Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

Merdan Yanardağ: İslamo-faşizm

Emre Kongar
Emre Kongar
ekongar@cumhuriyet.com.tr
09 Temmuz 2023, Cumhuriyet

 

İSLAMO-FAŞİZM, Merdan Yanardağ’ın Kırmızı Kedi Yayınevi tarafından yayımlanan son kitabının adı… Aynı zamanda, üç kez hapse girmesinin tarihsel, siyasal ve ideolojik nedenlerinin de bir özeti denilebilir.
***
Merdan Yanardağ da Ergenekon, Balyoz, ODATV, Casusluk davaları mahkûmları, Osman Kavala, Selahattin Demirtaş, Gezi Direnişi mağdurları, 28 Şubat mahpusları, hapisteki yaşlılar, hastalar, bebekler ve çocuklar gibi Birinci ve İkinci Silivri Trajedilerinin simgelerinden biri durumuna geldi.

AKP Milletvekili Galip Ensarioğlu’nun terör örgütü liderini mukayeseli olarak övmesi üzerinden yaptığı eleştiri ve değerlendirmeler yüzünden, yaptığının tam tersi iddia edilerek “terör örgütünü övmek” suçlamasıyla hapse atıldı.

Yalnızca haksız ve hukuksuz değil, aynı zamanda akıldışı ve mantıksız da olan bu suçlama ve karar hiç kuşkusuz Merdan Yanardağ’ı da aşan bir rejim sorunu.

İşte Yanardağ’ın son kitabı, O’nu hapse atan bu rejimi, tarihsel, toplumbilimsel, siyasal ve ideolojik olarak irdeliyor.
***
Şu satırlar, 14 ve 28 Mayıs 2023 seçimleri öncesi yazılmış olmakla birlikte, belki de seçimlerin neden demokratik güçlerin yenilgisiyle sonuçlandığı konusunda doğru bir çözümleme içeriyor:

  • “Ayrıca bilinmelidir ki Türkiye’nin ilerici, Cumhuriyetçi, demokratik, yurtsever ve sol güçleri topluma, ulusa güven verecek bir seçeneği geliştiremez ise, faşist bir karakter kazanmış tarihsel gericiliğin bir kez daha kazanması kimseyi şaşırtmamalıdır.
  • Toplumların tarihi böyle trajik deneyimlerle doludur. Çünkü çok boyutlu ve çok katlı kriz dönemeçleri her zaman ilerici ve demokratik çözümler üretmez, daha koyu bir gericilikle de sonuçlanabilir.
  • Bu nedenle, ilerici ve demokratik güçler bakımından böyle kriz dönemlerinde, siyasal mücadeleyi zamanın maddesine ve ruhuna uygun düşen doğru program ve taleplerle sürdürmek; dahası, titizlik, kararlılık ve cesaretle yürütmek yaşamsal bir önem taşır.
  • Eğer tarihin çağrısına uygun doğru yanıtlar verilemez ve ilerici/demokratik bir çıkış yaşama geçirilemezse toplum gerici çözümlere razı olabilir.
  • Burada ‘gereğini yapmak’ deyimiyle ifade edilen şey şudur: Kötülüğü örgütleyip toplumsallaştırarak iktidara taşıyanlara karşı gerektiğinde kavga etmeyi göze almak demektir.
  • İslamo-faşizmi sokakta da durdurma cesaretine, siyasal kararlılığına ve önderlik bilincine sahip olmaktır.
  • Nedeni açıktır: Bir rejimin temelini tartışılamaz, eleştirilemez, sorgulanamaz ve itiraz edilemez ‘kutsal inançlar’ ve ilkeler oluşturmaya başlamışsa, orada demokrasi ve özgürlüklerden söz edilemez. İşte, İslamo-faşist hareketler ve iktidarlar da itiraz edilemez, sorgulanamaz ve tartışılamaz, diğer bir ifadeyle kendinden menkul ‘kutsal’ değerlere dayalı rejimler oluşturur.
  • Siyasal İslamcılık ve faşist ideolojinin, yani dincilik ile aşırı milliyetçilik ve şiddet kültürünün bir sentezi olarak tanımlanabilecek İslamo-faşist hareket, kutsallara dayalı bir siyaset kültürüne dayanır. Böylece, halkın geniş kesimlerinin genel kabullerine dayalı kutsal değerlerin istismarı üzerinden her türden siyasal itirazı bastırır.” (s.165)

***
Merdan Yanardağ’ın kitabı, Türkiye’de “Karşı Devrimin” tarihsel, siyasal ve ideolojik serüvenini anlatıyor. Bu serüven içinde, kendisinin haksız, hukuksuz, adaletsiz ve mantıksız tutukluluğunun öyküsü de elbette önemli ve ibret verici bir bölüm olarak yerini almıştır!

Önemli not: Değerli okurlarımdan kitap çalışmalarım için iki haftalık izin rica ediyorum.

Hekimlikte ilkler unutulmaz

Özdemir AktanT24 Haftalık Yazarı Özdemir Aktan
ao.aktan@gmail.com 09 Temmuz 2023

Deftere isim, yaş, cinsiyet gibi bilgilerden sonra teşhis bölümüne ilk resmi kaydımı girdim:

  • At tepmesi…

Hekimlik mesleği istemeden yapılacak bir iş değildir. Yardım etmeyi amaç edinip bundan zevk almayı beceremeyenler iyi bir hekim olamıyorlar. Hekim mentalitesi her zaman, dış etkilerden bağımsız olarak, hasta merkezli olmak zorunda. Aksini düşünenler mesleği sürdürür elbette ama anca idare eder ve mutlu da olamaz.

Hayatta ilk kez olanlar hep heyecan vericidir. Öğrencilik yıllarında başlayan hekimlik hayatında da ilkler bellekte yer eder ve unutulmaz. Eminim ki ve umuyorum ki, yeni yetişen hekimler de zamanında bizlerin duyduğu heyecanı duyuyorlardır.

