Etiket arşivi: Sigmund Freud

Acınası köksüzlüğümüz

Bayazıt İlhan

Bayazıt İlhan
Güncel 07.07.2023, BİRGÜN 

Pek çok örneği var. Heinrich Schliemann Truva’yı baştanbaşa kazıp içindeki hazineleri götürürken, Bergama Zeus Sunağı parça parça Berlin’e taşınırken seyreden bir geçmişimiz var. Üzerinde yaşadığımız toprakların tarih boyunca biriktirdiği o kadar çok değer var ki, ne kadarının farkındayız ve sahip çıkıyoruz? Ya da o değerlere ne kadar katkımız oluyor?

Türkiye’nin en köklü hastanelerine yapılanlara bakınca da umursamadığımız, sağlık alanındaki değerimizi para ve beton sevgisine, kent rantına kurban vermekten geri durmadığımız anlaşılıyor. Şehir hastanelerine verilen hasta ve hizmet alım garantileri nedeniyle kapatılan, çürümeye terk edilen, küçültülen, içi boşaltılan hastanelerimizin başına gelenlere bakın. Türkiye’nin dört bir yanında örnekleri var : Ankara Numune Hastanesi’nin, Türkiye Yüksek İhtisas Hastanesi’nin, Bursa Memleket Hastanesi’nin durumlarına bakın. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ne, Şişli Etfal Hastanesi’ne bakın. Ülkemiz tıbbının en önemli temellerini oluşturan Gülhane Askeri Tıp Akademisi dahil asker hastanelerine yapılanlara bakın. Şimdi Ankara’da Dışkapı ve Sami Ulus Hastaneleri’nin yıkılması gündemde, ihaleler yapılıyor. İzmir’de Tepecik, Bozyaka, Suat Seren, Alsancak Devlet hastaneleri için de kaygılar sürüyor. Bu hastanelerimizin her birinin ayrı önemi, tarihi var. Buralarda yetişen, çalışan hekimler tıp tarihimize yön verdiler, ülkenin dört bir yanında hizmet ettiler, hocalar yetiştirdiler, üniversiteler kurdular.

  • Hastanelerimizin gelecekleri konusunda karamsarlık var.
  • Yapılanlara bakınca nasıl olmasın?

6 Şubat depremlerinden sonra köklü hastanelerimizin yıkılması için yeni gerekçe oluşturuldu. Hastanelerimiz eski ve depreme dayanıksızdı, o halde yıkılmalıydı. Yerine yenisi yapılır mı? Bu hastanelerin çok değerli arazilerine bakınca mevzuyla ilgili herkes kaygı duymadan edemiyor. En günceli Cerrahpaşa’nın durumu ile Dışkapı ve Sami Ulus Hastaneleri için yapılan ihaleler.

Bizde 50-60 yıllık hastaneler “eski” diye yıkılıyor. Dünyada nasıl oluyor bu işler, eski hastaneler yıkılıp yerleri ranta mı açılıyor? Doğrusunun yapıldığı çok örnek var. Size Paris’teki iki hastaneyi anlatayım, siz karar verin.

HÔTEL-DİEU

Tanrı’nın Evi anlamına geliyor. Kuruluş için 651 tarihi (yılı) veriliyor. Neredeyse 1400 yıllık geçmişi olan bir hastaneden söz ediyoruz. Kuşkusuz yıllar içinde işlevlerinde dönüşümler olmuş, yıkılmış, yanmış, hep yeniden yapılmış ve sağlık hizmetleri sunmaya devam etmiş. Savaşlara, isyanlara veba salgınlarına, devrimlere tanıklık etmiş. Kimi zaman kalabalığıyla, kötü koşullarıyla tartışılmış ama bir biçimde sahip çıkılmış ve geliştirilmiş. Tıp tarihine geçen katkıları var. Son olarak 1867-1878 arasında yenilenmiş. Bugün aciller dahil, Paris’in sağlık hizmetlerinde önemi sürüyor. Yeri mi? Notre-Dame Katedrali’nin yanında, Seine Nehri’nin kıyısında. Ne diyeyim, sanırım arsa değeri pek yüksek. Kimsenin aklına burayı AVM ya da otel yapmak, hastaneyi de kent dışına taşımak gelmiyor.

