Etiket arşivi: Misak-ı milli

ÇANKAYA’YI GÖREVE ÇAĞRI


Dostlar,

Cumhuriyetimizin Ağabeyi, 1921 doğumlu bilge insan
Dr. Müh. Ali Nejat ÖLÇEN’in aşağıdaki ders gibi yazısını paylaşmak istiyoruz.

Kendisine son derece değerli çabaları, engiiin mi engin deneyim ve birikimlerinin imbiğinden geçirerek yazdığı birbirinden değerli makaleleri için şükran borçluyuz..

Daha uzun yıllar sağlık ve onurla sürdürmesini dileriz 16. yılındaki
TÜRKİYE SORUNLARI dizisini.. Her 2 ayda bir düzenli yayın, karşılıksız adrese postalama ve de web sitesinde yayımlama.. Dostlara tam bir entellektüel ziyafet..

Aşk olsun Sayın Üstad Ali Nejat Ölçen.. aşk olsun size!

Abdullah Gül duyar mı ki?
Gereğini yapar mı ki?
En azından kendi geleceğinden korkarak, Divan-ı Harp’ten korkarak;
gözünü hırstan karartmış ve sağduyudan kopmuş, BOP eşbaşkanlığı oyuncağı olmuş siyasal iktidarı ve başını birazcık da olsa frenler mi ki??

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 4.6.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==============================

ÇANKAYA’YI  GÖREVE ÇAĞRI

portresi

Dr. Müh. Ali Nejat ÖLÇEN

Başbakan R.T. Erdoğan’ın BOP’un eşbaşkanı ol­du­ğunu açıklaması ve
bu­nunla yetinmeyip bize bir görev verildi de­mesi, Habur’da çadır mahkeme­sinin kurul­ması ve içeri­ğini kimse­nin açıklamadığı Kürt Açılımı tasarımı, Misak-ı Milli sınırla­rımızın ku­şattığı ülkemizde alt kimlik üst kimlik deyimlerinin tartışılması ve
Ana­yasa’dan “Türk” sözcüğünün çıkarılması önerilerinin ikti­dar ve hatta muhale­fet parti sözcülerinden işi­tilmesi, T.C.’ye karşı du­yulan hın­cın, iktidar parti­sinde
hoşgö­rüyle karşılanması, ulusumu­zun, devleti ve  coğrafyasıyla karma­şaya (kaosa)
sü­rüklen­mesine neden olurken; Çankaya çekingen, sessiz ve önlem­siz kalabilmektedir!

O nedenledir ki, ülkenin içine sürük­lendiği karmaşa­nın baş sorumluların­dan biri
R.T. Erdoğan ise öbürü de Cumhurbaşkanı seçilen Sn. Abdullah Gül’dür.
Bu so­rumluluğun en önemlilerini ta­rihe not düşmek ama­cıyla açıklamayı görev
biliyo­rum:

Abdullah Gül, Anayasa’nın kendisine verdiği göre­vin gereğini bugüne dek yerine getirme­miştir. Kendisi Türk Silahlı Kuvvetlerinin Başko­mutanı’dır ve Türk Si­lahlı Kuv­vetleri’nin ülkemizi savunması gü­cünden yoksun bıra­kılma­sına karşın
sessiz kalabilmiştir.

Ne ya­zık ki, Çan­kaya’nın gözleri önünde TSK, bu gücünden ve yetene­ğinden
yok­sun bırakıldı. Dış güçlerin Misak-ı Milli sınırlarımızın kuşattığı coğraf­yamızı böl­meyi ve gelip yerleşmeyi amaç­layan  tasarımı­nın silahlı görevlisi PKK,
“gerilla savaşı” uygulamaya baş­ladı.

  • PKK bir terör örgütü değildir; 
    Anadolu’muza yerleş­meyi amaçlayan emperyalizmin milis gücü­dür

Bunu görmesi gereken ilk kişi Çankaya’daki Sn. Abdullah Gül ol­ma­lıydı. PKK’nın silah bırakacağını sanmak ve Türkiye Cumhuriyeti Devletini küçük düşü­rerek  pazarlık
masa­sına otur­maya boyun eğ­mek ilkin Çankaya’da tepkiyle karşı­lanmalı, Sn. Abdullah Gül, Ba­kanlar Kurulunu toplayarak bunun hesa­bını sorma­lıydı.

  • Hatta Başbakan R.T. Er­doğan’ı görev­den almalı 

hatalardan ders almasını bilen bir başka hükü­metin kurulmasını sağla­malıydı. Çünkü o, Ana­yasa’nın 104. maddesine göre “Tür­kiye Cumhuriyeti Dev­leti’nin başı­dır ve devlete sahip çıkma­nın birincil sorumlu­sudur. Öylesi so­rumluluğun id­raki içinde olmak başta gelen gö­revi olma­lıydı.

