Etiket arşivi: Balyoz davası

TESUD’dan Bağışçılara Çağrı ve Duyuru..

 


Dostlar,

TESUD açıklamasının önemli paragrafı yukarıda..

Gün dayanışma günüdür..

Ordumuzun gencecik ve masum subaylarını, günahsız ailelerini ve
pür-i pak çocuklarını bu durumlara düşürenler utanmalıdır.. Utanacaklardır..

Ama bu sonraki iştir.. İvedi olan dayanışma ve gereksinimliye el atma zamanıdır.

Sevgi ve saygı ile.
13 Ocak 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net  

=========================================

TESUD’dan Bağışçılara Çağrı ve Duyuru..

TESUD_logosu

 

 

 

 

 

 

Değerli Bağışçılarımız, 

Sevgili Dostlar;

Balyoz Davası kararının Yargıtay tarafından onanması üzerine, hükümlü duruma düşen genç doğumlu subay arkadaşlarımızdan bir bölümünün emeklilik hakkını alamadan ayrılma durumları ortaya çıkmıştır. Bu kapsamdaki subayların, hem maaşları kesilecek hem de lojmanlardan çıkacaklardır. Hepsinin okuyan çocukları olan bu subaylara ve ailelerine; tüm emekli subay topluluğu olarak, yanlarında ve destek olmak görev sayılmış ve Türkiye Emekli Subaylar Derneği (TESUD) olarak harekete geçilmiştir.

TESUD Merkez Yönetim Kurulu, 23 Ekim 2013’te aldığı kararla, görevi TESUD
Eğitim Vakfına (TESUV) vermiştir. TESUV, 24 Ekim 2013’te bir duyuru yayımlayarak,
bu amaçla yapılan yardımları 2860 Sayılı Yardım Toplama Kanunu ve
Vakıf Senedi kapsamında kabul etmeye başlamıştır.

Aileler ile görüşmeler yapılarak, gereksinimleri belirlenmiş ve buna göre bir destek planı hazırlanmıştır. Bu plan 2013 yılı Aralık ayından başlayarak uygulanmaya başlanmıştır. Aileler ile iletişim sürdürülerek, durum ve gereksinimlerde oluşacak değişikliklere göre düzenlemeler yapılacaktır.

Destek planı uygulanırken;

–   Mevzuat çerçevesinde hareket etmeye özen gösterilecek,

– Yapılan her işlemde ve atılan her adımda; kurumsallık, güvenilirlik, hesap verilebilirlik, izah edilebilirlik, eşitlik, açıklık, özel bilgilerin mahremiyetine saygı, denetim ve genel yönetim giderlerinin en az düzeyde tutulması esas alınacaktır. Halen süren benzer davalarda verilecek kararlar, Yargıtay tarafından onaylandıktan sonra, özellikle emeklilik hakkını kazanamadan hükümlü duruma gelen subaylarımız da, aynı kapsamda yardım
ve destek planına dahil edilecektir.

Yardım ve destek için emekli subay camiasına duyuru yaptığımız 24 Ekim 2013 tarihinden beri, çok olumlu ve  anlamlı tepkiler almaya başladık. Anladık ki bizler; çeşitli davalardan haksızlığa uğramış, arzu etmiyoruz ama bundan sonra da mağdur edilecek arkadaşlarımıza sahip çıkacak iradeye ve güce sahibiz. TESUD ve TESUV olarak;
bu tarihi sorumluluk ve göreve, sonuna dek sahip çıkmaya kararlıyız.

Tek güvencemiz; sizler ve vereceğiniz maddi ve manevi destektir.
Yaptığınız ve yapmakta olduğunuz değerli katkılarınız için şükranlarımızı sunuyoruz.
İyi ki varsınız.

TÜRKİYE EMEKLİ SUBAYLAR DERNEĞİ

BANKA T.C. ZİRAAT BANKASI ING BANK FİNANSBANK İŞBANKASI
ŞUBE (ŞUBE KODU) KIZILAY-ANKARA (0685)

BAKANLIKLAR-ANKARA (207)

KIZILAY-ANKARA (946)

YENİŞEHİR-ANKARA (4218)
HESAP NO 52944998-5001 11712269-MT-1 0043209681 6031826
IBAN NO TR79  0001  0006  8552  9449  9850  01 TR79  0009  9011  7122  6900  1000 01 TR41  0011  1000  0000  0043  2096  81 TR97  0006  4000  0014  2186  0318 26

*****

Türkiye Emekli Subaylar Derneği Eğitim Vakfının T.C. Ziraat Bankası (Ankara) Kızılay Şubesindeki:
685-52944998-5001 Numaralı hesabına bağış yollarken, (HAVALE ÜCRETİ ALINMAMAKTADIR..)
a)     Havalenin BAĞIŞ olduğunu  özellikle ve öncelikle belirtiniz.
b)     Banka  işlemlerinizde T.C. NUMARANIZI GÖSTEREN bir kimlik belgesini mutlaka yanınızda bulundurunuz.

Prof. SAMİ SELÇUK UYARIYOR


portresi


Sami Selçuk uyarıyor

 

 

 

Emin Çölaşan
SÖZCÜhttp://sozcu.com.tr/2013/yazarlar/emin-colasan/sami-selcuk-uyariyor-391439/

portresi_SOZCU_ile

Sevgili okuyucularım,

Türk Ordusu’nu, Mustafa Kemal’in askerlerini
tasfiye etmek
, kalanların elini kolunu bağlamak amacıyla oluşturulan Balyoz davası, adalete bir leke olarak yapıştı.

Verilen kararlar yanlıştı.

  • Düzmece dijital belgelerle oluşturulan davada
    yüzlerce pırıl pırıl subayımız ağır hapis cezalarına çarptırıldı.

Mahkeme tümüyle taraflıydı, adeta düşman ordusunun casuslarını yargılıyordu.

Adaleti ve hukuku çiğneyen kararlar sonrasında bütün umutlar Yargıtay’a bağlanmıştı. Dosya Yargıtay 9. Ceza Dairesi tarafından titizlikle okunacak, düzmece belgeler
ortaya çıkacak ve mahkeme tarafından verilen o ağır ve akıl almaz cezalar
herhalde bozulacaktı.

Toplumun ve bütün hukukçuların umudu bu doğrultuda idi.

Temyiz makamı olan Yargıtay 9. Ceza Dairesi bu davayla ilgili 17 duruşma yaptı. Yasa uyarınca Yargıtay’daki temyiz duruşmasına sanıklar değil,
yalnızca avukatlar katılıyor.

Bu 17 gün boyunca avukatlar müvekkillerini savundu.
Düzmece deliller bir kez daha kanıtlandı.

Heyet onların konuşmasına hiç müdahale etmedi, sadece dinlemekle yetindi.
Herhangi bir avukata bir tek soru bile sorulmadı…

Karar geçtiğimiz 9 Ekim günü açıklandı:

200’ün üzerinde ağır hapiscezası!.. Ve özellikle de iktidarın ele geçirmek istediği
Deniz Kuvvetleri’ne indirilen balyoz!

* * *

Bu kararların altında ilgili Yargıtay dairesinin başkanı ile dört üyenin imzaları var.
Dört üyenin tamamı, AKP’nin yargıyı ele geçirmek için düzenlediği son operasyonda Yargıtay’a seçilmişti.

AKP’nin ön bahçesi olan Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK), Yargıtay’a kendi adamlarından tam 160 üye seçmişti.

O dört üye de onların arasında yer almıştı. Başkan da, aynı dönemde ele geçirilmiş olan yeni Yargıtay’ın üyeleri tarafından o göreve seçilmişti.

İşin Türkçesi, önce yargıya siyaset sokulmuş, sonra da siyasetin egemen olduğu yargı, o inanılmaz kararları vermişti.

* * *

Prof. Dr. Sami Selçuk ülkemizin önde gelen ceza hukukçularından biri.
Daha önce Yargıtay’ın ceza dairelerinde üyelik ve başkanlık yaptı,
Yargıtay Başkanlığı görevinde bulundu.

Liberal görüşlü bir hukukçu. Geçmişte bizim liboş takımıyla ortak davranıp
onların hukuktaki sesi olduğunda kendisine çok kızardım.
AKP dönemindeki bazı hukuk uygulamalarını savunurdu.

Sami Selçuk iki günden beri Milliyet gazetesinde Balyoz davasıyla ilgili görüşlerini
iki ayrı yazısıyla açıkladı. Bugün üçüncü yazısı çıkacak.

Bu konuda Yargıtay’ın vermiş olduğu kararı ağır bir dille eleştiriyor.

Hilmi Özkök ve Aytaç Yalman gibi sanıkların dinlenmesini istediği tanıkların
kabul edilmemiş olmasını da eleştiriyor ve çok özetle şöyle diyor:

  • “Verilen karar yanlıştır. Yanlış yargılama yapılmıştır.

  • Hükümlülük kararı olasılık ve varsayımlara göre değil, kuşku duyulmayacak bir biçimde kanıtlamaya, yüzde yüz kesinliğe dayanır. Kuşkudan sanık yararlanır ilkesi, hükmün nasıl kurulacağına yönelik bir mantık ve hukuk buyruğudur. Olayımızda ilk mahkemede (Silivri’de) üye yargıçlar sık sık değişmiş,
    kanıtlarla doğrudan ilişki kurmadıkları halde sonuçlar çıkarıp hükme katılmışlardır.

  • Kesin bir bozma nedeni olduğu halde Yargıtay bunu göz ardı etmiştir.
    Bu konu Anayasa Mahkemesi ve AİHM’in (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin) önüne kesinlikle taşınmalıdır.

  • Eğer AİHM Balyoz kararlarında hukuka aykırılık belirlerse,
    yeniden yargılama yolu açılabilecektir…”

Sami Selçuk böyle diyor.

* * *

Sevgili okuyucularım,

Türkiye’de yargı yoluyla herhangi bir haksızlığa uğrayan herkesin, iç hukuk yolları tükenmişse doğrudan AİHM’e başvuru hakkı vardı. Türkiye’de adalet kalmadığı için Türk adalet mağdurları tarafından bu kuruluşta çok sayıda dava açılıyordu.

Türkiye, Avrupa ülkeleri içinde aleyhine en çok dava açılan ülke idi.
AİHM kararlarıyla mağdurlara sürekli tazminat ödüyordu.

AKP hükümeti bunun da kolayını buldu ve inanılmaz bir hukuk cingözlüğü yaparak
yeni bir yasa getirdi:

“Başvurular AİHM’den önce Anayasa Mahkemesi’ne yapılacak.
Mahkeme dosyayı inceleyip karar verecek.
Bu karardan sonra isteyen yine AİHM’e gidebilir!”
(AS: Anayasa md. 148)

Anayasa Mahkemesi iki veya üç üyesi dışında- kimin elinde? AKP’nin!

Peki bu yeni kural niçin getirildi?

Haksızlığa uğrayanlara zaman kaybettirmek için.

Binlerce başvurunun Anayasa Mahkemesi tarafından incelenip karara bağlanması
yıllar alacak ve böylece AİHM’e gidecek davalar hem gecikecek, hem de sayısı azalmış olacak. Üstelik iktidarın elindeki Anayasa Mahkemesi,
zaten kararlarını davacılar aleyhine verip işi bitirecek.

* * *

Adalet perisinin 2 resmi arasındaki en önemli fark;
b
irinin gözleri açık, diğerinin kapalı olması…

Ceza hukukçusu, Yargıtay Onursal Başkanı Prof. Dr. Sami Selçuk diyor ki;

  • “Balyoz kararında hukuksuzluk vardır, bu konu Anayasa Mahkemesi
    ve AİHM önüne kesinlikle taşınmalıdır…”

Peki Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç
bu konuda ne buyuruyor? Sözleri aynen şöyle:

hasim_kilic_ilk_3_maddede_rengini_belli_etti


“Sanıklara boş yere umut vermeyin. Bizim mahkumiyet ve hapis cezalarına müdahalemiz olamaz…”

Ve sonra esas bombayı patlatıyor:
“Zaten Yargıtay 9. Ceza Dairesi’ndeki arkadaşlarımızı tanırım.
Orada başarıyla görev yapıyorlar. Donanımlı, bilgili ve tecrübelidirler.
Olaylara hakim, titiz ve tecrübeli bir ekiptir. Arkadaşlarımızın yanlış yapma ihtimali çok ama çok düşüktür…”

Peki ama bu sözleri söyleyen kişi bir hukukçu mu?
Değil!.. Eskişehir İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi mezunu!..

Kaderin cilvesi ve bazı kulislerle o mahkemeye başkan olmuş biri.
Hukukçu değil ama gerektiğinde Yüce Divan olarak ceza dağıtan bir mahkemenin başkanı!..

Dünyadaki tek örnek. Böylesi Afrika ülkelerinde bile yok!

* * *

Anlaşıldığı kadarıyla Anayasa ve yasalardan bile habersiz. Üstelik bir mahkeme başkanı olarak, hoşuna giden kararlar veren Yargıtay heyetine övgüler düzüp
“Onlar yanlış yapmaz..” diyor.

Kim bilir, belki de ceza hukukçusu, ceza davalarının deneyimli uzmanı olan Sami Selçuk Anayasa ve ceza yasalarını bilmiyor!

Burada Haşim’in çok önemli bir gafına da değinmek gerekiyor.

Bir hakim, -hukukçu olmasa bile (!)- bir süre sonra önüne gelecek olan dava dosyalarıyla ilgili görüşünü açıklayamaz.

Meslek namusu bunu gerektirir. Bunun adına eski dilde “İhsas-ı rey” denir…
Vereceği oyu önceden açıklaması…

Bir hakim, hele de bir mahkemenin başkanı böyle bir gaf yapma,
tarafını önceden belli etme hakkına sahip değildir.

