Etiket arşivi: İBRAHİM Ö. KABOĞLU

Gezi adaleti ve mahkemenin adaletsizliği

Gezi Parkı korunmasaydı, Taksim Meydanı’nda ortak bellek adına ne kalırdı? 27 Mayıs 2013’te ağaçların sökülmesi ile “alışveriş merkezi” için eyleme geçildi Gezi’de.

ÇEVRE ADALETİ

Buna Taksim Dayanışması öncülüğünde yurttaşlar engel oldu ve çevre adaleti böyle sağlandı. Fakat ‘çevre adaleti’, ağır bedeller ödetti:

  • Gezi olayları sırasında öldürülen gençlerin katillerinden hesap sorulamazken, çevre adaleti savunucularına cezalar yağdırıldı.

1454 gündür tutuklu Osman Kavala, 25 Nisan 2022’de ağırlaştırılmış müebbet hapse, Can Atalay, Mücella Yapıcı, Tayfun Kahraman, Hakan Altınay, Çiğdem Mater ve Mine Özerdem, aynı gün 18’er yıl hapis cezalarına çarptırıldı; tutuklama kararı ile özgürlüklerinden alıkondu. Gezi katilleri ve özgürlükten alıkoyanların ortak paydası, devlet adına hareket etmek. Gezi de, devlet adına yok edilmek isteniyordu…

ÇİFTE YÜKÜMLÜLÜK İHLALİ

Alışveriş merkezi girişimi ile “önleme/koruma/geliştirme” yükümlüğünü ihlal ederek devleti temsil edenler, ‘çevresel güvenlik sorunu’ yarattı; İçişleri Bakanı, İstanbul Valisi ve Emniyet Müdürü emrindeki kolluk güçleri de, Gezi’yi sahiplenenlere, ölümlere varan ölçüsüz şiddet kullandı.

Böylece, varlık nedeni Anayasa gereği

  • İnsan haklarına saygı/insan haklarını koruma ve geliştirme olan devlet temsilcileri, tam tersine ‘kişi güvenliği sorunu’ yarattılar.

Yurttaşlardan şiddet kullanan olmadı mı? Kuşkusuz oldu: Taksim Meydanı, pala sallayan kişileri de gördü. Buna karşın, Türkiye geneline yayılan ve milyonların katıldığı eylemler, genel olarak barışçıl geçti. Bu nedenle, kendiliğinden gelişen bu halk hareketi, demokrasinin post-modern mantığı olarak nitelenir.

MAHKEMEDE ADALETSİZLİK

Ağır bedeller karşılığında Gezi-çevre adaleti sağlanmış olsa da, yargısal adalet sağlanamadı. Gereksiz ve aşırı biber gazı kullandığı için yaralama ve ölümlere neden olan kolluk güçleri ne kadar cezalandırıldı? Belirsiz. Ama bilinen, 25 Nisan kararları ile özgürlüklerinden alıkonulan kişilerin suçsuz olduğu.

18’er yıl hapis ve eğer kaldırılmasaydı ölüm cezası, adil yargılanma hakkı gerekleri veya hukukun genel ilkeleri bir yana, bir dava sürecinin ciddiyetine ve asgari gereklerine tamamen (tümüyle) yabancı. Bu nedenle, hukuken tartışmak veya açıklamak olanaksız.

Kararların siyasal niteliği, Cumhur İttifakı temsilcilerinin ‘yargısız infaz’ tarzındaki müdahaleleri ile teyit edildi (doğrulandı).

Zaten yargı süreci bitmediği ve adli kontrol yaptırım seçenekleri bulunduğuı halde, anında tutuklama kararı da, gerçeği ortaya koymaktan çok çok kişisel intikam saikini (dürtüsünü) yansıtıyor.

HAPİSHANELER: 6 MAYIS

Silivri: 3600 ek gösterge, kolluk ve koruma görevlilerinin beklentisi; koruma görevlileri, meslek kategorisi olarak tanınmak da istiyor.

On gün önce özgürlüğünden alıkonulmuş Can, Tayfun ve Hakan beylerin moralleri yüksek ve gözleri parlıyor. Önemli meslek sahipleri, kamusallık bilinci ve entelektüel birikimi yüksek toplumsal aktörler aynı zamanda.

Yargıdan çok Yürütmenin tutsağı olan Osman Bey’in dosyası ise, hukuk bir yana, basit mantık kurallarına bile tamamen (tümden) yabancı. Atalay, Kahraman ve Altınay aynı koğuşta kalıyor; Kavala ise, tecrit edilmiş (yalıtılmış) durumda. Diğerleri (öbürleri) ile yalnızca ziyaretçi sırasında karşılaşabilirlerse selamlaşabiliyor.

Bakırköy Kadın Mahpusevi Müdürü ile de görüşmeler yaptım. Yapıcı, Mater ve Özerdem de yüksek moralli; güçlü duruşları ve kendilerine güven, haklılıklarından. Mesleki deneyimleri ötesinde, birkimli ve kamusallık bilinci yüksek kişiler. Yaklaşık bin kadın mahpusun 1/3’ü yabancı.

ÖZGÜRLÜK ve MAHPUSLUK

Eğer suçsuzlar olmaması gereken mekanda iseler, suçlular da olmaması gereken yerde oluyor. Kolluk güçlerinden koruma memurlarına dek hazırlık-yargılama ve infaz sürecinde yer alan görevlilerin emeği, Gezi mahpusları örneğinde olduğu gibi suçsuz kişilere yönlendirildikçe gerçek suçlu ve katiller aramızda dolaşmaya devam eder. Bu denli açık adaletsizlik karşısında, özgürlüğünden alıkonulmuş suçsuz ve aramızda dolaşan suçlu sayısının yüksekliği tahmin edilebilir.

  • Özetle adalet, toplumsal güvenlik ve barış için de yaşamsaldır.

Dış politika için de parlamenter rejim…

BİRGÜN, 2022.05.05

 

“Uluslararası toplumun onurlu üyesi Türkiye…” denirdi, insan haklarına ilişkin yasa gerekçelerinde. Uluslararası topluma kendini kabul ettirmek için AKP, ilk yıllarında Avrupa Birliği kaldıracını da kullanarak Ecevit hükümetinin başlattığı reformları sekter biçimde de olsa sürdürdü. Neden sekter? Çünkü balayı dönemi, AKP-Gülen ekseninde yer almayan demokrat, sol ve insan hakları savunucularını da baskılamak için kullanıldı. Özgürlükleri baskılayıcı düzenlemeler, 2017’de başladı; 2011 seçimleri sonrası merkezileşme ivme kazandı. 2013’te Gezi, “dış güçler” söylemi eşliğinde anayasasızlaştırma sürecini görünür kıldı.
***
İlerleyen yıllarda kurulan Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme (PBYDBY) ile ulusal alandaki kuralsızlaştırma, kurumsalsızlaştırma, kazanımları değersizleştirme ve sistemsizleştirme, uluslararası savrulmalara da yansıdı. Cumhuriyet dönemi dış politikası ve Anayasa’nın amir hükümleri (AS: buyurucu kuralları) bir yana bırakılarak, kişisel ilişki ve tercihler, kısa dönemli çıkarlar öne çıkarıldı. İşte bazı kesitler:

•Katil eline dosya: Yurttaş olmayan “mahpusların” yabancı ülkelere resmen nasıl “kaçırıldığı” belleklerde iken, Cemal Kaşıkçı dosyası, tersi yöndeki kararlılık iradesi unutularak, katil Devlet’e gönderildi. Suudi Arabistan (SA) İstanbul Başkonsolosluğu’nda fiziken (bedeni) yok edilen kişinin dosyasının katillerin eline verilmesi, dünya hukuk tarihinde kara bir leke.

•Sözleşmelerde karşıtlıklar: Kadına yönelik şiddetin yaygınlaştığı bir sırada Anayasa çiğnenerek İstanbul Sözleşmesi’nden çıkış ve Paris Anlaşması onaylandığı halde çevresel yağmaya devam, değerlere ve kurallara inançsızlığın tipik göstergeleri.

