Etiket arşivi: COVID-19

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 5 Mayıs 2021

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE
Em. Tümg.

DURUŞ

RTE’nin, Biden’ın “soykırım” suçlamasına yanıtından cümleler:

  • Türkiye olarak tüm samimiyetimizle, ABD ile de AB ile de eşit ve adil şartlarda birlikte çalışmak, beraber yol yürümek istiyoruz.
  • İki ülke ilişkilerini zehirleyen konuları bir kenara bırakarak bundan sonrasına yönelik nasıl adımlar atacağız, buna bakmamız gerekiyor.

Biden bu ağır ifadelerin altından kalkamaz!

Vakıfbank (AS: Halk Bank?) Davasındaki rüşvetçileri bile açıklayamaz…

BAKAN

Ticaret Bakanlığı’na bağlı Gümrükler Genel Müdürlüğü Özel Bürosu’ndan gönderilen uyarıda, o günlerde adı bilinmeyen bir iş kadını olan Ruhsar Pekcan’ ın “Emine Erdoğan‘ın yakınıyım” diyerek, vergi ödemeksizin eşya ithali teşebbüsünde bulunacağı bildirilmiş ve müteyakkız (uyanık) olunması istenmişti. Bu uyarıdan 20 ay sonra Pekcan bakan oldu.

Kimse uyanmadan işleri YÜRÜTSÜN diye…

TAKDİR

Hakkında etik dışı, görevi kötüye kullanmaya yönelik bin bir usulsüzlük ortaya konan Eski Ticaret Bakanı Pekcan’a sahip çıkan RTE kendisine şükranlarını sundu.

Böylesi kabul görüyormuş…

BİTMEZ

Emekli memurların bayram ikramiyesine 100 TL. zam yapılacağı açıklandı.

Sevinçten şaşırdım. A-101’deyim…

BÜYÜK

Sedat Peker, görüştüğü devlet büyüklerinin Nisan 2021’de durumun düzeleceğini ve yurda çağrılacağını söylediklerini açıkladı.

Devlet büyüklerimiz ne kadar duyarlı! Her sade vatandaşın sorunu ile ilgileniyorlar.

TGB de özlemiştir. Dönse bir fotoğraf çekilseler…

SALGIN

İBB Medya İlişkileri Koordinatörü Şükrü Küçükşahin, covid-19 nedeniyle kaybettiği kardeşinin ölüm raporunda “Bulaşıcı olmayan hastalık (doğal ölüm)” yazmasına tepki gösterdi.

  • Bahçeli’ye sor, “beka” der,
  • Bakan Koca’ya sor, “devletin saygınlığı” der,
  • RTE’ye sor “bozgunculuk yapma” der,
  • Raporu verenlere sor “sizin iyiliğiniz için” der.

Esas salgın; yalan, dolan…

KÖTÜ

RTE, kapanma dönemi için “En kötü ihtimalle Türkiye’deyim” dedi.

Kötülük kime?…

BAŞARISIZ

Ekonomik Araştırmalar Forumu (EAF)’na göre Türkiye son on yılda enflasyonda en başarısız ülke.

Uzmanlık alanı ekonomi olup on yıldır (AS: 20 yıldır!) yöneten kim?…

EYLEM

Cumhurbaşkanı RTE, İnsan Hakları Eylem Planı (2021-2023) ile ilgili genelge yayınladı.

Eyvah yeni tutuklamalar, kelepçeler geliyor!..

GÖRÜNTÜ

Emniyet Genel Müdürlüğü, görevdeki polislerin görüntülerini ve seslerini kaydedilmesini yasaklayan bir genelge yayımladı.

Polisimizi rahat bırakın!…

ÖZEL

İçişleri Bakanı Soylu, polislerin görev sırasında fotoğraflarının çekilmesinin özel hayata müdahale olduğunu söyledi.

Cop ve tabanca cinsel organ oluyor bu durumda…
(AS: Kamusal görev sırasında “özel hayat” nasıl birlikte olabiliyor???

TÜRK

Müzik korolarından ‘Türk’ adının kaldırılmasına yönelik karara imza atan Güzel Sanatlar Genel Müdürü Murat Salim Tokaç görevden alındı.

Kimler kimler silinir gider, TÜRK silinmez…

TRAKTÖR

Kayseri BŞB Başkanı, ilçe ziraat odalarına traktör dağıttı. Başkanı AKP’li olmayan ilçeye vermedi.

Ak buğday, ak arpa, ak gübre…

ENFLASYON

Türkiye İstatistik Kurumu, Nisan ayına ilişkin enflasyon verilerini açıkladı. Tüketici fiyatları, aylık bazda (AS: olarak) % 1.68 arttı. Yıllık enflasyon % 16.2’den 17.14’e yükseldi.

Yok canııım, bi yanlışlık vardır. Nerede fiyat artışı, kim görmüş?  Cehape yalanı bunlar…

YAĞMA

İBB AKP’li başkan döneminde; Cumhurbaşkanlığı’na 480, AKP Genel Merkezi’ne 8, AKP İl Başkanlığı’na 62, Irak Devlet Başkanı’na 6, TBMM Başkanlığı’na 54, Okçular Vakfı’na 4, TÜGVA’ya da 5 araç tahsis etmiş.

Valilik soruşturmaya izin vermiyor. AKP’nin valisi olmuş yağma kalkanı

DİNDAR

Eski Ayasofya imamı, Marmara Üniv. İlahiyatçısı Boynukalın,

Merak etmeyin ey güruh, haram (!) ettiğiniz vergilerinizden bana düşen hisseden hepinize kaliteli pamuk aldım, artık helal edersiniz, ne yapayım

Bu adam Müslümansa…

DARBECİ

Sisi’nin darbe ile iktidara gelmesi nedeniyle bozulan ilişkiler tekrar düzeltiliyor. Mısır’a Dışişleri Bakan Yardımcısı başkanlığında  resmi heyet gönderildi..

Madem böyle olacaktı, neden tükürülmüştü?…

SAYGI

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın istemi üzerine, Fatih’in türbesini ziyareti sırasında ellerini arkada bağladığı için İmamoğlu hakkında “saygısızlık” gerekçesiyle ön inceleme başlatılmış.

Yapmayın beyler, adam parmağını kimsenin GÖZÜNE sokmamış..

Hapı yutturan sağlık sistemi

authorBAYAZIT İLHAN
Dr., Göz Hekimi

Cumhurbaşkanı, özel hastanelerin Covid-19 hastalarından yoğun bakım ve aşı için para aldığına dair bilgiler geldiğini söyledi. Bu hukuksuz uygulamaları vatandaşların bildirmeleri durumunda ceza vereceklerini açıkladı. Salgın koşullarında, insanların can derdinde oldukları, çaresiz yatacak hastane aradıkları dönemde bunların yaşanması sağlık sisteminin “doğasını” göstermesi bakımından önemlidir.

Aşılamada sorunlar yaşanmaya devam ediyor. Sağlık Bakanı söz verilen aşıların teslim edilmediğini açıkladı, aşı takviminde aksamalar oluyor, randevusu gelen hastaların aşıları erteleniyor. Kalabalık toplaşmalar, bilim dışı planlanan “açılmalar” aşılamadaki yavaşlık ile birleşti ve ne yazık ki Türkiye’yi salgında en kötü durumdaki ülkelerden biri haline getirdi. “Tam kapanma” uygulamasına girilirken ihtiyacı olan toplum kesimlerine gerekli ekonomik desteğin verilmemesi bir yandan, uygulamanın etkisini zayıflatacak sayısız istisna bir yandan, aşıların olması gerektiği hızda yapılmaması bir yandan, salgınla baş etme konusunda ne yazık ki olumlu işaret vermiyor.

Önceki hafta altı ay gecikmeli de olsa 2019 Yılı Sağlık Bakanlığı Sağlık İstatistikleri Yıllığı yayımlandı. Pandeminin sağlık hizmetlerindeki etkilerini göstermese de salgına nasıl bir sağlık ortamında girdiğimize dair ipuçları içeriyor. Yıllık, sağlık hizmetlerinde özel sektörün payının artışını, yıllar içinde sürekli artan hekime müracaat, tetkik, ameliyat sayılarıyla sağlık hizmetinin nasıl daha çok “tüketildiğini” bir kez daha ortaya seriyor. Salgın döneminde önemli bir konu, yoğun bakım yataklarının sayı ve dağılımı. Türkiye’de toplam 25 bin 364 erişkin yoğun bakım yatağı mevcut, bunların 9 bin 60’ı (%35) özel hastanelerde. Genel hasta yatağında ise özel sektörün payı yüzde 21. Yoğun bakım yatağı dağılımında daha fazla özelleştirme dikkat çekiyor. Bunun önemli bir nedeni Sosyal Güvenlik Kurumu’nun ödeme uygulamaları ve yoğun bakım hastası takibinin daha fazla gelir getirmesi. Bu yatak kapasitesinden yurttaşlarımız, aksi yönde düzenlemelere rağmen talep edilen ek ücretler nedeniyle salgın döneminde dahi yararlanmakta zorlanıyor.
KRONİK HASTALIKLARDA NE DURUMDAYIZ?
Çok doktora gidip çok ameliyat olmak sağlığımıza iyi geliyor mu? Bunu söyleyecek verilerden yoksunuz, özellikle kronik hastalıkların yönetilmesinde güçlüklerin artarak devam ettiğine dair veriler var. Örneğin obezitedeki artış ve şeker hastalığı önemli sorun olmaya devam ediyor. Ülkemizde 15 yaş üzeri bireylerin %36’sı obez öncesi, %29’u obez olarak tanımlanıyor. Türkiye Beslenme ve Sağlık Araştırması’na göre Türkiye’de şeker hastalığı görülme sıklığı yüzde 13,5. Dünya Standart Nüfusu’na göre standardize edilerek verilen rakamlara göre 20-79 yaş grubunda şeker hastalığı oranı % 11,1. Bu oran Avrupa Birliği (%6,1), OECD (%6,6), ve dünya (%8,3) ortalamalarının çok üzerinde.
Sağlık hizmetlerinin “tüketilmesindeki” artış aynı biçimde ilaç tüketimine de yansımış durumda. 2002 yılında kişi başı yıllık ilaç tüketimi 10 kutu iken 2019’da 30 kutu. 2019 yılında 2 milyar 411 milyon kutu ilaç tüketilmiş durumda. Son 10 yılı karşılaştıran ilaç tüketim sayılarına bakınca özellikle kronik hastalıklar için kullanılanlarda görülen artış çok çarpıcı. 2009’dan 2019’a kişi başı günlük ilaç tüketim miktarına bakıldığında hipertansiyon ilaçlarında yüzde 52, depresyon ilaçlarında yüzde 52, şeker hastalığı ilaçlarında yüzde 93, tıkayıcı solunum yolu hastalıklarında (KOAH) kullanılan ilaçlarda yüzde 144 artış mevcut. 2019’da satılan ilaçların toplam değeri 42 milyar 70 milyon TL olarak belirtiliyor, bir önceki yıla göre yüzde 31 artış mevcut.
İlaç tüketimindeki bu artışın sağlık belirtisi olmadığını söylemek mümkün. Her bir grupta gerçekleşen artışlar için farklı nedenleri tartışabiliriz. Bu hastalıklardaki gerçek artışların ve nedenlerinin detaylı çalışılması gerekiyor. Hekimlerin yaygın görüşlerinden biri, sağlık ortamının hastaya yeterli zaman ayrılmasına izin vermediği, sağlık hizmetlerinin niteliğini olumsuz etkilediği ve çok ilaç tüketimini özendirdiği yönünde.
SAĞLIK DEĞİL, HASTALIK ÜZERİNE KURULU SİSTEM
Yıllar içinde yerleşen piyasacı sağlık anlayışının özelliği bu zaten. Hastalıklardan korunmayı, sağlıklı kalmayı değil, hastalıkları tedavi edip para kazanmayı önceleyen bir sistem kuruldu. Sağlığın finansman modelinden sağlıkçıların ücretlendirilme biçimlerine, sağlık hizmeti veriliş ortamına, koruyucu sağlık hizmetlerinden sağlığın temel belirleyenlerinde yaşanan bozulmaya kadar çok geniş alanda tartışılması ve müdahale edilmesi gereken bir mesele bu.

