Etiket arşivi: atatürk

İZMİR’İN DAĞLARINDA ÇİÇEKLER AÇAR


Dostlar,

İzmir’den çok değerli dostumuz E. Kurmay Albay Şahap Osman Aras bu gün de
nefis bir yazı yazmış..

Sitemizi izleyenler bilirler, Sayın Aras’ın pek çok değerli yazısı bu sitede yayımlanmıştır.

Görkemli 9 Eylül 1922 utkusu ancak bu denli güzel anlatılabilirdi 92 yıl sonra..

Albay Aras, size selam olsun!

Sevgi ve saygıyla.
9.9.2014, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

===============================================

İZMİR’İN DAĞLARINDA ÇİÇEKLER AÇAR

PORTRESİ

 

Şahap Osman ARAS
Emekli Kurmay Albay-Tarihçi Yazar (2014-İZMİR) 

 

 

9 Eylül 1922 Cumartesi günü saat 18:00 sıralarında, 1. Ordu’nun Belkahve’deki gözetleme yerinde bir hareketlilik vardı. Çünkü, Türkiye Büyük Millet Meclisi Ordularının Başkomutanı Mareşal Gazi Mustafa Kemal Paşa, Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Paşa ve Garp Cephesi Komutanı İsmet Paşa otomobilleriyle, Kasaba (Turgutlu) yönünden Belkahve’ye geliyorlardı. Güneş neredeyse batmak üzereydi. Başkomutan ve beraberindekiler, 1’inci Ordu Komutanı Nurettin Paşa tarafından karşılandılar.
İlk gözetlenen yer Kadifekale idi. Şükürler olsun, Kadifekale’den Yunan Bayrağı indirilmiş, Şanlı  Bayrağımız orada onurla dalgalanıyordu.

Başkomutan ve Paşalar, gözetleme yerindeki dürbünlerin başına geçtiler… Kadifekale’yi, Körfez’i, Körfez’deki düşman gemilerini, Karşıyaka’yı ve her yeri dikkatle incelediler. Evet, 26 Ağustos Cumartesi sabahı Afyon / Kocatepe’de başlayıp,
15 günden beri aralıksız süren Büyük Taarruz stratejik hedefine ulaşmış bulunuyordu. İtilaf Devletlerinin 15 Mayıs 1919 günü Yunan Ordusuna teslim ettiği, Aydın İlinin merkez sancağı, güzel İzmir’imiz nihayet işgalden kurtarılmıştı. Herkes yorgun,
fakat çok  mutluydu.

Başkomutan, İsmet Paşa’ya dönerek;

“Biliyor musun? Sanki bir rüya görmüş gibiyim..” dedi.

İsmet Paşa;

“Haklısınız. Bu kadar mucize, ancak bir rüyada yaşanabilir..” diye yanıtladı.

Başkomutan ve Paşalar İzmir’e 10 Eylül sabahı girecekti. Geceyi geçirmek için Nif’e (Kemalpaşa’ya) geri döndüler. Orada, Redif Taburunun karargahı olan (halen İlçe Milli Eğitim Müdürlüğünün sorumluluğunda bulunan) tek katlı bir binada kalacaklardı. Ordu’nun savaş raporu saat 20:00 sıralarında Başkomutanlık Karargahına ulaştı. Birliklerimiz İzmir’de denetimi sağlamışlardı. Akşam yemeğinden sonra, odaya bir mahmurluk çöktü… Sessizliği ATATÜRK bozdu :

“Yahu” dedi, “İzmir’e ilk girdiğimiz akşamdır bu. Bu kadar sessiz oturulur mu? Bari bir şarkı söyleyelim..”

Ardından kendisi, eliyle tempo tutarak bir şarkıya başladı.

“Yine bir gülnihal…”

Öbür Paşalar da, Başkomutan’a eşlik etmeye çalıştılar.

İZMİR’E İLK GİRENLER

30 Ağustos günü Dumlupınar’da bozguna uğradıktan sonra paniğe kapılan düşmanı, Fahrettin (Altay) Paşa’nın 5’inci Süvari Kolordusu kovalıyordu. Süvari Kolordusunun ardından 1’inci Ordu Birlikleri geliyordu. Düşman hem kaçıyor, hem de önüne ne gelirse yakıp yıkıyor; halkımıza her türlü kötülüğü yapıyordu. Manisa 8 Eylül’de kurtarıldıktan sonra, Süvari Kolordusu  iki gruba ayrıldı. Kolordu Karargahı ve 14’üncü Süvari Tümeni batı istikametinde ilerleyerek, Menemen’i işgalden kurtardı. Süvarilerimiz, kaçan düşmanı izlemeyi sürdürerek, 9 Eylül günü saat 16.03 sıralarında Karşıyaka İskelesi’ne ulaştılar.

1 ve 2’nci Süvari Tümenleri ise, Sabuncubeli’ni aşarak, 9 Eylül sabahı İzmir’e vardılar. 1’inci Süvari Tümeni Bornova’dan, 2’nci Süvari Tümeni Mersinli’den ilerleyerek, karşılaştıkları düşman artıklarını etkisiz hale getirdi. İzmirliler bu iğrenç işgalin elbette bir gün sona ereceğini biliyordu…Gelinlik genç kızlarımız, kurtuluş gününün özlemiyle, çeyiz yerine Ay-Yıldızlı Şanlı Bayrağımızı hazırladılar. Yunan Ordusu ve onların işbirlikçisi yerli Rumlar panik halinde kaçarken, İzmir bir gelincik tarlasına dönüşüverdi. Çünkü, her yer Al Bayrağımızla donatılmıştı.

Yüzbaşı Şerafettin Bey’in komuta ettiği birlik Kordon’da ilerlerken üzerlerine ateş açıldı, bir de el bombası atıldı. Şerafettin Bey yaralı atını değiştirdi. Boynundaki
yarayı da hemen orada sardırarak, gecikmeksizin ilerleyişine devam etti. Saat 10:30 sıralarında birliklerimiz Konak Meydanına ulaşmıştı.Yüzbaşı Şerafettin Bey Hükümet Konağına, Yüzbaşı Zeki Bey Sarıkışla’ya Bayrağımızı çektiler. Kadifekale’deki Yunan Bayrağını indirmek  ise, 5’inci Kafkas Tümenine nasip oldu. Asteğmen Besim,
5’inci Süvari Kolordusunun Tümenlerinden önce, bir hamlede Kadifekale’ye ulaşarak, Bayrağımızı kalenin burcuna çekti.
(13 Eylül 1921’deki Sakarya Zaferi’ni kutlamak için Buhara Cumhuriyetinden gönderilen 3 Kılıçtan üçüncüsü, Başkomutan tarafından Yüzbaşı Şerafettin Beye armağan edilmiş; 1934 yılında kendisine İZMİR soyadı verilmiştir.)

KİM UYGAR , KİM BARBAR ?

Onbaşı Halide Edip Hanım, Ali Çavuşun tembihlediği gibi, 10 Eylül sabahı, saat 08:00’de Paşaların kahvaltı sofrasındaydı. Gazi Paşa;

“Bugün İzmir’e gireceğiz.” dedi.

Halide Onbaşı ayrı gitmek istediyse de kabul ettiremedi. Kuşluk vakti, zeytin dallarıyla süslenmiş beş otomobille İzmir’e hareket edildi. Şimdiki Tepecik Semtini Basmane’ye bağlayan (Yeşildere üzerindeki) Kemer köprüsünden geçildikten sonra, Kapılar’da bir Süvari Alayı onları karşıladı. Süvarilerimizin kılıçları güneşte parıldıyor, atlarımızın
nal sesleri kulakları çınlatıyordu. Anafartalar yoluyla, Kemeraltı çarşısından geçerek, Konak Meydanındaki Hükümet Konağına geldiklerinde; Gazi Paşa’yı yoğun bir  karşılama ve diplomasi trafiği bekliyordu.

Başkomutan ikindi vaktine dek Hükümet Konağındaki çalışmalarını sürdürdükten sonra, İzmirlilerin armağanı olan, çiçeklerle bezenmiş bir otomobille Karşıyaka’ya hareket etti. O gece İplikçizade Köşkünde kalacaktı. Yunan Kralı Konstantin de İzmir’e geldiğinde
bu köşkte kalmıştı. (Köşkün önceki sahibi bir Levanten olduğu için, kimi kaynaklarda
adı Alatini Köşkü olarak geçmektedir..) Şimdilerde, Karşıyaka Nikah Dairesinin karşısında, Cemal Gürsel Caddesi No 380 adresindeki Çağlayan Apartmanının bulunduğu yerdeki Köşke geldiklerinde, onları mahşeri bir kalabalık bekliyordu.
Herkes sevinç gözyaşları döküyordu. Köşkün girişine bir de Yunan Bayrağı serilmişti.

ATATÜRK kaşlarını çattı. Bayrağın oraya niçin serildiğini sordu?
Başkomutana arz ettiler… Yunan Kralı 12 Haziran 1921’de İzmir’e geldiğinde,
aynı yerdeki Türk Bayrağını çiğneyerek köşke girmişti.

“Paşam, ne olur siz de Yunan Bayrağını çiğneyerek, öcümüzü alın..” dediler.

Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa, Bayrağımızın Kral tarafından çiğnenmesine çok üzülmüş ve de öfkelenmişti.

“Sizi anlıyorum ama, Bayrak bir milletin şeref timsalidir. Kral Bayrağımızı çiğnemekle hata etmiş. Ben bu hatayı tekrarlayamam. dedi.

Yunan Bayrağını yerden kaldırtarak İplikçizade Köşküne girdi.

Prof. Bingür SÖNMEZ saldırıya uğradı..


Dostlar
,

Öğrendiğimize göre, meslektaşımız Prof. Dr. Bingür SÖNMEZ,
Sarıkamış’ta silahlı saldırıya uğramıştır.

Yine meslektaşımız Opr. Dr. Aytekin ERTUĞRUL (E. Dz. Albay) şunları paylaştı :

” Bu saldırı yalnızca Prof. Dr. Bingür Sönmez’e yapılmamıştır. Bingür hocanın kişiliğinde Türk milletine karşı yapılmıştır. Türk milletini Anadolu’dan atma hareketlerinin zorbalıkla devamından başka bir şey değildir.”

“Sen misin Sarıkamış şehitlerini yücelten, onlara saygınlık kazandırmaya çalışan, işte sonun..” denilmiştir.

“Üzüldüğümüz nokta, bunun hesabını soracak adliye ve hükümetin
kalmamış olmasıdır.”

*****

Ankara Üniv. Tıp Fak. den çalışma arkadaşımız Prof. Hamit HANCI da
üzüntüsünü ve geçmiş olsun dileğini paylaşan bir ileti yolladı..

****

Bingür hoca Atatürk‘e ve ulusal değerlerimize bağlı bir yurtseverdir.
Sarıkamış tarihini çok iyi bilir ve bu dağlarda serüvenci Enver Paşa‘nın
feci biçimde telef ettiği 90 bine yakın vatan evladının hesabını sorar sürekli.

Bereket 2 kurşun yarası ciddi değildir. Elinden ve bacağından..
Bir nazik konu daha var ki, Bingür hoca usta bir kalp – damar cerrahıdır.
Ameliyatlarını sürdürebilmesi gerekir. Sol elindeki hafif yaralanma buna engel değil..

Şifalar diliyoruz. Bingör hoca, “İyileş de gelecek olsun!”
Fazıl Hüsnü Dağlarca, “geçmiş olsun” yerine bu tümceyi kullanırdı..

Sarıkamış Dayanışma Grubu adına yapılan açıklama önemli :

“Sarıkamış Dayanışma Grubu, Genel Başkanımız Prof. Dr. Bingür Sönmez’e yönelik  menfur saldırıyı nefretle kınıyoruz. Bu vesile ile genel başkanımıza yönelik saldırının  sıradan bir meczubun saldırısı olmadığını, bunun 1914-15 Sarıkamış Şehitlerini  ülkemizin ve tüm dünyanın gündemine taşıyarak bu trajik olayı insanımızın toplumsal  belleği ve vicdanında hak ettiği yere yeniden oturtan ve bu uğurda olağanüstü bir  çaba ve mesai harcayan sayın genel başkanımıza yönelik bu saldırının arkasında, Sarıkamış şehitlerinin ve Sarıkamış’ın hak ettiği yere gelmesini hazmedemeyen, son olarak da Sarıkamış’ta yaşamını yitiren şehitlerin anısına yaraşır dev bayrak direğinin Sarıkamış Bayraktepe’ye dikilmesini sindiremeyen zihniyetin olduğunu tüm kamuoyunun bilgisine  saygıyla sunarız.”

