Etiket arşivi: COVID-19

Çalışanların aşı olmama lüksü yok

Covid-19 bir işçi sınıfı hastalığı. Bu nedenle işyerlerinde Covid-19 vakaları çok sık görülüyor ve işçi hayatını riske atıyor. İşyerinde işçi sağlığını korumak işverenin göreviyken işçiye de iş güvenliğinin sağlanması için aşı olmak gibi sorumluluklar düşüyor.

Dünyada ve ülkemizde Covid-19’un yeni varyantları endişe yaratmaya devam ediyor. Diğer taraftan bilim insanları tarafından salgına karşı en önemli çare olarak gösterilen aşıya karşı kimi çevrelerce oluşan “aşı karşıtlığı” tartışmalara neden oluyor. Avrupa’da Fransa’nın başlattığı aşı kartı uygulaması, karşıtların tüm protesto ve gösterilerine karşın Fransa meclisinde kabul edildi. İngiltere, hatta komşumuz Yunanistan da benzer önlemler aldı. Bu tür uygulamaların diğer Avrupa ülkelerinde ve dünyada genişleyerek yaygın hale gelmesi bekleniyor. Ülkemizde de aşıya karşı olanların özellikle de insanların en yoğun olarak bir arada oldukları işyerlerinde bulaş riski bakımından risk oluşturması, aşı olmayan çalışanlara karşı yaptırım uygulanması tartışmalarını sıkça gündeme getiriyor.

Aşısızlık riski artırıyor

Gerçekten de ülkemizdeki vaka ve ölüm sayıları analiz edildiğinde Covid-19’un bir işçi sınıfı hastalığı haline dönüştüğü gerçeği baştan beri somut bir tespit olarak önümüzde duruyor. Buna karşın bazı çalışanların her gün bir arada olup yakın çalıştıkları işyerlerine aşı olmayarak gelip diğer çalışma arkadaşlarını riske atması bu kişilere yaptırım uygulanıp uygulanamayacağı konusunu çalışma hayatı ve işçi işveren ilişkileri bakımından sorgulanır hale getiriyor.

Öncelikle mevcut duruma baktığımızda aşı olmanın zorunlu olmadığı gerçeğini görüyoruz. Dolayısıyla konuya bu yönden baktığımızda aşı olmayan kişilere bir yaptırım uygulanamayacağını söylemek mümkün. Ancak gerek Borçlar Kanunu gerek, İş Kanunu ve gerekse İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu bakımından hem işverene hem işçiye konuyla ilgili bazı yükümlükler düştüğünü görüyoruz.

Bunların başında işverenlerin işçiyi gözetme ve koruma borcunun geldiğini söyleyebiliriz;
gerçekten de 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 417. maddesinin 2. fıkrasında

  • “İşveren, işyerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması için gerekli her türlü önlemi almak, araç ve gereçleri noksansız bulundurmak; işçiler de iş sağlığı ve güvenliği konusunda alınan her türlü önleme uymakla yükümlüdür.”Denilerek hem işverene, hem de işçiye iş sağlığı ve güvenliği bakımından önlem almak ve bu önlemlere uymak yükümlülüğünü getirmektedir. Şüphesiz ki Covid-19’un da bir işçi sağlığı ve güvenliği konusu olduğu ve işverenler bakımından bu salgına karşı işçileri korumak ve her türlü önlemi almak gereği burada göz ardı edilemez.4857 sayılı İş Kanununa baktığımızda da işverenlerin benzer yükümlülükleri ile karşılaşırız:
  • “MADDE 77: İşverenler işyerinde alınan iş sağlığı ve güvenliği önlemlerine uyulup uyulmadığını denetlemek, işçileri karşı karşıya bulundukları mesleki riskler, alınması gerekli tedbirler, yasal hak ve sorumlulukları konusunda bilgilendirmek ve gerekli iş sağlığı ve güvenliği eğitimini vermek zorundadırlar.”
    (AS: bu madde Mülga: 20/6/2012-6331/37 md.)
  • 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu da konuyla ilgili açık maddelere yer vermektedir;
    “İşverenin genel yükümlülüğü MADDE 4 – (1) İşveren, çalışanların işle ilgili sağlık ve güvenliğini sağlamakla yükümlü olup bu çerçevede;
    a) Mesleki risklerin önlenmesi, eğitim ve bilgi verilmesi dâhil her türlü tedbirin alınması, organizasyonun yapılması, gerekli araç ve gereçlerin sağlanması, sağlık ve güvenlik tedbirlerinin değişen şartlara uygun hale getirilmesi ve mevcut durumun iyileştirilmesi için çalışmalar yapar”

    İşverenlerin bu konudaki yükümlülükleri yasalarda açık bir biçimde yer almakta iken yine İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu ve İş Kanunu işçilere bulaşıcı hastalık ve iş güvenliği riski gibi nedenlerle iş görmekten kaçınma (çalışmamak) ve işten haklı nedenlerle ayrılmak hakkı tanımaktadır.

    6331 sayılı İş sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nun çalışmakta kaçınma hakkı maddesi aşağıdaki gibidir;

    MADDE 13 – (1) Ciddi ve yakın tehlike ile karşı karşıya kalan çalışanlar kurula, kurulun bulunmadığı işyerlerinde ise işverene başvurarak durumun tespit edilmesini ve gerekli tedbirlerin alınmasına karar verilmesini talep edebilir. Kurul acilen toplanarak, işveren ise derhâl kararını verir ve durumu tutanakla tespit eder. Karar, çalışana ve çalışan temsilcisine yazılı olarak bildirilir.

    (2) Kurul veya işverenin çalışanın talebi yönünde karar vermesi hâlinde çalışan, gerekli tedbirler alınıncaya kadar çalışmaktan kaçınabilir. Çalışanların çalışmaktan kaçındığı dönemdeki ücreti ile kanunlardan ve iş sözleşmesinden doğan diğer hakları saklıdır.

    (3) Çalışanlar, ciddi ve yakın tehlikenin önlenemez olduğu durumlarda birinci fıkradaki usule uymak zorunda olmaksızın işyerini veya tehlikeli bölgeyi terk ederek belirlenen güvenli yere gider. Çalışanların bu hareketlerinden dolayı hakları kısıtlanamaz.”

    İŞ GÜVENLİĞİ ALMAK ŞART

    İşçinin işyerindeki risklere karşı gerekli önlemlerin alınmaması sonucunda oluşan çalışmama hakkı dışında 4857 sayılı İş Kanunu’nun işçiye haklı nedenle fesih hakkı tanıyan 24. maddesinin sağlık nedenleri başlıklı 1. bendi çerçevesinde iş sözleşmesini haklı nedenle sona erdirmek hakkı da vardır. İlgili madde aynen aşağıdaki gibidir;

    I. Sağlık sebepleri:

    a) İş sözleşmesinin konusu olan işin yapılması işin niteliğinden doğan bir sebeple işçinin sağlığı veya yaşayışı için tehlikeli olursa.

    b) İşçinin sürekli olarak yakından ve doğrudan buluşup görüştüğü işveren yahut başka bir işçi bulaşıcı veya işçinin işi ile bağdaşmayan bir hastalığa tutulursa.”

    Görülebileceği gibi özellikle de b fıkrası tam da içinde bulunduğumuz dönem ile karşılık bulan bir içeriğe sahiptir. Yani ilgili madde işçiye işveren ya da bir çalışma arkadaşının bulaşıcı bir hastalığa tutulması sebebiyle iş sözleşmesini haklı nedenle sona erdirip tazminatlı olarak işyerinden ayrılma hakkı tanımaktadır.

    Şimdi bu açıklamalardan sonra işverene haklı nedenle işçinin iş sözleşmesini sona erdirme hakkı veren nedenlerden biri olan İş Kanunu’nun 25/2. maddesinin (ı) bendine bakalım;

    I) İşçinin kendi isteği veya savsaması yüzünden işin güvenliğini tehlikeye düşürmesi, işyerinin malı olan veya malı olmayıp da eli altında bulunan makineleri, tesisatı veya başka eşya ve maddeleri otuz günlük ücretinin tutarıyla ödeyemeyecek derecede hasara ve kayba uğratması.

    AŞI SORUMLULUKTUR

    Burada görülebileceği gibi “işçinin kendi isteği veya savsaması yüzünden işin güvenliğini tehlikeye düşürmesi” ibaresi yer almaktadır. Ben baştan beri

    Covid-19’un yukarıda da belirttiğim gibi bir işçi sınıfı hastalığı olduğu ve işyerinde bu virüse maruz kalınması koşulunda bu durumun iş kazası ve/veya meslek hastalığı olarak değerlendirilmesi görüşünde olanlardanım.

