Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

Nas Nas Paraları Leyla’ya…

Zafer ArapkirliZafer Arapkirli
Cumhuriyet, 22 12.21
Son Yazısı / Tüm Yazıları

Son günlerde, artık utanmazca ve mide bulandırıcı bir şekilde “vatandaşla alay etme noktasına” gelen ekonomik ve siyasi gündemi okur ve konuşurken aklımda hep o oynak, kıvrak, hoplak şarkı:

“Hayatını Yaşa Şükret Mevlaya
Hiç Götüren Var mı Öbür Dünyaya
Haydi Kollarını Kaldır Havaya Usta
Bas Bas Paraları Leyla’ya
Bi Daha mı Gelicez Dünyaya?”

Memleketi adeta yeşil çuhalı bir kumar masasına ve bin bir renkli spot ışıklarının yanıp söndüğü, “hoppala-zıppala” insanların raks ettiği bir pavyonun dans pistine döndürdüler.

Ülkenin en önemli milli sembollerinden biri olan para birimini pula dönüştürdükleri yetmiyormuş gibi, bir de dolar-TL ekseninde büyük bir “rulet masası” kurarak milletin başını döndürecek bir “Döviz Şovu”nun senaristi ve prodüktörü oldular.

Bir yandan Edirne, bir yandan Kars sınırlarını, Mersin kıyısını, Sinop sahilini korumak neyse, aynı anlama sahip olan “Türk Lirası’nı korumanın” ne olduğu umurlarında bile değildi, hiçbir zaman.

Öyle bir aşamaya getirdiler ki milli paramızın değerini, kimi zaman değil günde 1 TL, saatte 1 TL hızla erimesine göz yumdular. Bu erimenin ve felaket tablosunun sonucunda, hiçbir şey üretemeyen bu ülkede, iğneden ipliğe her şeye zam geldi. Döviz geliri olmayan vatandaş, her birinin fiyatı dövizle belirlenen mal ve hizmetlerin fiyatlarına yenik düştü.

Göstermelik bir pazarlık süreci sonunda belirlenen ve daha belirlendiği saatlerde (ülkenin gölge para birimi haline gelmiş) döviz karşısında hızla eriyen bir asgari ücreti, adeta büyük bir “lütuf” diye satmaya çalıştılar. Açıkça yalan söylediler.

İktidar milletvekilleri ve bakanları, yandaş besleme yazarları, halkla dalga geçen demeçleri ile yoksulluktan inim inim inleyen 80 küsur milyon insana, “saraylarından, köşklerinden ve konaklarından” nanik yaptılar.

Bu rezalet ve küstahlık, bu kibir ve utanmazlık yetmiyormuş gibi, birtakım “dini kavramları” da istismar ederek “Nas Nas” muhabbetine kalkışıp kendilerini iyice yüz kızartıcı duruma düşürdüler. Bir yandan, “Allah, din, kitap, sure, ayet” söylemine sarılıp bir yandan da halkın parası ile 30 milyon değerinde yeni otomobiller satın almaya giriştiler. Bu küstahlığın ve utanmazlığın, simit-çay hesabı yapan emekçinin, adeta “yedi ceddine küfür” anlamına geldiğini bile umursamadılar.

Ülke sınırlarından içeri akın akın hücum eden komşu ülke vatandaşlarının, “kıs kıs gülerek” dükkânlarımızı adeta yağmalamasını, saraylarından “kih kih diyerek” izlediler.

Ekonomide ve finans sisteminde her gün yeni bir çare, yeni bir plan, yeni bir sözde çıkış yolu bulabilmek adına, “kesik başlı tavuk” misali her gün yeni bir “enstrüman imalatı”na giriştiler. O enstrümanlardan çıkan garip seslere, artık herkesin kulaklarını tıkadığını bile bile.

Kısacası, hem ülkenin tüm kaynaklarını tükettiler hem mevcut çıkış yollarını bile tıkadılar, hem de en önemli gereksinim olan “güveni” sıfırladılar. Sadece ülke yönetimine yani o yönetimin temsil ettiği devlete vatandaşın duyduğu güveni değil, dünyanın bu ülkeye duyduğu güveni de sıfırladılar.

Bu ülkenin ekonomik iklimine, hukukuna ve demokrasisine duyulan güven, neredeyse “eksi seviyelere” kadar düştü.

Tam bir hovarda zihniyetle, dün Kemal Kılıçdaroğlu’nun kullandığı yerinde bir tanımla  Beytülmal ile kumar oynamaya” devam ettiler. Devletin hazinesi ile kumar oynarken, malum türkünün dönüştürülmüş halini, yani “Nas Nas Paraları Leyla’ya” türküsünü söylemeye devam ettiler.

Bu topraklar, bu ülkenin onuruna düşkün halkı, bütün bunların hesabını, gelecek seçimde ağır biçimde ödetmeye artık iyice kararlıdır.

Seçimi ne kadar ertelerlerse ertelesinler, ne kadar “top çevirirlerse” çevirsinler, akıbet kaçınılmaz. İlk sandıkta ve sandığın sonrasında bu kepazeliklerin hesabı burunlarından fitil fitil getirilmelidir.

Gelecekte, yani iktidar değişikliğinde bunları unutmaya ve unutturmaya çalışacak olanlar, bugün muhalefette ne kadar doğru tespit ve söylemler içinde olurlarsa olsunlar, iki elimizin onların da yakasında olacağını bilinmeli.

Affedeni de affetmemek, andımız olsun.

Hastane ücretleri yasalara aykırı

Mahmut ESEN
Mülkiye Başmüfettişi (E) 
ODA TV, 20 Aralık 2021
Emekli Mülkiye Başmüfettişi Mahmut Esen, SGK anlaşmalı özel hastanelerin fark ücreti almasını incelerken, durumun yasaya aykırı olduğunu belirtti. Özel hastanelerde ödenen SGK fark ücreti vatandaşları zora sokuyor. SGK anlaşmalı özel hastaneler fark ücreti olarak %200’e varan ücretler talep edebiliyor. Konuya ilişkin bir inceleme yapan Emekli Mülkiye Başmüfettişi Mahmut Esen ise, bu ek ücretlerin yasaya aykırı olduğunu belirterek, konuyla ilgili sorumlu kurumların farklı yaklaşımlar sergilediğini ifade etti.
Mahmut Esen, “Özel sağlık kuruluşlarının sigortalılardan haksız ek ücret alma konularında herhangi bir sorunla karşılaşmadıkları, rahat hareket ettikleri bilinmektedir” dedi. Mahmut Esen’in konuyu Odatv’ye değerlendirdiği yazısı şöyle:
“SGK ile anlaşmalı özel sağlık kuruluşlarınca 5510 sayılı SSGSS Yasasına aykırı olarak sigortalılardan fazladan/haksız (%200 üzerinde) ek ücret alınmaktadır. Uygulama ne yazık ki yerleşik; yaygın/ kanıksanır bir duruma gelmiştir. Bu yüzden özel sağlık kuruluşlarınca kolaylıkla, her geçen yıl daha çok ek ücret alınabilmektedir. Yasaya uygun ek ücret alan sağlık kuruluşu sayısı yok denecek kadar azalmıştır. Sorunu çözümlemekle, yasaları uygulamakla görevli olan kurum ve kuruluş yetkililerinin konuya farklı yaklaştıkları görülmektedir.