•Yönetsel karmaşa: Çift başlı yönetime hayır sloganı ile anayasal düzen yıkıldı. Ama dış ilişkileri Cumhurbaşkanı mı, Dışişleri Bakanı mı, Saray kurulları mı yoksa CB Sözcüsü mü yönetiyor? Belli değil.

•SA’ya gezi: Cumhurbaşkanı gezisi, “PBYDBY neden bir an önce sonlandırılmalı?” sorusunun da açık bir yanıtı. Parlamenter rejimde başbakan böyle bir dayatma gezi yapabilir miydi? Yaptığı varsayımında, dönüşünde Meclis’ten kaçabilir miydi? Seçimlere az kala, Türkiye Cumhuriyeti ve yurttaşları için onur kırıcı ve rencide edici gezi sonrası, tek amacı para girdisi olan gezi tasarılarını kestirmek zor değil. Kaşıkçı dosyasını para için katil devlete gönderme, CHP Lideri Kılıçdaroğlu’nun, “Türkiye’de can güvenliği yok” sözlerinin teyidi (doğrulanması) ve devletimizin uluslararası toplum önünde saygınlığını sıfırlayan bir durum.

•Gezi hıncı ve seçimler: Buna karşılık, hak ve özgürlüklerini kullanarak anayasal düzeni korumaya çalışan yurttaşların arkasında dış güçler aramak, artık bir AKP-MHP ittifakı klasiği. SA’ya gezi öncesi açıklanan ve Anayasa madde 138’i dinamitleyen Gezi kararlarını öven CB; üst yargıya gözdağı verdi. Gezi’yi dış güçlere bağlayarak halkı aşağıladı. Oysa Gezi, belli liderlerin çağrısı ile veya dış güçlerin tezgâhı ile gerçekleştirilmesi olanaksız kitlesel bir demokratik hareket. Avrupa Mahkemesi kararlarına meydan okumayı sürdürdü. 2023 seçimlerine yönelik şantaj malzemeleri üzerine ipuçları verdi.

•“Yurtta ve dünyada savaş”: Ulusal ve uluslararası ölçekte, çifte karşıt söylem, iktidar için savaş sloganı gibi. Aydınlanma Çağı’nın yaşandığı, hukuk devletinin ve insan haklarının doğduğu Batı’ya karşı sistematik hasmane söylem, kendi özgür tercihi ile kurumlarında, hukukunda ve değerler sisteminde yer alan Türkiye Cumhuriyeti karşıtlığı değil mi? Tam tersine, Taliban’a karşı pek yumuşak ve kibar bir dil Afrika, Orta Asya ve Orta-Doğu otoriter yönetimleri ve diktatörlere övgülerle sürüyor. Ulusal ölçekte ise laiklik-yurttaşlık ve özgürlük düşmanı cemaat ve vakıfları kollama ve dışarıda, dinci-otoriter yönetimlere yaklaşım tarzı arasındaki koşutluk açık. Demokratik cumhuriyetçilere yönelik ötekileştirici ve siyasal iktidarın serbest seçimler yoluyla eldeğiştirdiği devletlere yönelik olumsuz tavır arasındaki koşutluk da açık. Amaç belli: Seçimlerde demokratik cumhuriyetçielere karşı “dış güçlerle işbirliği” ithamını kullanıma sokmak.
***
Bütün bunlar, PBYDBY kurgusu ile kurul halinde yönetimi, siyasal sorumluluk ilkesini, demokratik denge ve denetim düzeneklerini tasfiyesinin bir sonucu. Bu nedenle işe, parlamentoculuğun temel kurum, kural ve ilkelerini yeniden inşa ile başlamak gerekiyor.

Seçim Kurulları, AYM’den “kıdem”li

60. yılını tamamlayan Anayasa Mahkemesi (AYM), kuruluşundan 12 yıl önce kıdem esasına göre oluşturulan, ama 72 yıl sonra kura (ad çekme) ile belirlenecek olan seçim kurulları üzerine karar verecek.

OYDAŞMA’DAN…

Kıdem esası, Türkiye’de çok partili siyasal yaşama geçildikten sonra iktidarın hukuk yoluyla el değiştirmesini sağlayan ve o zamandan beri uygulanan bir düzenleme. Haliyle seçim kurullarının, 72 yıllık yerleşik bir uygulaması ve seçim hukuku üzerine içtihadi birikimi var. Bu süreç boyunca kuralın uygulanmasına yönelik herhangi bir aksaklık ya da sorun ortaya çıkmadı. 1946’da çok partili hayata geçilmesinin ardından seçim yasasına ilişkin eleştiriler sonrası, uzun çalışmalar sonunda CHP ve DP uzlaşısıyla 5545 sayılı Milletvekilleri Seçimi Kanunu 16 Şubat 1950 yılında kabul edildi. Bu kanun, daha sonra 298 sayılı Kanun’da olduğu gibi il ve ilçe seçim kurullarının oluşumunda kıdemli hâkim esasını belirledi. Kısacası, seçim kurullarının oluşumuna ilişkin “kıdem esası”, demokratik siyasal hayatımızla özdeşleşmiş temel ilkelerden biri.

…İNATLAŞMA’YA

Ne var ki, 7393 sayılı yasa, il ve ilçe seçim kurullarının ad çekme yoluyla oluşturulmasını öngördü. Gerekçesiz ve kamu yararı yokluğu nedeniyle yasamanın takdir alanı dışında kalan (AS: keyfi) değişiklik, AKP-MHP’nin sayısal üstünlüğü ile dayatılan tam bir inatlaşma ürünü.

1950’de CHP, DP’ye iktidarı seçim güvenliği sürecinde devrettiği halde, 2023’te AKP-MHP ikilisi, iktidarı CHP ve müttefiklerine vermemek için, deneyim, birikim ve uzmanlık ilkelerini bir yana bırakarak yerleşik kuralı bozdu, anayasa andını ve vekillik haysiyetini hiçe sayarak.

  • Anayasa’ya ve seçim hukuku ilkelerine çoklu aykırılıklar, iptali acil hale getiriyor.

ÜÇLÜ AYKIRILIKTAN…

Yasama takdirini ortadan kaldıran gerekçe ve kamu yararı yokluğu nedeniyle değişiklik, Anayasa’nın seçme ve seçilme hakkı güvencesi (md.67) ve seçimlerin bağımsız ve tarafsız yargı güvencesi altında yapılması (md.79) ilkelerine aykırıdır. Değişiklik, bu çerçevede, demokratik devlet güvencesine (md.2) ve temel amaç ve görevi “demokrasiyi korumak” olarak belirlenen Devlet’in yükümlülüğüne (md.5), Başlangıç bölümünde geçen “... hürriyetçi demokrasi ve bunun icaplarıyla belirlenmiş hukuk düzeni…” ne de aykırıdır.

Bir yıllık sürenin 3’lü ihlali ise, usule ilişkin aykırılık oluşturuyor:

Anayasa, 1 yıl: “Seçim kanunlarında yapılan değişiklikler, yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde yapılacak seçimlerde uygulanmaz” (md.67/son).

7393 saylı yasa, 3 ay: İl seçim kurulu başkan ve üyeleri ile ilçe seçim kurulu başkanları, bu maddenin yürürlüğe girmesinden itibaren üç ay içinde, (…) yapılan değişikliklere göre yeniden belirlenir. Bu şekilde belirlenen başkan ve üyeler, önceki başkan ve üyelerin görev süresini tamamlar.” (Geç. md.24).

Üçlü süre sorunu:

– Bir yıllık süre: Bir bütün olarak anlam ifade eden bir yıllık uygulama yasağı, parçalı uygulamaları dışlar. Bu nedenle, kurul yapısındaki değişiklik yürürlüğünü sürdürse bile, ancak 7 Nisan 2023’ten itibaren uygulanabilir.

-Kurul süresi: Kurulların süresi iki yıl olduğuna göre, ilk kurulların süresi neden kısaltılıyor?

