Etiket arşivi: Haziran 2013 direnişi

30 Mart 2014 Yerel Seçim Değerlendirmesi : NEDEN BÖYLE OLDU?


30 Mart 2014 Yerel Seçim Değerlendirmesi

NEDEN BÖYLE OLDU?Zeki_Sarihan_portresi

 
Zeki Sarıhan
 
30 Mart 2014 yerel seçimleri, neresinden baksanız,
Türkiye’nin siyasal yapılanmasında durumun korunduğunu gösteriyor.
Seçim kampanyaları, bu seçimi yerel yönetimler için olmaktan çıkarıp genel seçim havasına büründürdü. Merakla beklenen, AKP’nin
bu seçimde ne denli oy yitireceği idi. Haziran 2013 Direnişinin milyonlarca insanı günlerce sokağa döktüğünden beri henüz dokuz ay geçti.
Hele 17 Aralık’ta (2013) ortaya çıkan yolsuzluk belgelerinin iktidar için yarattığı sarsıntılar sürerken, AKP birkaç bakanını feda ederek depremi hafif sarsıntılarla atlatmayı başardı. 2011 Genel seçimlerine göre yaklaşık 5 puan oy yitirdi. Bu da olumlu bir gelişmedir.
 
  • Oysa AKP,
    yurttaşlarca iktidardan derhal uzaklaştırılması gereken bir partidir
    .
“Yeni Osmanlıcılık” rüyalarına dayanan dış politikası iflas etmiştir.
İktidarın Fethullahçılık cemaatıyla ve liberallerle arasına kara kediler girmiştir.

  • Ülke, gitgide demokrasiden uzaklaşmakta ve tek bir kişinin diktatörlüğüne doğru gitmektedir.
Eğitim politikası gericidir ve iflas da etmiştir.
Basın baskı altındadır.
Üstüne üstlük iktidarın ABD ve Avrupa dayanakları
hemen hemen çökmüştür.
Buna karşın AKP, iktidardaki yerini korumuştur? Neden?

Şimdi, bu konuda her kafadan bir ses çıkıyor, ipe sapa gelmez
sözüm ona analizler yapılıyor, suçu muhalefete atanlardan geçilmiyor. 
Bu konuda gerçeğe dayalı değerlendirmeler yapılmazsa geleceğe de sağlam adımlarla yürünemez.
 
12 Haziran 2011 seçim sonuçlarını değerlendiren yazımda AKP’nin seçimleri, esas olarak uyguladığı ekonomik politikalar nedeniyle kazandığını belirtmiş, buna örnekler de vermiştim. AKP iktidarı döneminde yaşam standardı oldukça yükselmiş, bundan da en çok toplumun yoksul kesimleri yararlanmışlardı. Bu kesimler, hükümete minnet duyuyor, onu kültürel ve psikolojik nedenlerle de kendilerine daha yakın buluyordu. Tam üç yıldır, çevremde bu gerçeği anlatmaya çalışıyorum fakat bunun için az itiraz ve suçlama ile de karşılaşmadım. Yoksa ben AKP’li mi olmuştum? Liberalizme mi saplanmıştım?
AKP iktidarı döneminde halkın yoksullaştığını, AKP’nin seçmenlerin oylarıyla değil de seçim hileleri ile iktidara geldiğini söyleyen çok insanla karşılaştım. Bazıları da hükümetin yalnız dinci tutumundan ötürü oy topladığını ileri sürdüler. Oysa köylüler ve kent yoksulları neden AKP’ye oy verdiklerini dosdoğru anlatıyorlar. 

Bu kez, komplo iddialarının daha az revaç bulacağını sanırım.
Çünkü gerçekler er geç kendini kabul ettirir.
  
Yolsuzluklarla ilgili bütün gerçeklere karşın AKP mitinglerinin niçin kalabalık olduğunu anlatan “Konuya Bir de Öteki Taraftan Bakmak” başlıklı yazımda, kitlelerin en çok da bu ekonomik istikrar ve refah düzeyinin sürmesi isteğiyle AKP’yi terk etmekte ayak sürüdüğünü belirtmiştim. Muhalefetin “Acilen ve acilen” kitleleri çekecek bir ekonomik program yapmasını önermiştim.
 
Ana muhalefet partisinin bu gerçeğin farkında olduğu görülüyor.
Seçim sloganı olarak belirlediği üç ibareden biri olan “Varlık içinde”yi
en başa yazmasından da bu anlaşılıyor. Ayrıca meydan mitinglerinde Kemal Kılıçdaroğlu sosyal yardımların kesilmeyeceğini, bunları daha da artıracaklarını vaat etti. Buna karşın, CHP oylarındaki artış sınırlı kaldı. Nedeni, halkın, halen yararlanmakta olduğu olanakları bırakarak
vaat edilene güvenmeyişi oldu. Kitlelerin CHP ile arasındaki tarihsel soğukluk da bundan rol oynadı.
Türk milliyetçiliği gibi geleneksel politikasını sürdüren MHP’nin oylarında da bir artış görülmedi.
 