Yakalanan saldırganın adliyede hesap vermesini diliyoruz.
Tutuklanan saldırgan, AKP’li ESKİ BELEDİYE BAŞKANI İlhan Özbilen.

Bakalım AKP cenahları ne açıklama yaparlar??

Sevgi ve saygıyla.
24.8.2014, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net 

==========================

ÜNLÜ kalp cerrahı Prof. Dr. Bingür Sönmez, bu sabah (24.8.14) Sarıkamış’ta silahlı saldırıya uğradı. Kol ve bacağından yaralanan Prof. Dr. Bingür Sönmez tedavi altına alınırken, saldırıyı gerçekleştiren Sarıkamış eski Belediye Başkanı İlhan Özbilen tutuklanarak cezaevine gönderildi. Saldırı anından hemen sonrasına ait görüntüler yaşanan dehşeti gösterdi.

Erzurum’un Narman İlçesi’nin Çimenli ile Şenkaya’nın Bardız köyleri arasında kalan
65 km uzunluğundaki 9’uncu Kolordu’ya bağlı tümenlerin 22 Aralık 1914’te gittiği
’Top Yolu’nu gönüllülerle ile birlikte 20-23 Ağustos günleri arasında tamamlayan Sarıkamış Dayanışma Grubu Başkanı Prof. Dr. Bingür Sönmez ve üyeler,
dün akşama doğru Sarıkamış’a geldi. Otelde dinlenmeye çekilen Sarıkamış Dayanışma Grubu üyeleri, bu sabah saatlerinde Sarıkamış Belediye Başkanı Göksal Toksoy ile birlikte Sarıkamış’taki şehitlik programı için meydana gitti.

İŞTE O DEHŞET ANLARI:

BİNGÜR SÖNMEZ HASTANEYE KALDIRILDI

AK PARTİLİ ESKİ BAŞKAN SALDIRDI

Saat 10.30 sıralarında grup toplu halde yürürken, Sarıkamış eski Belediye Başkanı İlhan Özbilen, yanında yeğeni olduğu belirtilen kişiyle geldi ve kalabalığa “Bingür” diye seslendi. Prof. Dr. Bingür Sönmez’i yakından tanıyan ve Sarıkamış Şehitleri Anma Etkinlikleri nedeniyle aralarında sürtüşme olduğu belirtilen İlhan Özbilen, iddiaya göre tabanca ile peş peşe ateş etmeye başladı. Prof. Dr. Bingür Sönmez’in vurulduğunu gören gruptaki emekli subaylar ve AKUT’çular, saldırganın üzerine atladı.
Engellenen saldırgan daha çok ateş edemedi.

Herkesin dehşet dolu bakışları arasında Prof. Dr. Bingür Sönmez’i elinden ve ayağından vurduktan sonra kaçmaya kalkışan İlhan Özbilen ve yanındaki yeğenini, emekli subaylar ve AKUT’çular yakaladı.

Sarıkamış eski Belediye Başkanı Ak Partili İlhan Özbilen ile yeğeni, olay yerine gelen güvenlik görevlileri tarafından gözaltına alınarak Sarıkamış Emniyet Müdürlüğü’ne götürüldü. Özbilen, akşam saatlerinde tutuklanarak cezaevine gönderildi.

İLK MÜDAHALE GRUPTAKİ DOKTORLARDAN

Prof. Dr. Bingür Sönmez’e gönüllüler arasında bulunan doktorlar ilk müdahaleyi yaptı. Doktorlardan bazıları Prof. Dr. Bingür Sönmez’i hastaneye götüren ambulansa binerek, yol boyunca müdahaleye devam etti.

Ambulans saat 12.00’de Kars’a vardı ve yaralı Prof. Dr. Bingür Sönmez, Kafkas Üniversitesi Tıp Fakültesi Araştırma Hastanesi’nde yoğun bakım altına alındı.
Bilinci yerinde olan, sol baldırı ile sol bileğinden yaralanan Prof. Dr. Bingür Sönmez’in sağlık durumunun iyi olduğu ve kanamasının durdurulduğu belirtildi.

Prof. Dr. Bingür Sönmez’in yakın arkadaşı olan Atatürk Üniversitesi Rektörü,
Kalp ve Damar Cerrahı Prof. Dr. Hikmet Koçak, bir ekip oluşturarak Kars’a gitti.

“FİLM İZLER GİBİ”

Olayı büyük bir şaşkınlık içinde izlediklerini anlatan AKUT’un Erzurum Temsilcisi Bünyamin Akbulut, saldırı anını DHA’ya anlattı. Akbulut, dehşet dakikalarını şöyle anlattı:

“Sarıkamış meydanında yürüyorduk. 30 kişiden fazlaydık. Sarıkamış Şehitliği’ni ziyaret edecektik. Sarıkamış Belediye Başkanı Göksal Toksoy ile birlikteydik. Eski belediye başkanı olduğunu söyledikleri kişi geldi, ’Bingür’ diye seslendi, sonra ateş etti.
Film izler gibi hepimiz şaşkınlıkla izledik. Sonra Bingür hocanın yaralandığını görünce olayın önemini kavradık. Hemen gönüllüler saldırganı yakaladı.”

BELEDİYE BAŞKANI: VURAN KİŞİ, İLHAN BEYDİ

Sarıkamış Belediye Başkanı Ak Partili Göksal Toksoy, Sarıkamış Dayanışma Grubu üyeleri ile birlikte yürüdükleri sırada olayın meydana geldiğini söyledi.

Başkan Toksoy, “Beraber dolaşıyorduk. Ateş edildi. Hocamız yere düştü.
Orada bulunanlar yakaladı. Vuran kişi, İlhan beydi. Kameralar o sırada kayıttaydı.
Ben de Bingür beyle beraber hastaneye geldim. Kanamayı durdurdular. Yaşamsal tehlikesi yok. Üzücü bir olay. Hala şoktayım.” dedi.

BİNGÜR SÖNMEZ: “ALLAH KORUDU, ÇOK ŞÜKÜR İYİYİM”

Saldırı olayına tanıklık eden AKUT Lideri Bünyamin Akbulut, kendisine telefonla ulaşan DHA muhabirine kalp cerrahı Prof. Dr. Bingör Sönmez’e yapılan müdahaleyle ilgili
bilgi verdi. Herkese beklediği iyi haberi vermek istediğini söyleyen Bünyamin Akbulut, “Bingür hocamın sağlığı yerinde. Kurşunlar girip- çıkmış. Allah’a şükür hiçbir sorun yok.” dedi.

Bünyamin Akbulut, daha sonra telefonu Prof. Dr. Bingür Sönmez’e uzattı.
DHA’ya saldırı sonrası ilk açıklamayı yapan Prof. Dr. Bingür Sönmez,

“Allah korudu. Çok şükür iyiyim. Sevenlerim merak etmesin. Sağlık durumum iyi.
En kısa sürede görüşeceğiz.” diye konuştu.

Öte yandan gözaltına alınan iki dönem Belediye Başkanlığı yapan İlhan Özbilen,
başkan seçilmeden önce Sarıkamış Belediyesi’nde Zabıta Müdürü olarak
görev yapmıştı.

VALİ: “ESKİ BELEDİYE BAŞKANI VE SİLAH ELİMİZDE”

Kars Kafkas Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Sami Özcan ile birlikte Kafkas Üniversitesi Tıp Fakültesi Araştırma Hastanesi’ne giden Vali Günay Özdemir, Prof. Dr. Bingür Sönmez’e “Geçmiş olsun” dedi. Prof. Dr. Bingür Sönmez’le kısa bir süre sohbet eden ve doktorlardan gelişmeler hakkında bilgi alan Vali Özdemir, bir gazetecinin,

“Saldırıyı Sarıkamış eski Belediye Başkanı İlhan Sönmez gerçekleştirdiği yönünde bilgiler var. Neler söyleyecek siniz?” sorusunu söyle yanıtladı:

“Şu andaki bilgiler öyle. Eski belediye başkanının yaptığı yönünde ve ifadesi alınıyor. Şu anda silah ve silahı kullanan kişi elimizde. Herhangi bir sıkıntı yok.”

Kars Valiliğinden konuyla ilgili yapılan açıklamada da,

“24 Ağustos Pazar günü saat 10.50 dolayında Sarıkamış ilçesinde Prof. Dr. Bingür Sönmez’e silahlı saldırı düzenlenmiştir. Saldırıda el ve ayağından yaralanan Prof. Dr. Bingür Sönmez, Sarıkamış Devlet Hastanesi’ndeki ilk müdahalenin ardından Kafkas Üniversitesi Araştırma ve Uygulama Hastanesi’ne kaldırılarak tedavi altına alınmıştır. Olayla ilgili, saldırıyı gerçekleştiren İ.Ö., adam öldürmeye teşebbüsten gözaltına alınmış, çıkarıldığı mahkemece tutuklanıp cezaevine gönderilmiştir.” denildi.

Öte yandan yapılan saldırının ardından Prof. Dr. Bingür Sönmez’in Başkanı olduğu Sarıkamış Dayanışma Grubu Yönetim Kurulu adına Ahmet Günay da yazı bir açıklama yaparak saldırıyı kınadı. Açıklamada şu ifadelere yer verildi:

  • “Sarıkamış Dayanışma Grubu, Genel Başkanımız Prof. Dr. Bingür Sönmez’e yönelik  menfur saldırıyı nefretle kınıyoruz. Bu vesile ile genel başkanımıza yönelik saldırının  sıradan bir meczubun saldırısı olmadığını, bunun 1914-15 Sarıkamış Şehitlerini  ülkemizin ve tüm dünyanın gündemine taşıyarak bu trajik olayı insanımızın toplumsal  belleği ve vicdanında hak ettiği yere yeniden oturtan ve bu uğurda olağanüstü bir  çaba ve mesai harcayan sayın genel başkanımıza yönelik bu saldırının arkasında, Sarıkamış şehitlerinin ve Sarıkamış’ın hak ettiği yere gelmesini hazmedemeyen, son olarak da Sarıkamış’ta yaşamını yitiren şehitlerin anısına yaraşır dev bayrak direğinin Sarıkamış Bayraktepe’ye dikilmesini sindiremeyen zihniyetin olduğunu tüm kamuoyunun bilgisine  saygıyla sunarız.”

İSTANBUL’A GÖTÜRÜLDÜ, MESLEĞİNİ YAPABİLECEK

Prof. Dr. Bingür Sönmez ilk müdahalenin ardından Ankara’dan gelen Sağlık Bakanlığı’na ait uçak ambulansla İstanbul’a götürüldü.

Tedavisine İstanbul’da devam edileceği belirtilen Prof. Dr. Sönmez’in sağlık durumu ile ilgili bilgi veren Dr. Haluk Kurt,

“Endişe edilecek bir durum yok. Kurşun elini sıyırmış, ameliyat yapabilir. Hocamızın yanında Prof. Dr. Mehmet Kurtoğlu ve ekibi bulunuyor. Prof. Dr. Bingür Sönmez
kendi isteği ile uçakla İstanbul’a gönderilecek. Herkese selam söylememizi istedi.” dedi.

HUSUMET VARDI

Prof. Dr. Bingür Sönmez saat 16.30 sıralarında ambulansla Kafkas Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinden alınarak Kars Havaalanı’na götürüldü. Bu sırada gazetecilerin saldırıyla ilgili soru yağmuruna tuttuğu Prof. Dr. Sönmez önce “Kaza kurşunu” dedi. Prof. Dr. Sönmez bir gazetecinin ’Aranızda husumet var mıydı?’ sorusuna “Evet” yanıtını vermekle yetindi.

Prof. Dr. Bingür Sönmez, ambulans uçağa alınacağı sırada bastıran yağmur nedeniyle bir süre ambulansta tutuldu. Saat 17.00 sıralarında ise ambulans uçağa alınarak, İstanbul’a götürüldü. (http://www.hurriyet.com.tr/gundem/27064185.asp, 24.8.14)

Sevr’den Günümüze… ve Seçime Katılmak…


Dostlar,

Değerli dostumuz, ADD Yönetiminde kendilerinin genel başkan, bizim de genel başkan yardımcısı / vekili olarak birlikte çalıştığımız (2004-6) Sn. Ertuğrul Kazancı,
özgün yurtsever duyarlığı ve derin yakın tarih bilgisiyle “SEVR’den GÜNÜMÜZE” başlıklı çok öğretici ve düşündürücü bir makalesini daha Cumhuriyet‘te bu gün (9.8.2014) yayımladı.

