Etiket arşivi: AKP iktidarı

EMRE KONGAR : REHİNE KRİZİ


Dostlar,

49 insanımızın 101 günlük tutsaklıktan sonra özgürlüğüne kavuşması,
elbette öncelikle büyük sevinç kaynağımızdır.
Başta tutsaklar ve aileleri, Ulusumuzun gözü aydın olsun!

101_rehin_Ankara'da_Davutoglu.19.9.14jpg

 

Ancak bu olayın içyüzünü kamuoyunun öğrenme hakkı vardır.

Düşündüklerimizi Sn. Kongar aşağı – yukarı yazmış..
Bu yazıyı paylaşmak istiyoruz..

AKP iktidarı gene her olaydan inanılmaz bir pişkinlikle siyasal  yarar sağlama peşinde.. Her şey öylesine alaturka, hamasi ve duygu sömürüsüne dönük ki..

IŞİD terör örgütü “Uzlaştık..” diyor.. Yineliyor bu açıklamasını..
Başbakan Davutoğlu “Diplomatik temaslar.. ” diyor.
12. CB – Yarıbaşkan RTE ise : “Operasyon..” diyor.
Şamil Tayyar : CIA’nın Truva atı IŞİD salıverdi.. demekte..
(AKP 24. dönem Gaziantep milletvekili, yazar – gazeteci)

Ülke bu denli ciddiyetsiz yönetiliyor.. Çadır tiyatrosu gibi..
Bu siyasal kadro ülkemizi utandırıyor.. Halkta güven bunalımı yaratıyor.
Başbakan Davutoğlu “Her şey gizli kalacak..” buyuruyor..
Azerbaycan gezisini yarıda keserek Urfa’ya geliyor ve hazırlanmış mizansene uygun olarak özel bir uçakla, serbest bırakılan 101 yurttaşımızla birlikte Ankara’ya geliyor.
Tam bir şov.. Uzuuuun uzun konuşuyor.. Çok heyecanlı..
Bol hamaset, bol bol dinsel retorik..
Çocukları severken öfori içinde birini havaya fırlatıyor, birini başından tutarak
havaya kaldırıyor.. Ne zarafet var ne estetik ne de çocuklar açısından güvenlik..

Sevincimiz elbette büyük.. Ama bu nedenlerle de buruk.

Sanki biraz, -benzetmede hata olmasın- eşeğini önce yitirip sonra bulan garibin
ironik sevincini çağrıştırıyor..

*****

Efendiler,

Kendinize gelin ve ilk görevinizin ülke insanlarının can güvenliği sağlamak olduğunu bir an bile aklınızdan çıkarmayın!

Sevgi ve saygı ile.
22.9.2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

===========================================

REHİNE KRİZİ

portresi_resmi

 

 

EMRE KONGAR
Cumhuriyet, 20.9.14

 

Türkiye Cumhuriyeti’nin Musul Başkonsolosluğu mensubu,
46’sı Türk 49 rehine 101 gün sonra serbest bırakıldı

Elbette çok sevindik, ama sevincimiz tarihimizin bu en beceriksiz ve utanç verici olayını sorgulamamızı engellememeli…
Tam tersine, artık rehineler serbest bırakıldığına göre, konuyu rahatça tartışabiliriz!

***

Rehinelerin serbest bırakılmasının üç ayrı kaynak tarafından üç ayrı biçimde yorumlanması bile olayın çok sorunlu olduğuna işaret ediyor:
Erdoğan silahlı müdahaleyi akla getiren bir sözcük kullanarak “Operasyon” dedi.
Davutoğlu, diplomatik çabaları ve pazarlıkları da içeren bir sözcüğü tercih etti,
Temasdedi.

Şamil Tayyar ise olayın çözümünde dış güçlerin müdahalesine atıf yaparak
“CIA hamlesi” dedi.

Gerçekler mutlaka bir gün bütün ayrıntılarıyla ortaya çıkacak…
Ama medyaya sızan haberlere ve yorumlara bakarak, krizin Amerikalıların da
yardım ettiği “temaslar” yoluyla çözüldüğü tahmin edilebilir.

***

Hiçbir insanın, özellikle de bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının ve daha da özel olarak devlet görevlisi olan bir kişinin yaşamını yitirmemiş olması en büyük tesellimiz.
Ama bu sonucu, olayın ardındaki yanlış politika ve ihmalleri unutturacak bir zafer anlayışıyla takdim etmek, gerçeklerden kopuk bir algı operasyonu olmanın ötesinde
bir anlam taşımıyor.

Çünkü rehin alınanlar yalnızca 49 insan değildi…
Rehin alınan Türkiye Cumhuriyeti devleti idi.
Bunu ben söylemiyorum; ABD ile Ortadoğu’da IŞİD katillerine karşı operasyonlar için müzakereler yapan devlet görevlileri bütün dünyaya söyledi!

***

Yayın yasağı konduğu için tartışılmayan önemli haberler vardı olayın başında:
Musul Valisi’nin, kendisinin bile kaçtığı sırada, Konsolosluğun tahliye edilmesi için uyarıda bulunduğu gibi…
Barzani’nin, tahliye gerekliliğini belirttiği ve bunun için yardıma hazır olduğunu bildirdiği gibi…
Ve hatta konsolosluk görevlilerinin tahliye talebinde bulunduğu gibi…
AKP iktidarı, bugüne dek izlediği “kapalı toplum” politikasına uygun olarak
derhal bir yayın yasağı koyduğu için bu haberlerin tartışılma olanağı olmadı…

Ama artık kriz çözüldüğü, 49 görevli ve Türkiye Cumhuriyeti rehin olmaktan kurtulduğu için, bunların tartışılma zamanı gelmiştir sanıyorum…
Bu değerlendirmeler bugün olmasa bile, mutlaka gelecekte yapılacak ve
olayın arkasındaki tüm gerçekler, yanlışlar, ihmaller ortaya çıkacaktır!  

