Etiket arşivi: Mülkiyeli

Atatürk ve Mülkiye

VECDİ SEVİĞ
GAZETECİ

Cumhuriyet, 06 Kasım 2021

Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi ya da tarihsel adıyla Mülkiye’nin kuruluşunun üzerinden 162 yıl geçti. Okulun Ankara’da eğitime başlamasının da 85. yılı. Özel trenle İstanbul’dan yola çıkan öğrencileri zamanın Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Abdülhalik Renda ve çok sayıda milletvekilinin de aralarında bulunduğu kalabalık bir topluluk, Ankara’da 6 Kasım 1936 günü karşılamıştı.

GAZİ’NİN SÜRPRİZİ

Bir gün sonraki gazeteler Cumhurbaşkanının incelemelerine ilişkin haberleri birinci sayfalarında veriyorlar, Mülkiye Mektebi ziyareti hakkında şu bilgiyi aktarıyorlardı:

“Gazi, Yıldız’da bulunan Mülkiye Mektebi’ne teşrif buyurdular. Talebe askeri talimde olduğu için mektepte ders yoktu. Cumhurbaşkanı sınıfları gezmeyerek mektep müdürü Hamit Bey’den mektebin talebe mevcudu, eğitimi hakkında izahat aldılar ve 14.30’da otomobillerine binerek mektepten ayrıldılar.”

Haberde küçük bir hata vardı, Cumhurbaşkanı Yüksek Öğretmen Okulu’na bir yıl önce atanmış bulunan Hamit Bey’den değil yerine gelen okul müdürü Babanzade Şükrü (Baban) Bey’den bilgi almıştı.

Şükrü Baban, yıllar sonra okulun 1944 yılı mezunlarından Nuri İnuğur’a, Atatürk’ün ziyaretinin önceden haber verilmediğini, bir memurun “Gazi Paşa geliyor efendim” diye uyardığını, karşısında Gazi’yi görünce şaşırdığını anlatıyor ve şunları söylüyordu:

“Mekteple ilgili sualler sormaya başladılar. Talebe mevcudu, ders durumu, ihtiyaçlar ve masraflar hakkında konuşuyorlardı. Ben, bir an yerime oturup oturmamak için tereddüt ettim; sonra makamıma oturdum. Biz bu konuşmayı yaparken kapı açıldı; kapıda Şükrü Kaya, Ruşen Eşref ve Kılıç Ali Beyler göründüler. Kendileri, benim makamıma oturmuş, Atatürk’le rahat rahat konuştuğumu görünce bir tuhaf oldular ve ayakta beklediler.”

‘ANKARA’DA MUAZZAM BİNA’

Şükrü Baban, Atatürk’ün “Bir talebiniz var mı benden? İstediğiniz bir şey varsa bildirin” sözlerine “Biz dertlerimizi Maarif Vekili ile hallediyoruz” karşılığını vermiş, 4 Aralık’ta okulun yıldönümü olduğunu belirterek törene katılmaları halinde öğrencilerin çok sevineceğini, “hocaların şeref kazanacaklarını” aktarmıştı.

Şükrü Bey, öğrencisine anılarını anlatırken “Bu konuşma yapıldığı zaman ekim ayında idik” diye ekliyor, Gazi’den “Daha vakit var; zamanı gelince bana hatırlatın” karşılığını aldığını bildiriyordu. Baban, 4 Aralık yaklaşınca Dolmabahçe Sarayı’na gittiğini, “Başyavere kendini tanıtarak Atatürk’ün emirlerini” hatırlattığını, aldığı yanıtın olumsuz olduğunu belirtmeyi de unutmuyordu.

Şükrü Baban’ın buradaki tarihleri verirken yanıldığı anlaşılıyor. Müdürlük görevine başladığı tarihten sonra Atatürk iki kez İstanbul’a gelmişti. Her iki gelişi de ekim ayında değildi. Babanzade Şükrü Bey, 4 Aralık 1930 günü müdür olarak katıldığı ilk kuruluş yıldönümü törenindeki konuşmasında, “Gazi hazretlerinin okulu ziyaretleri dolayısıyla şükranlarını” sunduğunu belirttiği, gazete haberlerine de yansımıştı.