İlk mesleki uygulamamı kendi kuzenim üzerinde gerçekleştirdiğimi hatırlıyorum. Düşme sonucu yaraları olan kuzenimi (o sıralarda beş veya altı yaşlarında olmalı) Hacettepe Çocuk Acil Servisi’ ne götürdük. Pansumanlardan sonra tetanoz aşısı yapılması önerildi ve o anda kıyamet koptu, kuzenim aşıyı yaptırmamakta direniyordu. Uzunca bir dil dökmeden sonra aşıyı ben yaparsam yaptıracağını belirtince gözler bana döndü. Ben henüz tıp fakültesi birinci sınıftayım, daha önce enjektörü elime almışlığım yok ve bunu açıkça da belirttim. Deneyimli bir hemşire kısa bir eğitim ve cesaretlendirme sonucu enjektörü elime verdi ve ben de ilk mesleki uygulamamı başarılı bir şekilde yapmış oldum. Kuzenim hâlâ sağlıklı ve başarılı bir yazar olarak hayatını sürdürüyor.

Kayıtlara geçen ilk tıbbi uygulamamı ise üçüncü sınıfta gerçekleştirdim. Yaz tatilinde bir sınıf arkadaşım ile birlikte Ege’de tatile çıktık. Bir iki günlüğüne Kuşadası’ndaki bir tatil köyünde kalırken at kiralayan bir yer keşfettik. Ormanlık bir alanda sakin görünen atlar vardı ve dolaşılacak bir parkur da belirlenmişti. Ancak sevgili arkadaşım (kendisi yurt dışında başarılı bir üroloji uzmanı oldu) sakin duran atlardan hoşlanmadı ve “gerçek” bir at istedi. Atları kiralayan arkadaş “Emin misin?” diye sorduktan sonra sinirli bir şekilde durduğu yeri eşeleyen bir at getirdi.

Benim arkadaş, üzerine atladığı gibi dört nala giden at ile birlikte ormanın içinde kayboldu. Ben de arkasından sakin atıma binip yola çıktım. Ormanın içine girdiğimde arkadaşın atını yerdeki otları yerken buldum ve bizim genç doktor atın üzerinde değil yerde, şaşkın bir halde bir ağaca yaslanmış oturuyordu. Şaşırtıcı olmayan bir şekilde attan düşmüş ve daha da kötüsü, tekrar yakalamaya çalışırken at tarafından karnından tekmelenmişti.

“Bu kaç?”, “Ben kimim?” gibi bilinç kontrolundan sonra atlarımızı yedeğe alıp yürüyerek tatil köyüne döndük. Doktoru olmayan bir revir vardı ve oradaki görevliye tıp öğrencisi olduğumuzu söyledik, bizi revire aldı. Karına gelen şiddetli darbelerde dalağın hasar görebileceğini biliyordum ama nasıl anlaşılacağını bildiğimi söyleyemem. Ancak nabız saymayı ve tansiyon bakmayı bildiğimi de belirtmeliyim. Bir süre orada dinlendik ve arkadaşım iyi olduğunu söyleyince giderken oradaki görevli revir defterine kayıt istedi. Deftere isim, yaş, cinsiyet gibi bilgilerden sonra teşhis bölümüne ilk resmi kaydımı girdim:

At tepmesi..
Aynı tatil köyünde ilginç bir anımız daha oldu. Havuz kenarında güneşlenirken misafirlerden birisinin rahatsızlandığı ve eğer varsa bir doktorun resepsiyona gelmesi istendiği anons edildi. Biz henüz doktor değildik ama sorumluluklarımızın farkındaydık. Kısa bir tereddütten sonra resepsiyona doğru yola çıktık ve oraya doğru bir insan akını olduğunu gördük. Kısa bir süre sonra resepsiyonun önü doktor doldu. Sanki bütün doktorlar oraya tatile gelmişti. Bu durumda biz sesimizi çıkartmadık ve gelenlerden üç kişilik bir konsültasyon ekibi oluşturularak hastalanan misafirin odasına yollandı.

İnsan vücudu ile ilgilenen hekimlerin, diğer mesleklere göre, eğlenceli, komik, şaşırtıcı, ve hatta korkutucu anıları çok fazla. Bunlar yaşanırken zamanla olgunlaşılıyor. Ancak önemli olan ilk günlerdeki heyecan ve temiz duyguların mesleğin sonuna kadar devam edebilmesi. Yetişen nesilde sanki bunlar azalıyor, hatta kayboluyor gibi.

Acınası köksüzlüğümüz

Bayazıt İlhan

Bayazıt İlhan
Güncel 07.07.2023, BİRGÜN 

Pek çok örneği var. Heinrich Schliemann Truva’yı baştanbaşa kazıp içindeki hazineleri götürürken, Bergama Zeus Sunağı parça parça Berlin’e taşınırken seyreden bir geçmişimiz var. Üzerinde yaşadığımız toprakların tarih boyunca biriktirdiği o kadar çok değer var ki, ne kadarının farkındayız ve sahip çıkıyoruz? Ya da o değerlere ne kadar katkımız oluyor?

Türkiye’nin en köklü hastanelerine yapılanlara bakınca da umursamadığımız, sağlık alanındaki değerimizi para ve beton sevgisine, kent rantına kurban vermekten geri durmadığımız anlaşılıyor. Şehir hastanelerine verilen hasta ve hizmet alım garantileri nedeniyle kapatılan, çürümeye terk edilen, küçültülen, içi boşaltılan hastanelerimizin başına gelenlere bakın. Türkiye’nin dört bir yanında örnekleri var : Ankara Numune Hastanesi’nin, Türkiye Yüksek İhtisas Hastanesi’nin, Bursa Memleket Hastanesi’nin durumlarına bakın. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ne, Şişli Etfal Hastanesi’ne bakın. Ülkemiz tıbbının en önemli temellerini oluşturan Gülhane Askeri Tıp Akademisi dahil asker hastanelerine yapılanlara bakın. Şimdi Ankara’da Dışkapı ve Sami Ulus Hastaneleri’nin yıkılması gündemde, ihaleler yapılıyor. İzmir’de Tepecik, Bozyaka, Suat Seren, Alsancak Devlet hastaneleri için de kaygılar sürüyor. Bu hastanelerimizin her birinin ayrı önemi, tarihi var. Buralarda yetişen, çalışan hekimler tıp tarihimize yön verdiler, ülkenin dört bir yanında hizmet ettiler, hocalar yetiştirdiler, üniversiteler kurdular.