İlginçtir, 10 Ağustos 1920 tarihli Sevr Antlaşması, Osmanlı İmparatorluğunu kurulduğu 1299’dan 621 yıl sonra sona erdirmişti. (Saltanat 1 Kasım 1922’de kaldırıldı)

“Birilerinin” de Türkiye için benzer niyet ve planları olmalı..
Yarın, 10 Ağustos 2014 günü Türkiye 12. Cumhurbaşkanı’nı seçecek..
RTE başarırsa, bu sonuç kimi kesimlerde Türkiye için Sevr benzeri olumsuz çağrışımları pekiştirecektir. En azından gizli gündem “Hedef 2023!” açısından, AKP’nin çelik çekirdeğine çok değerli moral güç katacaktır.

Dolayısıyla bu politik – psikolojik algının yıkılması ve planın bozulması gerekmektedir.
Bize göre reçeteyi 3 madde olarak sitemizin manşetinde verdik, kezlerce de yazdık..

1. Her-kes mutlaka oy kullanmalı; katılım %90’ı aşarsa RTE seçimi kazanamaz.
Oy kullanmamak gerçekte RTE’ye oy vermek demektir!

2. Boş ve geçersiz oy kullanılırsa bu RTE’ye 2 katıyla kazanç sağlar.
Çünkü “geçerli” oyların %50’si hesap edilecektir

3. RTE karşısında en güçlü aday Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu olup;
    duygular ve ayrıntılar olağanüstü koşullar nedeniyle bir yana bırakılırsa,
    politik-matematiksel zorunlulukla desteklenmesi gereken adaydır.

Sevgi ve saygıyla
9.8.2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

====================================================

Sevr’den Günümüze…

  • ‘Sevr’ antlaşması kadar bir alçalmaya imza atan devlet örneği tarihte enderdir. Anadolu ihtilâli, Sevr’i: ‘İmzalayan ve destekleyenler vatan hainleridir’ tepkisiyle değerlendirir. İşte bu bilinç, sömürgeci ve işbirlikçilere karşı ‘Milli mücadele’ destanını yaratır. Cumhuriyet ve devrim gerçekleştirilir. Ama 1950’ler sonrası; ‘tam bağımsızlık’ düşüncesinden yoksun, emperyalizme biat etmiş, ayrımcı, feodal ve teokratik bir zihniyet öne çıkar. Sevr tıpkı eskisi gibi ulusal onurdan yoksun alçalışların sığınma şemsiyesi olur. Bugün Lozan’ı Sevr’e karşı savunmak, ‘vatan’ kavramına sahip ‘namus erbabının’ vazgeçilmez sorumluluğudur.

portresi
Av. ERTUĞRUL KAZANCI
Eğitimci/Hukukçu
Cumhuriyet, 9 Ağustos 2014

 

Sevr nedir?

399 yıl Osmanlılarla yaşayan ama 1915’te demiryolu sabotajıyla
işe başlayıp, İngiliz güdümünde devlet olan Hicaz’ın da karşı taraf olarak imzaladığı antlaşmadır. Osmanlı’nın ‘soylu kavim’ olarak nitelediği ve el üstünde tuttuğu Hicazlılar, artık ‘haçlılarla’ birliktedir.

Osmanlı, böylesine yapay bir devletin varlığına bile itiraz edemeden Sevr masasına oturur. Paylaşımcılar, hep oradadırlar. Sınırları ABD Başkanı Wilson tarafından belirlenecek gelecekteki Ermenistan temsilciliği, ‘himaye’ altında toplantıdadır. Kürdistan projesi sunucuları da hazırdır.

 Onur ve tükeniş:                                                                                            

Sevr’e giden yol ilginçtir. İlkin Fransa’da Antlaşma maddelerini duyurmak üzere
ön görüşmeler yapılır. Osmanlı heyet başkanı eski Sadrazam Tevfik Paşa:
Barış şartları bağımsız bir devlet kavramıyla bağdaşamaz’ deyip dönünce ‘Damat Ferit’ hükümet başına geçirilir. Sultan Vahdettin, işgal edilen ve sonra da kendisince kapatılan meşrutiyet meclisi yerine 22 Temmuz 1920 günü Saltanat Şurası’nı toplar. Devletin, veliaht dahil tüm mülki ve askeri üst görevlileri Şura’dadır. Sevr için gelen antlaşma taslak metni bilgiye sunulur. Padişah onaylatmak ister.
Bir tek ferik (korgeneral) Batumlu Ali Rıza Paşa, imzalanacak maddeleri;
Bu bir ihanettir. Millet kabul etmedikçe siz kabul etseniz ne olur?
diyerek ve bağırarak protesto eder, onaylamaz.

Ali Rıza Paşa, kısa süre sonra vefat edince Atatürk, oğluna telgraf çekerek: Vatanımız, babanızın umduğu gibi kurtulur da hepimiz halâs oluruz.der.1918’deki ‘Mondros mütarekesine’ tavır alarak: ‘Top-tüfek varken
neden teslim oluyoruz?’
sözüyle Padişah’ı şiddetle yeren, Damat Ferit’in makamını hiddetle basan yine Ali Rıza Paşa’dır. Son Osmanlı parlamentosunda, Ermeni sahte soykırım savlarını kabul eden yönelime karşı da: ‘Asıl mağdur biziz’ diyerek
kıyasıya muhalefet eden kişidir. Onurlu davranışların adamı olarak tarihsel değer olmaya hak kazanmıştır.

10 Ağustos 1920’de Paris yakınındaki Sevr porselen fabrikasında atılan imzalarla Osmanlı parça parça edilir. Topraklar İtalyan, İngiliz ve Fransız buyruğuna Ortadoğu’yu kapsayacak şekilde girerken; yasama hakkı, egemenlik hukuku, devlet maliyesi,
İstanbul ve Boğazlar, ordu, kolluk gücü denetimi, Ege adaları, İzmir’in ulaşım ve iletişim seyri elden gider. Kapitülasyonlar perçinleşir. Trakya, ‘Helen’ emeline peşkeş çekilir. Azınlıklar, ayrıcalıklı sınıf olurlar. Antlaşmaya imzalayan ülkeler, kendi parlamentolarının onaylarını beklemeden uygulamaya girişirler. Anadolu’da üç-beş ilden oluşan Osmanlı ‘çiftlikdevlet’ sınırı hükümdar ve maiyetince yeterli görülür. Bir devir bitip- tükenmiştir.

Sonrası:

Sevr’in ağır hükümleri Anadolu’daki anti-emperyalist kalkışmayı hızlandırır.
Ama istilacılara boyun eğerek ayakta kalacaklarını sananları da azdırır.
Hilafet orduları’ harekete geçer. Bildirimlerini Yunan uçakları atar. Bozgunculuklara
ve iç isyanlara karşı zafer kazanılır. Atatürk, İnönü ve Çakmak, İzmir’e Sultan’ın
ağır ceza fermanlarıyla girerlerken, halk coşkular içindedir.

Kurtuluş savaşının bir hedefi emperyalizmi ters yüz etmek öteki de saltanat ve hilafeti kaldırmaktır. ‘Mudanya mütarekesi’ ve nihayet ‘Lozan’, Cumhuriyet ve devrimi beraberinde getirir.

Bazıları sanmışlardır ki, hanedanlık daima kalacaktır. Bu sakat kurum yıkılınca çekişmeler de olağanüstü artar. Bir ailenin saltanat yoluyla ulusal egemenliğe
el koymasını olağan karşılayanlar söz konusudur. Onlar, Rauf Orbay’ın diliyle: ‘Damarlarında Padişah nimetinin dolaştığını’ ifade edenlerdir. ‘Hilafete de terbiyeleri gereği bağlılıklarını’ söyleyenlerdir. 1925’teki ‘Terakkiperver’ ve 1930’daki ‘Serbest’ Fırkalarını, Devrim karşıtlarının çekim merkezleri yapanlardır.

1950’lerden sonra bekledikleri fırsat doğar. Bu ortamın yalnızca siyasal iktidarlarca sağlanan ödünler silsilesi olduğu söylenemez. Şimdilere doğru süregelen kimi yönetimler, Cumhuriyet felsefesine zıt ve hanedanlık özlemine eğilimli davranışlar sergilemişlerdir. Lozan’ı tarih kitaplarından çıkaranlar veya anmayanlar Sevr’den yakınırlar mı?

Lozan’ı dıştan eleştirenlere de bakınız. Kapitalist ülkelerden oluşan AB raporlarını ve sözcülerinin beyanlarını inceleyiniz. AB’nin yolunu Atatürk tıkıyor şeklinde bir yaklaşım söz konusudur(*). Türkiye’de etnik karakterli kümeleşmeleri yıllarca düşünsel ve lojistik olarak hazırlayan AB’dir. AB; Kıbrıs, Patrikhane ve sahte Ermeni soykırım savlarında taraflıdır. Türkiye’yi; özelleştirme, gümrük birliği ve tahkim yoluyla çökertici
ve topraklarını satışa getirici kaynaktır. Gündemin AB ilerleme raporunda; ‘Atatürk’ü koruma yasasının ifade özgürlüğünü kısıtladığı’ belirtilmektedir. AB ile bayrağı
ve ilkeleri aynı olan Avrupa Konseyi de; ‘Lozan’ı aşın’ mesajıyla Sevr’i esas tutmaktadır(**).

Sonuç:

İnönü; ‘Bu memleket kadar haini bol olanına güç rastlanır’ der.‘
Sevr, Lozan’dan yeğdir’ kanısındakiler, birer Damat Ferit, Dürrizade Abdullah
veya Anzavur Ahmet’tirler. Onlar, 2023 yılını ‘federalizm’ için saptayan ulus-devlet düşmanı politikacılarla beraberdirler. Siyasal tercihlerini bilgi, akıl ve bilinç yoksunluğu içinde Cumhuriyet ve devrim karşıtlarından yana koyanlar da vardır. Tamamının verdiği destek, ‘milli mücadele’ kaçkını Sevr’cilerin günümüz uzantılarına sunulan bir
hıyanet armağanıdır.

*AB Raporu – Oostlander/2003
**A. Kons. Parl. Raporu/2010

 

 

 

Rifat Serdaroğlu : SAĞIR MISINIZ KÖR MÜSÜNÜZ??

Dostlar,

AKP kurucularından, genel başkan yardımcılarından, eski Mersin Milletvekili dışsatımcı (ihracatçı) Dengir Mir Mehmet Fırat bile sonunda “hidayete erdi” !
AKP hakkında yenilmez yutulmaz savlar ileri sürdü TV canlı yayınında..

Cumhuriyet’in Başsavcılık makamından “tık” yok..

Sayın Rifat Serdaroğlu da adeta isyan ederek bu muhterem zevata soruyor :

  • SAĞIR MISINIZ KÖR MÜSÜNÜZ??   

AKP’den yolsuzluklar nedeniyle istifa edenler yavaş yavaş da olsa artmakta.
Seçilmiş ve görevde 9 milletvekili bunlara dahil..
Basına baskılar yüzünden hepsini öğrenemiyoruz..

Ancak 12. Cumhurbaşkanı seçiminde RTE’nin ilk turda seçilme olasılığını
oldukça düşük olarak değerlendiriyoruz. 2. tur için ise “Allah kerim”!

– 10 Ağustos’ta mutlaka oy kullanalım
– Oyumuzu boş ya da geçersiz atmayalım
– RTE karşısında kazanma olasılığı olan tek adayda birleşelim..

Günümüzün 3 kalemlik kurtuluş reçetesi –biraz acı da olsa– budur..

Sevgi ve saygıyla
8.8.2014, Amasya

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net 

=======================================================

SAĞIR MISINIZ / KÖR MÜSÜNÜZ??

Rifat Serdaroğlu

Ey Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı,
Ey Hukuk Devleti İlkesine inandığını söyleyen Cumhuriyetin Başsavcıları,
Ey maaşını Türk Devletinden alıp çoluk çocuğunun rızkını temin eden,
Cumhuriyetin Savcıları!