Şükrü Baban, Nuri İnuğur’a anılarını aktarırken Atatürk’ün ziyaretinden bağımsız biçimde, “Mülkiye Mektebi’nin Ankara’ya nakline de muhalefet etmiştim” diyor ve ekliyor:

“O zamanki Maliye Vekili Fuat Ağralı, Yıldız’daki mektebe gelmişti. Görüşme sırasında Mülkiye’yi Ankara’ya nakledeceğini, ıslah edip hocaları ve talebeyi refaha kavuşturacağını, konforlu bina sağlayacağını söyledi.”

Maliye Bakanlığı görevine 1934’te gelen Ağralı ile yapılan konuşmanın bir benzeri Atatürk’ün ziyaretinde yapılmış olabilir mi?

Bu soruya doğrudan yanıt vermek olanaksız. Ama Atatürk’ün o gün ziyaret ettiği Harbiye’den ayrılırken “Bu bina, artık bugün bir mektep binası olmaktan çıkmıştır. Hatta Cumhuriyet ordusu için bir kışla dahi olamaz. Bir an evvel Ordunun yarınki zabitlerini bu binadan çıkarmak lazımdır” dediği bir gün sonra gazetelerde yayımlanmıştı. 6 Aralık günü de Cumhuriyet gazetesinin birinci sayfasındaki “Harbiye Mektebi” üst başlığı altında verilen “Ankara’da muazzam bir bina yapılacak” haberi göze çarpıyordu.

‘YÜKSEK DEĞERDE ARKADAŞLAR’

Projesini Avusturyalı mimar Clemens Holzmeister’in hazırladığı Harp Okulu binasının yapımı 1935’te tamamlandı, öğrenciler 25 Eylül 1936’da Ankara’ya taşındı.

1935 yılı baharında Milli Eğitim Bakanı Abidin Özmen, bir başka Avusturyalı mimar Ernest A. Egli’ye Cebeci’de “Mülkiye için bir bina projesini süratle uygulamaya koyması görevini” verdi. Aynı tarihlerde binanın yapımı ve okulun Ankara’ya taşınması için yasal düzenleme tamamlandı.

Atatürk, okulun İstanbul günlerinin son yılına girilirken yayımladığı mesajda, Mülkiyelileri

  • Türk ulusunun tam anlamı ile millet olmasına çalışan, modern bir Türk devleti kurmak için” özveriden kaçmayan “yüksek değerde arkadaşlarım” olarak niteliyordu.

Okulun taşınmasına bir hafta kala Milli Eğitim Bakanı’nın Mülkiye’den sınıf arkadaşı Mehmet Emin Erişirgil, müdürlük görevini Şükrü Bey’den devraldı. Birçok öğretim elemanı Ankara’ya gelmeyi kabul etmemiş, başkentte yeni bir kadro oluşturulmuştu.

Kurulduğu 1859’dan 1936’ya kadar İstanbul’da 11 farklı binada öğrenci yetiştiren Mülkiye, 85 yıldır Ankara’nın Cebeci semtinde Atatürk döneminde yapılan binasında eğitimini sürdürüyor.
=======================

Dostlar,

Değerli gazeteci Vecdi Seviğ’e bu önemli yazısı için bir “Mülkiyeli” olarak teşekkür ederiz.

Dr. Ahmet Saltık
Mülkiye 2016 Mezunu
Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü

Finans sermayesi ve AKP: Bir gezinti

Finans sermayesi ve AKP: Bir gezinti


Prof. Dr. Korkut Boratav
http://ilerihaber.org/yazar/finans-sermayesi-ve-akp-bir-gezinti-64452.html, 09.12.2016

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Finans sermayesi Türkiye’ye, özellikle de AKP’ye nasıl bakıyor? Bir kriz ortamına girerken önemli bir soru… Nesnel göstergelerle, başta sermaye hareketlerini inceleyerek yanıtlayabiliriz. Veya, bunların kaynağındaki yatırım bankalarında, fon yöneten şirketlerde, kurumlarda yönetici, uzman kişilerin görüşlerini, değerlendirmelerini izlemeye çalışırız. Bu malzemenin bir bölümüne Batı basınından ulaşabiliyoruz. Özellikle sermaye çevreleriyle içli-dışlı olan Financial Times, Wall Street Journal gibi gazeteler, Bloomberg gibi siteler, finans haberlerini, sözünü ettiğim şirket, kurum, banka yetkilileriyle görüşerek verirler.