 2.    Anayasa’nın 104. maddesinin “b” bendi Cum­hurbaşka­nına  “ya­bancı devletlere Türk Dev­leti’nin temsilcisini göndermek “yetkisini verme­sine karşın, Sn. Abdullah Gül, bu yetkisini de kul­lanmamıştır. Atlantic Council’de hazır­lanan bir raporda, “Anayasa’dan Türk sözcüğünün çıkarılması ve de  Abdullah Öcalan ve kadrosu için af çıkarıl­ması” koşullarına yer verildiği ve R.T. Erdoğan’ın başbakanlı­ğında ülke bütünlüğünü zedeleyecek bu tasarımı uygula­maya koy­ması, kamuoyuna bunu benimsetmeyi amaçlayan “Akiller” adın­daki grubu görevlendirmesine karşın  toplumda uyanan kitle­sel tepkiler Çankaya’da Sn. Abdullah Gül’ü ne­dense ilgilendirmemiştir. Oysa ABD’ye Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bir temsilcisini göndere­rek onu, Atlantic Council’in 2009 yılında hazırla­nan ve ABD baş­kanı Obama’ya su­nulan o (menhus) raporun iki ülke ara­sındaki ilişkileri zedeleyeceğini söylemekle o temsilciyi gö­revlendir­meliydi. Tür­kiye Cumhuriyeti Dev­letine sahip çıkmanın temel ko­şulla­rından biri de budur. Bu koşul Çan­kaya’da ihmale uğ­ramış­tır. 

3.  Anayasa’nın 104. maddesinin “a” bendi Cum­hurbaşka­nına “seçim­lerin
yenilen­mesine karar verme” yetkisini ta­nımıştır. Ülkemizin ulus-dev­let-coğrafya bütün­lüğünü onarılamaz biçimde yok oluşa sürükle­yen karar ve uygula­maların
so­rum­luluğunu AKP iktidarından geri almak da Çankaya’nın görevleri arasındadır. Ulus-dev­let-coğrafya bütünlüğünü tehlikeye sürükleyecek karar ve uygulamalara yeni Ana­yasa ile hukuksal  palto giydiril­diği kuşkusu kamuoyunun zihnini kur­calamaya ve önlem alma bilincini uyarmaya başlamıştır. Bu girişimin bir süre sonra polis copu ve biber gazı ile önlenemeyecek boyut­lara tır­manması kaçı­nılmaz olabilir. Böyle bir durum, olası iç savaş koşul­larının da do­ğuşuna yol aça­bilir. Emperyal güçlerin böylesi bir planı olup ol­madığını Çankaya’nın bilmesi ve önlem al­ması başta gelen görevlerinden biridir. 

Bugün bu gö­revin de ihmale uğradığını görüyo­ruz.

İsrail devlet başkanı ile dostluk ilişkilerinin kısa sürede düşman­lığa dönüşümü­nün nedeni Baş­bakan R.T. Erdoğan’ın BOP eşbaşkanı olarak kendisine verilen görevin nedenine yönelik kuşkuların kamu vicdanından silinme­sini sağla­mak da Çankaya’nın görevi idi. O ne­den­ledir ki:

Hatay’ın Reyhanlı ilçesinde üç bombanın patlaması, aslında Su­riye’deki iç savaşa müdahil olmayı öngören yan­lış politikaya karşı bir uyarıdır ve devamını beklemek
yanlış kestirim olmayabilir. Çan­kaya AKP iktida­rının ve onun genel baş­kanı olan Başbakan R.T. Erdoğan’ın BOP eşbaşkanlı­ğından istifasını istemeli ve Suriye’deki iç savaş karşısında tarafsız kalarak, sığın­macıların en kısa sü­rede
sınır dışına itilmesini sağlamalıdır. Çünkü Çan­kaya, Tür­kiye Cumhuri­yeti Dev­leti’nin başıdır ve
Tür­kiye Cumhu­riyeti Devleti, ulusu ile birlikte kendi coğraf­ya­sında “beka” soru­nunu ya­şamaya başla­mıştır. Bu so­runa Devlet sahip çıka­mazsa
ulus sahip çıkacak­tır,

Tep­kilerin kitleselleşmesi bunu gösteri­yor. Sessiz ve umur­samaz kalan yetkilile­rin ilerde nasıl suçla­nacağını bugün hiç kimse bile­mez. Türkiye Cumhuriyeti Dev­leti ve Türk Milleti düzenli ve uyumlu çalışmaktan uzaklaştırılmıştır ve umarsız karmaşaya sürüklenmektedir. Anayasa’nın 104. maddesi uyarınca Çankaya bu gidişe “dur” demek ve gereğini yerine getirmekle görevlidir. O nedenle Çankaya’yı varoluşunun nedeni olan bu temel görevi yerine getirmeye çağırıyoruz. Bugün uyanan kitlesel tepkiler bu çağırıyı uyaran ulusal istencin (iradenin) ta kendisidir.

Saygılarımla. 4.6.13

Türban Cumhuriyete Karşı Simge!