Onur Öymen : Türkiye’yi neden dinliyorlar?


Onur Öymen : Türkiye’yi neden dinliyorlar?

portresi2

 

 

 

 

Almanya’dan sonra Amerika’nın da Türkiye’yi dinlediği iddiaları hakkında Melih Aşık‘ın bugünkü Milliyet‘te (2.9.14) yayınlanan ve benim de görüşlerime yer veren yazısını aşağıda sunuyorum:

Saygılar, sevgiler.
Onur Öymen

***********************

portresi

Melih AŞIK
NEDEN SIZDIRILIR??
http://www.milliyet.com.tr/neden-sizdirilir-/gundem/ydetay/1934180/default.htm


Önce Almanya tarafından dinlendiğimizi öğrendik, ardından ABD tarafından.
Üstelik ABD dinlemekle yetinmemiş, dinlemelerini İngiltere, Yeni Zelanda, Kanada ve Avusturya ile de paylaşmış. Kısacası “BBG evi”ne dönmüşüz.


ylesine “dinlemeye açık ülke” haline gelmemizdeki, vahamet bir tarafa…
Dinlemelerin böyle peş peşe faş edilmesi tesadüf mü?
Yoksa bir amaca, hedefe mi yönelik? Öyle ise o amaç, hedef ne?
Eski Almanya Büyükelçimiz ve eski CHP Milletvekili Onur Öymen diyor ki:
– Burada sorulması gereken esas soru dinlemelerin neden sızdırıldığıdır.– Sizce neden sızdırıldı?

– Demek ki dinlemelerde öğrendikleri bazı şeyler sıkıntı yaratmış dinleyenlerde. Orada konuşulanların, yaparız, ederiz denilen şeylerin yapılmasını, edilmesini önlemek istiyorlar. Dinlemeleri sızdırarak, bakın, biz her şeyin farkındayız,
her şeyi biliyoruz, ayağınızı denk alın, macera aramayın mesajı veriyorlar.

– Bu dediklerinizi biraz somutlaştırsak…

– Mesela Dışişleri Bakanı iken Ahmet Davutoğlu’nun odasında yapılan ve bir provokasyon sonucu Suriye’ye savaş açılabileceği yönünde ortaya konan niyet dikkatlerini çekmiş olmalıdır. Batılılar bizim onları bir oldu bitiyle savaşa sokmak isteyeceğimizden kuşkulanıyor olabilirler. Suriye’deki El Kaide uzantısı bazı silahlı gruplara destek verilmesi de rahatsız ediyordur.
Ayrıca İsrail politikamızı kuşkuyla izlediklerini biliyoruz.

– Sizce bu işin sonu nereye varabilir?

– Avrupa’dan zaten dışlandık.
Bu gidişle NATO üyeliğimizi de sorgulamaya başlayabilirler.

=============================================

Dostlar,

AKP iktidarı ülkemizin bugününü ve geleceğini ciddi biçimde tehdit eden
politikalarını ısrarla sürdürüyor.. Bu dış politikaların mimarı son 5 yılın (2009-14) Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ise 28.8.14’ten bu yana dümenci başı..

Suriye’ye bir MİT provokayonuyla savaş ilan etme planları, Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun odasındaki 4’lü görüşme de sızdırılmıştı ve biz konuyu web sitemizde işlemiştik.. (AKP’nin SURİYE İLE SAVAŞ ÇIKARMA OYUNLARI, 29.3.12014,
http://ahmetsaltik.net/2014/03/29/akpnin-suriye-ile-savas-cikarma-oyunlari/)

Batı dünyasıyla ilişkilerimizi “bilerek” sabote ediyor..

Türkiye’yi nereye sürüklemek istiyorlar??

“Hedef 2023” ün gizli kodu ne??

“ANADOLU FEDERE İSLAM DEVLETİ” olmasın??

Sevgi ve saygıyla.
3.9.2014, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net 

Ceyhun BALCI : OLUR MU BÖYLE ŞEYLER?


Dostlar
,

İzmir’den meslektaşımız Sn. Dr. Ceyhun Balcı’nın aşağıdaki yazısı
oldukça çarpıcı 2 tema içeriyor..

İlki, eli kanlı katil Öcalan’ın hapishanede yapageldikleri ya da
yapmasına AKP iktidarınca izin verilen – göz yumulan eylemleri..

Öteki de E. Tuğa. Türker ERTÜRK paşanın, daha önce komutanı olduğu Deniz Harbokulu bitirme törenlerine Deniz Kuv. Kom. Bülent Bostanoğlu tarafından sokulmamasıdır.

Bu komutan, Mamak Askeri Cezaevinde beyin kanaması sonrası ölen
Albay Murat Özenalp‘in (3.5.14) Ankara Kocatepe Camisindeki cenaze töreninde de bizzat emekli askerler – özellikle denizciler ve biz dahil sivil halk tarafından şiddetle protesto edilmiş ve çok bozulmuştu.
Çok sayıda koruma ile törenden ayrılırken de protestolar sürüyordu..