  • Şimdi artık bir şeyi çok iyi anlıyoruz               :

  • Balyoz hükümlüsü Türk subayları AİHM’den önce zorunlu olarak
    Anayasa Mahkemesi’ne başvuruda bulunduklarında, AKP’nin mahkemesi
    o başvuruları sıraya sokacak, belki de “Beter olsunlar”deyip
    iki yıl raflarda bekletecek ve sonra kararını verecek.

Haşim’in oyu kesin ret! O şimdiden belli.
Öteki üyelerin çoğu da aynı doğrultuda oy kullanacak.

Belki de gerekçeli kararda;

“Gerek Silivri mahkemesi ve gerekse Yargıtay’daki değerli arkadaşlarımızın yanlış yapmasının mümkün olmadığı anlaşılmıştır. Onların yanlış yapması hayatın olağan akışına aykırıdır.” denilecek!

Adaletin batsın dünya!

(SÖZCÜ, 19.10.13)

Yargıtay’ın Balyoz davası kararının düşündürdükleri

Dostlar,

Sayın Onur Öymen’den nefis bir derleme..
İçimize su serpen..

  • Unutulmamalıdır ki, dünyadaki en yüksek yargı organı tarihtir 
    ve en doğru hüküm tarihin vereceği hükümdür.

Sevgi ve saygı ile.
15.10.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=======================================

Yargıtay’ın Balyoz davası kararının düşündürdükleri

onur_oymenOnur Öymen

Yargıtay Balyoz Davası denilen davada Özel Yetkili Mahkemenin 237 sanık hakkında darbeye teşebbüs suçundan verdiği hapis cezalarını onayladı. Mahkûm edilenler arasında eski Kuvvet Komutanları, Ordu Komutanları, üst düzeydeki amiral ve generaller de var.

Yargıtay’ın bu kararı Türkiye’de büyük yankı yaptı.
Başta Barolar Birliği Başkanı olmak üzere pek çok hukukçu, siyasal partiler,
basının bir bölümü bu karara büyük tepki gösterdiler.

İtirazla başlıca şu noktalara dayanıyordu:

-Sanıkların hiçbir eylemi yoktur.

-Bu denli çok sanığın cezalandırılması Türk Silahlı Kuvvetlerinde bir tasfiye yapıldığı izlenimi yaratmıştır.

Deliller yetersizdir, bir bölümü gerçek dışı bilgi ve belgelere dayanmaktadır.
Bilirkişiye başvurulması taleplerinden çoğu reddedilmiştir.

-Savunma hakkına yeterince saygı gösterilmemiş, bazı tanıklar dinlenmemiştir.
Gizli tanıklara başvurulması davanın hukukiliğini zedelemiştir.

-Aynı durumdaki sanıklardan bazıları cezalandırılmış, bazıları beraat etmiştir.

Cezaların şahsiliği ilkesine uyulmamış, topluca ceza verilmiştir.

-Beraat edenlerin büyük bir bölümü çok uzun süre tutuklu kalmıştır.

Davanın gizliliği korunmamış, soruşturma safhasında bile birçok bilgi
basına sızmıştır.

-Basının bir bölümü dava süresince taraflı yayın yapmış ve sanıkların cezalandırılması için kamuoyu oluşturmuştur.

-Bazı davalarda, en üst düzeyde görev yapmış komutanların terör suçu işlemekle
itham edilmeleri kamuoyunun vicdanını rahatsız etmiştir.

  • Türkiye’den bu tepkiler gelirken yabancı ülkelerin genelde sessiz kalmaları dikkatlerden kaçmadı.

Kıbrıs harekâtından sonra

  • Türk ordusu ileride Kıbrıs’ın esiri olacaktır,”

diyen yabancı devlet adamlarının, 1 Mart Tezkeresinin Meclis’te reddinden sonra (2003) “Sorumluluk askerlerindir, Türk ordusu liderlik görevini yapmadı,” diyen
yabancı siyasetçilerin sözleri unutulmadı. Şimdi Türkiye’nin bir terör örgütüne müsamaha göstermesine alkış tutan o ülkelerin çok sayıda üst rütbedeki subayın cezalandırıldığı son yargı kararından pek de rahatsız olmadıkları izlenimi alınmaktadır.

Bu durum karşısında sorulması gereken soru bence şudur:

Başka ülkelerde bu kadar çok sanıklı benzeri davalar görülmüş müdür?
Siyasetin adaleti etkilediği durumlar olmuş mudur?
Büyük adli hatalar yapılmış mıdır?

İşte bazı örnekler:

Teymurtaş’ın yargılanması

Abdülhüseyin Teymurtaş İran’ın yetiştirdiği en önemli devlet adamlarından biriydi. Bakanlık görevlerinde bulunmuş, ülkesinin çağdaşlaştırılması için büyük çaba göstermiş, 1925 –  32 arasında Rıza Şah’ın en yakın ve en etkili çalışma arkadaşı durumuna yükselmişti. O sırada İran petrolleri, Kaçar hanedanı tarafından yüzyılın başında verilen imtiyazlar nedeniyle Anglo-İranian Petrol Şirketinin elindeydi.
Petrol gelirlerinin çok büyük bölümü İngiltere’ye gidiyor, İran’a sadece % 16’lık bir pay düşüyordu. Teymurtaş İran’ın payını artırmak için büyük çaba gösterdi. Bu nedenle İngilizlerin husumetini çekti. İngilizler Teymurtaş’ı Rıza Şah’a şikâyet ederek
O’nun bir darbe hazırlığı içinde olduğunu söylediler. Bunun gerçekle hiçbir ilgisi yoktu.
Amaç böyle asılsız bir iddia ortaya atarak Şah’ı etkilemekti. İngiltere’nin işbaşına getirdiği ve onların sözünden çıkmayan Şah, Teymurtaş’ı görevden azletti.
Teymurtaş yargılandı ve 5 yıl hapis cezasına çarptırıldı, hapse girdikten birkaç ay sonra öldü veya öldürüldü.  Teymurtaş’ın görevden ayrılmasından sonra Şah İngiltere’yle
60 yıllık bir petrol imtiyazı antlaşması yaptı ve İngilizlerin isteklerinin büyük çoğunluğunu yerine getirdi. Teymurtaş’ın cezalandırılması hedefine ulaşmıştı.

Dreyfüs davası

Alfred Dreyfus Yahudi asıllı bir Fransız subayıydı. Vatana ihanet suçundan yargılandı. Ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı. Fransız Hükümeti usul konularında mahkemeye baskı yaptı. 19 Aralık 1894’de başlayan dava sadece 4 gün sürdü. İddianame tek bir belgeye dayanıyordu. Dava gizli görüldü. Bir yalancı tanık Dreyfüs’ü casuslukla suçladı. İlgili Fransız makamlarının mahkemeye sundukları gizli dosyada Dreyfüs’ün Almanya Büyükelçiliğine gizli belgeler verdiği iddia ediliyordu. Dreyfüs mahkemede oy birliğiyle mahkûm edildi. Davanın yeniden görülmesi talebi reddedildi. Halka açık bir törende rütbeleri söküldü, kılıcı kırıldı. Halk “Dreyfüs’e ölüm” diye bağırıyordu. Gazetecilerin çoğu O’nu hain olarak nitelendiriyordu. Dreyfüs, mahkûmiyet yıllarını
çok kötü koşullarda sürgün edildiği bir adadaki hapishanede geçirdi.
Ailesiyle görüşmesine bile çoğu zaman izin verilmedi. Ünlü Yazar Emil Zola
“İtham ediyorum” başlıklı bir beyanname yayınlayarak Dreyfüs’ün suçsuz olduğunu savundu. Basın ikiye ayrıldı. Yahudi düşmanı gazeteler Dreyfüsü suçladı, laik eğilimli olanlar savundu. Dreyfüs 1896 yılında 2. kez yargılandı. Bu kez 10 yıl hapis cezasına çarptırıldı ve tahliye edildi. 1906’da Dreyfüs’ün suçsuzluğu anlaşıldı.
Orduya döndü, 1. Dünya Savaşında savaştı ve Yarbaylığa kadar yükseldi.

Bu dava hala adli hataların vahim bir örneği olarak anılır.

Hitler ve Stalin dönemindeki yargılamalar ve tasfiyeler:

2. Dünya Savaşından önceki dönemde kimi ülkelerde devlet adamlarının etkisi altındaki bazı mahkemelerin acımasızca davrandıkları görüldü. Örneğin Hitler döneminde
Alman mahkemeleri hukuku bir yana bırakarak tümüyle Hitler’in buyruğuyla hareket ettiler.  Sovyetler Birliği’nde de özellikle 1930’lu yıllarda yargı Stalin’in denetimindeydi. O dönemde yargı yoluyla, devlet yönetiminde, Partide ve Orduda büyük tasfiyeler yaşandı. Binlerce kişi baskı altında itirafta bulunduktan sonra idama gönderildi.
Kızıl Ordu mensuplarından birçoğu (casusluk, sabotaj, Anti-Sovyet propaganda
ve darbe hazırlığı) gibi suçlardan yargılandılar. Ordudaki 5 Mareşalden 3’ü,
Ordu Komutanlarından 13’ü, 9 Amiralden 8’i, 57 Korgeneralden 50’si,
186 Tümen Komutanından 154’ü tasfiye edildi. 1920-24 arasında 2,000 aydın, yazar
ve sanatçı tutuklandı. Bunlardan 1,500’ü hapiste veya toplama kamplarında öldü.
1937-38 yıllarında 1,5 milyon kişi tutuklandı ve 681,692 kişi idam edildi.

Bütün bunlar demokrasinin öncüsü sayılan Amerika’nın ve İngiltere’nin savaşın sonuna dek Stalin’le dostluk ve işbirliği yapmasına engel sayılmadı.

Nürnberg ve Tokyo Mahkemeleri:

2. Dünya Savaşından sonra savaş suçlularının yargılandıkları Nürnberg ve Tokyo mahkemeleri bazılarının beklediğinden daha ölçülü davrandılar. Nürnberg mahkemesinde ana davada sanık sayısı 24’ten ibaretti. 3’ü yargılama sırasında
intihar etti veya öldü. 21’i yargılandı. Yalnızca Hitler’in en yakın yardımcılarından
vahim insanlık suçu işleyenlere idam cezası verildi. Bazı sanıklar hapis cezasına çarptırıldı. Birkaç sanık da beraat etti.

Tokyo Mahkemesinde de ana davada 19’u asker olmak üzere 80 kişi yargılandı.
25’i suçlu bulundu 7 kişi idam edildi. 16 kişi müebbet hapse çarptırıldı,
gerisine çeşitli hapis cezaları verildi. Bunlardan 13’ü 1954-56 yıllarında affedildi.

Savaştan sonra Batıda, Türkiye’de son zamanlarda görüldüğü gibi çok sayıda askerin yargılanıp cezalandırıldığı bir dava örneğine rastlamadım.

Türkiye’deki davalar bu genel çerçevenin neresine oturuyor?
Kuşkusuz demokratik ülkelerde askeri darbeleri de darbe girişimlerini de
savunmak mümkün değildir. Avrupa’da son 30 yılda askeri darbe girişimi olmadı
ama Avusturya, Slovakya ve son olarak da Macaristan’da seçimle gelen bazı liderlerin otoriter yönetimler kurmaya çalıştıkları görüldü. Bu girişimlere karşı Avrupa kuruluşları ve kamuoyu büyük tepki gösterdi.

  • Demokrasiye inanan insanların askeri darbelere olduğu gibi
    sivil darbelere de karşı çıkmaları ve demokrasiyi yaşatmaya çalışmaları esastır.

Siyasette ve basında bu gibi davalar değerlendirilirken de, tarihi örneklerin gösterdiği gibi, bir adli hata olabileceği ihtimalini kimse gözden uzak tutmamalı,
herkes vicdanının sesini dinlemelidir.

  • Unutulmamalıdır ki, dünyadaki en yüksek yargı organı tarihtir
    ve en doğru hüküm tarihin vereceği hükümdür.