Dr. Müh. Ali Nejat ÖLÇEN 

Portresi_Ali_Nejat_Olcen.jpg

Türban Cumhuriyete Karşı Simge!


Türban’ın simge olduğunu ilk söyleyen kişi,
BOP’un eşbaşkanı
R.T. Erdoğan’dır.
Adalet­siz ve Kalkınmasız partisi “AKP” den yana olmayı betimleyen
bez parçasıdır türban. 

Anayasa’nın 10. maddesi ”herkesin “felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ay­rım gö­zetmeksizin kanun önünde eşit olmasını” koşu görmüştür.

Hiçbir iktidar bu mad­deyi yok sayarak ikilik yaratan; inanç özgürlüğünü ortadan kaldıran türbanı devlet politikasına dönüştüremez. Anayasa’mızın 10 ve 17. maddeleri
açık anlamıyla laiklik ilkesinin özü, özetidir. Özellikle 17. maddenin yurttaşlarımıza tanıdığı “inanç ve mezhep özgürlüğü hakkı”nı güvence altına almak görevini, Devletimize vermiştir.  Hiçbir iktidar, Devleti bu görevi yapmaktan alıkoyamaz ve
böylesi güce  sahip olamaz. Atatürkçü Düşünce Derneği bunun için vardır ve Cumhuriyetimizi koruma görevini Mus­tafa Kemal Atatürk’ten görev olarak devralmıştır.

Adaletsiz ve Kalkınmasız Parti (AKP) iktidarının ülkemizde karmaşa yaratan karar ve uygulamalarıyla ve de Anayasa’nın 10 ve 17. maddelerini tersine çevirme girişimleri ile Ana­yasal suç işlemektedir; O nedenle Atatürkçü Düşünce Derneği,
Başbakan R.T. Erdoğan’ın Kabine üyeleriyle birlikte Yüce Divan’da yargılanmasını
görev bilmektedir, bunu sağlamaya kararlıdır.

  • AKP yalnız çağdaş Türkiye’mizin Anayasasına değil,
    İslamın Kutsal kitabına da ters düşmektedir: 

Bakara Suresi 109. ayeti, Maide Suresi 13. ayeti, Hicr Suresi 85. ayeti,
Tegabün Suresi 64. ayeti ve Mümtehine Su­resi 3. ayeti “hoşgörü”yü koşul görürken;
AKP bu ayetlerin tü­münü yok say­makta tümüne karşı karar ve uygulamaları
pervasızca yürür­lüğe koymaktadır.

Bununla da yetinmemekte, Araf Suresinde 43. ayeti “göğüslerimizdeki kinden ne varsa çıkarıp atmamızı” öngörmesine karşın, Başbakan olan kişi R.T. Erdoğan bu ayeti de hiçe sayarak “yüreğinizdeki kini unutmayınız” diyebilmekte ve yurttaşlar arasına
kin ve nifak sok­maktadır. O’nun bu sözü, Anayasa Mahkemesinde yargılanmasına neden olacak denli ağır bir suçtur.Kutsal kitap, Maide Suresinin 42. ayeti “hüküm verirsen adaletle hüküm ver,
çünkü Allah’ın adalet yapanları sevdiğini” belirttiğine göre; AKP iktidarı ülkemizde
bir ben­zerine rastlanmayacak ölçüde adaletsizliği kural haline getirmiş, adaletsizliğin huku­kunu oluşturarak yalnız Anayasamıza değil Kutsal kitaba da ters düşmüştür.
Bu tutumuyla AKP’nin ne ulusumuza ve devletimize ve ne de İslam dinine bağlılığı
ve saygısı yoktur.

Adaletsiz ve Kalkınmasız Parti AKP iktidarı, Kutsal kitapta ve İslam kültürümüzde de  yeri ol­mamakla birlikte, halkımızın “sıkma  baş” olarak nitelediği türbanı simge
duru­muna dö­nüştürmekle yetinmemekte; genç kız ve hanımlarımızın çağ dışı örtünmesini özendiren tutumunu sürdürmektedir. Böylesi çağ dışı girişimlerine ve ülkemizin bölün­mesi kararlarına karşı çıkacak etkin yurtseverlerimizi Silivri, Hasdal türü zindanlara tık­maktadır.

Büyük Ortadoğu Projesi’nin eşbaşkanı olduğunu açıklayan başbakan R.T.Erdoğan, Devlet Planlama Teşkilatı’nda hazırlanan (1983) Türk-İslam Sentezini, “Türk-Kürt-İslam Sentezi”ne dönüştürerek Misak-ı Milli sınırlarımız içinde
devlet-ulus bütünlüğünü zedelemeye başlamıştır. Buna gücü yetmeyeceğini
Atatürkçü Düşünce Derneği olarak kanıtlamayı görev biliyoruz.
Ülkemizi devleti ve ulusuyla ihanet çembe­rinden kurtarmanın çaresi, çözümü,
Mustafa Kemal Atatürk’ün düşünce, karar ve eylemlerinde mevcuttur.
O nedenle aynı gereksinimi duyan demokratik kitle örgütleri ve siyasal partileri
düşün ve eylem birliği içinde karşı çıkmaya çağırıyoruz ve
buna Atatürkçü Düşünce Derneği olarak hazırız.
Ulusumuz bizlere tüm gücüyle destek olacağını sergilemektedir.Bunu yapacak  ve ba­şaracak güce ve yeteneğe sahip olduğumuzu kanıtlamalıyız. İhanet çemberinden devle­timizin ve ulusumuzun kurtulmasının çaresi budur.