Şimdi de böylesi bir vefasızlık ve ağır nezaketsizlik..

  • Deniz Harbokulu, Deniz Kuv. Kom. Bülent Bostanoğlu’nun babasının çiftliği değildir! Bu özverili Halkın malıdır!

Kendisini esefle kınıyoruz..
Kamuoyu önünde Sn. Türker Ertürk amiralden (E) ve halktan
özür dilemeye çağırıyoruz.

“Yazıklar olsun!” diyoruz kendisine..

Tarihte bu ayıpla anılmasın.. En hafifinden yasakçı / vefasız / değerbilmez… vb. dilimizin yazmaya elvermediği daha ağır sıfatlarla anılmasın..
Örn. aşağıdaki yazıda “…üzerlerinde komutan üniforması taşıyan
ama 
asla komutan olamamış..” göndermesi yapılmakta.. 

Herkes gibi Ora. Bostanoğlu da yarın geçer gider;
çoluk çocuğu utanca boğulmasın..

Çok ayıp ettiniz Bostancıoğlu amiral çoookkk!..
Bir Türk Amiraline, Barbaros’un torunlarına hiiiç ama hiç yakışmadı..
Biz bir insan ve T.C. Yurttaşı olarak çok utanıyoruz..
Ya siz ??

(http://ahmetsaltik.net/2014/08/31/turker-erturk-hayirli-olur-mu/
adresindeki yazımıza da bakılması dileğiyle..)

Sevgi ve saygıyla.
30.8.2014, Ayder – Rize

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

=======================================

GÖZDEN KAÇMASIN!
OLUR MU BÖYLE ŞEYLER?

portresi

 

 

Dr. Ceyhun BALCI,
30.08.2014

 

Bir eli kanlı katil üstelik hüküm giymişken ve kendisiyle ilgili tüm hukuk yolları tüketilmişken demir parmaklıklar ardında avukatlarıyla görüşebilir mi?
Gönülsüzce “evet” diyelim! Beterin beteri olduğunu bilerek!
Aynı eli kanlı katil

“Söyleyin bakana 50 yasa çıkaracak!”

diye tehditler savurabiliyorsa ya da ana muhalefet önderine

“Söyleyin Kemal’e diyerek…”

akıl öğretebiliyorsa avukatlarla görüşme solda sıfır kalır!

Bunların hepsi demokrasi gereği denilerek geçiştirilebilir!
Kim bilir belki de öyledir!
Bizlerin bildiklerini gözden geçirmesi bile gerekebilir!

Bir emekli komutan (Türker Ertürk) önceki yıllarda komutanlığını yaptığı Deniz Harp Okulu’nun bu yılki mezuniyet töreninden görevdeki komutan (Bülent Bostanoğlu) marifetiyle uzak tutulmaya çalışılır mı?

http://www.aydinlikgazete.com/yazarlar/117-tuerker-ertuerk/49914-turker-erturk-hayirli-olur-mu.html

Eli kanlı katilin (Abdullah Öcalan) yaptıklarıyla bir araya geldiğinde
bu son örnek Türkiye’nin içine düşürüldüğü durumu fazlasıyla açıklar!

Bir değişmez kuralı anımsamak gerekişe!

Hiçbir despot / diktatör birilerinin yardımı (daha doğrusu işbirliği) olmadan hedefine varamaz! Silah arkadaşları kumpas kurbanı olmuşken;
görevdeki üst düzey komutanların işbirlikçi ve kraldan çok kralcı tutumu
bu 30 Ağustos’un önde gelen olayıdır!

Aklı başında herkes, üzerlerinde komutan üniforması taşıyan ama
asla komutan olamamışları iyi tanımalıdır!

Bunlar tanınırsa ve yaptıkları kavranırsa başrollerdeki despotlara kızmanın yanı sıra yardımcı oyuncu konumundaki işbirlikçilere de odaklanılması
söz konusu olabilir!

AYDINLIK Gazetesi 4 Aralık 2013 günlü sayısı

Dostlar,

04 Aralık 2013 günlü AYDINLIK Gazetesi’nin kapak sayfasını paylaşalım..

Dehşet verici ifadeler var..

* Polisten eylemciye tecavüz tehdidi..

* Hrant’ın katili Emniyet’teki çete!

* Karşımızda polis yok cinayet çetesi var..

* 3 yargıçtan MİT Müsteşarına yalanlama..

* 2013’ün ilk 11 ayında 77 madenci yaşamını yitirdi..
 Dünya Madenciler Günü‘nde perişan hallerimizdir..

aydinlik4aralik-1

AKP iktidarı 11. yılını bitirdi, 12. yılına başladı 14 Kasım’dan bu yana..
Ülkemizdeki yıkım çoook ciddi boyutlarda..

AKP’nin bir an önce iktidardan uzaklaştırılması ve ciddi bir onarım planına gereksinimimiz var..

Haydi Türkiye, önündeki seçim olanaklarını kullan ve bu Fetret Dönemine son ver artık..

Sevgi ve saygı ile.
5.12.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

NTV’deki yanlı yayını Türk Tarih Kurumu Yanıtlamalı..


Dostlar
,

Sayın Onur Öymen’den kısa ama önemli, anlamlı bir not ve çağrı..

Biz de katılıyoruz ve Türk Tarih Kurumu‘nun daha atak davranması gerektiğini düşünüyoruz bu vb. bağlamlarda..

