Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

Atatürk ve Mülkiye

VECDİ SEVİĞ
GAZETECİ

Cumhuriyet, 06 Kasım 2021

Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi ya da tarihsel adıyla Mülkiye’nin kuruluşunun üzerinden 162 yıl geçti. Okulun Ankara’da eğitime başlamasının da 85. yılı. Özel trenle İstanbul’dan yola çıkan öğrencileri zamanın Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Abdülhalik Renda ve çok sayıda milletvekilinin de aralarında bulunduğu kalabalık bir topluluk, Ankara’da 6 Kasım 1936 günü karşılamıştı.

GAZİ’NİN SÜRPRİZİ

Bir gün sonraki gazeteler Cumhurbaşkanının incelemelerine ilişkin haberleri birinci sayfalarında veriyorlar, Mülkiye Mektebi ziyareti hakkında şu bilgiyi aktarıyorlardı:

“Gazi, Yıldız’da bulunan Mülkiye Mektebi’ne teşrif buyurdular. Talebe askeri talimde olduğu için mektepte ders yoktu. Cumhurbaşkanı sınıfları gezmeyerek mektep müdürü Hamit Bey’den mektebin talebe mevcudu, eğitimi hakkında izahat aldılar ve 14.30’da otomobillerine binerek mektepten ayrıldılar.”

Haberde küçük bir hata vardı, Cumhurbaşkanı Yüksek Öğretmen Okulu’na bir yıl önce atanmış bulunan Hamit Bey’den değil yerine gelen okul müdürü Babanzade Şükrü (Baban) Bey’den bilgi almıştı.

Şükrü Baban, yıllar sonra okulun 1944 yılı mezunlarından Nuri İnuğur’a, Atatürk’ün ziyaretinin önceden haber verilmediğini, bir memurun “Gazi Paşa geliyor efendim” diye uyardığını, karşısında Gazi’yi görünce şaşırdığını anlatıyor ve şunları söylüyordu:

“Mekteple ilgili sualler sormaya başladılar. Talebe mevcudu, ders durumu, ihtiyaçlar ve masraflar hakkında konuşuyorlardı. Ben, bir an yerime oturup oturmamak için tereddüt ettim; sonra makamıma oturdum. Biz bu konuşmayı yaparken kapı açıldı; kapıda Şükrü Kaya, Ruşen Eşref ve Kılıç Ali Beyler göründüler. Kendileri, benim makamıma oturmuş, Atatürk’le rahat rahat konuştuğumu görünce bir tuhaf oldular ve ayakta beklediler.”

‘ANKARA’DA MUAZZAM BİNA’

Şükrü Baban, Atatürk’ün “Bir talebiniz var mı benden? İstediğiniz bir şey varsa bildirin” sözlerine “Biz dertlerimizi Maarif Vekili ile hallediyoruz” karşılığını vermiş, 4 Aralık’ta okulun yıldönümü olduğunu belirterek törene katılmaları halinde öğrencilerin çok sevineceğini, “hocaların şeref kazanacaklarını” aktarmıştı.

Şükrü Bey, öğrencisine anılarını anlatırken “Bu konuşma yapıldığı zaman ekim ayında idik” diye ekliyor, Gazi’den “Daha vakit var; zamanı gelince bana hatırlatın” karşılığını aldığını bildiriyordu. Baban, 4 Aralık yaklaşınca Dolmabahçe Sarayı’na gittiğini, “Başyavere kendini tanıtarak Atatürk’ün emirlerini” hatırlattığını, aldığı yanıtın olumsuz olduğunu belirtmeyi de unutmuyordu.

Şükrü Baban’ın buradaki tarihleri verirken yanıldığı anlaşılıyor. Müdürlük görevine başladığı tarihten sonra Atatürk iki kez İstanbul’a gelmişti. Her iki gelişi de ekim ayında değildi. Babanzade Şükrü Bey, 4 Aralık 1930 günü müdür olarak katıldığı ilk kuruluş yıldönümü törenindeki konuşmasında, “Gazi hazretlerinin okulu ziyaretleri dolayısıyla şükranlarını” sunduğunu belirttiği, gazete haberlerine de yansımıştı.

Şükrü Baban, Nuri İnuğur’a anılarını aktarırken Atatürk’ün ziyaretinden bağımsız biçimde, “Mülkiye Mektebi’nin Ankara’ya nakline de muhalefet etmiştim” diyor ve ekliyor:

“O zamanki Maliye Vekili Fuat Ağralı, Yıldız’daki mektebe gelmişti. Görüşme sırasında Mülkiye’yi Ankara’ya nakledeceğini, ıslah edip hocaları ve talebeyi refaha kavuşturacağını, konforlu bina sağlayacağını söyledi.”

Maliye Bakanlığı görevine 1934’te gelen Ağralı ile yapılan konuşmanın bir benzeri Atatürk’ün ziyaretinde yapılmış olabilir mi?

Bu soruya doğrudan yanıt vermek olanaksız. Ama Atatürk’ün o gün ziyaret ettiği Harbiye’den ayrılırken “Bu bina, artık bugün bir mektep binası olmaktan çıkmıştır. Hatta Cumhuriyet ordusu için bir kışla dahi olamaz. Bir an evvel Ordunun yarınki zabitlerini bu binadan çıkarmak lazımdır” dediği bir gün sonra gazetelerde yayımlanmıştı. 6 Aralık günü de Cumhuriyet gazetesinin birinci sayfasındaki “Harbiye Mektebi” üst başlığı altında verilen “Ankara’da muazzam bir bina yapılacak” haberi göze çarpıyordu.