Sizler gazete okumaz, televizyon seyretmez, bilgisayar kullanmaz,
haber okumaz mısınız?
Sizlerin gücü yalnızca Türkiye Cumhuriyeti’nin sade vatandaşlarına mı yeter?
Sizler hepiniz, Recep Tayyip Erdoğan’ın “suç işleme” özgürlüğü olduğuna mı inanıyorsunuz? O’nu, yasaların üzerinde mi görüyorsunuz yoksa O’ndan ve adamlarından korkuyor musunuz?

Erdoğan her gün anayasayı, siyasal partiler yasasını çiğniyor, YSK kararlarını takmıyor, “nüfuz kullanmak- nedensiz sülalece zenginleşmek- ihale verdiklerinden
pay almak- yargıya müdahale etmek” gibi Türk Ceza Yasasında ceza karşılığı olan suçları korkmadan işliyor, mezhepsel ve etnik farklılıkları kaşıyarak ülkeyi felakete götürüyor sizler hepiniz seyrediyorsunuz!
Yapılanları görmüyor, duymuyor musunuz?

Diyelim ki, 12 senedir mesleğinizi, cübbenizi astığınız askıya bıraktınız ve
hep başınız önde yaşadınız!

Peki, çocuklarınız başka bir ülkede mi yaşayacaklar?
Sizler, çocuklarınızın-torunlarınızın geleceğini IŞİD- El Kaide- El Nusra gibi ortaçağdan kalma canilerin eline mi bırakacaksınız?
Hukuktan, adaletten, çağdaşlıktan, Atatürk’ten, Türkiye’den vazgeçtiniz diyelim!
Gözlerine bakarken içinizin titrediği çocuklarınızdan, onların geleceğinden de mi vazgeçtiniz? Ahirete intikal ettiğinizde, babalarınızın- dedelerinizin-Cumhuriyetin Kurucularının yüzlerine nasıl bakabileceksiniz?

Bakın Sayın Savcılar;

Sizler gibi HUKUKÇU olan Dengir Fırat adlı biri dün bir şeyler söyledi. Dedi ki:

  • CEMAATİ; EMNİYET’E, ASKER’E ve MİT’E KARŞI BİZ YERLEŞTİRDİK!

Bu sözler kendisi de sizler gibi hukukçu olan, AKP’yi kuran, yıllarca Erdoğan’ın yardımcılığını yapan biri tarafından söyleniyor.
Üstelik köy kahvesinde değil, televizyon canlı yayınında söyleniyor.
Bahsedilen Cemaat elemanları, ya Başbakan Erdoğan’ın talimatıyla ilgili Bakan tarafından atanmıştır, ya da üçlü kararname dediğimiz, Bakan-Başbakan-Cumhurbaşkanı imzalarıyla görevlendirilmişlerdir!

Erdoğan’la SİYASAL SORUMLULUĞU yıllarca paylaşan Dengir Fırat bir şey daha söyledi :

  • “AKP; YOLSUZLUK ve SUÇ ÜRETEN BİR YAPI HALİNE GELDİ!”

Bir siyasal parti Genel Başkan Yardımcısının, Anayasamızın özüne-ruhuna aykırı uygulamaların yapıldığını, suç işlendiğini iddia etmesi, sizleri ilgilendirmez mi?
Böyle bir işe devletin hangi birimi bakar? Tapu-Kadastro Müdürlüğü mü,
Siirt’ten ve Maldivlerden sorumlu Jet Fadıl mı, yoksa yeni Milli Eğitim Bakanı
Bilal Oğlan mı?

Israrla ve sabırla helal süt emmiş bir CUMHURİYET SAVCISININ, Dengir Fırat’a
“Gel bakalım arkadaş, senin bu söylediklerin çok ağır ithamlardır.
Ver bakalım elindeki belgeleri, anlat bakalım bildiklerini..
” demesini bekliyorum.

Umarım boşuna beklemem. Sizler hiçbir şey yapmasanız bile “Kamu Görevlisi Başbakan’a hakaret” suçu işlediğim iddiasıyla yine bana dava açarsınız,
değil mi?

Sağlık ve başarı dileklerimle
07 Ağustos 2014

Gazze Katliamı Batı Destekli İsrail Zulmü ile Sürüyor ve Türkiye ?!

Gazze Katliamı Batı Destekli İsrail Zulmü ile Sürüyor ve Türkiye !?

Dostlar,

7 Temmuz 2014 günü Gazze’de Filistinlilere karşı başlatılan İsrail zulmü 16 gününü bitirmek üzere..

Bilanço çok ağır.. Resmi sayısı 600’e varan çoğu cocuk, kadın ve yaşlı olmak üzere Filistin’li Arap öldürüldü. Hastaneler bile bombalandı. Bu sonkinin kaza olacağını savlamak çok güç. İsrail ateşinin ince koordinat hesaplarına dayandığı rahatlıkla söylenebilir.

Bu bağlamda İsrail’in uluslararası savaş hukuku kurallarını bile çiğnediği açıkça izleniyor ve Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde yargılanması gerekiyor.

AB-ABD emperyalizmi ise İsrail’in kendini savunma hakkı bağlamında BM Güvenlik Konseyi’nden bir ateşkes ya da İsrail’e yaptırım kararı çıkmasını engelliyor..

İsrail orantısız güçle tam bir “imha” planı izliyor. Hamas ya da Hizbullah’ın düzenli ve çok yüksek teknolojili İsrail ordusu karşısında askeri bakımdan denkliği söz konusu değil. Öyle ki, İsrail’in 27500 km2’lik kara ülkesi bir elektronik füze kalkanı ile büyük ölçüde korumada.

O zaman 360 km2’lik avuç içi kadar toprakta balık istifi yaşamaya çalışan 1,75 milyon Filistinli Arap’tan ne isteniyor??

Bu politika soykırım sayılmasa ve o boyuta varmasa bile bir TEHCİR’dir. Filistinlilerin topraklarını terk etmeye zorlanmasıdır ve bu yolla Gazze’nin etnik temizliğidir.

Yapılan insanlığa karşı suçtur. Kendini savunma kapsamında değerlendirilmesi olanaksızdır.1,75 milyon yoksul ve yoksun, sanayisiz, çok geri kalmış, karnını bile doyurmaktan aciz ve ancak Mısır’dan yeraltı tunellerinden gelen gıda vb. destek ile yaşama tutunabilen bu zavallı halkın İsrail’in güvenliğini tehdit eden bir askeri donanıma hele hele offensiv (saldırgan) bir militer güce sahip olması beklenebilir mi?
Sınırlı bir defansif (savunmacı) askeri varlık sahibidir Filistin ve gerçekte BM Güvenlik Güçleriyle İsrail’e krşı korunması bile istenebilir.

Batı seyredip desteklediği gibi Çin-Rusya bloku da sessizliklere bürünmüş durumda.
Göz göre göre bir halk yok olmaya, bir ülke (Filistin) yeryüzünden silinmeye çalışılmakta. Yani Batı cephesinde yeni bir şey yok.. Emperyalizm gene eli kanlı emperyalizm..

Arap ülkeleri seyirci.. Arap Birliği (Arab League) sanki felç.. Zaten Katar ve S. Arabistan Batı’nın 5. sınıf maşaları durumunda. Mısır çok yetersiz kalıyor..

Türkiye ise başta Mısır olmak üzere bölge ülkeleri ile ilişkilerini stratejik derinlikte üstüne uzman olmayan Dışişleri Bakanımız sayesinde darmadağın etmiş durumda. “Sıfır sorun” yerini “Sıfır komşu” ya bıraktığından, Gazze’ye Türkiye’den lojistik yardım da ulaştırılamıyor..

AKP hükümeti şaibeli, daha önce Gazze’ye yardım için toplanan paralar yerine ulaştırılmamış.. Bosna yardımları gibi.. Deniz Feneri Almanya örneği gibi..
Abdullah Gül ve Necmettin Erbakan’ın kayıp trilyon davaları gibi.. Bunlar
hem müslüman, hem de müslümanlara Türk halkının yardımlarını iç ediyorlar!?

Üstelik İsrail jetlerine yakıt dışsatımı da bu günkü AYDINLIK’ta TÜİK verileriyle haber yapıldı.

Suriye ve Irak’ta iç savaş çıkmasına Türkiye yoğun destek oldu ve onbinlerce insan
bu iç savaşlarda telef edildi, binlerce kadının ırzına geçildi..

Veee besleme – büyütme IŞİD 49 diplomatımızı 2 aya yaklaşan bir süredir “rehin” tutmakta. AKP hükümeti acz içinde.. Hiçbir şey yap(a)mıyor. 1 milyonu aşkın Suriyeli sığınmacı ülkemizde perişan ve çok yönlü sorunların kaynağı..

R.T. Erdoğan 12. CB seçimlerine kilitlenmiş. Salt kendi güvenliği söz konusu.
Bu süreçte gelebilecek saldırılardan korunmak için vargücüyle polise abanıyor. “Paralel” yaftası ile Emniyet’te vahşi bir tasfiye sergileniyor. Polis polise ters kelepçe takıyor ve kin, nefret, intikam, bölünme-ayrışma tohumlanıyor. Ülke gündemi de bu yolla yönlendiriliyor..

Türkiye Gazze katliamında zerrece etkili olamıyor.. Sözde bölgesel aktör ve R.T. Erdoğan da neredeyse dünya lideri! Lafontaine’nin kargasına döndürüldü adam..

Sonuç olarak bölgesel ve ülke içi konjonktür son derece olumsuz ve kırılgan..
Bu tablo hiç de olumu sayılamayacak türlü gelişmelere gebe..
Hava kurşun gibi ağır ve ülkemizin stratejik devlet aklı ortada yok!
Muhalefet de makro çerçevenin ayırdında değil ne acı ki!

Günübirlik, RTE salvolarına yanıt yetiştirme ile sınırlı savunmacı siyasete kendini mahkum etmiş gibi.. Devlet Bahçeli uzuuuuun mu uzun tatillerde..

Eh Ramazan Bayramı da geldi, yarın Kadir gecesi..
Beşiktaş belediyesi 5 yıldızlı iftar yarışlarında malum çevrelerle..

Derken ver elini 10 Ağustos 2014 ve 12. CB seçiminin ilk turu..
Yalnız adam Ekmelettin İhsanoğlu yaşamının sonbaharının kabuslarında.

İster misiniz 10 Ağustos 1920’nin rövanşı, 94 yıl sonra R.T. Erdoğan,
Atlantik ötesi projelerin devamı olarak Atatürk‘ün koltuğuna oturtularak alınmış olsun??

10 Ağustos 2014’te kime oy vereceğimizi, oy kullanmaya gidip – gitmeyeceğimizi,
boş – geçersiz oy kullanıp kullanmayacağımızı bu makro çerçeve içinde bir kez daha serinkanlılıkla değerlendirmeliyiz.

Sevgi, saygı ve derin kaygıyla
22.7.2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net 

 

 

 

 

 

YABANCILARA TOPRAK SATIŞI VE TÜRKİYE’NİN GELECEĞİ


Dostlar
,

ADD İsparta Şubesi’nin kurucusu ve 14 yıllık çok başarılı Başkanı, dava arkadaşımız
Sn. Mahmut Özyürek yurtsever çalışmalarını duraksız sürdürüyor..

Son yıllarda Ulusal Eğitim Derneği’nin İsparta Şubesini kurdu ve yönetimini üstlendi. Aşağıda önemli bir derlemesini paylaşmak istiyoruz :

Korkunç boyutları olan bir ivedi ulıusal sorun…Kapsamlı yazı 14 öneri ile aynen şöyle sonlanıyor ve biz de aynen katılıyoruz..

  • Bütün bu sebeplerden dolayı, yabancılara toprak satışları Türkiye Cumhuriyeti’nin çıkarlarına aykırıdır, derhal durdurulmalıdır. 

AKP iktidarı 11,5 yıldır ülkenin taşını – toğrağını, altını – üstünü, havasını – suyunu satmakta..

Bu acımasız vatan talanının hızla durdurulması gerek.

Filistin de bu ürkünç (vahim) hatayı yapmadı mı?? İsrail yoken ortada Yahudilerin orada devlet kurma politikası ile parsel parsel sistematik olarak satın alınan Arap topraklarında 1948’de Ben Gurion Yahudi İSRAİL Devleti‘nin kuruluşunu ilan etmedi mi??

Satılan topraklar önce çitleniyor (İngiltere’deki ÇİTLEME – Fencing dönemi benzeri!) ve “Private Property NO ENTRY” (Özel Mülktür GİRİLMEZ!) tabelası ile korumaya alınıyordu. Ardından bu parseller birleştirildi ve bayrak dikilerek İsrail yurdu yapıldı..

