Kategori arşivi: Hekim Saltık

Yeniden Kızamık Salgını mı?

PROF. DR. SALTIK: “HAZİRAN’DA 164 KIZAMIKLI ÇOCUK HASTANEYE YATIRILDI. YOKSULLUK GİBİ NEDENLERLE KOMPLİKASYON GELİŞEBİLİYOR”


18.08.2023 14:14

CEREN BALA TEKE

Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Saltık, kızamık hastalığındaki vaka artışını değerlendirdi. Saltık, “2023 Ocak ayında 193, şubatta 340, martta 445, nisanda 506, mayısta 567 ve haziranda 782 olmak üzere düzenli tırmanan bir olgu sayısı görüyoruz. Bir önceki altı aya baktığımızda ise örneğin; geçen temmuzda 12, ağustosta 6, eylülde 8, ekimde 16, kasımda 17, aralıkta 25 olduğunu görüyoruz. 2023 Ocak ayında ve hemen izleyen aylarda yani 193 olguya tırmandığını görüyoruz. Üstelik kayda girenlerin buzdağının ucu (tepesi) olduğu gerçeğini de unutmadan bu tabloya salgın deme olanağı ne yazık ki var…

Kızamık, olağan koşullarda komplikasyonsuz seyreder. Fakat bağışık durum bozuksa, beslenme yetersizliği varsa, altta yatan başka bir hastalık varsa; sosyo-ekonomik yetersizlik, yoksulluk gibi nedenlerle komplikasyon gelişebiliyor. Başta zatürre olmak üzere hastaneye yatırma gerekliliği doğuyor.” dedi.

Türkiye’de 2023 yılının ilk 6 ayında kızamık olguları bir önceki 6 aya göre artış gösterdi. Bu artışın “salgın” olarak nitelenebileceğini ve temel nedeninin aşılama eksikliği olduğunu vurgulayan Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Saltık, Sağlık Bakanlığı’na veri paylaşımı konusunda saydam olma çağrısı yaptı. Konuyu ANKA Haber Ajansı için değerlendiren Prof. Dr. Saltık, şunları söyledi:

“Türkiye’de 2023 yılının ilk altı ayında görülen kızamık olgu sayısında bir önceki yıla göre oldukça yüksek bir artış söz konusu. Sayısal verilere baktığımızda bu salgın diyebileceğimiz durumun, çocukların yaşlarına göre aşısız ya da eksik aşılı oluşları ile yakından ilişkili olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla henüz olgu (vaka) görülmeyen yerlerde olguların en erken görülme yaşlarını dikkate alarak bir alt yaş sınırı kabul edersek altı ay diyebiliriz. Normalde dokuzuncu ayda yapılıyor kızamık aşıları. Eğer dokuzuncu aydan daha önce kızamık olguları görülüyorsa; -Bakanlık verileri açıklamadığı için bilemiyoruz- yeni bir kampanya ile bu çocukların eksik aşılarının tamamlanması gerekir.

Ayrıca salgın görülen yerlerde 15 yaşın altındaki çocuklar başta olmak üzere Epidemiyolojik durum nasılsa kızamıkla ilgili salgın denetim (kontrol) aşılaması yapmamız gerekiyor. Ek doz aşılamanın olağan (rutin) aşılama takvimindeki aşıların yerini almadığının altını çizmek isterim. Zamanı geldiğinde aşı takvimindeki aşıların da ayrıca uygulanması gerekliliği var. Ek doz aşı ile takvim gereği uygulanacak aşılar arasında en az dört haftalık zaman bırakmaya çaba göstermemiz gerekiyor. Sağlık Bakanlığı’nın bu verileri saydam bir biçimde kamuoyu ile paylaşmasını istiyoruz. Demokratik bir hukuk devletinde ne olup bittiğini bilme hakkımız var. Hükümetlerin de halktan bu verileri saklama yetkileri bulunmuyor. Fakat Türkiye ne durumda biliyoruz. Dolayısıyla, alınacak önlemlerin de Sağlık Bakanlığı tarafından tıp meslek örgütleri, TTB, HASUDER (Halk Sağlığı Uzmanları Derneği)… gibi tıp uzmanlık dernekleriyle, basınla ve kamuoyunun işbirliği ile yürütülmesi gerek.

  • Aşı reddi ve kararsızlığının da aynı biçimde üzerine gidilmesi gerek.

“KIZAMIK OLAĞAN KOŞULLARDA KOMPLİKASYONSUZ SEYREDER FAKAT BAĞIŞIK DURUM BOZUKSA, BESLENME YETERSİZLİĞİ VARSA, ALTTA YATAN BAŞKA BİR HASTALIK VARSA, SOSYO-EKONOMİK YETERSİZLİK, YOKSULLUK GİBİ NEDENLERLE KOMPLİKASYON GELİŞEBİLİYOR”

Türkiye’deki son bir yıllık kızamık olgularına baktığımızda; 2023 Ocak ayında 193, Şubat’ta 340, Mart’ta 445, Nisan’da 506, Mayıs’ta 567 ve Haziran’da 782 olmak üzere düzenli biçimde tırmanan bir olgu sayısı görüyoruz. Bir önceki altı aya baktığımızda ise örneğin; geçen Temmuz’da 12, Ağustos’ta 6, Eylül’de 8, Ekim’de 16, Kasım’da 17, Aralık’ta 25 olduğunu görüyoruz. 2023 Ocak’ında hemen izleyen aylarda yani 193 olguya tırmandığını görüyoruz. Bu verilerle üstelik kayda girenlerin buzdağının ucu olduğu gerçeğini de unutmadan yakalanabilenlerin, yakalanması gerekenlerin neredeyse kabaca 10’da 1’i olduğu gerçeğini dikkate aldığımızda bu tabloya salgın deme olanağı ne yazık ki var. Yatış durumlarına baktığımızda; bu kızamık olgularının Ocak’tan başlayarak söylemek gerekirse; 18, izleyen ay 63, sonraki ayda 79, 98 ve 139 ve geçen iki ay öncesinde yani Haziran’da da 164 kızamıklı çocuğun hastaneye yatırıldığını görüyoruz. Bu rakamlar da yüksek sayılır. Kızamık olağan koşullarda komplikasyonsuz seyreder, kapanır fakat bağışık durum bozuksa, beslenme yetersizliği varsa, altta yatan başka bir hastalık varsa, sosyo-ekonomik yetersizlik, yoksulluk gibi nedenlerle komplikasyon gelişebiliyor. Başta zatürre olmak üzere hastaneye yatırma gerekliliği doğuyor. Olağan koşullarda kızamık olgularında hastaneye yatırmaya gerek yok.

“BİR YAŞIN ALTINDAKİ 203 KIZAMIK OLGUSUNDA NEREDEYSE %97-98’İNDE
TEK DOZ BİLE OLSA AŞI YOK!”

Aşılama durumuyla ilişkilendirmeye çaba gösterirsek şunu görüyoruz:

Bir yaşın altında 203 kızamıklı olgu var. Bunların içinde tek doz olsa da kızamık aşısı olanlar % 1-3 dolayında. Dolayısıyla bir yaşın altındaki 203 kızamık olgusunda neredeyse yüzde 97-98’inde tek doz bile olsa aşı yok. Zaten bir yaşın altında tek doz aşı yapılmış olmasını bekliyoruz. Dokuz ya da on iki aylıkken bir doz yapılması sonra bir yineleme yapılması biçiminde olmalı. 1-4 yaş aralığında 2 doz mutlaka yapılmış olmasını bekliyoruz. 1-4 yaş arasında toplam 1700 dolayında kızamık olgusu var. Aşılama dağılımına baktığımızda bunların ancak üçte birinden azının tek doz aşıya sahip olduğunu, iki doz aşının ise beşte birden de az olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla, bu açık veri gösteriyor ki; aşılamada ciddi bir gevşeme ve savsaklama (ihmal) var. Bunlar (kızamıklı çocuklar) kimler? Ülkenin nerelerinde? Sağlık Bakanlığı’nın verileri paylaşması gerekiyor.

“KIZAMIK SALGINLARINI ÖNLEMEDE ÇOK YÜKSEK DÜZEYDE AŞILAMA GEREKİYOR”

Özellikle düzensiz-kaçak göçmenlerde durum nedir, bakmak gerekiyor. Örnek olarak; kızamık aşısının bir salgın çıkmaması için en az %95 düzeyinde olmasını bekleriz. Kızamık salgınlarını önlemede çok yüksek düzeyde aşılama gerekiyor. Yüzde 95’lerin altına inmemeli. Çünkü kızamık çok bulaşıcı. Covid-19 gibi değil. Kapalı ortamlarda, okulda, işyerinde özellikle kışın, soğuk mevsimde kapalı ortamda çok kolay bulaşabiliyor.

“AŞILAMADA CİDDİ BİR GERİLEME VAR. BÖYLE GİDERSE SALGIN BÜYÜYEBİLİR”

Deprem bölgesinde çadırlarda, konteynırlarda insanların kalabalık yaşadıklarını biliyoruz. Kızamığın yakın temasla geçtiğini akılda tutacak olursak; bu olumsuz bir etmen. Kızamık 1 tek doz aşısının % 95 ve üzerinde olduğu 2022 verileriyle 40 ilimiz var. 81 ilin ancak 40’ında kızamık aşısı %95’in üstünde. Oysa 2017’de 53 ilde tek doz kızamık aşısı oranı % 95’in üstündeydi. 2017’den 2022’ye beş yılda 53 ilden 40 ile indiğini görüyoruz. Kızamık-2 aşısına baktığımızda; %95 ve üzerinde aşılı 43 ilimiz görünüyor. Bu da 81 ilin %53’üne karşılık geliyor. Dolayısıyla ciddi bir gerileme var. Böyle giderse bu daha da büyüyebilir.

“SAĞLIK BAKANLIĞI’NIN BELİRTTİĞİMİZ ÇERÇEVEDE ÖNLEMLERİ ALMASI ve SAYDAM OLMASI ZORUNLULUĞU VAR”

Önlemleri daha önce sıraladık. Ek doz aşılamanın yapılması gibi.