    Dolayısı ile bir çalışanın herhangi bir tıbbi nedene (sağlık sorununa) dayanmaksızın sadece istemediği için aşı olmaması ve çalışma arkadaşlarına işyerinde virüs bulaştırmasının bu madde kapsamında değerlendirilebileceğini ciddi olarak düşünüyorum. Bundan amacım kesinlikle aşı olmak istemeyen çalışanların işten çıkarılmasına yasal bir dayanak arayışı değildir. Bu yazınının da esas itibarı ile böyle bir amacı olmadığını bilmem belirtmeme gerek var mı?

    Ancak hastalığın yeni varyantlarla yayılma hızı ve aşı karşıtlığının artmasının yanı sıra getirilen yasak ve önlemlere karşı tepkilerin artması gibi nedenler ileride hükümetleri daha sert önlemler almaya zorlayabilir. Bu gelişmelerin ise çalışma hayatına yansımaları da şüphesiz ki kaçınılmaz olacaktır. Bu nedenlerle çalışanlarımızı hem kendilerini, hem çalışma arkadaşlarını ve tabii ki ailelerini de korumaları bakımından aşı olmaya ikna için elimizden geldiğince çaba harcamamız gerekiyor. Bu konuda başta hükümete, işveren ve yöneticilere de önemli görevler düşüyor.

DSÖ: Üçüncü doz yerine yoksul ülkelere bağış yapılsın

DSÖ Başkanı Ghebreyesus, yoksul ülkeler hala Covid-19 aşısı sağlayamamışken, varsıl ülkelerin ‘takviye doz’ siparişi vermek yerine bağış yapması gerektiğini belirtti.

DSÖ: Üçüncü doz yerine yoksul ülkelere bağış yapılsın
DUVAR
– Korona virüsü aşılarında ‘takviye’ doz tartışması sürerken, Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Başkanı Dr. Tedros Adhanom Ghebreyesus, yoksul ülkelerde yaşanan aşıya erişim sorununa dikkat çekti. Ghebreyesus, birçok ülke hala Covid-19 aşısı temin edememişken, zengin ülkelerin üçüncü doz siparişi vermemesi gerektiğini söyledi.

‘BUNUN YERİNE COVAX’A BAĞIŞ YAPILMALI’

Delta varyantının baskın hale gelmesiyle ölümlerin arttığını ancak çoğu ülkede sağlık çalışanlarını korumak için yeterli doz olmadığını belirten DSÖ Başkanı, “Covid-19 aşılarının küresel tedarik açığı son derece dengesiz ve adaletsiz” dedi. İlk kez Hindistan’da tespit edilen Delta varyantının en az 104 ülkeye yayıldığını kaydeden Ghebreyesus,

  • “Kimi ülkeler sağlık çalışanlarını ve risk grubundakileri aşılamak için yeterli malzemeye sahip değil ancak diğerleri takviye doz sipariş ediyor” ifadelerini kullandı.

DSÖ Başkanı, Pfizer ile Moderna’nın hali hazırda aşılama düzeyinin yüksek olduğu ülkelere takviye doz sağladığını, bunun yerine yoksul ülkelere aşı dağıtmayı amaçlayan COVAX programına bağış yapılması gerektiğini söyledi.

‘TÜMÜYLE  AŞILANANLARIN İHTİYACI YOK’

Geçtiğimiz hafta 3. doz izni için başvuru yapılacağını duyuran Pfizer şirketiyle görüşen ABD Sağlık ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’ndan da 3. doz açıklaması geldi. Covid-19‘a karşı tümüyle aşılanmış kişilerin ‘takviye doza’ ihtiyacı olmadığını duyuran Bakanlık, önümüzdeki süreçte 3. dozun gerekliliği hakkında görüşmelere devam edeceklerini açıkladı.

Pfizer sözcüsü Sharon Castillo ise, “Hem Pfizer hem ABD hükümeti, virüsün önüne geçme konusunda bilimsel verilerin bir sonraki adımı belirleyeceği konusunda hemfikir” ifadelerini kullandı. (DSÖ: Üçüncü doz yerine yoksul ülkelere bağış yapılsın (gazeteduvar.com.tr)

Delta Varyantı Bize Ne Anlatıyor?

Prof.Dr. Bekir Sami KOCAZEYBEK | AVESİSProf. Dr. Bekir S. KOCAZEYBEK
İÜC CTF TIBBİ MİKROBİYOLOJİ ANA BİLİM DALI
İBB BİLİMSEL DANIŞMA KURULU ÜYESİ

10 Temmuz 2021, Cumhuriyet

Aralık 2019’dan Temmuz 2021’e kadar milyonlarca insanı enfekte eden ve ölümlere neden olan COVID-19 etkeni SARS-CoV-2 kendini sönümlemeye götürecek mutasyonlar yerine yapısını değiştirerek etkinliğini daha farklı varyantlarla hız kesmeden sürdürmektedir. Aralık 2019’daki ilk Çin/Wuhan tipi varyantla başlayan pandemide (birinci pik) (AS: tepe) yeni bir varyant Güney İngiltere’de ortaya çıktı ve Avrupa başta olmak üzere tüm dünyada Nisan-Eylül 2020 tarihlerinde etkili oldu (ikinci pik). (AS: tepe)

2020 yılının şubat ayında yine İngiltere’de tanımlanan ve bildirilen Alfa varyantı (V1=B107= İngiltere varyantı) üçüncü pikini (AS: tepesini) halen devam ettirmektedir. Aynı şekilde Beta (V2=B1.351= Güney Afrika) ve Gama (V3=P1= Brezilya) varyantları da tüm ülkeleri ciddi olarak etkilemektedir.

En çok aşılanan ülkelere ek olarak Rusya ve İsrail’de de son iki ay öncesine kadar düşüş gösteren vaka ve ölüm sayılarında son iki ay içinde belirgin bir artış dikkati çekmeye başlamıştır. Bunun en büyük nedeni bu ülkelerden bildirilen Delta varyantıdır.

WHO Avrupa Direktörü Hans Cluge ve Avrupa E-CDC Direktörü Dr. Andrea Anmon, önümüzdeki süreçte ağustosun sonuna kadar, dolaşımda olan varyant SARS-CoV-2 virüslerinin %90’ının Delta varyantı olacağını bildirmiştir. Önümüzdeki süreçte de dördüncü pikin (AS: tepenin) nedeni olarak etkinliğini göstereceğini ifade etmiştir. Bu ifadelere, 16 aydan beri COVID-19 pandemisini dikkatle takip eden bir klinik mikrobiyolog olarak, bilimsel veriler ışığında aynen katılıyorum.

DELTA VARYANTININ OLASI ETKİLERİ

Delta varyantı ilk kez 2020’de Hindistan’da bildirilmişti. 4 Nisan 2021’de WHO tarafından VOI (variants of interest: izlenmesi gereken varyantlar) olarak tanımlanan virüs, 11 Mayıs 2021’de VOC (variant of concern: endişe verici varyant) olarak tanımlandı.

Delta varyantı çift mutasyon özelliğine sahip (E 484Q, L452R mutasyonları) süper bulaştırıcı özelliğiyle (Örneğin R0=4 yani bir kişinin 4 kişiye bulaştırması ve kapalı alanlarda ise 3-4 dakikada bulaştırıcılığı söz konusuyken, bu bulaştırıcılık Alfa varyantında 10-12 dakikadır. Ayrıca Alfa varyantına göre bulaştırıcılığı %60 fazladır, diğer hiçbir varyantta olmayan özelliklere sahiptir.

Diğer varyantlarda görülen klinik belirtilerden (ateş, halsizlik, koku ve tat kaybı) farklı olarak belirgin boğaz ağrısı, burun akıntısı ve ciddi baş ağrısı söz konusudur.

Şu andaki üçüncü pikin (AS: tepenin) etkeni olan Alfa varyantına göre 4.9 kat ölüm riski gösterirken pnömoni (zatürree) riski ise VOC olmayan varyantlara göre yaklaşık iki kat fazladır.

CT (Cycle Treshold: Enfekte virüsün vücuttaki miktarını indirekt gösteren değer) düzeyi düşük değerde (düşük düzey virüsün vücuttaki fazlalığı gösterir) çok yüksek olarak insan vücudunda 18 gün aynı düzeyde kalırken, diğer VOC olmayan varyantlar ise 13 gün kalabilmektir.

Delta varyantıyla ilgili yalnızca BioNTech ve AstraZeneca aşılarının etkinlik çalışmaları literatürde vardır. Buna göre BioNTech aşısında etkinlik %91.3’ten %88’e ve AstraZeneca’da % 76’dan %67’ye inmiştir.

Kısıtlı sayıdaki Delta varyantıyla ilgili BioNTech ve AstraZeneca aşı çalışmalarında Delta varyantına karşı bu iki aşıda ciddi olarak orta düzeyde semptomatik hastalık ve enfeksiyonu önlemede azalma görüyoruz. BioNTech aşısıyla başarılı bir aşılama süreci geçiren ve COVID-19 vaka sayılarını oldukça düşüren İsrail’de bile, BioNTech aşısının COVID-19 hastalığına etkinliğinin %60-70’ler civarında (AS: dolayında) olması, yeni COVID-19 vakalarının % 51′ inin aşılı olması ve bunların da %90’ının Delta varyantlı olması pandeminin bugünkü boyutu bakımından çok endişe vericidir.