O tariten bu yana da Siyonist emperyalizm güdümünde sürekl genişliyor İsrail toprakları. Gazze Şeridi ve Batı Şeria dünyanın en bahtsız topraklarına, cehenneme döndürüldü. 1,75 milyon Filistinli dünyanın en yoğun nüfus yerleşimi ile avuç içi kadar topraklarda (360 km2) havadan – karadan ve denizden tam bir abluka altında yaşıyor.. Km2 ye 4860 kişi düşüyor! (Dünya ortalaması 50 kişi/km2). İsrail ise Filistin’in 75 katı topraklarda 27 bin km2 alanda 7,5 milyon nüfuslu..

Filistin’in tek yaşam kaynağı yer altından Mısır’a bağlanan Gazze tunelleri..
Bebeğin anne karnında Göbek kordonu gibi (Gazza’s Umbilical Cord!)….
Son 1 hafta – 10 gündür (Temmuz 2014) yeni bir havadan – karadan askeri operasyon ile apaçık bir soykırım (massacre, genocide, ethnic cleansing) dünyanın gözü önünde sürdürülüyor!

Hedef, Tevrat’ya yazılı olduğu vehmedilen ARZ-I MEVDUD topraklara erişmek.. (Tanrı’nın kendilerine sözde vaadettiğine inanılan ideolojik – dinsel ütopya)
O sınırlar ki, Fırat ve Dicle’nin doğuş yerlerine, Türkiye’nin bağrına  dek uzanyor..
Nasıl mı?? Büyük Ortadoğu = Büyük İsrail Projesi ile..Bölgede tüm ülkeleri küçülterek, parçaşayarak.. Türkiye dahil.. Büyük Kürdistan adı altında geçiş dönemi kukla devleti üzerinden Yahudi İmparatorluğu..

Türkiye’nin hızla aklını başına devşirmesi gerek..

Hele Başbakan R.T. Erdoğan’ın Büyük Ortadoğu = Büyük İsrail Projesi’nde EŞBAŞKAN oluşu çıldırtıcı bir harakiridir Türkiye için..

Bir kez daha yazmış, uyarmış olalım.

Bu arada Türkiye’de vatan topraklarının yabancı sermayeye satışı ile ilgili kamuoyunu uyarıcı çok emek yurtsever insanlarımızdan biri de eski Tapu Kadasro Genel Müdür Yrd. Sayın Orhan ÖZKAYA‘dır. Özkaya’nın kitabı “ANAHTAR TESLİMİ TÜRKİYE” başlıklı ve ibretle okunmalı, okutulmalı..

Bizler paranoyak vs. asla değil, tarih bilinciyle ileriyi görmeye çabalayan geleceği öngörmeye çalışan bilimsel emek sahibi yurtseverleriz. Eski Maliye Bakanı K. Unakıtan’ın saçmaladığı gibi “Götürdüler mi malı, işte burada duruyor..” söylemini aptalca değilse hain tuzak yüklü görüyor ve uyarıyoruz..

Şehir – gazilerimizin mübarek kanları ile sulanmış; canlarını – kemiklerini barındıran vatan topraklarımızın satılması için hiçbir akılcı gerekçe bulamıyor, ileri sürülenlerden tatmin olmuyoruz. Mehmet Akif’in dizeleri dilimizden düşmüyor :

– Şüheda fışkıracak toprağı sıksan şüheda..

  • Türkiye Filistin olmasın; kendi öz yurdumuzda sürgün olmayalım!

Sevgi ve saygı ile.
15.7.2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=============================================

YABANCILARA TOPRAK SATIŞI VE TÜRKİYE’NİN GELECEĞİ

portresi


Mahmut ÖZYÜREK
Ulusal Eğitim Dern.
Isparta Şb. Bşk., 13.7.14

Yabancılara toprak satışı emperyalizmin Doğu’ya yönelttiği beş silahtan biridir.
Bu silah 19. yüzyılda Osmanlı’ya karşı da kullanılmıştır.
O zamanın büyük devletleri maliyesi bozuk Osmanlı’dan, bazen para karşılığında, bazen tehdit ederek birçok ödün almıştır. Bunlardan biri de yabancıya toprak satışıdır.
Bir ihanet olan bu uygulamaya Atatürk döneminde son verilmiş, ne yazık ki AKP ile birlikte Avrupa Birliği uyum yasaları çerçevesinde 2003 yılında yeniden başlatılmıştır. Böylece Lord Curzon, Lozan’da cebine koyduklarından birini daha çıkarıp önümüze itmiştir.
Atatürk, Osmanlı Devleti’nin başına gelen Batı kaynaklı felaketlerden ders aldığı için Türkiye Cumhuriyeti’nde yabancıya toprak satışını son derecede zorlaştırmıştı. Ne var ki toprak satışları bütün diğer belalar gibi AKP döneminde yeniden başladı ve çok vahim sorunları peşi sıra sürükleyerek kısa sürede büyük bir ivme kazandı.
Cumhuriyet tarihinde hiçbir hükümet bu performansı tutturamadı. Sekiz yıldır en değerli topraklarımız hızla yabancıların, İngiliz’in, Alman’ın, Fransız’ın, Yunan’ın tapulu malı haline geliyor. 2003-2010 yıllarında, yani AKP iktidarı boyunca yabancılara satılan toprak miktarı rekor seviyeye çıktı. Kasım 2010 itibariyle yurt genelinde 110 bin 514 yabancı gerçek kişiye, toplam 69 milyon metrekare taşınmaz satılmış bulunmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin 80 yılında satılan toprağın dört katı sadece 8 yıl içinde yabancıların oldu: 52 milyon metrekare!…
(Bkz. Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Resmi İnternet Sitesi, Yabancı Mülkiyeti Türkiye Geneli, http://www.tkgm.gov.tr/yabancilar)
“Türkiye Batı’nın gözdesi!…”
“Türkiye yabancı emlak alıcılarının yeni gözdesi!…”
Böyle yazıyor İngiliz dergileri. Dikkat isterim, “gözdesi” demiyor, “yeni gözdesi” diyor. Demek ki Türkiye, AKP sayesinde birilerinin eski gözdesini tahtından indirmiş. Başka bir deyişle öncekinin işi bitmiş, sıra tazesinde… Aynı dergilere göre Türkiye “bir içim su” imiş. Kış mevsimi ılıman, Nisan ayından ta Kasım ortasına kadar güneşli, sahilleri nefes kesiciymiş. Özellikle kıyı bölgeleri cennetten bir köşe imiş…
Eminim, bu övgüleri okuyunca etkilendiniz, birçoğunuzun göğüsleri kabardı…
Çünkü bizi buna şartlandırmışlar. Şunu işlemişler kafalarımıza: Batılı üstündür,
o ne derse doğrudur, ne yaparsa iyidir, onun övgülerine mazhar olmak güzel şeydir, bir ayrıcalıktır. Ama işin çok acı başka bir tarafı vardır ki onu gizlerler bizden. İşte ben bu gerçeği aşikâr eden bir paragrafı İngiliz gazetesi Times’in [12.2.1856] sayfalarından aşağıya alıyorum. Yazı 1856 Islahat Fermanı’nda İngiltere’ye Osmanlı ülkesinde yabancıya mülk edinme hakkının tanınacağı hükmünün yer alması üzerine kaleme alınmıştır:
“Yabancıların toprak satın almalarının önündeki tüm engellerin kaldırılması … kısa zamanda büyük sonuçlar doğuran diplomatik çabaların bir sonucudur. Önümüzde zengin ve işlenmemiş bir ülke var. Batı’nın sermayesi bu ülkeye girebilir ve ona sahip olabilir. Bu sebeple, zamanın lehimize işlemesinden hoşnut olabiliriz.”
Pasaj bu!… Özellikle şu ifadelere dikkat edelim: İşlenmemiş bir ülke (Yani Türkiye), o ülkeye sahip olma (yani Türkiye’ye), zamanın lehlerine işlemesi!…
Bu satışların önümüzdeki 25 yıl, 50 yıl boyunca da devam edeceğini düşünün… Ne olacak Türkiye’nin hali? Tapusu yabancı sermayenin elinde olan, bütün ekonomik varlıkları özellikle Yahudi, Ermeni, ve Rum sermayesi tarafından teslim alınmış bir ülkeye dönüşecek Türkiye…! Bu gidişle Silahlı Kuvvetlerimiz de zamanla “yabancı sermayenin jandarmalığı”nı yapma konumuna düşecektir.
Toprak satışını haklı göstermek için çoğunlukla karşılıklılık ilkesi ileri sürülür, bu ilke; yasayı savunanların cankurtaranıdır; “biz de o ülkelerde mülk alıyoruz, canım” deyince, akan sular durur, tartışma biter. Oysa gerçek farklıdır. Karşılıklılık ilkesi tehlikeyi gidermez, tersine artırır, üstelik gerçeklerin görülmesini engeller.
Karşılıklılık ilkesi mevcut şekliyle Türkiye’nin aleyhinedir. Çünkü ülkelerin “yapısal farklılığı” hesaba katılmıyor. Bir yanda dünya servetinin en büyük bölümüne sahip, ortalama kişi başına yıllık geliri 30-40 bin dolar olan ülkelerin vatandaşları, öbür yanda kişi başına geliri yılda 3 bin doları bulmayan, yoksul Türk köylüleri…
Eğer Türkiye’de Türkler her bakımdan güçlü, örgütlü, bilinçli ve donanımlı olsalardı, yabancılara toprak satışından gocunmamız için hiçbir sebep olmazdı. Diyebilirdik ki, biz Türkler de gider, sözgelimi Batı Trakya’da, Bayır-Bucak’ta, Kuzey Irak’ta veya Türkler için millî ve tarihî değeri olan bir başka yabancı ülkede bunun kat kat fazlası toprak alırız. Türk Devleti de bu durumu millî siyaset ve millî hedefler bakımından değerlendirir ve belki de -el altından destekleyip- yönlendirirdi. Bugün ortada ne böyle bir devlet ve ne de bir millet var. Türkiye Türkleri, bırakın yabancıların sömürüsünü -ki buna artık alışmış ve alıştırılmıştır- dahası içimizdeki “yerli-yabancılar” tarafından da alabildiğine sömürülmektedir.

Avrupa Birliği (AB) ülkelerinde yabancıya toprak satışları serbest değildir, kurallara bağlanmıştır. Örneğin; İspanya, Danimarka, Norveç ve İngiltere’de toprak millîdir. Bu konuda koruyucu kanunlar vardır, birey ve toplum yeterli ölçüde bilinçlenmiştir. Yabancıya ev satılmaktadır; ama toprak satılmamaktadır.
İngiltere’de “Toprak devletin asli unsurudur” anlayışı geçerlidir, yani İngiltere toprakları Büyük Britanya Kraliçesi’ne aittir ve 49-99 yıllığına kendi vatandaşlarına dahi kiraya vermektedir. Satış yapılınca, arazinin tapusu verilmez. Halk, sadece toprağın üzerine dikilen konut ve işyerlerinin kullanım hakkına sahiptir.
İsrail’de de topraklar devletin olup yüzde 5’i vatandaşın, yüzde 13’ü Yahudi Ulusal Fonu’nundur.