Okullar açılacak Eylül’de, bu bakımdan kampanyanın yürütülmesinde hızlı davranılması, okul aşılarının zamanında aksatmandan tamamlanması ve aşı kararsızlığı-reddi ile savaşım verilmeli (mücadele edilmeli). Kovit-19 döneminde karşı kampanyalar yapıldı, aşıların sözde olumsuz etkilerine ilişkin ve bunlar tümüyle bilim dışıydı. Bakanlık bunlarla da etkin biçimde savaşmalı.

  • 21. Yüzyılın başlarında Türkiye’de yeniden bir kızamık salgını yaşanması gerçekten Türkiye için utandırıcı bir durum.

Çocuklarımız, bebeklerimiz kızamıktan ölmesinler, engelli kalmasınlar. Bunun için Sağlık Bakanlığı’nın belirttiğimiz çerçevede önlemleri alması ve saydam olması zorunluluğu var.”

Videoyu izlemek için üstünde tıklayınız.. (9,5 dakika)

Askeri Sağlık Sisteminin Kaldırılması

Sarıkamış. Dersleri. Yılmadan Yorulmadan Dr. Cihangir Dumanlı - PDF Free DownloadDr. Cihangir Dumanlı
Em. Tuğgeneral
Hukukçu, Uluslararası İlişkiler Uzmanı

Bu bölümde incelediğimiz konular TSK’nin gücünü ve saygınlığını azaltarak ulusal güvenliğimizi olumsu etkileyen hususlardır. Ancak askeri sağlık sisteminin kaldırılmasının bunun yanında insancıl bir boyutu da bulunmaktadır. AKP iktidarınca kaldırılan Askeri sağlık sistemi, güvenliğimiz için büyük özveri ile çalışan askerlerimizin yaşamı, sağlığı ve morali (savaşma azim ve iradesi) ile doğrudan ilgilidir.

Askeri sağlık sistemi, art arda gelen savaşlarda cepheden cepheye koşan Osmanlı ordularının ihtiyacından kaynaklanmış, Türk tıbbının gelişmesinde öncü rol oynamıştır. Gülhane Askeri Tıp Akademisi’nin (GATA) temeli 1898’e dayanmaktadır.

Askeri tıbbiye öğrenceleri ve tıbbiyeli subaylar, Mülkiye ve Harbiye ile birlikte 20. yüzyıl başlarında Türk aydınlanmasının temelini atmışlardır. Bu nedenle karşı devrimciler ve irticacılar ileri görüşlü, aydın askeri tıbbiyelilerden hoşlanmazlar.

Askeri sağlık sistemi hain FETÖ darbe girişiminin hemen ardından kaldırılmıştır. 31 Temmuz 2016’da yayınlanan 669 no’lu Kanun Hükmündeki Kararname’nin (KHK) 106. maddesinde şöyle denilmektedir :

  • Gülhane Askeri Tıp Akademisine bağlı eğitim hastaneleri ve Türk Silahlı Kuvvetleri Rehabilitasyon ve Bakım Merkezi ile asker hastaneleri, dispanser ve benzeri sağlık hizmet birimleri ile Jandarma Genel Komutanlığına ait sağlık kuruluşları her türlü hak ve yükümlülükleri, alacak ve borçları, sözleşme ve taahhütleri, taşınırları ve taşıtlarıyla birlikte, Sağlık Bakanlığına devredilir ve bunlara tahsisli taşınmazlar Sağlık Bakanlığı’na tahsis edilir… Gülhane Askeri Tıp Akademisine bağlı yükseköğretim birimleri her türlü hak ve yükümlülükleri, alacak ve borçları, sözleşme ve taahhütleri, taşınırları ve taşıtlarıyla birlikte, Sağlık Bilimleri Üniversitesine devredilir.

Bu düzenleme ile dünyanın bütün silahlı kuvvetlerinde var olan, bizde de 1898’den beri asker hekimler yeniştiren Askeri Tıp Akademisi askeri olmaktan çıkarılmış, Türkiye’nin her yerinde ordu ve kolordu bölgelerindeki askeri hastaneler de askeri olmaktan çıkartılmış, askeri sağlık sistemi ortadan kaldırılmıştır. Buna paralel (koşut) olarak tüm askeri sağlık sistemini yöneten Genelkurmay Başkanlığı’na bağlı, başında bir tabip general olan TSK Sağlık Komutanlığı da lağvedilmiş (kaldırılmış), işlevleri MSB’ye devredilmiştir.

Bu düzenlemeler ile halen pek çok cephede silahlı mücadele veren Türkiye, NATO içinde askeri hastaneleri olmayan tek devlet durumuna getirilmiştir.

Askeri sağlık sistemi ülkenin güvenliğini sağlayan TSK çalışanlarının aileleri ile birlikte sağlıklarını koruyan ve tedavilerini (sağaltımlarını) yapan bir sistemdir. Sağlıklı asker güçlü ordu, güçlü ordu güçlü devlet demektir. Askeri sağlık sistemi barışta ve savaş veya silahlı çatışmalarda aşağıdaki gibi işletilir(di):

Barışta:

Her Birlikte kıta tabipleri hasta ve yaralılara ilk müdahaleyi yaptıktan sonra, kendi olanaklarını aşan vakaları (olguları) bölgelerindeki askeri hastanelere sevk eder. Hastaların tedavilerine (sağaltımlarına) burada devam edilir, gerekirse merkezi konumda olan daha donanımlı mevki hastanelerine veya Gülhane Askeri Tıp Akademisi’ne (GATA) sevk edilirler(di).

Savaş veya silahlı çatışmalarda:

Yaralanan askerlerin tedavileri (sağaltımı) Kara Kuvvetlerinde “takım yaralı yuvasında” ilk yardımdan başlayan tabur düzeyinde sıhhiye takımlarında doktor müdahalesi ile; tugay seviyesinde sıhhiye bölüklerin kurduğu sıhhi yardım istasyonları ile devam eden ve en donanımlı askeri hastaneye dek uzanan sıhhi tahliye ve tedavi zinciri içinde yapılır(dı). Yurt dışı operasyonlarda harekât alanında kurulan seyyar cerrahi hastanelerin kendi hekimleri tarafından veya  gerekirse yurt içinden askeri uçakla gönderilen askeri hekimler tarafından acil ameliyatlar yapılır veya yaralılar askeri ambülans uçakla GATA’ya tahliye edilir(di).

Askeri sağlık sistemi ordunun ihtiyaçlarına göre örgütlenmiş ve donatılmış sağlık tesislerinde, özel eğitim görmüş askeri hekimler ve askeri sağlık personeli tarafından çalıştırılır(dı).

Askeri hekimlik özel bir uzmanlık ve deneyim ister. Özellikle ateşli silah yaralanmaları, bazı organların kesilmesi, askeri hijyen; Nükleer, Biyolojik ve Kimyasal NBC silahlara karşı savunma, pilotların uçuş muayeneleri, harp psikiyatrisi gibi konularda askeri hekimler uzmanlaşmıştır. Askeri tıp konularında GATA’da bilimsel altyapı oluşturulmuş, TSK bünyesinde uzun yıllara dayalı deneyim ve bilgi birikimi sağlanmıştır. Bu konularda sivil üniversiteler ve hastaneler askerler kadar yeterli bilgi ve deneyime sahip değillerdir.

Ayrıca askeri hekimler asker olduklarından, birliklerin gittiği yurt içi veya dışındaki her yerde TSK’nın bir unsuru (ögesi) olarak görev yaparlar. Kore’de, Kıbrıs’ta ve iç güvenlik harekatında askeri sağlık personeli ve doktorlar bizzat cephede görev yapmış pek çok şehit ve gazi vermişlerdir. Yeterli askeri eğitim almamış sivil doktorları cepheye sürmek hem tedavi hizmetini aksatır hem onların da can güvenliğini tehlikeye atmak olur. Askerler gerektiğinde yurt dışında da seyyar cerrahi hastaneleri kurup işletirler. Bakanlığa bağlı sivil doktor ve sağlık personelinin yurtdışı görevlendirilmeleri, oralarda seyyar cerrahi hastaneler kurup çalıştırmaları askerler kadar kolay olamaz.

Askeri sağlık sistemi kaldırılınca özellikle yurt dışı operasyonlarda sorunlar yaşanmaktadır. Bunun en açık göstergesi son zamanlarda verilen şehit haberlerinin “Kaldırıldığı hastanede kurtarılamayarak şehit olmuştur” ifadesi ile bitmesidir. Örneğin Suriye’de veya Irak’ta yaralanan bir asker yurt içindeki en yakın devlet hastanesine sevk edilmekte, burada harp cerrahisi deneyimi olmayan sivil doktorlar tarafından tedavi edilmektedir. Sınır ilçelerimizdeki devlet hastanelerinde genel cerrah, beyin cerrahı, ortopedist gibi uzmanlar ya yeteri kadar bulunmamakta ya da deneyimsiz uzmanlar bulunmaktadır. Askeri sağlık sistemi bozulmamış olsaydı kurtarılabilecek askerlerimiz, bu sistemin kaldırılması yüzünden şehit olmakta veya ömür boyu engelli kalmaktadır. Bu durum askeri sağlık sistemini kaldıranlara insani ve vicdani bir sorumluluk yüklemektedir. Askeri sağlık sisteminin kaldırılması, kendi çocuklarını askere göndermeyen yöneticiler için kolay verilebilecek bir karadır.

Birinci Dünya Savaşında özellikle Çanakkale’de ve Sarıkamış’ta verilen büyük zayiatın en önemli nedeni, etkili bir sağlık sisteminin cepheye kadar götürülmemesidir.

Askeri sağlık sistemi savaşan askerlerimizin morali bakımından da önemlidir. Cephede yaralanan arkadaşlarının iyileşip birliğine katılması, öbür askerlerin moralini ve güvenini yükseltir, aksi halde şehit haberinin gelmesi moral bozucu bir etki yaratır. Savaşı şehitler değil, yaşamda kalanlar kazanır.