‘YÜKSEK DEĞERDE ARKADAŞLAR’

Projesini Avusturyalı mimar Clemens Holzmeister’in hazırladığı Harp Okulu binasının yapımı 1935’te tamamlandı, öğrenciler 25 Eylül 1936’da Ankara’ya taşındı.

1935 yılı baharında Milli Eğitim Bakanı Abidin Özmen, bir başka Avusturyalı mimar Ernest A. Egli’ye Cebeci’de “Mülkiye için bir bina projesini süratle uygulamaya koyması görevini” verdi. Aynı tarihlerde binanın yapımı ve okulun Ankara’ya taşınması için yasal düzenleme tamamlandı.

Atatürk, okulun İstanbul günlerinin son yılına girilirken yayımladığı mesajda, Mülkiyelileri

  • Türk ulusunun tam anlamı ile millet olmasına çalışan, modern bir Türk devleti kurmak için” özveriden kaçmayan “yüksek değerde arkadaşlarım” olarak niteliyordu.

Okulun taşınmasına bir hafta kala Milli Eğitim Bakanı’nın Mülkiye’den sınıf arkadaşı Mehmet Emin Erişirgil, müdürlük görevini Şükrü Bey’den devraldı. Birçok öğretim elemanı Ankara’ya gelmeyi kabul etmemiş, başkentte yeni bir kadro oluşturulmuştu.

Kurulduğu 1859’dan 1936’ya kadar İstanbul’da 11 farklı binada öğrenci yetiştiren Mülkiye, 85 yıldır Ankara’nın Cebeci semtinde Atatürk döneminde yapılan binasında eğitimini sürdürüyor.
=======================

Dostlar,

Değerli gazeteci Vecdi Seviğ’e bu önemli yazısı için bir “Mülkiyeli” olarak teşekkür ederiz.

Dr. Ahmet Saltık
Mülkiye 2016 Mezunu
Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü

TÜRKÇE

TÜRKÇE

On beş bin yaşındaki Türk insanının
Ve yedi bin yıllık kadim Türk halkının,
Ulusal ve kutsal ulu anadili Türkçe,
Asla ezdirilmiyecektir bu hayinlere.

Onlar, onu,Arapça’ya tutsak
Ve Yeni Osmanlı’caya uşak
Yapmayı düşlüyorlar
Ve satmayı istiyorlar.

Bu en hayin emellerinin kursaklarında kalacağı günler,
Bu yurda ve ulusa er veya geç ama mutlaka gelecekler.
İşte o zaman yediden yetmişe tüm çocuk, kadın ve erkek yurttaşlar,
Onu çok daha derin ve ulu bir sevgi ve saygı duyarak konuşacaklar.

Gönül Pınar Atacı, 7 Kasım 2021

İTİBAR KALDI MI?

Rifat Serdaroğlu
DOĞRU Parti Genel Başkanı

7 Kasım 2021

İtibardan tasarruf edilmez” sözü, gerçekte doğru bir sözdür.

Fakat, itibarınız var ise!
AKP Genel Başkanı T.C. Devletinin itibarını o kadar düşürdü ki, itibarımız dünyada dip yaptı!

ABD Başkanı, “Demokrasi Zirvesi” isimli uluslararası bir toplantı düzenliyor,
107 ülkeyi davet ediyor ama içlerinde Türkiye yok!

Birleşmiş Milletler Genel Kuruluna katılmak üzere New York’a giden Erdoğan’ı, aynı uçağın arka kapısından inip, ön kapıya koşarak giden Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu karşılıyor!

Fener Rum Patriği 23 Ekim – 3 Kasım arasında Amerika’yı ziyaret etti.
Patriği, ABD Başkanı Biden kabul etti ve görüştü.
Patrik, ABD Dışişleri Bakanı Blinken ile de görüştü!

Kim bu Patrik?
Erdoğan’ın beğenmediği Lozan Antlaşmasına göre;
Patrik, T.C. Yasaları çerçevesinde idari açıdan Eyüp Kaymakamlığına, Fatih İlçesi C. Savcılığına ve İstanbul Valisine bağlıdır. Çoğu cemaatsiz olan 18 Metropolit tarafından yapılan seçimin onayını İstanbul Valisi verir.
Patriğin T.C. Devleti içindeki en yüksek dereceli muhatabı İstanbul Valisidir!

T.C. Cumhurbaşkanı’nı hiçbir Amerikalı yetkili karşılamayacak, ABD Başkanı zaman ayırmayıp görüşmeyecek ama, Türk Devletindeki en yüksek makamdaki muhatabı İstanbul Valisi olan Patrik, Başkan tarafından kabul edilecek…

T.C. Devletinin 12’nci ve 11’nci Cumhurbaşkanları hariç, hiçbir Cumhurbaşkanı böyle bir rezilliğe izin vermedi!

Yaaa Erdoğan, işte sana gösterilen itibar! İster tasarruf et, ister etme!

Azizi Türk Milleti;
Tarih bilmezliğin, kendi devletine “Çömez Devlet” demenin, ülkesinin tapusu olan antlaşmayı haksız olarak yerden yere vurmanın sonucunu birkaç cümle ile anlatmak isterim.
Fener Rum Patrikhanesi’nin Türkiye’de birkaç bin kişilik Rum Ortodoks cemaati var. Patrik, “Ekümenik” olarak tanınmak istiyor. Yani “Ben dünyadaki tüm Ortodoksların lideriyim, beni böyle tanıyın” demektedir.