PİTİÉ-SALPÊTRİÈRE

Sorbonne Üniversitesi’nin eğitim hastanesi. Yine kentin çok değerli bir yerinde geniş bir araziye kurulu. Eski bir barut fabrikası, 1656 yılında bakımevine, Fransız Devrimi’nden sonra hastaneye dönüştürülmüş. Modern psikiyatrinin kuruluşunda söz sahibi olan Philippe Pinel 1794’te buranın başhekimi olmuş, girişte bronz heykeli var. Hastanenin tarihinde dünya tıbbına yön veren nörolog ve psikiyatristler var. Hepsini yazmaya imkân (olanak) yok, yazamadıklarıma haksızlık olacak, yine de bazılarını yazayım: Guillaume-Benjamin-Amand Duchenne, Jean-Martin Charcot, Georges Gilles de la Tourette, Sigmund Freud, Joseph Babinski. Burası tüm dünyadan hekimlerin eğitim almak için uğradıkları bir merkez olmuş. Hastane halen Paris’in en önemli sağlık merkezlerinden biri olarak hizmet ve eğitim faaliyetlerine devam ediyor. Hastanede çalışanlar burada emek vermiş hekimlerle, hocalarla, tedavi olmuş ünlülerle, hatta tıp tarihine geçmiş hastalarıyla övünüyor. Bizim hastanelerimiz, hekimlerimiz, hocalarımız, çalışanlarımız, hastalarımız bunları hak etmiyor mu? Elbette hak ediyor.

  • Bizim de birikimlerimize sahip çıkıp geleceğimizi kurmamız gerekiyor.

Hastanelerimizi ve onlarla birlikte tarihimizi yaşatmamız çok önemli. Yeni hastane yapmak, olanları yenileyip geliştirmek mi? Elbette hep gerekli. Ama bunu bilime göre, doğru planlamayla, alanın uzman kuruluşlarından katkı alarak, kent dokusuna saygı göstererek ve mevcut (varolan) hastanelerimizi tarihsel yapılarıyla, isimleriyle (adlarıyla) koruyarak yapmak gerekiyor.

Diyeceksiniz ki; bunu önündeki Sıhhiye Meydanı’na adını veren güzelim tarihsel binasından ayrılıp, Bilkent’te dışı cam kaplı yapıya kiracı olan Sağlık Bakanlığı mı yapacak?

Olsun, ben yine de umutluyum. Doğrunun galip (baskın) geleceğine ve bu ülkeyi yönetenlerin de doğruya yöneleceğine inanmak istiyorum.

Cinsel istismar olgusunun ardında ne var?..

Dr. Erdal Atabek
erdalatak@superonline.com 

Cinsel istismar olgusunun ardında ne var?..

07 Eylül 2020, Cumhuriyet

Uşşaki tarikatı şeyhi Fatih Nurullah 12 yaşlarındaki kız çocuğuna cinsel istismar suçundan tutuklandı. Bu olay ilk değil.

Anımsarsınız, Ensar Vakfı’nda da daha çok sayıda erkek çocuğa cinsel istismar olayları ortaya çıkmıştı. Daha ortaya çıkmayan, suskunlukla örtülen, tehditle gizlenen nice olay vardır.

Nedir bu olaylar? Neden bu dinci kesim cinsellikle bu denli uğraşıyor?

Küçük yaştaki kızlı erkekli çocuklar, her yaşta kadın neden hep bu kesimin cinsel hedefleri oluyor? Bu konu “kişilerin cinsel bozuklukları” mıdır? Yoksa bir “psikolojik hastalık” mıdır? Ya da “toplumsal ahlak çöküşü” mü yaşanıyor? Belki hepsinin payı mı var?