Türkiye’nin yer aldığı bu tür haber ve yorumlarla ilgili hızlı bir tarama yaptım. Bunlara bakarak finans kapitalin Türkiye’ye dönük ruh halini yakalamaya çalıştım. 2013 ortalarından bugüne kadar kritik dönemeçlerde, finans kapitalin temsilcileri Türkiye’ye, AKP’ye hangi gözlüklerle bakmaktadır?

AKP’NİN BUNALIMLI SEKİZ AYI: HAZİRAN VE 2013 SONRASI 

Önce Gezi kalkışması (AS: Haziran 2013); polis şiddetiyle  bastırılması… Aralık’ta da (AS: 17-25 Aralık 2013) ses kayıtlarıyla ortaya çıkan, başlatılan yolsuzluk soruşturmaları; hukuk devleti normlarını çiğneyen bir karşı saldırıyla bunların  da bastırılması… AKP iktidarının sekiz bunalımlı ayı söz konusudur. İki ay boyunca (31 Kasım 2013- 31 Ocak 2014) dolar %12 tırmanmıştır. 17 Şubat’ta The Telegraph’tan Ambrose Evans-Pritchard, finans çevrelerinde ortaya çıkan endişeli ortamı aktarmaktadır: “Türkiye’yi hep istikrarlı gören fon yöneticileri, şimdi sözleşmelerin uygulanıp uygulanmayacağından endişe ediyorlar. S&P’nin ülke puanını negatif gözleme almasında, siyasi gerilimler, kurumsal güvencelerin ve dengelerin aşınması rol oynamıştır.”

Finans kapitalin bu endişesi, artık, zaman zaman karşımıza çıkacaktır: Hukuk devleti normlarının ihlâli, sözleşmelerin ve mülkiyet haklarının  güvencesini de tehdit edecek midir? 

Bir ay sonra, AKP duruma hâkim olmuş; hukuk devleti değilse bile istikrar geri gelmiştir. Kamuoyu anketleri de yerel seçimlerde AKP’yi önde göstermektedir. Financial Times (27 Mart 2014), finans çevrelerinin Türkiye’ye bakışını aktarmaktadır:

Geçen yıl Türkiye’den uzak duran yabancı yatırımcılar geri gelmeye hazırlanıyorlar. YouTube’u susturma haberleri çıktığında Türkiye kâğıtları, borsa yükseldi; zira yatırımcılar Erdoğan’ın seçimlerden yara almadan çıkacağını umuyorlar. Standard Bank’tan Tim Ash’a göre seçimde başarı kazanırsa ‘yatırımcılar burunlarını tıkayarak’ Türkiye havuzuna tekrar dalacaklardır.”

Gazete, UBS ve Global Source Partners’den uzman görüşlerini aktarıyor. Bunlara  göre, “Erdoğan politikaların sürekliliğini gözetecektir. AKP seçimleri devamlı kazanmayı becerecek; Türkiye’yi felaketlerden uzak tutacaktır.”

Hangi felâketler? Aydınlanmacı-demokrat milyonların protestoları mı? Ciddi yolsuzluk dosyaları mı? Önemli olan nedir? “Seçimleri kazanma becerisi ve politikaların sürekliliği”…

2014-2015 SEÇİMLERİ: FİNANS ÇEVRELERİ MUTLU, BAZEN TEDİRGİN 

Mart 2014 yerel seçimlerinden AKP’nin galip çıkması, ay sonunda dolar kurunu iki ay öncesinin %5 altına çekti. Beş ay sonraki Cumhurbaşkanlığı seçimlerini de Erdoğan’ın kazanma beklentisi güçlendi. Yerel seçimlerden bir gün sonra  Société Générale’den bir yatırım danışmanı müşterilerine “Türkiye’ye girin” diyor. Zira, “cumhurbaşkanlığı seçimi de ufuktayken, yerel seçim sonuçları, siyasî belirsizliği ve istikrarsızlığı hafifletmiştir.” (Financial Times, 31 Mart).  