Türkiye’de ise toprak millî değildir. Yani ülkemiz “mutlak mülkiyet tapusu” vermektedir. Türkiye’de satışlar, yabancıları dahi şaşırtan bir kolaylıkla sürüp gitmektedir. Peki ne için; ne amaçla?…

Olaya geniş perspektiften bakınız: Yabancılara toprak satışları, yabancılara maden satışları, Türk görünümlü yabancı şirketler, misyonerlik faaliyetleri, kiliselerin açılması, yabancı vakıflar kanunu, dinler arası diyalog, ılımlı İslam, Büyük Ortadoğu Projesi, Siyonizm, azınlıklarla ilgili yasalar, özelleştirmeler, vb. vb.…
Çoğumuz ince gözlem yapmaya üşendiğimiz, meseleyi bütün yönleriyle düşünemediğimiz için, yabancılara toprak satışına kayıtsız kalıyoruz.
Para, refah, büyüme her şey demek değildir; onur, haysiyet, bağımsızlık denilen değerler de vardır. Türkiye gibi özel bir tarihi ve stratejik konumu olan ülkede, yabancıların arazi ve emlak edinmesi salt bir mülkiyet sorunu gibi değerlendirilemez.
SONUÇ
1) Yabancılara toprak satışında Binde 5 sınırının il boyutunda belirlenmesi yanlıştır. Bu oran “idari birim” boyutunda belirlenmeliydi. Ya da uygulama buna göre yapılmalıdır. İlçelerde, daha küçük birimlerde binde 5 ölçütü bu birimlerin kendi alanlarına uygulanmalıdır. Aksi halde toplam satışlar il alanına vurulduğunda binde 5 sınırını aşar. Bir örnek: İl alanı 1000 birim olsun, binde 5 itibariyle satış sınırı 5 birim olur. Bu ilin her birinin alanı 500 birim olan iki ilçesi olsun. Satışlara yine binde 5 uygulanırsa sınır aşılmaz: (2,5 birim) artı (2,5 birim), (5 birim) eder ki bu da il yüzölçümünün binde 5’i eder. İl yüzölçümünün binde 5’i olan 5 birim her ilçeye ayrı ayrı uygulanırsa sınır aşılır: (5) artı (5) toplam olarak 10 birim olur. Bu da il alanının binde 10’u eder. Dahası ilçe sayısı arttıkça, sınırı aşma derecesi üç, dört,… katına çıkacaktır.
Binde 5 oranının hesaplanmasında paydaya, toplam alan değil iskâna, ekonomik faaliyete elverişli, verimli ve değerli alanların yüzölçümü alınmalıdır. Yabancı, gidip dağın başında arazi satın almıyor.
2) Yabancıya toprak satışları, misyonerlik faaliyetleri ile birlikte düşünülmeli, satışlar bu açıdan ayrıca analiz edilmelidir.
3) Yabancı şirketlerin, toprak alımlarında Türk görünümlü aracı şirketler kullandıkları anlaşılıyor. Bu yola neden gidiyorlar? Ciddî araştırmalar, başta “parafesör”lerimiz, üniversite öğretim üyelerimizi bekliyor.
Özellikle İsrail ortaklı yerli şirketler mercek altına alınmalıdır.
Yabancıya toprak satışında “gizli satış” uygulaması vardır, araştırılmalıdır.
4) Toprak satışı sürecinde görünürdeki iyi niyetler (üretim, teknoloji getirme,…) arka planda kötü niyetleri gizlemek için kullanılabilmektedir.
5) Türkiye’deki her toprak alımını bireysel girişim olarak görmek yanlıştır. Toprak satın alan İsrailli ve diğer ülke vatandaşlarının arkasında güçlü lobiler olduğuna dair işaretlere rastlıyoruz. Toprak alan yabancılar arasında daha önce Türkiye’den göçmüş Ermeni ve Rumların torunları vardır. Bunların gizli bir plan çerçevesinde hareket etmeleri olasılığı çok yüksektir.
6) Topraklar yalnızca toprak olarak değil, altındaki maden kaynakları için de satın alınabilmektedir. Dolayısiyle yabancıya toprak satışı derken, bu boyutu da göz önünde tutmak gerekir.
7) Yabancıların gayrimenkul edinmeleri sınırsız ve koşulsuz olamaz. Dileyen her yabancı, Türkiye’nin her yerinde gözüne kestirdiği her arsayı, her tarlayı, her binayı parasını bastırıp alamamalıdır.
8) Yabancıya mülk satışları konusunda halk bilinçsizdir. Aydınlatılmalı, uyarılmalıdır.
9) Karşılıklılık ilkesi liberalizmin hukuk alanına uygulanmasından başka bir şey değildir. Bu sebeple ideolojiktir. Mütekabiliyet gerekçesi ancak eşit güçte olan ülkeler arasında bir anlam ifade eder. Oysa Türkiye bu bakımdan ABD ve Avrupa ülkeleri karşısında dezavantajlı bir durumdadır. Bu sebeple Diğer ülkelerdeki satışları örnek olarak göstermek yanlış bir muhakemenin ürünüdür. Bu husus Türkiye’nin jeopolitik durumu, potansiyeli bakımdan da doğrudur.
10) Hükümetin yabancılara toprak satışını serbest bırakmasının temelinde yalnızca AB’nin talep ve baskısını görmek eksik bir yaklaşımdır. Konu emperyalizm boyutunda değerlendirilmeli ve yorumlanmalıdır. Nitekim 1856’da Osmanlı’ya da toprak satışı dayatılmıştı.
Ortadoğu ülkelerinde, dolayısiyle Türkiye’de yabancılara toprak satışı, ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nin araçlarından biri olabilir.
11) Çağımızda ülke savunması öylesine karmaşıklaşmıştır ki, sadece silahlı savunmaya indirgenemez. Ordu yurt savunmasını her alanda takip eder: Ekonomide, yabancı sermayede, özelleştirmede, dış borçlanmada, azınlık konularında, tabii yabancıya toprak satışında da… Ülkenin savunması bu noktalardan başlar. Eğer bu cepheler ihmal edilirse, koşullar öyle bir duruma gelir ki silahlı savunma hiçbir işe yaramaz.
12) Azınlık faktörü Batı’nın bizim gibi ülkeleri çökertmek için kullandığı 5 silahtan biridir. Toprak satışları AKP iktidarına bu silahı güçlendirmek için dayatılmıştır.
İşin bu yönü çok önemlidir. Toprak satışlarına bu gözle bakmalıdır.
13) Yabancıya toprak satışının uluslararası boyutları ile gelecekte doğuracağı sorunlar titizlikle araştırılmalı ve ortaya konmalıdır. AKP hükümetinin bu çalışmayı yapmadığı anlaşılıyor.
14) Bütün bu sebeplerden dolayı, yabancılara toprak satışları
Türkiye Cumhuriyeti’nin çıkarlarına aykırıdır, derhal durdurulmalıdır.
8 Aralık 2010 01:19, Yunus Yıldız / Mesajhaber.com

Kaynakça
Prof. Dr. Cihan Dura, Türkiye’de Yabancılara Toprak Satışı Üzerine Gözlemler ve Hipotezler
http://www.cihandura.com/index.php?option=com_content&task=view&id=47&Itemid=63
Prof. Dr. Cihan Dura, Yabancılara Toprak Satışı: Gafletin Boyutları
http://www.cihandura.com/index.php?option=com_content&task=view&id=279&Itemid=63

YILDIRIM KOÇ/ İşte Soma madencilerinin gasp edilmiş gerçek hakları


Dostlar
,

ACLIK_SINIRI_Mayis_2014

Yaşamını emekçi haklarına ve emek savaşımına adayan ODTÜ öğretim görevlisi dostumuz Sn. Yıldırım KOÇ, “13 Mayıs 2014 SOMA kurbanları“nın haklarını koruma adına çok önemli bir uzmanlık çalışmasını özetle aşağıda sunuyor..

Anlı şanlı TÜRK-İŞ‘in bol ücretli sendikacılık uzmanları ve danışmanları, bol ücretli – huzur haklı “Bölüm Sekreterleri” neden bu güne dek böylesi bir çalışma yapmadılar??
(Türkiye Maden – İŞ de Genel Maden – İŞ sendikası da TÜRK-İŞ’e bağlı!)

İhanet içindeki Basını ve Akademiayı zaten geçiyoruz..
Gündem oyunları ve lay lay lom haberlerle – dizilerle,
TV programlarıyla halkı nereye dek oyalayabileceğinizi sanıyorsunuz??

TRT’nin hemen hemen tüm haberleri “Başbakan Recep Tayyip Erdoğan” klişesi ile başlıyor.. Bu ne utanç verici durumdur.. Kendilerini de parlatmaya çalıştıklarını da
öyle büyük bir hızla tüktetmekteler ki, ayırdına varsalar derhal frene basacaklar..
Basireti böyle şaşılası biçimde tutulur işte bazılarının ve o an,
artık çöküşün dönülmez ufuklarına denk düşer..

*****

Destanı asıl bu halk meydanlarda ölerek, gözünü yitirerek, kafası – kolu – bacağı –
ve de ONURU kırılarak veriyor.

Bu kanlı – acılı ve ölümlü savaşımın ona kazandıracağı
uyanıklık ve bilinçten korkmayan aptalın da aptalıdır.

27 Ekim 1927… Atatürk’ün TBMM’de Söylevi’ni bitirişi:

  • “Bugün ulaştığımız sonuç;yüzyıllardan beri çekilen ulusal felâketlerin doğurduğu uyanıklığın 

    ve

    bu kutsal yurdun her köşesini sulayan kanların karşılığıdır.

    Bu sonucu Türk Gençliğine bırakıyorum.
    Ey Türk gençliği! Birinci görevin, Türk bağımsızlığını, Türk Cumhuriyetini sonsuza dek savunmak ve korumaktır. Gereksindiğin güç,
    damarlarındaki soylu kanda bulunmaktadır.”

*****
Sorunları kolluk gücüyle, baskıyla çözebileceğini sanan aptalın aptalına
ek zavallı diktatör müsvetteleri ise tarihin çöplüğünde zibil dolusu..

Azıcık aklı olan ya da azıcık namuslu danışmanları kalan siyasetçiler bile,
bu sonu olmayan lanetli gidişi ayrımsayabiliyor.. (farkedebiliyor..)

Ya Türkiye’yi yönetenler..
Onlar öyle talihsizler ki..

ATATÜRK‘ün uyarısına bir kez daha çooooo dikkat :

  • “Bugün ulaştığımız sonuç;yüzyıllardan beri çekilen ulusal felâketlerin doğurduğu uyanıklığın

    ve

    bu kutsal yurdun her köşesini sulayan kanların karşılığıdır…


Sevgi ve saygı ile.
1 Haziran 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

===================================

İşte Soma madencilerinin gasp edilmiş gerçek haklar

yildirimkoc

YILDIRIM KOÇ
AYDINLIK01 Haziran 2014

 

Aydınlık gazetesi yazarı Mehmet Akkaya, 22 Mayıs 2014 günü manşetten verilen yazısında, Soma Kömür İşletmeleri A.Ş.’nin Eynez Ocağı’nda çalışan işçilerinin haklarının nasıl gasp edildiğini yazmıştı.

Mehmet Akkaya’nın son derece önemli yazısında yer alan konuyu biraz daha açalım.

Soma Kömür İşletmeleri A.Ş.’nin Soma bölgesinde iki tür çalışması vardır.
Birinci türde, Ege Linyitleri İşletmesi’ne ait kömür (AS: kömür çıkarma) ruhsatları
Soma Kömür tarafından kullanılmaktadır (rödövans).
İkinci tür ise, taşeronluktur, hizmet alımıdır. Eynez Ocağı’ndaki çalışma bu niteliktedir.

Taşeron, Soma Kömür İşletmeleri A.Ş.’dir

Ege Linyitleri İşletmesi ve onun bağlı bulunduğu Türkiye Kömür İşletmeleri Kurumu
Gn. Md., İş Kanunu’nu ihlal ederek, Eynez Ocağı’nda kömür çıkarma işini Soma Kömür İşletmeleri’ne vermiştir.

Yasal anlatımla, ELİ (veya TKİ) ile Soma Kömür İşletmeleri arasında imzalanmış olan hizmet alım (altişverenlik) sözleşmesi muvazaalıdır ve yok hükmündedir! 

Buna göre, Soma Kömür İşletmeleri’nin çalıştırdığı Eynez Ocağı’ndaki işçiler,
işin başından beri Ege Linyitleri İşletmesi’nin işçileridir.

Bunun anlamı, bu işçilerin geçmişe dönük olarak beş yıllık süre içinde
çok önemli parasal haklara kavuşmalarıdır.

Eynez Ocağı’nda çalışan işçilere, Türkiye Maden-İş Sendikası ile Soma Kömür İşletmeleri A.Ş. arasında imzalanmış ve 1.7.2012-30.6.2015 döneminde geçerli olan
üç yıllık toplu iş sözleşmesi uygulanmaktadır.

Halbuki Eynez Ocağı’nın işçileri, işin başından itibaren ELİ işçileri kabul edildiğinde, onlara uygulanması gereken toplu iş sözleşmesi, Türkiye Maden İş Sendikası ile
Türkiye Kömür İşletmeleri Kurumu Gn. Md. adına Kamu-İş arasında imzalanan ve 1.1.2013-31.12.2014 döneminde geçerli olan iki yıllık toplu iş sözleşmesidir.

Eynez Ocağı işçilerine TKİ toplu iş sözleşmesi uygulanmalıdır

Aradaki büyük fark, halen yaşamda olan işçiler ölçüsünde, yaşamını yitiren işçileri de ilgilendirmektedir.