  • Hastanelerimizin gelecekleri konusunda karamsarlık var.
  • Yapılanlara bakınca nasıl olmasın?

6 Şubat depremlerinden sonra köklü hastanelerimizin yıkılması için yeni gerekçe oluşturuldu. Hastanelerimiz eski ve depreme dayanıksızdı, o halde yıkılmalıydı. Yerine yenisi yapılır mı? Bu hastanelerin çok değerli arazilerine bakınca mevzuyla ilgili herkes kaygı duymadan edemiyor. En günceli Cerrahpaşa’nın durumu ile Dışkapı ve Sami Ulus Hastaneleri için yapılan ihaleler.

Bizde 50-60 yıllık hastaneler “eski” diye yıkılıyor. Dünyada nasıl oluyor bu işler, eski hastaneler yıkılıp yerleri ranta mı açılıyor? Doğrusunun yapıldığı çok örnek var. Size Paris’teki iki hastaneyi anlatayım, siz karar verin.

HÔTEL-DİEU

Tanrı’nın Evi anlamına geliyor. Kuruluş için 651 tarihi (yılı) veriliyor. Neredeyse 1400 yıllık geçmişi olan bir hastaneden söz ediyoruz. Kuşkusuz yıllar içinde işlevlerinde dönüşümler olmuş, yıkılmış, yanmış, hep yeniden yapılmış ve sağlık hizmetleri sunmaya devam etmiş. Savaşlara, isyanlara veba salgınlarına, devrimlere tanıklık etmiş. Kimi zaman kalabalığıyla, kötü koşullarıyla tartışılmış ama bir biçimde sahip çıkılmış ve geliştirilmiş. Tıp tarihine geçen katkıları var. Son olarak 1867-1878 arasında yenilenmiş. Bugün aciller dahil, Paris’in sağlık hizmetlerinde önemi sürüyor. Yeri mi? Notre-Dame Katedrali’nin yanında, Seine Nehri’nin kıyısında. Ne diyeyim, sanırım arsa değeri pek yüksek. Kimsenin aklına burayı AVM ya da otel yapmak, hastaneyi de kent dışına taşımak gelmiyor.

PİTİÉ-SALPÊTRİÈRE

Sorbonne Üniversitesi’nin eğitim hastanesi. Yine kentin çok değerli bir yerinde geniş bir araziye kurulu. Eski bir barut fabrikası, 1656 yılında bakımevine, Fransız Devrimi’nden sonra hastaneye dönüştürülmüş. Modern psikiyatrinin kuruluşunda söz sahibi olan Philippe Pinel 1794’te buranın başhekimi olmuş, girişte bronz heykeli var. Hastanenin tarihinde dünya tıbbına yön veren nörolog ve psikiyatristler var. Hepsini yazmaya imkân (olanak) yok, yazamadıklarıma haksızlık olacak, yine de bazılarını yazayım: Guillaume-Benjamin-Amand Duchenne, Jean-Martin Charcot, Georges Gilles de la Tourette, Sigmund Freud, Joseph Babinski. Burası tüm dünyadan hekimlerin eğitim almak için uğradıkları bir merkez olmuş. Hastane halen Paris’in en önemli sağlık merkezlerinden biri olarak hizmet ve eğitim faaliyetlerine devam ediyor. Hastanede çalışanlar burada emek vermiş hekimlerle, hocalarla, tedavi olmuş ünlülerle, hatta tıp tarihine geçmiş hastalarıyla övünüyor. Bizim hastanelerimiz, hekimlerimiz, hocalarımız, çalışanlarımız, hastalarımız bunları hak etmiyor mu? Elbette hak ediyor.

  • Bizim de birikimlerimize sahip çıkıp geleceğimizi kurmamız gerekiyor.

Hastanelerimizi ve onlarla birlikte tarihimizi yaşatmamız çok önemli. Yeni hastane yapmak, olanları yenileyip geliştirmek mi? Elbette hep gerekli. Ama bunu bilime göre, doğru planlamayla, alanın uzman kuruluşlarından katkı alarak, kent dokusuna saygı göstererek ve mevcut (varolan) hastanelerimizi tarihsel yapılarıyla, isimleriyle (adlarıyla) koruyarak yapmak gerekiyor.

Diyeceksiniz ki; bunu önündeki Sıhhiye Meydanı’na adını veren güzelim tarihsel binasından ayrılıp, Bilkent’te dışı cam kaplı yapıya kiracı olan Sağlık Bakanlığı mı yapacak?

Olsun, ben yine de umutluyum. Doğrunun galip (baskın) geleceğine ve bu ülkeyi yönetenlerin de doğruya yöneleceğine inanmak istiyorum.

Çok konuşanlar ülkesi!

Nazım Alpman

Nazım Alpman
https://www.nazimalpman.com.tr/
Güncel
BİRGÜN

Türkiye’nin 1960-2000 yılları arasında en önemli siyasi portresi Süleyman Demirel altıncı kez geldiği başbakanlıktan 12 Eylül 1980 askeri darbesiyle devrilmiş, çeşitli aşamalardan geçtikten sonra yedinci başbakanlığına hazırlanıyordu.

Eski lakabı “Çoban Sülü” gitmiş demokrasinin “Baba”sı gelmişti. Siyasi yasaklı döneminden (1980-1986) itibaren hürriyetleri savunur olmuştu. Yavaş ve zahmetli de olsa gelişiyor ve değişiyordu. Aziz Nesin ondaki bu tekâmülü şöyle “takdir” ediyordu:

-Bir askeri darbe daha görürse komünist olabilir!