Bununla birlikte özellikle Sinovac aşısının ilk sırada rutin olarak uygulandığı Endonezya (Son bildirilen 26 sağlık personeli ölümünde 10’unun Sinovac aşılı olması düşündürücüdür) ve Brezilya’da Delta varyantının artışını daha belirgin olarak görebiliyoruz. Peki Sinovac aşısının % 18 civarında en yaygın kullanıldığı Türkiye’de Delta varyantı sıklığı ve aşı etkinlik durumu nedir?

TÜRKİYE’DE KONUYA İLİŞKİN BİR ÇALIŞMA YOK

Çalışmalar tatmin edici boyutta değildir. Şöyle ki; Sağlık Bakanı en son 26 ilde 224 vaka olarak bildirdi. Tabii ki ülkemizde en yaygın varyant olan Alfa (İngiltere) varyantına karşı en çok kullanılan Sinovac aşısının etkinlik çalışması olmadığı gibi, Delta varyantıyla ilgili de bir çalışma yoktur. Bu sorun salt ülkemizin değil. Uluslararası literatürde de VOC adıyla bilinen endişe veren varyantlarda Alfa, Beta ve Gama’ya karşı Sinovac aşı etkinlik verisi olmadığı gibi; son günlerin en ciddi potansiyel varyantı Delta’ya karşı da etkinlik çalışması henüz yoktur.

Dünyada 3. tepeyi yaşadığımız bu süreçte Hindistan kaynaklı Delta varyantının yüksek bulaştırıcılık oranı ciddi bir klinik hastalık aktivasyonu (ölüm, yoğun bakım birimi ve pnömoni riskleri) ve eldeki mRNA temelli aşılara ve konvalesan (AS: nekahet) serumlara (immün plazmalara) karşı gösterdiği orta düzey direnç ve küresel düzeyde insanlığın %70’lerden uzak toplum bağışıklığı karşısında

  • 4. pikin (AS: tepenin) gelişmesi yüksek olasılıktır!

Bu gelişmeyi artıran bir başka önemli faktör (AS: etmen) ise ülkemizde 1 Temmuz’da yürürlüğe konan kademeli (bana göre hiç de öyle değil) normalleşme kararlarıdır.

ÖNLEM ALINMAZSA TEHLİKE KAPIDA

16 aylık, tahammül (AS: dayanç) sınırlarını zorlayan, kısıtlamalara meydan okuyan tavırların Delta varyantının olağanüstü bulaştırıcılığı ile birleşmesi önümüzdeki sürecin nasıl olabileceğini şimdiden bize göstermektedir.

Bunlara ek olarak;
– Delta varyantının çok yaygın olduğu ülkelerden (Rusya, İngiltere ve son günlerde İsrail gibi) gelecek turistlerin ciddi olarak izlenememesi halinde ve
– yaz aylarının kendine özgü insan davranışlarının engellenememesi ve
– izin, tatil gibi etkinliklerle insan davranışlarının gelişigüzelliği ve
– ciddi boyutlu bölgesel insan taşınmaları ile

  • gelişebilecek bu 4. dalgada Delta varyantının ülkemiz insanlarına ciddi yaşam kayıpları verdirebileceği ve sosyal, ekonomik, kültürel ve eğitim öğretim yaşamına daha da darbe vurabileceği akıldan hiç çıkarılmamalıdır.

Eğer bu varyant virüsün yayılımının önlenmesini başaramazsak, bugün için Delta önümüzdeki günler için Delta-plus ve Lambda (Peru ve Güney Amerika kaynaklı) varyantlarının kapımızda olduğunun bilinmesinde yarar vardır.

Kapatılan hastaneler, artan ölümler

authorDr. BAYAZIT İLHAN

Salgın doğrudan ve dolaylı etkileriyle devam ediyor. Sağlık Bakanı değişik dönemlerde itiraf niteliğinde açıklamalar yapıyor. Önceki hafta, şu ana kadar açıklanan Covid-19 nedenli yaklaşık 50 bin ölümden “çok daha fazlasının” salgın nedeniyle ertelenen sağlık hizmetleri ile ilişkili olarak gerçekleştiğini ifade etti. “Çok daha fazlası” ne kadar bilmiyoruz. Aynı açıklamada Covid-19 geçirip “tümüyle iyileşen” 65 yaş üstü yurttaşlarımızda 45 gün sonra gerçekleşen ölümlerin iki kattan fazla arttığını söyledi.

Ertelenen sağlık hizmetleri, Covid-19 sonrası risk gruplarının iyi takip edilmesi için yapılabilecekleri salgının başından bu yana ifade etmeye çalışıyoruz. Özellikle tam da Bakanın dediği, yurttaşların salgın hastalık korkusuyla hastanelere gidememesi, ameliyatların ertelenmesi, kalp, şeker, kanser, böbrek, karaciğer hastalarının kontrollerinin, taramalarının aksaması meselelerini çok anlattık. Toplumun değişik kesimlerinden 122 kurumun oluşturduğu Hastanemi Açın Platformu’nun (HAP) kezlerce dile getirdiği çok pratik bir çözüm var:

  • Şehir hastaneleri gerekçe gösterilerek kapatılan şehir merkezlerindeki hastanelerimizi açın, bazılarını Covid-19 dışı hastaların güvenle kontrollere gidip tedavi olması için tahsis edin!

Kaç kişinin canı kurtulurdu?

Şimdi bu soru acı biçimde tüm haklılığı ile karşımızda duruyor. Size kolay anlaşılabilecek bir örnek vereyim : Bakan

  • Kalp krizi teşhisleri salgın döneminde %56 azalmasına rağmen, kalp krizine bağlı ölümler %10’dan fazla artış gösterdi.” diyor.

Teşhisler, insanlar evlerinde kalp krizi geçirdiklerinden azalmış, ölümler de hastalar ya geç başvurduğu ya da evde-yolda öldüğü için artmıştır. Ankara’da özellikle kardiyoloji alanında öne çıkan Türkiye Yüksek İhtisas hastanesi kentin ulaşımı en kolay yerinde boş yatıyor, kapanmadan önce 442 yataklı, 105 yoğun bakım yatağı olan, bir yılda 33 bin 691 acil hasta muayenesi ve 7 bin 343 ameliyat yapılan bir hastaneden söz ediyorum. Soruyorum, bu hastanemiz HAP’ın dediği, önünde kezlerce açıklama yaptığı gibi açılıp, kalp hastaları dahil Covid-19 dışı hastalarımızın güvenle sağlık hizmetine sunulsaydı ölümler azalmaz mıydı? Azalırdı. Şimdi kolayca “50 binden fazla” denerek geçilen bu canların bir kısmı yaşıyor olurdu. Sorumluluğu ağırdır.

Aynısı Ankara Numune Hastanesi, Bursa Memleket Hastanesi, Adana Numune Hastanesi, Mersin, Kayseri, Manisa Devlet Hastaneleri gibi sayısız önemli hastanemiz için de geçerlidir.

Şimdi Bakan haklı olarak bir gerçeğe değiniyor: Covid-19 sonrasında da birikmiş sağlık hizmeti ihtiyacı ve hastalığı geçirenlerde bildiğimiz ya da bilmediğimiz yan hastalıklar nedeniyle gelecek 3 yıl boyunca “mevcut ölümlerin 3-4 katı kadar daha kayıp bekleniyor”. Bunları söyleyen Bakan’ın gecikmeden söylediğimiz kolay adımı atması ve kapattıkları bu hastaneleri yeniden açması gerekmez mi? Hadi, daha çok gecikmeden hastanelerimizi sağlık hizmetlerine kazandıralım, ölümleri azaltalım. Hele yeni hastane kapatmayı aklımızdan bile geçirmeyelim.

Şişli Etfal Dayanışması

Bir başka yakıcı örneği İstanbul’da yaşıyoruz. Bölgesinin tam teşekküllü (AS: donanımlı) tek devlet hastanesi, 122 yıllık bir değer, eğitim ve araştırma hastanesi olan Şişli Hamidiye Etfal Hastanesi depreme dayanıksız olduğu gerekçesiyle neredeyse tümüyle boşaltıldı, hekimler, sağlıkçılar başka hastanelere gönderildi. Arazi değerli, yerine ne yapılacağı belirsiz. Çalışanlar, bölge halkı bir araya geldi, uzun zamandır hastanelerinin kendi yerinde yenilenmesini ve sağlık hizmetine devam etmesini istiyorlar. Şişli Etfal Dayanışması olarak sayısız etkinlik yaptılar, en son geçtiğimiz salı günü Sağlık Bakanlığı önünde bu istemlerini dile getirdiler, TBMM’de ziyaretlerde bulundular.