Yaşamını yitiren işçiler, TKİ toplu iş sözleşmesinden yararlanabilirlerse,
ailelerine ödenecek kıdem tazminatları, iş kazası nedeniyle ölümde ödenecek tazminat (AS: giderim) ve bağlanacak dul/yetim aylıkları önemli ölçüde artacaktır.
Ayrıca geçmişe dönük beş yıllık fark alınabilecektir.

Yaşamda kalan işçiler de geçmişe dönük beş yıllık süre için önemli miktarda
para alacaktır.

Bu iki toplu iş sözleşmesi arasındaki önemli farklar nelerdir?

Ücret düzeyleri çok farklıdır. Soma Kömür toplu iş sözleşmesinin 43. maddesinde
yer alan ücretler, TKİ ücret düzeyinin yarısından azdır.

TKİ toplu iş sözleşmesinde, yeraltında çalışılan her gün için ücretlere ek olarak
ayrıca %11 oranında ek tazminat ödenmektedir. Soma Kömür toplu iş sözleşmesinde böyle bir hak yoktur.

TKİ toplu iş sözleşmesinde yılda 112 veya 138 gündelik tutarında ek ödeme ve ikramiye vardır (Md. 54). Soma Kömür toplu iş sözleşmesinde ek ödeme ve ikramiye yoktur.

TKİ toplu iş sözleşmesine göre, işçilere her ay 207 TL sosyal yardım ödenmektedir (Md. 55). Soma Kömür toplu iş sözleşmesinde sosyal yardım ödemesi yoktur.

TKİ toplu iş sözleşmesinde her üç vardiya için ayrı miktarlarda vardiya zammı vardır (Md. 52). Soma Kömür toplu iş sözleşmesinde vardiya zammı yoktur.

TKİ toplu iş sözleşmesinde fazla çalışma ücreti %100 zamlıdır.
Bu çalışma 3 saati geçerse, zam oranı %150 oranında uygulanmaktadır (Md. 53). Soma Kömür toplu iş sözleşmesinde fazla çalışma zammı yalnızca %50’dir.

İşçiye ödenen yemek ücreti bile farklıdır. TKİ toplu iş sözleşmesinde 2013 yılında ödenecek yemek ücreti günde 4,83 TL (Md. 55) iken, Soma Kömür toplu
iş sözleşmesinde bu miktar 2,50 TL’nin birazcık üstündedir (Md. 44).

Bu konuları 2 Haziran 2014 Pazartesi günü Soma’da saat 18.00’de,
Soma Belediyesi Sinema-Konferans Salonu’nda düzenlenen konferansta
daha ayrıntılı olarak ele alacağız.

19 Mayıs ve İnkârlar Dizisi…


19 Mayıs ve İnkârlar Dizisi…

Ertugrul_Kazanci_portresi

 

Ertuğrul Latif KAZANCI
Eğitimci – Hukukçu
Cumhuriyet, 20 Mayıs 2014

  • Cumhuriyet ve Devrime yönelik kasıtlı eleştiriler, bir özgürlük sahteciliğidir. ‘Mütareke’ döneminin ‘Hürriyet ve İtilâf’ zihniyeti, sanki yaşamsal yazgımız olmuştur. Ayırımcı, feodal, neoliberal ve teokratik eğilimlere göre; ‘19 Mayıs 1919’da temeli atılan Cumhuriyet ve devrim binası, yıkılmaya yüz tutmuştur’. Ama yanılmaktadırlar. Çünkü bunca ‘şakîliğe’ karşın Atatürkçü düşünce, değerbilmez inkârcıların üstesinden gelecektir.

19 Mayıs 1919 tarihi bu ülke ve halkın onur günüdür. Emperyalist boyundurukta ezilen dünyanın da insanlık hukukunun kazanımına yönelik ilk adımıdır.
Ulusal eksenli antiemperyalist bir isyan, artık Anadolu’nun devrimci geleceğidir.
Bu isyan bir yönüyle de halkın egemenlik iradesine yüzyıllarca el koymuş ‘saltanathilafet’ rejimini alaşağı etme hareketidir.

Devrimci ideoloji, toplumun ilerici kıstaslardaki dirlik ve esenliğini öngörür.
Ülke toprakları üzerinde tasa ve kıvançta beraberlikle tarihsel derinlikten gelen ideal ve kültür birliği, ulusal bilinci oluşturur.19 Mayıs 1919 işte böylesine bir bilincin temelidir. Ama giderek yoğunlaşan olumsuz hız ve çabalarla 19 Mayıs olgusunun getirdikleri, kimilerince reddedilmektedir.

İnkârcılık:

Bir anekdotu tekrar etmemizde yarar vardır: İzmir’in kurtuluşundan sonra Atatürk  ve Halide Edip arasında bir konuşma geçer.

“Zafer kazanıldı. Artık bir kenara çekilir, dinlenirsiniz..”

diyen Adıvar’a verilen yanıt şudur:

HayırBundan sonra birbirimizle didişeceğiz !..”.

Halide Edip, yalnızca meraklı bir yazar mı yoksa bir niyet yoklayıcısı mıdır?
Aslında tek amaç Atatürk’ün gelecekteki işlevini öğrenmektir. Askeri başarılardan sonra kurulacak devletin niteliği ne olacaktır? Bir halk devleti mi inşa edilecek veya
Saltanatın sürdürülmesi mi söz konusu edilecektir?

Halide Edip yani Sultanahmet mitinginin o parlak yıldızı, yaşamsal çelişkilerle doludur. Söylevinden sonra Amerikan mandacısı ama ulusal mücadelede cephede onbaşıdır. Ardından da Türkiye’yi terk ederek Britanya sömürgelerinde öğretim üyesi olacaktır. Devrimle uyuşamayan “Türk’ün Ateşle İmtihanı” yazarı, İngilizlerle uyuşabilmiştir. 1950’de de DP milletvekilidir.

Lozan’dan dönen İnönü’yü karşılamamak için Başbakanlıktan bile istifa eden Rauf Orbay’la fikir arkadaşları; Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele
ve Adnan 
Adıvar Terakkiperver Cumhuriyet’ Partisinde kümeleşmişlerdir.
Bu adlar ulusal mücadelenin askeri aşamasında önemli uğraşlar verirlerken,
ilerisinde niçin başka yerlerdedir? Çünkü Cumhuriyet ve Devrim düşüncesine
yabancı ama Hanedanlık ve Hilafete yakındırlar.

Atatürk, ‘Nutuk’ ta şöyle der:

  • “Bu parti, kendine ad olan ‘terakki’ ve ‘Cumhuriyet’ sözcüklerinin tam tersi anlamlarla gelişmiştir. Program hain kafaların işidir. Memlekette suikastçıların, gericilerin sığındığı ümitlerin dayanağı oldu”.

Sonrası             :

19 Mayıs 1919 çıkışının içerik, anlam ve yönünü sindiremeyenleri, düpedüz inkârcı (AS: yadsımacı) bir kadro izler. Bu süreç,14 Mayıs 1950 günü kıyasıya başlatılır ve günümüze doğru yoğunlaştırılır. Tam bir “yalan rüzgârı” kıvamıyla siyasal, tarihsel ve gerçek dışı ahlaksızlıklara dönüşür.

Atatürk’ün Başbakanlığını yapmış Bayarın 1950’ler sonrası tavrı, Atatürk-İnönü dönemlerini hedefleyen:

27 yıl bu ülkede çivi bile çakılmadı..” noktasıdır. Bayar, yeraltı ve yer üstü kaynaklarını ecnebi (AS: Yabancı) elinden alan, demiryolları döşeyen, kağıt, çay, ağır sanayi, deri, tuz, tekstil başta olmak üzere KİT’leri kuran başarıyı yok saymaktadır. İktisat Bakanı olarak yer aldığı işleri de inkâr etmektedir (AS: yadsımaktadır).

İnönü’ye “Milli Şef ve Değişmez Genel Başkan” sanının verildiği 26 Aralık 1938 tarihli CHP Kurultayı’nı toplantıya çağıran Başbakan Bayar’dır. Önergeyi okuyan
divan üyesi de Menderes’tir. Gün gelecek, DP’nin üst politikalarını çizen bu adlar, Devrim aşamaları için:

“ Yalnızca halka mal olmuşları saklı tutacağız..” veya “İsterseniz Hilafeti bile geri getirilebilirsiniz” ya da: “Kapitalizm, iktisaden geri kalmış bir ülkeyi kalkındıracak en iyi sistemdir” sözleriyle, geçmişi inkâr edeceklerdir.

16 Kasım1938 tarihli ‘Cumhuriyet’ gazetesindeki yazısında Necip Fazıl, Atatürk’ün vefat töreninden konu açarak: “Osmanlı İmparatorluğunun yarı dünyaya sahip olduğu devirlerde bile böyle bir uğurlanışa hedef olabilmiş hükümdar yoktur ” dedikten sonra övgüler yağdırmaktadır. Ama aynı Kısakürek, zamanla: “Bir şapka, bir eldiven, bir maymun ve inkılâp” diyebilecek ve1960 öncesi Başbakanlık örtülü ödeneğinde adı geçenlerden olacaktır (*).

Önce İnönü’nün ; “ Ak saçlarında parıltılar seyrettikten” sonra siyaseten yer değiştiren ve tam100 şiir içeren hiciv kitabı çıkaran şair Orhan Seyfi, örtülü ödeneğin içindedir. “Akbaba” mizah dergisinin DP karşıtı çizgisini birdenbire bırakan sahibi Yusuf Ziya’nın ödenek istek dilekçeleri unutulabilir mi? İlkin sol siyasette yer alıp sonra yön şaşıran yazar Peyami Safa’dan tutunuz da ressam Çallı, hatip Hamdullah Suphi, tarihçiCemal Kutay, şair Yahya Kemal’lere kadar sıraya girenler, saymakla bitirilemez. Tamamı, 27 yıllık sürecin eleştirisiyle saf tutmuşlardır.

19 Mayısları inkârların başını, Kurtuluş savaşı zaferlerini küçülterek neredeyse yok saymak çeker. Uşak’ta esir düştükten sonra Atina’ya salıverilen General Trikopisyıllarca TC Büyükelçiliğinde Atatürk’e saygılarını kaleme almıştır. Ama “İnönü,SakaryaDumlupınar” zaferleriyle, Mudanya ve Lozan’da atılan imzaları görmek istemeyen Sevr’in iç destekçileri, Yunanlı komutanın düzeyine ulaşamamışlardır. “Jenosit” deyimini onaylamayan AİHM kararına karşın: “Ermenileri katlettik” diyenler, “Yunanlılara zulmettik ” saptırmasını öne sürenler, gerçekleri tersyüz edenlerdir.

Sonuç   :

Anadolu İhtilâli; sömürgecilik, bağımlılık ve bağnazlığa karşı başkaldırıdır. Cumhuriyet ve devrim için, halkçı-devletçi sosyal gelecek adına, ulusalcı ve laik amaçlar uğruna görkemli bir kalkışma, 19 Mayıs 1919’da başlatılmıştır. Devrimci demokratik irade, inkârcılığa ders veren; siyasal, sosyo- ekonomik ve kültürel anlayışıyla 19 Mayıslara mutlaka sahip çıkacaktır.

———————————–

(*)YAD Tutanakları/1961

Benim Cumhurbaşkanım


Dostlar,

ADD Genel Başkan Yardımcısı dostumuz, sevgili kardeşimiz
Sn. Prof. Dr. Ayhan Filazi, son derece çözümleyici (analitik) bir us yürütmeye dayalı aşağıdaki makaleyi yazmış..

“Cumurbaşkanı kim olmalı??” sorunsalına yanıt arıyor..

Okumalısınız…

Sevgi ve saygı ile.
3 Mayıs 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=========================================

Benim Cumhurbaşkanım

portresi


Prof. Dr. Ayhan Filazi

ADD Genel Başkan Yardımcısı

Yerel seçim sonrasında henüz bu seçimlerin analizi yapılmadan yeni bir tartışmaya kilitlendik.

– Cumhurbaşkanı adayı kim olsun?

Dikkate alınır alınmaz, halktan biri olarak elbet bizim de söyleyeceğimiz bir şey vardır.