TSK Fizik Tedavi ve Rehabiltasyon Merkezi

Ankara Bilkent’teki bu merkez dünyadaki benzerleri arasında ön sıralarda yer alan bir sağlık kurumu idi. Bu kurum 1995 yılında TRT’nin açtığı “Mehmetçikle Elele” kampanyası ile halkın parası ile kurulmuş, öncelikle TSK mensubu gazilerin tedavilerini yapmakta idi.

Bu merkezin TSK’den alınıp Sağlık Bakanlığına bağlı bir hastaneye (gaziler fizik tedavi hastanesine) dönüştürülmesi sonucunda fizik tedavi ihtiyacı olan sivil hastalar da (örneğin trafik azasında yaralanan siviller) kabul edilmekte, TSK mensubu gazilerin tedavileri eskiden olduğu gibi öncelikle ve etkinlikle yapılmamaktadır. Burada “terör gazisi”  “15 Temmuz gazisi” ayırımının yapılması terör gazisi askerleri üzmektedir.

TSK Özel bakım merkezleri

Bu kurumlardan emekli ve bakıma muhtaç TSK personeli ile yakınları yararlanmaktadır. Ancak bakım merkezleri de eskiden bağlı oldukları TSK Sağlık Komutanlığından alınarak MSB’ye bağlanmış, kurum içindeki kimi kadrolara askerler yerine siviller atanmıştır.

Özel bakım merkezlerinin eskiden olduğu gibi TSK Sağlık komutanlığı bünyesinde askerlerce işletilmesi, sağlık sisteminin bütünlüğü ve etkinliği açısından gerekli ve önemlidir.

Askeri sağlık sistemini kaldıran 669 sayılı KHK hain FETÖ darbe girişiminden hemen sonra ve bu girişime tepki olarak çıkarılmıştır. Askeri sağlık sisteminin kaldırılmasının yeni bir darbe girişiminin önlenmesi veya FETÖ hain darbe girişimine tepki gösterilmesi ile ilgisi açıklanamamıştır. Uzun yıllar devam etmiş, oturmuş ve pek çok can kurtarmış bir sistemi kaldırmanın amacı ne olabilir?

İçine FETÖ unsurları sızan bir kurumu kapatmak veya bağlantısını değiştirmek yanlıştır. Hukuk devletinin yapması gereken kurumları toptan bozmak değil, sorumluları bulup yargı önüne çıkartmaktır.

Hain darbe girişimine salt askeri doktorlar değil, sivil doktorlar, savcı ve yargıçlar da katılmışlardır. Aynı düşünce ile öbür tıp fakültelerinin de Sağlık Bakanlığı’na, hukuk fakültelerinin Adalet Bakanlığı’na bağlanması gerekirdi. Bunlar yapılmayıp, yalnızca GATA’nın Genelkurmay’dan alınarak üniversiteye bağlanması FETÖ bahanesi ile askere bir darbe daha vurmak istendiğini göstermektedir.

Öneri

Askeri sağlık sistemini kaldıran 669 sayılı KHK iptal edilmeli, en kısa zamanda 2016 yılı öncesi sağlık sistemi yeniden kurulmalı,  TSK fizik tedavi ve bakım merkezi ile özel bakım merkezleri Genelkurmay Başkanlığı’na bağlı Sağlık Komutanlığı’na bağlanmalıdır.

Tıp fakültelerinde güncel durum

Özellikle sağlık alanında eylemlerin arttığı, hekimlerin de her platformda sıkıntılarını dile getirdiği bir haftada üzerinde durmamız değerli. Hekimlik tüm dünyada en saygın mesleklerden. Gençlerimizin bu mesleği benimsemeleri, tercih etmeleri, gönül vermeleri Türkiye için olumlu, teşvik edilmeli. Tıp eğitimine, mesleğe, sağlığa yönelik kötülüğün devam ettiğini görmek ise üzüntü verici.

FAKÜLTELER ve KONTENJANLAR

Ankara Tabip Odası’nın derlediği güncel verilere göre 2023 yılında devlet ve vakıf üniversitelerine toplam 18 bin 18 tıp öğrencisi alınacak. Bunların dışında açılan devlet üniversitesi tıp fakültelerine bin 795, vakıf üniversitesi tıp fakültelerine 2 bin 137 yabancı öğrenci kontenjanı ile toplam alınacak öğrenci sayısı 21 bin 950 olacak.

T.C. vatandaşları için kontenjanların dağılımlarına bakalım.

Türkiye sınırları içinde (sınır dışında Kıbrıs, Azerbaycan, Özbekistan ve Suriye’de kurulmuş olanlar da var) 76’sı Türkçe, 12’si hem Türkçe hem İngilizce ve biri yalnızca İngilizce programı olan toplam 89 devlet üniversitesi tıp fakültesi var. Bunlardan 87’si bu yıl öğrenci alacak. Devlet üniversitelerindeki toplam 99 tıp fakültesi programına 13 bin 530 Türkçe, bin 221 İngilizce eğitim öğretim için toplam 14 bin 751 öğrenci alınacak.

Kurulmuş olan 37 vakıf üniversitesi tıp fakültesinden 33’ü bu yıl öğrenci alacak. Bunların 12’sinde Türkçe, sekizinde İngilizce, 13’ünde ise hem Türkçe hem de İngilizce tıp eğitimi programı var. Buralara 2 bin 87 Türkçe, bin 180 İngilizce eğitim öğretim için toplam 3 bin 267 öğrenci alınacak.

Kontenjanların belirlenmesi, tıp fakültesi ve programları açılması, öğretim üyesi ve altyapı kapasitesi konularında çok sorunumuz var. Tüm bunlarda doğru planlamayı ve bilimin gereğini yapamıyoruz. Sağlık Bakanlığı’nın kendi insan gücü planlama raporunda 2017’den itibaren (başlayarak) toplam tıp fakültesi kontenjanının yıllık 5 bin 250’ye düşürülmesi gerekiyordu. Tersine, artışın devam ettiğini ve bu yıl 18 binin üzerinde olduğunu görüyoruz. 2022 yılı itibarıyla (verileriyle) tıp fakültelerindeki toplam öğrenci sayısının 112 bin 58 olduğunu düşünürsek nitelikli hekim yetiştirmenin çok uzağında olduğumuzu söylememiz mümkün. Hekim sayısını hızla artırma telaşı bitmiyor, “giderlerse gitsinler” yaklaşımıyla da birleşince sağlık ortamımıza zarar veriyor. Genç hekimlerin sürekli artan yurt dışına gitme talebi (istemi), Türkiye’de gelecek görememeleri ülkemiz için ciddi bir kayıp olmaya devam ediyor.

İngilizce tıp eğitimi programları da tartışmalı biçimde artmaya devam ediyor. Bu yöntemle mevcut tıp fakültelerine yeni programlar ekleniyor, kontenjanlar daha da artıyor. İzmir Demokrasi Üniversitesi Tıp Fakültesi örneği çarpıcı. Daha önce Türkçe programına öğrenci alan fakülte bu sene nedendir bilinmez, Türkçe programına öğrenci almazken İngilizce programına öğrenci alıyor.

Bu kadar yaygın tıp fakültesi olduğu halde, yeterli altyapısı olmadan öğrenci almaya devam eden, eğitimin tamamı ya da bir bölümü başka yerlerde olan, altısı Sağlık Bilimleri Üniversitesi bünyesinde 11 tıp fakültesi var. Vakıf üniversitelerinin özellikle İstanbul ve Ankara’da konuşlanması da dikkat çekiyor. İstanbul’da tablo acayip, altı devlet ve 21 vakıf üniversitesi tıp fakültesi var. Vakıf üniversiteleri için tıp fakültesi açmak öyle kolaylaştırıldı ki 12’sinin kendi hastanesi yok, özel hastaneleri tıp fakültesi hastanesi olarak kullanıyor, buralardan hekimlere akademik kadro, profesörlük veriyorlar.

Tıp Eğitimi Programlarını Değerlendirme ve Akreditasyon Derneği (TEPDAD) Türkiye’de tıp fakültelerinde eğitimin değerlendirilmesinde önemli bir kurum. Dernek, Türkiye’deki tıp eğitimi programlarının ulusal ve uluslararası ölçekte akreditasyonunu sağlıyor. Güncel olarak, yazdığım tıp eğitimi programlarından 50’si akredite. Akredite olmuş programların toplam programlar içindeki oranı yalnızca %34. Alınması gereken çok yol olduğu anlaşılıyor.

VAKIF TIP ÜCRETLERİ EL YAKIYOR

Vakıf üniversitelerinin tıp fakültelerinde okuyan öğrenciler bursluluk düzeyine göre ücret ödüyorlar. Tamamı burslu olan da var, tamamını ya da bir bölümünü ücretli okuyan da. Bu fakültelerdeki öğrencilerin 115 bin TL’den 435 bin TL’ye kadar değişen ücretleri cebinden ödemesi gerekiyor. ABD gibi, hekimlerin yüksek miktarlarda kredi borcu ile mezun olduğu bir ülke olma yolundayız.

Türkiye’de tüm meslek alanlarında görülen eğitimde bozulmanın, sürekli yeni fakülteler açmanın, niceliğin niteliğin önüne geçmesinin yansımalarını tıp alanında da görüyoruz. Ancak biliyoruz ki, sağlık alanı bambaşkadır, verilen kimi zararların telafisi yoktur. O nedenle uyarımızı yineleyelim.

  • Bu ülkeyi yönetenlere “Önce zarar verme!” diyelim.

Bilimin, toplumsal ihtiyaçların gereklerine göre nitelikli tıp eğitimi talebimizi hatırlatmaya devam edelim.

HİROŞİMA’NIN 78.YILINDA KÜRESEL GÜVENLİĞE YÖNELİK TEHLİKE TIRMANIYOR!