Saygılar, sevgiler.
14.10.13

Balyoz Davası’nda 2 sayfalık Kısa ve Gerekçeli Karar

YARGITAY

 

Balyoz Davası’nda 2 sayfalık kısa karar

Yargıtay’da görülen Balyoz Davası’nda karar açıklandı.
Balyoz Davası’nda isim isim karar metni…

YARGITAY 9. C.D.  2013/9110 ESAS SAYILI DOSYA KARAR SONUÇ BİLGİLERİ: 1) Sanıklar Abdil Akça, Abdullah Zafer Arısoy, Ahmet Çetin, Ahmet Yanaral, Ali Güngör, Altan Dikmen, Arif Bıyıklı, Duran Ayhan, Embiya Şen, Erdal Yıldırım, Erdinç Yıldız, Erol Ersan, Ertan Karagözlü, Eyup Aktaş, Fikret Coşkun, Hakan Öktem, Hakan Yıldırım, Hüseyin Bakır, Hüseyin Durdu, İhsan Çevik, İmdat Solak, İsmail Karaoğlan, Levent Güldoğuş, Levent Maraş, Murat Balkaş, Murat Bektaşoğlu, Musa Farız, Mustafa Aydın, Mustafa Kelleci, Mutlu Kılıçlı, Osman Çetin, Recep Yavuz, Rifat Gürçam, Selahattin Gözmen, Serhat Dizdaroğlu ve Uğur Üstek hakkındaki beraata ilişkin hükümlerin ONANMASINA, 2) Sanıklar Abdullah Dalay, Ali Aydın, Halil Helvacıoğlu, Abdurrahman Başbuğ, Ahmet Necdet Doluel, Ahmet Türkmen, Bülent Akalın, Cumhur Eryüksel, Doğan Uysal, Gökhan Çiloğlu, Güllü Salkaya, Hakan Ilıca, Hüseyin Polatsoy, İlker Yunus, İsmet Kışla, Şafak Duruer, Tevfik Özkılıç, Tuncay Küçük, Adem Ceylan, Cafer Uyar, Canatan Turgut, Kenan Yüce, Murat Dülek, Ömer Faruk Ağa Yarman ve Tülay Delibaş hakkındaki mahkumiyet hükümlerinin; Sanıkların cezalandırılmasına yeterli, her türlü kuşkudan uzak, kesin ve inandırıcı delil bulunmadığından beraat kararı verilmesi gerektiği gerekçesiyle BOZULMASINA, BOZMANIN NİTELİĞİNE GÖE ADI OKUNAN SANIKLARDAN TUTUKLU OLANLARIN TAHLİYELERİNE; HAKLARINDA YAKALAMA KARARI ÇIKARTILANLARIN YAKALAMA KARARLARININ GERİ ALINMASINA, 3) Sanıklar Bora Serdar, Hasan Gülkaya, Levent Görgeç, Ahmet Tuncer, Ali İhsan Çuhadaroğlu, Ali Rıza Sözen, Aytekin Candemir, Bahtiyar Ersay, Barbaros Kasar, Behcet Alper Güney, Burhan Gögce, Can Bolat, Cemal Candan, Cüneyt Sarıkaya, Doğan Fatih Küçük, Dursun Tolga Kaplama, Erdoğan Koçoğlu, Erhan Kuraner, Fatih Altun, Fatih Musa Çınar, Fuat Pakdil, Gökhan Gökay, Hakan Akkoç, Halil Yıldız, Hamdi Poyraz, Harun Özdemir, Hasan Basri Aslan, Hasan Hakan Dereli, Hasan Nurgören, İkrami Özturan, İlkay Nerat, Kemal Dinçer, Mehmet Alper Şengezer, Mehmet Kemal Gönüldaş, Muharrem Selçuk Ünal, Murat Ataç, Mustafa Erdal Hamzaoğulları, Mustafa Yuvanç, Namık Koç, Nedim Ulusan, Nihat Özkan, Orkun Gökalp, Refik Hakan Tufan, Sami Yüksel, Sırrı Yılmaz, Soydan Görgülü, Süha Civan, Timuçin Erarslan, Veli Murat Tulga, Yaşar Dilber, Yunus Nadi Erkut, Yüksel Gamsız, Zafer Karataş, Ahmet Şentürk, Ahmet Topdağı, Gökhan Murat Üstündağ, Kasım Erdem, Levent Ergün, Mümtaz Can, Nurettin Işık, Recai Elmaz, Suat Dönmez ve Turgay Bülent Göktürk hakkındaki mahkumiyet hükümlerinin; Bu sanıkların eylemlerinin suç için anlaşma suçu kapsamında kalması nedeniyle, haklarında 5237 sayılı TCK’nın 316/2. ve CMK’nın 223/4-a maddeleri gereğince “ceza verilmesine yer olmadığına” karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle BOZULMASINA, BOZMANIN NİTELİĞİNE GÖE ADI OKUNAN SANIKLARDAN TUTUKLU OLANLARIN TAHLİYELERİNE; HAKLARINDA YAKALAMA KARARI ÇIKARTILANLARIN YAKALAMA KARARLARININ GERİ ALINMASINA, 4) Sanıklar Çetin Doğan, Özden Örnek, Halil İbrahim Fırtına, Abdullah Can Erenoğlu, Abdullah Gavremoğlu, Abdülkadir Eryılmaz, Ahmet Bertan Nogaylaroğlu, Ahmet Feyyaz Öğütcü, Ahmet Sinan Ertuğrul, Ahmet Yavuz, Ali Deniz Kutluk, Ali Semih Çetin, Alpay Çakarcan, Ayhan Taş, Behzat Balta, Bilgin Balanlı, Bülent Tunçay, Cem Aziz Çakmak, Cemal Temizöz, Cemalettin Bozdağ, Cengiz Köylü, Deniz Cora, Dora Sungunay, Engin Alan, Engin Baykal, Ergin Saygun, Ergün Balaban, Faruk Doğan, Faruk Oktay Memioğlu, Gürbüz Kaya, Halil Kalkanlı, Hanifi Yıldırım, Hasan Fehmi Canan, Hasan Hoşgit, Hüseyin Hoşgit, İbrahim Koray Özyurt, İhsan Balabanlı, İzzet Ocak, Kadir Sağdıç, Kıvanç Kırmacı, Korcan Pulatsü, Kubilay Aktaş, Lütfü Sancar, Meftun Hıraca, Mehmetfatih İlğar, Mehmet Kaya Varol, Mehmet Otuzbiroğlu, Metin Yavuz Yalçın, Murat Özçelik, Mustafa Aydın Gürül, Mustafa Karasabun, Mustafa Kemal Tutkun, Mustafa Korkut Özarslan, Mustafa Önsel, Mücahit Erakyol, Nejat Bek, Nihat Altunbulak, Nuri Ali Karababa, Özer Karabulut, Ramazan Cem Gürdeniz, Salim Erkal Bektaş, Serdar Okan Kırçiçek, Servet Bilgin, Soner Polat, Süha Tanyeri Şükrü Sarıışık, Taner Balkış, Taner Gül, Tuncay Çakan, Turgut Atman, Uğur Uzal, Yaşar Barbaros Büyüksağnak, Yurdaer Olcan, Yusuf Ziya Toker, Ziya Güler, Abdullah Cüneyt Küsmez, Ahmet Dikmen, Ahmet Erdem, Ahmet Hacıoğlu, Ahmet Küçükşahin, Ahmet Zeki Üçok, Ali Demir, Ali Sadi Ünsal, Ali Türkşen, Ali Yasin Türker, Armağan Aksakal, Aşkın Öztürk, Aşkın Üredi, Atilla Özler, Aydın Sezenoğlu, Ayhan Gedik, Ayhan Gümüş,  Ayhan Türker Koçpınar, Ayhan Üstbaş, Aykar Tekin, Aziz Yılmaz, Bahadır Mustafa Kayalı,  Bekir Memiş, Berker Emre Tok, Berna Dönmez, Beyazıt Karataş, Binali Aydoğdu, Bülent Günçal, Bülent Kocababuç, Bülent Olcay, Cahit Serdar Gökgöz, Celal Kerem Eren, Cenk Hatunoğlu, Çetin Can, Davut İsmet Çınkı, Derya Günergin, Derya Ön, Devrim Rehber, Doğan Temel, Dursun Çiçek, Emin Küçükkılıç, Ender Güngör, Ender Kahya, Engin Kılıç, Ercan İrençin, Erdal Akyazan, Erdem Caner Bener, Erden Ülgen, Erdinç Altıner, Erdinç Atik, Erhan Kubat, Erhan Şensoy, Ertuğrul Uçar, Fahri Can Yıldırım, Fahri Yavuz Uras, Fatih Uluç Yeğin, Fikret Güneş, Gürkan Koldaş, Gürkan Yıldız, Gürsel Çaypınar, Hakan İsmail Çelikcan, Hakan Mehmet Köktürk, Hakan Sargın, Haldun Ermin, Halit Nejat Akgüner, Hannan Şayan, Hasan Özyurt, Haydar Mücahit Şişlioğlu, Hayri Güner, Hüseyin Çınar, Hüseyin Dilaver, Hüseyin Özçoban, Hüseyin Topuz, İbrahim Özdem Koçer, İsmail Taş, İsmail Taylan, Kadri Sonay Akpolat, Kahraman Dikmen, Kemalettin Yakar, Kubilay Baloğlu, Kürşad Güven Ertaş, Levent Çehreli, Mehmet Aygün, Mehmet Baybars Küçükatay, Mehmet Cem Çağlar, Mehmet Cem Okyay, Mehmet Cenk Dalkanat, Mehmet Eldem, Mehmet Erkorkmaz, Mehmet Ferhat Çolpan, Mehmet Fikri Karadağ, Mehmet Koray Eryaşa, Mehmet Örgen, Mehmet Seyfettin Alevcan, Mehmet Ulutaş, Mehmet Yoleri, Memiş Yüksel Yalçın, Mesut Zafer Sarı, Mete Demirgil, Muharrem Nuri Alacalı, Murat Özenalp, Murat Saka, Murat Ünlü, Mustafa Çalış, Mustafa Erhan Pamuk, Mustafa Haluk Baybaş, Mustafa İlhan, Mustafa Koç,  Nadir Hakan Eraydın,  Nail İlbey, Namık Sevinç, Necdet Tunç Sözen, Nedim Güngör Kurubaş, Nuri Selçuk Güneri, Nuri Üstüner, Onur Uluocak, Osman Başıbüyük, Osman Fevzi Güneş, Osman Kayalar,  Ökkeş Alp Kırıkkanat, Önder Çelebi, Rafet Oktar, Ramazan Kamüran Göksel, Rasim Arslan, Recep Rıfkı Durusoy, Recep Yıldız, Refik Levent Tezcan, Rıdvan Ulugüler, Sefer Kurnaz, Sinan Topuz, Suat Aytın, Süleyman Namık Kurşuncu, Şafak Yürekli, Şenol Büyükçakır, Tayfun Duman, Taylan Çakır, Turgay Erdağ, Turgay Yamaç, Turgut Ketken, Utku Arslan, Ümit Metin, Ümit Özcan, Yalçın Ergül, Yavuz Kılıç, Yusuf Afat, Yusuf Kelleli, Yusuf Volkan Yücel, Yüksel Gürcan, Zafer Erdim İnal, Bulut Ömer Mimiroğlu, Ali Cengiz Şirin, Alpar Karaahmet,  Bayram Ali Tavlayan, Emin Hakan Özbek, Enver Aksoy, Levent Erkek, Levent Kerim Uça, Mehmet Cem Kızıl, Oğuz Türksoyu, Özgür Ecevit Taşcı, Sencer Başat ve Hakan Büyük hakkında kurulan mahkumiyet hükümlerinin; Sanıklara vekalet ücreti yükletilmesi ve sanık Berna Dönmez hakkında 765 sayılı TCK’nın 33. maddesinin uygulanmasındaki hata nedeniyle bu hususların CMUK’nın 322. maddesi uyarınca DÜZELTİLMESİ SURETİYLE ONANMASINA, 09.10.2013 tarihinde, Oybirliğiyle karar verilmiştir.” (http://www.hurriyet.com.tr/gundem/24885409.asp, 09.10.13)

****************************

Yargıtay 9. Ceza Dairesi heyetinin 5 üyesinin imzasının bulunduğu gerekçeli karar oy birliğiyle alındı. Kuvvet Komutanları Özden Örnek ve Halil İbrahim Fırtına’nın Yüce Divan’da sıfatıyla Anayasa Mahkemesi‘nde yargılanması talebine ilişkin gerekçeli kararda, Yargıtay Ceza Kurulu’nun 2004 tarihli kararına atıfta bulunularak şu ifadelere kararında yer verdi: Görevle ilgili suçun yasal görevden doğan, görevle bağlantılı ve bu görevle illiyet bağı içerisinde olup asker olan tüm sanıklar ile sanıklar Özden Örenek ve Halil İbrahim Fırtına’nın Balyoz Güvenlik Harekatı Planının icrasının yönelik Suga ve Oraj Harekat Planlarını hazırladıkları ve bu planın icrasında görev alarak bu görevlerin icraplarını yerine getirdikleri iddiasının, yasal görevlerinden doğmadığı gibi görevleri ile bir ilgisi bulunmadığı anlaşıldığından mahkemenin (10. Ağır Ceza Mahkemesi) davaya bakmasında bir isabetsizlik görülmemiştir.”

“DAİREMİZİ BAĞLAYICILIĞI YOKTUR”

Gerekçede, “Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi Keyfi Tutuklamalar Çalışma Grubu’nun dava henüz görülmekteyken tutuklamaların adil yargılama normları bağlamında keyfiliğine değinen ve yargısal bir niteliği bulunmayan 1 Mayıs 2013 tarihli kararının dairemiz bakımından bir bağlayıcılığı yoktur” ifadeleri kullandı.

“TARAFSIZ BİR MAHKEME TARAFINDAN YARGILAMA YAPILMIŞTIR”

Davaya bakan 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nin hakimlerinin tarafsızlığını şüpheye düşürecek sebeplere ilişkin iddiaların dosya kapsamına göre yerinde bulunmadığını belirtilen gerekçede, reddi hakim taleplerini inceleyen merci kararlarınında bir isabetsizlik görülmediğini ifade ederek, yargılamanın usulüne uygun olarak oluşturulmuş yetkili görevli, bağımsız ve tarafsız bir mahklemece icra edildiği anlaşıldığını sonucuna varıldığı ifade edildi. Engin Alan’a yüklenen suçun yasama dokunulmazlığının istisnası kapsamında kaldığı belirtilen gerekçede, bu nedenle kovuşturma yapılmasına engel durum bulunmadığı kaydedildi.

“SANIKLAR SORGULAMALARINDA SÜRE SINIRI OLMADAN SAVUNMA YAPTIKLARI ANLAŞILMIŞTIR”

Yargılama sırasında delil tartışması yapılmadığı iddiasına da değinilen gerekçede şu ifadelere yer verildi: “Sanıkların sorgularında süre sınırlaması olmadan delilleri tartışarak savunma yaptıkları, hükme esas alınan delillerin değerlendirilmesine ilişkin olarak bir çok uzman mütalaası alıp dosyaya sundukları, aynı kapsamındaki irdelemelerini Cumhuriyet SAvcısının esas hakkındaki mütalaasından sonra da devam ettikleri, izlenen duruşma görüntüleri, tutanakları ve tüm dosya kapsamından anlaşılmış, incelemeye konu davada sanıkların çokluğu ve icra edilen oturum sayısı gibi hususlarda nazara alındığında, delillerin ortaya konulması ve tartışılması evresinin gerçekleştirilmediğine ilişkin itirazlar yerinde olmadığı anlaşılmıştır.”