Öncelikle soru yanlış. “Cumhurbaşkanı kim olsun?”dan öte, Cumhurbaşkanının nasıl biri olması gerektiği öne çıkarılmalı. Yaygın düşünce, Cumhurbaşkanı halkın oyuyla belirleneceği için halkın duygu ve düşüncelerini kavrayabilen, onu temsil yeteneği olan, halkın büyük çoğunluğunun desteğini alan, desteğini alamasa bile halkın karşısında olmadığı biri olmalıdır. Düz bir mantıkla bakıldığında buna kimsenin karşı çıkacağını sanmıyorum. Nitekim yerel seçimlerde kimi muhalefet partileri kendi parti yapılarına uygun olmasa bile halkın daha çok teveccüh edeceği adaylarla seçimlere gitmiş ve belki bir ölçüde başarı kazanabilmiştir.

Yasal duruma göre Cumhurbaşkanı adayı olmak için en az 20 Milletvekilinin önergesi gerekiyor. Her ne denli halk seçecek dense de, bunun anlamı, atama yine Meclis’ten ve elbette ki o vekilleri de atayan parti yönetiminden geleceğinden, atanmışların seçimi de diyebiliriz. Her türlü seçim şaibesini veya oyların “yanlışlıkla” farklı bir adaya yazılmasını da göz ardı edersek, bu durumda seçimi kazanmak isteyen partinin halkın siyasal, sosyal ve kültürel yapısına bakarak bir Cumhurbaşkanı adayını ataması gerekiyor. Bunun için de ya kendisinin yaptırdığı ya da eldeki bilimsel anketlerden yararlanarak bir aday profilini çizmesi, bu profile uygun adayı saptaması
ve bununla seçime gitmesi gerekiyor. Parti yönetimlerinin bu anketleri yaptırıp yaptırmadıklarını bilmiyorum. Ama siyasetten ekonomiye, dinsel değerlerden,
kadın-erkek ilişkilerine aile ve evlilik kurumundan değer ve kimlik yargılarına dek
pek çok farklı alanda 2011 ve 2012’de Türkiye çapında yürütülen araştırmaların verilerinden yararlanılarak hazırlanan bir araştırma var.

Bahçeşehir Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Dünya Değerler Araştırması Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Yılmaz Esmer tarafından hazırlanan
“Türkiye Değerler Atlası 2012”
,  bu alandaki tek kaynak olma özelliği de taşıyor.

Araştırmaya göre Türkiye, insanların birbirine en az güvenebildikleri ülkelerden biri.
22 yıldır bu durumda bir değişiklik gözlenmiyor. Türkiye’de insanların yaklaşık onda biri genelde insanlara güvenebileceğini söylerken, İskandinav ülkelerinde bu oran %80’lere yaklaşıyor. Bu durumda Cumhurbaşkanı’nın herkese ve her şeye güvensiz olması ve yapılacak tüm işlerin yetkisini alması gerekiyor. O halde Cumhurbaşkanı olmak için birilerinin daha çok yetki istemesi normal gibi görünüyor.

Araştırmaya göre Türk toplumu, Avrupa’nın ve dünyanın en dindar toplumlarından biri. Dinin toplum yaşamındaki yeri en üst düzeylerde seyrediyor. Dinin esas olarak bu dünyaya değil, ölümden sonraki dünyaya anlam kazandırdığını düşünenlerin oranı %76. Dinin özünün kurallara uymak olduğunu düşünenlerin oranı %64. Avrupa’da, Tanrı’nın insanların yaşamındaki yerinin en yüksek olduğu toplum Türkiye. Yaklaşık her 3 kişiden biri hem 30 gün oruç tutuyor, hem günde 5 vakit namaz kılıyor. O halde Cumhurbaşkanı dindar olmanın ötesinde orucunu da tutacak, günde 5 vakit namazını da kılacak.
Ayrıca bunları yaparken tümüyle öbür dünyayı güvenceye almaya çalışacak.

Yine araştırmaya göre 47 Avrupa ülkesi içinde siyasal yelpazenin en sağında
Türk toplumu yer alıyormuş. 1950’den başlayarak (itibaren) yapılan her seçim döneminde de görüldüğü gibi sağ seçmenlerin ağırlıkta olduğu bir ülkede Cumhurbaşkanının siyasal yelpazenin sağında olması gerektiği ortaya çıkıyor. 

Türk olmaktan son derece gurur duyanların oranı Güneydoğu Anadolu’da % 23, Karadeniz’de % 88. Ancak bu araştırmanın sonucu “Türk” adını ağzına almaktan çekinen ve her türlü milliyetçiliği ayakları altına alan bir kişinin Karadeniz’de yapılan seçimlerde sürekli en yüksek oyu alması durumuyla karşılaştırıldığında çelişki oluşturuyor. Buradan Karadenizli seçmen tercihlerinin bununla ilgili olmadığı sonucuna varılabilir. O nedenle bu veriyi göz ardı edebiliriz.

Araştırmanın en ilginç sonuçlarından biri de Türkiye’deki kadınların % 71’inin ”ailenin reisi erkek olmalı” demesi. Kadınların %59’u “kadın her zaman kocasına itaat etmeli, onun sözünden çıkmamalı” diyor. İşsizlik varsa, işe almada erkeklere öncelik verilmesini isteyenler Türkiye’de % 60, Danimarka’da % 2. Fransızların %36’sı Türkler’in % 6’sı evliliğin artık modası geçmiş bir kurum olduğunu düşünüyor.

Bu tabloya bakarak düz bir mantıkla Cumhurbaşkanının nitelikleri ortaya çıkıyor;
çalıştığı kişilere güven duymayan bu nedenle tüm yetkileri elinde toplayan, oruç tutup namaz kılan, öldükten sonrası için çalışan dindar, siyasal yelpazenin sağında yer alan, evli ve erkek olan kişiler Cumhurbaşkanı olabilir.  

Amacınız seçim kazanmaksa bu özelliklere sahip birini bulur aday yapar ve kazanırsınız. Yok, amacınız Türkiye Değerler Atlası‘nda bulunan verili (mevcut) tabloyu değiştirmek ve toplumun daha çağdaş, modern, hırsızlığa prim vermeyen, her türlü cinsel, ekonomik, dinsel sömürüye (istismara) karşı çıkan,
ümmeti millet, kulu birey durumuna getirmekse, o zaman hedeflerinizi doğru koyacak ve ona göre savaşımınzı (mücadelenizi) vereceksiniz. Milli mücadelenin başladığı dönemde bu tablo daha kötü değildi elbette. Atatürk, o dönemde eldeki tabloya razı olsaydı Kemalist Devrim‘in hiçbir zaman olmayacağını anımsayalım. Bugünden yarına bu tablonun değişmesi de olanaklı olmadığına göre, çözüm yolu Atatürk’ün yaptığı gibi kelle koltukta mücadele etmektir. Kısa-orta ve uzun erimli (vadeli) hedefleriniz ve Atatürkçü Düşünceye dayalı planlı-programlı tasarımlarınız (projeleriniz) yoksa
hiç boş yere uğraşmayın.   

Benim Cumhurbaşkanım mevcut tabloyu değiştirebilecek devrimci bir kişi olmayacaksa varsın hiç olmasın.

Türker ERTÜRK : AŞAĞILIK KOMPLEKSİ

AŞAĞILIK KOMPLEKSİ

portresi_sade

Türker ERTÜRK
Geçen ay bir seri konferansa katılmak için gittiğimiz Almanya’dan milli hava yolu şirketimiz olan
Türk Hava Yolları (THY) ile dönüyordum. Uçak henüz havalanmıştı ki, önümdeki koltuğun arkasındaki
cepte bulunan THY’nin Skylife dergisine elim gitti.

 

Sonra kendimi tuttum! Çünkü bu dergiyi ne zaman elime alsam içinde bilgisizliğin, kısmen cehaletin ve çoğunlukla da tarihimizin onur duyulacak bölümlerine,
Cumhuriyetimize ve Atatürk’e düşmanlığın tezahürü (AS: yansıması) sayılabilecek bombalarla karşılaşıyordum. Bu düşmanlıklar kimi zaman ustaca yapılıyor, kimi kez de kör gözün parmağına biçiminde oluyordu.

Yolculuk uzundu, okumak için yanımda getirdiklerimi bitirmiştim. Esasında İstanbul’a inişe de çok kalmamıştı. Ama şeytan beni dürttü, Skylife dergisini elime aldım ve
bir göz attım.

Poppy Day

Sayfa 30’da “Zaferin 99. Yılı” başlığı altında derginin Mart 2014 sayısı olması nedeniyle Çanakkale Zaferi’nden söz edilmeye çalışılmış. Daha doğrusu şöyle bir değinilmiş. Dünya tarihine geçmiş Çanakkale Deniz Zaferi’ne, başlık ve bağlaçlar dahil 100 kelimeden meydana gelen bir yazı layık görülmüş. Ama derginin öbür sayfalarında eften püften, ceviz kabuğunu doldurmayacak konular için daha çok
yer ayrılmış. 18 Mart aynı zamanda Şehitlerimizi Anma Günü.
Böyle olmasına karşın bu konudan söz edilmemiş bile!

Türk Hava Yolları yılda bir kere andığımız şehitlerimizi anımsamıyor ve
bu konuya değinmiyor. Bundan daha büyük duyarsızlık ve düşmanlık olabilir mi? Örneğin İngiltere’de her yıl tekrarlanan ve I. Dünya Savaşı’nın bitişini markalayan Remembrance Day veya Poppy Day dedikleri anma törenleri yapılır, her yerde bir hafta süresince hatta bıktırırcasına bundan söz ederler. Bakanlar, bürokratlar ve
TV ekranların çıkan spikerler bile yakalarına poppy (gelincik) takarlar,
verdikleri önemi gösterebilmek için.

Kanbera’da ve Londra’da bile var!

Yazıda Atatürk ustaca sıradanlaştırılmaya çalışılmış. Bu dergiyi THY ile seyahat eden yabancılar da okuyor. Bu fırsat kaçar mı? İnsan Atatürk’ün, Çanakkale’de yaşamını yitiren yabancı askerler için söylediği Kanbera Avustralya’da Anzak Bulvarı’nda bulunan anıtın üzerinde de yazılı olan ve her yıl Londra’da yapılan Çanakkale  törenlerinde de okunan

  • “Bu memleketin toprakları üzerinde kanlarını döken kahramanlar!
    Burada dost bir vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükun içinde uyuyunuz.  Sizler Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız.
    Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar! Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız bizim bağrımızdadır, huzur içindeler ve huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır. Onlar bu topraklarda canlarını verdikten sonra artık bizim evlatlarımız olmuşlardır.”

sözlerini dergiye koymaz mı? Kim bu sözleri okuduktan sonra duygulanmaz ki?

Bu yazının yanında yer alan İngilizce tercümesine de baktım tam bir garabet ve aşağılık kompleksi içeren emareler veriyor. Yabancıların nasıl adlandırdığının önemi yoktur. İstanbul Boğazı İngilizceye İstanbul StraitÇanakkale Boğazı ise  Çanakkale Strait olarak çevrilir. Eğer her iki Boğazdan söz etmek gerekirse
bunun adı Turkish Straits’dir. Bosphorus ve Dardanelles gibi çeviriler yanlıştır. Aynen İstanbul’a Konstantinopolis demek gibidir.

Özgüven eksikliği, kültürel yozlaşma! 

Aynı aşağılık kompleksi belirtilerine İstanbul Belediyesi’nin uygulamalarında da rastlıyorum. İstanbul’da çoktandır vapurlarda, deniz otobüslerinde, metrolarda, otobüslerde ve belediyenin denetiminde bulunan tüm toplu taşıtlarda Türkçe’den
sonra İngilizce ikinci bir anons yapılıyor. İngilizce resmi bir dil oldu da bizim mi haberimiz yok!

Görebildiğim kadarı ile sömürge geçmişi olan ülkeler dışında böyle kişiliksiz uygulamaya dünyanın hiçbir yerinde rastlamadım. Tokyo’da, Seul’de, Tahran’da, Moskova’da, Kiev’de, Atina’da, Berlin’de, Roma’da, Paris’te, Madrid’de ve Viyana’da ülkelerinin resmi dili dışında başka bir dilde toplu taşıtlarda
duyuru yapıldığını duymadım.

Sanırım özgüven eksikliği, cehalet, aklın geri plana itilmesi, saplantı bozuklukları, kültürel yozlaşma, ulusal değerlerin aşındırılması.. yaşanan bu aşağılık duygusunun nedenleri olsa gerek.

Saygılar sunarım.