Milleti ve Türk yargısı önünde demokratik bir biçimde
hesap sormak için yaşamayı göze aldık.

*22 Ülkenin sınırlarının değişeceği (AS: Türkiye dahil!) BOP projesinde Eşbaşkanlık yaptığı için.

*Irak’ta, 1,5 Milyon Müslüman’ın ölümüne, on binlerce Müslüman kadının
ırzına geçilmesine engel olmadığı için.

*Suriye’de yanlış politika uygulayıp, Suriye Kuzeyinde “Suriye Kürdistanı” nın kurulmasına neden olduğu için.

*Şehitlere kelle, İmralı canisine sayın dediği için.

*Yanlış terör politikaları sonucu, ülkeyi bölünmenin eşiğine getirdiği için.

*Oy alabilmek uğruna, PKK ile anlaşıp her seçim öncesi ateşkes sağladığı,
seçimden hemen sonra vatan evlatlarının şehit edilmesine göz yumduğu için.

*Habur’da yaşanan seyyar mahkeme rezaleti için.

*PKK katillerini Kuzey Irak’ta barındırıp üzerimize salan, ellerinde Türk gençlerinin
kanı bulunan eşkıya başı Barzani ile can-ciğer kuzu sarması olup,
evlâtlarımızın ölümüne yol açtığı için.

*Bir yıldan çok zamandır Barzani’nin bölgesinde PKK’nın elinde tutsak tutulan
asker-polislerin kurtarılmasını sağlayacak buyruğu vermediği için.

*Türkiye’yi 10 yılda tüm Cumhuriyet tarihi boyunca yapılandan iki kat daha çok borçlandırdığı için. (AS: 221 milyar $ toplam borç 600 milyar $’ı aştı!)

*Kendisinin, çocuklarının ve ailesinin servet bildirimini açık-net olarak
Türk Milletine vermediği için.

*Bakan çocuklarının aniden Türkiye’nin en zenginleri arasına nasıl girdiklerini soruşturmadığı için.

*Devletin en önemli kadrolarını, Anayasa’da suç olmasına karşın Cemaate verdiği için.

*Cemaatin elemanlarının hazırladıkları düzmece-sahte dijital kanıtlarla Türk Ordusu’nun Komuta kurulunun yarısının hapse atılıp Ordumuzun elinin-kolunun bağlanmasına
sessiz kaldığı için.

*Türkiye’nin en değerli Bilim Adamlarının- Gazetecilerinin- Komutanlarının-Aydınlarının yıllar boyu süren tutukluluk cezasından kurtaracak yasal değişikliği yapmadığı için.

*Türk Bayrağımızı, ülkenin belli bölgesinde asılamaz hale getirilmesine ve
T.C. Adliyelerinde bundan böyle “Türkçe” konuşulmasına son verecek uygulamayı başlattığı için.

Ve en önemlisi;

-Türk Milletine bu vatanı ve Cumhuriyeti armağan eden kurucularımıza,
başta Büyük Atatürk ve arkadaşlarına dolaylı olarak hakaret edip,
Cumhuriyetin değerlerine karşı çıktığı için.

-Türk Milletini, Cumhuriyetin aydınlığından uzaklaştırıp,
Ortaçağ karanlığına sürüklemek çalışmaları yaptığı için.

Türk Milleti – Türk Tarihi ve Türk Yargısı önünde hesap sorabilmek için;

Ölüm ne ki gülüm, ben senin için yaşamayı seçmişim!

Sağlık ve başarı dileklerimle.
(22 Kasım 2012)

rifatserdaroglu@gmail.com
twitter.com/rifatserdaroglu
0 532 211 00 11

ADD’nin 25. Yılında 19 Mayıs Etkinlikleri..

ADD’nin 25. Yılında 19 Mayıs Etkinlikleri..

Dostlar,

ADD, Büyük ATATÜRK‘ün Ulusal Kurtuluş Savaşımızı başlatmak üzere,
işgal altındaki başkent İstanbul’da bir sonuç alamayacağını görerek bu savaşımı Anadolu’nun bağrından başlatmak üzere Samsun’a çıkışının 90. yılında
yaygın etkinliklerle kutluyor.

Ayrıca bu yıl, ADD’nin, Devrim Şehidimiz Kurucu Genel Başkanımız
rahmetli Prof. Dr. Muammer AKSOY ve 49 yiğit tarafından kuruluşunun 25. yılı..

Dile kolay, Türkiye’nin en büyük sivil toplum örgütlerinden olan
Atatürkçü Düşünce Derneği – ADD 25 koca yılı gerilerde bıraktı..

Bu süre içinde epey şehit verdi..
Bu yoldaşlarımızın acısı yüreğimizi hala yakmakta..
Katilleri yakalanmadı ve toplumun vicdanı kanamakta..