-Bir yıldan az süre: Yüksek Seçim Kurulu (YSK), seçim kurullarının 6 Temmuz’a dek oluşmasını öngördüğüne göre, en geç 18 Haziran 2023’te yapılması gereken seçimlere nasıl uygulanacak?

… DOĞRUDAN UYGULAMA VE İPTALE

Bu nedenle YSK, Anayasa madde 67/sonu doğrudan uygulamak suretiyle “GEÇİCİ MADDE 24”ün uygulanamazlığı yönünde karar vermeli idi.

Bunu yapmaya daha elverişli bir konumda bulunan Anayasa Mahkemesi, madde 67’yi acilen doğrudan uygulamalı. Kuşkusuz, asıl olan iptal kararında gecikmemek. Bu bakımdan AYM, 60 yıllık tarihinde hiç olmadığından daha çok;

-Anayasal,
-Tarihsel,
-Demokratik ve hatta
-Varoluşsal bir sınav karşısında: 

  • Demokrasi tarihimizle yaşıt ve kendisinden daha kıdemli olan kurulları,
    demokratik hukuk devletinin geleceği için koruma yükümlülüğü.

Hak öznesi olarak çocuklar

authorİBRAHİM Ö. KABOĞLU

ibrahimkaboglu@yahoo.fr
BİRGÜN, 2022.04.23

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, çocukları onurlandırma vesilesi mi, yoksa istismar aracı mı? Birkaç dakikalığına da olsa makamlara oturtmak, yarının yöneticileri olarak çocukları onurlandırmak şeklinde yorumlanabilir. Egemenlik, en büyük yetki simgesi olduğuna göre, çocukları, görev + yetki + sorumluluk makam ile tanıştırmak, geleceğe hazırlamak olarak görülebilir.

Sembolik (simgesel) törenler, iki kayıtla yararlı:

İlk kayıt, çocukları hak öznesi olarak görmek, iktidar aracı olarak değil.
İkinci kayıt, çocuklara geçici de koltuk sunan kurumların görevlerini çocukların yararına yapmaları.

HAK ÖZNESİ OLARAK

Çocukların özgürlük ve hakların öznesi olması, ne anlama gelir?

-18 yaşından küçük yaş gruplarına (dilimlerine) özgü hak ve özgürlükleri kullanmak: çocuk hakları.
-Genel olarak insan haklarından yararlanmak; kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkından seyahat özgürlüğüne kadar.
Gelecek kuşakların haklarını korumak; en başta gelişme ve çevre hakları.

Bu nedenle çocuklar, yarının özgür bireyleri ve haysiyet (onur) hakkının eşit özneleri olarak yetiştirilebildikleri ölçüde, yetişkinler, onlara yarının yöneticileri olarak davranışta içten olabilir.

EGEMENLİK KULLANICILARI

Bugün çocuklar, Cumhurbaşkanlığından TBMM’ye uzanan birçok makama oturtulacak. Ama acaba bu makamların temsil ettiği kurumlar, gelecek kuşakların haklarını ne ölçüde gözetiyor?

Ulusal egemenliğin güncel temsilcileri, bu sorumluluğun neresinde?

Limanların işletme hakkı verilmesi/devri yöntemiyle özelleştirilmeleri sonucu imzalanan sözleşmelerin 49 yıla tamamlanmasını öngören 7350 sayılı yasaya karşı Anayasa Mahkemesi’ne CHP başvuru dilekçesinden bir alıntı:

  • “On yıllara yayılan bir zaman diliminde limanları işletme hakkı bakımından yaratılan tekel nedeniyle, temsil yetkisi 5 yıl ile sınırlı olan 27. Yasama Meclisi, bir sözleşmeyi, 2064 yılında geçerli olacak şekilde yasa yoluyla güvence altına alarak, 36. Döneme kadar yasama meclisi temsilcilerinin ve dolayısıyla özgür oyları ile onları seçecek olan gelecek kuşakların iradesini ipotek altına almış olmaktadır.”

Buna göre, örneğin, yasanın yürürlüğe girdiği gün (11.01.2022) doğanların iradesi, 42 yıl süreyle bağlanmış olacak. Hatta onlar, 2040’tan itibaren (bşlayarak) TBMM üyesi olabilecek, ancak ayrıcalıklar sürecek.

Geleceğe doğru borçlandırıcı veya doğal değerleri bozucu ve yağmalayıcı yatırımların önünü açan yasalar da, çocukların gelecekteki egemenlik hak ve yetkilerini gölgeliyor.

Çocukların törenlerle ağırlanacağı TBMM’de ne yasalar oylandı Anayasa’yı ve Çocuk Hakları Sözleşmesi’ni ihlal ederek çocukların geleceğini çalan ve karartan!

COVID-19 ve ÇOCUKLAR

Ulusal egemenlik ve çocuk bayramı, Covid-19 dönemi ve sonrası çocuk hakları üzerine yeniden düşünme vesilesi de olmalı. Çocuklar, salgın hastalıklar dizisinin öncelikli mağdurları arasında.

Bu çerçevede şu sorgulanmalı: Yürütme işlem ve eylemleri, çocukların üç aşamalı haklarını ne ölçüde öncelik tanıdı?

Eğitim haklarından,
Sosyal devlet ve
Çevresel devlet (yükümü) gereklerine değin.

Kamusallık bilinci, artık insanlar arası ilişkiler ile sınırlı olmayıp bütün canlılarla uyumlu yaşamı gerekli kılar. Haliyle,

  • Devlet-toplum-aile ilişkileri, çocuk hakları ve çevresel haklar ekseninde yeniden biçimlendirilmeli.

BİLGİ-KATILIM ve SAHİPLENME

Anayasa, kuşkusuz en büyük egemenlik simgesi: Yapımı, değiştirilmesi ve uygulanması, çocukları, erişkinlerden daha çok ilgilendirir, zaman bakımından ve geleceğe yönelik olarak.

Yarının seçmen ve seçilmişleri çocuklar, demokratik anayasa arayışına katılmalı.
Bilgilenme; Anayasa’nın neden “ekmek, su ve hava” kadar önemli olduğu çocuklara iyi anlatılmalı.
Katılım; çocukların görüş ve önerilerini alma düzenekleri geliştirilmeli.
Anayasa; gelecekte onların sahiplenmesi ölçüsünde toplum sözleşmesi olabilir.

Anayasa ve çocuklar ilişkisinin gerekleri üzerinde düşünmek, aslında çocukları, özellikle gelecek kuşakların haklarının merkezine yerleştirmek anlamına gelir.

Çocuklara ilk hedef olarak makam göstermek, hak öznesi olamadan iktidar tutkusu aşılamak, çocukları istismar etmekten başka bir anlam taşımaz.

Çocukların istismar edilmediği nice Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramlarına…
=============================================
Dostlar,

Tek sözcükle “görkemli” bir makale!
Sayın Prof. Kaboğlu’nu gönül dolusu kutlamak isteriz.
Onca yoğun uğraşları içinde, BİRGÜN‘e bu hafta 2. yazısını sundu.
Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı nedeniyle bir tür “zorunlu” saydı kendini yazmaya.
Çünkü bu “Bayram”ın gerçekte 2 boyutundan biri, geleceğin yetişkinleri olarak çocuklarımıza, şenlik havası içinde, soyut bir olgu ve kavram olan ULUSAL EGEMENLİK bilinci kazandırmak. Şu çok özel kitap Prof. Kaboğlu’nun ürünü:

Çocuklar ve Anayasa

Bilindiği gibi çocuklar en iyi oyun oynarak öğrenirler. Gerçekte yetişkinler de!
Tiyatro ve antik – kadim anfitiyatrolar bu yüzden çooook kıdemli.
Ancak bu bilimsel gerçekliğin somut yansımalarını bu haftalarda bile göremiyoruz.
Örn. belli yaş dilimleri için yazılmış öykü, masal, film – tiyatro senaryosu, yazılı didaktik metinler, sanal ortam ürünleri çizgi filmler vb. yapıtlar için TBMM, MEB, Kültür Bakanlığı hatta Cumhurbaşkanlığı özendirici düzenlemelere gidebilir, ödüller atayabilir. Başarılı ürünler bu haftada özellikle sahnelenir, kamuoyunun bilgisine sunulur. Kitaplıklara, okullara, ailelere dağıtılır.