Moskova Patrikhanesinin 200 milyon kişilik bir cemaati var ve Fener Patriğinin Ekümenik olarak tanınmasına Rus Devleti şiddetle karşı!

Bizim çok bilmiş Bademler, Rus Devleti ile ilişkilerimizin bozulmasını ister gibi, Ukrayna’nın, Fener Patriğinin yetki alanına girmesini istediler!

Fatih Sultan Mehmet’ten bu yana, devlet olarak kullandığımız bu koz, Bademlerin salaklıkları yüzünden Rus Devleti ile ilişkilerimizin gerilmesine neden oldu…

Ezik Bademler, bir Cihan Devleti olan T.C. Devletinin itibarına hep darbe vurdular.
11. CB Gül ve dönemin Başbakanı Erdoğan, Türkiye’yi ziyaret eden Suudi Kralı, Anıtkabir’e ve Çankaya köşküne çıkmamasına rağmen, Arap Kralın otel odasına koşarak gitmişlerdi! (T.C. Cumhurbaşkanı, yurt içinde kimsenin ayağına gitmez, gidemez. Herkes Cumhurbaşkanı’ nın ayağına gitmek zorundadır. Türk Devlet geleneği budur!)

Gül, Türkiye’ye gelen İngiltere Kraliçesi’nin, kendisini ziyaret etmemesine rağmen kaldığı gemiye, yani Kraliçe’nin ayağına gitmişti. Üstelik İngilizler gemide Türk Bayrağı asmamıştı!

12. CB Erdoğan, Lozan Antlaşmasına ve Türkiye’nin menfaatlerine aykırı olarak, her biri Türk Vatandaşı olması gereken Fener Metropolitlerinin yabancılardan seçilmesine izin vermişti.

12. CB Erdoğan, kendisine verilen “BOP Eşbaşkanlığına” kanarak, Irak ve Suriye’de milyonlarca Müslüman’ın katledilmesine, tecavüze uğramasına sebep olmadı mı?

Geçmişinizi bilmezseniz, Türk ve Müslüman düşmanlarının tuzaklarına düşersiniz. Sonunda da, değil 3 tane, 300 tane Sarayınız olsa da tarihe, ülkesine ihanet etmiş adam olarak geçersiniz. Yazık, çok yazık…

Not;
Yarın, zaman bulabilirsek şu Patrikhane gerçeğini bir daha anlatalım. Çünkü bu konu önümüzdeki yıllarda başımızı çok ağrıtacak.

Sağlık ve başarı dileklerimle, 07 Kasım 2021

 

Ekmek Bulamıyorsanız… 

Zafer ArapkirliZafer Arapkirli
Cumhuriyet, 05 Kasım 2021
İnsan gerçekten merak ediyor.

Ekonomik felaketin, buhran seviyesindeki krizin derinleştiği şu günlerde, ülkeyi yönetenlerin ve onların yandaşı-yardakçısı-beslemesi konumundakilerin ağızlarından çıkan her şey, artık bu kategoriye girmeye başladı.

Peygamber’in hadislerine atıfta bulunarak “Efendimiz, zaten midemizin üçte birinin boş kalmasını buyurmuşlardı” diye insanlarla alay eden mi istersin?

“Kurumuş bayat ekmekleri ziyan etmeyin, değerlendirin” diye sözüm ona “füzyonik” yemek tarifleri veren mi istersin?

Enerji faturalarının giderek daha acımasız ve “can acıtıcı” hale gelmesi karşısında insanların karşısına geçip “Kombinin ayarını biraz kısın. Bir ampul az yakın. Yemeği kısık ateşte pişirin” diye akıl veren mi ararsın?

Kamikaze bombardımanı gibi peşpeşe yağan zamları “Minicik minicik yapıyoruz. Çok acıtmıyordur yahu… Abartmayın” mealinde konuşup insanları iyice salak yerine koyanlar mı istersin?

Bir de bütün bunlar yetmiyormuş gibi, “Cumhurbaşkanı’nın sağlığı ile ilgili söylentiler dolaşıyor. Acaba ne olmuş?..” diye haklı olarak merak edenleri, adeta “vatan haini – terörist – anarşist” ilan ettiler.

Sanki bu ülkeyi yöneten ve 84 milyon vatandaşın her biri ile ilgili çok önemli – hayati kararlar alma konumunda bulunan en güçlü kişinin sağ mı, salim mi, hayatta mı, akıl ve fiziki sağlığının yerinde mi olduğunu merak etmek suçmuş gibi.

Bir tek buyruğu ya da bir tek imzası ile her birimizin hayatını doğrudan etkileme gücüne sahip bir kişinin, sağlıklı düşünüp sağlıklı karar verebilmesini dert edinmek, niye suç oluyormuş, hanımlar beyler?

Sanki bunun cevabı, hamasi gövde gösterileri ve sloganlar eşliğinde alelacele TV ekranlarına koşturulan, gazete manşetlerine taşınan “Dimdik ayakta. Çatlayın patlayın” mesajlarıymış gibi.

Yapacağınız şey, ya canlı yayında kendilerinin “bizzat zuhur ederek” söylentileri yalanlaması ya da güvenilir bir raporla, “neyi varsa ya da yoksa” açıklanması ve vatandaşın ikna edilmesidir.