Ama devlet dairesi durumuna dönüştürülen Türk Tarih Kurumu  beklenen görevi siyasal yönlendirmelerle (baskılar!) yapamayabiliyor halen gözlediğimiz gibi.

Oysa Büyük Atatürk, Türk Tarih Kurumu ve ikizi Türk Dil Kurumu‘nu 
birer devlet dairesi olarak değil; yönetsel özerklikleri ve bilimsel özgürlüklerini sağlamak amacıyla birer Dernek statüsünde kurdurmuştu. Ekonomik özerkliklerini sağlamak için de kendi kalıtından (mirasından) bu kurumlara pay ayırmıştı. Ne acıdır ki,
12 Eylülün generalleri bu 2 kurumu devlet dairesine indirgeyerek bürokratikleştirdi, işlevsizleştirdiler.

Yüce ATATÜRK‘ün vasiyetine yapılan bu etik ve hukuk dışı girişim,
bir an önce düzeltilmelidir.

AKP iktidarınca mı?? Ham hayal mi??

Kimbilir, belki!?

  • Ayrıca NTV’yi de bu tür yanlı – haksız – yanlış içerikli yayınlardan
    geri durmaya çağırıyoruz genel anlamda.

Bu son olay için ise mutlaka düzeltici bir girişim..
Hem de gecikmeden..

Not : NTV’nin ilgili e-ileti adreslerine (operasyon@ntvmsnbc.com, izleyicitemsilcisi@ntv.com.tr) bu dosyanın erişkesi (linki) yollanarak
gereği rica edilmiştir..

Sayın NTV yetkilileri,
(operasyon@ntvmsnbc.comizleyicitemsilcisi@ntv.com.tr)

19.11.13 günü yapılan bir radyo yayınınızla ilgili olarak dilek ve yakınmamızı içeren dosyayı okumanız ve gereğini yerine getimeniz dileğiyle..

http://ahmetsaltik.net/2013/11/30/ntvdeki-yanli-yayini-turk-tarih-kurumu-yanitlamali/

Sevgi ve saygı ile.
30.11.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

=============================

NTV’deki yanlı yayını Türk Tarih Kurumu Yanıtlamalı..

Bu gün (AS : 28 Kasım 2013, Cuma) saat 16,00’da NTV’de “Kayıttayız” adlı programda “geçmişimizle yüzleşelim” sloganı altında 1915 olaylarından başlayarak yakın tarihimizle ilgili olarak çok ağır suçlamalarda bulunulmuştur. Son 100 yılda yaşanan olaylarla ilgili olarak tümüyle tek yanlı bir yaklaşımla, sürekli olarak
o devirlerdeki Osmanlı yönetimiyle daha sonraki Türkiye Cumhuriyetleri hükümetleri suçlanmış, Ermeni çeteciler, devlete karşı silahlı ayaklanmada bulunanlar ve teröristler hakkında tek bir olumsuz söz söylenmemiş ve yüzbinlerce Türk’ün katledilmesinden hiç bahsedilmemiştir.

Geçmişimize sahip çıkan vatandaşlarımızın ulusal duygularını rencide eden bu yayının bir yanıt hakkı doğurduğunu düşünüyorum. Bu savlara yanıt verme görevini kuşkusuz geçmişten bugünün siyaseti için malzeme üretmeye çalışanlar yapamaz.

Ama Türk Tarih Kurumu‘nun bilimsel ve tarafsız bir yaklaşımla bu konularda gerçekleri halkımıza anlatması bence kaçınılmaz bir görev durumuna gelmiştir.

Saygılar, sevgiler.
Onur Öymen

Nihat Behram : Masum Zindanları


Dostlar,

İnsanlık tarihine yüz karası olacak geçecek uygulamaları,
AKP iktidarında cezaevlerinde yaşıyoruz.

12 Mart ve 12 Eylün faşizminden de beter!

Müslüman Başbakan RT Erdoğan, O’nun Adalet Bakanı, cezaevlerinden – infazdan sorumlu savcılar, yandaş – satılık – kiralık basın, Hacca gidip başını örten hidayete eren (!?) AKP’li kadın vekiller…

Cumhur’un başı Abdullah Gül!

İnsan Hakları Kuruluşları; yerlisi yabancısı..

AB, İHEB, AİHS, Uluslararası AF Örgütü, BM!

…..

Bu denli sağır – kör – vicdansız – kayıtsız kalınabilir mi yukarıda anlatılanlara??

Sizin gözleriniz mühürlendi mi?

Sizin vicdanınız nasır mı bağladı?

Sizin kulaklarınız bu feryatları, uğultuyu nasıl duymaz??

Birşey yapın, birşeyler yapın, birşeyler yapın..

Hemen, gecikmeyin, insanlar zindanlarda ölmesin, hapis cezası dışında eza – cefa görmesin..