ÖZKÖK VE YALMAN’IN TANIK OLARAK DİNLENMESİ

Gerekçede, Eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral Hilmi Özkök ve Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman’ın, ‘taleplerinin reddine ilişkin gerekçe ve mevcut deliller nazara alındığında sonuca etkili olmadığı’ gerekçesiyle tanık olarak dinlenmediği yer verildi.

“DİJİTAL DELİLLER GEÇMİŞTE DE PEK ÇOK DAVADA TARTIŞILMIŞ VE HÜKME ESAS ALINMIŞTIR”

Tüm deliller gibi dijital delillerin de sanıklar ya da başkaları tarafından çeşitli şekillerde gizlenmeye, değiştirilmeye, bozulmak istenmesinin olağan olduğu belirtilen gerekçede şu ifadelere yer verildi: “Sanıklar veya başkaları tarafından delillerin yok edilme, silinme, gizlenme, değiştirilme veya bozulmak istenmesi o kadar olağandır ki yasa koyucu maddi gerçeğin ortaya çıkarılması bakımından büyük bir tehlike oluşturan bu fiilleri ayrı bir suç olarak veya nitelikli hal olarak düzenlemiştir. Ancak dijital delillerin değiştirilebilme kolaylığı ve sanal oluşundan hareketle hükme esas alınamayacak olduğunun ileri sürülmesi delil olgusuna aykırıdır. Kaldı ki dijital deliller Türk Ceza Muhakemesi sisteminde ilk kez bu davayla gündeme gelmiş olmayıp geçmişte de pek çok davada tartışılmış ve hükme esas alınmıştır.” Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 2003’te verdiği Hizbullah terör örgütüne ilişkin karara atıfta bulunulan gerekçede, bu davadaki dijital delillerin mevcut halleriyle ve taşıdıkları delil değerleri ölçüsünde hükme esas alındığı vurgulandı.

“DİJİTAL DELİLLERİN DEĞİŞTİLDİĞİ İDDİASI GERÇEĞİ YANSITMADIĞI ANLAŞILMIŞTIR”

Gerekçede, “Dijital delillerin ele geçirilmesinden sonra kolluk veya adli makamlar elinde değiştirilmiş olduğuna ilişkin iddiaların gerçeği yansıtmadığı açıkça anlaşılmaktadır. Dairemizce de izlenen arama işlemlerine ilişkin kamera kayıtları ve delillerin başkaları tarafından bu mahallere konulduğuna ilişkin savunmaların soyut bırakılmış olması karşısında delillerin sanıklar dışındaki kimseler tarafından bu mahallere konulmuş olduğuna dair savunmalar dosya kapsamına ve hayatın olağan akışına uygun görülmemiştir” ifadesi kullanıldı. Gerekçede, Hükme esas alınan dijital delillerin hayatın olağan akışına, akla ve mantığa uygun bulunduğu, böylelikle de hukuka uygun deliller olarak hükme esas alınmalarının isabetli olduğu neticesine varıldığı ifade edildi. gerekçede, “bu nedenlerle dijital delillerin mevcut halleriyle hükme esas alınamayacağına ilişkin temyiz itirazlarının yerinde bulunmamış, dosya kapsamı karşısında hükme esas alınmasında bir isabetsizlik görülmemiştir” denildi.

“TSK YASAL HİYERARŞİK YAPISI DIŞINDA AYRI BİR HİYERARŞİK YAPILANMAYA GİTME KARARINI ALDIKLARI ANLAŞILMIŞTIR”

Gerekçenin esasa ilişkin değerlendirmeler içerisinde “özel değerlendirme” bölümünde şunlara yer verildi: “TSK’daki teamüller gereği 2003 yılı Yüksek Askeri Şurası’nda (YAŞ) Deniz Kuvvetleri Komutanı olacak Donanma Komutanı Oramiral Özden Örnek ve Hava Kuvvetleri Komutanı olacak Harp Akademileri Komutanı Orgeneral Halil İbrahim Fırtına ile mutabakata vardığı anlaşılan 1. Ordu Komutanı Orgeneral Çetin Doğan’ın, 28 Şubat sürecinde elde edilen kazanımlardan istenilen düzeyde istifade edilememesi ve ülkede hızlı bir zemin kayması yaşandığı gerekçesiyle, serbest demokratik seçimlerle iş başına gelmiş siyasi iktidarı Hükümetten uzaklaştırma ve bu amaç doğrultusunda kara, deniz ve hava unsurları olarak harekat ve eylem planlan hazırlama ve hazırlanan planları gerçekleştirebilmek için Türk Silahlı Kuvvetlerinin yasal hiyerarşik yapısı dışında ayrı bir hiyerarşik yapılanmaya gitme kararını aldıkları, bu kapsamda l. Ordu Komutanı Çetin Doğan’ın, ittifak ettiği ast birlikleri olan 2, 3, 5 ve 15. Kolordu Komutanlarından, kara unsurlarına ait harekat ve eylem planlarında görev alacak askeri personelin belirlenmesini istediği; 2, 3, 5 ve 15. Kolordu Komutanlıkları ile l. Ordu ve Harp Akademileri Komutanlığınca belirlenen isimler üzerinden Balyoz Güvenlik Harekat Planı’nın eki olan ‘görevlendirmede yetkili personeli’ belirleyen EK-A listesinin oluşturulduğu anlaşılmıştır.”

Gerekçede, “Yürütme organını cebren ıskat veya vazife görmekten cebren men etmek için hazırlanmış elverişli bir plan olan Balyoz, Suga, Oraj planları ile diğer planların ve bunlara ilişkin organizasyon, görevlendirme ve bu görevlendirmelerin gereklerine dair çok geniş coğrafi alana yayılan yaklaşık 20 bin gerçek kişi ve kurumu ilgilendiren 2003’e ait bilgi ve değerlendirmeleri içeren çalışmaların, ileri sürüldüğü gibi tamamen kurgulanmış, asılsız ve sahte olduğu yönündeki savunmaların dosya kapsamına ve hayatın olağan akışına uygun olmadığı anlaşılmaktadır. Bu sahteciliğin gerçekleştirilmiş olabileceğinin ileri sürüldüğü tarihler, yapılan çalışmaların kapsam ve ayrıntılarıyla sanıkların görev, unvan ve çalışma alanlarının uyumu, yine yapılan tüm çalışmaların suç tarihine ilişkin siyasi konjonktüre uygunluğu ile gerçekleştirilmek istenen amaç suça matufiyeti göz önüne alındığında; yıllar öncesine ait geniş bir alanı ilgilendiren detaylı bilgilerle yıllar sonra bu çap ve içerikte bir plan ve eklerinin kurgu olarak isabetli bir biçimde hazırlanmış olmasının hükme esas alınan bilirkişi raporundaki tespitler de dikkate alındığında mümkün görülmediği, dosyada bulunan planlar, ekleri ile tüm belgelerin suç tarihinde sanıklar tarafından amaç suça yönelik olarak gerçekleştirilmiş bir anlaşma ile bu anlaşmayı takiben gerçekleştirilmiş icra hareketlerini gösteren belgeler olduğu sonucuna varılmıştır.”

“UYGUN İŞ BÖLÜMÜ VE GÖREVLENDİRMELER YAPILDIĞI BELİRTİLDİ”

Gerekçede, “Dosya kapsamına göre, birçok belgeden de anlaşılacağı üzere, ‘bilmesi gereken’ ve ‘bilinmesi gereken’ prensiplerine uygun hareket tarzını esas almak suretiyle gizliliğe de riayet ettiği anlaşılan, TSK’nın yasal teşkilat ve hiyerarşik yapılanması dışında amaç suçu işlemeye dönük ayrı bir yapılanmaya giden oluşumun, planlama, bu planlamayı hayata geçirecek kapsamlı bir organizasyon, bu organizasyona uygun bir iş bölümü, bu iş bölümü dahilinde görevlendirmeler ve bu görevlendirmelerin gereklerine uygun çalışmaları yaptığı sonucuna ulaşılmıştır” ifadelerine yer verildi.

“SİYASİ PARTİLER, DEMOKRATİK SİYASİ HAYATIN VAZGEÇİLMEZ UNSURLARIDIR”

Gerekçede, “Yasa koyucunun doğrudan doğruya yürütme organını korumak amacıyla yapmış olduğu düzenleme sadece bundan ibaret değildir. Gerçekten yasa koyucu, ‘yürütme organını cebren ıskat veya vazife görmekten cebren men etmek veya bunları teşvik eylemek’ suçunu 765 sayılı TCK’nın 147. maddesi ile cezalandırırken, bu suçun icra hareketlerinin dahi başlamadığı safhada ‘bu suçu işlemek için birkaç kişinin gizlice ittifak etmesini’ 765 sayılı TCK’nın 171/2. maddesinde, ‘halkı hükümet aleyhine silahlı isyana teşvik etmek’ suçunu ise 765 sayılı TCK’nın 149. maddesinde düzenlemiş bulunmaktadır. Sanıkların eylemlerine uyan yasal düzenlemenin değerlendirilmesinde, yasa koyucunun hukuki konuya verdiği önem ve korunması bakımından yaptığı diğer düzenlemeler ile bunların niteliği de dikkate alınmalıdır. Seçimleri kazanan siyasi partiler, hükümetler üzerinden siyasi iktidan anayasal çerçevede kullanırlar ve doğal olarak da kendi programları çerçevesinde icraatta bulunurlar. Nitekim, Anayasamızın 68/2. maddesine göre de, siyasi partiler, demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez unsurlarıdır” ifadelerine yer verildi.

“İKTİDARA GETİRİLEN SİYASİ PARTİLERİN, SİYASİ İKTİDARI KULLANMA BAĞLAMINDA SİYASİ İCRAATLARDA BULUNMALARI TABİİDİR”

Anayasa Mahkemesinin Ak Parti‘ye yönelik kapatma davasında ve AİHM’in Türkiye Birleşik Komünist Partisi kararındaki siyasi partilerle ilgili tespitlere yer verilen gerekçede, “Bir programın uygulanması vaadiyle demokratik serbest seçimler sonucunda millet tarafından iktidara getirilen siyasi partilerin, siyasi iktidarı kullanma bağlamında siyasi icraatlarda bulunmaları tabiidir. Siyasi partilerin her türlü denetiminin nasıl, kimler ve hangi kurumlar tarafından yapılacağı ile iktidardan uzaklaştırılmalarına ilişkin hukuka uygun, meşru yol ve yöntemler de Anayasa ve yasalarda gösterilmiştir. Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasa’dan almayan bir devlet yetkisi kullanamayacağına göre, meşru yollarla işbaşına gelmiş bir siyasi iktidarın buradan uzaklaştırılması ancak ilgili kurallar çerçevesinde ve yetkisini Anayasa’dan alan kurumlar eliyle olabilecektir. Bu husustaki meşruiyet ve yetki çerçevesi Anayasa’dan, hukuka uygunluktan ve demokrasiden başka bir yerde, başka bir anlayışta aranmamalıdır” ifadeleri kullanıldı. Gerekçede, “Yasa koyucu suçun konusunu farklı açılardan korumak üzere farklı suçlar düzenlemiştir. Bu bağlamda kalan düzenlemelerde gizli ittifak suçunun, “hükümeti cebren ıskat veya vazife görmekten cebren men etme” suçunu hususi vasıtalarla işlemek konusunda gerçekleşecek bir irade birliği ile tamamlanacaktır. Buradaki amaç suç cebren işlenecek olduğundan ittifak iradesinin de cebir içermesi gerektiği tabiidir. İttifakın vasıtaları tespit etmiş olması, ciddi, amaca yakın ve korunan hukuki değeri tehlikeye düşürecek nitelikte bulunması gereklidir. Suçun oluşması için vasıtaların temin edilmiş olması gerekmez” denildi. Gerekçede, şu ifadelere yer verildi, “Bu ittifakın sağlanması ve ittifak edenlerin iradelerinin tek bir irade haline gelmesi ile bu suç oluşacağından, cebir de içeren bu ittifakın icabı olarak, bu ittifakı takiben amaç suçun icrası kapsamında gerçekleştirilen faaliyetler, amaç suçun, yani hükümeti cebren ıskat veya vazife görmekten cebren men etme suçunun icra hareketleri sayılacaktır. Hükümeti cebren ıskat veya vazife görmekten cebren men etme suçunun işlenebilmesi için elverişlilik bakımından gerekli olan unsurlardan biri de bu suçu işleyecek olan elverişli sayıdaki failin, elverişli bir biçimde bir araya gelmiş ve elverişli vasıtalarla harekete geçmiş olmasıdır. Bu açıdan bakıldığında; Balyoz Güvenlik Harekat Planı, Suga Harekat Planı ve Oraj Hava Harekat Planı’nın hedef, yöntem ve içerikleri, bu planların birbirleri ile uyumları, ortaya koydukları amaç, organizasyon ve çalışmalar, diğer belgeler ve seminer konuşmalan ile tüm dosya kapsamından, sanıkların meydana getirdikleri oluşumun, icra hareketleri başlamadan önce amaç suçun işlenmesine ilişkin bir ittifakı içerdiği açıkça görülmektedir.” denildi. Gerekçede, “Sanıkların, TSK’nın hiyerarşik organizasyonu içerisinde hareket etmeyip illegal bir oluşum olarak faaliyet gösterdiklerinden ve TSK’nın meşru emir komuta zinciri dışına çıkabilen, gizliliğe, güvenliğe, denetime önem veren ayrı bir hiyerarşik yapı oluşturduklarından, oluşum çerçevesindeki görevlerin Türk Silahlı Kuvvetlerinin meşru hiyerarşik yapısı yerine bu illegal hiyerarşi kapsamında verildiği ve bu nedenle görevlerin tebliği ve kabulünün yasal askeri hiyerarşi ve bu hiyerarşiye ilişkin teamüller yerine, bu yasa dışı oluşuma ilişkin hiyerarşi kapsamında ele alınması gerektiği anlaşılmaktadır. Amacı ve yöntemi itibariyle askeri hizmetlerin görülmesiyle uygunluk göstermesi mümkün olmayan bu görevlerin, mahiyetiyle birlikte anlatılmaksızın tebliğ edilmesi ve anlaşılmaksızın kabul edilmesinin mümkün bulunmadığı, yapılan görevlendirmelerin kendi içerisinde ve sanıkların görev ve konumları ile uyumlu olduğu, planın diğer asli ve tali belgeleri ile paralellik gösterdiği, bu görevlendirmelere dair gereklerin pek çoğunun planın icrası kapsamında yerine getirilmiş olduğu da nazara alınarak; gizlilik, güvenlik ve denetime önem veren böyle bir yasa dışı oluşumda, önceden tebliğ yapılmadan ve görevin kabulüne ilişkin teyitler alınmadan, belirli derecelerdeki görevlendirmelerin yapılmayacağının ve kayda geçirilmeyeceğinin kabulünde zorunluluk bulunmaktadır” denildi.