Yasaklanan cinsellik…

Sigmund Freud’a psikanalizin kapısını açan gözlemi “cinselliğin yasaklanması” olmuştu. 19. yüzyıl Viyanası’nın tutucu ahlak anlayışı cinsellik dürtüsünü sıkı kurallar altına almıştı. Cinselliğini yaşayamayan genç kızların tanı konamayan hastalıkları “histeri” adıyla biliniyordu. Genç kızın bedeni kasılıyor, hiçbir uyarıya yanıt vermiyor, çevresini korkutan kasılmalar geçinceye kadar bilinci kapanıyordu.

Freud, daha sonra “psikanaliz” adını verdiği yöntemiyle serbest çağrışım yoluyla bilinçaltına itilen dürtülerin açığa çıktığında hastalığın düzeldiğini gördü. Psikanaliz böylece bir terapi yöntemi oldu. Yasaklanan cinsellik, bu dürtünün bilinçaltına itilmesine yol açar. Orada daha da yoğunlaşan, daha da şiddetlenen cinsel dürtü kendine bir çıkış yolu arar. Cinsel dürtünün bu çıkışında toplumsal kurallar ya yan yollarla aşılır ya da düpedüz çiğnenir.

Cinselliğin yasaklanması her zaman toplumlarda yaşanan erkek ya da kadın cinselliğinin kuralları çiğnemesiyle sonuçlanır. Erkeklerin “oğlancılığı” ya da kadınların “seviciliği” bu yasakların sonucudur. Karşı cinsle eşit birlikteliğin yasaklandığı her ortam bu sonuçlara açık duruma gelir. Osmanlı’nın cinsel kültürü dürüstlükle incelendiği zaman bu gerçekler ortaya çıkmaktadır.

Toplumlar uygarlaştıkça kadın – erkek arasındaki engeller kaldırılmış, iki cinsiyet arasında uygar ve eşit ilişkiler kurulmuştur. Böylece kadın ve erkek birbiri için “cinsel obje” olmaktan kurtulmuş, “insan – insan” ilişkisi kurulmuştur.

Atatürk Cumhuriyeti’nin laik eğitiminde karma okullarda kız – erkek arkadaşlığı hepimizin yaşadığı doğal iletişimi sağlamıştır. Sonraki yılların erkek ortaokul ve liseleri gene ayrımlar yaratmış, buluşma üniversiteye kalmıştır. Köy Enstitülerinin kızlı erkekli eğitimleri hiçbir zaman cinsel sapmalara yol açmamıştır. Bu iftiraları atan çevreler, bugün kendi öğrenci yurtlarında yaşanan cinsel istismar olaylarını nasıl örteceklerini bilemiyorlar.

  • Uygarlığın öğretisi, iki cinsi ayırmak değil, tam tersine iki cinsi birbirine tanıtmak ve cinsel konularda eğitmek gerektiğidir. (AS: Bizce bu tümcede “cins” değil “cinsiyet” denmeli..)

Ancak o zaman cinsel yaşamı da dürtülere uygun kurallar koyarak yaşatabilirsiniz.

Karşı koymak günahtır…

Cinsel istismar olaylarının önemli bir nedeni de “biat – itaat” kültürüdür. “Biat- itaat” kültürü bireyden teslimiyet ister. Dini kendilerine göre yorumlayan tarikatlar – cemaatler bu kültürü de kendi emellerine uyarlarlar.

Sana ne denirse sorgusuz sualsiz kabul edeceksin.
Efendinin dediği dinin emirleridir. Böyle bileceksin.
Karşı çıkmak haramdır. Büyük günaha girersin.
İtaat et, iyi kul ol, cehenneme girme.

Biat – itaat” kültürü, şeyhlerin, emirlerin, mürşitlerin, hocaların “her söylediğinin kabul edilmesini – her yaptığına itaat edilmesini” emrettiğinden, cinsel istismara maruz kalan çocukların neden suskun kaldığı da anlaşılır. Bu çocukların ailelerinin de aynı tarikata mensup olmaları, olayı daha da kapalı duruma sokar. Olayı açıklayanlar, yapılanlara karşı çıkanlar her türlü şiddeti göze alarak yapabilirler.