Şimdi soru şu                              :

  • Bu hastanelerimizin alanı kent rantına mı kurban edilecek yoksa demokratik ülkelerde olduğu gibi çalışanların, halkın istemlerine göre sağlık hizmetlerine devam mı edecek?
  • Sağlık hakkı için mücadele her yönüyle güncelliğini koruyor.

Aşıyı paylaşmak

Dr. Ceyhun Balcı yazdı…

Aşıyı paylaşmak

Salgında küresel ölçekli iyimserliğin öne çıktığı ve ülkemizdeki aşılamanın hız kazandığı bugünlerde gevşemenin yaratabileceği olumsuzluklara karşı uyanık olmakta yarar var.

Yaklaşık bir buçuk yıldır yerküreyi değil ama insanlığı, deyim yerindeyse silkeleyen Covid 19’la başa çıkmada biricik gereç olan aşıya ilişkin yaşamsal önem taşıyan başlıkları yinelemekte ve anımsamakta yarar var.

1- Üretilen aşılar küresel ölçekte hakkaniyetli bir biçimde paylaşılmalıdır. Gelişmiş 7 ülkenin edindiği 1.3 milyar fazladan doz bu bağlamdaki sorunu gözümüzün içine sokarcasına yerli yerinde durmaktadır. Günümüz küresel erişim ve ulaşım olanakları göz önüne alındığında yerkürenin belirli bölümlerinde başarılı aşılama yapmanın salgınla başetmede yeterli olmayacağı unutulmamalıdır. Varlıklılardan gelen olumlu söylemler fazladan edinilen aşıların gereksinim duyanlara verilmesi eylemiyle tamamlanırsa anlam kazanacaktır.

2- Covid 19 aşılarının üretimi için gerekli olan her türlü araç ve gerecin dışsatımı ve dünya üzerindeki dolaşımını sınırlayan düzenlemeler ivedilikle kaldırılmalıdır. Şirketlerin değil insanlığın kazançları öncelenmelidir.

3- İçinde bulunduğumuz 2021 yılı için gerekli olan 14 milyar (AS: 7,8 milyar x 2 = 15,6 milyar doz ve + %10 fire payı.. tek doz J&J çok sınırlı, ayrıca 3. doz gereksinimi başlıyor..) doz aşının bir an önce üretilerek insanlara ulaştırılabilmesi küresel çaba gerektirmektedir. Bu amaca ancak (aşı) üretim araçlarının paylaşımı ve üretim ortaklıklarının desteklenmesiyle erişilebilir. Varsıl ülke önderlerinin paylaşımı özendiren söylemlerinin eylemlerle bütünleşmesi olmazsa olmaz gerekliliktir. Bu bakımdan dünyanın bir içtenlik sınavıyla karşı karşıya olduğu kuşkusuzdur.

4 – Aşının yeryüzündeki tüm bireylere eşit ve hakkaniyetli biçimde ulaştırılmasında bölgesel ve ulusal gözetim, izlem ve uyarı düzeneklerine ve var olanlarının da geliştirilmesine olan gereksinim üst düzeydedir. Bu bağlamda, Dünya Sağlık Örgütü merkezde olmak üzere sıkı işbirliği yapılması gereği ortadadır. (AS: Bu amaçla DSÖ’nün kurduğu COVAX girişimi çalıştırılmalıdır) Aşılanma sürecinde insanlık ve virüs sıkı bir yarışa tutuşmuş olmaktadır. Bu süreçte virüs de varlığını sürdürmek adına (AS: için) değişim göstermekte ve evrimleşmektedir. Buna ilişkin dizin taramalar ve anlık bilgi paylaşımları da bir o denli önem taşımaktadır.

5- Son başlık parasaldır. Dünyayı ve insanlığı bu denli uzun süre kısıtlayan salgının ciddi bir parasal kaynağın harekete geçirilmesini kaçınılmaz kıldığı açıktır. Bu bakımdan edinilecek deneyim birikimi güncel salgınla başetmede olduğu ölçüde uzak olmayan gelecekte patlaması beklenen olası salgınlarla baş etmede de işe yarayacaktır.

Yapılması gerekenler açıklıkla ortaya konduğuna göre akla gelen öbür soru :

  • “Bu gereklilikleri yerine getirecek bir istenç var mıdır?”

Varsıl ülke önderlerinin kulağa hoş gelen sözlerinin eylemlerle tamamlanması kaçınılmaz gerekliliktir.

Hiç unutulmasın :

  • Doğayı ve canlılığı hiçe sayan, azınlığın çıkarlarına hizmet eden KÜRESELLEŞME, salgından birinci derecede sorumlu etkendir.

Bu çıkmazdan kurtuluş ise ancak insan çoğunluğuna hizmet edecek KÜRESEL İŞBİRLİĞİ’ne bağlıdır.

Hiç olmazsa bu kez başarılması dileğiyle!

‘Aman…’ virüsü

Zafer ArapkirliZafer Arapkirli
Cumhuriyet, 14 Mayıs 2021

 

İnsanoğlu, tarihin her döneminde türlü çeşitli virüslerle boğuşmak zorunda kaldı. Kimi, tedavi edilebilir, kimi ölümcül, kimi de elini yıkayınca, dezenfekte edince ölüp gidiveren virüsler.

Bugünlerde de Covid-19 denilen bela ile uğraşmaktayız.
Bu da geçecek ve bugünleri nesiller boyu anacağız, anlatacağız.

Ama bir de “Çaresi zor” başka bazı ölümcül virüsler var. Onlardan biri de şu “Aman abi… Virüsü” dür.

Tehlikeli, tehlikeli olduğu kadar da insan beynine ve yüreğine yerleşti mi, bir türlü çıkmayan, yapışkan bir virüstür bu “Aman…” virüsü.

Beyni ve yüreği işgal eder ve çıkıp gitmez oradan.

“Aman abi… Neme lazım başıma bişi gelmesin” varyantı, en tehlikelilerinden biridir, mesela.

Elini oynatamazsın. Ağzını açamazsın. Klavyen kilitlenir. Kaleminin mürekkebini tüketir. Mikrofonunun kablosunu koparır. Kameranın merceğini kapkara bir boya ile örter.

Özellikle de söz ve yazı erbabını, akademisyeni, gazeteciyi yakaladı mı, bırakmaz. Hayatına kasteder.

“A.A.N.L.B.L.B.İ. – Aman abi… Neme lazım… Bulaşmamak lazım bu işlere/bu adamlara” varyantı daha da kötüdür.

“Bu adamlar” bedel ödetme eğilimindedir çünkü. O bedel de rahatını bozuverir insanın. Bugüne kadar iyi kötü eline geçen ayrıcalıkları, kurduğun düzeni, kazandığın üç beş kuruşu (kimi zaman üç beş milyonu) yitirmek riski vardır işin ucunda.

Dilini bağlar adamın. “Aman abi… Başıma durup dururken iş almayayım abi… Çoluk çocuğumuz rahatsız olmasın” varyantı ile aynı laboratuvar çıkışlıdır bu virüs de.

Hele ki geçmişinde gıllıgışlı ilişkiler içinde olmuşsan, muktedir mahfillerde kemik (ve yemek artığı) yalamışsan, bu virüsten korunman zaten mümkün değildir. “Götürür” insanı, maazallah.

Bir de bu “Aman abi…” virüsünün siyasetçilere musallat olan bir varyantı vardır. Nesiller boyu mutasyona uğraya uğraya, iyice “canavarlaşır” bu virüs.

Üstelik, “muhalif siyasetçi” tayfasının, kendi geçmişinde (ya da bugününde) unutulmasını istediğini açıklar, yamuklar yumuklar varsa iyice kolay yakalanır bu virüse.

Mesela bu meretin bir de “Aman abi… Şimdi devri sabık-mabık kim uğraşacak bunlarla” varyantı vardır ki… Uyku uyutmaz adama. Bu virüsün “Kim uğraşacak şimdi abi…” türünden çok ölen olmuştur.

Bugünün yamuğuna yumuğuna ses ederken bile aklının bir köşesine takılır muhalif siyasetçinin. “Ulan şimdi, biz bunları bir kenara yazıyoruz ama. Hesap soracağımızı söylersek potansiyel seçmen tabanını, yani ötekilerden aparacağımız oyları ürkütmek var işin içinde… Neme lazım abi… Boşver… İktidara gelelim de… Unutalım bunları. Maksat ağızların tadı bozulmasın…” hissiyatına neden olur.

Çok tehlikelidir bu virüs. Adeta, “Musluklar, köşe başları bize geçecek nasılsa. Gerisini fazla kurcalamayalım şimdi” hissiyatıdır bu. Kapkara bir kâbus gibi çöker ciğerlere, dalaklara, böbreklere. Çoklu organ iflasına neden olur.