Sayın Nihat Behram‘ın aşağıdaki yazısında tercman olduklarına kulak verin…

  • Tarihe not düşelim : Masum Zindanları, YURT Gazetesi, 3.11.13

Ceza_Muhakemeleri_Yasasi_infazi_erteleme

 

 

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 4.11.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

===================================

Masum Zindanları

Masum Zindanları

Nihat Behram
nihat.behram@yurtgazetesi.com.tr
03 Kasım 2013, 11:48

‘O da ne’ demeyin, bugün olan tam da budur. İnsanlık tarihi “AKP Türkiye”sinde buna da tanık oldu:

  • Zindanlar masumla dolu!
  • Bu da zulmün yönetimde oluşuna en açık göstergedir.
Zindanlardan gelen tutsak mektuplarını okumak ayrı keder. Yazdıkları her şeyi duyurmak istesem de, yazının sınırları nedeniyle çoğundan söz edemiyorum.
Söz edebildiklerim de zaten mektuplardan birer cümlecik. Cezaevleriyle ilgili yazılarıma gelen okur tepkileri de ilginç. Zindanlarda yaşananlar hakkında “inanılır gibi değil” diyen de var,
“Sanki 21 yy yaşamıyoruz, Ortaçağ’da yaşıyoruz” diyen de,“Zindanlardaki insanlarımıza neden birkaç yazar dışında medya kör, sağır” diye
isyan eden de. En acısı da bu: masum zindanlarındaki insanlık dışı uygulamalar toplumda kanıksandı. Heyecan verici, coşkulandırıcı olansa, zindanlardaki devrimcileri faşizmin teslim alamayışı, onların baş eğmeyen dik duruşları…

Özkan Yılmaz’ın, Kocaeli F Tipi’nden yolladığı rengârenk kartında zindandan dışarıya çiçekler atan bir el deseni görünüyor.
“Tecritin, baskının, sansürün olmadığı; sokaklarında özgürlüğün kol gezdiği bir dünya özlemi”ni Nâzım’ın “Kablet Tarih” şiirinden dizelerle dile getirmiş:
“…ve bizden sonra gelenler
demir parmaklıklardan değil
asma bahçelerden seyredecek
bahar sabahlarını, yaz akşamlarını…”
Aynı zindandan Gürkan Türkoğlu’nun kartındaki Türkiye haritası faşizme öfkenin, bağımsızlık özleminin yumruklarıyla bezeli:
  • “Bizler Tam Bağımsız Türkiye şiarıyla 6. Filo’yu Dolmabahçe’de denize döken Denizler, Mahirler gibi ‘ABD Defol’ dedik, füze kalkanına hayır dedik, ülkemizin bağımsızlığı uğrunda mücadele ettik.”
Edirne F Tipi’nden yazan Ali Erdoğan, KESK üyesi.
“Eli palalılar, tecavüzcü askerler, cinayet işleyen polisler, ‘kamu çalışanı ve adresleri belli’ denilerek tutuksuz yargılanırken, bizler ‘Terör örgütü üyeliği konusunda kuvvetli şüphe olması, kuvvetli derecede suç işleme şüphesi ve potansiyeli olması’ gibi gerekçelerle tutukluyuz. Bizlere yapılan işkencelere ilişkin suç duyurularından
sonuç alamıyoruz. Dosyalarımızda gizlilik kararı var fakat daha polis operasyonları sırasında bile, bazı medya kuruluşları dosyadan haberdar!” diye yazmış.Tekirdağ F Tipi’nden Mesut Yavuz’un yazdıklarını keşke tümüyle herkes okuyabilseydi. Uzun mektubunun bir bölümü şöyle:

“Kasım 2012’de Maltepe’de, başta derneğimiz Gülsuyu Gülensu Halklar Derneği, evlerimiz basıldı, kapılarımız kırıldı, gözaltına alınıp tutuklandık. Hasan Gürbey,
Yusuf Altındağ, Serhat Yurtsever’le birlikte bu cezaevindeyiz. Yirmi yıldır yaşadığım mahallemde yozlaşmaya karşı mücadele ettiğim, ülkemin sorunlarına kayıtsız kalmayan devrimci demokrat bir insan olduğum için şu an ‘potansiyel suçlu’ sayılıyorum!”Kandıra F Tipi’nden yazan Hasan Farsak,

“AKP’nin gençliğe topyekün savaş açtığını” söylüyor:
“Özellikle Gezi Parkı’na yapılan saldırıyla başlayan Haziran Ayaklanması’nda gençliğin oynadığı rol, 6 şehidin 21-26 yaş gençlerden olması AKP’yi korkuttu.
Aslında AKP bütün gençlerden değil, örgütlü gençlerden korkuyor. Bu nedenle de örgütlenmemizi istemiyor ve bizi terörist gibi gösterip saldırıyor, tutukluyor.

  • Biz AKP’nin bizden çaldığı geleceğimizi istiyoruz. 

Tıpkı Ali İsmail gibi, Abdullah gibi! İşte suçumuz bu!”

*****
Zindanlardan gelen birçok mektubun isyanı aynı:
Ağır hasta tutsakların durumu.
Adım adım eritilmeye, ölüme itilmeleri.
Mektupların çoğu,“cezaevlerindeki ağır hasta tutsaklara karşı duyarlı olmaya” çağırmanın çığlığıyla yazılmış.Bu çağrı insanlığa, içinde vicdan taşıyanlara.

Hem de çok acil…

*****

Kırıkkale F Tipi’nden yazan Mesut Çeki, zindanlardaki insanlık dışı bir uygulamayı,

“gelen mektuplarındaki fotoğrafların tutsaklara verilmemesi”ni,

yaşanmış trajikomik bir olayla anlatıyor.

Tutsağın, “Mektubumdaki fotoğraflar neden verilmedi?” sorusunu gardiyanın“Fotoğraftakiler senin ailenden kişiler değil” diye yanıtlıyor.