Her işin başı sağlık mı? O zaman sağlıklı kalmanın tüm koşullarını ele alıp gereğini yapmak gerekiyor.

  • Yoksa hep beraber sağlık hizmeti tüketip “hapı yutmaya” mahkûmuz.

=============================

Not : Yoğun bakım yatak sayısı 2019 verisi. Güncel verilerle 40 bini aştı. Salgın baskısıyla özellikle artırıldı.. (Dr. A. Saltık)

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 7 Nisan 2021

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

Haftanın tüm iğneleri yargıyı baskı altına alan iktidar sahiplerine ve güce boyun eğen yargı mensuplarına…

MÜSLÜMAN

Tekirdağ’da, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmeni Atakan Türker, “İçki içmek normal bir şey değil Müslümanlar için, normalleştirmeyin. Ben hem Müslümanım hem içki içerim dememeli bir insan, diyememeli, normal değil bu”

Bu hocaya göre Türkiye’de kaç Müslüman vardır?..

KAPAMA

Yargıtay Başsavcısı’nın HDP kapatma başvurusunu eksikleri tamamlaması için geri çeviren AYM için MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, “Anayasa Mahkemesi’nin de kapanması artık ertelenemez bir hedef olmalıdır.”

Yargıyı hepten kapatın gitsin…

HESAP

RTE tarafından gece yarısı görevden alınan Naci Ağbal bir konuşmasında,

“Bir Merkez Bankası kararlarıyla, işleriyle, eylemleriyle, duruşuyla itibarlı olmalıdır, hesap vermelidir, sorumlu olmalıdır.” ifadelerini kullanmış.

Hesabın içinde yakını olan varsa alınır…

HESAPLAŞMA

AKP döneminde İBŞB, iktidara yakın bir şirketten 79 milyon değerindeki araziyi 429 milyona almış.

Bir özel şirket, 2016’da, Başakşehir’de  49 milyon liraya 78 bin metrekarelik bir arsa alıp yalnızca 4 gün sonra 130 milyon liraya Kiptaş’a (İBŞB kuruluşu) satmış.

Bir özel şirket, 2017’de, Vatan Caddesi’nde 5 milyon liraya satın aldığı ve imarını değiştirdiği araziyi 430 milyon liraya İBB’ye satmış.

Neymiş? Adaletmiş, kalkınmaymış.

Bunların hesabı da sorulur..

MECLİS

TBMM’nin çıkardığı yasa tek kişi tarafından iptal ediliyor.

TBMM’nin aldığı karar Meclis Başkanı tarafından yok sayılıp yeniden oylanıyor.

Neymiş?

Cumhuriyetmiş, demokrasiymiş.

Miş miş …

YALAN

TTB, dört aydır Covid-19 tedavisi gördükten sonra yaşamını yitiren bir doktor için “doğal ölüm” raporu verildiğini açıkladı.

Yalan makinesi işliyor…

YARDIMLIK

Devletten yardım alan “muhtaç” aile sayısı bir yılda %102 arttı.

AKP’nin hanesine bir başarı daha yazıldı…

ERİŞİM

Tekkede görüntülenen Tuğamiral, konuyla ilgili haberlere erişim yasağı koydurmuş.

Resmi araçla tekkeye gitmek hak, haber yapmak yasak.

Hangisi yanlış, bir anlasak…

BİLDİRİ

103 Amiralin, duyarlı Türk vatandaşları olarak yayımladığı, Montrö Boğazlar Sözleşmesi ve Atatürk ilkeleri konusunda düşüncelerini paylaştığı bildiri iktidar mensuplarınca “darbe / vesayet” ifadeleri ile mağdur edebiyatına zemin yapıldı.

Anayasayı, yasaları sayısız kez çiğneyen; hırsızlıklara, yolsuzluklara gözünü; yandaşların sorumsuzluklarına, yasa dışı eylem ve söylemlerine kulağını tıkayanlar masum, mağdur, demokrasi kahramanı kesildi.

Buradan mama çıkmaz…

KABİLE

Amirallerin bildirisi konusunda Bahçeli, “bildiride imzası bulunan amirallerin rütbeleri sökülmelidir. Emeklilik hakları kaldırılmalı, emekli maaşları kesilmelidir.

Bahçeli çok şefkatli yaklaşmış,

Bunlar sorgusuz kurşuna dizilsin…

İHTİRAS

MSB, bildiriyle ilgili açıklamasında, “Türk Silahlı Kuvvetleri, hiçbir görev ve sorumluluğu olmayan kişi veya kişilerin hırs, ihtiras ve şahsi emellerine araç yapılamaz” ifadesini kullandı.

Demokraside vatandaşların katılımının ne demek olduğunu anlayamayanlar  herkesi kendileri gibi ihtiras sahibi sanır…

SORUMSUZ

Vatan Partisi amirallerin bildirisini ”sorumsuz” olarak niteledi.

Tek sorumluluğu AKP’yi koşulsuz desteklemek olanlar için öyledir…

HEDEF 

Atatürk ve Lozan anlaşmasına karşı saldırılarıyla bilinen sözde tarihçi Mustafa Armağan, “Montrö’nün fesih süreci başlayacaktır. Bu kadar. Önünde bir engel yok” dedi.

İşte AKP’nin kafasının arkası…

AMERİKANCILIK

Amirallerin bildirisi ile ilgili D. Perinçek, “Bu bildirinin Atlantik kaynaklı olduğu akıyor üzerinden, her tarafından akıyor. Mehmetçik bugün PKK’yla savaşıyor. Bildiride terörle mücadele ile ilgili bir cümle yok. Dolaylı olarak o bildiri PKK’yla da aynı cephede.”

  1. Montrö’yü delmek isteyen ABD ve hizmetkarları değil de kim? Bu durumda amiraller nasıl Amerikancı oluyor?
  2. Bildiri ülkenin her sorununu içermek zorunda mı? Ekonomi de olmalı mıydı? Öyleyse Perinçek yolsuzluklara, karşı devrime neden hiç girmez?
  3. Bağlılığım görülsün mü?
  4. Çamur at izi kalsın mı?…

KÜÇÜKLÜK

Türkiye Gazetesi yazarı ve Ulusal Kanal konuşmacısı Cem Küçük, “Bu amirallerin gözaltına alınması gerektiğini yalnızca ben söyledim. Yine her zaman olduğu gibi yazdığım hayata geçiyor. Bu gözaltılar hukukun gereğidir. Demokrasinin zaferidir.” ifadelerini kullandı.

Küçük adamların büyüklük taslaması…

ZEVZEK

Meral Akşener bildiriyi “zevzeklik” olarak niteledi.

Hakikaten hiçbir anlamı olmayan, ülkeyi ilgilendirmeyen, kendilerine maddi çıkar sağlamanın ötesinde amacı olmayan boş bir bildiri idi.

Eleştiride zevzeklik örneği…

AYAR

İktidar ve değnekleri,  hatta görevdeki yargı mensupları ve yargı kurumları bildiriyi imzalayanlara hakaret, tehdit içeren mesajlar yayımladılar.

Emekliler konuşunca suç, resmi kamu görevlileri açıklama yapınca hak.

Eşitlikten arınmış adalet anlayışınız…

YAKINLIK

İçişleri Bakanı bildiri yayımlayan amirallerin eş, dost,akrabalarından CHP ile irtibatlıları tespit ettiklerini, olayda CHP parmağını ima etti.

Suçun bireyselliğinden habersiz hukuk anlayışınız…

YUNAN

Yunan Kathimerini Gazetesi, emekli amirallere ilişkin gözaltı kararını “Mavi Vatan kışkırtıcısı gözaltına alındı” ifadeleriyle haberleştirdi.

Yunan bile “mavi vatan” ın kimler tarafından ortaya konulduğunun bilincinde. Bizimkiler amirallerin “mavi vatan” dan habersizliğini vurguluyor.