  • Muhtaç olduğumuz kudret, damarlarımızdaki asil kanda mevcuttur.

*************

Örtünmeyle ilgili not       :

İslamın kutsal Kitabı’nın Türkçe mealindeki tüm yayınlar Nur Suresi’nin 30. ayetini birbi­rinden çok farklı hatta değiştirerek asıl anlamını ortadan kaldırarak
tefsir etmektedir­ler. Örneğin:

-Eski  Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Süleyman Ateş ve Elmalılı Hamdi Yazır’a göre:
“Mümin kadılnara söyleyin “gözlerini (haramdan) sakınsınlar, ırzlarını korusunlar.”

-Prof. Dr. Sadrettin Gümüş, Prof. Dr. Yakup Çiçek ve Doç. Dr. Muhsin Demirci’ye göre:
“Mümin kadınlara söyle gözlerini harama bakmaktan çevirsinler,
iffetlerini korusunlar.”
-Tibyan Tefsiri’ne göre:
“Mümin kadınlara da deki: Gözlerini indirsinler ve utanacak yerlerini korusunlar.”Bu yorumlardan hangisi doğru?
Sorunun yanıtını  görmek için ayetin Arapça aslına bakmak gerekir. Aslı şöyle:

“Ve kul lilmü’miari yagdudne min ebsarihinne ve yahfazne fürucehünn.”

Ayetin aslına koyu harflerle işaretlediğimiz bölüm “ferçlerinizi örtün” anlamındadır. Çünkü: Füruc, “ferc”in çoğuldur ve ayetin aslı “inanan kadınlara da deyiniz ki kıçlarını örtsün­ler”.

Bu çeviri aslına en uygun olanıdır ve bizim din bilgini geçinenlerimiz Türkçe mealinde “kıç” sözcüğü geçmesini Kutsal kitaba saygısızlık olarak nitelemiş olmalı­lar.
Tanrı “kıç” sözcüğünü kullanırken bizimkiler neden kullanmaz da ayeti tahrif ederler!
Bu ayeti “sıkma baş”a dönüştürerek güzelim kızlarımızı ve kadınlarımızı umacı kılığına sok­manın İslamla ne ilgisi olabilir?
Eğer bu ayet başörtüsünü, türbanı koşul olarak gör­seydi aynı Surenin 30. ayetini
erkek müminler için de öngörmezdi. Nur Suresi’nin 30. ayetinin aslı şöyle:“Kul lilmü’miniyne yaguddü min ebsarihim ve yahfezu fürucehüm..”

Eğer fürucehüm “başörtüsü” olsaydı, bugün erkeklerin de kafalarını türban ile örtmeleri ge­rekirdi.

Cahiliye döneminde Arap yarımadasında yaşayanlar çırıl çıplak dolaşmakta
hiçbir sakınca görmezlerdi. (Ahzap Suresi 33. ayeti bunu belirtiyor.)
İslamın kutsal ki­tabı, öylesi ilkel bir kavme, aile hukukunu ve giysiyi insanca yaşamaya alıştırmak için “fürucehünn” ü koşul koyuyor.
Bu satırları yazan kişi, 1959 yılında Doğubayazıt’ın kırsal kesiminde kimi kadınların
çırıl çıplak soyunup yıkandığına tanık olmuştur. Bu öylesine doğaldı ki, kimse utanç duygusuyla karşılamıyordu.İslam’ın kutsal Kitabında o nedenle “giyinin ki, tanınıp incitilmeyesiniz” ayetine
yer verilmiştir. (Ahzap, 39)

Ali Nejat Ölçen
28.3.13

Abdullah Öcalan’ın 21 Mart 2013 Nevruz mektubu..


Abdullah Öcalan’ın 21 Mart 2013 Nevruz mektubunun tam metni

Diyarbakır’daki Nevruz kutlamasında Abdullah Öcalan’ın 5 sayfalık mesajını
BDP’li Sırrı Süreyya Önder Türkçe, Pervin Buldan da Kürtçe okudu.

Mesajı önce Pervin Buldan Kürtçe okudu. Ardından Sırrı Süreyya Kürtçe başladığı konuşmasına Türkçe devam etti ve önemli notlar iletti. Öcalan, mektubunda
PKK’ya “silahlar sussun, siyasi çözüm başlasın” çağrısı yaptı.