Bu yanıt üzerine tutsak “peki kim?” diye sorunca gardiyan,

“O, Eskişehir’de ölmüş müydü neydi, Ali İsmail mi ne, o ve Pir Sultan” diyor.

Tutsaksa,

“Onların benim ailemden olmadığını nereden biliyorsun? Ali İsmail kardeşimdi,
Pir Sultan Pirim” diyor.

Gardiyan, “Müdürün talimatı bu!” deyip kapatıyor mazgalı.

Masumiyetin ve zulmün boyutuna siz karar verin!

***

Dörtlük

Dalgalar halkı anımsatıyor bana
Her birinde suyun dipsiz uğultusu
Haykıran halk da insanlık denizidir
Onun da derinden gelir gürültüsü

85. Yıldönümünde Harf Devrimi’nin Anlamı


85. Yıldönümünde Harf Devrimi’nin Anlamı

Dostlar,

Geçen yıl bu gün sitemizde yayımladığımız yazımızı dikkatinize getiriyoruz :

Bir “küçük” farkla..

  • Artık Türk Abecesi 29 değil 32 harf!

Q, W ve X.. de harflere katıldı..

Nedenleri belli..

Anayasal Resmi Dil Türkçe‘nin yazımı için gerekmiyor bu harfler dilbilim açısından..

Kürtçe için isteniyor, Kürtler istiyor..

Bir başka dilin yazımı için bir başka dilin abecesi bozuluyor..

Bu denli bilgi birikimi, dil uzmanlığı, yurtseverlik, tarih bilinci, Atatürk ilke ve devrimlerine bağlılık ve Anayasa’nın 174. madesi ile korunan Devrim yasalarına saygı olsa olsa AKP iktidarında olurdu değil mi??

İmralı sakini istiyor “tak”;

AKP yerine getiriyor “şak”!

Tak-şak paşa olarak adı çıkan eski genelkurmay başkanlarından Doğan Güreş ve
eski başbakanlardan Tansu Çiller ilişkisi gibi..

Ey AKP’liler bilesiniz; gidişiniz hayırlı değil..
Günahlarınız Kaf dağının ardından görülüyor..

Sevgi ve saygı ile.
1.11.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==================================

84. Yıldönümünde Harf Devrimi’nin Anlamı

Dostlar ,

Bu gün, 1 Kasım, Devim tarihimizde aynı zamanda HARF DEVRİMİ‘nin de yıl dönümü.

Az önce 1 Kasım 1922’de Saltanatın Kaldırılması ile ilgili yazımızı sizlerle paylaştık.

Şidi de Saltanatın hallinden 6 yıl sonra bir başka köklü devrime değinmekteyiz;
HARF DEVRİMİ..

Söylemesi dile kolaydır.. Milyonlarca insanın, okuma-yazma oranı % 7’yi geçmemesine karşın, yüzlerce yıldır kullanageldiği en temel yaşam ve iletişim araçlarından biri olan ABECE’yi (alfabeyi) değiştiriyorsunuz.. Bir seferberliktir, yürek işidir. Geçmişle anlamsız takıntıları kopararak ülkeyi ve ulusu çağdaş Batı uygarlığına döndürmektir. Tam anlamıyla devrimci bir eylemdir..

Yapıp edenlere selam olsun!

ATATÜRK, yeni Abece tanıtımı için Başbakan İnonu ile Kayseri’de

Özlü değerlendirmemizi aşağıda bilgi ve ilginize sunarız..

Sevgi ve saygı ile.
1.11.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net


84. Yıldönümünde Harf Devrimi’nin Anlamı

     Dil; insanların zihinsel etkinliklerini oluşturması ve aktarması için bir araçtır.
Zihinsel etkinliklerin çok önemli bir kesiminin dil tarafından oluşturulması ve ifade edilmesi, dili insan için yaşamsal kılar.

Bir devlet içinde yaşayan halkın aynı resmi dili yazıp, konuşması ve bu dilin
bütün bireylerce anlaşılır olması gerekir ki; o devlet düzen ve dirlik içine yaşayabilsin. Osmanlı devletinde dil birliği” yoktu. Saray halkı ve aydınlar Arapça ve Farsça’dan oluşan “kokteyl ya da salata” bir dil olan Osmanlıcayı kullanırken; halk çoğu yerde Yunus’un, Karacaoğlan’ın, Pir Sultan’ın duru Türkçesini yer yer de Arapça’yı kullanıyordu. Dolayısıyla ne halk Saray çevresini ve aydınları anlayabiliyor ne de birbirleriyle anlaşabiliyorlardı.

Okuma-yazma oranı, Arap abecesinin çok zor ve karmaşık oluşu, çocukların
6 aydan önce sökemeyişleri, Osmanlı yönetimim eğitimi ihmali gibi nedenlerle % 7 dolayında idi. Kadınlarda %1’lere düşmekteydi ve okur-yazarların çoğu gerçekte
salt okuyabiliyor fakat yazamıyordu.

Mustafa Kemal Atatürk bu karışıklığın giderilmesi ve çağdaş laik düzene geçişte dilin önemini bildiği için, Türk abecesine (alfabesine) yakın olan Latin kökenli, 29 harfli yeni bir abece ortaya çıkardı.

1 Kasım 1928’de Latin esasından alınan harfler, (Türk dilinin özelliklerini belirten işaretlere de yer vererek) “Türk harfleri” adıyla 1353 sayılı yasayla kabul edilmiştir. Yazı dilinde kullanılan Arap abecesi yerine Türk harflerinin alınmasını ifade eden
Harf Devrimi yapılmıştır.