Sıradan insana da bulaşma riski taşır bu “Aman abi…” virüsü. Üç satırlık sosyal medya paylaşımını bile yaptırmaz adama. Klavyenin tuşlarına, telefonun ekranına adeta tutkal gibi yapışır. “Çoluğumu çocuğumu düşünmem lazım abi. Şimdi iki like’tan üç RT’den başımıza bir iş gelir. Huzurumuz kaçar. Bak, geçen gün komşunun kapısına dayanmışlar. Eltimin kızına soruşturma açmışlar. Görümcemin terfisini engellemişler. Kayınbiraderin oğlunu işten atmışlar…” duygusunu beynine işgale yollarlar adamın.

Kötüdür bu virüs. Çaresi vardır ama.

Özgür bir yürek, sürekli antikor üretir bu virüslere ve varyantlarına karşı. Öyle güçlü bir antikordur ki anında öldürüverir bu baş belası virüsü. Tavsiye ederim.

Gündüzleri dipdiri tutarken insanı, geceleri yastığa başınızı koyduğunuzda öyle güzel uyutur ki. Bebek gibi uyur ve rüya bile görürsünüz. Güzel günlerin çok yakın olduğu rüyası.

Motorları maviliklere süreceğimiz günlerin, en güzel elbiselerimizle meydanlara doluşup özgürlüğü kutlayacağımız rüyası.

Bayramınız şeker tadında olsun.

Çin Büyükelçiliği ile aşı ve Uygurlar üzerine… / KOMŞUMUZ ÇİN

Mustafa Balbay
Mustafa Balbay
mustafabalbay35@gmail.com
Cumhuriyet, 12 Mayıs 2021
(AS: Sn. Balbay’ın 2 ardışık makalesi ve bizim kapsamlı katkımız yazıların altındadır..)
Çin Halk Cumhuriyeti’nin Ankara Büyükelçiliği Elçi Müsteşarı Cheng Weihua ile önceki gün zoom üzerinden bir saatlik görüşme yaptık. İki ana konu, Çin aşısı Sinovac’ın getirilişindeki duraklama ve Çin’in Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nde yaşananlardı. Weihua’nın Sinovac değerlendirmeleri şöyle:

– 40 ülkeye aşı satıyoruz. Türkiye şu ana dek 26 milyon dozla birinci sırada.
– Nisan ayından itibaren (AS: başlayarak) Çin’de 300 milyon dozluk büyük bir aşılama süreci başladı. Bu nedenle Türkiye’ye nakil de durdu. Bunda hiçbir siyasal ya da benzer neden yoktur.
– Önümüzdeki 10 gün içinde büyük olasılıkla Türkiye’ye yeniden aşı nakli başlayacak. İlk nakil 1 milyon dozun üstünde olur.
– Çin aşısının koruyucu etkisi bizim hesaplamamızla %81.34.
– 4’ü inaktif, 1’i mRNA teknolojisi olmak üzere 5 aşı daha geliştiriyoruz.
– Çin olarak Covid-19’u yendik diyemeyiz, kontrol (AS: denetim) altına aldık, diyebiliriz. Bu salgınla mücadele tüm insanlığın ortak çabasıyla sonuca ulaşır. Bir ülkenin tek başına yenmesi diye bir şey yok. Diyelim ki içimizde her şeyi kontrol ettik, dışarıya giden bir yurttaşımız ülkeye döndüğünde taşıyabilir.
***
Weihua’ya Uygurlara ilişkin gündemdeki soykırım yapıldığı, yoğun tutuklamalar olduğu, baskı uygulandığı iddialarını sorduk. Satırbaşlarıyla şu yanıtları verdi:

– Sincan-Uygur Özerk Bölgesi 1.6 milyon kilometrekareyle Çin’in en büyük bölgelerinden biridir. Yüzölçümü Türkiye’nin iki katıdır.
– Bölgede 1990’lardan 2017’ye dek bini aşkın terör faaliyeti oldu. Bunları önlemek için mücadele ettik.
– Bugün için Uygurlarla kardeşçe yaşıyoruz. Biz soykırım deyince Amerikalıların yerlilere yaptığını ve Nazileri anlıyoruz.
– 1980’lerden sonra “Çin’de her aileye bir çocuk kısıtlaması” getirildi. Uygurlar bundan ayrı tutuldu. Bugün Türkiye’de Çin için kötü şeyler anlatanlar bile 3-4 kardeş olduklarını söylüyorlar.
– Son birkaç kuşakta Uygur nüfusu %25, örneğin Han soyundan gelenlerin nüfusu % 2 arttı.
– Son 4 yılda barış geldiği için %90’ı yerli olmak üzere Sincan’ı 200 milyon turist ziyaret etti.
– Sincan’da büyük şehirler Urumçi, Kaşgar’da tüm tabelalar 2 dille, Mandarin Çincesi ve Uygurcadır.
– Çin para birimi Yuan’ın üzerinde 5 dil vardır, biri Uygurcadır.
– Çin’de üniversiteye giriş sınavları da 5 dilde yapılır. Sincan’da sınavlar Uygurcadır.
– Bütün bunların ötesinde biz Uygurlarla kardeşçe yaşıyoruz. Verdiğim örnekler soykırım ve benzer iddiaların tümünün temelsiz olduğunu göstermektedir.
***
Çin Büyükelçiliği Elçi Müsteşarı’na, salgının bir biyolojik silah olabileceği iddialarını da sorduk. Hem bu konunun hem de Uygurlarla ilgili iddiaların ana kaynağı olarak ABD’yi gösterdi. Vurguladıkları şöyle:

– Özellikle Trump’ın başkanlığı döneminde bu tür iddialar ortaya atıldı. Dünya Sağlık Örgütü temsilcileri Çin’e geldi, incelemeler yaptı. Virüsün bir laboratuvar üretimi olma olasılığının çok çok düşük olduğunu açıkladı.
– Dünyanın süper gücü biz değiliz, Amerika. Bizim tüm dünyayı etki altına alma gibi bir hedefimiz yok. İnsanımızı iyi yaşatmak istiyoruz, dünyanın huzurlu olmasını istiyoruz.
ABD, Çin’e karşı Uygurları kışkırtmak istiyor. Buna ilişkin planların, güncel gelişmelerin altında bu var.

Çin’in düşüncelerini aktardık. Değerlendirmelerimizi yarın paylaşalım…
================================================

KOMŞUMUZ ÇİN..

Mustafa Balbay
mustafabalbay35@gmail.com
Cumhuriyet, 12 Mayıs 2021

Çin Halk Cumhuriyeti Ankara Büyükelçiliği Elçi Müsteşarı Cheng Weihua ile yaptığımız Zoom görüşmesinin ana hatlarını dün (AS: 12 Mayıs) aktarmıştık. Bu gün Çin-Türkiye ilişkilerinde gelinen noktaya değinelim… Önce aşı konusunu açalım. Weihua, “10 gün içinde 1 milyonluk yeni parti gelecek” demişti. Dün sabah bunun ucu göründü. İlk parti Sinovac aşısı Esenboğa Havaalanı’na ulaştı. Çin, önceliği kendi yurttaşlarına verdi. Weihua’yı dinlerken ister istemez hayıflandık:

  • Keşke kendi aşımızı kendimiz yapabilseydik!

Oysa Cumhuriyeti kuranlar, sağlık devriminin en önemli halkası olarak aşı geliştirmeyi görmüş, 2011’de kapatılan (AS: Dr. Refik Saydam) Hıfzıssıhha Enstitüsü merkezli üretim yapılmıştı.

AKP ile birlikte aşıda üretim değil, ithalat (AS: dışalım) öncelendi. Bugün bir yandan dünyanın dört bucağından aşı getirmeye çalışıyoruz bir yandan aşı üretmeye (AS: önce Geliştirmeye sonra üretmeye)! TÜBİTAK, her kim üretim (AS: Geliştirme) için başvurursa destek veriyor. 20’ye yakın yerli aşı üretme (AS: geliştirme) yarışı var. Özünde bu da sağlıklı değil. Görünen o ki, birinin geldiği noktadan ötekinin haberi yok. 1998-99 Hıfzıssıhha Enstitüsü Müdürü Dr. Erol Afşin adeta kendini paralıyor, “İyi bir planlama yapılsa hâlâ geç kalmadık” diyor!
***
Çin’le ilişkilerin öteki yüzünü Uygurlar oluşturuyor. Çin’in Sincan Uygur Özerk Bölgesi’ne 1994 yılında sırt çantasıyla gittim. Başkent Urumçi’yi, Turfan’ı gezdim. Özerk bölgenin Cumhurbaşkanı Ablet Abdülreşit’le görüşmeye giderken Uygur Türklerinden Tiyip seslendi:

“Memleketine hoş geldin!”