Doğru Yol Partisi (DYP) taraftarları meydanları inletiyorlardı:

-Kurtar bizi Baba!

Süleyman Demirel arkasında bıraktığı yıllarda hararetle savunduğu “zararlı fikirler” meselesinin üzerinden tek adımda atlayarak solcu aydınlara selam çakıyordu:

-Konuşan Türkiye istiyoruz!

Baba’nın iktidar yıllarında ifade özgürlüğü kurbanları olarak hapishaneleri mesken tutmuş aydınlar, yazarlar, sendikacılar, gazeteciler bile “helal olsun” demekten kendilerini alamıyorlardı.

Sonunda 1991 Seçimleri yapıldı, DYP birinci parti olarak TBMM’ye girdi.  Demirel, başbakanlık koltuğuna yedinci defa (kez) oturdu. Hızlıca icraata girişti, bazı yasaları değiştirdi. Solcu aydınlar için her şey yerli yerindeydi. Akademisyen Fikret Başkaya, Haluk Gerger gazeteci Işık Yurtçu, Ragıp Duran, sendikacı Münir Ceylan ve İnsan Hakları savunucusu Akın Birdal gibi daha pek çok isim “Konuşan Türkiye gazileri” olarak hapishanelere konuldular. Bütün akademik hayatını (yaşamını) Kürtlere vakfeden Doç. Dr. İsmail Beşikçi’nin konuşmasına bile gerek yoktu, bilimsel çalışmaları yüzünden yatmadığı cezaevi kalmamıştı. Yine hapishanedeydi.

Hani “Konuşan Türkiye” olacaktık?

Olmasına olduk ama “Konuşan Türkiye” de sadece (yalnızca) tek ses çıkıyordu:

-Susun ulan!

O zamanlardan bu zamanlara geldik. İfade özgürlüğü mağduriyeti katmerlendi. Ama “Konuşan Türkiye” yine var! Hatta “Çok Konuşan Türkiye” de var. “Gereksiz konuşan” yok mu? Üzülmeyin onlardan bol bereket mevcut. Çeşit çeşit akademisyen, türlü türlü televizyoncu, sürüsüne bereket uzman, dur durak bilmeden konuşuyorlar. Hepsi hep birlikte “emir tekrarı” yaparcasına aynı makamdan çalıp söylüyorlar:

-Susun ulan!

Bugünlerde “Çok Konuşan Türkiye”nin yeni gündemi Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) içindeki “değişim” süreci… Parti içinde neler oluyor, kim kiminle ittifak halinde, lider kim olmalı, kurultay ne zaman yapılmalı, yoksa yapılmamalı mı?

İktidar partisi için hepsi “dut yemiş bülbül” misali (örneği) hiç sesleri çıkmıyor. CHP içinde en geniş demokrasiyi savunurlarken iktidar partisinde toz kondurmuyorlar. Eğer toz kondurmak gerekiyorsa tepeye bakıyorlar. Oradan “işaret” alırlarsa üzerine çıkıp tepinmek dahil her şeyi yapıyorlar. Hayır, negatif bir bakış hissetmiyorlarsa o zaman olayı görmeden geçip gidiyorlar.

Mesela (Örneğin) aşağıdaki haber demokrasiyi çok seven iktidar partisinde son derece sevilesi bir uygulamayı ortaya koyuyor:

“AKP Teşkilat Başkanlığının sosyal medya hesabından yapılan açıklamada, Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kararıyla 7 il başkanlığına atama yapıldığı duyuruldu.”

Ne kadar güzel bir uygulama değil mi? Atıyorsun oluyor!

Bizim memlekette siyasetin sağ kanadı ile demokrasi arasındaki bağlantı, deniz kumu ile karılmış inşaat harcına benziyor. Bir türlü arzu edilen sağlamlığa ulaşamıyor. Ama haklarını teslim etmek de lazım (gerek), her konuda sabit fikirleri, “muktedirimiz bilir” ilkesinden şaşmıyorlar. Uzaktan bakanlar ise halimizi (durumumuzu) görüyorlar:

-Çok konuşanlar ülkesi!    

Halil Çivi şiiri : YAZGI ya da FİNAL

ŞİİR KÖŞESİ…

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı
Halk şairi

 

 

YAZGI ya da FİNAL

İnsan soyu bunu bilir,
Ömür gelip geçer bir gün.
Kanat çırpma vakti gelir,
Can kafesten uçar bir gün.
Xxx
İster bey ol, ister paşa,
İster az, ister çok yaşa,
Yazılanlar gelir başa,
Her doğan can göçer bir gün.
Xxx
Koltuk, makam, şöhret biter,
Bu gün doğan, yarın gider,
Toprak her canlıyı yutar,
Zerre yapıp saçar bir gün.
Xxx
Ecel yok sanır bazısı,
Aşktır, paradır sızısı,
Değişmez Hakkın yazısı,
Son şerbeti içer bir gün.
Xxx
Ne oğlun kalır, ne kızın,
Ne kışın kalır, ne yazın,
Duyulmaz olur avazın,
Herkes kalır naçar* birgün.
Xxx
Yalan gelmesin diline,
Haram değmesin eline,
Sadık yaşa helaline,
Fırsat elden kaçar bir gün.
Xxx
Halil Çivi etme merak,
İnsanlıktan kalma ırak,
İyilik yap, eser bırak,
Ecel seni seçer bir gün.
Xxx
*- Çaresiz,
Xxx


Prof. Dr. Halil Çivi
06 Temmuz 2023, İZMİR

 

Seçimler-6: Gündemdeki CHP’nin gündemi

Ülke gündeminde CHP var. Ya CHP’nin gündemi? Türkiye’yi değiştirme savı ile yola çıkan CHP, şimdi kendini değiştirme yolunda.