Bu bağlamda;

-Sağlık hizmet bedellerini (SUT fiyat tarifesini) yeterince güncellemeyen, bu yolla daha az sağlık bedeli ödeyen SGK’nın; sigortalılardan alınan yüksek ek ücretleri anlayışla karşıladığı, süreçten önemli bir yakınmasının olmadığı bilinmektedir.

-Öteyandan kamu yönetiminde bu konuları düzenlemek konusunda yetkili/sorumlu konumda bulunan (milletvekilleri ve yüksek yargı organları başkan/ üyeleri vb.) GSS kapsamı dışına çıkarılmıştır.

Bunların özel sağlık kuruluşlarında ek ücret ödenmesi gibi milyonlarca yurttaşımızı ilgilendiren bir sorunları yoktur, bu sorunlara yabancıdır.

-Ayrıca kamu gücü/otoritesini kullanma yetkisi olan kimi kamu idareleri ile özel sağlık kuruluşları arasında sözleşme/protokoller imzalanmıştır. Bu sözleşmelerle kamu idarelerinin mensuplarına verilecek sağlık hizmet bedellerinde (kurumuna göre) değişik oranlarda indirim uygulanması karara bağlanmıştır.

Oysa kamu idarelerinin (milletvekilleri vb. için sağlanacak sağlık hizmetler dışında) bu tür (hasta ödemeli) bir sözleşme düzenleme yetkileri yoktur. Çünkü sözleşmede taraf olan kamu idarelerinin üstlendiği bir sorumluluğu bulunmamaktadır. Üstelik sözleşme yapılan sağlık kurumunun nasıl, neye göre belirlendiği belli değildir. Sözleşme öncesi ilan yapılmamakta, açıklık ve rekabet tesis edilmemekte (AS: kurulmamakta) veya aynı koşulları kabul eden tüm özel sağlık kuruluşları ile sözleşme imzalanması yönüne de gidilmemektedir.

Bu tür sözleşmeler Türk Tabipleri Birliğinin onayından da geçmemektedir. (Diş hekimleri ile imzalanan sözleşmeler kimi yönleri ile DHO inceleme ve onayından geçmektedir.)

Kimi özel sağlık kuruluşlarının; kamu idareleri ile iyi ilişkiler kurmak, kurumlarının tanıtımlarını yapmak, prestij sağlamak, ek ücretlerle ilgili oluşabilecek tepkileri hafifletmek vb. amaçlarla bu sözleşmeleri imzaladıkları, yakın ticari (müşteri sağlanması) amaçlarının daha sonra geldiği anlaşılmaktadır.

Bu tür sözleşmeleri belirli kesimlere verilmiş “sus payı” biçiminde değerlendirmek olanaklıdır. Mevzuat uyarınca ürettiği mal ve hizmetlerde kendi mensuplarına bile indirim uygulayamayan kamu idarelerinin; kendilerine verilecek sağlık hizmetlerinde özel indirim uygulanması etik değerler açısından da uygun düşmemektedir.

(Örneğin uyuşmazlık durumunda davalarına bakmak durumunda olan yargı mensuplarına, yapılan ödemelerin gerçeğe uygunluğunu denetlemekle yetkili olan SGK Müfettişlerine özel indirimler uygulandığı görülmektedir.)

-Öte yandan kamu idarelerine ait kuruluşlardan beklenen sağlık hizmetini alamayan göreceli olarak maddi durumu iyi olan yurttaşlarımızın özel kuruluşlarından alacakları hizmetleri için “tamamlayıcı sağlık hizmeti” sigortası yaptırmaya başlamıştır.

Yukarıda açıklanmış nedenlerle anlaşmalı özel sağlık kuruluşlarının sigortalılardan haksız ek ücret alma konularında herhangi bir sorunla karşılaşmadıkları, rahat hareket ettikleri bilinmektedir.

AKP iktidarınca, uygulamaya koyduğu “yeni ekonomik model” sonucu görülen haksız fiyat artışlarının önüne geçilmesi için denetimlerin yoğunlaştırılacağı ve yeni yasal düzenlemeler yapılacağı ifade edilmektedir. Ancak haksız fiyat artışlarıyla mücadele konusunda inandırıcı olunması, halkın güven ve desteğinin daha üst düzeyde sağlanabilmesi bakımından işe yürürlükte olan ve bugüne dek uygulanmadığı görülen yasalardan başlanılması, bu bağlamda geniş bir yurttaş kesimini ilgilendiren özel sağlık kuruluşlarına ödenen haksız ek ücretlerin denetiminin göz ardı edilmemesinde yarar vardır.

Bu arada sağlık konusundaki imtiyaz niteliğindeki ayrıcalıklara / haksız uygulamalara son verilmesi, toplumdaki adalet /eşitlik duygusunun pekiştirilmesine de gereksinim bulunmaktadır.
===========================
Dostlar,

Değerli dostumuz Sn. Esen, sorunu CİMER‘e de taşımıştır :

Twitter iletsi olarak paylaştığımız üstteki başvuru, 3 saat içinde 7 binden çok izleyicimiz tarafından okunmuştur : https://twitter.com/profsaltik/status/1473380247198478348?s=20

Bu uygulamalar çok boyutlu sorunlar doğurmakta ve sağlık hizmetlerine erişim ve kullanımda kabul edilemeyecek ölçekte eşitsizliklere yol açmaktadır. Oysa nitelikli sağlık hizmetlerine erişim temel bir insanlık hakkıdır (İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi md. 25 ve Anayasa md. 10, md. 56..)