Ardından bölgenin sohbetini yaptık. Kuzeyde Altay Dağları var, merkezinde Tanrı (Tiyanşan) Dağları… Türkçemizdeki “turfanda meyve” deyimi buradaki Turfan şehrinden geliyor. Turfan’da üzeri silme üzüm salkımı ile örtülü geniş bir caddede yürüyüşümü unutamam. Türkçemizde “şirin otlak” anlamına gelen Urumçi, dünyanın denize en uzak başkenti, 2 bin 500 kilometre!

Elçi Müsteşar Weihua ile görüşürken bu gezimden de söz ettim, “Bugün gitseniz arada çok büyük değişim görürsünüz. O bölgeye büyük yatırımlar yaptık” karşılığını verdi.

Sincan Uygur Özerk Bölgesi, 1.6 milyon kilometrelik yüzölçümüyle Çin topraklarının altıda birini oluşturuyor. Bölgenin tarihten gelen adı Doğu Türkistan. Çin Halk Cumhuriyeti ile birlikte bugünkü adıyla haritada yer alıyor. Sincan’ın sözcük anlamı da “yeni topraklar” demek. Çin’in Uygurlara temel haklarını verdiğine ilişkin görüşlerini dün aktarmıştık. Türkiye’nin ülke sınırları dışındaki akraba topluluklara yönelik temel söylemi AKP’ye kadar şöyleydi:

  • Bulunduğunuz ülkede kimliğinizi ve kültürünüzü koruyun, o ülkenin kanunlarına uyun.

Bunu 3K diye özetlemek de mümkün: Kimlik, kültür, kanun…
AKP, en yakın örnek Bulgaristan olmak üzere yurtdışındaki Türk kökenliler arasında kendi siyasal düşüncesini benimseyenlerle ayrı örgütlenmelere gitti. Bu, o ülkedeki Türklere zaman zaman pahalıya mal oldu. Aynı bağlamda AKP’nin Orta Asya’yı biraz olsun anlaması da 7-8 yıl sürdü. Türk Konseyi, Türkçesiyle Türk Keneşi ancak 2009’da kurulabildi. Oysa yazının başlığında vurguladığımız gibi Çin bir bakıma komşumuz! Batı sınırında Kazakistan ve Kırgızistan var. Türk Konseyi üyesi Kazakistan’ın bir ucu Çin, bir ucu Hazar.

Türkiye, 3K ilkesi temelinde Çin’le diyalog içinde Sincan Uygur temelli sorunları ve yanlış anlaşılmaları ortadan kaldırabilir. Bu konuda en büyük yanlış Washington üzerinden haberleşmek olur.
***
Bayramı kutlayalım… Sözü bir Uygur şiiri ile noktalayalım:

Güneş, Batı Dağları’ndan batar
Sarı Irmak, doğudaki denize akar
Ömrü yüz yıl bile olmayan insan
Bin yıllık işlerle uğraşmaya bakar.

======================================
Dostlar,

Değerli dostumuz Mustafa Balbay iyi bir gazetecilik örneği verdi bu söyleşisi ile. Ancak sorunlar ve çözümleri bu denli “toz pembe” olmayabilir. Çin’de Sinovac firmasının Coronavax aşısını geliştirmesinin ve Türkiye’nin bu aşıyı kullanmaya karar vermesinin ardından yaşanan yeterli doz ve zamanlama ile aşı dışalımının çok aksaması üzerine, katıldığımız TV programlarında ve web sitemizde hep dile getirdik :

  1. Çin firması ile yapılan ticaret anlaşmasını açıklayınız..
  2. Arada aracı var mı, DMO (Devlet Malzeme Ofisi) mu muhatap ilgili firma ile?
  3. Aşı akışının çok yetersiz kalmasının temel nedeni Türkiye’nin ödeme güçlüğü mü?
  4. Sorunun Çin Uygur-Sincan Türkleri ile bir ilişkisi var mı?
  5. Aşı yollanmasında sorunun altında bu ülke ile yapılan swap anlaşmalarının payı var mı?

Bu sorularımız ısrarla yanıtız bırakıldı AKP iktidarınca, “ticari sır” kalkanı uyduruldu!?
Ancak zamanla, “hiç aracı yok” denirken 2 aracı olduğu anlaşıldı. 7 Dolara aşının 1 dozunu alanlar, doz başına 5 Dolar (5/7=/71,4 kâr!) kazanarak 12 Dolara ülkemize fatura ediyorlardı!

Daha sonra, Sağlık Bakanı Dr. Koca, Çin’in sözünde durmadığını / sözleşmeye uymadığını açıkladı kamuoyuna. Biz de Dünya Ticaret Örgütü katında (nezdinde) Uluslararası Tahkim’e (International Arbitrary) gidilerek yüzlerce milyon Dolar tutarında giderim (tazminat) davası açılmasını önerdik, “söyledikleriniz doğru ise!?” dedik. AKP iktidarı buna da girişemedi..

İlgili firmaya yaptığınız ödeme (döviz transferi) belgelerini ortaya koyunuz; “sorun ödeme güçlüğünde mi?” diye sorduk.. Ne denli ödeme yapıldı, kaç doz aşı geldi, bilmek hakkımız. Bizim vergilerimizle oluyor bu dışalım, “ticari sır kalkanının ardında ne gizliyorsunuz??” dedik.
……
Tüm sorularımız yanıtsız kaldı..

Çin Ankara Büyükelçiliği Müsteşarının Sn. Balbay’a yanıtlarındaki “diplomasi” payını göz ardı edemeyiz. Dolayısıyla Polyannacılık oynayamayız.

  • Salgının ortasında Türkiye aşısızıdır, masum insanlar ölmektedir!

Bu skandalın hiçbir özürü olamaz!! Türkiye, Dünyada halkını aşılama oranı bakımından 32. sıralardadır. 2 doz aşı olabilen 18+ yaş nüfus %11-12 dolayında olup son derece yetersizdir, hızlanmak zorunludur pek çok nedenle; başta mutasyonlar, aşı direnci olmak üzere

Aşı geliştirme ve ardından üretmeye gelince..

AKP = RTE yok ettikleri (2011; 663 s. KHK ile) kadim bir Cumhuriyet kurunu olan (1928) Dr. Refik Saydam Hıfzıssıhha (Sağlığı Koruma) Enstitüsü’nü ısrar ve inatla, yeniden açmamaktadır. Sanayi ve Teknoloji Bakanı Varank’ın açıklamasına göre Türkiye (AA, 29 Nisan 2021) 7 ayrı merkezde 4 farklı aşı türü geliştirme çabasındadır. Bunlardan 1’i Evre 3’e geçmek üzeredir. Sağlık Bakanı Dr. Koca, Eylül 2020’de, “Yerli aşı 1-2 ay içinde hazır..” buyurmuşlardı. Her şey yolunda giderse, en iyimser tarih Eylül 2021.. Koca 1 yıllık bir gecikme;

Ulusumuz SALGINDAN KIRILIRKEN..

Oysa kapatılmamış olsa idi ya da Türkiye’de de salgın ilan edildiğinde (11 Mart 2020), uyarıları dinleyerek AKP = RTE bu Ulusal Enstitüyü (Dr. Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü) özel bir yasa ile özerk bir bilim kurumu olarak Batı’daki örnekleri gibi (Robert Koch, Edward Jenner, Louise Pasteur…) açmış olsa idi, teknolojisi hızla yenilenir, bilimsel insangücü kadrosu yurt içi ve dışından hızla sağlanabilirdi. Bu Enstitü bir ulusal mükemmellik merkezi konumuna (statüsüne) yükseltgenir, tüm ulusal güç tek merkeze yüklenir ve belki de “yerli – ulusal aşımızı” geliştirmiş olurduk şimdiye dek!? Çok sayıda merkezde, sınırlı teknik – insangücü olanakları ve çok kısıtlı ödenek (finansman) ile tansık (mucize) beklemek us dışıdır ve durumumuz tam da budur. Kendimizi ve halkı aldatmayalım..

Kaldı ki; yüzlerce milyon Dolar, hatta birkaç milyar Doları aşan giderle bir aşı geliştirilebilse bile, üretim için teknik altyapı kapasitesi ve yeterli kimyasal hammaddeler gereklidir. Bu boyutu da şimdiden dikkate almak gerekir. Tipik örnek Hindistan’dır. Bu ülkenin ISI kısa adı ile Ulusal Serum Enstitüsü bir aşı geliştirmiştir ancak yenilerde J. Biden hükümetince kaldırıldığı ileri sürülen (ki çook geç kalınmıştır!) ambargo yüzünden, geliştirdiği aşıyı yeterince üretebilmekten çok uzaktır. Bu yazıdan önce web sitemizde paylaştığımız üzere, Hindistan’ın Covid-19 krizi, çok tehlikeli, çok sayıda ve 44 ülkeye çok yayılmış olarak mutantları ile küresel afet boyutu kazanmıştır (India’s COVID-19 Disaster May Be Turning Into an Even Bigger Global Crisis – Prof. Dr. Ahmet SALTIK).