Mart’ta başlayan olumlu konjonktür, Ağustos 2014 cumhurbaşkanlığı seçimleriyle birleşti; yabancı sermaye girişleri Ocak 2015’e kadar yüksek tempoda süregeldi. 2015’te “Güney”e dönük sermaye hareketlerinde yavaşlama başlar. Türkiye de bu etki altındadır; ama AKP’nin tek parti iktidarına son veren 7 Haziran 2015 seçimleri iç ve dış finans çevreleri için ek bir şok olur. Üç gün içinde dolar %4 pahalılaşır; borsa endeksi %6 düşer.

Ambrose Evans-Pritchard, 7 Haziran 2015 seçimlerini, hemen ertesi gün The Telegraph’ta yorumluyor: “Seçim, Türkiye’nin liberal, laik güçleri ve Kürtler için bir zaferdir. AKP  %41 oyla yine öndedir; ama bölünmüş bir ülkeyi koalisyonla yönetecektir. Erdoğan’ın Müslüman demokrasisi vitrini, pırıltısını çoktan yitirmiştir.”

Hemen arkasından bir yatırım uzmanının değerlendirmesi aktarılıyor: “Yükselen siyaset çirkinleşirse işin içinden çıkamazsınız. [Seçim sonrasında] Türkiye’nin yükselen piyasa ülkeleri içinde en kırılganının Türkiye olduğunu düşünüyoruz.”

Bankere göre siyasetin çirkinleşmesi” olarak görülen 7 Haziran tablosu, kan-revan içinde kazanılan 1 Kasım seçimiyle “düzelecektir.” Yabancı finans çevrelerinin ertesi gün yayımlanan yorumunu Financial Times’tan aktaralım: “Piyasalar siyasette güçlü adamı severler; belirsizlikten ise nefret ederler. İstikrar bozucu üçüncü bir seçim artık devre dışıdır. Uluslararası yatırımcılar da zafer karşısında Erdoğan’ın âlicenap olmasını; ekonomik reforma odaklanmasını yeğliyorlar.”

Türkiye’ye fon girişleri canlanır; seçim arifesi ile sonrası arasında dolar %3,8 oranında ucuzlar.

SEÇİM ZAFERİNDEN 15 TEMMUZ 2016 VE SONRASINA 

Erdoğan’ın “âlicenap ol” tavsiyesini 1 Kasım’dan sonra umursamadığını; büyük Batı medyasında siyasî eleştirilerin sıklaştığını biliyoruz. Ne var ki finans kapital, bu eleştirileri umursamadı. 2016 başında canlanan uluslararası sermaye hareketlerinden 28 milyar dolar, altı ayda Türkiye’ye aktı. 15 Temmuz 2016 darbe girişimi sonrasında  aksayan sermaye girişleri, Ağustos’ta canlanır. Finans kapital bu aşamada “normale dönüş” algılaması içindedir. Ne var ki OHAL uygulamaları Türkiye ile ABD/AB arasında siyasî gerilimlere yol açtıkça, finans sermayesi bu uygulamaların ekonomiye yansıyan boyutlarına odaklandı. Tedirginlikler arttı. Sıcak para hareketlerinde hızlı bir çıkış, herkesi sürükleyebilir. Sürü hareketleri benzetmesi yaygındır. Finans uzmanlarının Türkiye’ye bakışlarına Bloomberg ve Financial Times’tan  derlenmiş bazı örnekler verelim:

Kötümserler var: “Hızlı çıkışlar başlarsa sermaye hareketlerini sınırlayacak ülkelere ilk aday Türkiye’dir… Ülkenin kurumları zayıflıyor; iktisat politikası ise uzağı görmüyor… Bir ordunun darbe yaptığı yerde durum ciddidir; kalınmaz, çıkmak gerekir…”