Siz ne yaptığınızın ve aslında zaten omuzlarına hep birlikte insafsızca ağır bir yük yüklediğiniz “Şahsım”ın kendisine zarar verdiğinizin farkında mısınız?

DEMOKRASİLERİN KUSURLARI VE ONARIMI ÜZERİNE KISA NOTLAR

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Değerli sosyal antropolog Prof. Bozkurt Güvenç diyor ki:

” Demokrasi, yönetim sorumluluğunun, seçmen ile yöneten arasında belirsiz kaldığı özürlü bir düzendir. Daha iyisi bulunamadığı için bel bağlanmışızdır. Yönetenleri ve prenslerini değiştirebiliriz AMA SEÇMENLERİ NASIL DEĞİŞTİREBİLECEĞİZ (cehaleti nasıl yok edebileceğiz)? Asıl soru ve sorun sanırım buradadır.(1)

Sizce haksız mı? Çoğunluk cahil kaldıkça, halkın bilgisizlik ve cehaletinden kendilerine ikbal ve istikbal türetmek isteyen ırk, din, mezhep, tarikat ve cemaat istismarcıları kitlelerin cehaletini sömürmeye devam edeceklerdir. Ne diyor Mustafa Kemal Atatürk;

  • Dünyada en gerçek yol gösterici bilimdir.”

Ne diyor Hünkâr Hacı Bektaş Veli;

  • Bilimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır.”

Kıssadan hisse                 :

Demokrasilerin kusurları bile, aklı ve bilimi toplumun ve devletin, istisnasız (AS: ayrıksız) her alanında egemen kılarak cehaleti yok edip genel toplumsal zihniyeti çağdaşlaştırmakla olur.
Bu nedenle; Türkiye’deki eğitim sisteminin yeniden kusursuz olarak laikleşmesine, bozulmuş eğitim ve öğretim birliğinin (AS: tevhidi tedrisat) yeniden onarılmasına, eğitimin her alanında aklın ve bilimin geciktirilmeden egemen kılınmasına şiddetle gereksinim vardır.

Sonuç              : 

  • Toplumun çoğunluğu çağdaşlaşırsa siyasal yönetim mutlaka çağdaşlaşmak zorunda kalır.
  • “Her toplum layık olduğu yöneticilerle yönetilir.” özdeyişi bu nedenle söylenmiştir.

    (1)- GÜVENÇ, Bozkurt. Demokrasi Din Devlet, Efil yayınları, 2015, syf.111.

HALİL ÇİVİ ŞİİRİ: GÜZEL TÜRKÇEM…

ŞİİR KÖŞESİ..

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

GÜZEL TÜRKÇEM…

Güzel Türkçem ana sütü gibi ak,
Güzel Türkçem bebek kalbi gibi pak,
Güzel Türkçem kar suyu gibi berrak.
Anadilim namusumdur, korurum,
Bayrağımdır, uğruna can veririm.
Xxx
Güzel Türkçem akan söz ırmağımdır,
Güzel Türkçem Yaradanla bağımdır,
Güzel Türkçem dilimdir, kulağımdır
Anadilim namusumdur, korurum.
Bayrağımdır, uğruna can veririm.
Xxx
Güzel Türkçem kültürümün rengidir,
Güzel Türkçem dilimin ahengidir,
Güzel Türkçem varlığımın dengidir,
Anadilim namusumdur, korurum,
Bayrağımdır, uğruna can veririm.
Xxx
Güzel Türkçem bana ana dilidir,
Güzel Türkçem aklımın bülbülüdür,
Güzel Türkçem Atatürk’ün yoludur,
Anadilim namusumdur, korurum,
Bayrağımdır, uğruna can veririm.
Xxx
Güzel Türkçem ses üretir sözüme,
Güzel Türkçem sözcük olur yazıma,
Güzel Türkçem beni bağlar özüme.
Anadilim namusumdur, korurum,
Bayrağımdır, uğruna can veririm.
Xxx
Güzel Türkçem bağlamamda sesimdir,
Güzel Türkçem sohbetimde sözümdür,
Güzel Türkçem havamdır, nefesimdir.
Anadilim namusumdur, korurum,
Bayrağımdır, uğruna can veririm .
Xxx
Güzel Türkçem benliğimde ben olur,
Güzel Türkçem varlığıma ten olur.
Güzel Türkçem ulusuma can olur.
Anadilim namusumdur, korurum,
Bayrağımdır, uğruna can veririm.

 

 

17 Mart 2009 Malatya,
Güncel yazım : 01 Kasım 2021 Çiğli / İZMİR

Cumhuriyet ve sağlık

author

Bu gün önemli bir gün, Cumhuriyet’in ilanının 98. yılı. Cumhuriyeti ve sağlığı ele almamız yerindedir. Yıllardır iktidarın dile getirdiği 2023 hedefleri vurgusu var. Yapılan Anayasa değişiklikleriyle, pek çok düzenlemeyle rejimin dönüşümü tartışılıyor. Bir yandan yeni Anayasa gündeme getirilirken diğer yandan değişmez hükümlerinin tartışmaya açıldığına tanık oluyoruz. Laiklik gibi insanlığın yüzlerce yıllık mücadelesi ile elde edilen kazanımlara şekil olarak bile tahammül edilmiyor. En temel hakların, özgürlüklerin alındığı, eşitlikten söz etmenin olanaksız olduğu bir dönemi yaşıyoruz. Sadece Türkiye’de değil, pek çok ülkede dünyayı felakete sürükleyen benzer politikaların uygulamada olduğu görülüyor. Pandemi tüm olumsuzlukları daha da belirginleştiriyor.