“SANIKLARIN ÖNCEDEN GİZLİCE İTTİFAK ETMİŞ OLDUKLARININ
DOSYA KAPSAMINDAN ANLAŞILMAKTADIR”

Gerekçede, “Cebrin, şiddetin niteliği ve mevcudiyeti somut olay çerçevesinde belirlenirken, failin kullandığı vasıtalar, suçun konusu olan hükümet ile konumu ve ilişkisi, kullandığı cebrin şekli, kaynağı, etki alanı, düzeyi, cebir kullanmaya ilişkin olarak sahip olduğu imkan ve kabiliyetleri ile mümkün olan engel sebepler de dikkate alınmalıdır. Yasal düzenlemede bu suçun, failler bakımından bir özellik göstermemekte, devlet düzenine dahil faillerce de bu suçun işlenebileceği görülmektedir. Hukuka aykırı bir biçimde, cebri nitelikteki amaç suça yönelen yasa dışı oluşumun, bu suçu işlemek bakımından gerekli elverişliliğe sahip olup olmamasıdır. Dava konusu olayda, hükümeti cebren ıskat veya vazife görmekten cebren men etme eylemini gerçekleştirmek üzere, bir kısım sanıkların önceden gizlice ittifak etmiş olduklarının dosya kapsamından anlaşılmaktadır. Bu ittifakın sağlanmasından sonra, Balyoz Güvenlik Harekat Planı’ndaki ifadesiyle ‘harekat ortamının şekillendirilmesi’, maddi cebir olarak ortaya çıkacak hareketlerin kolaylaşması, aksamadan yürütülmesi ve amaç suç bakımından öngörülen neticeye ulaşmasını sağlayacak binlerce belgeyi bulan çalışmaların tamamlandığı, geriye sadece fiziki kuvvet kullanmaya bağlı maddi cebri içeren ve artık karşı koymanın mümkün olmadığı ‘sokağa çıkma’ diye tabir edilen hareketlerin kaldığı anlaşılmaktadır. Dosya kapsamından, sanıkların TSK’da mevcut olan ve başka bir birimde bulunmayan zorlayıcı, korkutucu, cebri gücü başta plan kapsamındaki istihbarat çalışmaları olmak üzere diğer çalışmalar sırasında da kullandıkları görülmektedir. Sanıklar Türk Silahlı Kuvvetlerinin hiyerarşik yapısı, görev ve yetki sınırlan içerisinde kaldıklan sürece, anayasal ve yasal çerçevede kendilerine tevdi edilen iç güvenlik görevleri doğrultusunda meşru bir cebri kullanabilecek olan kimselerdir. Ancak sanıklar Türk Silahlı Kuvvetlerinin hiyerarşik yapısı dışında ve mensubu olmakla sahip oldukları silahlı güce ve kaynağını Anayasa’dan ve yasalardan almayan hukuka aykırı bir yetkiye dayanmak suretiyle meydana getirdikleri oluşumla, icra organını cebren ıskata veya vazifeden men etmeye girişmişlerdir. Esasen yurt savunması ile görevli olan, sahip olduğu teşkilat, teçhizat ve personeliyle uluslararası alanda bile caydırıcı bir gücü bulunan, devlet düzeni dışındaki suç örgütlerinden gelecek saldınlara karşı iç güvenlik kapsamında emniyet ve asayişi teminle de görevlendirilen Türk Silahlı Kuvvetlerine mensup sanıkların kullanabilecekleri cebre karşı, icra organının mukavemet edebilme imkan ve kabiliyeti bulunmamaktadır. Zira, planlama doğrultusunda, emniyet kuvvetlerini de etkisiz hale getirip sonuçta Türk Silahlı Kuvvetlerinin hiyerarşik imkanlarını kullanacak olan sanıkların, amaç suçla öngörülen neticeyi elde etmek yolunda hiçbir maddi engelle karşılaşmayacakları açıktır”

Naci BEŞTEPE : VARDİYA KİMDE?


VARDİYA KİMDE?

Naci_Bestepe_portresi


Naci BEŞTEPE

BALYOZ Davası sanıklarının eşlerinin başlattığı VARDİYA BİZDE PLATFORMU bir yıldır SESSİZ ÇIĞLIK eylemi yapmakta.

 

21 Eylül 2012 Cuma günü 10. Ağır Ceza Mahkemesi kararını açıklamıştı.

324 kişiye ağır cezalar verdi.

  • Haksız, hukuksuz, dayanaksız, sahte dijital verilere ve kanaate dayanan
    bir karardı.

Vicdanları rahatlatmak şöyle dursun karar verenlerin vicdanlarını da karartan bir karar.

Yargıtay temyiz duruşmasını yaptı. Kararını 9 Ekim’de (2013) açıklayacak.

Umutlu olanlar da var, yargının siyasete bağlı oluşumundan dolayı hiç ümidi olmayanlar da.

SESSİZ ÇIĞLIĞIN AMACI

VARDİYA BİZDE PLATFORMU,
kararın verildiği gün SESSİZ ÇIĞLIK eylemlerini başlattı.

Askerlerin de asker eşlerinin de alışık olmadıkları bir eylem türü idi.

Sokağa çıkılacak, afiş-pankart taşınacak, ağızlar bantlanacak, konuşmadan durulacak, bildiri dağıtılacak vs.

Amaç; kamuoyunun ilgisini çekerek davanın hukuksuzluğunu, kararın haksızlığını
daha geniş kitlelere anlatmak, böylece adalet arayışına destek sağlamaktı.

İstanbul’da Beşiktaş’ta başlatılan eylem, ertesi hafta Ankara’ya sonra değişik tarihlerde 11 merkeze sıçradı.

KİMLER KATILDI? KİMLER DESTEKLEDİ?

Eylemler birkaç kişi ile başladı, zamanla arttı.

Katılanlar çoğunlukla sanık askerlerin aile bireyleri idi.

Toplumda sevilen, sayılan aydınların katılımı ilgiyi daha da artırdı.

Sanık yakını olmayan duyarlı asker ve vatandaşlardan da katılım oldu.

Ancak katılım hiçbir zaman arzulanan düzeye ulaşamadı.

Sanık yakınlarından bile hiç katılmayanlar var.

Onları hoş görebiliriz.

Çok çeşitli sıkıntılar içindeler.
Ailenin bir direğinin eksik olması onları zora sokmuştur. Kabul edilebilir.

Yurttaşların ilgisi düşük düzeyde kaldı. Olayı tam sahiplenmediler.

Geçmişteki olaylara, kırgınlıklara sığındılar.

Siyasal partilerden İP en yoğun desteği sağlarken CHP de özellikle bazı vekilleri ile
katkı verdi.

Beklenin aksine davranış MHP’den geldi.

Sıfır ilgi ve destek.

Yetmezmiş gibi, genel başkan düzeyinde “O karılar evlerinde otursun,
biz gereğini yaparız..” şeklinde aşağılayıcı tarzda ağır bir mesaj gönderildi.

Medya ise YANDAŞ’lığına ve BAĞIMSIZ’lığına bağlı olarak kendini gösterdi.

SORUN “VATAN” DIR

Bu ve benzeri eylemlere destek vermeyenlerin anlayamadığı;
ülke üzerinde oynanan oyunun bir parçası olarak TSK’nın şekillendirilmesidir.

Konu bireysel değil kurumsaldır.

Zaman;  “SORUN VATANSA GERİSİ AYRINTIDIR” sözünün eyleme geçirilme zamanıdır.

YILMAK YOK, MÜCADELEYE DEVAM

Bu yola baş koyanlar kararlıdır.

Küsmek, darılmak, durmak, yenilgiyi kabullenmek yoktur.

Koşullar ne olursa olsun mücadele devam edecektir.

Tek kişi kalsa da. Bir değil on yıl geçse de.

Haklı olan güçlüdür; sonunda mutlaka kazanır.

VARDİYA AMAZONLARINA SELAM OLSUN.

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

Vardiya Bizde: Savaşa hayır!


Vardiya Bizde: Savaşa hayır!

Balyoz davası sanıklarının aileleri ve yakınlarının oluşturduğu
Vardiya Bizde Platformu tarafından
her cumartesi gerçekleştirilen Sessiz Çığlık eyleminde
Suriye ile savaşa tepki gösterilerek barış çağrısı yapıldı.

Beşiktaş’ta Demokrasi Anıtı önünde toplanan Vardiya Bizde Platformu

  • “Hukuk ve adalet için yürekten bir ışık”,
  • Askerine zulüm eden düşmanına hizmet eder”,
  • “Balyoz davası dijital terördür”

yazılı pankart ve dövizler taşıdı. Platform adına açıklama yapan Elif Uyanık Türkiye’de adalete olan güvenin sarsıldığını, umutsuzluk bulutlarının yükseldiğini belirterek
bu sarsıntının çöküntüye dönüşmesinin engellenmesi gerektiğini söyledi.

“Komşularımızla barış içinde yaşamak, onlarla savaşmak değil sorunlarına yardımcı olmak bize yakışandır. Savaşa hayır. Dostluğa ve barışa sonuna kadar evet.” dedi.

Vardiya_bizde_7.9.13_Besiktas

(Cumhuriyet, 8.9.13, 7.9.13 günlü eylemi haberleştirerek..)

ERGENEKON HÜKÜMLERİ ÜZERİNE


Dostlar
,

Sayın Zeki Sarıhan‘ı herkes tanıyor..
İstikrarlı devrimci – yurtsever öğretmenimiz..

Ayvalık’ta tatilde de yazmayı sürdürüyor.

Aşağıda, 13 maddede özetlediği kapsamlı bir çözümleme var.
Biz çok yararlandık..
Teşekkür ederek paylaşalım..

Sevgi ve saygı ile.
14.8.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

======================================

ERGENEKON HÜKÜMLERİ ÜZERİNE

 

 Zeki_Sarihan_portresi

Zeki Sarıhan

 

 

 

Ergenekon Davası‘nı, gazeteler ve televizyonun haberlerinden izlemeye çalışıyoruz. Aslında bu davanın Balyoz Davası’yla birlikte ele alınması gerekiyor.
Her ikisi de hükümete karşı darbe hazırlandığı iddiasındadır. Balyoz, yalnız askerlerden oluşmaktadır. Ergenekon’da ise askerlerin yanında akademisyenler, gazeteciler, siyasetçiler de vardır. Dava hakkında yorum yapanlar da siyasi duruşlarına göre görüşlerini dile getirmeye devam ediyorlar. Konu  çok yönlüdür. Aşağıda belli başlı birkaç özelliğe değinilmiştir.

1. Ergenekon Davası, ülkemizdeki sınıf çatışmalarının oldukça şiddetli olduğunun kanıtıdır. Emperyalizme bağımlı, demokratik devrimini tamamlamamış, anayasal kurumları yerli yerine oturmamış, hukuktan çok gücün egemen olduğu ve siyasi bir deprem kuşağı üzerinde bulunan bir toplumda bu çatışmalar şaşırtıcı değildir ve tarihin belli bir döneminin özelliklerindendir.

2. Çatışma, esas olarak iki sınıf, dolayısı ile iki güç arasındadır. Davalı olan taraf, Tanzimat’a kadar götürülebilecek, Cumhuriyet döneminde iktidarını pekiştirmiş,
her dönemde ya tek başına iktidara sahip olmuş, ya da iktidara ortaklık etmiş modern burjuvazidir (Ordu). Davacı taraf ise Anadolu’dan ve büyük kentlerin çeperlerinden gelen, ülkede kapitalizmin gelişmesine paralel olarak servet ve güç sahibi olan,
daha çok geleneksel değerlere yaslanan (deyim yerindeyse) yeni burjuvazidir.(AKP)

3. Davacı taraf, AKP ve Fetullahçı cemaat olarak, birbirine rakip iki kanata ayrılmaktadır. Davalar, bu iki kanadın da iktidar mücadelesinin odağındadır.
Her iki kanat, başlangıçta birlikte hareket ederken, dava ilerledikçe inisiyatif cemaatçilerin eline geçmiştir.