En ürkünç (vahim) olanı ise,
yurtseverler üzerinde örtük – kanlı tehdidin südürülmesi!

Ne yazık ki bu ülkede, Türkiye’de  ATATÜRK DEVRİM ve İLKELERİNİ savunmak
– AYDINLAMADAN YANA OLMAK  kan ve can pahasına bir savaşımı gerektiriyor!

Biz de kuruluşunun ilk yıllarından başlayarak bu savaşımın (mücadelenin) içindeyiz.
50 saygın kurucunun içinde dostlarımız – hekim meslektaşlarımız ve hatta
yakın akrabalarımız var (Rahmetli Hüseyin Emre.. gibi).

Üyeliğimiz 1993 tarihli ve ülke genelinde ilk 3 bin üye içindeyiz.
22 yılı bulan bir süredir ADD bünyesinde her basamakta hizmet verdik vermekteyiz.
Yurt içi ve dışında 1500’e (bin beş yüz!) yakın görsel AYDINLANMA konferansı verdik, yüzlerce makale yazdık. Davalara muhatap olduk, tazminatlar ödedik..

  • Ölüm tehditleri aldık; yakın polis korumasında yaşadık.

Edirne’de sade üyelikten başlayarak Şube Başkanlığı ve Genel Başkan Yardımcılığına dek geldik ve halen Ankara – Çankaya Şubesi Genel Kurul Delegesi olarak görevdeyiz.

AKP iktidarının Ulusal Bayramlarımızı gözü kara ve hoyratça görmezden gelerek sönümlendirmek istediği, Ulusal Andımızı yasakladığı, Bayrağımıza ve Atatürk‘ün adına – posterine tahammül edemediği, dolayısıyla bu iklimde türeyen çooook sayıda
“meczup” un (?!) bu değerlerimize saldırageldiği… bunaltıcı bir dönemde bulunuyoruz.

Halkımız direniyor ve 90 yıllık Cumhuriyet değerlerine AKP iktidarına karşın
sahip çıkıyor..

Şehit ve gaziler veriyor…

Gezi direnişinin vahşice katledilen 8 şehidinin anıları taptaze..

Gözünü yitiren 16 dolayında yurttaş, ağır yaralanan ve engelli, kalanlar..

Polis, inatla ve ısrarla, nişan alırcasına plastik mermiyle ateş ediyor,
gaz fişeklerini hedef gözeterek atıyor.
Basınçlı – ilaçlı su insanların bedenine doğrudan sıkılarak ayakları yerden kesiliyor..

Bunlar suç ve temel insan hak ve özgürlüklerine açıkça aykırı..
Ama iktidarın başı “destan yarattınız” diyerek bu şiddeti ödüllendirebiliyor!?
Dünya kamuoyuna ve Türkiye’ye adeta meydan okunuyor;
bunu adı “AKP’nin ileri demokrasisi” (!?) oluyor..
Fişlenen, işinden olanlar.. Ayrımcılıkla yıllardır işe alınmayanlar..
İşe alınmak, sadakalardan yararlanmak için AKP’ye ailece zoraki üye yapılanlar
ve oyları gaspedilenler..

4 bakanı büyük yolsuzluklara bulaşanlar ve istifa ettirilen – görevden alınanlar..

Üllkenin asker – sivil öncü aydınlarınıın yıllarca bir tertip – kumpas ile hapsedilmesi ve
bu arada AÇILIM adı altında ülkenin adım adım bölünme eşiğine sürüklenmesi..

  • ANALAR AĞLAMASIN edebiyatı – duygu sömürüsü – retoriği (takiyyesi) ardına saklanarak VATANIN ANASINI AĞLATMAK;
    adım adım ülkesi ve halkı ile bölünmeye sürüklemek..

İşimiz öyle çoooook ki..

Ama siyasal partilerde ama derneklerde, vakıflarda, sendikalarda…
mutlaka örgütlü olarak uğraş vermek zorundayız.

En etkilisi elbette siyasal partilerde politik uğraş vermek..
Kesin olan bir olgu var ki; ayağımızı uzatarak oturma ve olacakları izleme şansımız yok..
Nasıl olsa birileri uğraşıyor..” tümcesini kurma ve kendimizi aldatma olanağımız da..

ADD’nin 25. yılı ve 19 Mayıs 1919’un 95. yılı etkinliklerine destek verilmesi çağrımız ve dileğimizdir.

Sevgi ve saygı ile.
13 Mayıs 2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

Not : Görevdeki Sayın Genel Başkanın kimi eylem ve işlemlerine ilişkin çekincelerimizi koruyarak ve erteleyerek..