İhtiyatlı iyimserler ağır basıyor: “Sağlıklı bir ekonomi, genç, rekabetçi bir işgücü; ama patlamaya hazır bir siyasi hayat… Erdoğan’ın ve AKP’nin halk desteği güçlüdür, iniş-çıkışlar doğaldır; yükselen piyasalar için daha toleransı olmak gerekir… Temel soru şudur: Siyasette değişiklikler, yatırım rejiminde ciddi kaymalara yol açacak mı; yoksa, [askeri müdahale sonrası] Tayland’daki gibi ekonomik süreklilik sağlanacak mı?… Riskler var; ama tamamen çıkış abartılı olur. Düşük faizli bir dünyada yatırımcılar paralarını işletmek zorundadır… Türkiye borçlarının en çekici yönü ABD tahvillerinin altı misli getiri sağlamasıdır. Gelişmiş ülke varlıkları sıfıra yakın getiri verirken yatırımcılar dolarla borçlanıp TL kâğıtlarına geçince sadece Ağustos’ta Türkiye’den % 2,9 getiri sağladılar…” 

(Burada sözü geçen %2,9’luk getirinin 1,9’u, Ağustos’ta doların ucuzlaması ile sağlanmıştır.)

Yukarıda adı geçen Tim Ash de Türkiye için, bir hayli iyimserdir: “Puanı düşürülse bile Türkiye toparlanır. Önemli olan hızlı büyümedir; kamu borcu/milli gelir oranının düşük (%34) olmasıdır; güçlü bir banka sistemidir; devlette ve toplumda iş çevreleri [sermaye] lehine güçlü bir kültürün varlığıdır.” (Financial Times, 10 Ağustos).

23 Eylül’de Moody’s, Türkiye’nin yatırım puanını düşürdü ve gerekçeler içinde Gülen’ci şirketlere dönük uygulamaları, anayasa değişikliği girişimlerini de gösterdi. Bu olgular, yatırım ortamını, kurumsal istikrarı zedelediği için sakıncalı görülmekte; mülkiyet hakları ihlalleri ima edilmektedir.

Kasım başında IMF’nin Türkiye ile ilgili bir ön-raporunda da, “kamunun kurumsal kapasitesinin güvenceye alınması ve yasal sistemin etkinliğinin pekiştirilmesi temel öncelikler” olarak vurgulanıyordu. Finans çevreleri, yine de, kötümserliğe savrulmak istemiyorlar.  Londra’dan kıdemli bir yatırım danışmanının tepkileri tipiktir: “Erdoğan’ın baskıcı olması, hatta zamanla diktatörleşmesi yatırımcıların umurunda değildi. Onlar istikrara önem verirlerdi. Şimdiki durum ise kargaşalı bir geçiş sürecidir. Müşterilerim   itiş-kakıştan; yalpalamalardan hoşlanmıyorlar. Türkiye’ye şunu demek istiyorlar: ‘Ne olmak istiyorsan ol; sonra da bize haber ver [ki gelelim.’].” (Financial Times, 29 Kasım 2016).

Yine Financial Times ve Bloomberg’ten  birkaç örnek aktarayım:

Kritik şey güvendir. Bu karanlık bulutları dağıtacak bir şey bulsak rahatlayacağız… Riskler yatırımcıları ürkütüyor; ama nereye gidebilirler? Diğer büyük yükselen piyasalar: Rusya, Brezilya, İran mı? Oralarda da yaptırımlar, küçülme, siyasî felç var. Yatırımcılar farkında ki Türkiye güç bir dönemden geçiyor; ama piyasanın büyüklüğüne bakın… Yükselen piyasalar içinde, yurttaşlarına sınırsız yabancı para tutma imkânı veren tek ülke Türkiye’dir…”
***
Verdiğim örnekler, finans kapitalin kısa vadeli, “sıcak” akımlarını sürükleyen rantiye katmanı ile ilgilidir. Bu akımlar, 2010-14’te Türkiye’ye giren yabancı sermayenin yarısına yaklaşmaktadır.  AKP iktidarına, adeta tutkulu destek dikkat çekicidir. Uzun vadeli kredileri denetleyen bankaların ve doğrudan (üretken) yatırımlara dönük sermaye gruplarının ölçütleri farklılaşabilir. Ancak, yukarıda değindiğim “mülkiyet hakkını güvenceye alan kurallar” ve “yatırım rejiminde süreklilik” güvenceleri bunlar için de yaşamsal önem taşır.