Covid-19 küresel salgınının (pandemisinin) mutant tip dalgalarıyla, aşı yetersizliğiyle… uzayabileceği, başkaca salgınların ortaya çıkabileceği uyarısı başta Dünya Sağlık Örgütü olmak üzere BM ve uzmanlık kuruluşu UNEP (BM Çevre Programı)…. tarafından ısrarla vurgulanmaktadır. Dolayısıyla bir an önce Dr. Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü özel bir yasa ile özerk olarak açılmalı ve aşılar başta olmak üzere kritik biyolojik ürünleri (anti-toksinler, anti-serumlar, monoklonal antikorlar, pıhtılaşma faktörleri…) üretmeye geçmelidir.

  • Türkiye, bu stratejik ürünlerde özyeterliğini mutlaka sağlamalıdır.

Irak’ın ABD tarafından ilk işgalinde (1990) bebek maması ve aşı ambargosu yüzünden yarım milyon Irak’lı bebek – çocuğun öldüğünü UNICEF raporlarından acıyla öğrendik. Cenevre Savaş Hukuku Sözleşmeleri – İnsancıl Hukuk, Batı emperyalizminin ayaklarının altındaydı!

Küreselleşme, küresel  işbirliği ve işbölümü kocaman bir masaldır ve bu salgında ipliği iyice pazara çıkmıştır bir kez daha. Aşı savaşları, iğrenç diplomasi pazarlıkları ile vahşet içinde sürdürülmektedir. Bu bağlamda uyarımızı 12 Aralık 2020 günü Cumhuriyet gazetesinin 2. sayfasındaki makalemizle AKP = RTE iktidarına yapmıştık.. (AŞI SAVAŞLARI ve AKP’nin AŞI SINAVI – Prof. Dr. Ahmet SALTIK).

AKP = RTE iktidarı salgın yönetiminde “dinci / sermaye yanlısı” çıkmaz politikalarını mutlaka ve derhal terk ederek “bilimsel / toplumcu” rotaya girmelidir ve bu sorunsal stratejiktir.

Sevgi ve saygı ile. 14 Mayıs 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (Em.)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter  @profsaltik

Bakanlık ve Covid için neler yapılıyor?.. Bir hastane sonuçları

Orhan BursalıOrhan Bursalı
obursali@cumhuriyet.com.tr
Cumhuriyet, 11 Mayıs 2021

 

İki gündür sürdürdüğüm, Covid vakalarında hastalara verilen iki ilaç üzerine yazılarıma çeşitli tepkiler geliyor. Şüphesiz ki gelecek, antibiyotik vermeyin diyorum, streoid vermeyin diyorum, doktorlardan tepki geliyor. Ama koruyucu olarak kullandıklarını hâlâ yazan doktorlar var, Sağlık Bakanlığı’nın tedavi protokollerinden kaldırdığı hidroksiklorokin için.. Aman neler neler… Birçok ülke kullanıyor da bir gerekçe. Tıp bakımından gelişmiş hiçbir ülkede neden kullanılmadığını açıklayan yok…

Bugün KLİMİK’e sordum, Türkiye’nin nasıl bir tedavi protokolü uygulaması gerektiğini. Bu konuda kısa sürede bir öneride bulunacaklarını açıkladılar, hazırlıyorlar.

Ben gelişmiş ülkelerdeki tedavi protokolleri üzerinde uzman bilim insanlarının önerilerinden yola çıkacağım.

Önce bazı saptamalar:

– Sağlık Bakanlığı pek çok uzmanı şüphesiz ki dinliyor ama bildiğini okuyor. Acı olan budur.

– Türkiye’nin akli bir tedavi programı oluşturması gerekir.. Fakat nasıl oluşturacak? Birincisi, en gelişmiş ülkelerin yaptıklarına bakılacak. Neden diyeceksiniz: Biz tüm Covid konusunda yeni bilgilerin hemen hepsini bu ülkelerde yapılan araştırmalardan ediniyoruz. Herkese Bilim Teknoloji dergisi her hafta Covid üzerine edinilen yeni bilgileri yayımlarken, aralarında neden Türkiye’den en azından arada sırada bir araştırma sonucu bilgisi haberi yok diye dizini dövüyor insan.

– İkincisi, akli bir tedavi programını geliştirebilmemiz için, şüphesiz kendi deneyimlerimizi 1.5 yıldır yapılan tedavi vb. sonuçlarını da buna katmamız gerekir. Peki, bu nasıl olacak? Biz, Sağlık Bakanlığı’nın elindeki tüm bilgileri tüm bilim dünyasına açıklamasını yazıp çiziyoruz. Doğrusu ben ne kadar dişe dokunur ciddi sayılabilecek ve bir tedavi protokolü oluşturulmasına yardımcı olacak bilgi olduğunu bilmiyorum ve varlığından da şüphe etmeye başladım… Evet, vakaların yaş hastalık dağılımları vb. olabilir… Bunları bile açıklamıyorlar. Bir protokol oluşturulması için bu bilgilerin yeterli olabileceğini ise düşünmüyorum.

– Covid vakalarında filyasyon ekipleri hemen evlere Bakanlığın emriyle bildiğiniz ilaçları dağıtıyor. Fakat şu yok: İlaçların etkilerini sonuçlarını izleyecek bir mekanizma sıfır. Bir okur, “Ya, bizim millet aldığı ilacı hiçbir zaman tam kullanmaz, atar, şükür ki!” demez mi!

– İlaçları verdiniz, bunları kullanın, ateşinizi ölçün, ağırlaşırsanız hastaneye gelin, dediniz. Bu ilaçların hastanelik olmayan insanların üzerinde iyileştirici etkisi olduğunu mu sanıyorsunuz? İyileşen hastalar verdiğiniz ilaçlar sayesinde mi vartayı atlatıyor?

YÜZDE 80-90’ı ZATEN İYİLEŞİYOR

Evet, kendiliğinden. İlaç vermeseniz de! Bu oranda hasta hastalığı hafif geçiriyor. Peki, gelişmiş ülkelerde ne yapıyorlar, testi pozitif çıkanlarda? Eğer ağır bir hastalık durumu yoksa, oksimetre ile kanda oksijen doygunluğunu parmak ucundan düzenli ölçmesini istiyorlar. Termometre ile düzenli ateş ölçümü yaptırıyorlar. Ateşin yükselirse parasetamol al, diyorlar. Kanda oksijen %93’ün altına düşerse hastaneye çağırıyorlar. Bu arada en önemli risk obezite ve yüksek tansiyon, zaten bu vakalar daha sıkı kontrole alınıyor.

Oksijen için solunum desteği veriliyor hastanede.. O aşamada steroid veriyorlar. ABD’de Remdesivir devreye giriyor. Daha ciddiye giderse hastaya özellikle sitokin frtınasını engellemek için monoklonal antikor olan Tosilizumab veriyorlar… Kan sulandırıcı yalnızca hastaneye yatınca söz konusu… antibiyotik yok!

Vakanın sonrası entübe – yoğun bakım durumu.

Yukarıda yazdıklarım hastaya yönelik bir uygulama önerisi değil, sadece bir genel bilgi amaçlıdır.

Şimdi bizde gelişmiş ülkelerle eşadım giden bir hastaneden aldığım bilgi: Covid kapanların % 15-20’sini yatırmışlar. Yatanların da %20’si entübe olmuş. Entübe olan hastalar arasında ise ölüm oranı % 10. Yoğun bakımda yatanların oranı %30. Her yoğun bakımlık hasta entübe olmuyor. Ciddi hastaların % 30’u kaybedilmiş. (AS: yitirilmiş)

Peki, öbür normal hastanelerde bu tablo nasıldır, bilen var mı?

En büyük mutsuzluk nedir?

“Yaşlanmaktan daha büyük mutsuzluk olabilir mi?” şeklinde yanıtlamıştı André Malraux gazetecinin yönelttiği soruyu. Benzer soruyu Plan ve Bütçe Komisyonunda kendime yönelterek, “hukuk devletinden uzaklaşmaya tanık olmaktan daha büyük mutsuzluk olabilir mi?” dedim.

Görüşülmekte olan torba yasa önerisine, başlıkla ilgisi bulunmayan maddeler, başka bir torbadan çıkararak adeta ‘tepiştirilmişti’. Sırf o nedenle, 23 Ekim Cuma akşamı da Ankara’da kaldım.

Komisyon başkanı bana söz verirken, yaşça büyüklüğümü ima etmesi üzerine, Ankara Hukuk Fakültesi’ne girişimin 50. yılına da yollama ile sorgulamayı yaptım.

Ne var ki bir önceki hafta Genel Kurul’da torbadan çıkarılarak bu metne konan maddeleri geçiştirme eğilimi, gece yarısı Komisyonu terk etme nedeni oldu.