NKP

Nükleer Karşıtı Platform (NKP), Hiroşima ve Nagazaki’ye atom bombası atılmasının 78. yıldönümü dolayısıyla bir basın açıklaması yaptı. Nükleer silahlanmanın gün geçtikçe gelişme ve artış gösterdiğine dikkat çekilen açıklamada, küresel güvenliğe yönelik insanlığı doğasıyla birlikte yok edecek tehlikenin tırmanışının hızlandığı vurgulandı. Açıklamaya yazımızın devamından ulaşabilirsiniz.
***
NÜKLEER KARŞITI PLATFORM BASIN AÇIKLAMASI

HİROŞİMA`NIN 78.YILINDA KÜRESEL GÜVENLİĞE YÖNELİK TEHLİKE TIRMANIYOR!

ABD`nin 2.Dünya Savaşı`nda Japonya`nın Hiroşima ve Nagazaki kentlerine attığı nükleer bombaların üzerinden tam 78 yıl geçti. Emperyalist kapitalizm, yok etme hırsıyla ürettiği insanlığın gördüğü en korkunç silahı gözü kara biçimde kullanmış ve yüzbinlerce insanı çevresiyle birlikte katletmiştir. İnsanlık suçu oluşturan bu kırımın hesabı ise hiçbir zaman sorulamamıştır. Dünyanın ilk atom bombası saldırısının acısı ve dehşeti unutulmazken;  gün geçtikçe gelişme ve artış gösteren

  • Nükleer silahlanma, küresel güvenliğe yönelik insanlığı doğasıyla birlikte yok edecek tehlikenin tırmanışını hızlandırmıştır.     

Başını ABD-Batı-NATO`un çektiği kapitalist-emperyalist saldırganlık ve yayılmacılık, ekonomik, toplumsal, kültürel, bütün alanlarda engel tanımamakta, sürekli çatışma ve savaş riskleri doğurmaktadır.

Hiroşima ve Nagazaki saldırısının ardından nükleer silahların üstünlük ve caydırma özelliğine tanık olan kapitalist ülkeler, nükleer silah üretimi ve nükleer santral faaliyetlerine ağırlık ve hız vermiştir. Yapılan araştırmalar, insanlığın geleceğini doğrudan ilgilendiren nükleer silahlara ilişkin tedirgin edici rakamları ortaya koymuştur.

  • ABD,
  • Rusya,
  • Çin,
  • Fransa,
  • Birleşik Krallık,
  • Pakistan,
  • Hindistan,
  • İsrail ve
  • Kuzey Kore‘`de yaklaşık 13000 nükleer başlık bulunmaktadır.

Bunlardan bir bölümü karşılıklı anında otomatik ateşlenebilecek biçimde konuşlandırılmıştır. Yine Avrupa`da İtalya, Türkiye, Belçika, Almanya ve Hollanda topraklarında ABD-NATO nükleer silahlarını barındırmaktadırlar (Stockholm Barış Araştırmaları Enstitüsü‘nün (SIPRI) 2023 yılı raporu, ICAN kaynakları).

Batı yayılmacılığıyla kışkırtılan Rusya ve Ukrayna savaşı ile birlikte iki ülke arasında giderek tırmanan şiddetin her an nükleer bir savaşa dönmesi ihtimali ciddi bir tehdit olarak tüm dünyanın ortak sorunu haline gelmiştir. Bu ülkelerdeki nükleer santrallerin hedef alınması büyük facialara neden olacaktır. Nükleer savaşın kazananı olmayacağı, böyle bir savaşın insanlığın sonu olacağı açıkken “gerekli görülmesi halinde nükleer silah kullanmaktan kaçınılmayacağı” yönünde yapılan açıklamalar, küresel güvenlik kaygılarını büsbütün artırmıştır.

Ülkemizde ise nükleer silah ve nükleer santral hayalini eyleme dönüştürme çabası içinde bulunan siyasal iktidar, bölgede yaşanan çatışmalar ve savaşlara karşın emperyalizmin saldırı örgütü NATO`nun nükleer paylaşımı kapsamında nükleer kitle imha silahlarına ev sahipliği yapmakta bir sakınca görmemektedir. Bu silahlar ülkemiz ve bölge halklarını açıkça hedef durumuna getirerek tehdit etmektedir.

Ülkemiz topraklarında konuşlandırılan ABD-NATO nükleer silahları derhal ve tümüyle çekilmeli, İncirlik Üssü nükleer silahlardan arındırılmalıdır. 

Dünya insanlığının nükleer silahlarla yok olma tehdidinden kurtarılması, bölge ve dünya barışının sağlanması ve barış ortamının korunması için Birleşmiş Milletlerde ezici bir çoğunlukla 2017 yılında kabul edilen

  • Nükleer Silahların Yasaklanması Anlaşması daha fazla vakit yitirilmeden imzalanmalı ve TBMM gündemine alınarak onaylanmalıdır.

Öte yandan; Türkiye`nin de taraf olduğu Nükleer Silahların Yayılmasının Önlemesi Anlaşması`na (NPT) tüm ülkelerin yükümlülüklerine samimiyetle uymasıyla daha güvenli bir gelecek sağlanacağı unutulmamalıdır. 1970`de kabulünden bu yana, bu temel anlaşmanın maddeleri arasında bulunan nükleer silahları giderek azaltma-kaldırma çabaları ve başka ülkelere konuşlandırmama hükümlerine yıllardır uyulmamaktadır.

Toplumsal hiçbir faydası olmayan, yaşamsal riskler barındıran Mersin`de deprem fay hattı yakınında inşa edilen, meydana gelen aksaklıklarla daha şimdiden tehlike yaratan

  • Akkuyu Nükleer Güç Santralı başta olmak üzere,
  • Sinop ve Kırklareli`nde kurulması planlanan santral ile
  • nükleer silah projeleri durdurulmalıdır.

Yayılmacı, sömürü düzeni ekseninde insanlığın geleceğini tehdit eden savaş ve paylaşım planlarına karşı günümüzde olmadığı kadar güçlü bir barış hareketine ihtiyaç olduğu hatırlanarak, nükleer santrallar ve nükleer silahlara yatırım yapan, bu araçları canlıların, doğanın yaşam hakkına karşı kullanan, nükleer güç sahiplerine karşı ortak tutum alınmalıdır.

Dünyanın en önde gelen 100 kadar tıp dergisinin yöneticileri, uzman yazarlarla birlikte, Hiroşima kırımının 78. yıl dönümü münasebetiyle yaptıkları ve bütün dünya medyasında yayınlanan ortak açıklamada, bütün sağlık meslek mensuplarını ve dünya kamuoyunu büyüyen ve acil duruma gelen insanlığı yok edecek bir nükleer savaş tehdidine karşı nükleer silahların yasaklanması çalışmalarını desteklemeye çağırmıştır (https://peaceandhealthblog.com/2023/08/02/medical-journals-issue-urgent-call-for-elimination-of-nuclear-weapons/#more-6067).

Nükleer Karşıtı Platform olarak, Hiroşima ve Nagazaki`de yaşamlarını yitirenleri saygıyla anıyor,

  • Silahlanmaya ayırılan bütçenin ekonomik krizin derinleştiği, yaşamlarına yoksullukla mücadele eden halkımızın; beslenme, barınma, sağlık, eğitim gibi temel ihtiyaçlarını karşılamak üzere kullanılması için siyasal iktidar ve tüm muhalefet partilerini sorumluluğa, yurtta ve dünyada barış ve silahsızlanma çalışmalarını içtenlikle güçlendirmeye çağırıyoruz.
  • ABD-NATO nükleer silahları derhal ülkemizden temizlensin!
  • Türkiye zaman geçirmeden Nükleer Silahların Yasaklanması Anlaşmasını imzalasın!
  • Yurtta Barış, Dünyada Barış!
  • Nükleere İnat Yaşasın Hayat!

NÜKLEER KARŞITI PLATFORM BİLEŞENLERİ
05.08.2023, HİROŞİMA’NIN 78.YILINDA KÜRESEL GÜVENLİĞE YÖNELİK TEHLİKE TIRMANIYOR! | NKP

=============================
Bizim katkılarımız…

Image

Image

(19) Cem GÜRDENİZ (@cemgurdeniznet) / X (twitter.com)

 

Tıpta uzmanlık eğitiminde ne durumdayız?

Bayazıt İlhan

Bayazıt İlhan

Güncel 21.07.2023 BİRGÜN

Hekimlerin kendilerinin de sağlık hizmeti alırken kaygılandığı, arkadaşlarından referans aradığı bir döneme girdik. Neden mi? Tıp eğitiminin seviyesindeki düşmeye en çok kendileri tanık oluyorlar da ondan!

  • Bugün 91 devlet ve 37 vakıf olmak üzere toplam 128 tıp fakültemiz olmuş.

Bu 91 devlet tıp fakültesinden 43’ü Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarından önce kurulmuş ve tümünün kendi hastanesi var. 2002 yılından bu yana kurulan 48 devlet tıp fakültesinin ise yalnızca üçünün (Tekirdağ Namık Kemal, Yozgat Bozok ve Balıkesir Üniversitesi Tıp Fakülteleri) kendi hastanesi var. İki fakülte aktif değil. Halen öğrenci alan 11 tıp fakültesi yeterli altyapısı ve öğretim üyesi olmadığı için eğitim başka fakültelerde sürüyor. Yeni tıp fakültelerinin nasıl kurulduğu konusunda fikir veriyor mu?

PROGRAMLAR ve KONTENJANLAR

Uzmanlık eğitimine dönelim.

  • Türkiye’de tıpta 42 ana dal ve 46 yan dal olmak üzere 88 uzmanlık alanı var.

Ankara Tabip Odası’nın güncel verilerine göre Türkiye’de uzmanlık eğitimi vermek üzere kurulmuş 4612 program var. Bu programların yeterlikleri ne durumda?