Hepsini birleştiren bir ortaklığa da işaret edelim:

  • Sözünü ettiğim güvenceler süregeldikçe, finans kapital açısından, siyasi iktidarın niteliği; demokrat veya faşist, laik veya şeriatçı olması önem taşımamaktadır. 

=======================================
Dostlar,

Korkut Boratav” olmak kolay mı??
80 yaşını aşan bir bilge – deha İktisatçının, yurtsever “Mülkiyeli” nin olağanüstü irdelemesi yukarıda. Erdoğan’ın ekonomi danışmanlarının hangisinin kıratı Boratav’ın rüzgarına yetişebilir ki? Jöleli olduğu söylenen salt yükseklisans eğitimliler mi örneğin??

Hani IMF’ye borçlar bitirilmişti hatta Türkiye borç alan olmaktan çıkıp “borç veren” konuma terfi etmişti? Oysa AKP ile borçlar ulusal gelirden daha hızlı büyü(tül)dü! 3’e katlandı ve 600 milyar doları aşarak ulusal gelire yaklaştı.. Kişi başına gelir 10 bin doları bulamıyor ve düşüyor.. Gelir dağılımı iyileşmiyor, eşitsizlik artıyor, işsizlik patlıyor, yoksulluk, cahillik, dinci yobazlık , tecavüzler… ve anayasayı askıya alan baskıcı yönetim….. ülkeyi kavuruyor.. Katar ve S. Arabistan gibi çağdışı rejimlerden akan, “net hata noksan” kalemi diye uyduruk bir yafta ile üstü örtülen serseri ve açgözlü milyar dolarlar artık gelmiyor değil mi??

Hani MB döviz rezervi 130 milyar Dolarlara erişmiş, nerdeyse 100 milyar dolar büyütülmüştü??

Hani Türkiye 2002’ye göre 3 kez zenginleşmişti?

Hani Türkiye 2023’te Dünyanın en büyük 10 ekonomisi içine girecekti?? %3’ten küçük bir büyüme ile, (%1,35’lik devasa nüfus artış hızını da düşmek gerekecek!) 2016 sonunda G20’den düşmemiz bile beklenebilir!?
*****
Uzatmayalım.. Tayyip bey çıplak gerçeği en acı biçimde itiraf etmek zorunda kaldı :

  • “Tulumbada su kalmadı.. “

Peki nereye gitti bunca varlığı ülkenin?? Ayakkabı kutularında, günboyu boşaltılamayan özel bölmeli evlerde saklanan nakit dolar ve avrolar nereye uçtu? Birkaç haramzadenin kursağında, kaçak hesaplarda İsviçre ve off shore bankalarında mı?? Birkaç yiğit savcı çıkıp MASAK ve MİT’ten bu hesapları istemez mi? TBMM’de yüzyılın bu muazzam soygunu görüşülmeyecek de ne görüşülecek??

Boratav hocanın yazısı yeterince kapsamlı. Biz daha çok uzatmayalım. Ama son tümceye dikkat:

  • Sözünü ettiğim güvenceler süregeldikçe, finans kapital açısından, siyasi iktidarın niteliği; demokrat veya faşist, laik veya şeriatçı olması önem taşımamaktadır. 

Sermayenin dini – imanı – vatanı – vicdanı – insafı… yok..
Tunç yasa kadim mi kadim : Maksimum kâr!

Başkanlık dayatmasını geri çekin.. 
OHAL’i uzatmayın..
Cumhuriyet ile kavganızı derhel kesin, Ulusu birleştirici olun..
Komşularla doğrudan ilişkilerle normalleşin..
Üretim ve tasarruf seferberliği ilan edin..
Aklınızı başınıza alın, aynı hataları yinelemeyin..

Ülke batıyor, SOS’ler kulakları sağır ediyor… kör ve sağır mısınız??

Sevgi ve saygı ile.
10 Aralık 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak.
Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net

profsaltik@gmail.com