4. Bu çatışma sınıfların çıkarlarını taşımaktadır ve çatışma daha çok yaşam tarzı üzerinde cereyan etmektedir (Laiklik-dincilik). Bunlardan biri, kötü yönetilmiş bir ülkede “milli görüş” gömleğini çıkardığını söyleyen, emperyalist güçlerin güven ve desteğini alan, halk kitlelerine refah ve demokrasi vaat ederek iktidar olma şansını yakalayan AKP hükümetidir. Öbürü, AKP iktidarının laik rejimi yıkarak şeriatçı bir rejim getireceğini düşünen ordu ve bürokrasi etrafında çevrelenmiş bir güçtür. Daha çok yaşam tarzı üzerinde görülen bu kavga, aynı zamanda iki sınıfın iktidar mücadelesidir.

5. 2002 yılında AKP’nin en çok oyu alarak Parlamentoda çoğunluğu ele geçirmesi, Orduyu ürkütmüş, bu partinin iktidardan uzaklaştırılmasına yönelik kimi girişimlere
neden olmuştur. Ancak iç ve dış koşullar, Ordunun iktidarı ele almasına engel olduğu için bu örgütlenmeler dağılmış, yeniden kurulmuş ve yeniden dağılmıştır.
Bu durum, görece (nisbi) istikrar dönemlerinde ülkede askeri yönetimlerin başarıya ulaşamayacağını göstermektedir. 28 Şubat gibi bir postmodern darbenin
yarım kalıp geri tepmesi, 27 Nisan bildirisinin işe yaramaması da bunun kanıtıdır. İddia edildiği gibi, 2002-7  döneminde bir askeri darbe gerçekleştirilmiş olsaydı,
çok geçmeden darbe mağdurlarının ilk serbest seçimlerde yeniden iktidara gelmesi veya Türkiye’de Arap Baharı’na benzer bir direniş başlaması beklenirdi.
Türkiye bu ‘’Bahar’’ı 1950’de yaşamış bulunuyordu.

6. Kendisine karşı beslenen bu niyetlerden haberdar olmaması mümkün olmayan iktidar, henüz kendisini yeterince güçlü hissetmediğinden Ordu ve bürokrasi ile kesin bir hesaplaşmayı göze alamadığı için olayı görmezlikten gelmiş, bu arada halk kitlelerini memnun edecek ekonomik ve sosyal politikalar uygulayarak çoğunluk katında
güç toplamaya çaba göstererek zaman kazanmıştır.

7. İktidar, AKP’yi kapatma davasını atlatarak 2007’de, daha büyük bir oy gücüyle iktidarını yenilediğinde, Ordunun muhalefetinin gücünü kırmak için geçmiş yıllara ilişkin raporları, günlükleri, ihbarcıları devreye sokarak kimi kişileri tutuklamıştır. Buna gücünün yettiğini fark edince işi büyütmüş, tutuklamaları dalga dalga genişleterek ve elini yükselterek, işi eski kuvvet komutanlarını ve genel kurmay başkanını tutuklamaya dek vardırmıştır. Bu süreç içinde, kimi eski ve yeni kuvvet komutanlarıyla anlaşma yaparak, onları arkadaşlarından ayırmayı başarmıştır.

8. Cemaate bağlı polis, ”eli değmişken” ve gücünün doruğunda iken kendisi için tehlike arz ettiğini düşündüğü kimi çevreleri, 23 dosyayı birleştirerek bir torba davada toplamıştır. Bunların içinde geçmişlerindeki muhalefetlerinden ötürü öç almak istediği kişiler de vardır.

  • Kısacası Ergenekon Davası, bir darbeyi önleme değil, bir öç alma, gözdağı verme ve iktidarı pekiştirme davasıdır.

9. Ergenekon Davası, derin devlet denilen yapılanmaların açığa çıkarılması, bunlara, yaptıklarından hesap sorulması değildir. 1980 darbesinden, Gladyodan, Jitem’den hesap sorulmamıştır. AKP, halen bunlarla uzlaşmakta, geçmiş bir sürü kanunsuzlukların üzerini örtmekte, üstelik kendisi, yeni derin yapılanmalar oluşturmaktadır. Bunun en son örneği Uludere Katliamı’nın üstünü örtme çabasıdır. Demokrasi ve insan hakları kavramına yabancı bir gelenekten gelen, giderek otoriter bir yönetime yönelen iktidarın dilindeki demokrasi ve insan hakları kavramları, onun güç kazanması için
kimi çevrelerin ağzına çaldığı bir parmak baldan ibarettir.

10. AKP İktidarı, Balyoz, Ergenekon ve KCK gibi davalarla toplumdaki gerilimi de artırmaktadır. Kuşkusuz bu onun aleyhinedir. Bu gerilimi düşürmek için ne yapacağı henüz bilinmemektedir. Uzak olmayan bir gelecekte, kendisi hala iktidarda kalırsa, gerilimi azaltacak kimi kararlar alması da beklenir. Bu, “toplumsal barış” gerekçesiyle toplu bir siyasi af olabilir. Herhalde kimse, Ergenekon Davası’nda verilen ömür boyu veya 40 yıl gibi hapisliklerin yatılacağını zannetmiyor.

11. Balyoz, Ergenekon, 28 Şubat gibi davaların var oluş nedenlerinden biri,
egemen sınıflar arasındaki çatışmanın mutlak ve ezeli olması, öbürü ise
emekçi halkın bilinçli ve örgütlü mücadelesinin zayıflığıdır. Sınıf bilincine sahip olmayan, bilinçlenmeleri ve örgütlenmeleri tarih boyunca engellenmiş, iktidar mücadelesi her zaman ezilmiş olan emekçiler, bu kavgayı ya uzaktan, ilgisiz gözlerle izlemekte ya da egemen sınıflardan birinin arkasında yer almaktadır.

12. Davanın içinde çok çeşitli ögeler vardır. Bunların bir bölmünün geçmişleri
temiz değildir. Geniş halk kesimleri bunu görmektedir. Savunma cephesinin
Danıştay katilleri dışında bu kirli ögelerden kendilerini ayırmamaları,
ilk tutuklamalardaki “Bunların içinde bizim ne işimiz var?” söyleminde ısrar etmemeleri kendileri için en büyük sorundur.

Ne var ki, Türk devrimi, bağımsızlık, demokrasi ve devrim davasına büyük emekleri geçmiş, deneyimli bilim adamı, siyasetçi, gazeteci dostlarını böyle bir durumdan ötürü feda edemez. Onları savunacaktır.

13. Türkiye’de halk hareketi, Haziran 2013 direnişi ile yeni bir modele evrilmiştir. Bu hareketin esası, halkın şu veya bu egemen sınıf odağından medet ummadan ve onlar tarafından kullanılmasına izin vermeden kendi yazgısını kendisinin çizmesidir.

Şimdi yapılacak iş;

  • Bu hareketi daha geniş kitleler içinde yaymak,
  • Onun içinden bir önderlik yaratmak ve
  • İktidar için uzun erimli ve gerçekçi tasarımlar üretmektir.
    (Ayvalık,14.08.2013)

Cüneyt ÜLSEVER : Merdan Yanardağ üzerinden Ergenekon Davası!


Dostlar,

Sayın Cüneyt Ülsever‘in aşağıdaki yazısı üzerinde düşünmeye değer..

Ergenekon Davası‘na bakan özel yetkili İstanbul 13. ağır Ceza Mahkemesi
5 Ağustos 2013 günü gökten zembille yağdırırcasına onlarca yıl ağır hapis cezalarına, müebbetlere, ağırlaştırılmış müebbete, 2 kez müebbete.. hükmederken; tutuksuz yargılanan sanıklardan hapis cezası verdikleri hakkında yakalama kararı çıkarmaktan da geri durmadı. Oysa hükmünün Yargıtay’da onanmasını bekleyebilirdi.. Onanmazsa kendisine dönecek, kendisi direnecek
ya da uyacak; son sözü Yargıtay Ceza Genel Kurulu söyleyecekti.
Hüküm kesinleşene dek de bu kişiler hapse konulmayacaktı. Nereye kaçacaklar? Bu güne dek hangisi kaçtı? Hangi delili karartacaklar? Hüküm verilmedi mi? Yargılama tutuksuz yapılmadı mı bu kişiler açısından?? Yurt dışına çıkış yasağı, adli denetim önlemleri yetmez miydi? Yaşları 70’i geçmiş insanları hüküm kesinleşmeden hapse atma eyleminin adı “yargıçlık, yargılama” mıdır??

Ellerindeki dava sonlandığında kendiliğinden tasfiye olacak olan bu mahkeme, kararından öylesine emin olsa gerek ki, hükmü onanmazsa insanların haksız yere hapis yatmaları olasılığını gözetme gereği duymamakta.

Acaba Yargıtay temyiz aşamasında tutuksuz yargılama kararı verir mi?
Hangi Yargıtay? Yeniden yapılandırılırken 160 üyeye bir çırpıda kavuşan Yeni Yargıtay mı??

Balyoz davası temyizinde sanık ve savunmanlarının savunma süreleri kısıtlanmazken bir de baktık ki YAŞ toplandı, hala tutuklu ama hükümsüz paşalar emekli edildi..

Sanırız, hatta korkarız; VİCDAN, ADALET, İNSAF, HAKKANİYET..
gibi sözcükleri devr-i AKP‘de sözlüklerden ve dillerden düşürmek gerekecek.

Yerlerine neler konduğunu hadi biz söylemeyelim;
TCK’dan eylemimize uyan bir madde bulmak çok da zor olmasa gerek..

Ne acı ki, ülkemizde hiç kimse hukuk devleti güvencesinde değil!

Çok yazık, çok..

Hukuksal çözümü bilerek olanakszılaştırılan bu davada tek çare “AF” olarak mı adreslenmektedir? Anayasa md. 10 uyarınca hiç ayırım yap(a)madan mı?
İmralı sakinini hedefleyerek mi?

Bu ne lanetli senaryodur, nerede ve kimlerce yazılmıştır?

Ama zamanla mutlaka çözüme kavuşturulacaktır.

Sevgi ve saygı ile.
Tokat, 8.8.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=======================================

Merdan Yanardağ üzerinden Ergenekon Davası!

Merdan Yanardağ üzerinden Ergenekon Davası!

Cüneyt ÜLSEVER

Önce önemli bir not:

Gayet açıktır ki bu ülke değerli olan insanına değer vermiyor, değersiz olanı ise
baş tacı ediyor.

TRT prodüktörü Servet Somuncuoğlu’nu çok genç yaşta ve en verimli çağında kayıp ettik. Ancak o esasen köküne kadar bir araştırmacı idi. Bu değerli insanın ölümü ile ilgili haberi sadece Yeniçağ ve Cumhuriyet’te görebilmek içimi kanattı.
O benliğini insanı insan yapan “merak güdüsü”nü besleyen araştırmacılığa adamıştı. Kanaatlerini masa başında değil, bizzat yaptığı araştırmalarla oluşturma terbiyesine sahipti. Orta Asya’dan Anadolu’ya Türk kültür tarihinin izlerini yaptığı kapsamlı araştırmalar ile takip etti.

550 sayfalık “Sibirya’dan Anadolu’ya Taştaki Türkler” adlı eseriyle Türk kültür tarihi alanında çığır açtı. Türk milletinin atalarının hüküm sürdüğü 6 ülkeyi 4 yıl boyunca dolaştı. 150 bin km yol kat etti. 138 gün, 65 ayrı alanda saha çalışması yaptı.

Değerli dostum Servet Somuncuğlu’na Allah’tan rahmet, ailesine ve sevenlerine sabır dilerim!

***

Aynı gün bir başka dostum Merdan Yanardağ da Ergenekon Davası’nda hüküm yedi. Meğerse 1 yılı aşkın süredir Yurt Gazetesi’nde Genel Yayın Yönetmenliği’mi yapan Yanardağ, lideri dâhil organizasyon yapısı tarif edilemeyen “Ergenekon Terör Örgütü”nün basından sorumlu üyesiymiş! Bizi engin hoşgörülü,
yüksek düzeyde sabırlı tavrı ve beyefendi görünümü ile örgüt adına oyalayarak kullanıyormuş ama bu durumdan yılların gazetecileri ne Ayşenur’un, ne Mustafa’nın, ne Yaşar ne de Haluk Hocaların, ne İdris’in, ne Cevher’in, ne Atilla’nın, ne de
yayın yönetmenlerinin haberi varmış!

Mahkeme hepimizin uyanmasına vesile oldu.

Merdan Yanardağ beni, Hürriyet’ten kovulduktan sonra, kurulmakta olan Yurt Gazetesi’ne davet ettiğinde çok şaşırmıştım. Değme “sahibinin sesi”
üfürük liberal-demokratlar beni Hürriyet’ten savmak için ne dümbelekler çevirdiler ama sosyalist Merdan bana gazetesinde yer verdi!

Tanıştığımızda anlatmıştı. Tuncay Özkan ile Kanaltürk’te birlikte çalıştığı için
5 yıl önce gözaltına alınmış ve ifade vermişti. 5 yıl boyunca bu insan ne kaçtı,
ne delil kararttı. Yalnızca gazetecilik yaptı ama ceza yemekten kurtulamadığı gibi hakkında “yakalama” emri çıktı!

Mahkeme, Yargıtay kararını beklemek yerine bir gazeteciyi daha içeri atmak hevesinde!

Bakalım ne olacak?

***

Neydi Merdan Yanardağ’ın suçları?

1) Kitap yazarak, “Cemaat” hakkında benim bazı görüşlerine katılmadığım olumsuz saptamalarda bulunmuştu. Mahkeme tıpkı Hanefi Avcı’ya yaptığı gibi
Merdan Yanardağ’dan da intikam almak istiyor.

