(AS: Bizim çok kapsamlı katkımız yazının altındadır.)
OHAL’i kalıcı hale getiren yasa 31 Temmuz günü yürürlüğe girdi. Kimi hükümleri süresiz; meslekten çıkarmaya, meslek ad ve haklarını kullanmamaya, pasaport iptaline ilişkin kimi hükümleri de üç yıl süreli uygulanacak. Emekçiler üç yıl süreyle Demokles’in kılıcı gibi ensesinde hissedecek çalışma yaşamına müdahaleyi ve meslek kıyımını.
Üç yıl sonra mı? Bu yasayı çıkaran Meclis ile direnme dışında her şey olanaklı. Düzen bildiğiniz düzen olunca seçim de bildiğiniz gibi oluyor, düzen muhalefeti de…
Geçmiş dönemde önüne geleni onaylayan, meşruiyetini yitirmiş AKP’yi yaşatan, düzenin önüne engel çıkarmadığı halde sorunların nedeni olarak gösterilerek Anayasa değişikliğiyle birlikte kenara itilen Meclis’in 24 Haziran’dan sonra daha aktif çalışması gerektiğine dair iddialı sözler söylenmese, böyle bir yazıya gerek olmazdı. Seçim bildiğiniz seçim olunca Meclis de bildiğiniz gibi oluyor: bolca konuş, geleni geçir…
“Parlamenter rejim işlemiyordu”ysa hiç de engel olmuyordu ki…
– Baskı yasaları oradan geçti,
– OHAL orada onaylanıp uzatıldı.
– OHAL KHK’leri hem de hukuksuzca orada onaylandı.
– Emeği ezen, sömürüyü rahatlatan, halkın olanı sermayeye peş keş çeken, teşvik üstüne teşvik veren, talanı ve keyfiliği hukuk diye yazan yasalar hep oradan geçti.
– Yurt dışına emperyalistler adına asker gönderen,
– Emperyalistleri tüm silahlarıyla yurt topraklarına yerleştiren kararlar da orada alındı.
– 2010’daki yargıyı teslim alma anayasası da Meclis’ten geçti, (AS: 12 Eylül 2010 halkoylaması)
– Parlamentoyu tali ve işlevsiz olmaya iten hükümranlık anayasası da…
“Ne yapalım çoğunluk” dediler seçimden seçime demokrasi nutukları çekenler. Burjuva demokrasisi içinde gelişen “çoğulculuk” bile unutuldu. Anayasaya aykırılık önergesi verilen yasa maddelerini parlamentolarından geçirmeyen Batı’yı anımsatınca “burası Türkiye” dediler.
AKP, Meclis çoğunluğunun altına düşünce, seçimden seçime yurttaşlık görevini yapanlar “acaba” dedi. Rejimi elleriyle teslim eden muhalefet de aktif çalışma hayalleri kurdu.
İlk sınavlarıydı. Hem de öylesine sıradan bir yasa teklifi değildi önlerine gelen. Öyle, eleştiri hakkıyla, İçtüzük konuşmalarıyla, parmak hesabıyla geçiştirilecek, masumiyet içinde görüşülmekle yetinilecek sıradan hükümler değildi. Meclis’ten geçti, CB onayladı, işlem tamam.
“Kamu düzeni ve güvenliğinin olağan hayatı durduracak veya kesintiye uğratacak şekilde bozulduğu ya da bozulacağına ilişkin ciddi belirtilerin bulunması” gibi belirsiz ifadelerle başlayacak her şey. Kimin için bozuluyor, kime göre bozuluyor, ciddi belirtinin ölçüsü ne, kime göre ciddi belirti olacak, bozulma ne demek, bunlara kim nasıl karar verecek? Valiler arasında görüş farklılığı olursa ne olacak, iyi vali kötü vali oyunu mu oynanacak? Bu tür soruların karşılığı yasada yok.
Yasa, belirsiz ve öngörülemeyen durumları ya da belirtileri CB’ye bağlı il yöneticisinin keyfi takdirine bırakıyor. Haklar, hakların korunması ve sınırlandırılması, kısıtlamalar ve yasaklamalar kimi kişilerin iki dudağı arasında. Bireyler de toplum da herhangi bir mekanda ya da zaman diliminde neyle karşılaşacağını bilmiyor, öngöremiyor. 2015’te “kalıcı sıkıyönetim yasası” diye tanımladığımız iç güvenlik düzenlemeleri 2018’de “kalıcı OHAL” ile katmerleniyor.