Ayrıca Anayasanın 60. maddesi, “Herkes sosyal güvenlik hakkına sahiptir.” içeriklidir. Özünde, GSS (Genel Sağlık Sigortası) prim = ek vergi temelli olup, kabul edilemez eşitsizlik en baştadır. Sağlık hizmetleri Anayasanın 56. maddesine göre devletin ödevi, yurttaşların hakkıdır. Sağlık giderleri adil vergi rejimine dayalı kamu gelirlerinden karşılanmalı, piyasalaştırılmamalı ve öncelik mutlak biçimde etkin – yaygın – nitelikli koruyucu sağlık hizmetlerine verilmelidir.

İnsanlar özelleştirilmiş – ticarileştirilmiş sağlık hizmetlerinin asla MÜŞTERİSİ değil, bu hizmetleri doğuşta hak eden saygın ve onurlu öznelerdir.

Sorunu gündeme taşıyan dostumuz Sn. Mahmut Esen’e, bize de yolladığı yazısı için teşekkür ederiz.

Sevgi ve saygı ile. 22 Aralık 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik

 

Ekonomi bilgisine fazla güvenen liderlerin hatalarından çok güçlükler çektik

Prof. Dr. Şevket Pamuk
SÖZCÜ, 21.12.21

İktisat Tarihçisi Prof. Dr. Şevket Pamuk ekonomik durumu “bunalım” olarak nitelendirdi. SÖZCÜ‘ye özel değerlendirmelerde bulunan Pamuk, ” Cumhuriyet tarihinin bazı dönemleri ekonomi bilgisine fazlasıyla güvenen liderlerin hatalarından kaynaklanan iktisadi güçlüklerle geçti” dedi, “Israr edilirse koşullar ağırlaşacak” uyarısında bulundu.
Ekonomide sıra dışı günler yaşıyoruz. Kimse ne yapacağını, başına ne geleceğini bilmiyor.
Bu karanlığa ışık tutabilmek için Türkiye’nin önemli bilim insanlarından, iktisat tarihi konusunda ilk akla gelen isimlerden Prof. Dr. Şevket Pamuk‘un kapısını çaldık.

“Ekonomi nereye gidiyor? Ne yaşıyoruz? Daha önce yaşadığımız krizler bize nasıl bir yol gösteriyor?” hepsini sorduk…

Boğaziçi Üniversitesi’nin duayen hocalarından Prof. Dr. Şevket Pamuk iktisat tarihi konusunda dünyanın sayılı bilim adamlarından biri… Uzun yıllar Dünya İktisat Tarihçileri Derneği’nin yönetim kurulu üyeliği, Avrupa İktisat Tarihçileri Derneği Başkanlığı’nı yaptı. Osmanlı ve modern Türkiye iktisat tarihi üzerine pek çok makale ve kitap yayımladı. Kitapları birçok ülkede basıldı. “Paranın Tarihi”ni yazdı. Bu kitabı Cambridge Üniversitesi Yayınları tarafından yayımlandı. Çok sayıda uluslararası ödül aldı. Bilim Akademisi Üyesi… 

Prof. Dr. Şevket Pamuk’un 2022 yılına girerken sorularımıza verdiği yanıtlar,
Türkiye ekonomisine ilişkin saptama ve değerlendirmeleri:

NEDEN DAHA İYİSİNİ YAPAMADIK?

Türkiye ekonomisinde kişi başına gelirin düzeyi ve artış hızı son 70 yılda dünya ortalamalarına yakın, ortalamaların biraz üzerinde gerçekleşti. Niçin daha iyisini yapamadık diye düşününce, küresel ekonominin kurallarındaki eşitsizliklerden eğitim, araştırma ve teknoloji alanındaki zaaflarımıza kadar pek çok neden akla geliyor.
Bunların yanı sıra, siyasi rejimlerimizin kırılganlıkları ve siyasetteki istikrarsızlıklar da ktisadi gelişme önünde önemli bir engel oluşturdu.

“BUGÜN FARKLI BİR YERDE OLABİLİRDİK”

İkinci Dünya Savaşının sona ermesinden bu yana, ekonomide zaman zaman başarılı dönemler yaşansa da, bunlar uzun sürmedi. 1950’lerin ikinci yarısı, 1970’ler ve 1990’lar, kısa ömürlü koalisyon hükümetlerinin uygulamalarından veya ekonomi bilgisine fazlasıyla güvenen liderlerin hatalarından kaynaklanan iktisadi güçlüklerle geçti. Bu zor dönemleri yaşamasaydık, bugün iktisadi gelişme yolunda daha farklı bir yerde olabilirdik.

“AKP’NİN ÖZEL BİR YERİ VAR”

AKP iktidarı döneminin bu tarih içinde özel bir yeri var. AKP iktidarının öncekilerden daha uzun sürmesi, AKP’ye ve liderine köklü değişiklikler yapabilme fırsatı verdi. Ancak bu uzun zaman dilimi ekonomiyi dönüştürmek ve güçlendirmek için değil, siyasi rejimi değiştirmek için kullanıldı.

Geçtiğimiz 19 yılda ekonomi siyasi hedeflere ulaşmak için bir araç olarak görüldü. Bugünlerde bol bol sözü edilen iktisadi bağımsızlık hedefi pek hatırlanmadı. Uzun iktidarı boyunca AKP’nin bir sanayileşme modeli ya da politikası olmadı.

“PARA BASIP KREDİ DAĞITMAK TEMEL POLİTİKA OLDU”

Dünya ekonomisindeki likidite bolluğunda dış kredi sağlamak ve içeride para basıp iktidara en yakın kesimlerden başlayarak kredi dağıtmak, temel iktisat politikası haline geldi. İnşaat gibi iktidara yakın kesimlere en uygun gelen sektörler ve gösterişli altyapı projeleri tercih edildi. İnşaat sektörü dışındaki yatırımlar gerilerken verimlilik son on yılda yerinde saydı.

“KAYBOLAN GÜVENİ GERİ GETİRMEK ARTIK ÇOK ZOR”

Bugünkü bunalım koşullarına birkaç yıl içinde gelmedik. AKP iktidarının ilk yıllarından sonra ekonominin yapısı giderek zayıfladı. Hem ülke içinde hem ülke dışında hukuka, ekonomi yönetimine ve ekonominin gücüne olan güven zaman içinde kayboldu. Kaybolan güveni geri getirmek artık çok zor.