Bunların 4023’ü halen uzmanlık eğitimi verme yetkisine sahip. Diğerlerinin yetkileri kaldırılmış, askıya alınmış ya da hiç yetkilendirilmemiş. Yetkisi kaldırılan 262 ve askıya alınan 122 program önemli, çünkü çoğunlukla buralardaki öğretim üyeleri ayrıldıkları için uzmanlık eğitimi verilemez duruma geliniyor. Buralarda eğitime başlayan asistan hekimler ciddi mağduriyet yaşıyorlar. Kars’taki Kafkas Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin durumu çarpıcı. Varolan 24 programın yalnızca 9’u eğitime devam edebiliyor, 14 programın yetkisi kaldırılmış, birinin askıya alınmış durumda.

Programların dağılımı ve hangi hastanelerde neye göre kurulduğu konusunda da bilimsel sistematiğe uymayan pek çok konu dikkat çekiyor. Bazı tıp fakültelerinde iç hastalıkları, çocuk sağlığı ve hastalıkları, genel cerrahi, kadın hastalıkları ve doğum temel dallarında eğitim verme yetkileri oluşturulmadan diğer dallarda uzmanlık eğitimi programları oluşturulduğu gözleniyor. Ana dal eğitimi olmayan hastanelerde yan dal uzmanlık eğitimi verilenler ilginç durumlar oluşturabiliyor. Örneğin Kayseri Şehir Hastanesi, tıbbi mikrobiyoloji eğitim programı yokken tıbbi mikoloji yan dal eğitim programı var.

Asistan kontenjanlarına bakınca da ülkemizdeki uzmanlık eğitimine yaklaşım konusunda önemli verilere ulaşabiliyoruz. Cumhurbaşkanı’nın “varsın gidiyorlarsa gitsinler, bizler de üniversiteleri yeni bitiren doktorlarımızı buralarda istihdam ederiz” açıklamasından sonra asistan hekim kontenjanlarının bir anda fırladığını görüyoruz. Eylül 2021 Tıpta Uzmanlık Sınavı’nda (TUS) 5655 olan asistan kontenjanı Mart 2022’de 12233 oldu. Bunların dışında yabancı uyruklu ve KKTC kontenjanları da var. Bunun için gerekli hoca kadrosu ve altyapı var mıydı? Ne yazık ki hayır. Pek çok klinik kapasitenin üzerinde asistanla doldu. Bu asistanlar yeterince eğitim alamıyor, yeterince hasta görüp takip edemiyor, cerrahi branşlarda yapmaları gereken ameliyatları yapamıyor. Hocalarımız asistan hekimlerin gerekli yetkinlikte yetişememelerinin sıkıntısını yaşıyor.

Şehir hastaneleri ve bu süreçte kapatılan hastaneler nedeniyle de uzmanlık eğitiminde önemli aksamalar devam ediyor. Tez hocası değişmek zorunda kalan asistanlar, danışmanlık yaptığı asistanın sınavına giremeyen hocalar oldu.

  • Zaten şehir hastaneleri şirketlerin kârlılığı üzerine kurulu bir sistem olduğu için,
    asistan eğitimi sıklıkla geri planda kalmakla eleştiriliyor.

SAĞLIK BİLİMLERİ ÜNİVERSİTESİ

Bu üniversitemiz özellikle üzerinde durulmaya değer. Dünyada benzeri var mı, bilemiyorum. İstanbul merkezli bu Üniversite’nin ikisi yurt dışında (Buhara ve Cerablus), dokuzu yurda yayılı 11 tıp fakültesi var. Türkiye’nin her yerinde, Sağlık Bakanlığı’nın 61 eğitim ve araştırma hastanesi ile birlikte kullanım protokolü var. 2015 yılında bir yasayla kurulan bu üniversite, uzmanlık eğitiminde Türkiye’nin köklü üniversitelerinin önüne geçti, en çok söz sahibi üniversite oldu. Örneğin son Nisan 2023 TUS’da bu üniversite ile ortak kullanımdaki hastanelere, T.C. uyruklular için 3425 asistan hekim kontenjanı verilirken, 73 devlet üniversitesi tıp fakültesinin toplamına (bunlar da Sağlık Bakanlığı adına olmak üzere) 4912 kontenjan verildi.

Peki tüm bu programların oluşturulmasında, kontenjanların belirlenmesinde bir planlamadan, ülkenin ihtiyaçlarına göre yapılandırmadan söz edebiliyor muyuz? Ne yazık ki hayır. Örneğin Türkiye’nin nasıl bir sağlık hizmeti sunum modeli ile, önümüzdeki 5-10-20 yılda kaç aile hekimine, çocuk hekimine, göz hekimine, plastik cerraha, beyin cerrahına, kardiyoloğa ihtiyacı vardır? Bunlara ilişkin hiçbir çalışma göremiyor, plansız kontenjan artışları ile baş başa kalıyor, ülkenin sağlığını ve genç hekimlerin geleceğini tehlikeye atıyoruz.

Doğrusu mu?
– Sağlık Bakanlığı ve YÖK,
– başta TTB ve uzmanlık dernekleri olmak üzere
– alanın ilgili kurumlarını kattığı bir çalışmayı gecikmeden yapmalıdır.

Tıp ve uzmanlık eğitiminin, kontenjanların planlamaları bilimsel çalışmalarla yapılmalıdır. Uzmanlık derneklerinin eğitim programlarını akredite ettiği çalışmalar çok değerlidir ve Sağlık Bakanlığı tarafından desteklenmeli, teşvik edilmelidir.

İnsan sağlığı bu, ciddiye alınmalı ve bilimin gereklerinden sapılmamalıdır.

Aşırı sıcaklarla nasıl başetmeli: Akbelen vahşeti ve çare HOMO ENVİRONMENTUM!

Dostlar,

Dün, 25 Temmuz 2023 günü saat 14:00 dolayında Cumhuriyet web TV bizimle bir görüşme yaptı. Görsel aşağıda..

Ancak bu görüşme bir kayıt oldu. Biz canlı yayın olarak algılamıştık ve üstteki görseli öncesinde paylaştık.. Affola..

Az önce, bizimle bu söyleşiyi yapan değerli muhabir Beste Çelik, erişkeyi (linki) bize yolladı. Yaklaşık 17 dakika..

Fakat biz bu görüşmede klasik, günübirlik, artık herkesin öğrendiği yalın tıbbi önerilerle yetinmedik..

Küresel ölçekte  “facia” aşamasına ulaşan iklim bunalımı (krizi) üzerinde durduk (climate disaster). Bu iklim faciası giderek tırmanacak. Küresel toplum, özellikle sera gazlarının atmosfere salımı konusunda etkili bir uzlaşmaya var(a)madı. Fosil yakıt kullanımı ve ÇEVRE TALANI sürüyor!

Homo sapiens” dünyanın içine etti! Onu yaşanmaz kıldı!

Homo rationalis” gibi davran(a)madı.. (aklını kullanmayı unuttu!)

Aşırı çoğaldı.. Papa Francis’in deyimi ile tavşanlar gibi üredi!
Dünya nüfusu 8+ milyar ve sonlu dünya kaynakları bunca nüfusa yetmiyor!

Dünya nüfusunun 1/10’u aç! (FAO verisi)

  • Her kadına 1 çocuk… başka yolu yok ve hemen!

Homo economicus” da olamadı..

Yabanıl (vahşi) kapitalizm doğayı fahişe gibi görerek
kar hırsı ile yağmaladı, “ırzına geçti”!  

Sorumsuzca davranarak “Homo hedonicus” oldu! (zevk tutsağı)

  • Geldiğimiz aşamada artık neredeyse dönüşümsüz evredeyiz..

Tüm alışkanlıklarımızı, yaşam biçimimizi HIZLA VE KÖKTEN DEĞİŞTİRMELİYİZ..

İsrafsız, çok tasarruflu, yenilenebilir enerjiye dayalı bir YEŞİL YAŞAM kurmalıyız her yönüyle..

Bisiklet, toplu taşıma, kent mimarisi, inşaat tekniği, su yönetimi.. karbon ayak izini herkes, hızla en aza indirmek zorunda..

Bir bütün olarak, artık ve de hızla HOMO ENVİRONMENTUM‘a evrilmeliyiz! (Bu betimleme bize ait.. çevreye saygılı insan..)

Unutulmasın; bizler öyle “eşref-i mahlukat” falan değiliz!
Yeryüzünde biyolojik / ekolojik olarak zorunlu parazitleriz!

Dünya bizler yokken çok daha güzeldi ve bizler olmazsak çok daha mutlu, sağlıklı dahası yaşayabilir olacak!

Baksanıza, aklını yitirmiş birileri Türkiye’de, Milas-Akbelen’de 18 bin ağacı keserek kömür madeni alanını “genişletme” saldırısında.. Yargı bağımsız ve tarafsızlıktan uzaklaştırıldığı için çelişkili ve çevre hakkını gözeten kararlar ver(e)miyor..

AKP iktidarı yerli – yabancı sermayenin mutlak koruyucusu olarak, kolluk gücünü yaşam alanlarını savunmak isteyen masum, silahsız, şiddet kullanmayan kadın – yaşlı.. bölge insanının üstüne sürüyor.. TOMA’sı ile, basınçlı suyu ile, biber gazı ve copu ile.. Yersiz – hukuksuz, orantısız güç kullanıyor.. Açıkça suç işliyor!

Anayasanın ilgili maddeleri                      : 

Ormanların korunması ve geliştirilmesi
Madde 169 – Devlet, ormanların korunması ve sahalarının genişletilmesi için gerekli
kanunları koyar ve tedbirleri alır. Yanan ormanların yerinde yeni orman yetiştirilir, bu yerlerde başka çeşit tarım ve hayvancılık yapılamaz. Bütün ormanların gözetimi Devlete aittir.
Devlet ormanlarının mülkiyeti devrolunamaz. Devlet ormanları kanuna göre, Devletçe
yönetilir ve işletilir. Bu ormanlar zamanaşımı ile mülk edinilemez ve kamu yararı dışında irtifak hakkına konu olamaz.
Ormanlara zarar verebilecek hiçbir faaliyet ve eyleme müsaade edilemez….

