Etiket arşivi: İnönü ve Çakmak

Sevr’den Günümüze… ve Seçime Katılmak…


Dostlar,

Değerli dostumuz, ADD Yönetiminde kendilerinin genel başkan, bizim de genel başkan yardımcısı / vekili olarak birlikte çalıştığımız (2004-6) Sn. Ertuğrul Kazancı,
özgün yurtsever duyarlığı ve derin yakın tarih bilgisiyle “SEVR’den GÜNÜMÜZE” başlıklı çok öğretici ve düşündürücü bir makalesini daha Cumhuriyet‘te bu gün (9.8.2014) yayımladı.

İlginçtir, 10 Ağustos 1920 tarihli Sevr Antlaşması, Osmanlı İmparatorluğunu kurulduğu 1299’dan 621 yıl sonra sona erdirmişti. (Saltanat 1 Kasım 1922’de kaldırıldı)

“Birilerinin” de Türkiye için benzer niyet ve planları olmalı..
Yarın, 10 Ağustos 2014 günü Türkiye 12. Cumhurbaşkanı’nı seçecek..
RTE başarırsa, bu sonuç kimi kesimlerde Türkiye için Sevr benzeri olumsuz çağrışımları pekiştirecektir. En azından gizli gündem “Hedef 2023!” açısından, AKP’nin çelik çekirdeğine çok değerli moral güç katacaktır.

Dolayısıyla bu politik – psikolojik algının yıkılması ve planın bozulması gerekmektedir.
Bize göre reçeteyi 3 madde olarak sitemizin manşetinde verdik, kezlerce de yazdık..

1. Her-kes mutlaka oy kullanmalı; katılım %90’ı aşarsa RTE seçimi kazanamaz.
Oy kullanmamak gerçekte RTE’ye oy vermek demektir!

2. Boş ve geçersiz oy kullanılırsa bu RTE’ye 2 katıyla kazanç sağlar.
Çünkü “geçerli” oyların %50’si hesap edilecektir

3. RTE karşısında en güçlü aday Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu olup;
    duygular ve ayrıntılar olağanüstü koşullar nedeniyle bir yana bırakılırsa,
    politik-matematiksel zorunlulukla desteklenmesi gereken adaydır.

Sevgi ve saygıyla
9.8.2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

====================================================

Sevr’den Günümüze…

  • ‘Sevr’ antlaşması kadar bir alçalmaya imza atan devlet örneği tarihte enderdir. Anadolu ihtilâli, Sevr’i: ‘İmzalayan ve destekleyenler vatan hainleridir’ tepkisiyle değerlendirir. İşte bu bilinç, sömürgeci ve işbirlikçilere karşı ‘Milli mücadele’ destanını yaratır. Cumhuriyet ve devrim gerçekleştirilir. Ama 1950’ler sonrası; ‘tam bağımsızlık’ düşüncesinden yoksun, emperyalizme biat etmiş, ayrımcı, feodal ve teokratik bir zihniyet öne çıkar. Sevr tıpkı eskisi gibi ulusal onurdan yoksun alçalışların sığınma şemsiyesi olur. Bugün Lozan’ı Sevr’e karşı savunmak, ‘vatan’ kavramına sahip ‘namus erbabının’ vazgeçilmez sorumluluğudur.

portresi
Av. ERTUĞRUL KAZANCI
Eğitimci/Hukukçu
Cumhuriyet, 9 Ağustos 2014

 

Sevr nedir?

399 yıl Osmanlılarla yaşayan ama 1915’te demiryolu sabotajıyla
işe başlayıp, İngiliz güdümünde devlet olan Hicaz’ın da karşı taraf olarak imzaladığı antlaşmadır. Osmanlı’nın ‘soylu kavim’ olarak nitelediği ve el üstünde tuttuğu Hicazlılar, artık ‘haçlılarla’ birliktedir.

Osmanlı, böylesine yapay bir devletin varlığına bile itiraz edemeden Sevr masasına oturur. Paylaşımcılar, hep oradadırlar. Sınırları ABD Başkanı Wilson tarafından belirlenecek gelecekteki Ermenistan temsilciliği, ‘himaye’ altında toplantıdadır. Kürdistan projesi sunucuları da hazırdır.

 Onur ve tükeniş:                                                                                            

Sevr’e giden yol ilginçtir. İlkin Fransa’da Antlaşma maddelerini duyurmak üzere
ön görüşmeler yapılır. Osmanlı heyet başkanı eski Sadrazam Tevfik Paşa:
Barış şartları bağımsız bir devlet kavramıyla bağdaşamaz’ deyip dönünce ‘Damat Ferit’ hükümet başına geçirilir. Sultan Vahdettin, işgal edilen ve sonra da kendisince kapatılan meşrutiyet meclisi yerine 22 Temmuz 1920 günü Saltanat Şurası’nı toplar. Devletin, veliaht dahil tüm mülki ve askeri üst görevlileri Şura’dadır. Sevr için gelen antlaşma taslak metni bilgiye sunulur. Padişah onaylatmak ister.
Bir tek ferik (korgeneral) Batumlu Ali Rıza Paşa, imzalanacak maddeleri;
Bu bir ihanettir. Millet kabul etmedikçe siz kabul etseniz ne olur?
diyerek ve bağırarak protesto eder, onaylamaz.