Ancak  Bediüzzaman Said Nursi öğrencilerinin oluşturduğu Risale-i Nur Forum’a göre:

“İntikam” kelimesinin dilimize geçmiş manası “öç almak” olduğu halde, Allah (CC) için kullanıldığında ise ‘dilediğini suçuna denk bir ceza ile cezalandırmak suretiyle adaleti sağlamak’ manasına gelmektedir.”

Bu anlamda Allah’tan başka “gerçek” intikam sahibi yoktur.

İnsanoğlu intikam ile sadece öç alır!

2) Muhalif Yurt Gazetesi’ni çıkarmış, hiç reklam yapmadan, doğru dürüst reklam alamadan muazzam bir başarı ile gazetenin tirajını 70 binlere çıkarmış,
Yurt’u ciddi bir muhalefet gazetesi haline getirmiştir.

Yanardağ’a verilen ceza ve yakalama emri Ergenekon Davası kararlarını
büyük ölçüde yönlendiren ruh halinin bir özetidir:

1) Senin hakkında iddialarda bulunan herkesten intikam al!

2) Sana ciddi muhalefet yapan herkesi susturmaya çalış!

***

Nitekim Ergenekon Davası’na bakan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin başkanlığını yaptığı sırada görevden alınan Hâkim Köksal Şengün kararlarla ilgili diyor ki:

“1) Dosyadaki hiçbir sanık hakkında eylemlerle bağlantı kurulmadı.

2) Deliller eşliğinde suçlama getirilmedi.” (odatv-07.08.2013)

Yukarıdaki 2 saptama hukukta “hükmün” temel yol göstericisidir.

  • Suç
    i) somut eylemlere bağlanmadan,
    ii) somut eylemlere de delil getirilmeden “hukuki hüküm” oluşamaz!

Mahkeme büyük ölçüde tek başına delil oluşturamayan

i) telefon dinlemelerine ve
ii) gizli tanık ifadelerine dayanarak “hüküm” değil, “kanaat” oluşturmuştur.

***

Nitekim İngiliz Times Gazetesi mahkeme kararlarını “Erdoğan’ın düşmanları cezalandırıldı” başlığıyla verdi. Gazete davayı “İslamî eğilimli Türk Hükümeti‘nin ülkenin laik tabakasını tasfiye etme girişimi olarak” görüyor.

Öte yanda, Salı günü iddia ettiğim gibi beraber yola çıktıkları “Ergenekon Davası”nda ABD ile RTE bu kararlar yüzünden de kapışacaklar gibi!

Dışişleri Bakanlığı Sözcü Yardımcısı Marie Harf, Ergenekon Davası’nda verilen cezalar hakkında yorum yapmak için temyiz kararını bekleyeceklerini ve
sürecin takipçisi olduklarını” açıklıyor. Ancak hemen devam ediyor:

“1) İstanbul’daki özel mahkeme tarafından açıklanan karar ve cezaların sertliğiyle ilgili medya haberlerini takip ediyoruz.

2) Çok sayıda Türk vatandaşının,

dava sürecinin
i) uzunluğu,
ii) şeffaflık eksikliği,
iii) mahkeme kararı ve cezaların verilme şekli bağlamında

ciddi kaygılar dile getirdiğini” de (biliyoruz). (Çeşitli gazeteler)

***

Sanırım, RTE’nin Batı’da zaten muazzam irtifa kaybetmiş itibarına
bir sille de bu dava kararları vuracak!

Ergenekon Davası’na Yeniden Bakmak


Dostlar,

Sayın Merdan Yanaradağ, YURT Gazetesi‘ndeki son derece nitelikli yazılarını sürdürüyor. 5 Ağustos 2013 Silivri karar duruşması öncesinde kaleme aldığı aşağıdaki makale de çok ufuk açıcı ve düşündürücü.

Sayın Yanardağ’ı birikimi ve katkıları bakımından saygı ile selamlıyoruz.

Sevgi ve saygı ile.
Ören – Burhaniye, 2.8.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Not : 31 Temmuz Dikili paneli sonrası birkaç gün tatil yapmaya çabalıyoruz.
Bu arada sitemizden sizlere iletilerimizde de bir “tatil modu” görünüyor sanırız..
Bu Panelin önemli notlarını sizlerle paylaşacağız..

=======================================

 

Ergenekon Davası’na Yeniden Bakmak

portresi

 

MerdanYANARDAĞ
merdan.yanardag@yurtgazetesi.com.tr

 

Türkiye tarihinin hiç kuşku yok ki en önemli yargılamalarından biri olan
Ergenekon Davası’nda artık sona gelinmiş durumda.

Silivri Mahkemesi 5 Ağustos 2013 günü kesin kararını açıklayacak.
Bir sürpriz beklemiyorum. Bildiğiniz gibi Balyoz Davası‘nda sanıkların
neredeyse % 90’ına ceza verildi.

Özel Mahkemelerde görülen ve darbe rejimlerine özgü bir yöntemle sürdürülen
bu davalarda adil yargılamanın yapılmadığıve hukukun açıkça ihlal edildiği biliniyor.

Çünkü bu davalar ile son

  • Cumhuriyetçi kadrolar ordudan, bürokrasiden ve geleneksel
    iktidar blokundan tasfiye edildi.

Böylece 60 yıla yayılan karşı devrim süreci tamamlandı.

1. Cumhuriyet tasfiye edildi.

Gerici iktidar bloku, siyasal hedeflerine ulaşmasının önünde engel oluşturabilecek kurumları, kadroları, yargı bürokrasisini, toplum önderlerini, aydınları, gazetecileri, askerleri ve politikacıları polis ve adliye zoru kullanarak bir süre için etkisizleştirdi.

Özellikle Balyoz Davası’nda NATO’dan çıkmak isteyen, Rusya, Çin, İran ve Suriye ile Avrasya odaklı bir ittifak kurarak ABD’yi ve NATO’yu dengelemeyi planlayan,
Kürt sorununu Türkiye merkezli olarak ve siyasal yöntemlerle çözme çizgisine yaklaşmış bir ekip imha edildi.

Rejim değişikliğini hedefleyen örtülü darbenin enstrümanı olarak kullanılan bu soruşturmalar nedeniyle, yaklaşık 200 yıldır kesintilerle sürdürülen; 1908, 1923 ve 1960 dönemeçlerinde gerçekleştirilen tarihsel atılımlarla en yüksek dalga boylarını yakalayan Osmanlı-Türk modernleşme ve aydınlanma süreci kesin bir kırılmaya uğradı.

İdeolojik bakımdan burjuva aydınlanmasının ocaklarından biri olan Harbiye,
İmam Hatip karşısında yenildi. Bu tespit, tarihsel bakımdan geçici bir duruma
işaret etse de artık bir olgudur.

Elbette kavga bitmiş değil. Olamaz da… Tersi, tarihin doğasına ve sosyolojik bakımdan toplumsal ilerleme yasasına aykırı. Ancak açıklıkla tespit edilmeli ki, Tanzimat’tan beri iki çizgi arasında süren mücadelede inisiyatif artık İslamcı-muhafazakâr kanadın elinde. Bu olgu bilince çıkarılmadan, doğru bir
mücadele anlayışı geliştirmek de mümkün değil.
***
Soğuk Savaş dönemiyle birlikte, yaklaşık 60 yıldır solcular, sosyalistler ve solcu Kemalistler devletten tasfiye ediliyor. Öyle ki, 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 darbelerinin bir amacı solu ve sosyalistleri imha etmekse, diğer amacı da bürokrasi ve TSK’dan ‘solcu Kemalistleri’ tasfiye etmekti.

Cumhuriyetin başlangıç ilklerini ve kuruluş varsayımlarını terk eden, deyim uygunsa kendi devrimine ihanet içindeki TSK ve Batıcı Cumhuriyet burjuvazisi, gericilikle ittifak halinde 60 yıldır kendi solunu tasfiye etmekle uğraştı. Sol, özellikle sosyalist sol, Cumhuriyeti aşmaya, onu tarihsel ve toplumsal bakımdan daha ileriye taşımaya çalışıyordu.

Solun bu iddiasını güçlü şekilde ortaya koyması, Cumhuriyetin de daha geriye çekilmesini önlüyor ve bir denge kuruluyordu. Bu nedenle solu tasfiye edilen Cumhuriyet aslında bütün gücünü de yitirdi. Bu büyük tasfiyenin tarihi 12 Eylül 1980 darbesidir.

Bu açıdan bakıldığında, AKP iktidarı bir yanıyla 12 Eylül’ün çocuğu diğer yanıyla da 60 yıllık karşı devrim sürecinin ürünüdür.

Solu hoyratça ezen, onun karşısına İslamcıları ve ırkçı milliyetçileri dikerek, gericiliği ve muhafazakârlığı besleyen sağcı Kemalistler, bu tutumlarının bedelini bugün çok ağır şekilde ödedi. İstanbul sermayesi ve Kemalistler, sonuçta kendilerini Türkiye gericiliği ile baş başa buldu. Artık yalnız kalmışlardı ve kendi Cumhuriyetlerini savunacak güçleri de yoktu. Sonuçta büyüttükleri güç kendilerini tasfiye etti.
Ergenekon ve Balyoz gibi davalardan sonra bugün Koç Grubu’na mahkeme kararıyla yapılan mali inceleme baskınının anlamı da buradadır.
***
Türkiye solunun önemli bir kesimi, Ergenekon ve Balyoz gibi davaların gerçek anlamını ve tarihsel niteliğini kavrayamadı. En iyi ihtimalle gelişmeleri salt egemen sınıflar içindeki bir çatışma, kendilerini ilgilendirmeyen bir itişme olarak gördü.
Önemli bir kesimi ise, inanılır gibi değil ama bu soruşturma ve davaları demokratikleşme hamleleri olarak değerlendirip AKP iktidarını destekledi. Referandumda “yetmez ama evet” dedi. Gerici tehlikeyi görmedi. Bu, iyi niyetli bir yorumla tam bir aymazlık halidir…

Oysa bu davaların nedenini kavramak için çok derin bir analiz yeteneğine, yorumlama gücüne ve yüksek bir birikime bile gerek yoktu.

MODERNLEŞME PARADİGMASI

Tam da 5 Ağustos öncesinde, yukarıda çizmeye çalıştığım tablonun nasıl oluştuğuna, bu tablonun tarihsel, siyasal, kültürel kaynakları ve nedenlerine
burada bir kez daha bakmakta yarar var.

Türkiye’de 1. Cumhuriyetin tasfiye edilmesi ve bir ılımlı İslam rejimi kurulmasının teorik temeli ve tarihsel gerekçesini, Müslüman ülkelerdeki Batı tipi modernleşme girişimlerinin başarısızlıkla sonuçlandığı varsayımı oluşturuyor.

İslam dünyasının tarihine, coğrafyasına, kültürüne/dinine ve toplumsal dokusuna özgü; Batı’yla uyumlu yeni bir modelin oluşturulması gerektiği uzunca süredir
ABD medyasında ve akademik çevrelerde tartışılıyordu. Dolayısıyla, “Ilımlı İslam” kavramı ve stratejisi, ABD ve Batılı ortaklarının aktüel ihtiyaçlarının bir sonucu olduğu kadar, bir fikri arka plana ve tarih tezine de dayanıyordu.

İşte bu tezin bir hipotez olmaktan çıkıp, hayat ve tarih içinde sınanmış bir modele dönüştürülmesi gerekiyordu. Bu model Türkiye olacaktı.

Çünkü en uygun ülkenin, modernleşme ve aydınlanma sürecinde görece başarılı olan, ancak sorunlarını aşamamış Türkiye’nin olabileceği düşünülüyordu.
Elbette Türkiye için istenen yeni bir Suudi rejimi değildi. Ama laik, modern ve demokratik bir cumhuriyet hiç değildi. Türkiye’yi İslam dünyasına daha çok yakınlaştıracak, hatta bu ülkelere liderlik yapmasını sağlayarak radikal eğilimleri terbiye edecek düşük yoğunluklu bir İslamizasyon yeterli görülüyordu.
***
Türkiye’de rejimin çok partili ve seçimli bir İslam cumhuriyeti yönünde dönüştürülmesi; ABD’nin doğrudan ve tam olarak sağlayamadığı bölge hegemonyasının Ankara üzerinden tahkim edilmesi demekti. Elbette bu projenin
tek bir koşulu vardı; İslamcı olan fakat Türkiye-ABD ilişkilerini bozmayacak nitelikteki kadroları iktidara taşımak…

İşte AKP bu ihtiyacın ve konjonktürün ürünüydü. Bu yanıyla AKP, iç dinamiklere dayanan bir siyasal güç olduğu kadar, asıl iktidar kudretini dış dinamiklerden alan bir hareketti.

Bu konuda Amerikan politikasına yön veren düşünce şöyle özetlenebilir :

Laik ve cumhuriyetçi Türkiye, İslam dünyasını etkileyemeyecek kadar bu ülkelerden uzaklaştı. Dolayısıyla Müslüman toplumlara bir model oluşturabilmek için, öncelikle (formel bakımdan da olsa) İslam’la demokrasiyi buluşturacak bir siyasal düzen yaratmak gerekiyordu.

Müslüman toplumlar artık seküler/laik bir ülke olmak hedefini bir yana bırakmalıydı. Tunus’ta ve Mısır’daki Müslüman Kardeşler iktidarlarının da Suriye’ye yönelik gerici ve emperyalist saldırının da anlamı buydu.

Öyle anlaşılıyor ki, Mısır’da Muhammed Mursi’nin halk tarafından devrilmesi tam bir tarihsel dönüm noktası oluşturuyor.