14 ve 28 Mayıs seçim sonuçları, TBMM’de grubu bulunan partiler sıralamasını değiştirmedi: AKP, CHP, YSP (HDP), MHP ve İYİP. Ne var ki, CHP, tartışmaların ilk sırasında.

Kurucu ilkelere dönüşten Devrime kadar birçok öneri yapılıyor, içeriden ve dışarıdan: dönüş (fabrika ayarlarına), değişim (yönetim kadroları ve tüzük), dönüşüm (tabandan tavana), devrim (tümden yenilenme).

‘D’ler zinciri kulağa hoş gelse de kurallar, ilkeler ve değerler ölçüt alınmadıkça ‘D’ler havada kalır.

Yüz yıllık kurumsal yapı olan örgüt için kuralların başında Tüzük, SPK ve Anayasa geliyor; ilke ve değerler ise, örgüt ve kurallar çerçevesinde biçimlenen ideoloji.

ÖRGÜTTEN ANAYASA’YA

6 OK, önce anayasallaştı (1937/md.2), sonra aynı madde Cumhuriyet’in nitelikleri olarak düzenlendi (1961) ve bu gelenek sürdürüldü (1982).

Üç Anayasa dönemi:

  • Türkiye Devleti Cumhuriyetçi, Milliyetçi, Halkçı, Devletçi, Laik ve İnkilapçıdır. (1937).
  • “Türkiye Cumhuriyeti, insan haklarına ve ‘Başlangıç’ta belirtilen temel ilkelere dayanan, milli, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir.(1961)
  • “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir. (1982)

Gözlemler:

-1937’de CHP ilkeleri, Anayasa’ya kondu. ‘İnkılap’, 1945’te ‘devrim’ oldu.

-1961’de yeniden yazılan madde, 1937 ilkelerini genişleterek hukukileştirdi ve çağdaşlaştırdı: –Atatürk Devrimlerine bağlılığı vurgulayan- Başlangıç ilkeleri metne katıldı.

-1982’de ise, Cumhuriyetin nitelikleri hukuki olmayan ögelerle hem genişletildi hem de daraltıldı: Atatürk, Başlangıç kısmı yerine maddeye yazıldı; ama ‘Devrimleri’ değil, ‘milliyetçiliği’ deyimiyle. Dahası, Cumhuriyet, ‘insan haklarına saygılı Devlet’ olarak tanımlandı. (Başlangıç, 1995 ve 2001 değişikliklerinde ırkçı ögelerden kısmen ayıklandı; ‘İnsan haklarına dayanan Cumhuriyet’, yeniden anayasallaştırıldı, md.14).

CUMHURİYET’İN NİTELİKLERİ

Üç Anayasa da, CHP ilkelerinin çağdaş ve evrimci okuyuşuna olanak tanımakta: 1937 metni, CHP’yi “cumhuriyetçi” olarak tanımlıyor; 1961 ve 82 ise, Cumhuriyet’in niteliklerini genişletiyor.

Aslında her iki Anayasa, 6 Ok’u, açılımlarıyla Anayasa bütününe yayıyor. Bu nedenle tıpkı madde 2 gibi 6 Ok da bu bağlamda okunmalı. Anayasal kural, -‘sol’ dahil- ilke ve değerler, hak ve özgürlükler bütünü ışığında 2012’de parti tüzüğüne de aktarıldı.

Anayasa ve Parti tarihi örtüşmesi, güncel de: Anayasa Mahkemesi yoluyla anayasal güvence düzeneğini işleten CHP, yalnızca  27. Yasama döneminde 200’ü aşkın norm denetim başvurusu yaptı.

Bütün bunlar, CHP’de değişimin yönünü açıkça ortaya koyar: 

  • Hukuk, demokrasi, insan hakları, eşitlik, laiklik.

TARTIŞMA EKSENLERİ

Parti içinde ‘ideoloji ve hukuk yoluyla demokrasi’ tartışması yapılabildiği ve ‘emek / uzmanlık / liyakat’ saygı gördüğü ölçüde, ülke için eşitlik / özgürlük / yurttaşlık ekseninde kamucu / katılımcı / toplumcu politikalar geliştirilebilir.

Eğer mikro-demokrasi (parti içi) yoksa makro demokrasi vaadi inandırıcı olamaz.

Yerel yönetimler için güçlü biçimde savunulamayan demokrasi, ulusal ölçekte ilerletilemez.

Parti içinde emek, uzmanlık ve liyakat saygı görmüyor ise, kamu yönetiminde liyakat isteği inandırıcı olmaz.

Eğer hukuk devleti ereğinde erkler ayrılığı ve yasama özerkliği savunulamıyor ve sahiplenilemiyorsa, sol ideoloji için normatif temel olan sosyal devlet istemi etkili olmaz.

Değinilen zaaflar kamucu / katılımcı / toplumcu politikaların geliştirilmesini frenlediği gibi, emek (sınıf) ve çevre (ülke) savunusunun, etkili bir muhalefetle dünyevi norm gerekleri doğrultusunda yapılmasını engelledi.

Nitelikli yasama için TBMM’de “azınlık bilinci” oluşturamayan, ama Parti yönetiminde örgüt içi müzakere yerine azınlık iradesiyle ‘gündemdeki CHP’ aktörleri, şimdi “değişim”! yanlısı.

Parti tartışması yapamayanlar, siyasal rejim / sistem tartışması yapabilir mi?

Bedeviye esir düştün Türkiye

Barış TerkoğluBarış Terkoğlu

06 Temmuz 2023, Cumhuriyet
(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

 

“Cehalet aklın gecesidir” diyor Konfüçyüs, “Aysız yıldızsız bir gece” diye de devam ediyor.

İstanbul’da bir sanat sergisi. Önünde kalabalık toplanmış. Hayır, görmeye gelmemişler. Söylediklerine göre, “ecdat yadigarı” mekanda; paganizm, LGBT, ahlaksızlık vb. her türlü “din düşmanlığı” var.