“DÜNYADA RÜZGARLAR DEĞİŞTİ, İNAT EDİLİYOR”

Şimdi dünyada rüzgarların değiştiği, merkez bankalarının faizleri yükseltme eğilimine girdikleri bir dönemde, para basıp kredi dağıtma politikasında ısrar hatta inat ediliyor.

Yapılanlara gerekçe aranırken, düşük faiz ve düşük değerli TL politikası, Çin modeli olarak sunuluyor. Oysa Çin’de düşük kur çok daha istikrarlı koşullarda ve uzun yıllar boyunca sanayileşme, teknoloji ve eğitim politikalarıyla desteklendiği için başarıya ulaşabilmişti.

İçeriği ve derinliği çok zayıf bugünkü politika, 80 milyonluk bir ülkeyi deney tahtası haline getiriyor.

“DÖVİZ KURUNDAKİ DALGALANMALAR DEVAM EDECEK”

Eğer bugünkü politikada ısrar edilirse, önümüzdeki dönemde tam olarak nelerle karşılaşacağımızı öngörmek kolay değil. Büyük ihtimalle son dönemde zaten azalmakta olan cari açığın kapandığını göreceğiz. Ancak artan belirsizlikler ve döviz kurundaki dalgalanmalar ekonomiyi olumsuz etkilemeye devam edecektir.
Ayrıca enflasyonda düşüş beklenmemelidir. Tam tersine, giderek yükselen enflasyon, örgütsüz, savunmasız, dar gelirli kesimleri en çok etkileyecek ve gelir dağılımındaki eşitsizlikleri artıracaktır.

“ISRAR EDİLİRSE KOŞULLAR DAHA DA AĞIRLAŞACAK”

Bu süreç içinde bütçe ve daha genel olarak kamu kesiminin dengeleri daha da bozulabilir. Yapılan yanlışlar ve artan belirsizlik karşısında toplumsal destek azalırken, izlenen politikaların sürdürülmesi güçleşecektir. Eğer bu politikalarda ne pahasına olursa olsun ısrar edilirse, koşullar daha da ağırlaşacak ve daha radikal uygulamalar gündeme gelebilecektir.
Ekonomide yaratılan hasarı tamir etmek uzun zaman alacaktır. Ama daha önce olduğu gibi, Türkiye er ya da geç bu zor günleri de geride bırakacaktır.
Bugünden ileriye doğru bakarken, yapılan yanlışlardan, ödenen bedellerden dersler çıkarılacağını ummak istiyoruz. Sadece iktisat politikaları açısından değil, son dönemdeki olumsuz gidişata zemin hazırlayan siyasi rejim açısından da…

“SİYASİ KOŞULLAR ELVERİŞLİ OLDUĞUNDA…”

Türkiye’de ekonomik dinamizm her zaman var oldu. Bugünkü ağır sorunların aşılması ve daha güçlü ve istikrarlı bir ekonomiye geçiş ancak siyasette olumlu gelişmelerle mümkün olacak.

İleride siyasi koşullar elverişli olduğunda, umarız eğitime daha fazla önem veren, daha ileri teknolojiler kullanan ve daha yüksek verimlilikle üreten, gelirlerin daha eşit paylaşıldığı, çevreye daha saygılı bir ekonomi kurmak mümkün olur.

 

Salgın ve Sağlık : Toplum Olarak Neredeyiz?


18 Aralık 2021..
-21. Yüzyıl İçin Planlama 2021 Güz Konferansları 10

Salgın ve Sağlık: Toplum Olarak Neredeyiz?

Prof. Dr. Neyyire Yasemin Yalım (Açış..)
Prof. Dr. Ahmet Saltık (Kolaylaştırıcı)
Doç. Dr. Gürkan Sert (Konuşmacı)
Faruk Bildirici (Konuşmacı)
Prof. Dr. Vesile Şentürk (Konuşmacı)

Konuşmaları ve sunumları izlemek için lütfen tıklayınız..

http://21inciyuzyilicinplanlama.org/18-aralik-2021-21-yuzyil-icin-planlama-2021-guz-konferanslari-10-salgin-ve-saglik-toplum-olarak-neredeyiz-neyyire-yasemin-yalim-ahmet-saltik-gurkan-sert-faruk-bildirici-vesile-senturk/

Salgın ve Sağlık, Toplum Olarak Neredeyiz, Vesile-Senturk

PANDEMİ ve HASTA HAKLARI Gürkan SERT

Başta “21. Yüzyıl İçin Planlama Grubu” kurucu başkanı saygın ve yurtsever Bilge bilim insanı Prof. Dr. Bilsay Kuruç (1935….) olmak üzere, bu çalışmaya emek veren herkese şükran ile.

Sevgi ve saygı ile. 21 Aralık 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik     

Lozan Temel Bağımsızlık Antlaşmasıdır

Dr. Alev Coşkun
Cumhuriyet, 21 Aralık 2021

Lozan Antlaşması Türklerin uluslararası temel bağımsızlık antlaşmasıdır. Bu konuda, ileri geri sözlerle bu konuda tartışma yaratılması milli çıkarlara aykırıdır.

Oysa 24 Temmuz 2023’te 100. yıldönümüne ulaşacak olan Lozan Barış Antlaşması Türkiye’nin ve Türk halkının uluslararası temel belgesidir. Türkiye’nin özellikle Akdeniz ve Ege Denizindeki çıkarlarını koruyan bu temel antlaşma üzerinde gereksiz tartışma ve kuşku yaratmak hele bugünlerde çok hatalıdır.

İNÖNÜ’YE GÖNDERME

Şentop yaptığı konuşmada, İsmet İnönü’nün, “Bu antlaşmayla Türkiye’ye 100 yıl kazandırdığını” söylediğini öne sürmektedir.

İnönü bu sözü nerede söylemiş? Bu sözü söylerken temel amacı neymiş? Bunları bilmiyoruz. Lozan üzerinde uzun yıllar çalıştım, derinlemesine araştırmalar yaptım. 500 sayfalık bir kitap yazdım (Bkz. Diplomat İnönü, Kırmızı Kedi, 2019). Bu konuda yazılmış yerli ve yabancı eserleri incelemiş araştırmacı bir yazar olarak Lozan Barış Antlaşması’nın yaratıcısı İsmet İnönü’nün böyle bir sözüne rastlamadığımı belirtmek isterim. İnönü böyle bir cümle söylemişse onun da muhakkak bir nedeni ve arka planı vardır.

TBMM Başkanı Şentop, bu durumda iddia ettiği bu sözlerin kaynağını açıklamalıdır.