Yunan gelse daha mı iyiydi?…

BEKLESİNLER

Gözaltına alınan amirallerin ifadesi Perşembe günü alınacakmış.

Beklesinler. Suç bulunur. Emirler alınır…

Yaşamlarımızın bir yılı

Yaşamlarımızın bir yılı

authorÇAĞHAN KIZIL

Pandemi elbette bitecek, ancak pandeminin çok net şekilde ortaya çıkan sınıfsal ve politik yönü, eşit aşılama, eşit sağlık hizmeti, fırsat eşitliği ve yurttaşlık hakları çerçevesine yeni ve daha ortaklaşmacı yaşam pratikleri yaratabilecek bir noktaya ulaşacak mı göreceğiz.

Geçtiğimiz hafta (AS: 11 Mart 2020), Dünya Sağlık Örgütü tarafından Covid-19 hastalığının pandemi ilanının ve aynı zamanda Türkiye’deki ilk resmi tanımlanan vakanın ortaya çıkmasının birinci yıl dönümüydü. Bu süreçte pandemi, yaşamamızın vazgeçilmez bir parçası haline geldi. 31 Aralık 2019 günü Çin’de ilk Covid olgusu zatürree kapsamında rapor edildi. 7 Ocak 2020’de bu hastalığı yaratanın bir virüs olduğu ortaya çıktı ve bu virüsün genetik dizini belirlendi. Covid-19‘un daha önceden bildiğimiz ancak elimizde çok fazla bilgi ve tedavinin olmadığı koronavirüsler ile ortaya çıkan bir hastalık olduğunu anladık. 30 Ocak’ta DSÖ acil durum ilan etti ve 11 Mart‘ta Pandemi ilanıyla küresel alarm durumuna geçilmiş oldu.

Pandemi başından itibaren hepimizin kafasında yanıtlarını bilmediğimiz sorular vardı. Sağlık sistemlerinin ve çeşitli ülkelerin pandemi yönetimlerinin ortak bileşeni üç sacayağı üzerine oturmaktaydı. Birincisi, sağlık sistemlerinin ve önleyici tıbbi çalışmaların lojistik planlamasının yapılması, salgının yayılmasının önlenmesi için bilimsel çalışmaların ilerlemesi, ilaç ve aşı çalışmalarının başlatılması, bilim insanlarının riski ve hasarı en düşük seviyeye çekmek için yapılacakları toplumla ve siyasetçilerle paylaşması. Bir başka ve diğerleri kadar önemli olan başka bir konu da yönetenlerin toplumla gerçekleri şeffaf ve doğru biçimde paylaşmaları, toplumlarda yönetimine karşı güvenin tesis edilmesiydi. Salgının en başından itibaren bu pandeminin uzun süreceği, almadığımız her tedbirde faturanın ağırlaşacağı, toplumsal yayılımı düşük seviyede tutmanın ne kadar süreceğini bilmediğimiz pandemide aşı ve ilaç çalışmalarına zaman kazandıracağı için ve toplum sağlığını koruyacağı için önemli olduğu gibi bilgiler ilk elden ivedilikle paylaşıldı.
Ancak bir sene sonra dönüp pandemi sürecine baktığımızda görebildiklerimiz iyi ve kötü yönetimlerin net bir şekilde ayrışmış olduğudur. Bu ayrımı yaratan faktörlerden (AS: etmenlerden) en önemlileri verilerin şeffaf paylaşımı ve toplum-yönetim arasındaki güven olduğuna inanıyorum. Salgının detaylı (AS: ayrıntılı) verilerine sahip olan ülkelerde bilim insanları çeşitli öngörüler yaparak toplumların karşılaştığı riskleri daha net bir şekilde ortaya koydular. Bölgesel yayılım dinamiklerini inceleyip tahmin edilebilen sınırlar içinde yol haritaları oluşturdular. Elbette şunun altını çizmek gerekir ki; hiçbir ülke pandemiye hazır değildi ve birçoğumuzun yaşamlarımızda gördüğümüz en kapsamlı ve yaygın sağlık sorunu ile mücadelenin lojistik temelini mükemmelce sağlayacak altyapılar neredeyse hiçbir ülkede mevcut değildi. Salgında ağır kayıplar veren New York eyaletinde ventilasyon aleti eksiklikleri, Avrupa Birliği içinde test yapmada yaşanan eksikler, bugünlerde yavaş ilerleyen aşılama süreci gibi olgular, bunu destekler nitelikte. Ancak son bir yılda şunu da anladık ki pandemide iyi ve kötü yönetimlerin farkını yaratan şey pandemiye hazırlıksız yakalanılmasına rağmen toplumsal faturayı hafifletmek için neler yapıldığı ve bilim insanları ile hekimlerin sözlerine ne kadar itibar edildiğiydi.
Salgın verileri şeffaflıkla açıklanmadı
Türkiye’de epidemiyolojik bilgiler gerektiği gibi paylaşılmadığından toplumda gerçek olmayan bir iyimser hava yaratıldı. Yönetim, alınması gereken tedbirlerin yaşama geçmesini engelleyecek söylemlerde bulunarak Türkiye’deki pandemi tablosunu olduğundan hafif gösterdi. Uygulanması gereken kapanma önlemleri ekonomik ve siyasi nedenlerle uygulanmadı. Salgının en başında yaygın test yapılması gerektiği ve hastaların takibi, izolasyonu, karantinası etkili bir şekilde gerçekleştirilmeli vurgusu yapılmasına rağmen, Türkiye’deki test ve filyasyon mekanizmaları ilk vakanın açıklamasından birkaç hafta sonraya kadar etkili şekilde uygulanamadı. Türkiye’ye virüsün gelmesi ve yayılması kesin olarak bilmemekle beraber çeşitli mekanizmaları dayandırılabilir. Öncelikle 25 Şubat günü Sağlık Bakanı’nın, yaptığı açıklamada şeffaf olunduğu belirtilmesine rağmen Türkiye’de bir günde 1.7 milyon vaka açıklanması ile aylar sonra anladığımız bir şekilde vakaların tümü toplumla paylaşılmıyormuş.
Seyahatin kısıtlanması öncesinde dini ibadetlerini yapan binlerce kişinin serbest bir şekilde ülkede dolaşımına izin verilmesi, salgında ilk vaka öbeklerini tetikleyen mekanizma olarak ortaya çıktı. Test yapılan merkez sayılarının yavaş artması ve gerekli ilk müdahale seviyesine ulaşamamış olması bu toplumsal lokal yayılımın serbest bir şekilde birkaç hafta devam etmesini beraberinde getirdi. Sağlık emekçilerinin koruma ekipmanının (AS: donanımının) yeterince sağlanamaması, gerekli sahra hastaneleri veya pandemi hastanelerinde triyaj uygulamalarının yeterli seviyede gerçekleştirilememesi, tanısı doğrulanmış olguların ikamet ettikleri il ve ilçelere göre yaş ve cinsiyetlere göre dağılımının net bir şekilde açıklanmaması, 65 yaş üzerinin sokağa çıkmasının yasaklanmasına rağmen hane içinde yaşayan diğer yaş gruplarından kişilerin toplumda hareketliliğinin azaltılmaması, test kitlenin güvenilirliğinin net olmaması ve yapılan testlerin sayıca düşük kalması sebebiyle tanımlanamayan olası Covid vakalarının ilk aşamada belirlenememiş olması, Mart 2020 içinde Türkiye’nin salgına hazırlıksız yakalandığının işaretleri olarak ortaya konabilir.
İlerleyen aylarda Türkiye’de salgının ilerlemesinde katkısı olan önemli olaylardan bir tanesi de Ayasofya’da binlerce insanın toplanması, akabinde de (AS: ardından da) topyekün bir normalleşme sürecine geçilmesiydi. Vaka sayılarının gerçeği yansıtmadığını söyleyen bilim insanlarına, her ay pandemi raporu yayınlayarak yapılması gerekenleri net bir şekilde açıklayan Türk Tabipleri Birliği’ne yöneltilen tehditlerle oluşturulan hava, bilimle inatlaşan ve ekonominin toplum sağlığından önde olduğunu net şekilde ortaya koyan bir yönetimin varlığını göstermiş oldu. Yurt dışından gelenlere test zorunluluğu konmaması, toplumsal kısıtlamalardan kendisini muaf tutan yönetimin geniş katılımlı ve mesafenin korunmadığı toplantılar, mitingler, düğünler ve buluşmalar düzenlediği bir süreçte dünyada aşı alanında gelişmeler hızla ilerlerken, aşı alım anlaşmalarını aracı bir kurum vasıtasıyla sadece (AS: yalnızca) bir şirketle yapan ve tercihini halen klinik faz (AS: evre) çalışmaları yayımlanmamış bir aşıdan yana kullanan Türkiye, aşı tedarik sürecinde yaşanan sıkıntılar nedeniyle de zor günler yaşamakta. Türkiye’deki pandemi yönetimi, aşılamanın etkili gerçekleştirilmesinin yanında toplumsal tedbirlerin de pandemiyi azaltmak için en az aşı kadar önemli olduğunu ve ödün vermeden devam etmesi gerekliliğini göz ardı eden bir yerde durmakta. Bu ise, alınan politik kararların bilimselmiş gibi gösterilmesi için bir gün söylenenin diğer gün söylenen ve yapılanla uyuşmadığı bir trajikomik görüntüyü beraberinde getiriyor. Türkiye’de halen genetik dizin analizi ve yaygın test yeterli seviyede değil. Varyant virüslerin hastalık yayılımını artırıcı ve aşıların etkinliğini düşürücü rolleri olduğu ihtimali gün geçtikçe güçlenirken, Türkiye’de her 7 vakadan birinin resmi sayılarla varyant olması gerçeğine rağmen (AS: karşın), hâlihazırda yaşadığımız açılma ve normalleşme sureci kaygı uyandırıyor.
Bilim insanlarının dinlenmesi gerekli
Pandemi sürecinde, risklere dikkat çeken, olasılıklar içinden her senaryoyu tartan, toplumu ve yönetenleri uyarmak için çabalayan, gerçeği talep eden bilim insanlarına, hekimlere, yurttaşlara yapılan saldırılar ve yaftalamalarla, ”felaket tellalı” nitelemesi sıkça kullanıldı. Ancak şunun altını çizmek gerekir; mesele (AS: sorun) kötümser olmak ve negatif yaklaşmaktan öte, gerçek riskleri değerlendirmek ve gerçekçi bir öngörü spektrumu çizebilmekti. Örneğin, sıtma ilacının etken maddesi hidroksiklorokini uzunca sure tedavi algoritmasının başarısı ve dünyada başka ülkenin denemediği bir biçimde kullanmaktan kaynaklanan bir yenilik olarak niteleyen Türkiye Sağlık Bakanlığı ve yönetimin destekçileri, dünyada yapılan tüm klinik çalışmalarda bu maddenin hastalığa hiçbir faydasının olmaması ve hatta bazı durumlarda hastalara zararının bile olduğunun gösterilmesi sonucunda hiçbir şey olmamış gibi, özür bile dilemeden karalama ve ithamlarına devam ettiler.
İnsanlığa yeni bir tıbbi katkı olan ve 300 milyon kişinin aşılandığı mRNA aşılarını “güvensiz” olarak niteleyen, genetik yapımızı değiştirecek ve bu nedenle biz geleneksel aşılardan yanayız diyerek yaptıkları yanlış tercihleri meşrulaştırmaya çalışan pandemi yöneticileri her durumda artık başarısızlıkları ortaya çıkmışken, halen bir başarı ve hamaset söylemini devam ettirebiliyorlar. Buradan sonra yapılması gereken, virüsün yayılımını toplumsal tedbirlerle önlemeye çalışarak, ilk önce okulların açılması gerektiği perspektifinden yola çıkarak aşılama etkili bir seviyeye çıkıp toplumsal bağışıklık yeterli düzeye ulaşıncaya kadar Türk Tabipleri Birliği ve uluslararası bilim dünyasının söylediği metotlarla yola devam etmektir. Bir seneyi geride bıraktığımız pandemide bilinen sayılarla 2.6 milyon kişi yaşamını kaybetti. Bu sayıların gerçeğin ne kadarı olduğunu bilmiyoruz. Türkiye bu bir sene içinde yaptığı yönetimsel yanlışları tekrar etmekte ısrar ederse, ağırlaşan faturayı öngörmek zor olmayacak. Bu yanlışlara eleştiriyle yanıt veren bilim insanlarının da felaket tellallığı yapmak için değil, halk sağlığını koruma sorumluluğu içinde hareket ettiklerini bir kere daha belirtmeliyiz.
Pandemi elbette bitecek, ancak pandeminin çok net şekilde ortaya çıkan sınıfsal ve politik yönü, eşit aşılama, eşit sağlık hizmeti, fırsat eşitliği ve yurttaşlık hakları çerçevesine yeni ve daha ortaklaşmacı yaşam pratikleri yaratabilecek bir noktaya ulaşacak mı, göreceğiz.