İBB’nin düzenlediği Feshane’deki sergiyi, dinciler protesto etti. Haliyle merak ettim: Acaba içeride, İslamcıları ayağa kaldıracak ne var?

Protestocular, içeri girmiş, “cemiyet ahlakına dinamit atan” eserleri fotoğraflamış, paylaşmıştı. 300 sanatçının, 400’den fazla eserinin olduğu sergide saldırı, üç eser üzerinde yoğunlaşmıştı.

ŞÖVALYE DEDİLER KEÇİ ÇIKTI

Birincisi; serginin girişinde yer alan heykellerdi. Protestoculara göre “Tapınak Şövalyeleri’nin taptığı şeytanı” temsil ediyordu.

Heykeli buldum. Eserin adı “No man’s land” yani “Sahipsiz toprak”. Hazırlayan sanatçı, Gönül Nuhoğlu. Gönül Hanım’la konuştum. “Ben bir enstalasyon (yerleştirme) sanatçısıyım, eserin sergileneceği mekâna göre iş yapıyorum” diye söze başladı Nuhoğlu. Bu eserini, İtalya-Milano’da bir şatoda düzenlenen sergi için yapmıştı. Şato, sınırları savunma için oluşturulmuş mekânlardan biriydi. Ortamın havasını, dışarıyı gözetleyen, keçilerle tamamlamıştı.

Keçilere yakından bakıldığında, ayakları, mühendislerin harita hazırlarken kullandığı aletlerin ayaklarından oluşmuştu. Nuhoğlu, eserin mesajını şöyle anlattı: “Dağ keçileri sınır tanımıyorlar. İnsanların çizdiklerinden bağımsız olarak, doğal sınırları onlar belirliyorlar.” Söyledikleri gayet açıklayıcıydı…

“Herkesi İtalya’ya götürmek mümkün değil. Mekânın dışına çıkınca anlaşılmıyor olabilir. Ama herkes anlamak zorunda da sevmek zorunda da değil. Ama birlikte yaşayacaksak en azından anlamaya çalışmak, saygı göstermek zorunda.” “Sığlığın kendisiyle derinlik ölçülmez” diyen Nuhoğlu, yaşananların sebebinin cehalet olduğunu düşünüyordu.

SEVİŞMİYOR SAVAŞIYOR

İkinci eserin sorunu LGBT idi! Protestocular, çırılçıplak iki erkeğin, kucak kucağa seviştiğini söylüyordu. O eseri de buldum. Dikkatli bakınca, sevişen değil savaşan iki canavar resmedilmiş gibi duruyordu.

Sanatçı Sema Maşkılı’yı buldum. Maşkılı, “O resim hâlâ devam eden kişisel sergimin bir parçası. Serginin adı ‘Güç Canavarlar Yaratır’ diye söze başladı. “Bu resimlerin hiçbirinde sanıldığı gibi cinsellik yok. İnsanlar birbiriyle güç mücadelesi yapıyorlar. Onları dövüşürken, boğuşurken resmediyorum.”

Canavarlar neden çıplak? Maşkılı anlatıyor: “Onları medeni olarak göstermek istemiyorum çünkü kıyafet medeniyetin temsilidir.”

Maşkılı, “Ben insanlığın sorunlarına eğiliyorum” derken sanatının siyasete alet edilmesini istemediğini ifade etti. Gerçekten de Maşkılı’nın aynı tema üzerine bir dizi eseri vardı.

ALATURKALIĞI ANLATIYOR

Hedefteki üçüncü eser ise mahyasında “Ala Turca” yazan minarelerin olduğu, şehir silüetinin göründüğü resimdi. Resimde rakı masası ve dansöz olması, İslamcı cenahı kızdırmıştı. Ressam Mevlüt Akyıldız’ın 2001 tarihli “Ala Turca” isimli eseriydi. Resme bakınca, sayamadığım kadar çok insan gördüm. Asker de aşçı da vardı. Protestocuların gözü ise dansöze ve rakıya takılmıştı. Ben ise onları çok zor seçebilmiştim.

Akyıldız’ı aradım. Adı üstünde, bizim alaturkalığımızı anlatmaya çalışıyordu. Osmanlı’dan bugüne tarihimizin farklı öğelerini yan yana getirmişti. “Arkada bir kantocu kadın, önde yerel bir şarkıcı, öbür yanda bir dansöz, yanına hem gelini hem sevgilisini oturtmuş bir damat, bir tarafta rakı içenler bir tarafta güreşenler…” diyerek resimdeki unsurları sıralamaya başladı Akyıldız. Bir tür kültürel karmaşa serüvenimizdi. Resimlerinde ironiyi sevdiğini anlatan Akyıldız, “Sanat öyle bir şey ki 80 yıl sonra resmime bakan belki de bambaşka yorumlayacak” ifadelerini kullandı. Ona göre sorun, dini bile tanımayan cahil insanlardan kaynaklanıyordu.

FESHANE KUTSAL DEĞİL

Kısacası siyasal İslamcılar neyi protesto ettiğini dahi bilmiyor. İBB’nin muhalefette olması, sanat sergisi düzenlemesi, onları sokağa dökmeye yetmişti.

Sanatçılarla konuştuktan sonra Diyanet’in İslam Ansiklopedisi’ni açtım. Serginin olduğu Feshane’nin tarihini okudum. Elbette bir kutsallığı yoktu. Aksine, bir ticarethaneydi. Fes ithalatının ekonomiye zarar vermesi üzerine milli üretim için II. Mahmut tarafından kurulmuş bir fes fabrikasıydı. Osmanlı’da sanayileşmenin, modernleşmenin, Batı’yı yakalama arayışının bir parçasıydı. İBB ise dökülen yapıyı restore edip bir sanat merkezine çevirmişti. Haliyle içerdeki resimler-heykeller, kapıdaki İslamcı protestoculardan daha fazla Feshane’nin ruhunu temsil ediyordu. II. Mahmut yaşasa sergiyi gezer, belki de sarayın duvarlarına birkaç resim seçerdi.