Atatürk, 9 Ağustos 1928 gecesi İstanbul Sarayburnu Parkı’nda düzenlenen bir şenlikte, Harf Devrimi’ni halka şu sözleriyle duyurmuştur:

     “Arkadaşlar, güzel dilimizi ifade etmek için yeni Türk harflerini kabul ediyoruz. Arkadaşlar, bizim güzel ahenkli, zengin lisanımız yeni Türk harfleri ile kendini gösterecektir. Asırlardan beri kafalarımızı demir çerçeve içinde bulunduran, anlaşılmayan ve anlayamadığımız işaretlerden kendimizi kurtarmak mecburiyetindeyiz. Lisanımızı muhakkak anlamak istiyoruz. Bu yeni harflerle behemehal pek çabuk bir zamanda mükemmel bir surette anlaşacağız ki; Milletimizin yazısıyla, kafasıyla bütün uygar alemin yanında olduğunu gösterecektir. Vatandaşlar, yeni Türk harflerini çabuk öğreniniz. Bütün millete, kadına, erkeğe, köylüye, çobana, hamala, sandalcıya öğretiniz..” demiştir.

Atatürk, 9 Ağustos 1928’de İstanbul Sarayburnu Parkı’nda

Harf Devrimi, büyük bir tarihsel olaydır. Sosyal, kültürel ve siyasal alanda geniş yankıları olmuştur.

1 Kasım 1928’de “Türk Harfleri Hakkındaki Kanun” çıkarılarak Harf Devrimi yürürlüğe konulmuş; Yurt çapında çok yoğun çalışmalar yapılarak, Başöğretmen Atatürk önderliğinde yeni abece hızla halkımıza öğretilmiştir. Yeni Türk Alfabesi’nin benimsenmesinin ardından, 24 Kasım 1928’de yayımlanan Millet Mektepleri Talimatnamesi’ne göre, yurdun her köşesinde Millet Mektepleri açılmış, halka
yeni harflerle okuma yazma öğretilmiştir. Atatürk bu çalışmalara “Millet Mektepleri Başöğretmeni” sıfatıyla katılmıştır.

İnsanlık tarihinde, Ulusu’na öğretmenlik yaparak okuma-yazma öğreten bir “Başöğretmen-Ulusal Önder” örneği görülmemiştir.

Latin harfleri üzerinden, çağdaş Batı dünyası ile köprü kurma olanağı böylelikle sağlanmıştır. Günümüzde, Latin harflerini kullanmayan ülkeler ve halkları, büyük güçlükler çekmektedir. Neredeyse evrensel iletişim aracı durumuna gelen İngilizce’nin Latin harfleriyle okunup-yazılması, Atatürk’ün uzak görüşlülüğünün bir başka kanıtıdır.

Atatürk, Dil Devrimi’nin yaşatılması ve kökleşmesi için, kendi parasıyla “Türk Dil Kurumu adıyla bir dernek de kurmuştur (12.07.1932). 12 Eylül 1980 darbesiyle Atatürk’ün vasiyeti çiğnenerek devlet dairesine dönüştürülen Atatürk’ün vasiyeti olan bu Kurum eski durumuna dönüştürülmeli; Dil Devrimi, ulusal birliğin en temel aracı olarak titizlikle korunmalı ve sürdürülmelidir.

Sevgi ve saygı ile.
1.11.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Sorgulanamayan İnançlar Neye Mal Oluyor?


Dostlar
,

Sayın Prof. Coşkun Özdemir, uluslararası bilimsel üne sahip bir tıp doktorudur ve bizim de İstanbul Tıp Fakültesi’nden hocamızıdır.. Sonraları ise onur duyduğumuz dostu ve savaşım arkadaşı.. Halen Kasder (Kas Hastalıkları Derneği) başkanı ve İstanbul’da emeklilik sonrası 15 yılı aşan bir süredir bu zor hastalığın kurbanlarına karşılıksız hizmet vermekte.. Çoook nitelikli emeği ve 60 yıllık hekimlik birikimiyle.
Yeşilköy’deki alçakgönüllü kiralık binada..

İstanbul Büyükşehir belediyesi her yıl taciz ediyor kira sözleşmesinin yenilenme(me)sinde.. Oysa belediyenin, kamu yararına çalışan bu tür dernek – vakıflara kendiliğinden destek olması gerek yasası gereği (5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu, md. 24/n).

Yandaş cemaat dernek – vakıflarına her türlü belediye olanağı cömertce (!?)
peş keş çekilirken, Coşkun Hocanın derneğine gerçek bedelle kiralanan binanın her yıl boşaltılması baskısı yapılıyor.. Hem taciz hem de yandaşlara ikram borcu / iştahı!?

Bu sitede, sık olmasa da, elimize geçen yazılarına sevinçle yer veriyoruz.
(http://ahmetsaltik.net/2013/08/29/akp-milletvekillerine-2/, 29.8.13;
http://ahmetsaltik.net/2013/09/13/kas-hastaliklari-dernegine-destek-olalim/, 13.9.13)

85’e dayanan kronolojik yaşına karşın, O, Cumhuriyet’in Büyük Atatürk‘ün Cumhuriyeti kutsal bir emanet bıraktıklarından -Türk Gençliği’nden- sayıyor pek haklı ve gururlu olarak..