OHAL KHK’lerindeki tanıdık ifadeleri yazmakla, “terör örgütlerine veya Millî Güvenlik Kurulunca Devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen” demekle yasallık sağlanmış olmaz. OHAL’de çiğnenen masumiyet karinesi olağan dönemde nasıl yok sayılacak? Anayasa Mahkemesi bu kez denetimden kaçamayacak da, nasıl kulp bulup Anayasaya uygun diyecek bakalım. Ama bu hukuksuzlukları önüne yığmak şart.
Bir de, biz ısrarla
- OHAL KHK’leri yasalaşsa bile hukuk devletinde OHAL sona erince uygulanamazlar
deyip duralım, kalıcı OHAL yasasıyla OHAL KHK’lerini onay yasalarında da ek ve değişiklik yapıldı. Aynı şekilde OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonu ile de oynayarak hukuksal meşruiyet kazandırma yolu denendi. “Ben yaptım oldu”nun adına demokrasi deniyor.
Dahası; idari yargılama, ceza ve hukuk usulü yasalarına (AS; sırasıyla İYUK, CMK ve HMK) ek yapılarak İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi önündeki başvurularda ihlal kararı verilmesinin önüne geçilmesi amaçlandı. İnsan Hakları Avrupa Mahkemesine yapılan başvuru hakkında dostane çözüm ya da tek taraflı deklarasyon sonucunda düşme kararı verilmesi hali yargılamanın yenilenmesi nedenleri arasında sokularak kurnazlığın kurnazlığı yapıldı.
Aramalar, kontroller, önlemler… Halk yani kamu her an diken üstünde korkuyla yaşayacak; adına da kamu düzeni ve güvenliği, genel asayiş denilecek.
- Kamuyu koruyacak olan, hukuksal güvenliğini sağlaması gereken yasalar, korku ve baskı yasaları haline geliyor.
Açıkça Anayasa’ya ve hukuk devleti ilkelerine aykırı hak ve özgürlük sınırlaması söz konusu. Yasalar, Anayasayı tekrarlamakla yasallık ilkesini yerine getirmiş olmaz; Anayasada yazan sınırlama kavramlarını açmak, içini doldurmak, idarecinin keyfi uygulamalarını önlemek, belirli ve öngörülebilir olmak zorunda. “Kamu düzeni ve güvenliği” yazmakla, yöneticiye yetki vermekle yasa yapılmaz.
Kaldı ki hak ve özgürlüklerin sınırlanması yalnızca yasaya yazmayla olmaz; özlerine dokunulmayacak, yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı sınırlama yapılabilecek. Meslekten atma, kazanılan hakları geri alma öze dokunma değil de ne? Ancak yasayla yapılabilecek bu sınırlama Anayasada belirtilen sebeplerin tekrarı şeklinde de olmayacak. Bu kadar değil. Sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmayacak. (AS: Anayasa md. 13: Temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılması)
“Cumhuriyet”in nitelikleri içinde “demokratik hukuk devleti” olmanın en etkin kurumu olan parlamentoyla övünenler, bu devlete hükümet vermeseler de hiç olmazsa yasama görevi yapacaklardı. Ama bu düzen onlara yasama görevinin yasa çıkarmak, değiştirmek ya da kaldırmak olduğunu öğretmişti de anayasal düzene, cumhuriyetin niteliklerine uygun olmayan, hukuk devletinin ilkelerine uygun olmayan, baskı ve şiddeti meşru gösteren, düşman hukuku ve düşman ceza hukukunu dayatan, bireysel ve toplumsal hakları sınırlayan, budayan, durduran yasaları reddetmeyi, her halde o yasaları geri çevirmeyi unutturmuştu. Hükümetin, şimdi tek kişilik hükümetin önerdiği her şeyin kabul zorunluğu olmadığını, Anayasa ve hukuk dışı tutum ve davranışlara karşı direnme hakkını kullanmayı tümden unutturmuştu.
- Direnmenin bir hak olduğu, direnme hakkının Anayasa’nın özünde olduğu hiç anımsanmadı.
Anımsanmaya anımsanmaya, şeklen Meclis İç Tüzük hükümlerine, esasen AKP’ye, özde de sömürücü ve gerici düzene teslim olundu ve o teslimiyet artık düzen içinde herhangi bir onarım bile yapılamayacak derecede kalıcılaştı.
Artık anayasal denetim yolları tıkalı. Tıkayanlar, halk egemenliğini Anayasanın koyduğu esaslara göre kullanan yetkili organların kendisi. Tıkayanlar, Anayasanın yalnızca organlar bölümünü var sayıp, cumhuriyetin niteliklerini, hak ve özgürlükleri, hukuku yok sayanlar. Tıkayanlar, halktan seçimden seçime oy isteyip kendi sınıfsal anayasalarının gereğini bile yerine getirmeyenler.