TBMM Başkanı Şentop, böylesi bir yorumla, Lozan’ın “kalıcı değil geçici bir çözüm” olduğuna işaret etmiş oluyor. TBMM Başkanı tarafından yapılan bu yorum Türkiye’nin milli çıkarları açısından gerçekten çok “vahim”dir.

Lozan Barış Antlaşması 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalandı. 98 yıldır Türkiye’nin ulusal çıkarlarını koruyor.

Bu antlaşma Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasal ve ekonomik alanda en önemli uluslararası belgesidir.

Türkiye’nin Anadolu ve Trakya toprakları üzerindeki egemenliğini tam olarak kuran vazgeçilmez bir bağımsızlık belgesidir.

MONTRÖ VE HATAY

98 yıl önce Lozan Antlaşması imzalanırken Trakya, Marmara ve İstanbul işgal altındaydı. O günün koşullarında Boğazlar konusu Lozan’da tam olarak çözülemedi ve çözüm ileriye bırakıldı. 20 Temmuz 1936’da imzalanan Montrö Boğazlar Sözleşmesi, Boğazlar rejimini Türkiye’nin çıkarları yönünde sonuçlandırdı.

Ardından 1939’da Hatay’ın Türkiye’ye kazandırılmasıyla tartışmalı siyasal noktalar tamamlanmış oldu.

Bu nedenle Lozan, özellikle Akdeniz ve Ege’deki çıkar çatışmalarının yoğunlaştığı, bugünün tartışmalı dünyasında son derece önemlidir.

ŞENTOP’UN YORUMU

Lozan konusunda yıllardır ileri geri konuşmalar yapılır. Konu, TBMM Başkanı tarafından ileri sürülmeseydi, üzerinde bile durmaz, Lozan konusunda yeni bir “saptırma” ve “uydurma” diye geçiştirirdik.

Ancak TBMM Başkanı tarafından böylesi bir çıkışın yapılması, uluslararası politik arenada kuşkulara yol açacaktır.

Şentop, “100 yılını dolduran Lozan geçici bir antlaşmadır” yorumuyla ne demek istemektedir?

Bu çıkış, Türkiye’nin yeni haklar istemesi olarak yorumlanabilir mi?

Yoksa Ege Denizi’nde Yunanların 12 mil karasuları iddiasını benimseyen bir olanak mı yaratılmak isteniyor?

ÖNEMLİ MADDE

Lozan Antlaşması’nın 12. maddesi çok önemlidir. Bu maddeye göre Ege Denizi’nde Asya sahilinden (AS: kıyısından) üç milden az mesafede (AS: uzaklıkta) bulunan ve Antlaşmada başkaca bir hüküm olmayan adalar Türkiye’nin egemenliği altındadır.

  • Ancak 2004 yılından bu yana Ege Denizi’ndeki 18 ada Yunanistan’ın işgali altındadır.

AKP siyasal iktidarı, ne yazık ki, Lozan Antlaşması’nın kesin hükümlerine karşın bu konuda herhangi bir girişimde bulunmamaktadır.

Şentop’un durduk yerde, bir anda ortaya koyduğu bu çıkışından sonra AKP iktidarı, Batı dünyasında bu 18 ada üzerinde Lozan Antlaşması’ndan doğan haklarımızı kullanmak istemiyoruz mu demek istemektedir?

Yoksa Şentop, Lozan Antlaşması’ndaki 12. maddeyi “geçici bir çözüm” olarak mı gördüğünü belirtmek istiyor?

Bunlar tartışma yaratan noktalardır. Çok önemli bir makamda oturan TBMM Başkanı Şentop, makamının ağırlığını duyumsamalı ve ona göre davranmalıdır.

Yineliyoruz,

  • Lozan Antlaşması Türkiye Cumhuriyeti’nin uluslararası çok önemli bir belgesidir.

Atatürk’ün “Yurtta barış, dünyada barış” ilkesini tartışmaya açmak ve böylesi konuşmalar yapmak tehlikelidir.

HALK WEB TV konuşmamız : Şimdiye dek en tehlikeli varyant

Dostlar,

HALK WEB TV Kanalı yürütücüsü Sn. Burcu Uğur ile 2. söyleşimizi 09.12.2021 günü yapmıştık. Yoğunluğumuz içinde burada duyurmayı savsaklamış olduk..

Sayın Uğur sorunu şöyle adlandırdı :

  • Kötü günler geri mi geldi?

  • Nedir bu Omicron?

Yaklaşık 35 dakika sorunu işledik. İzlemek için lütfen tıklayınız.

İzlenmesi, paylaşılması ve gereklerinin yapılması dileğimizdir.
12 gün önce söylediklerimiz, bu gün, 21 Aralık 2021 günü yaptığımız 2 programda da vurguladığımız üzere gerçekleşti.

http://ahmetsaltik.net/2021/12/20/arti-tv-programimiz-kovit-19-salgininda-omicron-varyanti-ile-ilgili-guncel-bilgiler-ve-turkiyenin-durumu/

Son verilerle OMICRON varyantı, zaten öncekilerden çok daha bulaşıcıolan Delta varyantının 70 (yetmiş!) katı bulaşıcı.

Tüm Avrupa, ABD – Kanada… yaygın aşılamaya ek yeni ve daha sıkılaştırıcı önlemler almakta.

Bunarın başında ZORUNLU AŞI uygulaması gelmekte.

Bu gün ayrıca Cumhuriyet TV‘den de arandık ve 17-18 dakika dolayında bir söyleşimiz oldu. Hem OMICRON varyantını konuştukr değerli muhabir Sn. SinemNazlı Demir ile hem de hazırlığı süren TURKOVAC aşı çalışması ile ilgili olarak iktidarı uyardık bir serüvene girişmemesi, insanların sağlığı ile kumar oynamaması bakımından.. Cumhuriyet TV youtube kanalında yayınlanacak, erişkeyi (linki) buraya koyarız.