Yüzüncü yılına doğru giderken Cumhuriyet neyi başardı, neyi başaramadı? Olumlu ve olumsuz örnekler verilebiliyor. “Kimsesizlerin kimsesi” olabildi mi? Toplumun tüm kesimlerine adaleti, hakkaniyeti götürebildi mi? “Yurtta barış, dünyada barış” hedefine ne oldu? Darbelerle, idamlarla, işkencelerle dolu siyasi tarihinin sonunda ülkenin durumu ortadadır. Nasıl oldu da gelir adaletsizliğinin bu kadar derinleştiği, grevleri yasaklamakla övünen, her türlü hak arama mücadelesinin şiddetle ya da soruşturmalarla bastırıldığı bir ülke olduk? Basın özgürlüğünde, insanî gelişmişlikte sürekli gerileyen, adaletin, kurumların aşındığı, havasına, suyuna sahip çıkamayan, kadın cinayetlerini durduramayan hallerimizi görmemiz, bu ülkede yaşayan herkesi gözeten bir Cumhuriyet’i hedeflememiz gerekiyor.

Sadece insanların değil, hayvanların, bitkilerin, denizlerin, ormanların ülkenin ve dünyanın hallerine tahammülü kalmadı. Herkesin bulunduğu yerden daha iyisinin ne olduğunu ve nasıl başarılacağını tartışması gerekiyor. Eğitimde, sağlıkta, uluslararası ilişkilerde, ekonomide, sanatta, siyasette, tarımda, sanayide, enerji politikalarında, sayamadığım tüm alanlarda ne istediğimizi tarif etmeli ve gerçekleştirmenin yollarını bulmalıyız. Ülkenin bunu yapabilecek birikimi var.

SAĞLIKTA NE İSTİYORUZ?

Sağlık alanından buraya katkımız olur mu?

Cumhuriyet, sağlığı çok olumsuz koşullarda devraldı. Yaptıkları, yapamadıkları, yapmadıkları oldu. Kimi zaman ülke koşularına uygun politikalar üretti, salgınlarla mücadelede, halk sağlığını önceleyen sosyalleştirme çabalarında olduğu gibi başarılı hamleleri oldu. Bunlar yerini piyasacı sağlık politikalarına bıraktı. Aşısını, ilacını kendi üreten kurumlardan, bunları kapatıp her şeyi satın almaya yönelen anlayışlara geçildi. Hastalanmamayı öncelemekten hastalıktan para kazanmaya, hatta hasta garantisi vermeye giden dönüşümler yaşandı. Tıp eğitiminde örnek alınacak atılımlar sonrasında kurumlarını aşındıran, hakkaniyeti, liyakatı bozan adımlar atıldı. Çok iyi çalışan hastaneleri kapatılıp çürümeye terk eden, bunlara karşılık şehir dışına çok pahalıya mal olan dev hastaneler yapan, buralara ulaşımı sağlayabilmek için ayrıca milyarlarca lira harcayan sağlık ve ülke yönetimi devam ediyor.

İşte bu koşullarda Cumhuriyet’in yeni yüzyılına girerken, Covid-19 salgınının belirginleştirdiği sorunları da görerek nasıl bir sağlık sistemi istemeliyiz? Sağlıklı olmanın koşulları neler? Sağlığın finansmanı nasıl olmalı? Kadın, çocuk, okul, işçi, yaşlı sağlığı alanlarında yapılması gerekenler? Sağlık çalışanlarının eğitimlerinden, çalışma koşullarına, özlük haklarına kadar atılması gereken adımlar neler? Tüm bunları tartışmak, doğrusunu tarif etmek ve çözümler önerebilmek amacıyla hekimleri, sağlık çalışanlarını, bu konulara ilgi duyan değişik disiplinlerden insanları bir araya getiren bir forum/tartışma platformu kuruluyor. Yöntemleriyle, farklı üretimleriyle “sıra dışı bir forum”, örnek olabilecek bir çalışma bu.

Sorunlara cevaplarımızı katılımcı biçimde tartışmak, karar alıcılara anlatmak ve daha iyisini elde etmeye çabalamak için kritik bir zamandayız. Neden mi? Şimdiye kadar yapılmadığından değil, doğrusunu ortaya koyup mücadele etmek yaşamsal hale geldiğinden.

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 3 Kasım 2021

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

YİYİN

CHP Kütahya Milletvekili Ali Fazıl Kasap tarafından hazırlanan ve kamu görevlilerinin birden çok maaş (AS: aylık) almasının engellenmesini öngören kanun teklifi (AS: yasa önerisi), TBMM Genel Kurulunda AKP ve MHP milletvekillerinin oyları ile reddedildi.

Yiyin efendiler yiyin…

ŞİKE

Demirören Holding’in, Ziraat Bankası’ndan çektiği milyonlarca dolarlık kredi karşılığı ipotek ettirdiği İstanbul Göktürk Kemer Country’deki golf sahası arazileri, beş yıl süreli toplam 15 milyon liraya Demirören’e kiralandı.

Futbolun içinden, şikeyi bilir…

KATLAMA

Yoksul aile sayısı son bir yılda 3.3 milyondan 6.6 milyona çıkarak ikiye katladı.