Böylesi yaklaşımlar, Cumhuriyet’in bütüncül – ulusal ekin (kültür) siyasalarının (politikalarının) somutlaşarak dışavurumu demektir; vazgeçilmezdir, yaşamsaldır!

Kurucu önder ve ülkesinin çocuklarına, giderek tüm dünya çocuklarına dünyada ilk ve tek, ULUSAL EGEMENLİK BİLİNCİ KAZANDIRMA temalı (tematik!) ÇOCUK BAYRAMINI armağan eden M.K. Atatürk‘ün de sonal (nihai) ereği tam da bunlar değil miydi?!

Boşuna ünlenmedi şu söz kurucu önderce?

  • “Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür…” 

Dolayısıyla, her yıl 23 Nisan günü makam koltuklarını birkaç dakikalığına törensel (ritüel) ve gösterisel (teatral) olarak çocuklara bırakmak, bir orta oyunu ve belki de temelsiz hırs yaratma eylemiyle çocukları ve anababaları, giderek tüm toplumu sömürmekten (istismar etmekten) başka bir şey değil son çözümlemede.

Günün yetişkinleri, gerçekte ne çok saçmaladıklarının ayırdına neden bir türlü var(a)maz?!

Sevgi ve saygı ile. 25 Nisan 2022, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
​Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (​Mülkiye​)​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik    

 

Gelecek seçimler: 2+1

16 Nisan 2017 oylaması üzerine “Beşinci Yılında 2017 Anayasa Kurgusu” yazısı, demokratik gelecek tartışmasının öncülü idi. İlkin Prof. Dr. Ahmet Saltık’ın, 19’uncu yılını kutladığımız BirGün yazılarımı da yayınladığı ‘Bilimsel Akılcılığın Pusula Olduğu Tıp ve Aydınlanma Sitesi’ndeki değerlendirmesini paylaşacağım:

Dostlar,
Sn. Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu, “son derece ilginç” bir siyasal sürece tanıklık ediyor. Üstelik 2 yetkinlikle:
1.
Çok kıdemli bir kamu/Anayasa hukukçusu (50+ yıl!)
2.Bir parlamenter…

BirGün gazetesindeki köşesinde haftalık olarak yazageldikleri gerçekten siyasal tarihe, TBMM tarihine ve Anayasa hukuku / siyaset bilimi öğretisine tartışma, eğitim-öğretim gereci (materyali) olabilecek nitelikte. Bu yazılarını mutlaka kitaplaştırması gerek Kaboğlu hocamızın. Ne var ki, AKP iktidarı ve yedeği küçük partinin ve de şu ya da bu nedenle iktidara desteğini sürdüren çevrelerin bu “muazzam siyasal-hukuksal anomali“yle yüzleşecek “hal”leri yok. Bize göre bu “muazzam siyasal-hukuksal anomali”nin içeriği bir yana, sürdürülebilmesi ve sürdürülebilme dinamikleri daha hafif bir siyasal-hukuksal anomali değil. Son derece nesnel ve dolayısıyla çok çarpıcı olan 3’üncü bir boyut ise Türkiye’nin bir bütün olarak tüm kurumları-kuralları-gelenekleriyle bir yoksunlaşma, çoraklaşma ve yozlaşma sürecine sokulması üzerinden ödemekte olduğu çok ağır fatura ki; sürdürülesi değil. Siyasal sistemde birçok eksen ve düzlemde çok yüksek düzeyde gerilim enerjisi yüklenmiş durumda. İktidar kanadının bu olgunun ayırdında olmadığını savlamak çok güç. Dolayısıyla, bu son varsayım doğru ise,

  • Türkiye, karşıdevrim ile bir kez daha çok çetin bir hesaplaşmaya sürüklenmekte.

Diyanet Akademisi, hemen ardından İstanbul’da doğrudan Erdoğan tarafından açılan Ayasofya Medresesi çok tipik iki güncel örnek olarak öne çıkmakta. Açılışta Erdoğan’ın doğrudan çatışmacı sözleri de!

  • ·2023 gündemi netleşiyor; İktidar kanadı “şah mat” demeye hazırlanıyor, “korkarız…”

Gerçekte korkmayız! Tümcenin gelişi gereği o fiil…

  • Cumhuriyet’in kazanımlarını koruyup – kollayacak tarihsel birikim, gerçekte bu pervasız salvoyu savuşturmaya yetecektir.

Karşıdevrimciler bu tarihsel gerçekliği asla unutmasın!

18 Nisan 2022, Ankara
Prof. Dr. Ahmet SALTIK”
*********

DEMOKRATİK ANAYASA İÇİN

Dünün ve bugünün sorunlarını nesnel bir biçimde gözleyebildiğimiz ölçüde yarın için çözümler üretebiliriz. Hekim sorumluluğu ile Covid-19 salgını üzerine halkı sürekli bilgilendiren Prof. Saltık’ın, toplumsal ve siyasal sorunlara koyduğu tanılar, ‘beş yıllık enkazı aşma’ sorunsalında düğümleniyor. 2017’de yapılan, aslında bir ‘anayasal plebisit’ti. (Gerçekte CB, kendini oylatmıştı).

Bu indirgeyici oylama, 2023’te tersine çevrilerek, TBMM üyeleri ve CB seçimi, ‘anayasa’ oylamasına taşınmalı. Bu yapılabildiği ölçüde çifte seçim, demokratik anayasa yolunu açabilir. Buna giden yol, şu ikilemin sorgulanmasında saklı: 

  • Teokratik ve nasyonalist monokrasi mi, Cumhuriyetçi demokrasi mi?

· Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme, bir yanılsama olarak Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi olarak adlandırılıyor. Mezhepçi ve ırkçı milliyetçi yelpaze, kimi zaman birbirini dengeler görünse de, “iktidar bekası” için hızlıca kenetlenebiliyor; tıpkı 7393 sy.lı seçim yasasında yaptıkları gibi.
· Bu nedenle, demokratik parlamenter rejim ereğindeki çabalara geniş ufuklu ve uzun erimli bakma gereği yaşamsal. Demokratik Cumhuriyet’in temelleri Anayasa’da var olduğuna göre (CHP-HDP-İYİ Parti- TİP- Saadet P.-DP- Deva P.-Gelecek P. vd. ekseninde) ikincil tartışmalar, yalnızca beka’cılara yarar…

Şu halde, asıl tartışılması gereken, 2017 hayır blokunu, 2023’e giden yolda büyüterek “demokratik hukuk devleti” ereğinde “evet”e çevirme yol ve yöntemleridir.

Denklem ise belli:

  • Kullanılacak iki oy (CB+TBMM) = demokratik anayasa!

==============================
Sn. Prof. Kaboğlu’na, kendisine yazdıklarımızı sınırlı köşesinde aynen yayınlama inceliği gösterdiği için şükran borçluyuz.

Saygı ile. 21.4.22

Dr. Ahmet Saltık

Pilot kararlar ve TBMM yükümlülüğü

  • İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM) ve Anayasa Mahkemesi (AYM) pilot kararları gereği, TBMM yasal düzenleme yapma yükümlülüğünde.

Pilot kararlara göre; yasama erki tarafından yapılan ve yasa adı verilen hukuki işlem, öngörülebilir, anlaşılabilir ve ulaşılabilir olma bakımından belli özellikleri yansıtmadığı sürece, adı yasa olsa da, maddi (içerik) olarak yasa sayılamaz. Yasal nitelik taşımayan maddeler, yürürlükte oldukları sürece sistematik hak ihlallerine neden olacakları için değiştirilmeli, yeniden düzenlenmeli veya yürürlükten kaldırılmalı. Dahası, yasama organı benzeri düzenlemelerden kaçınmak ve adil yargılanma hakkı doğrultusunda düzenlemeler yapmak yükümlülüğünde.