Ali Rıza Paşa, kısa süre sonra vefat edince Atatürk, oğluna telgraf çekerek: Vatanımız, babanızın umduğu gibi kurtulur da hepimiz halâs oluruz.der.1918’deki ‘Mondros mütarekesine’ tavır alarak: ‘Top-tüfek varken
neden teslim oluyoruz?’
sözüyle Padişah’ı şiddetle yeren, Damat Ferit’in makamını hiddetle basan yine Ali Rıza Paşa’dır. Son Osmanlı parlamentosunda, Ermeni sahte soykırım savlarını kabul eden yönelime karşı da: ‘Asıl mağdur biziz’ diyerek
kıyasıya muhalefet eden kişidir. Onurlu davranışların adamı olarak tarihsel değer olmaya hak kazanmıştır.

10 Ağustos 1920’de Paris yakınındaki Sevr porselen fabrikasında atılan imzalarla Osmanlı parça parça edilir. Topraklar İtalyan, İngiliz ve Fransız buyruğuna Ortadoğu’yu kapsayacak şekilde girerken; yasama hakkı, egemenlik hukuku, devlet maliyesi,
İstanbul ve Boğazlar, ordu, kolluk gücü denetimi, Ege adaları, İzmir’in ulaşım ve iletişim seyri elden gider. Kapitülasyonlar perçinleşir. Trakya, ‘Helen’ emeline peşkeş çekilir. Azınlıklar, ayrıcalıklı sınıf olurlar. Antlaşmaya imzalayan ülkeler, kendi parlamentolarının onaylarını beklemeden uygulamaya girişirler. Anadolu’da üç-beş ilden oluşan Osmanlı ‘çiftlikdevlet’ sınırı hükümdar ve maiyetince yeterli görülür. Bir devir bitip- tükenmiştir.

Sonrası:

Sevr’in ağır hükümleri Anadolu’daki anti-emperyalist kalkışmayı hızlandırır.
Ama istilacılara boyun eğerek ayakta kalacaklarını sananları da azdırır.
Hilafet orduları’ harekete geçer. Bildirimlerini Yunan uçakları atar. Bozgunculuklara
ve iç isyanlara karşı zafer kazanılır. Atatürk, İnönü ve Çakmak, İzmir’e Sultan’ın
ağır ceza fermanlarıyla girerlerken, halk coşkular içindedir.

Kurtuluş savaşının bir hedefi emperyalizmi ters yüz etmek öteki de saltanat ve hilafeti kaldırmaktır. ‘Mudanya mütarekesi’ ve nihayet ‘Lozan’, Cumhuriyet ve devrimi beraberinde getirir.

Bazıları sanmışlardır ki, hanedanlık daima kalacaktır. Bu sakat kurum yıkılınca çekişmeler de olağanüstü artar. Bir ailenin saltanat yoluyla ulusal egemenliğe
el koymasını olağan karşılayanlar söz konusudur. Onlar, Rauf Orbay’ın diliyle: ‘Damarlarında Padişah nimetinin dolaştığını’ ifade edenlerdir. ‘Hilafete de terbiyeleri gereği bağlılıklarını’ söyleyenlerdir. 1925’teki ‘Terakkiperver’ ve 1930’daki ‘Serbest’ Fırkalarını, Devrim karşıtlarının çekim merkezleri yapanlardır.

1950’lerden sonra bekledikleri fırsat doğar. Bu ortamın yalnızca siyasal iktidarlarca sağlanan ödünler silsilesi olduğu söylenemez. Şimdilere doğru süregelen kimi yönetimler, Cumhuriyet felsefesine zıt ve hanedanlık özlemine eğilimli davranışlar sergilemişlerdir. Lozan’ı tarih kitaplarından çıkaranlar veya anmayanlar Sevr’den yakınırlar mı?