  • İP ile işbirliği yapsaydı, CHP’nin seçimleri kazanacağı yolundaki iddialar da gerçekçi değildi.
İP’in DSP, TKP, EMEP, ÖDP gibi sandıkta herhangi bir oy ağırlığının olmadığı görüldü. Keskin milliyetçi söylemlerle CHP’nin solunda olunacağı da doğru değildir. Bu ideolojinin MHP gibi bir sahibi de vardır. Türkiye’de emekli subaylarla seçim kazanıldığı görülmemiştir.
Kendi politikalarını CHP’ye dayatmak ve asıl hücumlarını iktidar partisinden çok CHP’ye yöneltmekle bu partiyi bölmek de
mümkün olmamıştır.
İP, CHP’ye önerdiği politikasını kendi partisi, televizyonu, gazetesi ve gençlik örgütüyle halka sunmuştur. Bunlar oy getirseydi, İP dişe dokunur bir varlık gösterirdi. Bu politikaları savunacak bir CHP, küçücük bir parti haline gelirdi.
 
Bu son seçim kampanyası boyunca AKP’nin iktidardan düşürülmesi için herkes elinden geleni yapmıştır. Bu konuda bir başarısızlık varsa
herkes önce kendi politikalarını ve hatalarını gözden geçirmelidir. Başarısızlık istifa nedeni olacaksa, bunu öncelikle kendileri için
yürürlüğe koymalıdır. 

1930’lu, 40’lı yıllar çok gerilerde kaldı. Bir ırmakta iki kez yıkanmak olanaklı değildir. Atatürk’ün adını kullanarak, o döneme geri dönüleceğini vaat eden politikaların seçimlerde başarı şansı yoktur. Atatürk’ün de 1938’de ölmeseydi daha sonraki dönemler için verili duruma bakarak yeni politikalar üretmeyeceğini kim söyleyebilir? Her vesile ile günlük politikanın içine sokmak, O’nu milletin ortak değeri olmaktan uzaklaştırıyor. Bu durum ayrıca politika üretmekte acizliğin de
bir anlatımıdır.
 
1960 sonrasında Türkiye aydınları Marksizmi yeni yeni öğrenirken önce Marks’tan bir cümle alırlar, Türkiye’nin koşullarını o cümlenin kalıbına sokmaya çalışırlardı. Daha sonra pratiğin kuramdan önce geldiğini öğrendiler. Türkiye’nin tarihini, halkın psikolojisini, sınıfların durumunu araştırdılar. Bunlara dayanarak politika ürettiler. Oldukça başarılı da oldular. Şimdi ise Türkiye’yi gözü kapalı savunulan birkaç ezberlenmiş sloganla yönetilir sananlar var…
 
Toplum ve siyaset durmadan evriliyor. Askerler, bir kurum olarak
siyaset arenasından çekildiler. Emperyalizm bütün dünyada geriliyor. Milletlerin özgürlük istemi güç kazanıyor. Teknoloji ve politik katılım
bütün dünyada gönenç düzeyini artırıyor. İnsanlar, her zamankinden daha çok bireyselleşiyor. Yeni gereksinimler ve hedefler ortaya çıkıyor. Topluma artık geçmişi vaat etmek doğru değildir. Ne Rusya Lenin’in,
ne Çin Mao’nun, ne de Irak Saddam döneminin uygulamalarına
geri dönebilir. Geçmişin düşünü görmek yerine gelecekle ilgili politikalar üretmek gerekir. 

İktidara gelmeyi, bir ekonomik çöküntünün gelmesine, savaş çıkmasına, içeride yeniden bir Türk-Kürt vuruşmasına bağlamak çaresizliğin dışavurumundan başka bir şey değildir.
 
İktidarı AKP’nin elinden almak, ülkede toplumsal barışı kurmak,
toplumsal gönenci (refahı) artırmak, özgürlüklerin önündeki engelleri temizlemek için sihirli bir formül yoktur. Yapılacak şey, gerçeklere ve halkın isteklerine dayanarak ve olanakları gözden geçirerek
yapılabilecek olanları adım adım yapmaktır. (31.3.2014)

ERGENEKON HÜKÜMLERİ ÜZERİNE


Dostlar
,

Sayın Zeki Sarıhan‘ı herkes tanıyor..
İstikrarlı devrimci – yurtsever öğretmenimiz..

Ayvalık’ta tatilde de yazmayı sürdürüyor.

Aşağıda, 13 maddede özetlediği kapsamlı bir çözümleme var.
Biz çok yararlandık..
Teşekkür ederek paylaşalım..