Uşşaki tarikatı olayında da olaya karşı çıkan baba (ki o da bu tarikatın içindedir) diğer müritler tarafından dövülmüş, kolu kırılmıştır.

Kadına biçilen sosyal rol…

Laik toplumlar kadına sosyal hayatta erkeğe eşit yer verirler. Bu toplumlarda kadın her mesleği yapabilir, her konuma ulaşabilir, yönetici olabilir, cumhurbaşkanı olabilir. Tektanrılı din toplumlarında ise başroller hep erkeklerindir. İmam erkektir, hükümdar erkektir, papa erkektir, rahip erkektir, haham erkektir. İslamda da Hıristiyanlıkta da Musevilikte de böyledir.

Tektanrılı din toplumlarında kadın erkeğe eşit değildir. Kadın meslekleri de ayrıdır, kadının konumu da ayrıdır. Kadın örtülüdür, erkekte örtü yoktur. Kadının başı kapalıdır, erkeğin başı açıktır. Kadının yeri evidir, işi de ev işleri ve çocuklardır. Bu da “kadının cinsiyetçi rolünü” belirler, onun “cinsel obje” olarak görülmesine yol açar. Onun için de “Kız çocuklarıyla kaç yaşında evlenilir” sorusu tartışılır durur.

Çocukların cinsel istismarı da bütün bu nedenlerle toplumsal bir olgudur. Çözümü de ancak bu yolla bulunacaktır…

Ege Cansen : Bir Türkiye meselesi

Bir Türkiye meselesi

Ege CANSEN
02 Kasım 2017, SÖZCÜ

(AS : Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Müslümanlar, iki bin yıl önce yaşamış İsa isimli bir hazretin öğretilerine ”İsevilik” der. Bu öğretileri yaşam kılavuzu yani kısaca din olarak kabul edenlere de İsevi denir. İsa, başka dillerde Hristo, Kristo, Christ ve sair şekillerde söylenir. Biz Türkler, bu dinin peygamberine İsa, ama kurduğu dine Hıristiyanlık, mensuplarına da Hıristiyan diyoruz. Hristiyanlığa göre İsa, Tanrı’nın oğlu olduğu için hem Tanrı, hem de Tanrı’nın emir ve öğütlerini insanlara müjdelediği için peygamberdir. Müslümanlar, İsa’nın tanrılık vasfını ret, ama peygamberliğini kabul eder. Hıristiyanlar için İsa, kurtarıcısıdır. Çünkü inançlarına göre insanlar doğuştan günahkârdır. Tanrı onları cezalandıracaktır. Bunu gören İsa “durumdan vazife çıkarmış” ve hiç ölmeyecekken, sırf Tanrı insanları bağışlasın diye ölmeyi kabul etmiştir.

KURTARICI İSA HEYKELİ

Yirminci yüzyılın başlarında Brezilya’da Tanrı yoktur diyenler çoğalmaya başlamışmış. Mümin Hristiyanlar, Tanrı’nın varlığına inanmama fitnesi yaygınlaşırsa “din elden gider” diye endişeye kapılmış. Tanrı’nın varlığını, münkirlerin gözüne sokmak için bir anıt inşa etmeye karar vermişler. Bu amaçla 8 senelik bir çalışmadan sonra 1931 yılında başkent Rio de Janerio’nun Corcovada Dağı’nın tepesine 32 metre boyunda, kollarını iki yana açmış bir İsa heykeli dikmişler. Bu heykele de “Cristo Redentor” (Kurtarıcı İsa) adını vermişler. Bu anıtın İngilizce ismi “Christ The Redeemer”dir. Redeem, finansmanda borçtan kurtulmak demektir.