Gerçek tıkayıcı ise sömürü düzeninin kendisi…
Şimdi de toplumsal denetim yollarını tıkamak, emekçi halkın sesini kesmek için seferber olundu.
Bu gerici ve piyasacı düzene mahkum değiliz, olmayacağız.
========================================
Dostlar,
TÜRKİYE’deki YANGINI NASIL SÖNDÜRMELİ??
Sayın Ali Rıza Aydın, yetkin bir Anayasa Mahkemesi Raportörüydü. Muhasebeci Başkan döneminde görevden ayrılması istendi ve en verimli yaşlarında Sn. Aydın emekliliğe zorlandı. (Sn. Aydın’ın bir söyleşide bize aktardıkları.. “kayıt dışı” çekincesi koymadığı için paylaştık..)
Anayasa hukuku alanındaki uzmanlığı nedeniyle, bu yazısı, 9 Temmuz 2018’den bu yana hızla başkalaştırılan (metamorfoza uğratılan) ve tanınmaz görünüme ulaşan 1982 Anayasası odaklı..
Dilimiz varmıyor söylemeye ama;
-
Anayasa’nın değiştirilmesinin önerilmesi bile yasaklanan ilk 3 maddesindeki Cumhuriyetin temel niteliklerine arkadan dolaşılarak “dokunulmuştur”!
81 milyon nüfuslu dev bir ülkede neredeyse her şeyin ama her şeyin tek bir adamın ağzına bakması utanç vericidir ve böylesi bir rejimin adı asla “demokratik cumhuriyet” olamaz!
- “Kayıtsız koşulsuz halkın olan egemenlik yetkisi” milletten gaspedilmiştir.
Dolayısıyla, Cumhuriyet’in Anayasanın 2. maddesinde sayılan değiştirilemez – dokunulamaz temel niteliklerini hukuka karşı hile ile, siyaset oyunları ile değiştirip yozlaştıranlar, açıkça ANAYASAYI İHLAL SUÇU işlemişlerdir.
Bu bağlamda yapılıp edilenler, çıkarılan mevzuat… bütünüyle anayasaya aykırıdır, hukuk dışıdır ve geçersizdir. Şekil olarak Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi olsa da, TBMM’den yasa olarak geçirilmiş olsa bile..
Türkiye bir akıl tutulması yaşıyor..
TEK ADAMA hücrelerine dek teslim olduğundan bu yana, ekonomisinde yangın dinmiyor.
Tam bir olağanüstü durum – alarm durumu yaşıyoruz..
1 Dolar 5,42 TL. Oysa AKP Kasım 2002’de iktidar olduğunda 1,61 TL idi. 5,42 / 1,61 = 3,37 çıkıyor..15,5 yılda TL, Dolar karşısında 3.37 kat değersizleşti, 18,5 $ cent = 1 TL oldu.. Bakar mısınız AKP Gn. Bşk. Yrd. Cevdet Yılmaz’ın talihsiz sözlerine :
- “Türkiye siyasi istikrarı ve geleceğe dönük somut hedefleri olan bir ülkedir. Son dönemlerde finansal piyasalarda yaşanan ve ekonomik temellerle izah edilemeyecek dalgalanmalar er geç durulacaktır… Hükümetimizin ve kurumlarımızın serinkanlı ve akılcı politikaları,
bütçe disiplinimiz, reform programlarımız ve moral değerlerimizi koruma yoluyla dönemsel dalgalanmaları aşacağız” diyen Yılmaz, “İthalatı ikame edici projelerin yanı sıra daha çok
mal ve hizmet ihracatı ile cari açığı azaltarak sürdürülebilir büyümeyi destekleyecek,
kaynak çeşitlendirmesine de giderek finansal spekülasyonlara karşı bünyemizi güçlendireceğiz” ifadelerini kullandı.”
Halkla alay ediliyor açıkçası.. Aczini – çaresizliğini itiraf ediyor AKP. Bu durum kabul edilemez. Tek kişilik hükümetin artık hiçbir bahanesinin kalmadığını Erdoğan kendi ağzıyla açıkladı. O halde bu kahreden yangının hesabı verilmelidir. Neden verilmiyor, çünkü sorulamıyor!
Hem olağanüstü yetkili olacaksınız hem de sorumluluğunuz olmayacak! Bu keyfilik değil mi?
TBMM’de Cumhurbaşkanına soru sormak yok!
Yağma ve talana belli ölçülerde ortak edilen yığınlar, seçimlerde milyonlarca oy boca etmeyi sürdürüyor.. Karunlar gibi zengin edilen yandaşlar ise soygun siyasetini finanse ediyor..