İşte Abdullah Öcalan’ın mektubunun tam metni:

MAZLUMLARIN ÖZGÜRLÜK NEVRUZ’U KUTLU OLSUN

“Selam olsun bu uyanış, canlanış ve diriliş günü olan Nevruz’u en geniş katılım ve ittifakla kutlayan Ortadoğu ve Orta Asya halklarına…

Selam olsun yeni bir dönemin miladı ve gün ışığı olan Nevruz’u büyük bir coşkuyla ve demokratik bir hoşgörüyle kutlayan kardeş halklara…

Selam olsun demokratik hakları özgürlük ve eşitliği rehber edinen bu büyük yolun yolcularına…

Zağros ve Toros dağ eteklerinden, Fırat ve Dicle nehir vadilerine; kutsal Mezopotamya ve Anadolu topraklarından tarım, köy ve şehir uygarlıklarına analık eden halkların
en eskilerinden olan Kürtler sizlere selam olsun…

DİCLE İLE FIRAT, SAKARYA VE MERİÇ’İN KARDEŞİDİR

Binlerce yıllık bu büyük medeniyeti farklı ırklarla, dinlerle, mezheplerle kardeşçe ve dostça birlikte yaşayan, birlikte inşa eden Kürtler için Dicle ile Fırat, Sakarya ve Meriç’in kardeşidir. Ağrı ve Cudi Dağı, Kaçkar ve Erciyes’in dostudur. Halay ve Delilo, Horon ve Zeybek’le hısım-akrabadır.

Bu büyük medeniyet, bu kardeş topluluklar, siyasi baskılarla harici müdahalelerle grupsal çıkarlarla birbirlerine düşürülmeye çalışılmış hakkı, hukuku, eşitliği ve özgürlüğü esas almayan düzenler inşa edilmeye çalışılmıştır.

Son iki yüz yıllık fetih savaşları batılı emperyalist müdahaleler baskıcı ve inkarcı anlayışlar, Arabi, Türki, Farisi, Kürdi toplulukları ulus devletçiklere, sanal sınırlara suni problemlere gark etmeye çalışmıştır.

Sömürü rejimleri, baskıcı ve inkarcı anlayışlar artık miadını doldurmuştur. Ortadoğu ve Orta Asya halkları artık uyanıyor. Kendine ve aslına dönüyor. Birbirlerine karşı kışkırtıcı ve köreltici savaşlara ve çatışmalara dur diyor.

Nevruz ateşiyle yüreği tutuşan, meydanları hınca hınç dolduran yüz binler, milyonlar
artık barış diyor, kardeşlik diyor, çözüm istiyor.

İçinde doğduğumuz çaresizliğe, bilgisizliğe, köleliğe karşı bireysel isyanımla başlayan bu mücadele her türlü dayatmaya karşı bir bilinci, bir anlayışı, bir ruhu oluşturmayı amaçlıyordu. Bugün görüyorum ki, bu haykırış bir noktaya ulaşmıştır.

KAVGAMIZ, HER TÜRLÜ BASKI VE EZİLMEYE KARŞI

Bizim kavgamız hiçbir ırka, dine, mezhebe veya gruba karşı olmamıştır, olamaz.
Bizim kavgamız ezilmişliğe, bilgisizliğe, haksızlığa, geri bırakılmışlığa her türlü baskı ve ezilmeye karşı olmuştur.

BUGÜN YENİ BİR TÜRKİYE’YE UYANIYORUZ

Bugün artık yeni bir Türkiye’ye, yeni bir Ortadoğu’ya ve yeni bir geleceğe uyanıyoruz.

Çağrımı bağrına basan gençler, mesajımı yüreğine katan yüce kadınlar,
söylemlerimi baş-göz üstüne diyerek kabul eden dostlar, sesime kulak kesilen insanlar;

Bugün yeni bir dönem başlıyor.

Silahlı direniş sürecinden, demokratik siyaset sürecine kapı açılıyor.

Siyasi, sosyal ve ekonomik yanı ağır basan bir süreç başlıyor; demokratik hakları, özgürlükleri, eşitliği esas alan bir anlayış gelişiyor.

Biz, onlarca yılımızı bu halk için feda ettik, büyük bedeller ödedik. Bu fedakarlıkların,
bu mücadelelerin hiçbiri boşa gitmedi. Kürtler özbenliğini, aslını ve kimliğini
yeniden kazandı.

SİLAHLARIN SINIR DIŞINA ÇEKİLME AŞAMASINA GELİNDİ

“Artık silahlar sussun, fikirler ve siyasetler konuşsun” noktasına geldik.
Yok sayan, inkar eden, dışlayan modernist paradigma yerle bir oldu. Akan kan Türküne, Kürdüne, Lazına, Çerkezine bakmadan insandan, bu coğrafyanın bağrından akıyor.

Ben, bu çağrıma kulak veren milyonların şahitliğinde diyorum ki; artık yeni bir dönem başlıyor, silah değil, siyaset öne çıkıyor. Artık silahlı unsurlarımızın sınır ötesine çekilmesi aşamasına gelinmiştir.