– Doğrudan olumlu yükümlülük : İHAM ve AYM’nin pilot kararları konusu olan yasa maddelerine ilişkin düzenleme olarak TBMM, kaldırma, yeniden düzenleme veya kaldırma veya değiştirme yükümlülüğünde. Düzenlemede gecikme ise ‘ihmal yoluyla Anayasa’ya aykırılık’ oluşturur ve yasama organını hak ihlali makamına dönüştürür.

– Yasama etkinliklerinde benzeri düzenlemelerden kaçınmak: TBMM, yasal düzenlemelerde genel olarak, pilot kararlarda vurgulanan niteliğe ilişkin ölçütlere dikkat etmeli.

Adil yargılanma hakkı gereklerini yerine getirmek: AYM önünde bireysel başvuru yolunun etkili olabilmesi için yargı bütününde adil yargılanma hakkı ilkelerini geçerli kılacak düzenlemelerin ivedi olarak yapılması gerekiyordu. Bu yapılmadığı gibi,

  • 2017 Anayasa değişikliği ile yargı bütünü, “parti başkanlığı yoluyla devlet başkanlığı ve yürütme” güdümüne konuldu. 

Bunun sonucunda, yürürlükte olan ve adil yargılanma gerekleri ile örtüşen hükümlerin bile uygulanması zorlaştı.

TBMM, mevzuatı, pilot kararlarla uyumlu kılmada gecikmemeli :

1) TCK, Md.301: İHAM, Akçam/Türkiye, 25 Ekim 2011

İHAM, TCK md.301’in kullandığı kabul edilemez derecedeki geniş sözcüklerin, etkileri açısından yarattığı öngörülebilirlik eksikliği nedeniyle, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi (İHAS) md. 10/2 anlamında bir “kanun” oluşturmadığına hükmetti: Özellikle, “Türklük” kavramının “Türk Milleti” şeklinde değiştirilmesine rağmen, Yargıtay tarafından yine aynı şekilde anlaşıldığı için, bu kavramların yorumlanmasında değişiklik veya temel bir farklılık olmadı. Yargının yorumladığı biçimiyle madde 301’deki sözcüklerin kapsamı, çok geniş ve belirsizdir ve bu nedenle düzenleme, ifade özgürlüğünün kullanımı önünde sürekli bir tehdit.

2) TCK, m.220/6: İHAM, Işıkırık /Türkiye, 14.11. 2017; AYM, H. Yakut, 10/6/2021.

Anayasa Mahkemesi’ne göre; “Somut olayda başvurucu hakkında uygulandığı hâliyle terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme suçunun düzenlendiği 5237 sayılı Kanun’un 220. maddesinin (6) numaralı fıkrasının içerik, amaç ve kapsam itibarıyla belirli olduğundan söz edilemez. Çünkü söz konusu hüküm, Anayasa’nın 34. maddesi ile korunan anayasal hakkına yönelik keyfî müdahaleye karşı başvurucuya yasal bir koruma sağlayamamaktadır. İhlalin bizzat kanun hükmünün lafzına dayalı yapısal bir sorundan ve derece mahkemelerinin kanuna ilişkin geniş yorumundan kaynaklandığı anlaşılmaktadır…

İlgili kanun hükmü yürürlükte olduğuna göre derece mahkemeleri tarafından yeniden yargılama yapılması yoluyla ihlalin giderimi mümkün olmayacaktır. Dolayısıyla ihlalin ve sonuçlarının giderilebilmesi ve benzeri yeni ihlallerin önüne geçilebilmesi için ihlale yol açan kanun hükmünün gözden geçirilmesi gerekir.”

3) TCK, md.220/7: İHAM, İmret/Türkiye, 10 Temmuz 2018

TCK md. 220/7 madde bağlamında, hapis cezası biçimindeki ağır cezai yaptırımın uygulanması için potansiyel bir dayanak oluşturacak eylemler öyle geniş bir yelpazeye yayılmaktadır ki, ulusal mahkemelerce genişletici yorumu da içerecek şekilde anlaşılacak madde sözü, kamu makamlarının keyfi müdahalelerine karşı yeterli düzeyde koruma sağlayamamakta.

4) TCK, md.314: İHAM, Selahattin Demirtaş/Türkiye, 22 Aralık 2020

Ceza Kanunu’nun 314. maddesi uyarınca ceza gerektiren ciddi suçlarla bağlantılı olarak tutuklanmayı haklı kılabilecek eylemler yelpazesi oldukça geniştir ve dolayısıyla, ulusal mahkemelerin yorumunu da içerecek şekilde anlaşılacak madde içeriği, ulusal makamların keyfi müdahalelerine karşı yeterli koruma sağlamamakta.

5) TCK, md.299: İHAM, Vedat Şorli/Türkiye, 19 Ekim 2021

TCK m.299’un İHAS madde 10’a aykırı olduğuna hükmeden İHAM, kararında, hakaret alanında devlet başkanına özel olarak yüksek seviyeli bir koruma sağlanmasının, Sözleşme’ye uygun olmadığını hatırlatarak, devletin devlet başkanının itibarını korumaktaki çıkarının, hakkında haber verme ve görüş ifade etme hakkına karşı ona bir ayrıcalık ya da özel koruma tanınmasını haklı kılmaz.

6) İnternet Yayınlarına Erişim Engeli: AYM KARARI/Keskin Kalem Yay..: 27/10/2021.

Anayasa Mahkemesi, 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlemesi Kanunu’nun erişimin engellenmesi kararlarına yönelik 9. maddesinin değiştirilmesi gerektiğine hükmetti. Kararda, erişime engelleme kararı veren sulh ceza hâkimliklerinin hiçbirinin söz konusu haberlerin şeref ve saygınlığı nasıl zedelediğine kararlarında yer vermedikleri, gerekçeli kararlarda, basının görev ve sorumluluklarına uymadığı tespitinin neye göre yapıldığının açıklanmadığı belirtildi.

Mevzuatın, basına güvence sağlamadığını saptayan AYM, yapılacak düzenlemenin içermesi gereken hususları da sıraladı. Sonuç olarak;

  • AYM’nin ve İHAM’ın pilot kararları doğrultusunda yasal düzenleme yapmak için TBMM,
    daha fazla gecikmemeli.

Beşinci yılında 2017 Anayasa kurgusu

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

Anayasacılık hareketlerinden kopuş olarak 2017 değişikliği, Osmanlı Devleti-Türkiye Cumhuriyeti anayasalarından tümüyle ayrılmakta. İşte kopuşun 5 halkası ve 25 başlıkta görünümü:

1-Anayasa değişikliğine giden yol,
2-Halkoylaması ile yok edilenler,
3-Geçiş süreci,
4-Uygulama ve
5-Sorumsuzluk zırhı.

İTİCİ GÜÇLER

2017 Anayasa değişikliği, uzunca bir süreye yayılan anayasal arayış sonucu mu, yoksa 15 Temmuz darbe girişiminin ürünü mü? İşte itici güçler ve aşamalar:

Anayasasızlaştırma; yöneticilerin, Anayasa’nın emredici ve yasaklayıcı hükümlerini çiğnemesi, özellikle Gezi olayları sırasında zirve yaptı (2013).

Allah’ın lütfu: Darbe girişimi için; “Bu hareket, Allah’ın bize büyük bir lütfudur” (CB Erdoğan).

OHAL (20 Temmuz 2016): OHAL KHK’ler, darbe girişimi ile ilişkisi olmayan, hatta ömürleri, cemaatlere ve bütün hukuk dışı yapılanmalara karşı mücadele ile geçen kişi ve kesimlere yönelik, “kitlesel imha aracı” olarak kullanıldı.

Anayasa suçu itirafı: “Ülke yönetimi yasa ve Anayasaya uygun değildir ve de suç işlenmektedir” (D. Bahçeli, 16 Ekim).

Değişiklik teklifi: AKP-MHP mutfağında hazırlanan 21 maddelik değişiklik önerisi TBMM Başkanlığına sunuldu (B. Yıldırım,10 Aralık).