Sonraki gün geldiğim İstanbul’dan Ankara’ya dönmeden, bu kez kendimi Anayasa şantaj ve iftiraları karşısında buldum. 2019 Genel Kurul’daki son konuşmamda, “TBMM’nin 100. yılı vesilesiyle hükümetsiz Meclis” nitelemesi ile hüzünle kutladığım 2020 ‘Türkiye siyaseti’, bana da dersler verdi:

Önce, nitelikli yasama ereğinde hazırladığım yasama yetkisi devredilemez başlıklı rapor: “Kaboğlu, Türklüğü Anayasa’dan çıkarmayı öneriyor” vb. çarpıtmalarla kamuoyu yanıltılmak istendi (Şubat).

Sonra, “Ayasofya müze olarak kalsın…” sözlerim nedeniyle linç kampanyası başlatıldı.(Haziran).

Nihayet, partiler arası yapılan ilkeler çalışmasını, “Anayasa taslağı” şeklinde çarpıtılarak, parti içi hesaplaşmalar aracı olarak kullanıldı; bilgi kirliliği malzemesi yapıldı (Kasım-Aralık).

Covid-19’un aldığı canlar, 2020’yi en hüzünlü yıla çevirdi.

En uzun konaklama

TBMM, ocak ayının son haftasında başladığı 2021 TBMM çalışması, nisan sonuna kadar sürdü. 30 Nisan’a dek ayrıksız her gün TBMM’de oldum. Meclis’teki odam iç tarafta olduğu ve gün ışığından çok az yararlandığım için, çoğu kez akşam vaktini fark etmedim. Hatta, cumartesi ve pazar günleri, Meclis bahçesine yürümek için çıktığımda, bahçeye bakan yüzlerce oda için acaba ne kadar zaman diliminde kullanılıyor sorusunu da kendime sormadım değil. Ankara’da 21. yüzyılın en uzun ikameti ve sonrasında, geçen yılın derslerini güncellemeye çalıştım:

-Nitelikli yasama: ‘Yasama Yetkisi devredilemez’de işlenen sorunlar, Covid-19 fırsatçılığı yapılarak 2020’de derinleşti; 2021’de kayda değer hiçbir olumlu gelişme olmadı.

-Ayasofya: Baş imamın beyanları bile, camiye çevriliş amacını ifşa etmeye yetti.

-Anayasa: “Şimdi yeni anayasa vakti” sözleri (1 Şubat), sadece üç ay sonra, “işte yeni anayasa” (4 mayıs) açıklaması ile karşılığını buldu.

Üstelik sözde “kapanma”, ama aslında “yasaklamalar” ve seyahatler eşliğinde tam bir karmaşa ortamında:

Alkollü içecekler ve kolluk şiddet uygularken görüntü vb. yasaklar, genelge ile mi yoksa sözlü talimatla mı kondu tartışmaları sürerken, iki adım daha atıldı:

-Yürütme yetkisini tek başına kullanan Cumhur (ve parti) başkanı, kendini bütün kamu görevlilerinin sicil amiri kılarak, idare yetkilerini de uhdesinde topladı.

-İki hukuk fakültesi daha kurarak, Türkiye genelinde kaldırılan anayasa hukuku ve idare hukuku boşluğu, adeta bunlarla doldurulmak istendi.

Bütün bu Anayasa dışı ve hukuka aykırı işlem ve uygulamalar yokmuş gibi, “100. Yıl için 100 maddelik Anayasa taslağı” gündeme çıkarıldı (4 Mayıs). Metin nerede sorusu, “önce büyük ortağımla paylaşacağım” şeklinde yanıtlandı.

16 Ekim 2016’da “Türkiye’de fiili bir durum vardır ve bu çözülmelidir” sözleriyle fitillemişti Anayasa değişikliğini; bu kez büyük ortak ateşledi; öncülüğü kendisi yaptı. Nedenler meçhul olsa da, aktörler ve hedefler aynı; değişen ise, sadece roller.

Eğer T. Özakman yaşasa idi, Anayasa üzerine, “Resimli Osmanlı Tarihi” oyununu 2023 için mutlaka güncellerdi.

1970’ler (Malraux), 1980’ler (Özakman) ve anayasa oyunları… Sahi, 2023 yolunda nedir sizce en büyük mutsuzluk?

Experts say lack of testing masks number of Covid-19 cases in Turkey

Turkey imposes strict lockdown to bring case numbers down in time for the tourist season

Experts say lack of testing masks number of Covid-19 cases in Turkey | The National (thenationalnews.com)

Default Author logo

Mannequins are seen in a closed shop on an empty street during a three-week nationwide coronavirus lockdown in Istanbul, Turkey. Getty Images

Turkey entered its strictest lockdown of the pandemic four days earlier, with President Recep Tayyip Erdogan specifying that the daily rate must be brought below 5,000 to salvage this summer’s tourism season.

Will they just simply manipulate the numbers in advance to open the country up to tourism?

Ahmet Saltik

But the falling case numbers are accompanied by a corresponding drop in testing – from a peak of more than 322,000 on April 20 to fewer than 242,000 on Tuesday.

Health Minister Fahrettin Koca sought to soothe concerns about the test numbers.

“A decline in contact between people is generally expected because of restrictions,” he said on Monday. “Consequently, the number of people going to clinics and the number of tests conducted by tracing teams are declining.”

But doctors disputed his statement.

Fahrettin Koca’s opinion is false,” said Vedat Bulut, general secretary of the Turkish Medical Association.

“The implementation of testing is limited. Just six months ago, when you were in contact with a Covid-19 case you had the right to a PCR test. But now, if you have contact with a family member or workmate who had Covid-19 and you ask for a test they say no because you need symptoms to be tested.

“We know 80 per cent of people infected by this disease are asymptomatic.”

A March update by the US government’s Centres for Disease Control and Prevention said the best estimate of asymptomatic cases was 30 per cent and that data on the ratio was uncertain.

Ahmet Saltik, professor of public health at Ankara University, also rejected the minister’s claim.

  • “Epidemiologically and biologically such a dramatic decrease is not possible,” he said. “It is definitely obvious that the data are manipulated on a huge scale.

“I don’t agree with the minister’s statement, as a senior expert who has spent his life on this issue.

“Maybe he is a fortune teller and can see the future? Or maybe he is better than the scientists that we have. Or will they just simply manipulate the numbers in advance to open the country up to tourism?”

With the Turkish economy under pressure before the coronavirus outbreak, the government is hoping a tourist revival will ease a $37 billion current account deficit. Tourism revenues account for 12 per cent of the economy. Tourism Minister Mehmet Nuri Ersoy put his faith in the number of daily cases dropping below the magic 5,000 mark when he said this week that he hopes for 30 million visitors over the summer. Last year, tourism generated $12 billion, a 65 per cent drop on the record $35 billion set in 2019.

The industry suffered a further blow when Russia announced a halt to tourist flights until June 1, something the Turkish government said would mean 500,000 fewer travellers. Moscow says the ban could be extended.

In an attempt to attract tourists, Ankara announced that visitors from 15 countries, including the UK, China and Ukraine, would not require a negative test result to enter Turkey.

Taylan Buyuksahin, economics editor at the SÖZCÜ newspaper, said Turkey was dependent on foreign income from exports and tourism.

“For Turkey, tourism is a factory without chimneys,” he said. “They can’t close it down. To convince and send a message to countries where many tourists come from, such as the UK and Russia, they announced this lockdown.”

Turkey’s 17-day lockdown closed most shops, barring food outlets and pharmacies, while people were ordered to stay at home apart from those in exempted industries.

This sparked what the Istanbul Medical Chamber called a “mass migration” of city residents to coastal regions as hundreds of thousands headed to the Aegean and Mediterranean – the exact locations where Turkey hopes swarms of foreign tourists will arrive after the curfew ends.

“They carried the mutant-variant viruses to those areas,” Prof Saltik said. “We will see the terrible results of this Covid migration after two weeks.

“Moreover, they will return to their cities following the Turkish-type, short synthetic lockdown. They not only carried the mutant virus types to tourism areas but they will also bring them back to the cities.”

This pattern could be repeated on an international scale with the arrival of foreigners, Prof Bulut said, increasing the strain on local health facilities.

The majority of those who flocked to the coast were wealthier, office-based staff. Many blue-collar workers, meanwhile, simply carried on.

“The lack of any social funding during the lockdown means that about 22 million people are at work now,” Prof Bulut said.

“People in factories and construction are still working. These workers, if they develop Covid-19 symptoms, often don’t report it because they need to stay at work to have any income.”

Turkey’s vaccination programme appears to be lagging. After a promising start in January, fewer than 14 million have received their first dose in a country of nearly 84 million. About 8.5 million are fully vaccinated.

“After the lockdown there will be a fifth peak because there’s not sufficient vaccination and a lack of contact tracing,” Prof Bulut said.

“Maybe they imagine they might cheat the world but, no, they can’t.”

Updated: May 7, 2021 04:32 PM