Pandemide bir yılın yanıtı belli soruları

Pandemide bir yılın yanıtı belli soruları

Prof. Dr. Esin DAVUTOĞLU ŞENOL
https://www.birgun.net/haber/pandemide-bir-yilin-yaniti-belli-sorulari-337433 

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) 2019 yılı Aralık ayında Çin’de ağır zatürre olguları ile başlayan Covid-19 için,11 Mart 2020’de “pandemi” ilan ettiğinde, dünyada, toplam118 bin 319 olgu ve 4 bin 292 ölüm olmuştu. Aslında bu yüzyılın, daha önceki SARS-CoV-1 ve MERS-CoV gibi koronavirüs salgınları, koronovirüslerin genomlarında ölüm kodlayabileceğini gösterdiği için, koronavirüsler yakın gözlem altındaydı. 2012 yılında “Spillover; Animal Infections and Next Human Pandemic” kitabında, David Quammen, birlikte çalıştığı ekiple beş yıllık araştırmalarına dayandırdığı şu savları öne sürüyordu:

  • “Yeni bir hastalık olacak, bu hastalığa koronavirüsler yol açacak, yarasalardan kaynaklanacak ve Çin’deki “vahşi hayvan pazarı” kaynaklı olacak.”

    Anlaşılacağı üzere, bu sapasağlam öngörünün temeli ne astrolojinin yıldız haritası ne de kahinlerin kristal küresiydi.

Bilim insanı olmasak bile biyolojik bir küre olan ve trilyonlarca virüs ile paylaştığımız yerkürede, yakın zamanda izlediğimiz Ebola, Zika virüs ve önceki koronavirüs salgınları yaklaşık 50 bin omurgalı türünde bulunan 1 milyon virüs türünün, onları taşıyan hayvanlarla yakın ilişkiye geçtikçe bize sıçrama potansiyelinin arttığını anlatmış olmalıydı. Ancak beklediğimiz bir salgına hiç beklemediğimiz ölçüde hazırlıksız yakalanmıştık. Salgının sessiz seyri denilen aylar öncesi dönemde ve hemen başlangıcında salgının başladığı kentten, bölgeye ve dünyaya milyarlarca insan seyahat etmişti. Ocak 2020 tarihli bir makalede, IATA (International Air Transport Association) verisi kullanılarak yapılan bir modelleme çalışmasında, Wuhan’dan Ocak – Nisan 2019 arasında en az 100 bin yolcu taşıyan havayolları tarandığında, bölgedeki dokuz şehirden yolcu almış olan 50 uluslararası şehir ve salgına duyarlılıkları rapor edildi.

Bu rapora göre başta Asya kentleri olmak üzere Avrupa, ABD ve Avusturalya‘ya çok sayıda yolcu seyahat etmişti. Tahran, Londra, Paris, Sidney, Toronto, Milano, Barselona, Amsterdam, Frankfurt, Dubai, LosAngeles, New York, San Francisco, Moskova ve İstanbul bu bölgelerden en çok yolcu alan şehirlerdi. Bu raporun yayımlandığı tarihte, virüsün insandan insana yayılım potansiyeli, oldukça uzun olan kuluçka süresi gibi veriler henüz olmamakla birlikte, raporun sonunda yazarlar, çok seyahat alan bu bölgelerin, salgın duyarlılıklarının yüksek olabileceği için, iyi izlenmesi gerekliliği konusunda uyarıyordu. Çünkü, bu salgından on yedi yıl önce gene Çin’de başlayan SARS-CoV-1’in kıta dışına yayılımı da uçaklarla olmuştu.

Nitekim salgın deneyimleri nedeniyle, sınır alarm sistemlerini erkenden ve yüksek düzeyde çalıştıran Tayvan, Güney Kore, Vietnam gibi ülkeler, salgını karantina olmaksızın denetim altına almaya başladılar. Salgının kıtalararası yayılımına baktığımızda, Ocak 2020’de erken dönemde yayınlanmış bu rapora göre, sınır taraması ve alarmları kurulabilmiş olsaydı, büyük olasılıkla salgın dünyada bu denli katastrofik (AS: yıkıcı) seyretmeyecekti.

Türkiye, Avrupa’da ilk ölümün olduğu Fransa, salgının adeta bir bomba gibi patladığı İtalya, 19 Şubat’ta ilk olgusunu bildiren İran ve 2 Mart’ta ilk olgusunu bildiren Suudi Arabistan ile yoğun hava ve karayolu trafiği içindeydi. Ayrıca, Ocak ayında başlayan Çin’in bahar tatili nedeniyle Türkiye’de çok sayıda Çin’den gelen turist bulunuyordu. 22 Ocak’ta Çin uyruklu bir turist, Covid-19 hastalığını düşündüren bulgularla İstanbul’da bir hastaneye başvurmuştu. 24 Ocak’ta bu kuşkulu olgu ve aynı gruptaki öbür yolcuların kendi istekleriyle ülkelerine döndüğü bildirildi. Ancak bu yolcuların, ülkelerine bir ambulans uçakla gönderilmiş olması ve Çin basınında paylaşılan haberlerden anlaşıldığı kadarıyla, ilk vakanın açıklandığı tarih olan 11 Mart 2020’den yaklaşık bir buçuk ay önce saptanmış ancak paylaşılmamış olduğu sonucu çıkarılıyor.

İlk olgu bildirimlerini yapan ülkelerde salgın yayılımı S şeklinde bir eğri ile izlenebiliyor ve yayılımın çok hızlı ve üstel olduğu bu eğride rahatlıkla gözleniyordu. Türkiye’de bulunan Çinli turist kafilelerinden ya da riskli seyahat ve bulguları olanların hastane başvuruları oluyor ancak o dönemde Covid-19 hızlı tanı kiti bulunmadığı için vakalar doğrulanamıyordu. Türkiye, Ulusal Halk Sağlığı Laboratuvarı tarafından hazırlanan bir kitin tanı için kullanılmaya başlandığını bildirdi. Ancak test kitlerinin hızlandırılması için, virüs RNA’sının izole edilmesi sürecinin kısaltılması için kimi çalışmalar yapıldı. Bu aşamada RNA saflaştırılması yerine, bir çözelti (solüsyon) ile virüs parçalanarak RNA dışarıya alınıyordu ve bu da testte yalancı negatifliğe yol açıyordu. Erken alarm sistemlerinin devrede olması gereken en önemli aşamada, hata payı yüksek olan test kitlerini kullanıyorduk.30 Ocak’ta DSÖ, “Uluslararası Acil Durum” ilan ettiğinde, ülkemizde sınır denetimi yalnızca termal kamera ile ateş ölçerek yapılıyordu. Salgının, bu ilk üç aylık dönemde, yalnızca Türkiye değil, pek çok ülke seyahat kısıtlamaları ve sınır taramalarındaki gecikmelerle salgının girişini önlemenin ya da erken kontrol edebilmenin mümkün olacağı zaman aralığını çoktan kaçırmışlardı.

En çok sınır giriş çıkışımızın olduğu ülkelerden İran’da ilk vakanın açıklanmasından kısa bir süre sonra açıklanan ilk ölümler, İran’da salgın yükünün fazla olduğuna işaret ediyordu. Afrika kıtasının ilk vakasının, İstanbul üzerinden aktarmalı giden bir İtalyan vatandaşı olduğunu, Umre ziyaretinden dönen çok sayıda kafilemizin dönüşlerinde taranmadığı düşünüldüğünde, ilk olgumuza dek çok sayıda olgunun gözden kaçırıldığı anlaşılacaktır. Mart 2020’de uzaydan bakıldığında, çevremizde Türkiye dışında salgının görülmediği tek ülke kalmamıştı. Bu durum bir başarı olarak tanımlanıyordu! Bu “başarı” ise, öbür ülkelerin yapmakta, almakta geç kaldığı önlemlerin bizde erken alınmasına bağlanılıyordu.

Salgın yönetiminde şeffaf davranılmayacağı, salgının yalnızca ekonomik değil, politik önceliklere göre yönetileceği anlaşılıyordu. Mart başında toplam 2 bin kişiye test yapılmıştı, Kuzey İtalya ve İran’da vakalar hızla artıyordu ve biz ülkede vaka olmadığından emindik. Bu dönemde, Covid-19 pnömoni bulguları ile uyumlu bulguları olan ağır hastalarda yaptığımız testlerin negatif olmasına güveniyor ve mevsimsel grip gibi tedavi ediyorduk. Sonradan bu dönemde kullanılan testlerin ancak % 40-60 oranında pozitif olduğu anlaşılacaktı. Tanı testi yapan laboratuvar ve test sayısı da çok kısıtlıydı. Bu nedenle salgın denetiminde önemli olan

  • “test yap ve vakaları bularak izole et, temaslıyı tespit et ve karantinaya al ve bulaşmayı önle”

zincirini sürdüremiyorduk.

Son yıllarda, kamu sağlığından hızla uzaklaşarak, daha çok yaşlanma karşıtı ve kozmetik programlarına yer veren görsel basın, salgının ciddiyetinin anlaşılması yerine bizim ırksal özelliklerimiz nedeniyle, kimi gıdaları daha çok tüketerek salgını hafif geçirebileceğimiz algısına yol açan programlar yapıyordu. Salgın ile ilişkili bilgi akışı ise her akşam bir basın toplantısı ile Sağlık Bakanı’nın kendisi tarafından, turkuaz bir tablodaki rakamlar ile açıklanıyordu.

Okullar, toplantılar ve sanatsal etkinlikler ve 20 kadar ülke ile karşılıklı uçuşlar iptal edilmişti. Hastaneler tümüyle pandemi hastanesi ilan edilmiş, sağlıkçıların izinleri, ivedi (acil) olmayan tüm ameliyatlar iptal edilmişti. Bakanlık saha için hazırladığı rehbere tanı, izolasyon, karantina ve tedavi rehberleri de eklemişti. Tedavi için çok yaygın olarak kullanmakta olduğumuz klorokin adlı ilaç ile ilişkili başlangıçta iyi sonuçlar açıklayan kimi küçük, kontrollü olmayan çalışmalar yayınlanmıştı. Ancak, ilaçlar için yapılan klinik öncesi çalışmaların, ilaçların hastalıkta işe yarayabileceği konusunda yanıltıcı olabileceği anlaşılıyordu. Klorokin için de işe yarayacağını gösteren klinik öncesi çalışmaların yanlış kurgulandığı ve ilacın işe yaramadığı anlaşıldı.

Nisan 2020 sonunda salgın henüz denetim altına alınmamışken birdenbire denetimsiz biçimde yapılan açılmalar sonrasında artan vakaları yönetmek için “filyasyon” ekipleri, evde bakım ekiplerine dönüşünce, işe yaramadığı anlaşılan klorokin ile evde tedavi dönemi başladı. Bir ülkede salgın yönetimine ilişkin başarı için şu 3 soruyu sormamız gerektiğini düşünüyorum:

  • Okullarınız açık kalabildi mi,
  • Hastanelerde Covid-19 dışı hastalar bakılabildi mi ve
  • Toplam ölüm sayılarındaki artış nasıl?

    Belki bu sorulara eklemeye içimin elvermediği bir başka soru da şu olmalı:

    Neden bu denli çok sağlıkçı hastalandı ve öldü?

UŞAK NASIL BAŞARDI ?

UŞAK NASIL BAŞARDI ?

Dr. Arif Güvenir
Aile Hekimi
ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ GYK Üyesi ve İç Ege Bölge Sorumlusu

Dr. Arif Güvenir: ''ÖLÜYORUZ, TÜKENİYORUZ''

(http://ahmetsaltik.net/2020/11/17/dr-arif-guvenir-oluyoruz-tukeniyoruz/)

Yayınlanan Korona Virüs haritasında Batı illerinde mavi renkli tek il olan Uşak, bu başarıyı nasıl elde etti? Başarıda en büyük pay kimindi ?

Elbette, Sağlık Çalışanı olarak, dilekçeyle Kişisel Koruyucu Donanım istediğimizde, merdiven altı üretilmiş kalitesiz maske gönderen, “.. el dezenfektanı, tulum, bone gibi malzemeleri Bakanlık karşılamıyor, kendiniz sağlayın” diye sarı zarfla bilgi veren Uşak İl Sağlık Müdürlüğünün değildir.

İsmet Paşa Caddesine çıkarak vatandaşa uzaktan bağırarak uyarıda bulunan valinin de değildir.

Mavi rengin partisinin renklerinden biri olduğunu ileri sürerek, her fırsatta milletin arasına nifak tohumu ekmekte, ayrıştırmakta, ötekileştirmede hünerli, sağlık çalışanları ve halkımızın emeğini siyasal malzeme yapmaktan çekinmeyen iktidar partisi milletvekilleri ve belediye başkanları hiç değildir.

Sağlık emekçilerinin Kasım, Aralık, Ocak ve Şubat ayı ek ödemelerinin üstüne yatan, caydırıcı özelliklere sahip sağlıkta şiddet yasasını çıkaramayan, COVID-19‘u meslek hastalığı olarak kabul etmeyen Sağlık Bakanlığı da değildir.

Başarı;

Her türlü destekten yoksun olarak Aile Sağlığı Merkezlerinde bulaşı önlemek için kendilerinin geliştirdiği özgün yöntemlerle, salgının tepe yaptığı dönemde bile 250-300 hasta bakma becerisi gösteren ve her hastasına eğitim veren Aile Hekimlerinindir!

Gebe izleminde, aşılamada, kan örneği almada, enjeksiyonda en üst önlemler alarak hizmet veren Aile Sağlığı çalışanlarınındır.

Fiziksel hijyenin yanında solunum hijyenini de sağlayan temizlik görevlilerinindir.

112 ve Filyasyon ekibinde çalışan, şoföründen, hemşire ve doktoruna 7 gün 24 saat çalışan sağlık emekçilerinindir.

Acillerde, laboratuvarlarda, görüntüleme merkezlerinde, insanüstü çaba gösteren sağlık emekçilerinindir.

Servislerde yatan hastalarının başından ayrılmayan, servisten yoğun bakıma giden her hasta için göz yaşı döken, yoğun bakımdan servise geri gelen hastaları için sevinç göz yaşlarını tutamayan hemşire ve hekim arkadaşlarımızındır.

Yoğun bakım birimlerinde günlerce sevdiklerinden uzak kalan, her türlü önlemlere karşın virüse yakalanarak uzun süre sağaltım alan (tedavi olan), yaşamını yitiren sağlık çalışanları ve kurallara uyma konusunda son derece duyarlı davranan halkımızındır.

 

 

2020’de ölümler arttı, kapatılan hastanelerimiz açılmadı

author

BAYAZIT İLHAN
BİRGÜN, 2021.02.19
https://www.birgun.net/haber/2020-de-olumler-artti-kapatilan-hastanelerimiz-acilmadi-334692

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

2020’de ölümler arttı,
kapatılan hastanelerimiz açılmadı

Salgın çok boyutlu bir sorun olarak tüm dünyayı etkilemeye devam ediyor. İşin sağlık boyutu salgın hastalığın kendisi ile sınırlı değil. Önemli konulardan biri de COVID-19 dışı hastalıkların takip ve tedavisinin nasıl yapıldığı.

Dünyada önde gelen ölüm sebepleri kalp-damar hastalıkları ve kanserlerdir. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) COVID-19 salgınının doğrudan ölümlerin yanında, dolaylı olarak diğer hastalıklara bağlı ölümleri de artırabileceğini belirtiyor. Kaynakların salgını kontrol altına alabilmek için ayrılmasından ekonomik zorluklara, insanların güvenli sağlık hizmeti alamayacakları endişesine kadar ertelenemez sağlık hizmetlerini aksatan bir dizi sorun ortaya çıkıyor. DSÖ bunu azaltabilmek için zorunlu sağlık hizmetlerinin yürütülmesine yönelik rehberler yayınladı. Bu rehberlerde ülkelerin bazı temel hazırlıklar çerçevesinde kendi koşullarına, sağlık ihtiyaçlarına göre düzenlemeler yapması gerektiğine işaret edildi.

Konu hakkındaki bilimsel yayınlarda da öncelikliler sayılıyor ve sağlık hizmetlerinin buna göre organize edilmesinin önemi vurgulanıyor. Bunlar içinde ana-çocuk sağlığı ve aile planlaması hizmetleri, kanser tedavileri, kalp-damar hastalıkları, psikiyatrik hastalıklar, madde kullanımı, acil cerrahi hizmetleri, sıtma, tüberküloz gibi bulaşıcı hastalıklar, beslenme bozuklukları ve sağlık eğitimi yer alıyor. Kronik hastalıkların takibi çok önemli.

Peki, bu gerçekler ışığında Türkiye’de durum ne? Kent merkezlerinde, kolay ulaşılabilir önemli hastanelerin kapatılıp çürümeye bırakılması salgında bu hastalıkların takip ve tedavisini nasıl etkiliyor?

TÜRKİYE’DE ARTAN ÖLÜM SAYILARININ İŞARET ETTİKLERİ

TTB’nin salgının 11. ayını değerlendiren raporunda Halk Sağlığı Kolu’nun derlediği veriler geçtiğimiz yıl Türkiye’de ölüm sayılarında dikkat çeken artışa işaret ediyor. Buna göre nüfusun %35,6’sını oluşturan 10 ilde 15 Mart 2020 – 31 Aralık 2020 tarihleri arasında son 3 yıl ortalamasına göre 36.549 fazladan ölüm gerçekleşti. 2015 – 2019 döneminde ortalama 889 bin olan ülkedeki nüfus artışı, 2020’de 657 bin olarak gerçekleşti. Yine önemli bir veri, 1950’den önce doğanların nüfusundaki azalma, önceki yılların ortalamasına göre 2020’de yaklaşık 72 bin kişi daha fazla oldu.

TÜİK’in 2020 yılı detaylı (AS: ayrıntılı) doğum ve ölüm istatistikleri henüz yayınlanmamış olmakla birlikte, eldeki verilerle önceki yıllara göre yaklaşık 90 bin yurttaşımızın fazladan yaşamını kaybettiği belirtiliyor. Aynı dönemde COVID-19 nedeniyle yaşanan can kayıpları resmi rakamlara göre 20.881. Doğrudan salgın hastalık nedeniyle gerçekleşen can kayıplarının sayısındaki tereddütler bir yana, öbür hastalıklara bağlı ölümlerde de artış olduğunu düşündüren verilerle karşı karşıyayız.

Bu bulgular gerek DSÖ’nün ve bilim çevrelerinin uyarılarını, gerekse meslektaşlarımızın geri bildirimlerini doğrular nitelikte. Yaşamsal önemde rahatsızlığı olanlar, salgın hastalık endişesiyle hastalıkları ilerlemiş olarak hekime başvuruyor, kimi zaman sağlık hizmetine erişimde güçlükler yaşıyor. Devlet ve üniversite hastanelerinde servis ve yoğun bakım yatakları büyük oranda COVID-19 hastalarına ayrılmış durumda, diğer hastalar imkânları varsa özel hastanelere gidiyor, olmayanlar çoğunlukla sağlık hizmetlerini erteliyor.

Kapatılan devlet hastaneleri açılmış olsaydı bu ölümler azalır mıydı? Neden olmasın? Yurttaşlarımızın endişe duymadan, kolay erişerek, güvenle sağlık hizmeti almasının etkili bir yolu bu hastanelerimizin doğru planlamayla yeniden sağlık hizmetlerine kazandırılmasıdır.

HASTANELERİMİZİ AÇIN

Ankaralılar kurdukları Hastanemi Açın Platformu üzerinden aylardır haykırıyorlar, ne kadar haklı olduklarını veriler ve uluslararası kurumların rehberleri gösteriyor. Ankara Numune Hastanesi, Türkiye Yüksek İhtisas Hastanesi gibi Türkiye’nin dört bir yanında kapatılan otuza yakın hastanemizin açılması gerekiyor.

Aksi takdirde daha iyi organizasyonla önlenebilecek can kayıplarının sorumluluğu bu çağrılara kulak vermeyenlerde olacak.
====================================

Dostlar,

Dr. Bayazıt İlhan, Hacettepe Tıp Fak. İngilizce Bölümünden birincilikle mezun olmuş, kıdemli bir hekimdir.. Göz Hastalıkları alanında başarılı biz uzmandır.
TTB Merkez Konseyi Genel Başkanlığı da yapmıştır.
Az görenlerin rehabilitasyonu alanında master yaparak ayrıca uzmanlaşmıştır.
Tam gün kamuda çalışan hekim olarak dünya görüşünü de açıkça uygulamaya yansıtmaktadır.
Halktan yana bir sağlık politikası yanlısıdır, HALK SAĞLIĞI GÖRÜŞÜNÜ benimsemiştir.

BİRGÜN Gazetesinde haftalık yazıları, kişiliği gibi yumuşacık biçemle (üslupla) yazılmakta ama içerik olarak, anlayana, derinlikli iletiler aktarmaktadır.

O’nun yazılarının özenle izlenmesinde çok yarar var.

Yukarıdaki yazı da çok anlamlı..
Ankara’da 6 büyük ve köklü hastane, kökü dışarıda SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM dayatmasına kurban edilerek kapatıldı. Etlik’te yapımı süren 2. Şehir hastanesiyle birlikte kalan kamu hastaneleri de (üniv. hst. dışında) kapatılacak ve Sağlık Bakanlığı başlıca 2 büyük hastanede “bir ölçüde” hizmet sunan, büyük ölçüde de hizmet satın alan konumuna indirgenecek.

Salgında bu yıkımın sakıncalarını yaşadık. Örn. Zekai Tahir Burak hastane binası epey harcama ile (yaklaşık 800 bin TL) açılarak bir bölüm kovit-19 hastaları için karantina merkezi yapıldı.
Tüm kovit-19 hastaları Bilkent Şehir hastanesine yığıldı. Kovit dışı hastalara yer kalmadı, hastalar o hastaneye gidemedi bulaş almaktan korkarak..

Ancak emir – talimat çoook böyyük yerlerden ve “kesin” olmalı ki, RTE, bu hastaneleri “hülyası” olarak ilana bile zorlandı.. Oysa TALAN’ın ta kendisi.. Çok net vurgulayalım :

  • Şehir hastaneleri TALANDIR, KAPİTÜLASYONDUR, Lozan’a da aykırıdır! 

    Dr. Bayazıt İlhan, “HASTANELERİMİZİ KAPATMAYIN PLATFORMU” kurucusu, öncüsü.. Kimi etkinliklerde birlikte olduk.. Biz de epey emek verdik bu doğrultuda.. web sitemizde çok sayıda dosya bulunabilir..

    (157) 07.03.2018 Prof.Dr.Ahmet Saltık AÜTF Halk Sağlığı Ana Bilim Şehir Hastanelerine Hayır – YouTube

    ***
    13 Şubat 2021 günü TELE1’de gece 22:00 sonrasında Sn. Merdan Yanardağ’ın yönettiği 5. Boyut programının konuğu idik. Orada da çok net söyledik :

  • Fahrettin Katsayısı-2 : İlan edilen ölümler X3… İlan edilen resmi rakam 27 bin.. Gerçekte 80+ bin.. Değişik ve artık bilinen yöntemlerle ölüm sayıları 1/3 oranında açıklanıyor. Olgu ölüm hızı (case fatality rate) dünya genelinde %3 ama Türkiye’de %1,1!
  • Kovit-19 ölümlerinin dünya ortalamasının 1/3’ü düzeyinde olması için hiçbir neden yok! Bakanlığın açıkladığı verileri destekleyecek bilimsel, yönetsel… hiçbir kanıt yok! Olsa, diyelim Türkiye “harika” bir sağaltım (tedavi) yöntemi geliştirmiş olsa, uluslararası yayın yapar, dünyaya öğretirdik, hatta patentini alırdık ve RTE kasıla kasıla dünya – aleme reklam ederdi..
  • Tersine, bizde de ölüm hızının Dünya ortalamasından düşük olmaması için pek çok neden var..
  • Bunlardan biri de Şehir hastaneleri.. Kovit dışı hastalar özel sektöre yönlendirildi, parası olan hizmete erişti, olmayan süründü, sessiz – sessiz evlerinde öldü ve kovit tanısı da konmadı! Bu hastanelere harcanan onlarca milyar dolar ulusal servet ile haramzede yerli – yabancı yandaşların keseleri doldurulacağına, 1. Basamak hizmetlerini, koruyucu sağlık hizmetlerini, beslenmeyi, aile planlamasını, çevre – konut – çalışma yaşamı sağlık – güvenlik koşullarını iyileştirici alanlara kamu harcaması yapılsa idi, yaşanan ölümlerin en az 2/3’ü önlenebilirdi..
  • Bu durumda, 50 bini aşkın masum insanımızın önlenebilecek iken ölmesinin hesabını kim verecektir??
  • Politikacının en temel görevi İNSAN YAŞAMININ KORUNMASI değil de nedir??

    AKP = RTE‘nin sağlık dahil, tüm politikalarını köktenci biçimde gözden geçirmesi ve merkeze,
    en yüce değer olarak insanı koyması gerekiyor;
    çook zor da olsa maddiyata tapınmayı terk ederek!


    Sevgi, saygı ve KAYGI ile. 20 Şubat 2021, Ankara


    Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
    Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
    Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
    www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
    facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik 

Pandeminin Etik Sonuçlarına Bakış 

Pandeminin Etik Sonuçlarına Bakış 

Prof. Dr. Çağatay ÜSTÜN

EGE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ
TIP TARİHİ VE ETİK ANABİLİM DALI BAŞKANI

Facebook’ta paylaş
WhatsApp
E-posta 

Cumhuriyet, 17 Şubat 2021

COVID 19’un klinik tablosundaki ağır bulgular ve hastaların hastalığı geçirmelerine rağmen uzun süre semptomlarla mücadele etmesi hastalığın esrarengiz yönünü destekliyor. Ancak şurası kesin ki, böyle bir hastalığın var olmadığını düşünenler dahi artık bu konuya karşı temkinli yaklaşıyorlar. Bir dönem hastalığın (AS: etkenin) laboratuvar ortamında üretildiğini söyleyenlerin komplo teorilerinin aksine, bugün hastalığın nasıl ortaya çıktığından çok tedavi ve aşı araştırmalarına yoğunlaşılması, ilk şokun atlatıldığını gösteriyor.

COVID 19 modern diye adlandırılan tıp dünyasına modernliğin ölçülerini sorgulatacak bir ders verdi. Ancak daha da önemlisi, bu hastalığın turizm, ziraat, lojistik, gıda tedarik zinciri, ekonomi, turizm, sosyal ve toplumsal yaşam (2 sıfat eşanlamlı?), bireysel hak ve özgürlük alanı, etik, hukuk anlamında farklı yönleriyle yüzleşildi. Bu yüzyılda etik sonuçları diğer sonuçlardan öne geçmiş COVID 19’un genel anlayışı, bilinen doğruların yanlışını ortaya çıkarması açısından önemlidir.

“Birey kavramının üst değer haline dönüştüğü insan merkezci” bir yaklaşımı destekleyen sistemin, doğa ve diğer canlılara bakış açısını geliştirmesi gerektiğini vurgulayan bu tablo umarım ki, kalıcı ve güzel kazanımlar bırakır ve yeni, doğru bir alışkanlığı sağlamlaştırır. Etik ve ahlâki ilke ve değerler sisteminin bir parçası olmayı hedefleyen yeni bir sistemin öngörüsü şimdi fark edilmiş durumdadır. Klinik sonuçlardan etik sonuçlara uzanan yolda COVID 19’un önemli aşamaların belirginleşmesine katkısı olduğuna inanıyorum.

PANDEMİNİN YOKSULLUĞA ETKİSİ 

Tüm ülkelerde farklı şekillerde etkisini gösteren pandemi neticesinde alınan önlemler, tedbirler, sokağa çıkma yasakları nedeniyle işe gitmelerin aksaması, evde çalışma ve işten çıkarma gibi durumlar yüzünden işsizlik ve yoksulluk tehlikesiyle karşı karşıya kalınmıştır.

Ülkelerin hazırlıksız yakalandığı bu süreçte üstü kapalı ekonomik bir kriz yaşanmıştır. Maaş, sigorta veya diğer desteklerin sağlanmasındaki yetersizlik, ekonomiyi çeviren çarkların kesintiye uğramasına sebep olmuştur. Çözümsüzlüğün etki ettiği kitlelerdeki yoksulluk, beraberinde psikolojik ve sosyal sıkıntıları getirmiştir.

Yoksulluğun büyümesi halinde endişe verici gelişmelerin ortaya çıkması mümkündür. Bazı ülkelerde sokağa çıkma yasaklarına karşı gösterilen itiraz ve protestolar bunun bir örneği niteliğinde olabilir. Pandemide hastalığın bulaşma riski ile işsizliğin çoğalma riski yüzünden bir tercih yapmak zorunda kalınarak, ekonominin devamı için kısıtlama süreleri kimi ülkelerde kısa tutulmuş, bu yüzden enfekte vaka ve ölüm sayılarında artışlar görülmüştür.

Pandeminin yeni mutasyona uğrayan virüsle çeşitleriyle sürmesi ve 3. dalga riskinin artması halinde bu tablonun daha da ağırlaşma ihtimali vardır.

SERBEST DOLAŞIM HAKKI KISITLAMASI

COVID-19 tehlikesi birçok ülkenin karantina tedbirlerine yönelmesine sebep olmuş, uluslararası ve ulusal seyahatle ilgili ciddi kısıtlamalara gidilmiştir. Keyfi nitelendirilmemesi gereken, bütünü koruyucu özelliği olan bu yasakların bireylerin hak algısı ve psikolojik yapısı üzerinde olumsuz etkileri gözlemlenmeye başlanmıştır.

2020 yılının yaz aylarında turizm açısından yaşanan gerileme, bunun doğal bir sonucudur. Seyahat özgürlüğü kısıtlamalarının sosyalleşme ve kişisel gelişimi engelleyeceği endişesini taşıyanların buna itiraz etmesi söz konusudur. Ancak halen etkin olan mutasyonlu virüs bulaş etkisi yüzünden şu an için başka yapılabilecek bir şey yoktur.

Ülkelerin aşı uygulamalarına başlamasının ardından önerilen bir başka husus, aşı olanların seyahat hakkı alabilmesi için aşı pasaportu verilmesine ilişkin öneridir. Ancak burada her ülkenin farklı bir yaklaşım tarzı belirlemesi gündemdedir. Bir şekilde doğru bir tavır gibi görülmesi düşünülen bu yeni gelişmeye kişisel hak ihlali gözüyle bakanların yaklaşımı sorunu derinleştirmektedir. Şu an için her ülkede yeterli doz aşının temin edilememiş olması, buradaki asıl etik ikilemdir. Bunun, hastalığın sürmesi halinde birkaç yıl içinde aşılması gündeme gelebilir.

ESKİ NORMALE DÖNME ÖZLEMİ

Pandemi sürecinde yaşanan en büyük özlem, her seferinde tekrarlanan eski normale dönme çabaları üzerinde yoğunlaşmaktadır. Eski normalin uzun bir süre daha olamayacağına ilişkin fikirlere rağmen bu konuda ısrarcı olunmasının temel nedeni, eski alışkanlıkların bir yaşam biçimi haline dönüşmüş olmasındandır.

  • Doğaya zarar veren, öngörüden ve sağduyudan uzak tutumların hastalık sürecinden sonra yeniden gözden geçirilmesi gerekirken;
  • kolaycılığa kaçılması ve aynısını tekrarlama eğiliminin sürdürülmesi ısrarcı ve inatçı bir yaklaşımdan başka bir şey değildir.
  • Oysaki COVID-19’dan sonra gelenekselleşmiş yanlışların değişmesi gerekmektedir.
  • Ekonomik çarklar üzerinden kurgulanmış maddiyata dayalı bir yaşam biçiminin manevi ve duygusal olanı önemseyen bir biçimle değişimi sağlanmalıdır.

Bu konuda felsefe, etik, sosyoloji alanı akademisyenlerinin yol göstericiliğine ihtiyaç vardır. Tabii ki ülke yönetimlerinin de bunu dikkate alması ve değişime ortak olması gerekmektedir.

Buradaki temel yaklaşım şöyle özetlenebilir:

  • Eski normale dönmek, kolaycılıktan ve aynısını yapmaktan başka bir şey değildir.
  • Yeni ve doğru olanı yapmak, etik ve ahlaki olana yönelmek, bunun özlemini hissetmek gerekmektedir.
  • Sonu ne zaman geleceği bilinmeyen bu hastalık tablosunu yaşarken eski normali arzulamanın akıl ve mantıkla izah edilebilir bir yönü yoktur.

ANOMİ TOPLUMLAR TEHLİKESİ
(AS: “Anomik toplum” ya da “Anomi toplumları” denmesi uygun olur..)

COVID-19 pandemisi sürecinde alınan tedbir, önlem (son 2 sözcük eşanlamlı) ve kısıtlamalara yönelik bireysel veya toplumsal karşıt refleks geliştirilmesi, anomi(k) toplumların oluşmasına, anti-sosyal bir tavır ve tutum sergilenmesine kadar gitmiştir. Bu süreçte, maske takmamak, fiziksel mesafeye özen göstermemek, PCR testi pozitif olduğu halde karantinada kalmayıp kaçmak ve topluluklara karışmak, sosyal izolasyona uymamak kural tanımazlığın örnek olgularıydı.

Kendi tespitime göre 2013 yılında dünyada tamamlandığını ileri sürdüğüm etik ve ahlaki kırılmanın ardından gelişen olaylar ve örnekler bireylerin, toplumların hızlı bir şekilde ilke ve değerlerden soyutlanmış, kurallara uymayan anlayışlar geliştirmesine sebep olmuş, bunun sonuçları ise özellikle 2020 yılındaki pandemi sürecinde tümüyle su yüzüne çıkmıştır.

İlkesiz veya kuralsız gibi hissetmek ve davranmak, başıboşluğun içine sürüklenmeyi hızlandırmaktadır. İnsanın başıboş bir canlı olmadığından hareketle, toplumların bu olumsuzluğun girdabına kapılmasını önleyecek yeni yaklaşım tarzları üzerinde çalışılmalıdır. Buradaki önerim, etik ve ahlaki sağaltım yöntemleri kapsamında rol modellerin çoğaltılması, bununla ilgili yapılacak çalışmalara destek verilmesidir.

ETİK GÖSTERGELERE ETKİ EDEN BİR PANDEMİ

Doğru düşünme ve doğru eylem açısından belli bir bilinç bulanıklığı oluşturan COVID-19, bir süre daha bu etkisini sürdürecek gibi görünmektedir. Viral bir hastalığın geniş kitlelerdeki etik göstergelere etki ederek değerler sistemini sarsması, anlayış ve algılama unsurlarını zedelemesi tedirginlik vericidir. Ancak umutsuz olmadan, karşımıza çıkan olumsuz tablodaki yanlışları fark ederek bunların doğrusu ile yer değiştirmesini sağlayacak anlayışların savunulması ve bunların örnek kılınması gerekmektedir.

Etik ve ahlaki göstergeleri bozan bir etkinin iki sonucu söz konusudur: Ya gelişen bu kötü anlayış yeni normal gibi algılanacaktır ya da bundan kurtulmak için yeni bir etik anlayış ortaya çıkacaktır. Entropinin uzun soluklu bir düşünce biçimi olmadığını göz önüne aldığımızda, yeni etik bir anlayışın doğuşunu ve gelişini beklemek daha doğrudur. Elbette ki bütün yeni değişimler hemen bir anda gerçekleşmez.

Bir yer değiştirmenin, farklılığın (AS: farklılaşmanın?) söz konusu olduğu bu tür durumlarda eskinin yerine yeninin gelişi sırasında bazı sancıların ve sıkıntıların yaşanması normaldir. Sürecin doğası budur. Burada önemli olan, pandeminin değişim için getirdiği şartların doğru algılanması ve buna göre hareket edilmesidir. Sınırları belirsizleşen etik ve ahlaki çizgilerin üzerinden yeniden geçilmesiyle bireysel ve toplumsal (sosyal) düzlem, yönetimler ve meslek alanları açısından olumlu etkilerin görülmesi muhakkaktır. COVID-19 pandemisi, yeni bir bakış açısına geçişin ilk durağı olmuştur. Artık bundan sonra hiç kimse eskisini bugün ile özdeş tutmamalıdır.

 

Aşılar, Salgını Önlemenin en önemli yoludur

Aşılar, Salgını Önlemenin en önemli yoludur

Prof. Dr. Ercan Küçükosmanoğlu
Çocuk İmmünoloj – Allerji Uzmanı
https://kurtulusyolu.org/asilar-salgini-onlemenin-en-onemli-yoludur/

AKP iktidarı, baştan beri Koronavirüs salgınını yanlış yönetti.

Salgının başında Koronavirüs vakaları ve virüs kaynaklı ölümler bile geç açıklandı. Daha sonra sürekli olarak vaka ve ölüm sayıları konusunda tartışmalar yaşandı. Çünkü yaşanan gerçeklik ile akşam Sağlık Bakanlığının açıkladığı sayılar birbirini tutmuyordu. Bilim Kurulunda bulunanlar bile gerçek vaka ve ölüm sayılarını bilmediklerini kezlerce açıkladılar.

Bu bilinmezlikler ile salgının yönetilemeyeceği açıktır. Bakan ikide bir şurada ya da burada vakalar %50 arttı, diye açıklamalar yapıyor; gerçekleri açıklamaktan ısrarla kaçınıyor. Bunun sonucu olarak da toplumda çoğu kimse salgını ciddiye almadı. Yaz aylarında açık havada salgının hızının yavaşlamasına karşın, dünyanın öbürr ülkelerinden farklı olarak, Türkiye’de vaka sayıları düşmedi.

AKP iktidarı Çin, Hindistan ve pek çok Avrupa ve Amerika kıtasındaki ülkelerin uyguladığı tam karantina önlemlerini uygulamaya koymadı.  Nisan, Mayıs aylarında yarım yamalak karantina önlemleri alınmıştı. Bu süreçte Organize Sanayi bölgelerindeki pek çok fabrika üretimi sürdürdü. İstanbul, Kocaeli, Bursa, Gaziantep gibi kentlerde fabrikalar virüsün yayılma merkezleri oldu.

Koronavirüs bu nedenle sonbahar başında, başta İstanbul olmak üzere, tüm illerimizde hızla yayıldı; sürekli tepe noktalarda oldu. Her gün resmi ölüm sayılarında rekorlar kırıldı. Ama günlük vaka sayılarını açıklamaktan hep kaçınıldı. Gerçekler hep gizlenmeye çalışıldı. 26 Kasım’da ise günlük vaka sayısının da bundan böyle açıklanacağı belirtildi ve o gün için vaka sayısının 28.351 olduğu açıklandı. Geriye dönük olarak da vaka sayılarının açıklanacağı söylendi ama hâlâ açıklanmadı. (AS: Daha sonra o veriler de açıklandı)

AKP iktidarı pratik olarak sürü bağışıklığı (AS: toplum bağışıklığı) politikası uyguluyor. Yapması gerekenleri yapmayarak, en az 3 haftalık karantina uygulamayarak, karantina süresince halkın temel gereksinimlerini karşılamayarak, vatandaşı salgınla ve ölümle karşı karşıya bırakıyor.

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Ekim ayında uyarısını yaptı: DSÖ Genel Direktörü Dr. Tedros Adhanom Ghebreyesus, yeni tip Koronavirüs (Covid-19 etkeni) salgınıyla mücadelede “sürü bağışıklığı” stratejisine ilişkin; “Tam olarak anlayamadığımız tehlikeli bir virüsün serbestçe dolaşmasına izin vermek, basit bir şekilde ahlâk dışıdır. Bu bir seçenek değildir”, dedi. “Sürü bağışıklığı” stratejisini ahlâk dışı bir yöntem olarak nitelendirildi.

Salgından çıkmanın şu anda 2 yolu var:

1- Sıkı karantina önlemleri,

2- Aşı.

Aşı konusunda dünyada önemli gelişmeler var. Evre (Faz) 3 çalışmaları biten veya bitmek üzere olan beş aşı (Pfizer&BioNTech: BNT162b1, Moderna: mRNA-1273, Oxford & Astra-Zeneca: AZD1222, Gamaleya: Sputnik V, Sinovac: Coronavac) var.

Ülkemize de bu aşılardan Çin’de üretilen Sinovac firmasının geliştirdiği Coronavac aşısını almak için görüşmeler yapılmış durumda. Fakat kaç doz, ne kadar alınacağı belli değil. 50 milyon dozluk anlaşma yapıldığı söyleniyor. Aşı iki kez yapılmak durumunda. Dolayısıyla ancak 25 milyon insanımız aşılanabilecek. Oysa en az 70 milyon insanımızı hızla aşılamak gerekiyor. Bunun da yaklaşık bedeli 4,2 milyar Doları buluyor.

Bulaşıcı hastalığa karşı olan aşının, vatandaşlara ücretsiz yapılması gerekiyor.
Vatandaş için kılını kıpırdatmayan bu iktidarın, bu aşıları alması zor görünüyor.

Salgının başında vatandaşına 5 maskeyi sağlayamayan ama maskeleri 100’ün üzerinde yabancı ülkeye yardım diye gönderen ve bununla övünen bir ülkeyiz.

  • AKP iktidarı kendini vatandaşa karşı sorumlu görmüyor.

En son, salgında gelinen son durumdan (başarısızlıktan demek daha doğru olur) da Bilim Kurulunun sorumlu olduğu bile açıklandı Tayyip tarafından.

Öte yanda diğer bir sorun, AKP iktidarının yarattığı bu güvensizlik ortamında, Aşıların Güvenilirliği konusunda meydana getirilen kafa karışıklığıdır.

  • Aşılar yüzyıllardır toplumu bulaşıcı hastalılardan korumanın en önemli yöntemidir.

Bu konuda bilim dışı görüşlere itibar etmemek gerekir. Ülkemizde kullanılacak olan aşının güvenilirliği konusunda görüşlerini özgürce açıklayacak ve tartışacak olan bilim insanlarımız vardır. Yeni her aşı ve ilacın kimi riskler içermesi doğaldır. Bir yanda salgın nedeniyle ölümler, öbür yanda bizi bu bulaşıcı hastalıktan koruyacak olan aşı var ise, Aşıyı seçmemiz en doğru olandır.

  • Bu noktada AKP iktidarınım ikiyüzlülüğünü, halkı nasıl aldattığını görmemiz gereklidir.

AKP iktidarı  “Saldım, çayıra, Mevlam kayıra” atasözümüzdeki gibi, halka karşı herhangi bir sorumluluk duymamaktadır. “Kasap mal derdinde, koyun can derdinde” atasözümüzde olduğu gibi bizler canımızın derdinde iken, kendileri hizmet ettikleri Parababaları düzeninin sürmesinin derdindedirler.

2021’de COVID19 DİZGİNLENECEK Mİ ?

2021’de
COVID-19 DİZGİNLENECEK Mİ ?

Prof. Dr. (Nükleer Fizik)
Değerli arkadaşlar,
2019 yılı Aralık ayında Çin’de SARS virüs ailesinden yeni bir tür, çok kısa sürede tüm dünyaya yayıldı. Salgının başından itibaren (AS: bu yana) işi sıkı tutan, ciddi önlemler alan Çin, Kore, Japonya… gibi kimi ülkelerde yitikler öbür ülkelere oranla az oldu. Sonuçta Dünya, bu 2020 salgın yılını, 84 milyon olguda 1,83 milyon ölümle kapattı. Dünya genelindeki toplam ölümlerin %3’ü Covid-19 ölümü oldu böylece. (235 ppm)
18 ülkede 1 milyonun üzerinde Covid-19 olgusu gözlendi. Salgına karşı savaşımda “en başarısız ülke” ABD oldu. Nüfusu Dünya nüfusunun %4,2’si olmasına karşın, Dünyadaki tüm Covid-19 olgusunun %24,4’ü, yani Dünya ortalamasının tam 6 katı ABD’de tanı aldı. Çok ilginç bir rastlantı! ABD’de kişi başına gelir de dünya ortalamasının tam 6 katı! 🙄 Ölüm sayısı (350 bin) Dünya toplamının yaklaşık %20’sidir.
Dünya nüfus sıralamasında 17. olmasına karşın, Covid-19 olgu sayısı sıralamasında 7. sıradaki Türkiye, ~2,21 milyon toplam olgu ve kapanmış ~2,12 m olguda ~21 bin ölümle 2020 defterini kapatmış görünüyor. Daha önce de belirttiğim gibi, ölüm sayısında belirgin bir tutarsızlık var. Ölüm / kapanmış olgu oranı Dünyada %3 olduğuna göre, Türkiye’de Covid-19 ölüm sayısının 63 bin dolayında olması kuvvetle olasıdır; ancak resmi rakam 20,851 verilmiştir (31.12.2020). Türkiye’de 2019 yılı toplam ölüm sayısı 436 bin idi; bakalım 2020 yılı toplam ölüm sayısını TÜİK 436 + 63 bin olarak verecek mi?!
***
Değerli arkadaşlar,
Ekli grafikte, 2020 yılında Dünya genelindeki günlük Covid-19 olgu sayılarını görüyorsunuz… Grafik kabaca 5 dalga toplamı olarak analiz edilirse, –ki aslında yüzlerce küçük dalganın örtüşümünden meydana geliyor– [ve yeni büyük bir dalganın başlamamış olduğu varsayımı ile] Nisan veya Mayıs başında Dünyanın daha rahat nefes alacağı bir döneme girebileceğini söyleyebiliriz.
Öngörümüz bu yönde.
Salgının ‘sıcak’ olduğu odaklardaki yeni aşı uygulamaları da bu durulma sürecine kesinlikle olumlu katkıda bulunacaktır.
  • Her şeye karşın 2021 yılının da “etkin bir salgın yılı” olacağı akıldan çıkarılmamalı;
    Maske kullanımı, güvenli uzaklık kuralı, hijyen önlemleri gevşetilmeden sürdürülmelidir.
Şu anda (durumun ivediliğinden ötürü onaylanmış) hizmete sunulmuş olan yeni Aşıların gerçek etkinlik derecesi ancak 2-3 yıl sonra ortaya çıkacaktır; ama yine de “aşılanmış olmak” az-çok koruyucu bir önlemdir kesinlikle, eğer aşıya erişim olanaklıysa.
Umarız, Korona sürecindeki hatalardan ders çıkarılır ve aşı konusu, gecikmeli de olsa, ciddiyetle ele alınır, sağlama (tedarik), depolama, dağıtım lojistiği başarıyla sonuçlandırılır.
Tüm arkadaşlarıma daha az Koronalı, daha sağlıklı, mutlu umutlu yeni bir yıl diliyorum.
Sevgilerimle. æ
Fotoğraf açıklaması yok.