Lozan’ı dıştan eleştirenlere de bakınız. Kapitalist ülkelerden oluşan AB raporlarını ve sözcülerinin beyanlarını inceleyiniz. AB’nin yolunu Atatürk tıkıyor şeklinde bir yaklaşım söz konusudur(*). Türkiye’de etnik karakterli kümeleşmeleri yıllarca düşünsel ve lojistik olarak hazırlayan AB’dir. AB; Kıbrıs, Patrikhane ve sahte Ermeni soykırım savlarında taraflıdır. Türkiye’yi; özelleştirme, gümrük birliği ve tahkim yoluyla çökertici
ve topraklarını satışa getirici kaynaktır. Gündemin AB ilerleme raporunda; ‘Atatürk’ü koruma yasasının ifade özgürlüğünü kısıtladığı’ belirtilmektedir. AB ile bayrağı
ve ilkeleri aynı olan Avrupa Konseyi de; ‘Lozan’ı aşın’ mesajıyla Sevr’i esas tutmaktadır(**).

Sonuç:

İnönü; ‘Bu memleket kadar haini bol olanına güç rastlanır’ der.‘
Sevr, Lozan’dan yeğdir’ kanısındakiler, birer Damat Ferit, Dürrizade Abdullah
veya Anzavur Ahmet’tirler. Onlar, 2023 yılını ‘federalizm’ için saptayan ulus-devlet düşmanı politikacılarla beraberdirler. Siyasal tercihlerini bilgi, akıl ve bilinç yoksunluğu içinde Cumhuriyet ve devrim karşıtlarından yana koyanlar da vardır. Tamamının verdiği destek, ‘milli mücadele’ kaçkını Sevr’cilerin günümüz uzantılarına sunulan bir
hıyanet armağanıdır.

*AB Raporu – Oostlander/2003
**A. Kons. Parl. Raporu/2010

 

 

 

‘Büyük Taarruz’ ve ‘Sevr’

Dostlar,

Bu gün (27.8.13) sitemize koyduğumuz “ULUSAL İTTİFAK : Kocatepe Bildirgesi” başlıklı yazımızda http://ahmetsaltik.net/2013/08/27/turkiye-ittifaki-kocatepe-bildirgesi/) sözünü ettiğimiz, dönemin (2004-6) ADD Genel Başkanı Sayın Av.Ertuğrul L. Kazancı’nın nefis makalesini paylaşalım..

“İyi adam tam da sözünün üstüne gelirmiş..”

Teşekkürler Sayın Kazancı dostumuz..

Vurguladığınız gibi, küçük bir değişimle, “biz” öznesi ile

“Biz namuslular, en az namussuzlar kadar cesaret sahibi olmamız gerektiğinin bilincindeyiz.”

Sevgi ve saygı ile.
Tekirdağ, 27.8.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

====================================

‘Büyük Taarruz’ ve ‘Sevr’

* 26-30 Ağustos 1922 tarihleri arasındaki “Büyük Taarruz” görkemli bir zaferle sonuçlanarak 9 Eylül’de İzmir’e girilir. Ama İstanbul hükümetinin sesi “Alemdar” gazetesi 10 Eylül’de: “Yunanlar yenilmediler, manevra yapıyorlar. Yeniden saldırıya geçecekler.” der. Emperyalizmle işbirliğindeki bu yaklaşımla, şimdilerde; “Lozan geçici ve gerçeklere uygun değildir.” diyerek “Sevr’in iadesini” içli-dışlı isteyenler, aynı amaçta değiller midir?

Ertugrul_Kazanci_portresi

Ertuğrul KAZANCI
Eğitimci-Hukukçu
Cumhuriyet 26.08.2013

1919’larda başlayan ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasına giden yolun her aşaması destansı mücadelelerle doludur. “İnönü ve Sakarya” savaşları sonrasındaki “Büyük Taarruz” 91 yıl önce başarıyla gerçekleşti. “Hıyanet erbabının” asla sanmadığı antiemperyalist başkaldırı kazanıldı. “Mazlum” uluslar, örnek alacakları bir direnişe Anadolu’da tanık oldular. “Lozan” antlaşması da, kıvanç duyuran bağıtlanmış bir hukuk belgesi olarak tarihe geçti.

Egemenlik erkini ele geçiren ulus, özgüvene kavuştu. Geçmişin enkazından, yepyeni bir devlet doğdu. Kamu yararını hedefleyen “sürekli devrim” rejimin esas ivmesi oldu. Ülke; başı dik, sözü geçen ve “namerde” avuç açmamaya kararlı şekilde tarih sahnesinde yer aldı. Ama Lozan’da “yüzyılların hesaplaşmasıyla” yapılan antlaşma, “Genişletilmiş Ortadoğu Projesi” (BOP) ve bölücü siyasetlerle “Batı” dünyasınca bozulmaya çalışıldı. Bir kısım sapkın iç zihniyet de hiç kaybolmadı, dışa destekler sundu.

Ulusal kimlik, “tam bağımsızlık” ilkesiyle özdeştir. Emperyalizme kul-köle olanların böylesine bir dilekleri yoktur. Boyun eğici, teokratik ve kapitalist dünyaların ufkunda ne özgürlük duygusu ve ne de saygın toplumsal ilkeler bulunur. “Hurafe ve safsatalara” yapışık, maddesel hesaplarla bezeli, insanlığa ilgisiz ve dışa bağlı tutkular kuvvetlidir.