Orman köylüsünün korunması
Madde 170- Ormanlar içinde veya bitişiğindeki köyler halkının kalkındırılması, ormanların ve bütünlüğünün korunması bakımlarından, ormanın gözetilmesi ve işletilmesinde Devletle bu halkın işbirliğini sağlayıcı tedbirlerle, .. orman niteliğini tamamen kaybetmiş yerlerin değerlendirilmesi; … Devlet eliyle anılan yerlerin ihya edilerek bu halkın yararlanmasına…
Devlet, bu halkın işletme araç ve gereçleriyle diğer girdilerinin sağlanmasını kolaylaştırıcı
tedbirleri alır. Orman içinden nakledilen köyler halkına ait araziler, Devlet ormanı olarak derhal ağaçlandırılır.

Image

Öte yandan                     :

Akbelen ormanında yurttaşın savunması meşru ! Hak ve ödev.
Ama karşıda, sermayeye tutsak bir iktidar ve kolluk.

Anayasa md.56 :

  • “Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek
    Devletin ve vatandaşların ödevidir.”
  • DİKKAT: Yurttaş anayasal görevini yapıyor, engellemek suç!

Image

Aşırı sıcaklar ve İklim faciasının ana nedenlerinden biri de ORMANSIZLAŞTIRMA!

Üstelik fosil yakıtları giderek terk etmek ve yenilenebilir / yeşil enerjiye yönelmek zorunlu iken..

Tarih, uygarlık, insanlık… AKP iktidarının Akbelen’de sergilediği vahşeti, çevre düşmanı – sermaye tutsağı ilkel politikasını asla bağışlamayacak ve unutmayacak..

Siz bu arada sıcaklardan korunmak için gündüz 11:00 – 16:00 arasında dışarı çıkmayın, şapka – şemsiye, UV filtreli güneş gözlüğü kullanın, klimalarınızı çalıştırın… bol sıvı alın vs.

17-18 dakika süren konuşmamızı izlemek ve yaymak için lütfen tıklayınız :

https://www.youtube.com/watch?v=H2fVQ2TWE0c

Sevgi, saygı, acı, kaygı ve ÖFKE ile.
26 Temmuz 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
​Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Mülkiye’li​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik

Not : Bu yazı ADD Genel Merkez webinde de yayınlandı..
Asiri-sicaklarla-nasil-basetmeli-Akbelen-vahseti-ve-care-HOMO-ENVIRONMENTUM.pdf (add.org.tr)

Kuduz vakaları ve halk sağlığı

Olaylar ve Görüşler

Dr. Gülay ERTÜRK
VETERİNER HEKİMLER DERNEĞİ GENEL BAŞKANI

21 Temmuz 2023 Cumhuriyet
(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)


Kuduz
yine gündemimizde. Her yıl 60 bine yakın insanın kuduzdan öldüğü dünyada, bu sadece geri kalmış ülkelerin sorunu. İnkübasyon (AS: kuluçka) süresi değişmekle birlikte 2 hafta ile 2 ay arasıdır. Tedavisi (Sağaltımı) imkânsızdır (olanaksızdır). Sadece (yalnızca) aşı ile korunmak mümkündür (olanaklıdır).

Ülkemizde kuduza yakalanma ihtimali (olasılığı) olan hayvan türleri; köpek, kedi, sığır, koyun, keçi, at, eşek gibi evcil hayvanlarla kurt, tilki, çakal, domuz, ayı, sansar, kokarca, gelincik gibi yabanıl hayvanlardır. Ülkemizde kuduz olan hayvanların %93’ünün evcil hayvanlar olduğu ve ilk sırayı %59 ile köpeklerin aldığı görülmektedir.

HASTALIK AŞAMALARI

Kuduz bir hayvanın enfeksiyöz salyası ile ısırılma ve hatta sağlam mukoza yolu ile temas, hastalığı insana bulaştırır.

Hayvanlarda klasik kuduz seyrinde enfeksiyon üç dönemde kendini gösterir. Sükûnet dönemi, saldırgan dönem ve felç dönemi. Saldırganlık dönemi görülmeden de kuduz seyredebilir. Saldırganlık döneminin görülmediği kuduz seyir şekline sakin kuduz denir. Kedi ve köpeklerde kuduz hastalığında, virüs, santral sinir sisteminden tükürük bezlerine ulaştıktan sonra on gün içinde hastalık belirtileri ortaya çıkar ve hayvan ölür. Bir başka deyişle ısıran hayvan salyasında virüs taşıyorsa, on gün içinde ölmesi beklenir. Bu nedenle kedi ve köpeğin on gün gözlemi önerilir.

TEDAVİ (Sağaltım) SÜRECİ

İnsanlarda, kuduz riskli temas proflaksisinde (AS: Korumasında) en önemli adım yara bakımıdır. İyi bir yara bakımı kuduz virüsü geçişini azaltmadaki en etkili yöntemdir. Virüs uzun süre ısırık bölgesinde kalabileceği için aradan geçen süreye bakılmaksızın yıkama işlemi mutlaka uygulanmalıdır. Mekanik olarak virüsün mümkün olduğu kadar (olanak ölçüsünde) uzaklaştırılması amaçlandığından su ve sabun ile yıkama çok önemlidir. (AS: Akar su altında 15 dakika) 

AŞININ ÖNEMİ

Bugün kuduz için yapılan aşıların tümü ithal (dışalım) aşılardır. Oysa aşı üretimi konusunda ülkemizde veteriner hekimler çok tecrübelidirler (deneyimlidirler). 1882’de Pasteur kuduz aşısını bulduğunda, Osmanlı padişahı 2. Abdülhamit’in, aşı ile ilgili eğitimi almaları için Paris’e gönderdiği üç kişilik kuruldaki kişilerden biri Baytar Hüsnü Bey idi. 1900’lü yılların başından başlayarak 1. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı dahil, 2000’li yıllara gelinceye dek aralıksız olarak veteriner aşı ve (AS: bağışık) serumları üretilmiştir. Veteriner Kontrol ve Araştırma Enstitülerinde çok sayıda viral, bakteriyel ve paraziter aşı geliştirilmiştir. Ülkemizde aşı üretim alanında, günümüzdeki dışa bağımlılığının önlenmesi için kamu ve özel sektörde yerli aşı üretiminin desteklenmesi ve GMP (AS: İyi Üretim Uygulamaları) sistemi yatırımlarının acilen (ivedilikle) yapılması gereklidir.

Türkiye’de Sağlık Bakanlığı verilerine göre her yıl ortalama 200 binin üzerinde insan kuduz riskli temas nedeniyle sağlık birimlerine başvurmaktadır. Kuduz bu denli önemli iken, Sağlık Bakanlığı bünyesinde “Veteriner Halk Sağlığı” birimi yoktur. Oysa hayvanlardan geçecek hastalıklar (zoonozlar) için ilk ve en iyi savunma hattını veteriner hekimler oluşturur.

Gerek yerel yönetimlerde, gerekse ilgili bakanlıklar bünyesinde veteriner otoritesi yeniden yapılandırılmadığı sürece, kuduzdan uyuza birçok hastalık hayvanlardan insanlara bulaşmaya devam edecektir.
=====================================
Dostlar,

Kuduz kuşkulu ısırık ve yaralanmaların yönetiminde Dünya Sağlık Örgütü rehberi son derece önemli ve değerlidir. Erişim için lütfen tıklayınız..

WHO Guide for Rabies Pre and Post Exposure

Bir de ulusal rehberimiz var, Sağlık Bakanlığınca hazırlanan; güncel ve başarılı :
https://hsgmdestek.saglik.gov.tr/depo/birimler/zoonotik-vektorel-hastaliklar-db/zoonotik-hastaliklar/2-Kuduz/6-Rehbler/Kuduz_Profilaksi_Rehberi.pdf

Türkiye Ulusal Refik Saydam Koruyucu Sağlık Kurumu’nu derhal yeniden açmalı ve teknolojisini, uzman insangücünü sağlayarak başta aşılar (bakteriyel, viral, paraziter) olmak üzere bağışık serumlar, anti-toksinler, immunglobulinler, koagülasyon faktörleri ve değişik biyolojik ürünlerin, NBC savaş karşı kimyasallarının, temel ilaçların.. ülkemizde üretimi sağlanmalıdır. Bu ürünler stratejik olup, tümü ile dışalıma (ithalata) bağlı olmak kabul edilemez.

Öte yandan, Tıp Fakültelerindeki “Halk Sağlığı Anabilim Dalı” gibi, Veteriner Tıbbı (Veterinary Medicine) fakültelerinde Veteriner Halk Sağlığı (Veterinary Public Health) Anabilim Dallarının kurulması zorunludur.

Dünya Sağlık Örgütü’nün “Tek Tıp – Tek Sağlık” yaklaşımı / politikası “İnsan – Hayvan – Çevre Sağlığı” önlemlerinin bütüncül ele alınmasını öngörmektedir.

Gerekli kurumlaşmalar sağlandığında sayın yazarın belirttiği GMP (İyi Üretim Uygulamaları) uygulamalarına ek GLP (İyi Laboratuvar Uygulamaları) ve GCP (İyi Klinik Uygulamaları) uygulamaları da yerine getirilecektir.

Sağlık Bakanlığı kuduz kuşkulu ısırık, yaralanma olgularına tıbbi destek verecek birimleri sayıca artırarak ülkeye yaymalı, aşı – bağışık serum (Kuduz İmmun Globulin) sıkıntısına yer vermemelidir.

  • 21. yy’da kuduzdan ölüm yüz kızartıcıdır ve yöneticilerin mutlak insancıl, hukuksal sorumluluğunu doğurur (Anayasa m. 2, 56, 125 vd.)
    ***

Not    : Sayın yazarın dili, şaşılacak ölçüde eski ve Türkçe dışı. Türkçemize yazık. Üzülerek ve rahatsız olarak sıkça, ayraç içinde Türkçe sözcükler koyduk..