Çünkü bu gelişme Siyasal İslamcı rejim denemelerinin kesin bir yenilgiye uğradığına işaret ediyor.
‘Tahrir Devrimi’ni çalan Mursi ve Müslüman Kardeşler deneyi kesin olarak başarısızlığa uğramış durumda.

Soğuk Savaş döneminde NATO’nun “Yeşil Kuşak” stratejisine kurban edilen ‘Modern Türkiye’ 2000’ler dünyasında da “Ilımlı İslam” kumarında harcanmış görünüyordu. Suriye’nin emperyalizm ve gericiliğe karşı başarılı vatan savunması, Mısır’da İslamcı Mursi’nin devrilmesi dünyada tarihin akışını
yeniden doğal yatağına taşırken, Türkiye’de ise Gezi Direnişi bütün tabloyu değiştirdi.

Daha aydınlık bir ülke ve dünyanın eşiğinde olduğumuza şüphe yok.
Merdan Yanardağ
http://www.yurtgazetesi.com.tr/ergenekon-davasina-yeniden-bakmak-makale,5257.html, 28.7.13

Prof. Rennan Pekünlü Hoca’nın hapis cezası onaylandı!?

– GÜNCELLENDİ –

Dostlar,

İbret verici bir tablo ile karşı karşıyayız.

  • Artık ülkede hukukun “h” sinin bile bırakılmadığı ürkünç (vahim) bir durumdayız.

Anayasa Mahkemesi’nin açık kararına karşın fiili bir durum yaratılarak, türban yasağını uygulamak zorunda olan Prof. Rennan Pekünlü hoca mahkum edilmiş ve hüküm kesinleşmiştir. 1 adım kalmıştır, aynı Yargıtay Ceza Dairesi’nden karar düzeltimi
(tashih-i karar) istemek..

Öte yandan, bu son adımın işe yaraması için akılcı bir gerekçe ortada yoktur.

  • Anayasa Mahkemesi’nin duruma el koyması gerekmektedir!

Anayasa md 153/son aynen şöyledir :

  • “Anayasa Mahkemesi kararları Resmi Gazetede hemen yayımlanır
    ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını,
    gerçek ve tüzelkişileri bağlar.”

Bu durumda Yüksek Mahkeme genel kurulu ivedilikle toplanmalı;

– Son Balyoz davası tutuklularının anayasaya aykırı uzayan tutukluluk durumlarının sonlandırılmasına ilişkin açık iradesinin birtakım sözde biçim kurallarına (Gerekçeli kararın Resmi Gazetede yayımlanmamış olması, iptal kararı ile yasal boşluk doğmaması için ilgili mahkemeye değil TBMM’ye verilen 1 yıl sürenin kasıtlı çarpıtılarak tutukluluğun sürdürülmesi..)

– Ve son derece ibret verici olarak, Prof. Rennan Pekünlü‘nün bağlayıcı
Anayasa Mahkemesi kararlarına karşın kesinleşen hapis cezası konusunu
ACİL GÜNDEM İLE GÖRÜŞMELİDİR.

– Anayasa md. 153/son’da yer alan tüm muhataplarına bu maddenin anlamını ve gereklerini yüksek ses ve kararlılıkla hukuk devleti adına anımsatmalı
ve “her-ke-si” hukuk içine, hukuk üstünlüğüne hürmet etmeye çağırmalıdır.

– Tersine bir suskunluk, Yüksek Mahkeme’nin işlevsizleştirilmesine bilerek / bilmeyerek katılmak anlamına gelecektir. Türkiye, 27 Mayıs Devrimcilerinin armağanı,
1961 Anayasası’nın kurumlaştırdığı Anayasal Yargı Denetimi düzeninden
52 yıl sonra yoksun mu bırakılacaktır? Tüm çağdaş hukuk devletlerinde
Anayasa Mahkemesi vb. yapıda kurumlar oturmuştur ve işlevseldir.
Hukuk devletinin temel güvencelerindendir Anayasa Mahkemeleri.

Bunun hemen 1 adım sonrası, rejim bunalımına dek uzanabilecek ağır bir süreç doğurabilir.

Sayın Prof. Pekünlü’nün savunmanları da, derhal Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkını kullanmalıdırlar. Çünkü gerçekte daha önceki tüm hukuk yolları tüketilmişir. Yargıtay’ın ilgili ceza dairesi ilk derece asliye ceza mahkemesinin
hapis cezası kararını onamıştır. Karar Düzeltme istemine de aynı heyet (Daire) bakacaktır ve yeni bir kanıt ileri sürme, farklı bir savunma yapma olanağı kalmadığından – söz ve yol tükendiğinden – yerleşik içtihatlar doğrultusunda farklı bir karar beklenmez. İşte tam da
bu nedenle, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru öncesi tüm hukuk yolları
özde tüketilmiştir (Anayasa md. 148-149). AİHM’nin de benzer yönde içtihatları olup,
AYM de bu ölçütleri kullanacağını belirtmiştir. Bu bakımdan, dosya, karar düzeltimi başvurusu yapılmalı ancak sonucu beklenmeden hızla AYM’ne taşınmalıdır.

Prof. Rennan Pekünlü Hoca’ya dayanışma duygularımızı sunuyoruz.
Bu saldırı nedeniyle erken emekli olarak akademik yaşama veda etmek zorunda kalması da “yeter yaptırım” (!?) olarak görülmedi hocaya.. Benzer konuda önceki cezasının varlığı da şimdikinin ertelenmesini olanaksız kılıyor.

Tek yol hapis!

TBB (Türkiye Barolar Birliği), Hukuk Fakülteleri, Türk Hukuk Kurumu
ve kamuoyunun tüm ilgili kesimlerini göreve çağırıyoruz.

“Türkiye’de laiklik tehlikededir diyemem..” tümcesinin sahibi Kemal Kılıçdaroğlu‘nu da vicdanı ve tarihsel sorumluluğu ile baş başa bırakıyoruz..

Yine Kılıçdaroğlu’nun göz kırpması değil miydi ki, Türban AİHM’nin yinelenen temyiz kararları reddi ile birlikte tüm hukuksal yollarla yasaklanmış, bir insan hakkı olduğu reddedilmiş iken fiilen üniversitelerde önünü açan?? Giderek tüm kamuda..
K. Kılıçdaroğlu bu ağır faturanın başta gelen sorumlularındandır.

**********************

Sayın Prof. Kayıhan Kantarlı’nın bize yanıtı şöyle :

Değerli Hocam,
 
Çaldığımız davullara karşın uyanmamakta kararlı olan akademisyen/aydın çoğunluğuna inat, hak ettiğiniz bir kaç saatlik uykunuzdan vazgeçerek hazırlayarak web sayfanızda yaynladığnız bu son derece anlamlı yazı ile verdiğiniz destek için teşekkürlerimi iletiyorum.
 
Tabii ki, bir de mesajda vurguladığım -bu sürece ilişkin- belgelenmiş ….. suçları ile E.Ü. rektörü, Fen Fakültesi Dekanı ve bunları teşvik eden YÖK var. Rennan Pekünlü hapse giderken …….  ve yargı önünde hesap sorulması konusunu da Pekünlü’ye uygulanan hukuksuzluğun önemli bir ayağı olarak, bu günlerde kamuoyunun gündemine oturtmak gerekiyor.Çünkü bu olayın ardında E.Ü. Rektörünün ikinci kez atanabilmek için Zaman gazetesinin de dahil olduğu ve başarıyla uygulanan  bir senaryo yatıyor. Sizi bu konuda belgelere dayalı olarak bilgiendirmek istediğim dosyayı sonraki mesajımla ileteceğim.

Tekrar teşekkürler iyi ki varsınız

Sevgi ve Sayglarmla
Kayhan Kantarlı (25.7.13)

*************************************
Bu arada Sayın Prof. Pekünlü’den de bir ileti var..
Dik duruşundan ödün yok.. Kendisini gönülden kutluyoruz..
Sayın Ahmet Saltık ve Kayhan hocam,
 
Laiklik ilkesini kollayıp gözeten davranışlarınız, duygu ve düşünceleriniz için her ikinize de çok teşekkür ediyorum. Avukatımın ifadesine göre Yargıtay kararında, “düzeltilmiş” ifadesi varmış. Ancak avukatım, “Düzeltilen şeyin ne olduğunu ancak karar yerel mahkemeye geldiğinde öğrenebileceğiz.” diyor. Ceza onandığına göre, “Düzeltilmiş” şey “laiklik ilkesi” değil! Ancak o onarımı biz yapacağız. Bu evrensel ilkenin onarımını yapmak boynumuzun borcu olacak. 

Her ikinize de sevgiler sunuyorum. (25.7.13)**********************

Bu sitede konuya ilişkin olarak daha önce yayımlanan birkaç yazıya bakılması
uygun olur..

– http://ahmetsaltik.net/prof-dr-rennan-pekunlu-ile-turban-hakkinda-soylesi/
– 
http://ahmetsaltik.net/hepimiz-rennan-pekunluyuz/
– 
http://ahmetsaltik.net/hepimiz-rennan-pekunluyuz/
– 
http://ahmetsaltik.net/okula-turbanli-giren-ogrencinin-fotografini-ceken-profesore-hapis/

Sevgi, saygı ve derin kaygı ile.
24.7.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==========================================

Prof. Rennan Pekünlü Hoca’nın hapis cezası onaylandı!?

Laik Cumhuriyet Sona mı Erdi !

Anayasa Mahkemesi, Danıştay ve AİHM kararları ile bunların uygulanması için YÖK ve Rektörlük tarafından verilen talimatların gereğini yaptığı için Prof. Dr. Rennan Pekünlü’ye verilen iki yıl bir aylık hapis cezası Yargıtay’da onaylandı (http://www.egedesonsoz.com/haber/Yargitay-onadi-EU-lu-profesore-turban-fisleme-hapsi/846366).

Rennan Hoca’nın fakültesinde sergilenen laiklik karşıtı tabloya (http://www.zaman.com.tr/gundem_dekandan-ozgurluk-adimi_1121125.html) karşın, kendisine verilen talimatların gereğini yerine getirmeye devam ettiği için hapse girecek olması,

  • Laik Cumhuriyet’in sona erdiğinin kanıtıdır!

Asıl yargılanması ve hapse mahkum edilmesi gereken girmesi gereken; 

  • Fakülte dekanlıklarına gönderdiği 5 Nisan 2011 tarihli gizli yazıda  “2008’de
    AKP tarafından çıkarılan fakat aynı yıl Anayasa Mahkemesi’nce iptal edilen
    5735 sayılı yasayı yürürlükte göstererek öğretim üyelerine yasağın uygulanmaması talimatını verip hem öğretim üyelerini hem de öğrencileri anayasa ve yargı kararlarna karşı suç işlemeye yönlendiren”
     ve arkasından Fen Fakültesi Dekanının dekanlık binası önünde türbanlı öğrencilerle Anayasa ve yargı kararlarına meydan okurcasına verdiği poza göz yuman (http://www.zaman.com.tr/gundem_dekandan-ozgurluk-adimi_1121125.html)
  • Prof. Dr. Rennan Pekünlü hakkında üniversiteden izin alınmadan açılan 2. davanın hazırlık soruşturmasında Cumhuriyet Savcısı’nın sorularına  cevaben gönderdiği 21/11/2012 tarihli  yazıda, yıllardır uygulanan ve yargı kararları gereğince  halen de uygulanması gereken türban yasağını ve buna ilişkin arşivler dolusu belgeleri bilerek yok gösterecek şekilde

1- Rektörlük tarafından Prof. Dr. Esat Rennan PEKÜNLÜ’ye konu ile ilgili bir görev verilmemiştir.

2- Üniversite yetkili kurullarınca öğrenciler hakkında türbanlı bir şekilde üniversite içine girme ya da derslere katılma yasağına yönelik alınan herhangi bir karar bulunmamaktadır.

3- Yüksek Öğretim Kurulu tarafından Üniversitemizde uygulanmak üzere konu ile ilgili bir yasaklama kararını içeren yönerge ve talimat gönderilmemiştir.

diyerek , yargıyı etkilemeye yönelik gerçek dışı bildirimde bulunup Pekünlü’yü kafasına göre yasak uydurup uygulayarak üniversitede kargaşa çıkaran kanunsuz biri olarak göstermeye çalışan;

Ege Üniversitesi Rektörüdür.

Asıl yargılanması gerekenlerden biri de EÜ rektörünün iptal edilmiş anayasa fıkrasını yürürlükte göstererek öğretim üyelerine “türban yasağı uygulanmayacak” talimatı verdiği
söz konusu gizli genelgeyle işlediği suçla ilgili olarak Üniversite Konseyleri Derneği (ÜKD) tarafından İzmir Cumhuriyet savcılığına yapılan suç duyurusuna (
http://www.milliyet.com.tr/eu-rektor-u-icin-suc-duyurusu/ege/haberdetay/13.06.2012/1552920/default.htm)
ilişkin ceza soruşturmasını bir yıldır sonuçlandırmayan YÖK Başkanıdır.

Kayhan KANTARLI
EÜ emekli öğretim üyesi
e-mail: kayhankantarli@gmail.com
Tel: (0532)-6301473
3 attachments — Download all attachments (zipped for

English (US)
GİZLİ GENELGE suç belgesi.pdf
273K   View   Download
ÜKD EGE ÜNİVERSİTESİ REKTÖRÜ HAKKINDA SUÇ DUYURUSU.pdf
340K   View   Download
ÜKD SAVCILIK DİLEKÇESİ EÜ REKTÖRÜ HAKKINDA Suç Duyurusu (1).doc
142K   View   Download