Yüreğini bana açan, bu davaya inanan herkesin sürecin hassasiyetlerini sonuna kadar gözeteceğine inanıyorum.

BU BİR SON DEĞİL, YENİ BİR BAŞLANGIÇ

Bu bir son değil, yeni bir başlangıçtır. Bu mücadeleyi bırakma değil, daha farklı bir mücadeleyi başlatmadır.

Etnik ve tek uluslu coğrafyalar oluşturmak, bizim aslımızı ve özümüzü inkar eden modernitenin hedeflediği insanlık dışı bir imalattır.

Kürdistan ve Anadolu tarihine yaraşır şekilde tüm halkların ve Kültürlerin eşit, özgür ve demokratik ülkesinin oluşması için herkese büyük sorumluluk düşüyor. Bu Nevruz münasebetiyle en az Kürtler kadar Ermenileri, Türkmenleri, Asurları, Arapları ve diğer halk topluluklarını da yakılan ateşten kaynaklı özgürlük ve eşitlik ışıklarını, kendi öz eşitlik ve özgürlük ışıkları olarak görmeye ve yaşamaya çağırıyorum.

İSLAM BAYRAĞI ALTINDA ORTAK YAŞAM

Saygı değer Türkiye halkı;

Bugün kadim Anadolu’yu Türkiye olarak yaşayan Türk halkı bilmeli ki Kürtlerle bin yıla yakın İslam bayrağı altındaki ortak yaşamları kardeşlik ve dayanışma hukukuna dayanmaktadır.

Gerçek anlamında, bu kardeşlik hukukunda fetih, inkar, red, zorla asimilasyon ve imha yoktur, olmamalıdır.

Kapitalist Moderniteye dayalı son yüzyılın baskı, imha ve asimilasyon politikaları;
halkı bağlamayan dar bir seçkinci iktidar elitinin, tüm tarihi ve de kardeşlik hukukunu
inkar eden çabalarını ifade etmektedir. Günümüzde artık tarihe ve kardeşlik hukukuna ters düştüğü iyice açığa çıkan bu zulüm cenderesinden ortaklaşa çıkış yapmak için hepimizin Ortadoğu’nun temel iki stratejik gücü olarak kendi öz kültür ve uygarlıklarına uygun şekilde demokratik modernitemizi inşa etmeye çağırıyorum.

ŞİMDİ HELALLEŞME ZAMANI

Zaman ihtilafın, çatışmanın, birbirlerini horlamanın değil, ittifakın, birlikteliğin, kucaklaşma ve helalleşmenin zamanıdır.

Çanakkale’de omuz omuza şehit düşen Türkler ve Kürtler; Kurtuluş Savaşı’nı birlikte yapmışlar, 1920 Meclisini birlikte açmışlardır.

Ortak geçmişimizin önümüze koyduğu gerçek; ortak geleceğimizi de birlikte kurmamız gerektiğidir. TBMM’nin kuruluşundaki ruh, bugün de yeni dönemi aydınlatmaktadır.

Tüm ezilen halkları, sınıf ve kültür temsilcilerini; en eski sömürge ve ezilen sınıf olan kadınları, ezilen mezhepleri, tarikatları ve diğer kültürel varlık sahiplerini, işçi sınıfının temsilcilerini ve sistemden dıştalanan herkesi çıkışın yeni seçeneği olan Demokratik Modernite Sistemi’nde yer tutmaya, zihniyet ve formunu kazanmaya çağırıyorum.

Ortadoğu ve Orta Asya kendi öz tarihine uygun, bir çağdaş modernite ve demokratik düzen aramaktadır. Herkesin özgürce ve kardeşçe bir arada yaşayacağı yeni bir model arayışı, ekmek ve su kadar nesnel bir ihtiyaç haline gelmiştir.

Bu modele yine Anadolu ve Mezopotamya coğrafyasının, ondaki kültür ve zamanın öncülük etmesi, onu inşa etmesi kaçınılmazdır.

MİLLİ KURTULUŞ SAVAŞI’NIN BİR TÜREVİNİ YAŞIYORUZ

Tıpkı yakın tarihte Misak-i Milli çerçevesinde Türklerin ve Kürtlerin öncülüğünde gerçekleşen Milli Kurtuluş Savaşı’nın daha güncel, karmaşık ve derinleşmiş bir türevini yaşıyoruz.

Son doksan yılın tüm hata, eksiklik ve yanlışlıklarına rağmen bir kez daha yanımıza, mağdur edilmiş, büyük felaketlere uğramış halkları, sınıfları ve kültürleri de alarak bir model inşa etmeye çalışıyoruz. Tüm bu kesimleri; eşitlikçi, özgür ve demokratik ifade tarzının örgütlenmesini gerçekleştirmeye çağırıyorum.