Verin ekonomist kardeşinize yetkiyi hemen düzeltsin!…

KAYMAKAM

Bafra Anadolu Lisesi Mezunlar Derneği tarafından organize edilen (AS: düzenlenen) ve bütün ilçe halkının davetli (AS: çağrılı) olduğu Cumhuriyet Yürüyüşü, Muharrem İnce katılacak diye Kaymakam Cevdet Ertürkmen tarafından iptal edildi.

Gücün kaymakamı…

DİYANET

Diyanet, Cuma Hutbesinde 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nı kutlarken Mustafa Kemal Atatürk’ün adını yine anmadı.

AKP’nin yobaz diyaneti…

AKİT

Yeni Akit yazarı Ali Karahasanoğlu, AKM‘nin yapılışına karşı olduğunu, oradaki etkinliklerin çoğunun dinimize aykırı olacağını yazdı.

Ortaçağ…

İRONİ

Anıtkabir’deki Cumhuriyet Bayramı törenine ve AKM’nin açılışına muhalif (AS: karşıt) (Atatürkçü ve cumhuriyetçi) gazeteler alınmadı.

AKP tipi ironi…

LİNÇ

RTE, AKP grup toplantısında Çubuk’taki şehit cenaze töreninde Kılıçdaroğlu’na linç girişiminin videosunu gösterdi.

Demokrasiden mafyokrasiye…

ÖLMEYİN

AKP Genel Başkan Yardımcısı Vedat Demiröz, asgari ücret ve emekli ücretleri için, ‘”En azından insani bir şekilde yaşama seviyesine getireceğiz.” dedi.

Bir 20 yıl daha beklenirse…

İŞGALCİ

Eski HDP milletvekili Osman Baydemir, “İşgalciler bilmelidir ki şu an üzerinde misafir oldukları yeri ya Kürdistan olarak kabul edecekler ya da gelecekte Kürdistan’a komşu olacaklar.” dedi.

Hayal iyidir…

TELEFERİK

AKP’li Afyon Belediye Başkanı, yolcu garantili teleferik yaptırıp, “Teleferiğe herkes binebilir ama muhalefet asla!” yazdıracakmış.

Baş imam ….rursa cemaat de böyle yapar…

ZAM

Sanayide kullanılan doğal gaza %48 zam yapıldı.

Karadeniz’den bir gaz yatağı müjdesi daha alırsak yandık…

BAŞARI

RTE, medya haberlerinin aksine Biden’le 20 dakika değil 70 dakika görüştüğünü gururla söyledi, koltuk değneği de bunu önemli buldu.

Artık başarı görüşmenin sonucunda değil süresinde, gerisini siz anlayın…
***

HAYYAM’DAN

Dünyada olan biteni ben de görmedeyim, 
Haksızları hep baş köşelerde görmedeyim,
Fesuphanallah! Nereye bakarsam bakayım
Kendi mutsuzluğumu her yerde görmedeyim.

3 Kasım 2021 Nusret Fişek Anması

3 Kasım 2021, Nusret Fişek Anması Webinar Etkinliği


3 Kasım 2021, Prof. Dr. Nusret Fişek Anma Webinar Etkinliği programı ekte ve aşağıdadır.

ÜSTAT FİŞEK’İN “SOSYAL TIP” DEDİĞİ…

Başlıklı yazımıza da bakılması dileğiyle..

Oturumu canlı izledik youtube’da (TTB kanalında)

Şu iletiyi yazdık (chat bölümüne) :

  • ADD’nin 50 kurucusu içinde 2. sırada yer alan Nusret Fişek, aynı zamanda kalpaksız bir kuvayı milliyecidir. O’nu, emeğini, ürünlerini saygı ile selamlarım. Emaneti SOSYAL DEVLETİ ve türevi sosyal tıbbı, ATATÜRK devrim ve ilkelerini savunmayı sürdürerek O’nun anısını yaşatabiliriz. 1971’den bu yana 50 yıllık öğrencisi ve dava arkadaşı, yoldaşı olarak bu toplantıya katkı veren ve katılan herkesi saygı ile selamlarım. Dr. Ahmet SALTIK 03 Kasım 2021   

Toplantıya emek verenlere ve konuşmacı 3 değerli meslektaşımıza teşekkür ederiz.

Kaçıranlar şu adresten izleyebilir : Prof. Dr. Nusret Fişek Anma Etkinlikleri – YouTube

Sevgi ve saygı ile. 03 Kasım 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Nusret Fişek’in 1971’den beri 50 yıllık öğrencisi, asistanı…
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik

ÜSTAT FİŞEK’İN “SOSYAL TIP” DEDİĞİ…

ÜSTAT FİŞEK’İN “SOSYAL TIP” DEDİĞİ…

Nusret Hoca, bir sosyal tıp örgütlenmesini özlüyordu. Yarım yy’lık meslek yaşamının tümünü bu uğurda savaşımla sürdürdü. Binlerce hekim yetiştirdi. Ülküsü ve mesajının, -yurt dışındakiler bir yana- bu binlerin beyninde ve yüreğinde yer ettiğinden kimsenin kuşkusu olmasın… 

Türk ve Dünya insanlarının sağlığının korunması ve geliştirilmesi ereğini yaşamının başlıca uğraşı kılan ve 52 yıllık hekimlik hizmetinin tümünü bu doğrultuda veren Prof. Fişek‘in yorulmak bilmeyen yüreği, 3 Kasım 1990 günü durdu. Ölümünden hemen önce ağzından dökülen sözler, “Sosyal tıbbı koruyun” oldu. Acaba neydi bu büyük sağlık emekçisinin “Sosyal Tıp” tan kastı? ABD’de bakteri biyokimyası doktorası yaparken nasıl olmuştu da Sosyal Tıp anlayışını benimsemişti?