DİL DEVRİMİ, Atatürk Devrimlerinin ayrılmaz parçasıdır ve öksüz bırakılamaz. Atatürk’ün Türk Dil Kurumu‘nu kurduğu 26 Temmuz 1932’de yaptığı uyarıyı usumuzdan hiç çıkarmamalıyız :

  • “Ülkesini, yüksek istiklalini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.” / Mustafa Kemal Atatürk

Mustafa Kemal Paşa, İş Bankası gelirlerinden Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu için sürekli gelir / akar sağlayarak akçalı bağımsızlıklarını da güvencelemişti. 12 Eylül 1980 darbecileri sözde Atatürkçü görünürken, Atatürk’ün emaneti – mirası – vasiyeti bu 2 yaşamsal devrim kurumunu kapattılar ve devlet dairesine dönüştürdüler. Bunların ne ölçüde Kemalist Devrime hizmet ettikleri ortada! Önceki gün Türkçe sözlüğe “Türkiyeli” sözcüğünü koymaya yeltendiler. İngiltereli, Fransalı, İtalyalı, Rusyalı… sözcükleri var mı? Ülke ve ulus adları ayrı ayrı var.. İngiltere / İngiliz, Fransa / Fransız, Rusya / Rus… Herkes çok özenli olmalı ve Aydınlanma Devrimlerine dönük örtük-açık saldırılara dikkat ve bilinçle karşı koymalıyız. Türkçeyi savsaklama (ihmal etme) lüksümüz yok..

Bu arada Cumhuriyet Gazetesi  yönetiminin de epey zamandır bu sorunsal üzerinde durmadığı görülüyor. Önceki genel yayın yönetmeni Arif Kızılyalın, Dilbilimci idi… Cumhuriyet Vakfı yazmanı Işık Kansu, bizim gibi Dil Derneği üyesi. Bir kez daha anımsatıyor ve rica ediyoruz; Cumhuriyet Gazetesi Dil Devrimimize özenle sahip çıkmayı sürdürsün..

Sevgi ve saygı ile. 21 Temmuz 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net       profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter : @profsaltik    

Hospital Manager dergisi ile söyleşi : SAĞLIK HİZMETİ HALKA LÜTUF DEĞİL, Sosyo-Ekonomik Kalkınmada En Temel Girdidir

Dostlar,

Hospital Manager” dergisinin yayın yönetmeni Hastane Yöneticisi Sayın Oğuz Engiz, yönetmeni olduğu aylık dergide yayımlamak üzere bizimle bir söyleşi yaptı. Yönelttiği sorular şöyleydi :

  1. Sağlık sistemimiz bireylerin ve toplumun sağlığını koruma ve geliştirmede ne kadar başarılı, bu konuda neler yapılabilir?
  2. Birinci Basamak hekimlik (Aile Hekimliği Sistemi) sizce ne kadar etkili, bu konuda neler yapılmalı?
  3. Kamu hastaneleri iyi yönetiliyor mu, bu konudaki düşünce ve önerileriniz nelerdir?
  4. Bireylerin sağlık için ceplerinden yaptığı harcamalar her geçen gün artıyor,
    bu konudaki düşünceleriniz nelerdir?
  5. Sağlık sistemimizde öncelikler dikkate alındığında yeniden düzenlenmesi gerektiğini
    düşündüğünüz konular nelerdir ve bu konulara ilişkin önerileriniz, projeleriniz nelerdir?
  6. Sağlık sistemimizin sürdürülebilirliği için neler yapılmalıdır?
    ***
    Temmuz 2023 • Yıl: 14 • Sayı: 58 * syf. 26-30

    Bizim dışımızda değerli uzmanlarla da söyleşiler var. Prof. Melih Bulut, Prof. Cem Sungur, Prof. İsmail Ağırbaş, ATO Başkanı Muharrem Baytemür, CHP Milletvekili Dr. Murat Emir…

    Bu sayının kapağında yanıtı aranan temel sorular var :

    – Sağlık Bakanlığı Bütçesi Daha İyi Kullanılabilir mi?
    – Sağlık Sistemleri Gelişmiş Ülkelerde Yeniden Tasarlanıyor
    – Sağlık Sistemimiz Sağlığımızı Korumaya Ne Kadar Katkı Sağlıyor?
    Bizimle söyleşinin başlığı şöyle konmuş :

    SAĞLIK HİZMETİ HALKA LÜTUF DEĞİL,
    Sosyo-ekonomik Kalkınmada En Temel Girdidir..

    Derginin tümü pdf olarak aşağıda. Okumak için lütfen tıklayınız..

    Hospital Management, SÖYLEŞİ, Temmuz 2023, s. 58

    Sayın Engiz ve çalışma arkadaşlarına teşekkür eder, başarılar dileriz.

    Ulusumuzun nitelikli sağlık hizmetlerine erişimi temel bir insanlık hakkıdır ve kamusal yükümlülüktür.

    Neo-liberal saldırılar, pos-modern KüreselleşTİRme ideolojileri vb. bu yalın gerçeği örtemez, örtmemelidir.

    Sevgi ve saygı ile. 19 Temmuz 2023, Ankara

    Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
    Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
    Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
    www.ahmetsaltik.net       profsaltik@gmail.com
    facebook.com/profsaltik     twitter : @profsaltik

Hacettepe Tıp Fakültesini birincilikle bitiren Dr. Can ZEYNELOĞLU’nun konuşması

Hacettepe Tıp Fakültesini
birincilikle bitiren, gururumuz…

Dr. Can Zeyneloğlu’nun bitirme
(mezuniyet) konuşması – 2023

Sayın rektörüm, sayın rektör yardımcılarım, sayın dekanım, sayın dekan yardımcılarım, sayın hocalarım, sevgili arkadaşlarım ve saygıdeğer ailelerimiz, hepiniz 2023 Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi mezuniyet törenine hoş geldiniz.

Öncelikle, Maraş merkezli depremlerde hayatını kaybeden (yaşamını yitiren) vatandaşlarımıza Allahtan rahmet, yakınlarına sabır ve baş sağlığı diliyorum. Etkilenen tüm vatandaşlarımıza da geçmiş olsun demek istiyorum.

Bu gün, uzun ve zorlu bir serüvenin sonuna gelmiş olmanın haklı gururunu yaşıyoruz. 6 sene (yıl) önce M salonunda beyaz önlük giyme töreni ile başlayan tıp fakültesi yolculuğumuz, bu gün artık o önlüklerin içini doldurmamız ile son buluyor. Bu kutsal tıp eğitimini Türkiye’nin en iyi üniversitelerinden biri olan Hacettepe’de almanın gururunu hissediyoruz.. Hacettepe kimi zaman bizi mutlu etti ve iyi ki Hacettepe dedirtti. Kimi zaman ise üzdü, saygı duyulmadığımızı ve istenmediğimizi hissettirdi. Fakat iyisiyle ve kötüsüyle Hacettepe bizim evimiz oldu.

İlk amfi dersimize girmenin, ilk anatomi laboratuvarının, hastaneye ilk defa (kez) beyaz önlükle girmenin, ilk defa (kez) bir hastanın sorumluluğunu almanın heyecanını (coşkusunu) burada yaşadık.

Başta Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’e,

sonra da bizim iyi hekimler olabilmemiz için imkanları dahilinde (olanakları içinde) ellerinden geleni yapan fakültemize ve kurucumuz merhum İhsan Doğramacı‘ya teşekkür etmek isterim.
Bizler için çabalayan, gecesini gündüzüne katan, öğrencisini seven ve sayan, pandemi – uzaktan eğitim demeden bilim ve öğretme aşkı ile bizlere katkı sağlamaya çalışan, Hacettepe’yi Hacettepe yapan, Hacettepe’nin Hacettepe kalması için uğraşan, alanlarında uzman saygıdeğer hocalarımıza şükran ve minnetlerimizi sunmayı kendim ve dönem arkadaşlarım adına borç bilirim.

Sizden doktorluk (bilim ve) sanatına dair (ilişkin) bizlere meslek hayatımız (yaşamımız) boyunca Hacettepeli olmanın ayrıcalığını hissettirecek (duyumsatacak) pek çok bilgi edindik. Üzerimizde emeğiniz çok büyüktür, teşekkür ederiz.

Ben, 35 sene (yıl) önce buradan mezun olan babamın, 28 sene (yıl) önce buradan mezun olan annemin, 14 yıl önce bu fakülteden emekli olan dedemin ve anneannemin izinden, çok büyük umutlarla ülkemizin en köklü ve en prestijli (saygın) tıp fakültelerinden birinde okuyacak olmanın heyecanını hissederek (coşkusunu duyumsayarak) bu fakülteye başladım.

Mottosu “HEP DAHA İLERİYE, EN İYİYE!” olan okulumuzun, bu vaatlerinin maalesef sözde kaldığının zamanla farkına vardık.

İlk yıllarımızda fakültemizin fiziksel yetersizliklerini hissetmeye başladık. Ders çalışmak için okul içinde veya kütüphanede çalışacak yer aradığımızda, boş yer bulamadık. Anatomi laboratuvarlarında “15-20 yıllık, her yeri un ufak olmuş” kadavraların başında, onlarca öğrenci bir şeyler görmeye, öğrenmeye çalıştık. Hasta görecek ve öğrendiğimiz bilgileri klinikte kullanacak olmanın heyecanıyla ilk 3 yılı tamamladık.

Klinik öncesi yıllarımızdan sonra hastaneye ilk kez ‘ stajyer de olsak’’ doktor olarak gireceğimiz yıl, COVID-19 pandemisi (salgını) patlak verdi.

Hastaneye stajyer olarak geldiğimiz yarım dönemde hocalarımızla yeterince hasta başı ders yapamamış olmanın ve hocalarımızın deneyimlerinden tam olarak yararlanamamış olmanın burukluğu ile tamamladık Dönem 4’ü.