Bir başvuru :

Anadolu ihtilalcileri karşısında Lozan’da saf tutan emperyalist dünyanın temsilcisi İngiliz Lord Curzon’un sözü bilinir:

“Koşullar lehinizdedir ama ülkeniz harap ve para gereklidir. Para bir bende bir de Amerika’da vardır. Size verdiklerimizi cebimize atıyoruz. Bir gün tek tek karşınıza çıkaracağız.”

İnönü’nün bu söze yaklaşımı yalındır:

“Siz istediklerimizi veriniz. O yeterlidir.”

Lozan antlaşması imzalanmıştır ama Sevr’in içler ürperten içeriğine özlem çeken görüşler, yerli ve yabancı bağdaşıklarca sürekli dile getirilmiştir. Ayrıca, Curzon’un mensup olduğu sömürgeci bloktan, Lozan sonrasında “medet” umanlar da az olmamıştır.

* ABD Başkanı Coolidge’ye hitaben 13 Mart 1924 günü “Mehmet Vahdettin” imzasıyla kaleme alınan mektup “ibret” vericidir. Yazıda:

* “Ankara Meclisi gibi isyancı bir fitnenin alacağı kararların, geçersiz olacağını bildiririm.” denilmektedir.

Türkiye’yi “şer zümresinin” yönettiği nitelemesinden sonra: “Sürgün, bireysel emlake
el koyma ve Hilafet’in ilgası” konularında önleyici yardım istenmektedir (*).

İngiliz zırhlısıyla ülkeyi terk eden kişinin ifadesiyle; “isyancı fitne” mensupları olarak tanımlananlar, Kurtuluş Savaşı kahramanlarıdır.

Başta Atatürk, İnönü ve Çakmak olmak üzere nicelerinin göğüslerinde, ABD başkanından “pek değerli sayacağı” yardımlar dileyen Sevr’ci halifenin idam fermanları vardır.

Sonrası :

23 Mayıs 1950 günü cumhurbaşkanlığını ve tedavüldeki paranın hazinedeki karşılığı olan

    127 ton altını Demokrat Parti iktidarına devreden İnönü

, gelecekteki rehin olayını bilemezdi. Ama 1953’te, “TC” ibareli sandıklar dolusu altın, borç alma karşılığında Lord Curzon’un memleketi İngiltere’nin başkentine indirilmişti (**).

Hani Türkiye, kapitülasyon ve benzerlerinden kurtulmuştu?

Hani Osmanlı’ya uygulanan “Dûyun-u Umumiye” denilen genel borç batağına yeniden düşülmeyecekti?

Ya işin uluslararası derinlikte yer eden onurlu özeni nerede kalmıştı?

O bölüm “Kore” savaşında Mehmetçiğin canı pahasına emperyalist cephede mevzi almanın ödülü olarak NATO’ya girerek feda edilmemiş miydi?

Atatürk’ün:

“Bizi yutmak isteyen kapitalizme ve bizi mahvetmek isteyen emperyalizme” karşıt tavrı çiğnenmiştir.

30 Ağustos zaferiyle elde edilen tam bağımsızlık, Türkiye’nin artık geçmiş sayfalarındadır.

ABD-AB kaynaklı “GOP” Türkiye’den “eş” yandaşlar bulmuştur. Evrensel alanlardan, Ortadoğu’ya kadar dış politika, yanlı ve öngörüsüzdür.

“Uzlaştırıcı hakem” rolü üstlenilecek zeminlerde, yanlışlıkları eleştirilen bir ülke konumuna düşülmüştür.

Ekonomi; liman ve iskelelere, yeraltı servetlerine, bankalara, tütün ve pamuğa kadar çokuluslu şirketlere ihale edilmiştir. Kamu mallarının, iç ve dış sermayeye çok elverişli şekilde sunulan özelleştirme furyasında, Mili Piyango ve köprülere kadar inilmiştir.

Cari açık dizginlenemez şekilde büyümüştür.

Ülkesel kültür miyarı ve ulusal birlik bileşkesi terk edilerek,
sosyal doku heba edilmiştir.

    Sonuç :

“Alemdar” gazetesi düşünce paydaşları, Türkiye’de kol gezmektedirler. Ama bilinmelidir ki; 30 Ağustoslar saygın, Cumhuriyetçi ve devrimci varlık güçlüdür. Bu güç, Sevr’e karşı Lozan’ı imzalayan İnönü’nün deyişiyle:

“Namusluların, en az namussuzlar kadar cesaret sahibi” olmaları gerektiği bilincindedir.

(*) Açıklanan ABD arşivi, No: 86700/1788
(**) M. Toker, İsmet Paşa’lı Yıllar.