AKP iktidarı her bakımdan çok bunalmış ve köşeye sıkışmış iken bir balona, bir stepneye çok gereksinim duyabilir : SALGINA KARŞI AŞI GELİŞTİRDiiiiiİK.. Bıçak sırtı bir durum…
Sevgi ve saygı ile. 21 Aralık 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik     

ARTI TV Programımız : Kovit-19 salgınında OMICRON varyantı ile ilgili güncel bilgiler ve Türkiye’nin durumu

Dostlar,

21 Aralık 2021 salı günü sabah saat 09:00’da ARTI TV’de Sn. Nazım Alpman’ın konuğu olacağız / OLDUK.…. Konumuz,

  • Kovit-19 salgınında OMICRON varyantı ile ilgili güncel bilgiler ve Türkiye’nin durumu

Salt günü geçmiş aşılarla ilgili 4,5 dk. açıklamamız için tıklayınız..

https://youtu.be/ctSbvdj8zpo

45 dakikalık tam konuşma erişkesi (linki) aşağıda:

https://www.youtube.com/watch?v=uAZg3PLvXss

İzlenmesi, paylaşılması ve gereği ricasıyla.

Bilgi ve ilginize saygı ile sunarız.

Sevgi ve saygı ile. 21 Aralık 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik

PAZAR SÖYLEŞİLERİ : CUMHURİYET TARİHİ NEDEN ÖNEMLİ?

Nurzen AMURAN

Domatesin, biberin, patatesin, soğanın taneyle satın alındığı bu süreçte, yönetimin görkemli yaşantısı kimi kızdırmaz ki; üç maaşa doymayanlar, kamunun araçlarını aile boyu kullananlar, çanta – eşarp aksesuarında marka peşinde koşanlar, şatafata doymayanlar kimi kızdırmaz ki; gözleri beyinleri doymayanların mağrurluğu, mağrur olması gerekenlerin mağdurluğu nasıl öfke seline dönüşmez ki?

1929 Dünya ekonomik krizinin sarsıntılarının ülkemize yansıdığı yıllarda, alınan önlemler devlet aklının nasıl kullanıldığının en büyük göstergesidir. Bugün haksız kazanç sağlayarak 3 – 5 maaş alanlara tarih kitapları TBMM’nin aldığı bir kararı anımsatıyor:

7 Mart 1931 yılında “Meclis üyeleri, ülkenin içinde bulunduğu ağır ekonomik krizi göz önüne alarak, 9 ay önce 500 liraya yükseltilen maaşlarını %otuz oranında indirerek 350 lira yapmaları ve bu kararı 2 gün önce aldıkları “yeniden seçim” kararına rağmen almaları” devlete duyulan güveni artırmıştı.

Bu karar, fedakarlığın (AS: özverinin) kimlerden başlaması gerektiğinin en çarpıcı örneğidir. Dönemin Hükümeti, o yıllarda ekonomik krizin etkilerini mümkün olduğu kadar halkına yansıtmamaya özen gösterdi. Sözgelimi Nur Serter’in 2012 de yaptığı bir çalışmada açıkladığı gibi, öğretmen maaşının 1930’larda 24 altın karşılığı olduğunu anımsatmak isterim. Bu sadece öğretmenlere gösterilen saygının ifadesiydi. Atatürk’ün ‘Vekil maaşları, öğretmen maaşını geçmesin” dediği hep anlatılır. Oysa şu anda %50 artırılan asgari ücretin bir iki ayda hangi oranda eriyeceği tartışılıyor. Bir lütuf gibi aktarılan zamlar, memurun, işçinin emeklinin gururunu incitmeye devam ediyor. Fedakarlık halktan değil, devleti yönetenlerden beklenir.

1 Kasım 1931 günü Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’ün, TBMM’de yaptığı konuşmada dikkate değer bir cümlesi vardır: “…Cihanşumul buhranın tesirlerine karşı her yerde yeni vergilerle tedbir aranırken, Türkiye Büyük Millet Meclisi bilâkis bazı vergileri indirmek gibi fevkalâde cesurane bir harekat ihtiyar etti.”  (Atatürk’ün Bütün Eserleri, C.25, Kaynak Yayınları, 2009, s.266-268)

20.2.1930 tarihinde çıkarılan 1567 sayılı Türk Parasının Kıymetini Korumayı amaçlayan Yasa, ülkenin mali bağımsızlığının güçlenmesi için alınan önlemlerden sadece biridir. 3 Ocak 1930 günü kurulan Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyeti’nin ilk üyesi de Mustafa Kemal Atatürk’tür. Hükümet özellikle devlet kurumlarında tasarruf tedbirlerine özen göstermiş ve birçok kurum ve bakanlığın bütçesini uzun yıllar artırmamış hatta kısıtlamaya gitmiştir.

Devlet o yıllarda planlı sanayi hamlesini başlatmıştır. Evet bugün bir hayal gibi gelebilir alınan bu önlemler, ama Türkiye o yıllarda uyguladığı planlı ekonomi stratejisiyle ayağa kalkmayı başarmıştı. Halk, oy verdiği vekiline, vekilin seçtiği bakana güven duyuyordu, seçimle gelenlerin seçmeni için çalıştığını biliyordu. Bugün güven eksikliği varsa bunu giderecek olan seçim sandıklarıdır. Bir an önce erken seçimin tarihleri belirlenmeli, geleceğinden endişe duyan halka yeniden güven aşılanmalı.

İtibar, gösterişli mekanlarla, son model makam arabalarıyla, görevlendirilen onlarca korumalarla değil, halk lehine vatandaştan yana vereceğiniz doğru kararlarla inşa edilir.

Hepinize iyi bir hafta diliyorum.

HALEN TUTUKLU 14 GENERAL İÇİN 28 ŞUBAT DAVASI’NIN FETÖ KUMPASI OLDUĞUNA İLİŞKİN KANITLAR

TUĞG. İDRİS KORALP’İN NOTLARI

HALEN TUTUKLU 14 GENERAL İÇİN 28 ŞUBAT DAVASI’NIN
FETÖ KUMPASI OLDUĞUNA İLİŞKİN KANITLAR
 

  1. Bu davaya ilişkin soruşturma 12 Nisan 2012’de 104 kişiden 73’ünün tutuklanması ile başlatılmış, İDDİANAME tutukluluktan 402 gün sonra 12 Mayıs 2013 tarihinde tanzim edilmiştir. Bu yolla mağdurların tutukluluk süresi uzatılmış, infaza dönüştürülerek yasal yargılanma hakları ihlal edilmiştir.
  1. Davada delil olan belgeler 1997 yılı Temmuz ayında suç duyurusu üzerine başlatılan soruşturmada değerlendirilmiş ve sonuçta “KYOK” (Kovuşturmaya Yer olmadığına dair karar) verilmiştir. 15 yıl sonra KYOK kararı yasaya aykırı olarak kaldırılarak 12.04.2012’de tekrar soruşturma başlatılmıştır.