OYLAMA VE SONUÇLARI

OHAL: Hukuk dışı ve en acımasız OHAL uygulamasının zirve yaptığı bir sırada 18 maddelik Anayasa değişikliği oylandı (16 Nisan 2017).

Ölçüsüz propaganda: Evet ve hayır blokları, fırsat ve olanak bakımından eşit koşullarda yarışamadı; seçmen, bilgilenme hakkından yararlanamadı ve anayasal kamuoyu oluşamadı.

Mühürsüz oylar: Mühürsüz oy ve zarflar sayılarak, ‘evet’ sayısal üstünlüğü sağlandı.

Yok edilen kurum ve kurallar: Hükümet, siyasal sorumluluk ilkesi, siyasal karar düzenekleri, Anayasal denge-denetim düzenekleri.

Kişisel iktidar: Devlet başkanlığı ve yürütme tek kişide birleştirildi.

HSK: Hâkimler ve Savcılar Kurulu, bir ay içinde yapılandırıldı.
Parti Başkanlığı: CB, bir ay içinde eski partisinin başkanlığına döndü.


Uyum yasaları
: Uyum yasaları, öngörülen 6 aylık süre bir yana, 16 ayda bile çıkarılmadı.

Seçim: Seçim yasası değiştirildi ve ittifak düzenlemesi yapıldı. Anayasa’da 3 Kasım 2019 olarak öngörülen seçim tarihi, 24 Haziran 2018’e çekildi. Geçiş dönemi için uyum, yasalar yerine Anayasa’ya aykırı olarak KHK’lere bırakıldı.

Kıyım: OHAL KHK’leri yoluyla “kitlesel kıyımlar” seçimler sonrasında da sürdü.

FİİLİ DURUM

24 Haziran 2018 seçimleri ardından yürürlüğe giren “anayasal kurgu”, en başta savunucuları tarafından bozuldu:

*Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme uygulamaları, anayasa dışı ve fiili durumlar hanesinde yer aldı. Üniversiteler ve uzman-özerk kuruluşlar, Saray gölge ve güdümüne konuldu.

*Yasasızlaştırma: Yasama yetkisini özerk olarak kullanamayan TBMM, müzakere sürecini de işletemedi. CHP-HDP ve İYİ Parti’nin kamu yararına yönelik bütün önergelerini reddeden AKP-MHP, boş sıraları, sadece oylama sırasında doldurdu; toplumun geleceğini ilgilendiren yasa görüşmeleri, tv. yayınları sonrasına kaydırıldı. Yasal düzenleme alanı, CBK’ler lehine daraltıldı.

*Yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı, Anayasa’nın açık hükümlerine karşın Saray güdümünde.

*Yoksullaştırma: Kurumları, kuralları ve değerleri sürekli aşındırma ile toplumsal ayrıştırma ve yoksullaştırma arasında belirgin bir koşutluk var.

*Araçsallaştırılan din: Dünyevi hukuktan uzaklaşmak için siyasete alet edilen din, yoksullaşmanın kaynağı oldu; çözüm için de kullanılıyor: Sabır!

SORUMSUZLUK ZIRHI

Anayasal kurgu gerekçelerinden hiçbiri gerçekleşmedi. Siyasal ve anayasal bellek, yalnızca iki kişinin iktidar hırsı için mi silinmek istendi?

OHAL dönemi resmi işlem ve eylemleri ile yaptırımlar arasındaki sorumluluk halkalarını koparma iradesi de belirleyici.

  • OHAL dönemi ve sonrasında Anayasa ve hukuk dışı karar alıcı ve uygulayıcılarını her türlü sorumluluktan bağışık tutan beş yasa:

*“… hukuki, idari, mali ve cezai sorumluluğu doğmaz.” (18.10.16/ 6749 ).
*“… hukuki, idari, mali ve cezai sorumluluğu doğmaz. (8.11.16/6755)
*“… hukukî, idari, mali ve cezai sorumluluğu doğmaz. (1.2.18/7071).
* “… hukuki, idari, mali ve cezai sorumluluğu doğmaz.” (5.12.19-7194).
*”… hukuki, idari, mali ve cezai sorumluluk doğmaz. (11/11/20- 7256).
================================================

Dostlar,

Sn. Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu, “son derece ilginç” bir siyasal sürece tanıklık ediyor. Üstelik 2 yekinlikle :

1. Çok kıdemli bir kamı / anayasa hukukçusu (50+ yıl!)
2. Bir parlamenter..

BİRGÜN gazetesindeki köşesinde haftalık olarak yazageldikleri gerçekten siyasal tarihe, TBMM tarihine ve Anayasa hukuku / siyaset bilimi öğretisine tartışma, eğitim – öğretim gereci (materyali) olabilecek nitelikte.

Bu yazılarını mutlaka kitaplaştırması gerek Kaboğlu hocamızın.

Ne var ki, AKP iktidarı ve yedeği küçük partinin ve de şu ya da bu nedenle iktidara desteğini sürdüren çevrelerin bu “muazzam siyasal – hukuksal anomali“yle yüzleşecek “hal”leri yok.
Bize göre bu “muazzam siyasal – hukuksal anomali” nin içeriği bir yana, sürdürülebilmesi ve sürdürülebilme dinamikleri daha hafif bir siyasal – hukuksal anomali değil.

Son derece nesnel ve dolayısıyla çok çarpıcı olan 3. bir boyut ise Türkiye’nin bir bütün olarak tüm kurumları – kuralları – gelenekleriyle bir yoksunlaşma, çoraklaşma ve yozlaşma sürecine sokulması üzerinden ödemekte olduğu çok ağır fatura ki; sürdürülesi değil.

Siyasal sistemde birçok eksen ve düzlemde çok yüksek düzeyde gerilim enerjisi yüklenmiş durumda. İktidar kanadının bu olgunun ayırdında olmadığını savlamak çok güç. Dolayısıyla, bu son varsayım doğru ise, Türkiye, karşıdevrim ile bir kez daha çok çetin bir hesaplaşmaya sürüklenmekte.

Diyanet Akademisi, hemen ardından İstanbul’da doğrudan Erdoğan tarafından açılan Ayasofya medresesi çok tipik 2 güncel örnek olarak öne çıkmakta. Açılışta Erdoğan’ın doğrudan çatışmacı sözleri de!

  • 2023 gündemi netleşiyor; İktidar kanadı “şah mat” demeye hazırlanıyor “korkarız..” 

Gerçekte korkmayız! Tümcenin gelişi gereği o fiil..
Cumhuriyetin kazanımlarını koruyup – kollayacak tarihsel birikim, gerçekte bu pervasız salvoyu savuşturmaya yetecektir. Karşıdevrimciler bu tarihsel gerçekliği asla unutmasın!

Sevgi ve saygı ile. 18 Nisan 2022, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
​Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (​Mülkiye​)​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik

 

 

 

Seçim yasası neden değiştirilir?

Yasa, toplum yararı ve kamu yararı için çıkarılır. Seçim yasaları, bu gerekliliği öncelikle yansıtmalı. Zira, kamu yararı adına (için) yasa yapıcıları belirleyen en temel norm. Bu nedenle, seçmen iradesinin en özgür, en düzgün ve güvenli biçimde temsili organa yansıtılması ana amaç.
***
TBMM’de çoğunluk sahibi siyasal parti veya partilerin seçimler yaklaştığında sayı üstünlüğünden yararlanarak kendilerine avantaj sağlayıcı düzenleme yapmasının önüne geçmeyi amaçlayan Anayasa maddesi şöyle:

  • Seçim kanunlarında yapılan değişiklikler, yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde yapılacak seçimlerde uygulanmaz.” (md.67; 3/10/2001)

Ne var ki, sorunlu 2017 Anayasa değişikliği, bu konuda da istisna öngördü:

“Anayasanın 67. maddesinin son fıkrası hükmü, bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihten sonra birlikte ilk milletvekili genel seçimi ile Cumhurbaşkanlığı seçimi bakımından uygulanmaz” (md.17/H).