İstanbul Tıp Fakültesi 1938 yılı mezunu Dr. Fişek, aynı yıl Adana Sıtma Enstitüsü’nde sıtma savaş hekimi olarak ülkesinin sağlık ordusuna katılmıştı. 2. Dünya Paylaşım Savaşını izleyen yıllarda ABD’de Harvard Tıp Fakültesinde doktora yapmıştı. Bu yıllarda, tüm  Dünyada hekimlik ve  sağlık sorunları ile tıp hizmetleri  yaygın olarak  tartışılıyor ve 16. yy’da  T. Moore’un, 19. yy’da S. Neuman, R. Virchow, E. Chadwick’in.. temellerini attığı Sosyal Tıp felsefesinin olgunluk dönemi yaşanıyordu. 2 Büyük Savaştan büyük yaralar alarak çıkan insanlık, dev boyutlara varan sağlık sorunlarına çözüm arıyordu. Halk yorgun düşmüştü, kaynaklar son derece sınırlı idi. Özetle Dünya koşulları, olgunluk dönemindeki bu felsefelerin artık yaşama geçirilmesi için çok uygundu. S. Neuman, 1847’de “Tıp aslında sosyal bir bilimdir” demişti. R. Vichow daha da ileri giderek; “Tıp, iliğine, kemiğine dek sosyal bir bilimdir.” diyordu. Virchow, “Hekimlikte Reform” adlı yapıtında şu görüşlere yer veriyordu:

  • Herkesin çalışma hakkı vardır.
  • Herkesin sağlığının korunması toplumun görevidir.
  • Hükümet halkın sağlığı ile yakından ilgilenmelid
  • Sağlığı geliştirme ve hastalıklar ile savaş yalnızca hekimlik hizmetleri ile sağlanamaz.
  • Sağlık ile sosyo-ekonomik koşullar arasındaki etkileşim, önemli bilimsel araştırma konularıdır. 

A. Grotjhan, 1915’te yazdığı “Sosyal Patoloji” kitabında; sosyal hekimliğin 3 ana ilkesini özetliyordu:

  1. En önemli hastalık; toplumda en çok görülen, en çok öldüren ve en çok engelli bırakan hastalıktır.
  2. Bireyin ya da toplumun sağlık düzeyini belirleyen, kişinin hastalanmasına, yaralanmasına
    ya da ölümüne yol açan biyolojik ve fizik çevre etmenlerini oluşturan -veya bunların etkisini
    koşullayan- etkenler, gerçekte sosyal ve ekonomik niteliklidir.
  3. Bir kimsenin hastalığı yalnızca kendini ilgilendirmez, aileden başlayarak tüm toplumun sorunudur.

Sosyal hekimliğin en anlamlı tanımı ise R. Guerin’den geliyordu (1946) : “Sosyal hekimliğin konusu, hiçbir ideolojiye ve öğretiye bağlı olmadan hekimlik hizmetlerinin toplum yararına geliştirilmesidir.” Bu yaklaşımda hiçbir ideoloji ya da öğretiye bağlı olmama öğeleri, sosyalist hekimlik ile sosyal hekimliği birbirinden ayırma amacını gütmektedir. Sosyalist hekimlik, hekimlik hizmetlerinin sosyalist öğreti açısından ele alınmasıdır. Oysa sosyal hekimlik, tüm ideoloji ve öğretilerden bağımsızdır.

Dr. Fişek, işte bu atmosferde ABD’deki eğitimini tamamlayarak ülkesine döndüğünde; Sosyal Tıp anlayışı, yukarıda özetlenen çerçevede kafasında yerleşmişti. Doktora eğitimi sırasında kazandığı yığınla bilgi ve becerinin, aslında ülkesinin karşı karşıya bulunduğu dev boyutlardaki sağlık sorunlarını çözmede yeterli olmadığını, engin sağduyusuyla kısa zamanda sezinledi. O’na göre ülkesinin sağlık sorunlarının çözümü laboratuvarda mikroskobun altında ya da tüplerin içinde değildi. Türk insanının sağlık sorunları çok daha makro düzeyde idi ve öncelikle bütüncül (holistik) bir bakış ve çerçeve gerektiriyordu. Ağacı, giderek onun dallarını, yapraklarını.. incelerken ormanı gözden kaçırmamak gerekiyordu. Altyapıdan yoksun büyük bir kara parçası üzerinde eğitimsiz ve sağlıksız bir nüfus hızla çoğalıyordu! Endüstrileşme süreci henüz başarılamamıştı. Ülke kaynakları olabildiğine sınırlıydı. 2. Büyük Savaşın ardından, hemen her alanda halk darlık içindeydi. Başta sıtma ve verem olmak üzere; lepra (cüzzam), frengi, trahom gibi hastalıklar çok yaygındı. Örn. Tüberküloz 1. ölüm nedeni idi! “Sosyal hastalıklar” adı da verilen bu hastalıklar ülke kalkınmasına ket vuruyordu. Halk yetersiz ve dengesiz besleniyordu. Ölüm oranları ve ortalama yaşam süresi gibi öbür kimi sağlık düzeyi ölçütleri çok karamsardı…