Basın kör – sağır – dilsiz kılınmış durumda.. Geçelim iktidarı denetlemeyi, sorgulamayı, haber bile yap(a)mıyor! Bu muazzam baskı düzeninin neresi Anayasaya uygun??
AKP’nin son 15,5 yılda ağır hasta ettiği, aşırı borçlandırdığı, betona gömdüğü, yandaşlara yağma – talan peş keşi çektiği, yolsuzluklara boğulan ekonomi daha çok dayanamadı ve çöktü. Üstelik milli burjuvazi ve sermayeyi de hasım hatta düşman görerek, tasfiyeye çalışarak.. Ülkeden kaçan kaçana.. elbette serveti olanlar ve dışarı götürebilenler.. Erdoğan, “biletinizi de biz alalım, gidin..” demedi mi?? Böyle ayrımcılıkla – bölücülükle devlet yönetilir mi??
Bu sitede yıllardır yazıyoruz.. AKP’yi ve Erdoğan’ı eleştirip öneriler sunuyoruz. Özellikle AKP içindeki aklıbaşında ve yurtsever insanlarımıza sesleniyoruz sağduyu için..
TEHLİKENİN FARKINDA MISINIZ??
FARKINDA MISINIZ TEHLİKENİN??
Türkiye’de toplum – halk ayrışma ve ülke dağılma sınırına sürüklendi!
Artık kıyametten önceki son metreler..
Gene uyarıyoruz.. Bu gidiş gidiş değil.. Ülke çöktü – çökecek ve altında kalacağız.
Çare :
Muhalefet partileri her şeyi ertelemeli ve ortak, yapıcı muhalefet yürütmelidir.
Halka her şeyi açıklamalı ve çözüm önerileri üretmelidirler.
Yargımız, biraz sert eleştirileri hemen “hakaret” kapsamında değerlendirmemelidir.
Konuştuğumuz konular gömleğin rengi, çayın demi değil; ülkenin – milletin geleceği!
Haliyle gergin ve sert olunabilir. Ülkeyi göz göre göre yangına sürükleyen siyasetçilere gül atılacak değildir. Elbette en ağır biçimde eleştirilecektir hesap sorulacaktır siyasette, yargıda.
Bu salt ifade özgürlüğü ile de kalmayıp, yurttaşlık görevi ve ödevidir.
Anayasanın, anayasa metnine dahil olan Başlangıç bölümünde (3. paragraf) şu metin var .
- “Millet iradesinin mutlak üstünlüğü, egemenliğin kayıtsız şartsız Türk Milletine ait olduğu ve bunu millet adına kullanmaya yetkili kılınan hiçbir kişi ve kuruluşun, bu Anayasada gösterilen hürriyetçi demokrasi ve bunun icaplarıyla belirlenmiş hukuk düzeni dışına çıkamayacağı;”
Son tümce ise şöyle :
- “TÜRK MİLLETİ TARAFINDAN, demokrasiye aşık Türk evlatlarının vatan ve millet sevgisine emanet ve tevdi olunur.“
Cumhuriyet yurttaşın vatan – millet sevgisine kutsal emanettir.
Şu kesitte yazıp çizmek – konuşup anlatmak suç değil, vazgeçilmez görevdir.
Tersi suç, hatta vatana ihanettir.
Türk yargısı da kuşkusuz yaşanan yıkımın – yangının ayrımındadır ve o da vargücüyle Cumhuriyete kol kanat gerecektir. Feryat eden yurtseverlerin çığlıklarını bir tür “zaruret hali” hatta “meşru savunma” sayacak ve engel olmayıp kolaylaştıracaktır..
20 Temmuz 2015’te ilan edilen OHAL rejimi geçen ay sözde kaldırılmış ancak Türkiye ne yazık ki kendisini gerçek bir “olağanüstü durum” içinde bulmuştur..
Durum gerçekten “olağanüstü” dür ve herkes, ne söyleyecekse bugünlerde, yüksek sesle, içtenlikle ve yüreklilikle söylemek zorundadır..
AKP = RTE, ivedilikle sorunların TBMM’de tartışılmasını sağlamalı, öbür partilerle uzlaşarak ortak ulusal çözümlere yönelmelidir.
- AKP = RTE‘nin tek başına bu çok ağır bunalımı yönetemeyeceği son derece nettir.
Krizi yaratanlardan onu çözmesini beklemek akıl dışıdır.
Söz konusu vatandır, dolayısıyla geri kalan ayrıntıdır, anlaşıldı mı AKP = RTE, TBMM ve bütün Türkiye!?
Sevgi, saygı ve derin kaygı ile. 08 Ağustos 2018, Ankara
Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net profsaltik@gmail.com