Misak-i Milli’ye aykırı olarak parçalanmış ve bugün Suriye ve Irak Arap Cumhuriyeti’nde ağır sorunlar ve çatışmalar içinde yaşamaya mahkum edilen Kürtleri, Türkmenleri, Asurileri ve Arapları birleşik bir “Milli Dayanışma ve Barış Konferansı” temelinde
kendi gerçeklerini tartışmaya, bilinçlenmeye ve kararlaşmaya çağırıyorum.

BİZİ BÖLMEK İSTEYENLERE KARŞI BİRLEŞECEĞİZ

Bu toprakların tarihselliğinde önemli bir yer tutan “BİZ” kavramının genişliği ve kapsayıcılığı dar, seçkinci iktidar elitleri eliyle “TEK”e indirgenmiştir.
“BİZ” kavramına eski ruhunu ve pratiğini vermenin zamanıdır.

Bizi bölmek ve çatıştırmak isteyenlere karşı bütünleşeceğiz. Ayrıştırmak isteyenlere karşı birleşeceğiz.

Zamanın ruhunu okuyamayanlar, tarihin çöp sepetine giderler.

Suyun akışına direnenler, uçuruma sürüklenirler.

Bölge halkları yeni şafakların doğuşuna şahitlik etmektedir. Savaşlardan, çatışmalardan, bölünmelerden yorgun düşen Ortadoğu halkları artık kökleri üzerinden yeniden doğmak, omuz omuza ağaya kalkmak istiyor.

HZ. MUSA, HZ. İSA VE HZ. MUHAMMED’İN MESAJLARI

Bu Nevruz hepimize yeni bir müjdedir.

Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. Muhammed’in mesajlarındaki hakikatler, bugün yeni müjdelerle hayata geçiyor, insanoğlu kaybettiklerini geri kazanmaya çalışıyor.

Batının çağdaş uygarlık değerlerini toptan inkar etmiyoruz.

Ondaki aydınlanmacı, eşit, özgür ve demokratik değerleri alıyor kendi varlık değerlerimizle, evrensel yaşam forumlarımızla sentezleyerek yaşamlaştırıyoruz.

Yeni mücadelenin zemini fikir, ideoloji ve demokratik siyasettir, büyük bir demokratik hamle başlatmaktır.

Selam olsun bu sürece güç verenlere, demokratik-barış çözümünü destekleyenlere!

Selam olsun halkların kardeşliği, eşitliği ve demokratik özgürlüğü için sorumluluk üstlenenlere!

Yaşasın Nevruz; yaşasın halkların kardeşliği!

MİLLİYETÇİLİK ERDEMDİR

Dostlar,

Sitemiz okurları Sn. Dr. Müh. Ali Nejat ÖLÇEN‘i yakından tanırlar..

Cumhuriyetimizden kronolojik olarak 2 yaş daha kıdemli Sayın Ölçen..
Tam 91 yaşında..

Pırıl pırıl zekâsı ve enerjisi ile “hâlâ” düşünmekte, yazmakta, tartışmakta..

Web sitesini yönetmekte! (www.olcen.net)

İnternet kümelerinde tartışmalara hatta polemiğe girmekte..

TÜRKİYE SORUNLARI başlıklı kitapçığı 2 ayda bir 15 yıldır çıkarıyor ve
ücretsiz dağıtıyor..

Gelin de hayranlık ve engin bir saygı duymayın..

Bir Cumhuriyet aydınının “MİLLİYETÇİLİK ERDEMDİR” başlıklı yazısını
ibretle okumak, okutmak gerekir..

Teşekkürler Sayın Ölçen, hem de çoook teşekkürler..

Sevgi ve saygı ile.
20.2.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

============================

Dr. Ali Nejat Ölçen

portresi

MİLLİYETÇİLİK ERDEMDİR

Hiçbir ülkede, ağzından çıkanı kulağı işitmeyen bir başbakana
rastla­yamazsınız. Bizdeki kadar cahil ve tutarsız olanına da.
Bu satırları yazan kişi (Ali Nejat Ölçen) Türkçü değil fakat Milliyetçi­dir.Çünkü : Milliyetçi olabilmek için Milletiyle gurur duymak ve onun yararı için uğraş vermek gerekir.  Milliyetçilik ırkçılık da değildir. Eski deyimiyle bir millete mensup (yurttaş) olmak, o millet için gerekirse canın­dan vazgeçmeyi göze alabilmektir. Milletin yararını, gönencini, sa­vunusunu üstlenebilmektir.

  • Milliyetçilik BOP eşbaşkanı olmayı önler.
    Eşbaşkanı olarak emperyalizmin buyruğuna girmeyi “vatan’a ihanet” sayar.
Milliyetçi olan, Misak-ı Milli sınırları içindeki yurdunda “ulus-devlet” bütünlüğüne
zarar verecek hiçbir anlaşmaya boyun eğ­mez. Üstelik karşı çıkar. Ülke çıkarına
ters düşen gizli anlaşmalara imza atmaz. Atmasına yurtseverliği engel olur.