Bu kararı veren İstanbul 12. Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemesi’nin başkanı ve iki üyesi FETÖ Üyeliğinden meslekten ihraç edilmiştir. İstanbul 12. Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemesi’nin FETÖ’cü başkan ve üyelerinin bu kararı KANUNA KARŞI HİLE işlemidir.

KYOK Kararı kaldırılmasından sonra soruşturmayı başlatan ve İddianameyi hazırlayan Eski Savcı Mustafa Bilgili, FETÖ Üyeliği ve Kozmik Oda davası kapsamında 17 yıl hapis cezası ile cezalandırılmıştır. Bu şekilde soruşturma yapılması ve dava açılması, FETÖ kumpası ve yasal yargılanma hakkının ihlali niteliğindedir.

  1. Eski Savcı Mustafa Bilgili (halen hükümlü), Yardımcısı Kemal Çetin (meslekten ihraç edilmiştir) Muharrem Köse (Eski albay, Gnkur. Eski Adli Müşaviri, halen tutuklu) sanıklar aleyhinde SAHTE DELİLLER kurgulayarak İDDİANAME tanzim etmişlerdir.

Bu sahte deliller ıslak imzalı değildir. Sonradan fotokopya yöntemiyle sahte belge olarak üretilmişlerdir. Yargılama esnasında bu belgelerin tümünün sahte olduğu, bilirkişi raporlarıyla ve delilleriyle kanıtlanmıştır. Kovuşturmanın her aşamasında; celp edilmesi istenen deliller mahkemece toplanmamış, tanıklar dinlenmemiş, talepler gözardı edilmiştir. Sanıkların savunma hakları ihlal edilmiştir.

Yargılamanın tüm aşamalarında verilen kararlarda esas alınan dokümanların, FETÖ Kumpası ile oluşturulmuş deliller, tahrif edilmiş, üretilmiş, düzenlenmiş, sahte belgeler olması nedeniyle Anayasa’nın 13, 18 inci maddeleriyle koruma altına alınan “KANUNİLİK İLKESİ” açıkça ihlal edilmiştir.

  1. MGK tarafından alınan kararların ve devam eden sürecin darbe olduğu şeklinde algı operasyonu yapan, böyle bir imaj oluşturan ve FETÖ Kumpası yaratan 16 savcı, 14 hâkim ve 12 polis, 3 bilirkişi, 12 asker ve 6 gazeteci FETÖ davalarında yargılanmış, bir kısmı ağır hapis cezalarına çarptırılmış, meslekten ihraç edilmiştir. Bir kısmının yargılanmalı devam etmektedir. Bir kısmı da halen firarda bulunmaktadır.
  1. Dava sürecinde mahkeme heyeti DÖRT KEZ değiştirilmiş, FETÖ talimatları doğrultusunda karar veren mahkeme başkanı ve üyeleri taltif ve terfi ettirilerek Yargıtay Üyeliklerine atanmışlardır. Duruşmanın devam sürecinde FETÖ etkisi devam etmiş, çözüm tutanakları değiştirilmiş, sanıkların lehine ifade veren örneğin Eski Başbakan Merhum Mesut Yılmaz’ın bir kısım beyanları tutanaklardan çıkarılmıştır.
  1. Erbakan-Çiller Hükümeti 18 Haziran 1997 tarihinde Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e istifa dilekçesini vermiştir. Hükümetin istifasından bir gün sonra 19 Haziran 1997 tarih ve 29024 sayılı Resmî Gazete’de istifanın Cumhurbaşkanı tarafından kabul edildiği ve yeni hükümetin kurulmasına kadar görevine devam etmesi talimatı verilmiştir. Böyle bir talimatın darbe ile devrilmiş bir hükümete verilemeyeceği her türlü açıklamanın dışındadır.

Başbakan Erbakan; istifa dilekçesini Cumhurbaşkanı’na sunduktan üç gün sonra 18 Haziran 1997 tarihinde, TRT Televizyonundan naklen yayınlanan ve birçok medya grubunun da hazır bulunduğu, Başbakanın yanında Başbakan Yardımcısı Tanju Çiller ve Büyük Birlik Partisi Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu ile birlikte yaptığı BASIN AÇIKLAMASI’nda hükümetin istifa nedeni olarak; iktidar ortağı DYP ile yaptığı PROTOKOLÜ göstermiş ve bunun bir ahde vefa örneği olduğunu vurgulamıştır. Ayrıca “Siyasi tarih bunu böyle açıkça yazacaktır” diyerek istifa gerekçesini bütün kamuoyuna duyurmuştur.

Canlı olarak yayınlanan bu basın açıklaması, karar öncesi Mahkeme Heyeti’ne sunulduğu halde, huzurda dinlenmemiş ve karara etki dışında bırakılmıştır. Bunun dışında dönemin Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller’in hükümetin istifasından sonra 26 Haziran 1977 tarihinde yapılacak “Hollanda’ya Bilgilendirme Toplantısına katılacağına” ilişkin yazı Başbakan Erbakan tarafından imzalanarak Cumhurbaşkanı’na sunulmuş ve 25 Haziran 1977 tarih ve 23031 sayılı Resmî Gazetede yayınlanmıştır. Devletin en yüksek karar organlarınca verilen ve Resmî Gazetede yayınlanan bu açık kararlarla herhangi bir darbenin söz konusu olmadığı açıkça kanıtlanmıştır.

  1. Davanın başlangıcından itibaren (AS: bu yana) Gnkur. Bşk. Org. Merhum İsmail Hakkı Karadayı, K.K.K. Org. Merhum Hikmet Köksal, halen tutuklu bulunan Hava Kuvvetleri eski Komutanı Org. Ahmet Çörekçi ve daha sonra Hava Kuvvetleri Komutanı olan halen Tutuklu Org. İlhan Kılıç’ın Yüce Divan sıfatıyla Anayasa Mahkemesi’nde yargılanmaları gerektiğine ilişkin talepleri ve benzer konuda Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 21.06.2016 tarih ve 2016/2330 sayılı İlamında belirtilen Gnkur. Bşk. Org. İlker Başbuğ’un Anayasa Mahkemesinde yargılanması gerektiğine ilişkin kararı ortada iken, İlk Derece Mahkemesi ve Yargıtay tarafından dikkate alınmamış ve Anayasa Mahkemesi’nin yetkileri gasp edilerek usul, yasa ve Anayasa’ya aykırı hüküm kurulmuştur.

Kaynak: 28 Şubat Çatı Savunması
Ahmet Yavuz, E. Tümg. As. Strateji Uzmanı
Alican Türk, E. Alb. Dava Eski Sanığı

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Hisarcıklıoğlu günaydın

Alev CoşkunAlev Coşkun
Cumhuriyet, 19 Aralık 2021

 

Türk ekonomisi Cumhuriyet tarihinin hiçbir döneminde görülmeyen büyük bir sarsıntının etkisi altına girmiş bulunuyor… Türk Lirası sadece (AS: yalnızca) son 45 günde yaklaşık %50 oranında değer kaybına uğradı. Böylesi büyük bir çalkantı daha önce görülmedi ve ekonomi henüz durulmadı…

Geçen cuma günü, inatla politika faizini indiren Merkez Bankasının bu kararından sonra dolar 17.60 düzeyini gördü. Bütün ekonomik sistem sarsıntı geçirdi. Geleceğin ne olacağı beklentisi altına girildi. Bu durum karşısında, Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Başkanı Hisarcıklıoğlu, feryat ederek “acil önlem çağrısında” bulundu…

Geç kalan Hisarcıklıoğlu

Hisarcıklıoğlu,

  • “Piyasalarda yaşanan çalkantı ve döviz kurlarının geldiği seviye birçok şirketimizi endişelendiriyor… Acil önlemler alınmasını, öngörülebilirliğin temin edilmesini bekliyoruz” dedi…

Hisarcıklıoğlu’nun bu çıkışına verilecek en doğru yanıt “GÜNAYDIN” olacaktır. Hisarcıklıoğlu her zaman olduğu gibi geç kalmıştır. Uzun yıllar işgal ettiği TOBB Başkanlığı makamı için de tarihe bu geç kalışla geçecektir… Salt Hisarcıklıoğlu değil; İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Kayseri gibi büyük ticaret merkezlerimizin ticaret ve sanayi odaları başkanları da geç kalmışlardır…

Özellikle son beş yıldır olan bitenleri görmüyorlar mı? Kısa bir sürede Merkez Bankası Başkanı’nın beş kez değişmesinin ekonomiye vereceği zararı göremediniz mi?
Ekonomi dünyasında yeni olmayan “Faiz sebep, enflasyon sonuçtur” gibi kuram ve sloganlarla Türk iş dünyasının ve Türk halkının aldatıldığını, uyutulduğunu görmediniz mi?

Korkuyorlar

Yalnızca TOBB, yalnızca ticaret ve sanayi odaları başkanları değil, Türk ekonomisine yön veren büyük holdinglerin sahipleri, CEO’ları, yöneticileri de tüm ticaret burjuvazisi de sınıfta kaldılar… Eksi ve olumsuz puan aldılar…

Peki iş adamları, ticaret burjuvazisi, sanayiciler bu büyük çalkantıyı görmüyorlar mıydı?

Olur mu, “mükemmel” görüyorlardı. Gelen fırtınayı açık bir biçimde duyumsuyorlardı… Ama korkuyorlardı… Korkularından konuşamıyorlardı… Bana dokunmayan yılan bin yaşasın politikası güdüyorlardı… İktidarı alkışlıyorlardı… Sayın Cumhurbaşkanım, Sayın Bakanım siz haklısınız diyorlardı… Kötü gidişi gördükleri halde tersini söylüyorlar, ekonomi çok iyi gidiyor diyorlar, alkışlıyorlardı. Olayın “vahametini” herkesten önce ve iyice gördükleri halde ses çıkarmıyorlardı…

Şimdi, en sonunda konuşmaya başladılar… Ama artık çok geç… Sayın Hisarcıklıoğlu ve sayın ticaret ve sanayi odaları başkanları artık çok geç.. Önce kendi çıkarlarınızı düşündüğünüz için, ülke çıkarlarını ikinci plana attığınız için ve zamanında uyarılarda bulunmadığınız için hepiniz suçlusunuz…

Katılımcı demokrasi

Demokrasi denilince kimse mangalda kül bırakmıyor… Herkes en büyük demokrat, herkes en ileri demokrat… Ama demokrasinin kuralları vardır… Günümüz demokrasisi dört yılda bir yapılan genel seçim değildir… Elini taşın altına koyabilmektir. Katılımcı demokrasiyi yaratmaktır… Demokrasi, insan aklının bulduğu bir yönetim sistemidir. Ayrıca, her sistemde olduğu gibi “mükemmel” değildir… Dünya ölçeğinde kabul edilen bir söylemle “demokrasi, daha iyisi bulununcaya kadar, en az hatalı yönetim modelidir.”

Son yüz yıldır, denetlenmeyen demokratik sistem kimi ülkelerde büyük çöküntüler, “travmalar” yaratmıştır. En açık örneği Almanya’da seçimle iktidara gelen Hitler’in Nazi, İtalya’da seçimle iktidara gelen Mussolini’nin faşişt diktatörlüklerini kurmalarıdır.

Bu nedenlerle 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Batı dünyasında yeni anayasalar yapılmış, insan haklarını temel alan, hukuk devletinin gerçekleşmesi sağlanmış, hukukun üstünlüğünün gerçekleşmesi için anayasa mahkemeleri kurulmuştur.

İktidarın denetlenmesi

Böylece, temel olarak hukuk devleti ilkeleri çerçevesinde siyasal iktidarın gücü sınırlandırılmıştır… Bunlar yetmez… Asıl önemli olan katılımcı demokrasinin gerçekleşmesidir. Katılımcı demokrasi, en temel tanımıyla aşağıdan yukarıya, çevreden merkeze karar mekanizmalarına halkın, sivil örgütlerin, sendikaların, işçilerin ve işverenlerin katılmalarının sağlanmasıdır.

Nazi Almanyası’nda, Mussolini İtalyası’nda tek adam yönetimine sendikalar, işverenler, işadamları aman bana dokunmasınlar diye ses çıkarmıyorlardı… Ama gelen kötülükler herkesi derece derece etkiledi… Bu nedenle bugün tüm Batı dünyasında işçi işveren örgütleri susmuyorlar… Konuşuyor, uyarıyorlar… Katılımcı demokrasinin gereklerini yerine getiriyorlar.

TOBB genel başkanı, ticaret ve sanayi odaları başkanları, barolar, sendikalar, işveren örgütleri basın örgütleri ve tüm demokratik kitle örgütleri konuşmalıdırlar. Gerektiği zaman iktidarlara karşı korkmadan uyarılarda bulunmalıdırlar.