Nitekim 13 Mart 2018 günlü ve 7102 sayılı yasa ile seçimlere ilişkin düzenleme yapıldı. Anayasa’da 3 Kasım 2019’da yapılması öngörülen seçimler, 24 Haziran’a alınarak bir yıllık yasak delinmiş oldu.
***
Anayasa’ya uyum yasaları yerine, 2018’de seçim yasasına odaklanan AKP-MHP ikilisi, şimdi de 2/4284 sy.lı yasa önerisi ile, ülkenin bunca sorunu varken, TBMM’yi seçim düzenlemeleri ile meşgul ediyor.

Seçimlere ilişkin düzenleme, şu üç sorunu öncelikle ve birlikte ele almadığı sürece, demokratik hukuk devletinin asgari gerekleri sağlanamaz:

Demokratik siyaset alanını daraltan ve demokratik toplumu sürekli baskılayan Parti başkanı Cumhurbaşkanı (CB):

Temsilde adalet ilkesini sürekli zedeleyen seçim barajı.

– Siyasal partiler arasında fırsat ve olanak eşitsizliği yaratan hazine yardımı.

  • CB’nin konumu, seçim barajı ve hazine yardımını gölgede bırakıyor. Nasıl?

Devleti ve yürütmeyi tek başına temsil eden ve şirket statüsündeki Varlık Fonu başkanlığını da yapan kişi, parti genel başkanıdır.

– Cumhurbaşkanı, CB yardımcısı ve bakanlar başta, atanmış kişilerin de –Anayasaya aykırı olduğu halde- katıldığı Parti faaliyetlerinde genel başkan değil, Cumhurbaşkanı unvanını kullanmakta.

Bu nedenle, TBMM’de temsil edilen partiler, eşit koşullarda yarışamamakta.

Eşitsizlik, “seçme, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakları” açısından da geçerli. Düzenleme nasıl yapılırsa yapılsın, seçim öncesi/esnası ve sonrası bütün faaliyetlerinde, Cumhur ittifakı partileri ve özellikle AKP’nin çok unvanlı genel başkanı, Devlet olanaklarını parti lehine seferber etti/etmekte ve edecek.
-Medya, Kişi-Parti-Devlet’in propaganda aygıtı olarak kullanıldığından, demokratik siyaset alanı, haliyle, Cumhur İttifakı dışında kalan partiler aleyhine daraltılmış bulunuyor.

-Yurttaşlar, “siyasi parti içinde siyasi faaliyette bulunma” yönünden eşit değil; zira, demokratik toplumun asgari gereklerini bile ortadan kaldıran bir mevzuat ve uygulama ayrışması var.

  • Düşünce ve ifade özgürlükleri ile barışçıl toplanma ve gösteri özgürlükleri, hukuk dışı ve şiddet kullanılarak bastırılmakta ve ölçüsüz yaptırımlara tabi tutulmakta.

Bu nedenlerle, seçimlere giden yol, “eşit” ortam ve olanaklar sunmamakta.

Gerçekten ana sorun; “kişi-parti-devlet” birleşmesine yol açan Anayasal yapının düzeltilmesidir.

2017’de hükümet kaldırıldığı için seçim baraj bahanesi de sona erdiği halde, AKP-MHP, %7 baraj yanı sıra, ‘Parti başkanı’ Cumhurbaşkanı’nın seçim yasaklarından bağışık tutulması öneriyor. (AS: Yasalaştı bile!!)
***
Anayasa’nın yasa için öngördüğü bir yıllık uygulama yasağına iki ay kala, Cumhur İttifakı’nın gelecek seçimleri kazanma ereğine yönelik torba yasa önerisi, kamu yararı veya seçim güvenliğini sağlamak bir yana, seçim hukukun genel ilkelerine, demokratik hukuk devletinin gereklerine, Anayasa’nın amir hükümlerine çok yönlü olarak aykırı olup, siyasal etik ve ahlak ilkeleri ile de çelişmekte.
***
CHP olarak görevimiz, yalnızca Anayasaya ve kamu yararına aykırı düzenlemelere karşı çıkmak değil, seçim güvenliği ve temsilde adalet ilkesine ilişkin somut önerileri de, komisyon aşamasında olduğu gibi genel kurul sırasında sunmaktır. (AS: Ne yazık ki AKP-MHP reddetti!)

Bu yasa önerisi, demokratik hukuk devleti ereğinde yürütülen anayasa çalışmalarının ne denli meşru, haklı ve ivedi olduğunu bir kez daha doğruladı.

  • Tek kişi yönetimi, özgür ve eşit oy güvencesini sağlayacak adil seçme ve seçilme hakları üzerinde en ciddi tehdit.

Demokratik cumhuriyetçiler daha uyanık olmalı.

“Sipariş yasa” dayatmalarına hayır!

 

Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisi’nindir. Bu yetki devredilemez” (AY md.7).

TBMM için bu yetki, üç aşamalı tekelci yetki:

Yasa önerisi (Bütçe kanun teklifi dışında) TBMM üyelerince yapılır.

Komisyon’da yasa önerisini Anayasa’ya uygunluk incelemesi yetkisi.

Genel Kurul görüşmelerinde öneriler üzerinde son sözü söyleme yetkisi…

Ya uygulama?

Önerilerin hemen tamamı, TBMM dışında hazırlanıyor. İmzalayan vekiller, soruları yanıtlamayı bile öneri sahibi bürokratlara bırakıyor.

Komisyonlar, “kendilerine havale edilen tekliflerin ilk önce Anayasa’nın metin ve ruhuna aykırı olup olmadığını”n incelenmesi, AKP-MHP’li vekillerce engellenmekte.

Genel Kurul’da ise, Anayasa’ya ve kamu yararına apaçık aykırılıklar içeren yasa önerileri, Genel Kurul’a yalnızca oy kullanmak için giren AKP-MHP’li vekillerce kabul edilmekte.

Son haftalarda oylanan yasalar, “Cumhur İttifakı, neden TBMM’ye vurulan ters kelepçe?” sorusunun güncel yanıtı. İşte birkaç örnek:

ÖĞRETMENLİK KANUNU

7354 sayılı Öğretmenlik Meslek Kanunu, aday öğretmen, öğretmen, uzman öğretmen ve başöğretmen gibi öğretmenler arasında ayrımlar yaparak hiyerarşik yapı oluşturuyor. Yasa ile doğrudan düzenlenmesi gereken birçok konu yönetmeliğe bırakılıyor.

Yalnızca üç nokta;

Öğretmen sendikaları bütünü karşı yasaya karşı çıktı. On maddelik yasa, o denli özensiz yazılmış ki, “yasa dili” sınavı yapılsa, “0” çeker. Milli Eğitim Bakanı, yasa sürecine hiç katılmıyor; yardımcısını gönderiyor. Haliyle Meclis’e uğrama gereği bile duymayan Bakan’a geniş bir yönetmelikle düzenleme alanı bırakılıyor.

ÜNİVERSİTE: KUR / DEĞİŞTİR

İst. Ayvansaray Üniversitesi’nin adı Topkapı olarak değiştiren ve Mudanya Üniversitesi’ni kurmaya ilişkin 7382 sayılı yasa.

2016 yılında ad değişikliği ile Ayvansaray Üniversitesi’ni kuran mütevveli heyeti başkanı şimdi yok, malları ele geçiren ve ismin Topkapı Üniversitesi olmasını isteyen başka bir mütevelli heyeti var. Kurucu mütevelli heyeti başkanı ise bu yeni heyetle davalık. Yerleşke Topkapı semtinde olduğu için adı değiştiriliyormuş… ‘Kurucu mütevelli heyeti başkanı ile yeni mütevelli heyet neden davalı?’ vb. sorular yanıtsız.