Milliyetçilerin yüre­ğinde “kin”den eser göremezsimiz.
Onlar “Yurtta Barış, Cihanda Ba­rış” ilkesine bağlıdırlar. Milliyetçilerden biri Başba­kan olursa, Beyaz Saray‘dan içeriye adımını atmaz. Ve onun
du­dakları arasından “yü­reğinizdeki kini unutmayınız” sözünün çıktığını işitemezsiniz.

Milli­yetçi olanlar için yalnız “Adalet  Devletin temeli” değil;
“Devlet de Adaletin Temeli” olmak zorundadır.
Milliyetçilik em­peryalizme karşı­dır ve karşı olmanın kültürünü ve kurumlarını yarat­mayı görev kabul eder. Milliyetçilerin özlediği devlet,  ekonomik ge­lişmeyi “Milli Tasar­ruf” ile gerçekleştirmeyi amaç alır ve
ulusal gelirin adil dağılımını sağlamayı görev bilir. Soygun ekonomisine ülkenin kapılarını açmaz ve Milletin tasarruflarıyla yarattığı üretim tesislerini yok pahasına satışa çıkarmaz. Miliyetçiliğin temel olduğu devlette dış ticaret açığına neden olan ithalat savurganlığı ve açık veren bütçe söz konusu olamaz.
Milliyetçilik; Milletin sahip olduğu toprağı Vatan kabul eder ve O’nun bölünmesine
canı pahasına karşı çıkmayı özgür yaşamasının gereği sayar.
Milliyetçilik; Milletin Ordusunu askersiz, komutansız bırak­mayı vatana ihanet kabul eder ve hele o işlemler ABD’den buyruk olarak geliyorsa o buyruğa boyun eğen iktidarı demokrasinin sağla­dığı ola­naklarla devirmeyi, sorumlularını yargı önüne çıkarmayı gö­rev bilir.
Milliyetçilik budur!
O erdemli kavramı ayak altına almaya girişenlerin ayaklarını demokrasinin eğik düzleminde aşağıya kay­dırmayı görev sayar.Herkes Milliyetçi olamaz!Önce yüreğin temiz, kinden arınmış olacak..

Yurtsever olacaksın, ülkeyi kitlesel cinayetle­riyle bölmeye çalışan caniler güruhuyla görüşecek kadar küçülmeye­ceksin.

Milliyetçi olan, PKK gibi bölücü terör örgütlerinin ABD’nin milis gücü olduğunu bilir ve sorunu çözme görevinin ABD’ye ait olduğunu o ülkeye bildirir ve lojistik desteğini çekmesini ihtar eder.

  • Hiçbir ülke Türkiye’nin stratejik müttefiki değildir.
Özellikle iki yüzlü güvenilmez ABD, stratejik müttefiki olamaz Türkiye’nin!Milliyetçilere göre Türkiye için;
  • “Hiçbir ülke dost değildir, hiçbir ülke düşman değildir;
    yalnızca Türkiye ve O’nun çıkarları vardır ve var olacaktır”.

Milliyetçilik işte budur.

Türkiye kendi doğal kaynakları ve işgücü potansiyeli ile kendisini koruyacak ve kalkındıracak güçtedir. O gücü Ulus için Ulusla birlikte siyasal iktidar yapamamanın güçlüğünü yaşamaktayız. Bir gün bunu da çözümleyeceğiz. O nedenle, Avrupa Birliği’ne girmek için kapı aşındırmayacak; Ulusal yararı, onuru korumayı gö­rev bileceğiz.Çünkü; Ulus için yaşamak, Ulus için öl­meyi bilmektir Milliyetçilik.
  • O’nu (Milliyetçiliği) ayak altına almaya yeltenenler bir gün ayaklar altında kalabilir. Tarih kitaplarında bunun öyküleri yazılı­dır. Okumak öğrenmek gerekir.

Milliyetçi olabilmek için tarih bilmek, tarihin diyalektiğini kavramış olmak ve Millet için yalnız bugünü değil yarını ve yarınlar sonrasını da  düşünmek, tasarlamak ve görmek gerekir.

Milliyetçi olmak zordur.
Fakat onur’dur, erdem’dir, yürek’tir, kültürdür ve akıldır; dürüstlüktürGaflet ve da­lalet içindekilere duyurulur.Saygılarımla.

Dr. Müh. Ali Nejat Ölçen
20.2.13

Türkiye Sonunda Türklere Kalır…

Turkiye_Sonunda_Turklere_Kalir

Konuk yazar Prof. Dr. Özer OZANKAYA : TANIMI BİLE YAPILMAYAN BİR “SORUN” ÇÖZÜLEBİLİR Mİ? / A Problem Having no Definition Could Be Solved ?

Tanimi_bile_yapilmayan_bir_sorun_cozulebilir_mi

19 Mayıs Bayramını Kim Nasıl Kutluyor ?

19_mayis_bayramini_kim_nasil_kutluyor_ 19.5.12