Dönem 5’te ise yüz yüze olmasına rağmen (karşın) maalesef dersler aksamaya başladı. Bazı (kimi) hocalarımızı, danışmak, sorularımızı sormak için yerlerinde bulamadık. Bazılarını ise bulduk ama bulduğumuzda ya baştan savıldık ya da kapıdan çevrildik. Bu şekilde davranmayı seçmeyen, bizim için özveriyle çalışan, bizlerle ders işleyen, sohbet eden, bizleri hep daha iyiye en ileriye götürmek için uğraşan tüm saygıdeğer hocalarımıza tekrar bizlere akademisyenliğin nasıl yapılması gerektiğini öğrettikleri için huzurlarınızda teşekkür etmek istiyorum.

Ve geldi çattı, herkesin hem heyecanla hem de korkuyla beklediği o meşhur sene (ünlü yıl) : İntörnlük. Hasta sorumluluğu almaya başlayacağımız yıldı bu yıl. Hastanenin birçok bölümünde başta maddi olanaksızlıkların yarattığı personel eksikliği ve altyapı yetersizliği nedeniyle, hocalarımızdan edinebileceğimiz son damla bilgilerin peşinde koşacağımıza, randevu peşinde koştuk. Hekimlik sanatının inceliklerini öğrenmek umuduyla başladığımız intörnlüğü, hastanemizin personel açığını doldurmuş olarak tamamladık. Kendimizi akademik olarak geliştirmekten çok laboratuvara kan tüpü taşımayı, saatlerce hastalar için randevu almaya çalışmayı, muayene etmediğimiz hastaların istemlerini yapmayı ve en çok da dişimizi sıkmayı öğrendiğimiz bir yıl oldu.

Ama iyisiyle kötüsüyle bu yılı da geride bıraktık ve tıp doktoru ünvanını (sanını) almaya hak kazandık.

Tarih boyunca kutsal olmuş bu ünvana (sana) olan sevgi ve saygı maalesef giderek azalmaktadır. Bunun en büyük göstergesi gün geçtikçe artan sağlıkta şiddet olaylarıdır.

Doktor dövmek en büyük hakkım diye övünen,
doktora şiddeti normalleştiren bu zihniyete karşı yaptırımların artmasını ve yargının görevini yerine getirilmesini diliyorum.

Sevgili arkadaşlar, bu “gerici ve karanlık” zihniyet ile bilimin ve
Mustafa Kemal Atatürk’ün ilkelerinin ışığında biz savaşacağız,
yılmadan, yorulmadan, dünyanın neresinde olursak olalım,
bu ilkelerin ve bilimin ışığının bu topraklarda sönmesine izin vermeyeceğiz.

Bizlerin ve öbür meslektaşlarımızın ağır iş yükü altında ezilmememiz ve hastalarımızın aldığı hizmetin verimini artırabilmemiz için sağlık sisteminde yeni düzenlemeler yapılması gerektiğini burada yeniden vurgulamak istiyorum. Her hasta için yalnızca 5 dakika ayıran bir sistem ile ne doktor gönlü rahat bir şekilde hastasını tedavi edebilir ne de hasta aldığı hizmetten memnun kalabilir.

Sevgili ailelerimiz, bu başarı bizim olduğu kadar sizlerindir. Her birinize ayrı ayrı teşekkür etmek istiyorum. Benim de bugünlere gelmemde çok büyük emeği olan aileme sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. Bana özverili çalışmanın, çalışma aşkının ve iş ahlakının ne demek olduğunu gösteren anneme, her zaman bana yol gösteren ve örnek olan babama, bana her zaman destek olan kardeşime, bana bilim insanı ve akademisyen olmanın ne demek olduğunu öğreten anneannem Prof. Dr. Ayşın Bakkaloğlu’na, ve bana başta insan sevgisi ve vefa olmak üzere sayamayacağım kadar değer katan dedem Prof. Dr. Mehmet Bakkaloğlu’na teşekkür etmek istiyorum.

Fakülte boyunca yanımda olan, iyi ve zor zamanları birlikte geçirdiğimiz, birlikte eğlenip, birlikte üzüldüğümüz arkadaşlarıma da teşekkür etmek istiyorum.

Bana fakülte sürecinde kapısını açan, yardımcı olan ve yol göstericilik yapan tüm hocalarıma da minnetlerimi sunuyorum.

Bu yılımı güzel anımsamama neden olacak İntern Gurubum “Gurup 5’e” de ayrıca teşekkür ediyorum.

Pandemide yitirdiğimiz tüm sağlık çalışanlarını rahmetle anıyor, pandemi boyunca hastaları için emek veren başta asistan abi ve ablalarımız olmak üzere tüm sağlık çalışanlarına teşekkür ediyoruz. Tıp fakültesi sürecinde yitirdiğimiz sayın hocalarımız emekli öğretim üyesi Prof. Dr. Mustafa Fevzi Sargon’u, Prof. Dr. Bülent Tırnaksız’ı ve Prof. Dr. Kadriye Yurdakök’ü saygı ve rahmetle anıyorum.

Ve son olarak;

  • Ülkemizin bu günlere gelmesinin en büyük mimarı olan, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ulu önder Mustafa Kemal Atatürk ve ülkemizin bağımsızlığı için şehit düşmüş tüm askerlerimizi rahmet ve saygıyla anıyor, sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum.

Konuşmamı, Mustafa Kemal Atatürk’ün bir sözüyle tamamlamak istiyorum:

“Gençler, cesaretimizi takviye ve idame eden sizlersiniz.
Siz, almakta olduğunuz terbiye ve irfan ile insanlık ve medeniyetin,
vatan sevgisinin, fikir hürriyetinin en kıymetli timsali olacaksınız.
Eyy yükselen yeni nesil, istikbal sizsiniz.
Cumhuriyeti biz kurduk, onu yükseltecek ve yaşatacak sizsiniz.”

MELTEM TV Programımız : AKP Neden Yapıcı-Barışçı Olmuyor?

Dostlar,

Dün akşam (13 Temmuz 2023, Perşembe) saat 19:35 – 19:57 arasında yaklaşık 22 dakika Meltem TV‘de idik.

Deneyimli ve usta sunucu Sn. Gülgûn Feyman Budak‘ın sorularını yanıtladık.

Hem havaların fiziksel / meteorolojik olarak sıcaklığını hem de ülkemizin başta politik olmak üzere bunaltan ekonomik sorunlarını irdeledik.

Klasik “sıcaklardan korunma” (!) yöntemlerine değindik. Güneş gözlüğü konusu önemli. Güneşten gelen zararlı UV ışınlarını tutmayan (filtre etmeyen, süzmeyen) güneş gözlükleri kullanılMAmalı. Bunların kullanılması, kulanılMAmasından daha zararlı.

Bu tür gözlüklerin üretimine, pazarlanmasına, dışalımına Sağlık Bakanlığı ve Ticaret Bakanlığı izin vermemeli. Biraz pahalı olabilir bu gözlükler, alamayan insanlarımız –ve herkes– yazın mutlaka şapka giysin.. dedik.
***
Öte yandan, aşırı sıcaklar sorunu küresel ve sistematik.

Dünyamız bir İKLİM FACİASI ile yüz yüze ve bu tablo “Antroposen“!

Yani “insan kökenli, sorumlusu sorumsuz – akılsız insanlık..

  • Yabanıl (vahşi) kapitalizm, akıl dışı hızlı nüfus artışı, çevrenin talanı..

İnsanlık aklını başına almak ve yarattığı sürdürülemez faciayı “HIZLA” toparlamak zorunda.. Bunu için derhal

HOMO ENVİRONMENTUM‘a evrilmesi gerek.

Bunu biraz açtık. Hemen, ivedi, yaygın küresel işbirliği ile..

AKP=RTE‘nin 21 yıldır kesintisiz izlediği irrasyonel (us dışı) ve açıkça tarikat – cemaat yanlısı, büyük sermaye güdümünde ve yabancı sermaye yandaşı politikalarının ülkemizi sürüklediği çıkmazı konuştuk ikinci bölümde.

Ülkenin talan edildiğini, gelir dağılımının bozulduğunu, laik kesimden dinci yandaşlara sermaye aktarıldığını, iktidar zenginleri hatta Dolar milyarderleri yaratılarak siyasetin kirli biçimde finanse edildiğini… açıkladık.

AKP’nin bilinçli yoksullaşTIRma politikası güttüğünü, yandaşlarını devlet kaynaklarıyla parti yardımı imiş gibi göstererek desteklediğini, böylelikle, yarattığı derin ve yaygın (dikey ve yatay) yoksulluğu yönettiğini ve bu kesimin (yandaşlarının) oylarını alabildiğini, yoksullaştırmanın seçici olduğunu aktardık. Bu durum siyaset biliminde bir “anomali”!

Ancak makro göstergelerin de olağanüstü bozulduğunu ve temerrüt eşiğine (borçları çevirememe, iflas / moratoryum)  sürüklendiğimiz, devasa “3 Açık” (Cari / Dış Ticaret / Bütçe açığı) içinde şeytan üçgenine savrulduğumuzu anlattık.

Çözümleri sunduk… En başta SERVET VERGİSİ! Yurtdışından örnekler verdik..
Nedensiz ve haksız zenginleştirilen çok varlıkılıların servetlerinden vergi..

  • Onlar böylesine ölçüsüz varsıl/zengin edildikleri için on milyonlarca insan yoksul ve işsiz!

Kimi ölçüsüz, adaletsiz vergiler Anayasa md.2, 10 ve 73’e açıkça aykırı..

İzlenmesini, paylaşılmasını ve ulusun bilinçlendirilmesini, iktidardaki sağduyulu – yurtsever insanlarımızın da bu meş’um (lanetli) gidişe parti içinde “dur” demelerini diliyor, bekliyor ve bu bağlamda tarihsel çağrı yapıyoruz.

Çoooooooookkkkkkkkkk geç olmak üzere…

İzlemek içi tıklayınız lütfen..

Meltem TV ve Sn. Feyman Budak’a teşekkürlerimizle.

Sevgi ve saygı ile. 14 Temmuz 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
​Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Mülkiye’li​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik