Etiket arşivi: Prof. Dr. Esin DAVUTOĞLU ŞENOL

Terör dalgası

Zafer ARAPKİRLİZafer ARAPKİRLİ
02 Ağustos 2022, 15:00
TÜM MAKALELERİ

Kahraman evlatlarımız, vatan toprağının bir parçasını ya da sınır ötesinde yapılan operasyonlar sırasında, vatanı savunma hattını korurken, teröre kurban gitmiştir. Saygı ile anarız, rahmet okuruz, ailesine baş sağlığı dileriz, al bayrağa sarılı tabutuna şükran duyguları ile selam dururuz.

Peki, hiç durup düşündünüz mü?

Terör, sadece o kahraman Mehmetçiklere kurşun sıkan yasadışı örgüt mensuplarının mı işidir? Ya da “terörizm” bunların yaptıkları ile mi sınırlıdır?

Hayatını, insanların sağlığı için hasretmiş, 18-19 yaşından itibaren kendini bilime adamış, belki onbinlerce hasta tedavi etmiş, milyonlarca sayfa okumuş, araştırmış, gencecik yaşından itibaren uykusuz gecelerde, insan yaşamını korumak ve can kurtarmak için araştırmaya ve incelemeye harcamış ve bunları üstün başarı ile yapmış birini öldürmek için plan yapana ne diyeceğiz?

“Şüpheli, zanlı, ruh hastası, sakıncalı…” gibi görece masum kavramlarla geçiştirecek miyiz?

Prof. Dr. Esin Davutoğlu Şenol’a yönelik bir cinayet planı hazırlayıp, bununla da kalmayıp, marifetmiş gibi bunu sosyal medyada bir “oyuna dönüştürüp” utanmadan reklamını yapmaya çalışan şahsa, ağız dolusu “Teröristin dik alası” demeyecek miyiz?

Pazartesi gecesinden itibaren Esin Hoca‘nın teşhir ettiği bu kanlı planın kınanması amacıyla bizlerin attığı tweet’lerin, kınama mesajlarının, hocaya destek mesajlarının altına, utanmadan sıkılmadan “Siz de aşı yalanının, pandemi yalanının medya ayağısınız” diye havlayan densizler de “Terör şakşakçısı ve yardakçısı” değiller mi?

Dünyayı kasıp kavuran bu pandemi belasının ilk günlerinden itibaren, böyle bir olguyu reddetmeye çalışarak insanların hastalanmasına ölümüne sessiz-ilgisiz kalınmasını talep eden ve maalesef aralarında hekimlerin de bulunduğu bu sorumsuz güruh da “Acımasız Teröristler” diye anılmayı hak etmiyor mu?

Aşıyı küçümseyen, hatta daha da ileri giderek, küresel çapta yapılan çalışmalarla elde edilmiş bilimsel verilerin aksine “Aşı öldürüyor” yalanını yaymaya çalışanlar da bu “Terör dalgasının” birer icracısı değiller mi?

Bunları eleştirdiğinizde de, en ağır hakaretlere maruz kalmıyor muyuz? Mesela dün bir tanesi, kalkıp da bu satırların yazarına Sen kimsin? Ben hekimim. Ben katma değer yaratıyorum. Sen muhalif gevezelik yapıyorsun diye hakaret etmeye kalkmadı mı? Kendi (üstelik kişi bazında tartışılabilecek) mesleğini benim pırıl pırıl mesleğimden ve onca yıllık kariyerimden üstün görmeye çalışarak, aslında bal gibi “terör estirmeye” çalışmıyor mu bu zevzekler?

Peki bu sabah kalktığımızda hepimizin tüylerini diken diken eden görüntüler, Çekmeköy’deki bir parkın “kepçelerle ele geçirilmesi” operasyonuna direnenlerin yaka paça götürülmesi görüntüleri de “terör” örneği değil mi? Görüntü alanların üzerine bile tekme ile yumrukla, küfürle giden devletin görevlilerinin estirdiğine, “terör rüzgarı” demek çok mu abartılı sizce?

Kardeş yayın organı Halk TV’ye verilen insafsız cezaları, milyonlarca insanın haber alma ve verme hakkına, basın özgürlüğüne tecavüz edilmesini “RTÜK terörüne destek vermeden” savunmak mümkün mü?

Üniversitelerin başına çöreklenmiş kayyum rektörlerin, çocuklarımızın en doğal ve yaşamlarındaki en tarihi dönüm noktalarında kullanmaları gereken hakkını çiğnemesi, mezuniyet törenlerini iptal etmesi, “Ağır terörist eylemler” değil midir? Orada burada komik ve çağdışı gerekçelerle konser ve etkinliklere getirilen yasaklar da “Terör eylemi” sayılmaz mı?

Hem suçlu hem güçlü Bakanların, başarısızlıklarını gizlemek için, milletin gözünün içine baka baka yalan söylemeleri ve kamuoyunu yanlış bilgilendirmeleri, üstüne üstlük TCMB Başkanı’nın sanayicelerle konuşurken yaptığı gibi “azarlama ve diklenme” terbiyesizliğine tevessül etmesi “Terör eylemi” sayılmaz mı?

Mahkeme kararlarını, yüksek mahkeme kararlarını AİHM hükümlerini ve anayasa maddelerini, milletin aklı ve zekası ile alay edercesine çiğneyen muktedir siyasetçilerin tavırları “Terörizm”le değil de ne ile izah edilebilir?

TBMM’de “Sağlıkta şiddetin önlenmesine yönelik” bir yasa teklifinin görüşülmesini önlemek için oturuma katılmamak, HDP’ye de “Fezlekelerinizi getiririm ha” diye şantaj yapmak, “Terörün daniskası” değil midir?

Akli melekelerini yitirme noktasına kadar, tutuklu ve hükümlüleri demir parmaklıklar ardında tutmak, “Terör eylemi” sayılmayacak da, ne sayılacaktır?

4-6 yaş arası bebelerin zorla Kur’an kurslarına gönderilmesi uygulamasını savunan bir Diyanet Başkanı’nı eleştirdim diye, bana sosyal medyada “Bulaşık süngeri beyinli. Kadük” diye saldıran bir zavallı hokkabazın kalkıştığı eylem aslında zavallı bir “Terör girişimi” değil midir?

Listeyi daha da uzatabilirim. bu yazı sabaha kadar bitmez.

O yüzden, ülkeyi yönetenler ve onların şakşakçılarına bir kez daha sesleniyorum:

Bundan sonra, işinize gelmeyen hoşunuza gitmeyen herkese ağız dolusu “Teröriiiiiz!” diye höykürürken, bir de kendiniz aynaya bakın.

Yaptıklarınız ve himaye ettiklerinizin yaptıkları, tam da bu “Teröriiiiiiz!..” sıfatını hak etmiyor mu?

Pandemide bir yılın yanıtı belli soruları

Pandemide bir yılın yanıtı belli soruları

Prof. Dr. Esin DAVUTOĞLU ŞENOL
https://www.birgun.net/haber/pandemide-bir-yilin-yaniti-belli-sorulari-337433 

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) 2019 yılı Aralık ayında Çin’de ağır zatürre olguları ile başlayan Covid-19 için,11 Mart 2020’de “pandemi” ilan ettiğinde, dünyada, toplam118 bin 319 olgu ve 4 bin 292 ölüm olmuştu. Aslında bu yüzyılın, daha önceki SARS-CoV-1 ve MERS-CoV gibi koronavirüs salgınları, koronovirüslerin genomlarında ölüm kodlayabileceğini gösterdiği için, koronavirüsler yakın gözlem altındaydı. 2012 yılında “Spillover; Animal Infections and Next Human Pandemic” kitabında, David Quammen, birlikte çalıştığı ekiple beş yıllık araştırmalarına dayandırdığı şu savları öne sürüyordu:

  • “Yeni bir hastalık olacak, bu hastalığa koronavirüsler yol açacak, yarasalardan kaynaklanacak ve Çin’deki “vahşi hayvan pazarı” kaynaklı olacak.”

    Anlaşılacağı üzere, bu sapasağlam öngörünün temeli ne astrolojinin yıldız haritası ne de kahinlerin kristal küresiydi.

Bilim insanı olmasak bile biyolojik bir küre olan ve trilyonlarca virüs ile paylaştığımız yerkürede, yakın zamanda izlediğimiz Ebola, Zika virüs ve önceki koronavirüs salgınları yaklaşık 50 bin omurgalı türünde bulunan 1 milyon virüs türünün, onları taşıyan hayvanlarla yakın ilişkiye geçtikçe bize sıçrama potansiyelinin arttığını anlatmış olmalıydı. Ancak beklediğimiz bir salgına hiç beklemediğimiz ölçüde hazırlıksız yakalanmıştık. Salgının sessiz seyri denilen aylar öncesi dönemde ve hemen başlangıcında salgının başladığı kentten, bölgeye ve dünyaya milyarlarca insan seyahat etmişti. Ocak 2020 tarihli bir makalede, IATA (International Air Transport Association) verisi kullanılarak yapılan bir modelleme çalışmasında, Wuhan’dan Ocak – Nisan 2019 arasında en az 100 bin yolcu taşıyan havayolları tarandığında, bölgedeki dokuz şehirden yolcu almış olan 50 uluslararası şehir ve salgına duyarlılıkları rapor edildi.

Bu rapora göre başta Asya kentleri olmak üzere Avrupa, ABD ve Avusturalya‘ya çok sayıda yolcu seyahat etmişti. Tahran, Londra, Paris, Sidney, Toronto, Milano, Barselona, Amsterdam, Frankfurt, Dubai, LosAngeles, New York, San Francisco, Moskova ve İstanbul bu bölgelerden en çok yolcu alan şehirlerdi. Bu raporun yayımlandığı tarihte, virüsün insandan insana yayılım potansiyeli, oldukça uzun olan kuluçka süresi gibi veriler henüz olmamakla birlikte, raporun sonunda yazarlar, çok seyahat alan bu bölgelerin, salgın duyarlılıklarının yüksek olabileceği için, iyi izlenmesi gerekliliği konusunda uyarıyordu. Çünkü, bu salgından on yedi yıl önce gene Çin’de başlayan SARS-CoV-1’in kıta dışına yayılımı da uçaklarla olmuştu.

Nitekim salgın deneyimleri nedeniyle, sınır alarm sistemlerini erkenden ve yüksek düzeyde çalıştıran Tayvan, Güney Kore, Vietnam gibi ülkeler, salgını karantina olmaksızın denetim altına almaya başladılar. Salgının kıtalararası yayılımına baktığımızda, Ocak 2020’de erken dönemde yayınlanmış bu rapora göre, sınır taraması ve alarmları kurulabilmiş olsaydı, büyük olasılıkla salgın dünyada bu denli katastrofik (AS: yıkıcı) seyretmeyecekti.

Türkiye, Avrupa’da ilk ölümün olduğu Fransa, salgının adeta bir bomba gibi patladığı İtalya, 19 Şubat’ta ilk olgusunu bildiren İran ve 2 Mart’ta ilk olgusunu bildiren Suudi Arabistan ile yoğun hava ve karayolu trafiği içindeydi. Ayrıca, Ocak ayında başlayan Çin’in bahar tatili nedeniyle Türkiye’de çok sayıda Çin’den gelen turist bulunuyordu. 22 Ocak’ta Çin uyruklu bir turist, Covid-19 hastalığını düşündüren bulgularla İstanbul’da bir hastaneye başvurmuştu. 24 Ocak’ta bu kuşkulu olgu ve aynı gruptaki öbür yolcuların kendi istekleriyle ülkelerine döndüğü bildirildi. Ancak bu yolcuların, ülkelerine bir ambulans uçakla gönderilmiş olması ve Çin basınında paylaşılan haberlerden anlaşıldığı kadarıyla, ilk vakanın açıklandığı tarih olan 11 Mart 2020’den yaklaşık bir buçuk ay önce saptanmış ancak paylaşılmamış olduğu sonucu çıkarılıyor.

İlk olgu bildirimlerini yapan ülkelerde salgın yayılımı S şeklinde bir eğri ile izlenebiliyor ve yayılımın çok hızlı ve üstel olduğu bu eğride rahatlıkla gözleniyordu. Türkiye’de bulunan Çinli turist kafilelerinden ya da riskli seyahat ve bulguları olanların hastane başvuruları oluyor ancak o dönemde Covid-19 hızlı tanı kiti bulunmadığı için vakalar doğrulanamıyordu. Türkiye, Ulusal Halk Sağlığı Laboratuvarı tarafından hazırlanan bir kitin tanı için kullanılmaya başlandığını bildirdi. Ancak test kitlerinin hızlandırılması için, virüs RNA’sının izole edilmesi sürecinin kısaltılması için kimi çalışmalar yapıldı. Bu aşamada RNA saflaştırılması yerine, bir çözelti (solüsyon) ile virüs parçalanarak RNA dışarıya alınıyordu ve bu da testte yalancı negatifliğe yol açıyordu. Erken alarm sistemlerinin devrede olması gereken en önemli aşamada, hata payı yüksek olan test kitlerini kullanıyorduk.30 Ocak’ta DSÖ, “Uluslararası Acil Durum” ilan ettiğinde, ülkemizde sınır denetimi yalnızca termal kamera ile ateş ölçerek yapılıyordu. Salgının, bu ilk üç aylık dönemde, yalnızca Türkiye değil, pek çok ülke seyahat kısıtlamaları ve sınır taramalarındaki gecikmelerle salgının girişini önlemenin ya da erken kontrol edebilmenin mümkün olacağı zaman aralığını çoktan kaçırmışlardı.

En çok sınır giriş çıkışımızın olduğu ülkelerden İran’da ilk vakanın açıklanmasından kısa bir süre sonra açıklanan ilk ölümler, İran’da salgın yükünün fazla olduğuna işaret ediyordu. Afrika kıtasının ilk vakasının, İstanbul üzerinden aktarmalı giden bir İtalyan vatandaşı olduğunu, Umre ziyaretinden dönen çok sayıda kafilemizin dönüşlerinde taranmadığı düşünüldüğünde, ilk olgumuza dek çok sayıda olgunun gözden kaçırıldığı anlaşılacaktır. Mart 2020’de uzaydan bakıldığında, çevremizde Türkiye dışında salgının görülmediği tek ülke kalmamıştı. Bu durum bir başarı olarak tanımlanıyordu! Bu “başarı” ise, öbür ülkelerin yapmakta, almakta geç kaldığı önlemlerin bizde erken alınmasına bağlanılıyordu.

Salgın yönetiminde şeffaf davranılmayacağı, salgının yalnızca ekonomik değil, politik önceliklere göre yönetileceği anlaşılıyordu. Mart başında toplam 2 bin kişiye test yapılmıştı, Kuzey İtalya ve İran’da vakalar hızla artıyordu ve biz ülkede vaka olmadığından emindik. Bu dönemde, Covid-19 pnömoni bulguları ile uyumlu bulguları olan ağır hastalarda yaptığımız testlerin negatif olmasına güveniyor ve mevsimsel grip gibi tedavi ediyorduk. Sonradan bu dönemde kullanılan testlerin ancak % 40-60 oranında pozitif olduğu anlaşılacaktı. Tanı testi yapan laboratuvar ve test sayısı da çok kısıtlıydı. Bu nedenle salgın denetiminde önemli olan

  • “test yap ve vakaları bularak izole et, temaslıyı tespit et ve karantinaya al ve bulaşmayı önle”

zincirini sürdüremiyorduk.

Son yıllarda, kamu sağlığından hızla uzaklaşarak, daha çok yaşlanma karşıtı ve kozmetik programlarına yer veren görsel basın, salgının ciddiyetinin anlaşılması yerine bizim ırksal özelliklerimiz nedeniyle, kimi gıdaları daha çok tüketerek salgını hafif geçirebileceğimiz algısına yol açan programlar yapıyordu. Salgın ile ilişkili bilgi akışı ise her akşam bir basın toplantısı ile Sağlık Bakanı’nın kendisi tarafından, turkuaz bir tablodaki rakamlar ile açıklanıyordu.

Okullar, toplantılar ve sanatsal etkinlikler ve 20 kadar ülke ile karşılıklı uçuşlar iptal edilmişti. Hastaneler tümüyle pandemi hastanesi ilan edilmiş, sağlıkçıların izinleri, ivedi (acil) olmayan tüm ameliyatlar iptal edilmişti. Bakanlık saha için hazırladığı rehbere tanı, izolasyon, karantina ve tedavi rehberleri de eklemişti. Tedavi için çok yaygın olarak kullanmakta olduğumuz klorokin adlı ilaç ile ilişkili başlangıçta iyi sonuçlar açıklayan kimi küçük, kontrollü olmayan çalışmalar yayınlanmıştı. Ancak, ilaçlar için yapılan klinik öncesi çalışmaların, ilaçların hastalıkta işe yarayabileceği konusunda yanıltıcı olabileceği anlaşılıyordu. Klorokin için de işe yarayacağını gösteren klinik öncesi çalışmaların yanlış kurgulandığı ve ilacın işe yaramadığı anlaşıldı.

Nisan 2020 sonunda salgın henüz denetim altına alınmamışken birdenbire denetimsiz biçimde yapılan açılmalar sonrasında artan vakaları yönetmek için “filyasyon” ekipleri, evde bakım ekiplerine dönüşünce, işe yaramadığı anlaşılan klorokin ile evde tedavi dönemi başladı. Bir ülkede salgın yönetimine ilişkin başarı için şu 3 soruyu sormamız gerektiğini düşünüyorum:

  • Okullarınız açık kalabildi mi,
  • Hastanelerde Covid-19 dışı hastalar bakılabildi mi ve
  • Toplam ölüm sayılarındaki artış nasıl?

    Belki bu sorulara eklemeye içimin elvermediği bir başka soru da şu olmalı:

    Neden bu denli çok sağlıkçı hastalandı ve öldü?