Bursa Eğitim ve Kültür Vakfı, dört fakülte ve bir yüksekokuldan oluşan Mudanya Üniversitesi kuruyor. Öneride hiçbir gerekçe yok. Her iki üniversite temsilcileri Meclis’e gelme gereği bile duymuyor… Eleştirilerimiz, AKP-MHP tepkisi ile reddediliyor. YÖK Başkanvekili sorulara yanıt veremiyor. Tam bir ‘ısmarlama yasa’. Yap/işlet/devret misali…

DİYANET AKADEMİSİ

Diyanet Akademisi kurulması yasa önerisi, -onca ilahiyat fakültesi varken-, statüsü belirsizliğini sürdürüyor. Her yerde hazır ve nazır Diyanet İşleri Başkanı ne Komisyon’da ne de Genel Kurul’da. MEB ve YÖK, devre dışı. Yasa ile belirlenmesi gereken birçok ölçüt, yönetmeliğe veya CB kararına bırakılıyor. Sünni olmayan yurttaşların vergileri, Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) için, misyonerlik ve farklı inançlılar arasında ayrımcılık yolunda mali kaynak olacak AKP-MHP ittifakı, DİB’den gelen önerinin virgülüne bile dokundurtmadı.

YETKİMİ KULLANMAM

AKP-MHP’li vekiller Nükleer Düzenleme Kanunu’nda ise düzenlemenin Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile tamamlanması için, TBMM yetkisini kullanmasına engel oldu (Bkz. ‘Nükleerde Saray Entrikası’ başlıklı yazım, 11 Mart). Yasa/CBK/yönetmelik karmaşası, bu kez, “paralel düzenleme” iştahı olarak da özetlenebilir.

SEÇİM YASASI

Nükleer düzenleme, AYM’nin tanıdığı bir yıllık sürenin dolmasına günler kala, seçim yasa değişikliği ise, “Seçim kanunlarında yapılan değişiklikler, yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde yapılacak seçimlere uygulanmaz.” yasağına takılmaya haftalar kala gündeme getirildi.

Hükümet olmadığı halde kurulan Cumhur İttifakı, TBMM’ye vurulan ters kelepçe işlevi gördü. Eğer seçim yasa önerisi, bu şekliyle yasalaşırsa özellikle CB’nin seçim yasaklarından bağışık tutulması ile “seçim sandığına vurulan kilit” işlevi görecek. Dahası, ‘kişi-parti-devlet birleşmesi’, CB’nin seçim yasakları dışında bırakılması ile pekişecek ve bir tür siyasetin sonu olacak. Kuşkusuz yasa önerisi, CHP ve müttefiklerince, ‘parlamenter demokrasi arayışına ivme kazandıracak bir adım’ olarak da okunabilir.

NÜKLEERDE SARAY ENTRİKASI!


İbrahim Ö. Kaboğlu
BirGün, 10 Mart 2022

NÜKLEERDE SARAY ENTRİKASI!

Cumhuriyet’in 65. Hükümeti, 15 Temmuz darbe girişimi sonrası iki yönde emek harcadı: AKP’ye biat etmeyen dünyevi hukuk yanlıları için OHAL KHK’leri yoluyla “sivil ölüm” ve demokrasiye kasteden Anayasa değişikliği.

MÜLGA HÜKÜMET

Darbecilere karşı mücadele yerine “çifte kıyım”, son Hükümet’in önceliği oldu. Anayasa kıyımı ardından ise, uyum yasaları yerine, OHAL KHK’leri yoluyla kıyımı sürdüren ve AKP-MHP’nin seçim kazanmasına yönelik  düzenlemelere öncülük eden Hükümet, 24 Haziran seçimleri sonrası “mülga” oldu.

MÜLGA KHK

Buna karşın, tıpkı OHAL KHK yoluyla kar lastiği düzenlemesi yapan ve dünya hukuk tarihinin en büyük toplu kıyımlarını sürdüren Hükümet, bu kez, “Nükleer Düzenleme Kurumunun  Teşkilat ve Görevleri ile  Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname” çıkardı (2.7.18/ 702 sy.).

Anayasa Mahkemesi (AYM), KHK’yi iptal etti (30.12.20).

UYKUDAKİ AKP

Anayasa Mahkemesi, yasal düzenleme için TBMM’ye bir yıllık süre tanıdı (R.G.:9/3/21).

AKP, Nükleer Düzenleme Kanun Teklifi’ni, 11 ay 16 gün sonra, süre bitimine 10 gün kala Meclis gündemine getirdi (25.2.22).

AKP-MHP, Teklifi Komisyonlardan bir gün ve gecede el-kol hareketi ile geçirdi. Ama Genel Kurul’da vekillerini tutamadığı ve toplantı yeter sayısı sağlayamadığı için 4 Mart Cuma günü Meclis kapandı.

Cumartesi, vekillerini tutmak için grup başkan ve vekilleri bekçilik yaptı. Benzerini, Türkiye’ye kasteden 7334 sy.lı Turizmi Teşvik Kanunu oylaması için yapmışlardı; Meclis TV’nin yayın yapmadığı gün ve saatlerde.

SAKAT NDK

İç çelişkilerle dolu ve eksik Nükleer Düzenleme Kanun (NDK) teklifinin Anayasa’ya uygun hale getirilmesi için yoğun çaba harcayan CHP, yapıcı önergeler verdi. (HDP radikal, İYİ P., esnek muhalefet etti).

Nükleer Düzenleme Kurumu’nun oluşumuna ve  hukuki statüsüne ilişkin CHP önergesine göre, kamu tüzel kişiliği statüsüne sahip Kurum üyeleri, TBMM tarafından siyasal partilerin oy oranına  ve liyakat ilkesine göre seçilecekti; zira, amacı doğrultusunda görev, yetki ve sorumluluklarını yerine getirmesi, özerk ve uzman bir kamu tüzelkişisi olarak düzenlenmesini gerekli kılıyordu. Aksi halde, yönetmelik bile çıkaramayacaktı.

Kanun ile düzenlenen konunun CBK ile düzenlenemeyeceği sürekli vurgulandı. Ama AKP ve MHP, CHP’nin bütün  önergeleri reddetti.

KEENLEMYEKÜN CBK

AKP ve MHP’nin, TBMM’nin yasama yetkisini Anayasal çerçevede kullanmasını neden engellediği 8 Mart sabahı resmileşti: “paralel” Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi (CBK).

AYM’nin belirlediği sürenin son günü, 7381 sayılı Nükleer Düzenleme Kanunu ve Nükleer Düzenleme Kurumunun Teşkilat ve Görevleri Hakkında CBK-95’in yayımlandığı Resmi Gazete, AKP ve MHP, Saray’da hazırlanan “CBK’ye uyumlu yasa”! için “olumlu ve düzeltici önergeler”e sonuna dek “muhafet”! ederek Anayasa ihlalini tescil etti.

Sadakattan ayrılmayacakları üzerine namus ve şeref  andı içtikleri Anayasa açık:

Kanunda açıkça düzenlenen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz” (md.104/17 c.3).

7381 sayılı Kanun’un düzenlediği konuda çıkarılan ve Nükleer Düzenleme Kurumu’nu tamamen (tümüyle) Saray’a bağımlı birim haline getiren CBK-95, Anayasa’nın açık hükmüne karşı, Nükleer Düzenleme Kanunu ile konu çakışması nedeniyle yok hükmünde: keenlemyekün.

Amaca uygun olmayan, sakat ve hukuken yok hükmündeki düzenlemeler, gelecek kuşaklar için onarımı olanaksız yaşamsal tehlikeler yaratacaktır.

Saray nasıl inşa edildiyse, Türkiye de öyle yönetiliyor: hukuk, Anayasa ve yasa dışı.

Ya ahlak?

7381 sayılı Kanun, TBMM’de 5.3.2022’de kabul edildiği halde, yayımlanmasını bekletip, aynı konuda daha önce hazırlanan CBK ile 8.3.2022’de RG’de birlikte yayımlamak, ciddi bir ahlaki soruna da işaret etmekte.

  • Türkiye, entrikalarından bıktığı Saray yorgunu bir ülke konumuna düşürüldü.

Toplumumuz bunu hiç hak etmiyor. Kurtuluşun tek yolu sandık. Cumhuriyetçi yurttaşlar, “demokratik hukuk devleti” ereğinde daha akılcı ve kararlı adımlar atarak, güçlü dayanışma halkalarını örmeye ivme kazandırmalı.