Sevgi ve saygı ile.
14.8.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

======================================

ERGENEKON HÜKÜMLERİ ÜZERİNE

 

 Zeki_Sarihan_portresi

Zeki Sarıhan

 

 

 

Ergenekon Davası‘nı, gazeteler ve televizyonun haberlerinden izlemeye çalışıyoruz. Aslında bu davanın Balyoz Davası’yla birlikte ele alınması gerekiyor.
Her ikisi de hükümete karşı darbe hazırlandığı iddiasındadır. Balyoz, yalnız askerlerden oluşmaktadır. Ergenekon’da ise askerlerin yanında akademisyenler, gazeteciler, siyasetçiler de vardır. Dava hakkında yorum yapanlar da siyasi duruşlarına göre görüşlerini dile getirmeye devam ediyorlar. Konu  çok yönlüdür. Aşağıda belli başlı birkaç özelliğe değinilmiştir.

1. Ergenekon Davası, ülkemizdeki sınıf çatışmalarının oldukça şiddetli olduğunun kanıtıdır. Emperyalizme bağımlı, demokratik devrimini tamamlamamış, anayasal kurumları yerli yerine oturmamış, hukuktan çok gücün egemen olduğu ve siyasi bir deprem kuşağı üzerinde bulunan bir toplumda bu çatışmalar şaşırtıcı değildir ve tarihin belli bir döneminin özelliklerindendir.

2. Çatışma, esas olarak iki sınıf, dolayısı ile iki güç arasındadır. Davalı olan taraf, Tanzimat’a kadar götürülebilecek, Cumhuriyet döneminde iktidarını pekiştirmiş,
her dönemde ya tek başına iktidara sahip olmuş, ya da iktidara ortaklık etmiş modern burjuvazidir (Ordu). Davacı taraf ise Anadolu’dan ve büyük kentlerin çeperlerinden gelen, ülkede kapitalizmin gelişmesine paralel olarak servet ve güç sahibi olan,
daha çok geleneksel değerlere yaslanan (deyim yerindeyse) yeni burjuvazidir.(AKP)

3. Davacı taraf, AKP ve Fetullahçı cemaat olarak, birbirine rakip iki kanata ayrılmaktadır. Davalar, bu iki kanadın da iktidar mücadelesinin odağındadır.
Her iki kanat, başlangıçta birlikte hareket ederken, dava ilerledikçe inisiyatif cemaatçilerin eline geçmiştir.

4. Bu çatışma sınıfların çıkarlarını taşımaktadır ve çatışma daha çok yaşam tarzı üzerinde cereyan etmektedir (Laiklik-dincilik). Bunlardan biri, kötü yönetilmiş bir ülkede “milli görüş” gömleğini çıkardığını söyleyen, emperyalist güçlerin güven ve desteğini alan, halk kitlelerine refah ve demokrasi vaat ederek iktidar olma şansını yakalayan AKP hükümetidir. Öbürü, AKP iktidarının laik rejimi yıkarak şeriatçı bir rejim getireceğini düşünen ordu ve bürokrasi etrafında çevrelenmiş bir güçtür. Daha çok yaşam tarzı üzerinde görülen bu kavga, aynı zamanda iki sınıfın iktidar mücadelesidir.

5. 2002 yılında AKP’nin en çok oyu alarak Parlamentoda çoğunluğu ele geçirmesi, Orduyu ürkütmüş, bu partinin iktidardan uzaklaştırılmasına yönelik kimi girişimlere
neden olmuştur. Ancak iç ve dış koşullar, Ordunun iktidarı ele almasına engel olduğu için bu örgütlenmeler dağılmış, yeniden kurulmuş ve yeniden dağılmıştır.
Bu durum, görece (nisbi) istikrar dönemlerinde ülkede askeri yönetimlerin başarıya ulaşamayacağını göstermektedir. 28 Şubat gibi bir postmodern darbenin
yarım kalıp geri tepmesi, 27 Nisan bildirisinin işe yaramaması da bunun kanıtıdır. İddia edildiği gibi, 2002-7  döneminde bir askeri darbe gerçekleştirilmiş olsaydı,
çok geçmeden darbe mağdurlarının ilk serbest seçimlerde yeniden iktidara gelmesi veya Türkiye’de Arap Baharı’na benzer bir direniş başlaması beklenirdi.
Türkiye bu ‘’Bahar’’ı 1950’de yaşamış bulunuyordu.

6. Kendisine karşı beslenen bu niyetlerden haberdar olmaması mümkün olmayan iktidar, henüz kendisini yeterince güçlü hissetmediğinden Ordu ve bürokrasi ile kesin bir hesaplaşmayı göze alamadığı için olayı görmezlikten gelmiş, bu arada halk kitlelerini memnun edecek ekonomik ve sosyal politikalar uygulayarak çoğunluk katında
güç toplamaya çaba göstererek zaman kazanmıştır.