  • Sorun bizim Talibanlaşmış İslamcılar’daydı.
  • Çölleşmiş Bedevi zihniyetini, sanki dinle, ecdatla, tarihle alakası varmış gibi millete dikte ediyorlardı.

Cehaletten daha kötüsü, eyleme geçmiş cehalettir. Asla küçümsemeyin!

====================================
Evet dostlar…

AKP=RTE ile 20,5 yılda sürüklendiğimiz yer bu batak.
Üstelik 21. yy’ın şafağında.

İrticaya sınır yok!
Yetenekli – araştırmacı – yürekli gazeteci Barış Terkoğlu‘nu içtenlikle kutluyoruz.

Siyasal İslamcı‘nın cehaletine sınır olmadığından, buna dayalı kör cüretine de sınır yok.

Ama ciddiye alınmalı, direnmeli.. bu asla kabul edilemez çöl şeriatı baskısına asla boyun eğilmemeli. Tüm uygar Türkiye’den gür sesle itirazlar yükselmeli..
***
Acaba??
Bu arada,
Kimin tavuğuna kışt dedik?” diyen zat-ı şahaneleri mübarek Reis hazretlerimiz ne buyururlar bu ilkel, cehalet kuyusu saldırıya??

Demokrasi tramvayından yıllardır indiklerini biliyoruz da,
Türkiye’yi daha ne denli şer’i / teokratik devlet yapacaklar?

Anayasal laik rejimi nereye dek budayacaklar?

Nerede duracaklar??

Unutulmasın                                   :

  • Türkiye, tarihinin en gerici tarikatlar koalisyonunca yönetilmekte.. 

Sevgi ve saygı ile. 06 Temmuz 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
​Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Mülkiye’li​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik

Türkiye’nin gündemi: AKP-RTE neden ateşle oynuyor?

Dostlar,

Dün akşam, 5 Temmuz 2023 Çarşamba.. saat 20:00’de Karantina TV‘de idik.
Sayın gazeteci Recai Aksu, bizimle bir söyleşi yaptı.
Konumuz, aşağıdaki görselde olduğu gibi belirlenmişti :

Tweet, what’s up ile duyururken internet erişim (link) bilgilerini de eklemiştik :

Türkiye’nin gündemi: AKP-RTE neden ateşle oynuyor?
Prof. Dr. Ahmet Saltık‘ın konuk olacağı
Recai Aksu ile Önce İnsan,
5 Temmuz Çarşamba 20:00’de Özgür Haber Kaynağı Karantina TVde
youtube.com/c/karantina_
tv
facebook.com/karantinatv1
twitter.com/karantinatv
instagram.com/karantina_tv

Bu Kanal tümü ile Sayın Aksu’nun giderlerini karşıladığı yurtsever bir ortam. Dolayısıyla uydu yayını, kablolu TV değil.
Kimi dostlarımız “bizde Karantina TV çıkmıyor” diye yazdılar. Üzüldük. Aralarında kıdemli bir mühendis de vardı üstelik.
İnternetten erişebilirsiniz” diye yazdık.
Koşullar böyle.. ayak uydurmaya çabalamalıyız.
Ülke 4 bir yandan kuşatılmış, nefes almak çok güç.
AKP=RTE ablukasını halka anlatmalıyız, yaşananları / yaşadıklarını kavramasını, anlamlandırabilmesini sağlamalıyız..

Aydın sorumluluğu çok ağır, hele bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde ATEŞTEN GÖMLEK..

Mutsuzluk Ahlaksızlıktır - Yaşamüstü Söyleşiler - Ahmet İnam - 9789755337319 - Kitap | imge.com.tr

Karanlıkları aydınlığa ulusal bir seferberlikle çıkaracağız.. yılgınlık ve umutsuzlukla değil.

ODTÜ’de felsefe hocası Prof. Ahmet İnam‘ın görkemli kitabını hiç usumuzdan çıkarmayalım :

  • UMUTSUZLUK AHLAKSIZLIKTIR

Sn. Aksu ile program toplam 67,5 dk. sürdü.

– Özellikle Hukuk Devleti’nin ülkemizde yok edilmesi,
– TELE1 Gn. Yay. Yön. Sn. Merdan YANARDAĞ‘ın zerrece hukuksal olmayan tutuklanması ve itirazın “kaçma – saklanma” sözde gerekçesi ile reddedilmesi,
– seçim yolsuzlukları,
Anayasanın sürekli çiğnenerek eylemli (fiilen) gerici karşıdevrim / darbe yapıldığını, yapılmakta olduğunu,
– 3. kez CB adaylığının Anayasa karşısında RTE açısından olanaksızlığını, seçimlerin meşruluğunun tartışılabileceğini hatta meşru olmadığını,
AKP =RTE iktidarının giderek koyulaşan despotik – dinci baskı rejimine yöneldiğini, bunun sürdürülemeyeceğini

ve HALKIN MEŞRU DİRENME HAKKI doğacağını…

ekonomideki korkunç tükenmişliği, örtük moratoryumu (uluslararası iflas),

– 2. Abdülhamit’in 1881 Düyun-u Umumiyesi,

– Temmuz 1958 DP/Menderes iflasını ve
– 3. AKP=RTE iflasını, RTE’nin tutsak alındığını, BOP Eşbaşkanlığını = Türkiye’yi bölüp parçalama sürdürdüğünü……. konuştuk.

Kimi görseller paylaştık..  CHP’yi ve Dönüşümü de..

İzlenmesini, paylaşılmasını ve gereklerinin yapılmasını dileriz.

AKP içindekiler başta olmak üzere tüm yurtseverleri, ülkemizi yıkıma / felakete sürükleyen bu tabloyu hızla durdurmak için ulusal bir seferberliğe çağırıyoruz.

TEHLİKENİN FARKINDA MISINIZ?? 

Bu çağrı bizim ve herkese!