İNSAN VE VİCDAN

Dr. Sigmund Freud (1856-1939) “insan üç katmandan oluşur” der. Bunlar sırasıyla

a. Beden (id),
b. Ben (ego) ve
c. Vicdan (süper ego) dır.

İnsan, anasının karnından bir beden ve bir benlikle doğar. Ama insanın doğuştan vicdanı yoktur. İnsanın vicdanı, çok sonra, kişi erginleşip çevreyle ilişki kurdukça teşekkül eder. Ego, insanı hodkâmlığa (egoist olmaya) iterken, süper-ego yani vicdan; kişiyi diğerkâmlığa (alturist davranmaya) yani üçüncü kişilerin ve toplumun çıkarlarını savunmaya teşvik eder. Bu yüzden vicdan teşekkül ederken insan, “kendi kendine” azap çektirir. Hiç vicdan azabı çekmeyenler, muhtemelen vicdanı hiç teşekkül etmemiş olanlardır. Benlik (ego), bedenin (id); vicdan da (süper ego) benliğin (ego) polisidir. Ego, bedenin hayvansı davranışlarını frenler. Süper-ego yani vicdan da insanın anti-sosyal davranışlarını (engelleyebildiği kadar) engeller.

HANGİ CUMHURİYET KUTLANIYOR

Dendiğine göre “Cumhuriyet” bu yıl AKP’liler tarafından bile daha içtenlikle kutlanmış. Peki, giderek daha “kapsayıcı” hale gelen (Daron Acemoğlu’nun kulakları çınlasın) Türkiye’nin “cumhuriyet”i ile İran’ın “İslam cumhuriyeti” aynı şey mi? O da cumhuriyet bu da cumhuriyet denebilir mi? Eğer AKP’liler Türkiye’nin cumhuriyetini kutluyorsa, öncelikle bunun en fârik (AS: ayırt edici) vasfının laiklik olduğunu kabul etmeli ve bunu içselleştirmelidir. Aman dikkat! Laiklik insana “günah işleme özgürlüğü” vermez. Laiklikte, insanın günahlarının “kefaretini ödeyen bir kurtarıcı İsa” veya “ibadetle tavlanacak bir Tanrı”  yoktur. Laiklik zor zanaattır. İnsana çok vicdan azabı çektirir. Öyle anıt önünde sap gibi durmakla laik olunmaz. Laiklik, liyakat ister.

Son söz: Cumhuriyet, Türkün süper egosudur.
========================================0
Evet dostlar,

AKP = RTE‘de Atatürk takiyyesi sürüyor… Musa Kart Cumhuriyet’te nefis biçimde sergiledi.

AKM ile ilgili girişim ve zamanlaması da rastlantı değil.
AKP = RTE %51’e mahkum.
Dolayısıyla bu ölüm – kalım sorunu uğruna feda edilmeyecek yok; göze alınmayacak risk yok. Dikkatle izlemek gerek..
“Yetmez ama evet” aptallığı sergilenmemeli. 12 Eylül 2010 ve 16 Nisan 2017’de en azından 2 kez kandırılmadık mı? Açıkçası RTE hep kandırılan değil; epey de kandıran olabilir pek ala.. Şu TBMM Başkanı İsmail  Kahraman’a bakar mısınız? Giderayak Başbakan B. Yıldırım’ın yakını bulaşıkçıyı TBMM danışmanlığına getiriyir (Halk TV, 08.11.17 gece haberleri). İstedikleri Sultanlık değil Cumhuriyetmiş! Atatürk’ün adını ağzına almamaya yeminli, Abdülhamit – Vahdettin hayranı, frak ve papyon alerjili zat-ı muhterem, 2 yıllık görev süresi dolarken şaşırtmaya başladı. Necipler necibi milletimiz bu açık takiyyeyi de yutar ya da hoş görür mü, bilemiyoruz. Ancak 15 yıldır tek başına iktidar olan siyasal islamcı – radikalist siyasal hareket, 15 yılın sonunda ATATÜRK CUMHURİYETİNİ bütün hışmına karşın yıkamadığı gibi, takiyye de olsa Büyük Atatürk’ü selamlamak zorunda kaldılar…

Atatürk gerçekten büyük… Yalnız Türkiye ve Türkler için değil; insanlık için de umut!