7. İktidar, AKP’yi kapatma davasını atlatarak 2007’de, daha büyük bir oy gücüyle iktidarını yenilediğinde, Ordunun muhalefetinin gücünü kırmak için geçmiş yıllara ilişkin raporları, günlükleri, ihbarcıları devreye sokarak kimi kişileri tutuklamıştır. Buna gücünün yettiğini fark edince işi büyütmüş, tutuklamaları dalga dalga genişleterek ve elini yükselterek, işi eski kuvvet komutanlarını ve genel kurmay başkanını tutuklamaya dek vardırmıştır. Bu süreç içinde, kimi eski ve yeni kuvvet komutanlarıyla anlaşma yaparak, onları arkadaşlarından ayırmayı başarmıştır.

8. Cemaate bağlı polis, ”eli değmişken” ve gücünün doruğunda iken kendisi için tehlike arz ettiğini düşündüğü kimi çevreleri, 23 dosyayı birleştirerek bir torba davada toplamıştır. Bunların içinde geçmişlerindeki muhalefetlerinden ötürü öç almak istediği kişiler de vardır.

  • Kısacası Ergenekon Davası, bir darbeyi önleme değil, bir öç alma, gözdağı verme ve iktidarı pekiştirme davasıdır.

9. Ergenekon Davası, derin devlet denilen yapılanmaların açığa çıkarılması, bunlara, yaptıklarından hesap sorulması değildir. 1980 darbesinden, Gladyodan, Jitem’den hesap sorulmamıştır. AKP, halen bunlarla uzlaşmakta, geçmiş bir sürü kanunsuzlukların üzerini örtmekte, üstelik kendisi, yeni derin yapılanmalar oluşturmaktadır. Bunun en son örneği Uludere Katliamı’nın üstünü örtme çabasıdır. Demokrasi ve insan hakları kavramına yabancı bir gelenekten gelen, giderek otoriter bir yönetime yönelen iktidarın dilindeki demokrasi ve insan hakları kavramları, onun güç kazanması için
kimi çevrelerin ağzına çaldığı bir parmak baldan ibarettir.

10. AKP İktidarı, Balyoz, Ergenekon ve KCK gibi davalarla toplumdaki gerilimi de artırmaktadır. Kuşkusuz bu onun aleyhinedir. Bu gerilimi düşürmek için ne yapacağı henüz bilinmemektedir. Uzak olmayan bir gelecekte, kendisi hala iktidarda kalırsa, gerilimi azaltacak kimi kararlar alması da beklenir. Bu, “toplumsal barış” gerekçesiyle toplu bir siyasi af olabilir. Herhalde kimse, Ergenekon Davası’nda verilen ömür boyu veya 40 yıl gibi hapisliklerin yatılacağını zannetmiyor.

11. Balyoz, Ergenekon, 28 Şubat gibi davaların var oluş nedenlerinden biri,
egemen sınıflar arasındaki çatışmanın mutlak ve ezeli olması, öbürü ise
emekçi halkın bilinçli ve örgütlü mücadelesinin zayıflığıdır. Sınıf bilincine sahip olmayan, bilinçlenmeleri ve örgütlenmeleri tarih boyunca engellenmiş, iktidar mücadelesi her zaman ezilmiş olan emekçiler, bu kavgayı ya uzaktan, ilgisiz gözlerle izlemekte ya da egemen sınıflardan birinin arkasında yer almaktadır.

12. Davanın içinde çok çeşitli ögeler vardır. Bunların bir bölmünün geçmişleri
temiz değildir. Geniş halk kesimleri bunu görmektedir. Savunma cephesinin
Danıştay katilleri dışında bu kirli ögelerden kendilerini ayırmamaları,
ilk tutuklamalardaki “Bunların içinde bizim ne işimiz var?” söyleminde ısrar etmemeleri kendileri için en büyük sorundur.

Ne var ki, Türk devrimi, bağımsızlık, demokrasi ve devrim davasına büyük emekleri geçmiş, deneyimli bilim adamı, siyasetçi, gazeteci dostlarını böyle bir durumdan ötürü feda edemez. Onları savunacaktır.

13. Türkiye’de halk hareketi, Haziran 2013 direnişi ile yeni bir modele evrilmiştir. Bu hareketin esası, halkın şu veya bu egemen sınıf odağından medet ummadan ve onlar tarafından kullanılmasına izin vermeden kendi yazgısını kendisinin çizmesidir.

Şimdi yapılacak iş;

  • Bu hareketi daha geniş kitleler içinde yaymak,
  • Onun içinden bir önderlik yaratmak ve
  • İktidar için uzun erimli ve gerçekçi tasarımlar üretmektir.
    (Ayvalık,14.08.2013)