Sevgi ve saygı ile. 06 Temmuz 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
​Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Mülkiye’li​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik

Çiğnenen masumiyet hakkı

Prof. Dr. Köksal Bayraktar / Büyük Hukukçular / Hukuk AnsiklopedisiProf. Dr. Köksal BAYRAKTAR

05 Temmuz 2023, Cumhuriyet

Türk hukuk uygulamasında, “kişinin masum olma hakkı” hiçe sayılıyor.

Son günlerde “TRT, Tabii” adını taşıyan, dijital platformda yer alan “Metamorfoz Kırılma” filmi, bu hakkı yerle bir etti ve yargı organları ile cumhuriyet savcılıkları, sanki böyle bir hak yasalarda ve anayasamızda yer almıyor gibi harekete geçmediler, geçmiyorlar.

Oysa bu hak, bireyin temel haklarından biri… Bir suç ithamı altındaki kişinin soruşturmada ve kovuşturmada, suç işlememiş gibi düşünülerek yargılamanın tamamen (tümüyle) objektif (nesnel), tarafsız ve yansız bir şekilde yerine getirilmesi bu hak ile gerçekleşiyor.

Yargılamaya konu kişinin öncelikle masum sayılması o kadar (denli) önemlidir ki; bu hak, adil yargılanma hakkına ve susma hakkına kaynak oluyor. Ayrıca gene bu hak nedeniyle yargıya taşınmış bir olay hakkında, basına, TV’ye, sosyal medyaya taraflı ve suçlayıcı açıklamalar yapılması, hukuka aykırılık sayıldığı gibi bu hak sayesinde, itham (suçlama) altındaki kişi yargılamanın bütün aşamalarında, savunmalarının ve delillerinin (kanıtlarının) yargı organlarında tarafsız, yansız ve önyargısız dikkate alınmasını isteyebiliyor…

Bu ilkelere ve kurallara rağmen (karşın) adı geçen film, çevrilebilmiş, kamuoyuna sunulabilmiş ve binlerce kişi tarafından seyredilmiştir. Dolayısıyla masumiyet hakkı defalarca ihlal edilmiştir (kezlerce çiğnenmiştir).

Masumiyet hakkı sadece (yalnızca) yerel yargılama aşamasında değil, tüm yargılama boyunca bölge adliye mahkemesi ve Yargıtay aşamalarında da sürmektedir. Bu kadar (denli) önemli bir hakkın bir televizyon kanalının dijital platformunda (yayınında) ihlal edilmesi (çiğnenmesi) ne kadar (denli) ağır bir hukuk tanımazlıktır?

Oysa bu hak, 1982 Anayasası’nın 15/2. maddesinin son cümlesi ile 38/4. maddesinde “… kimse suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar suçlu sayılamaz” şeklinde açıkça yer almasına rağmen (karşın), sürekli ihlal edilmektedir (çiğnenmektedir). CMK 223/2- b,d maddesinde “beraat kararının yüklenen suçun sanık tarafından işlendiğinin sabit olmaması ya da yüklenen suçun sanık tarafından işlenmediğinin sabit olması” şeklindeki ifade hep masumiyet hakkının sonucudur. Ayrıca TCK 288. maddesindeki adil yargılamayı etkileme suçu, masumiyet hakkı ihlalinin (çiğneminin) yaptırımı olmaktadır.

Uluslararası düzenlemelerde masumiyet hakkının önemli ve temel bir hak olduğu kuvvetle belirtilmektedir. 1789 İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi’nin 9. maddesi ile Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin 11/1. maddesinde bu temel hak, vazgeçilmez bir hak olarak ortaya konulmuştur. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesinde, “bir suç isnad edilen herkesin hukuka uygun olarak, suçluluğu kanıtlanıncaya kadar masum sayılması” önemli ilkelerdir. Uluslararası alandaki bu kurallar, mahkeme kararlarında temel kural olarak benimsenmekte ve uygulanmaktadır.

Ülkemizde nice masum insanın yargılanmadan suçlu olarak nitelenmesi karşısında, yargının işleyişinde altın iplikten söz edilmesi mümkün (olanaklı) olmamaktadır.

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 05 Temmuz 2023

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

DİPLOMA

Ümraniye Celaleddin Ökten İH Ortaokulu’nda bir kez bile derse girmeyip tarikatta din eğitimi alan 300 öğrenciye MEB diploma verdi.

  1. Diploma sorgulanmayan ülkemizde geçerli yöntem.
  2. Öğretim Birliği Yasası”nı tarikatlar uygulayacak?..

KİNDAR

28 Şubat Davası’ndan hükümlü beş general, “kocamışlık” ve çeşitli hastalık raporlarına karşın cezaevinde tutuluyor.

Katil Hizbullahçıyı seçim öncesi affeden RTE, kalemini kıpırdatmıyor.

  • Mezara kadar kin, laik düzenden intikam…

BARIŞ

Küresel Barış Endeksi‘ne göre 36 Avrupa ülkesi içinde sondan birinci; 163 ülke içinde dünyada 147’nci sıradayız.

Kendi ile barışık olmayanların yönettiği ülkem…

BAYRAK

Antalya Kemer’de AKP ilçe başkanı Türk Bayrağı resmedilmiş haritanın üzerine bastı.

Seccade değil ya!..

SURİYELİLER

Kayseri ve İstanbul Avcılar’da Suriyeli sığınmacılar ÖSO bayrağı açarak gösteri yaptı.

Ülkelerini savunsalar da omzumuza alsak…

YETKİ

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçilen 2018’de 8 milyon olan işsiz sayısı 11.5 milyona çıktı.

Ver kardeşine yetkiyi, çek çileyi…

UYUŞTURUCU

Uyuşturucu baronu Hollandalı Joseph Johannes Leijdekkers’ın sağ kolu ‘Kara Mamba’ lakaplı İsaac Bignan Türkiye’de yakalandı.

Baronlar cenneti AKP Türkiye’si…