  • “ Biz Batı emperyalistlerine karşı yalnız kurtuluş ve bağımsızlığımızı korumakla yetinmiyoruz. Aynı zamanda Batılı emperyalistlerin güçleri ve bilinen her aracı ile Türk ulusunu emperyalizme araç yapmak istemelerine engel oluyoruz. Böylece bütün insanlığa
    hizmet ettiğimiz kanısındayız.” (22.10.1922)

    AKP = RTE dün TTK (Türkiye Taş Kömürü Kurumu) satışını da Torba Yasanın 58. maddesini geri çekerek iptal etmek zorunda kaldı.. Madenciler Bartın’da kendilerini madene hapsedince..

Dileriz bu gelişmeler kalıcı olsun.. AKP = RTE takiyye yapıyor değil de yıllaaaar yıllar sonra Türkiye – Dünya – ATATÜRK gerçeğini sonunda görüp – kavramış ve artık O’na saldırmaktan vazgeçmiş olsunlar.. İnanınız en başta kendilerinin olmak üzere hepimizin yararına olacak.
Bu arada Başbakan B. Yıldırım’ın ABD’de uzuuun uzun kalarak Başkan Yardımcısı Pence ile neleer mi neler görüşecek / pazarlık edecek?? Öyle çok merak ediyoruz ki şu Zarrab sorunu korkunç karın ağrıtırken nasıl ve ne gibi muazzam – devasa ödünlerle çözülecek?? Malta’daki oğullarına – yakınlarına ait olduğu savlanan şirketler, “ateşi düşmeyen” (!?) Dolar vd.

Bir de AKP = RTE, 2018 Ekim’inde yeniden yaz saatına dönüyor.. Önce Danıştay kararı ile inatlaşma, ardından Suudi Kralı Salman’ın ABD baskısı ile Hicri takvimden Miladi takvime geçişi m, neden oldu acaba? Benzer baskı Türkiye’ye de mi yöneltildi??  ABD / Trump radikal İslamı dizginlemede kesin kararlı gözüküyor.. Dünüşüme de “Kale” den, Vehhabi  burçlarından başladı.. Suudi Kral Salman, “Ilımlı İslama” geçeceklerini ilan etti.. Kadınlara araba kullanma hakkı gibi.. Bu daha başlangıç!

Sevgi ve saygı ile. 08 Kasım 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

İNGİLİZ SAVAŞ GEMİLERİ GELDİKLERİİ GİBİ GİDERLER: MUSTAFA KEMAL

İNGİLİZ SAVAŞ GEMİLERİ GELDİKLERİ GİBİ GİDERLER: MUSTAFA KEMAL

Dr. Ali Nejat ÖLÇEN

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

Hiçbir Batı ülkesinde bizdeki kadar nankör, art niyetli ve alçak kişiler yetişmemiştir. AKP iktidarının bu tür insanların ortaya çıkmasına neden olan davranış ve kararları bir gün tarihin çöplüğünde yok olup gidecektir.
Kendi yakın tarihini öğrenmeye bile gereksinim duymayan böylesi nankör ve alçakların kişilerin ortaya çıkılının nedenleri, bir gün Sosyal Psikoloji’nin gündeminde yer alacaktır elbet.

Bir İngiliz yazarın yıllar sonra yazdıklarını kaynak göstererek 14 Kasım 1918 tarihinde “İngilizlerden görev isteğinde bulunduğu”nu doğruymuş gibi nasıl ileri sürebilirler anlamak olanak dışıdır. Onların zihinlerini çarpıtan psikolojik olguyu, uzmanlar inceleyerek yorumlayabilmelidirler. Böylesi çarpıklaşan zihin nasıl oluşabilir, hangi kanı ve sanılardan etkilenebilir ve bu denli gerçek dışı zanlara nasıl ulaşılabilinir. Öyle umuyoruz ki 21. yüzyılda bu alanı psikoloji bilimine kazandıracak bir Sigmund Freud (1856-1939) ülkemizde yetişebilmelidir. Bu kişilerin “nervous disorders”ini yaratan olayların  “hysteria”sı incelenmelidir. Ve belki de bu inceleme sonucunda AKP kadrolarının  “nervous disorders”lerinin yorumu ortaya çıkacaktır.