Tüm bunlara karşın, ülkenin özgün koşulları ile uyumlu, dar kaynaklarla dev boyutlardaki ivedi sağlık sorunları ile ussal savaşıma elverecek ulusal bir sağlık politikası ortalarda yoktu. 1950’lerden sonra siyasal iktidarlar sağaltıcı (tedavi edici, iyileştirici) sağlık hizmetlerine daha çok ağırlık vermeye başlamıştı. Ancak bu hizmetler çok pahalı ve sınırlı idi ve büyük kesimi yoksul olan, kırsal kesim insanına ulaştırılamıyordu. Henüz sosyal güvenlik kavram ve kurumları toplumun gündemine çıkmamıştı. Oysa sağlık, –İnsan Hakları Evrensel Bildirisi‘nde de vurgulandığı üzere- doğuştan kazanılmış bir insanlık hakkı idi (10 Aralık 1948, md. 25) ve herkese eşit – hakkaniyetli olarak verilmeliydi. Bu Bildiriye, Türkiye Cumhuriyeti de imza koymuş bir BM üyesiydi. Öte yandan Dünya Sağlık Örgütü kurulmuş ve Türkiye, bu örgütün kuruluş Anayasasını onaylayarak üye olmuştu (1947, 5062 sayılı yasa ile). Buna göre sağlık şöyle tanımlanıyordu :

  • “… Yalnızca hastalık ya da engelliliğin bulunmaması demek olmayıp;
    bedensel, ruhsal ve sosyal yönlerden tam bir iyilik durumudur…”

Böylece, Türkiye Cumhuriyeti’nin de yasal sağlık tanımı olan bu evrensel tanımı yakalamak için sağlık hizmetlerini herkese eşit – hakkaniyetli olarak götürmenin kamusal bir görev olarak kaçınılmazlığı bir kez daha vurgulanmış oluyordu.

*  *  *

Nusret Hoca, 27 Mayıs 1960 Devrimi ile birlikte Sağlık Bakanlığı Müsteşarlığına getirilince, en büyük yapıtı olan, 224 sayılı “Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Yasası“nı yaşama geçirdi. Prof. Fişek, bu yasayı aynen şöyle tanımlıyordu :

  • ATATÜRK’ün İzinde Bir Devrim Yasası!

Bu yasa, sağlık hizmetini devlet görevi olarak temel kamu hizmetleri arasına alıyor; herkese eşit – hakkaniyetle götürmeyi hedefliyordu. Ülkenin geri kalmış yöre ve kesimlerine öncelik tanıyor;  koruyucu sağlık hizmetlerini öne çıkararak 1. Basamak Sağlık hizmetini örgütlüyordu. Yasa örgütlenme, finansman ve sağlık insangücü politikaları bakımından kendi içinde tam bir bütünlük ve uyum gösteriyordu. Sağlık planları, ülkenin sosyo-ekonomik kalkınma planlarının bir parçası idi; hiçbir biçimde şabloncu değil, özgündü. Sağlık yönetimi biliminin evrensel ilkelerinden kalkılarak; verili koşullarımız doğrultusunda uygulamalar, kurumlar üretilmişti. Pilot denemeler çok olumlu sonuçlar veriyordu. Ne var ki, Hoca Müsteşarlıktan alındıktan sonra (1965) işbaşına gelen iktidarların siyasal yeğlemeleri çok farklı idi. 1961 Anayasası’nın 49. maddesine karşın sağlık hizmetlerinin toplum yararına geliştirilmesi tavsadı, giderek tümden yadsındı ve günümüzde iki yüzyıl öncesinin köhnemiş ekonomi öğretileri (!) doğrultusunda piyasa ekonomisinin sözde liberal acımasız ve çağdışı dayatmalarına terkedildi. 224 sayılı yasa, uygulanmamakla birlikte, günümüze değin bilimsel bir seçenek de üretilemedi.

  • Neo-liberal dayatma Sağlıkta Dönüşüm, KüreselleşTİRme politikaları bütünü içinde tam yıkım oldu!

Kovit-19 salgını bu politikalarla yönetilemedi. Ardışık afetler, iklim faciası.. küresel toplumu açıkça tehdit ediyor.

Çözüm; sağlık hizmetini herkese temel bir hak olarak
kamusal sorumlulukla üstlenmek ve koruyucu hizmetlere
kesin öncelik vermek, sağlığın sosyo-ekonomik belirleyicilerini bütünsellikle iyileştirmektir.

Sevgi ve saygı ile. 03 Kasım 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
ADD kurucularından Nusret Fişek’in 1971’den beri 50 yıllık öğrencisi, asistanı…
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik

Yazımız ADD web sitesinde de yayınlanmıştır : Microsoft Word – Belge1 (add.org.tr)

3 Kasım Prof. Dr. Nusret Fişek Anma Etkinliği kapsamında Prof. Dr. Nusret Fişek’in özgeçmişi ile hakkında yazılanlardan oluşan seçki için lütfen aşağıdaki bağlantıyı tıklayınız.

http://www.halksagligi.hacettepe.edu.tr/fotogaleri/nusretsergi.php#

Prof. Dr. Nusret Fişek’in Özgeçmiş Videosunu izlemek için lütfen aşağıdaki bağlantıyı tıklayınız.

https://www.youtube.com/watch?v=GV-P6i5skLU