Şimdi kim olduğu kimsenin ilgisini çekmeyen İngiliz yazarı, 14 Kasım 1918 günü Mustafa Kemal Paşa’nın İstanbul Boğazında demir atan ülkesinin donanmasını gördüğünde acaba merak edip öğrenmek amacıyla O’na soru yöneltti mi? Yönetseydi acaba ne yanıtı alacaktı:

  • Geldikleri gibi gideceklerdir, yanıtını alacaktı.İşte geldikleri gibi gittiler. (Kaynak: Türk İstiklâl Harbi, s. 80. Selahattin Tansel, Mondoros’tan Mudanya’ya Kadar, MEB, 1991, s. 75) Ve o İngiliz yazar, 1 Kasım 1918’de Mustafa Kemal’in Ali Fethi (Okyar) ile Minber gazetesini çıkarmaya başladıklarını acaba biliyor mu:

Ve İstanbul’da demir atan İngiliz ve Yunan savaş gemilerinin nasıl ve kimin öncülüğünde ülkelerine geri döndüklerini öğrendi mi? Ve Çanakkale’den Anadolu’ya ulaşacağını sanan  komutan Churchill, ”Can çekişen bir İmparatorluk içinden çıkan bir kahraman, bir milletin varlığını meydana koydu..” diyebilmişti.

Ülkemizdeki nankör, ard niyetli ve alçak yaratıklar Churchill bu sözlerini işiterek acaba utanç duyacaklar mı? Osmanlıcılıkçılar o can çekişen devleti mi yeniden yaratacaklarını sanıyorlar? Mustafa Kemal Atatürk’ün yoktan var ettiği Cumhuriyetinin ve Devrimlerinin koruyucuları varken Osmancılığı tarihin çöplüğünden çıkarmaya kimsenin gücü yetmeyecektir.

Böyle biline. (17.8.2017)
===========================================
Dostlar,

Sayın Ali Nejat Ölçen Cumhuriyetimizden yaşça büyüktür. 95’i bulmuştur!
İTÜ mezunu mühendis, Ekonomi doktoralı (Sağlık Ekonomisi tezli) politikacı ve eski CHP milletvekilidir. Tam katıksız bir Cumhuriyet aydını ve Mustafa Kemal ATATÜRK sevdalısıdır.
Kendisi ile geçmişte ADD (Atatürkçü Düşünce Derneği) Genel Yönetim Kurulunda birlikte çalışmaktan mutluluk duyuyoruz..

Milletvekillerine tanınan kıyak emeklilik ödemesini etik bulmayıp, hak etmediğini düşünerek, iade etme yolu da olmadığından, yaklaşık 20 yıldır ‘‘TÜRKİYE SORUNLARI” başlıklı kitapçığı 2 ayda bir çıkararak ücretsiz dağıtmaktadır. Dileyen, www.olcen.net web sitesinden kendisine erişerek, bu değerli çalışmanın kendisinde de gönderilmesini isteyebilir.. En son 115. sayı Mart 2017’de web sitesinde yüklüdür. (Kimi sayılarda biz de yazdık…)

Sayın Dr. Ali Nekat Ölçen büyüğümüze ülkemize kattıkları ve katacakları için şükran borçluyuz..  Yazdığı kitaplar sayıca 10’a yaklaşıyor.. O’nu okumak ve tanımak gerek..
Kendisine, aydınlık üretimini sürdürecek nice sağlıklı yıllar dileriz..

Sevgi ve saygı ile. 17 Ağustos 2017, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com