21 Ekim 2013 günlü Cumhuriyet’in 2. sayfasında yer verilen 2 makale de hekimlere ait..
Dostluklarından övünç duyduğumuz Cumhuriyet Devrim’inin ürünü 2 hekim hocaya..
Onlar (Prof. Coşkun Özdemir ve Prof. Çağatay Güler) Büyük Atatürk‘ün

“Beni Türk hekimlerine emanet ediniz..”

buyurduğu ulusumuzun hekimlerinden..
(Prof. Güler’in sitemizde yer alan 2 yazısı için lütfen tıklayınız :
– http://ahmetsaltik.net/2013/10/22/nefret-etsinler-ama-yeter-ki-korksunlar/, 22.10.13
–  http://ahmetsaltik.net/2013/10/09/yoksul-ve-kor-bir-halk-saglikcisi/, 9.10.13)

Sevgi ve saygı ile.
22.10.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==========================================

Sorgulanamayan İnançlar Neye Mal Oluyor?..

portresi
Prof. Coşkun ÖZDEMİR

“Türkiye’de bilgi ve yeteneklerle ilgisi olmayan bir politik yazın ortamı var. Çerçevesini politik kavgalar ve cehalet saptıyor. Gelişmiş ülkelerde entellektüel söylem,
politik söylemi etkileyebilir. Türkiye’de bu olası değil.
İslam potası içinde bir politik kültür çöküntüsü içindeyiz.”

Kurtuluş savaşımızın kahramanlarından Rauf Orbay saltanatın kaldırılmasına karşı çıkmış, “Boğazımdan saltanatın lokmaları geçmiştir. Yok edilmesine razı olamam.” demiştir. Mustafa Kemal’in silah arkadaşları Keçiören’de O’nu sorguladılar:

“Senin Cumhuriyet ilan edeceğin söyleniyor. Bu doğru mu?” diye.

Kaygılıydılar bu inanç sahibi kahramanlar. Mareşal Fevzi Çakmak
Köy Enstitülerine karşı durdu
Nâzım Hikmet’in 30 yıl mahkûmiyetini onayladığı gibi. dini bütün bir muhafazakârdı Atatürk’ün yanı başında yer alan mareşal. DP iktidarının ilk icraatı Arapça ezanı geri getirmek olmuştur. İnançlara saygılıydılar,
sandık demokrasisi başlamıştı. Demirel, sağcı ve solcu çocuklar sokaklarda birbirini vururken “Bana sağcılar suç işliyor dedirtemezsiniz” diye televizyona çıkıp
her türlü şiddeti kınamayı reddetmiştir.

İnanç sahibiydi o günün başbakanı. Darbeler geldi sol akımlara karşı, yeşil kuşak
(green belt) teorisinin etkinlik kazandığı ortamda. Sömürüye, emperyalizme karşı çıkan solcu gençleri asmayıp beslemek olmazdı. Asıldılar birer birer bu yiğit çocuklar. Nakşibendi kimlikli Özalın ardından Erbakan şeriat özlemi içinde

Olacak ama bakalım kanlı mı kansız mı?” diyordu.

Nihayet en radikal inanç sahipleri geldi iktidara. Liderleri,

  • “Cumhuriyet dönemi sona ermiştir artık, topluma İslami esaslar
    egemen olacaktır, İslama aykırı yasalar kaldırılacaktır,
    halk onaylarsa laiklik elbette kalkacaktır.” 

diyorlardı.90 yıllık cumhuriyet dönemi artık sona ermeliydi.

AKP iktidarı müziğin her türlüsünü günah sayan, örtünmeyen kadınları fahişe olarak damgalayan, İslami bisiklet ve İslami teknoloji yaratmayı amaçlayan muhteşem (!) profesörler yetiştirdi. Bir emekli profesör de rüyasında Nakşibendi şeyhini görüp bakanlığa, ciddiye alınarak işlem gören ve şeyhin ikazlarını içeren yazı yazdı.

Laikleri şişe geçireceğim; anlayacaklar laikliğin faziletini.”
Elin o…su bile kalkıp laikim diye çalım satıyor..
” diyen ajans müdürlerimiz oldu.

Üniversitelerimizde laikliğe, aydınlanmaya (akla da diyebiliriz), Darwin’e karşı
çok sayıda Prof. unvanlı öğretim üyemiz var. Diyanet işleri başkanı faylardan söz eden bilim insanlarını eleştirerek “Fizik söylüyorsunuz, hani söylemlerinizde metafizik nerede, Tanrı depremle kulları için bir sınav yapıyor..” buyuruyor.

Diyanet İşleri başkanı, İzmir’in irfan noksanlığını ele aldığı gibi henüz dünya bilim âleminde kabul görmemiş kök hücre tedavisi konusunda da fetva veriyor ve inanç sahibi hâkimlerimizle (kararı mahkeme veriyor) birlikte Sağlık Bakanlığı ve yerli bilim insanlarını aşarak bu tedavinin uygulanmasını sağlıyor. Güçlü inanç sahipleri
Türkiye’yi bir darül harp bölgesi olarak ilan ediyorlar.

Türbanlı iki genç kızımız Atatürk’ü değil Humeyni’yi sevdiklerini söyleyerek
dinlerini yaşamayı özgürlük ve bağımsızlıktan çok daha üstün tuttuklarını,
sömürgede bu olasılığın daha yüksek olabileceğini bildiriyorlar.

Bir başka genç kızımız “7.4 yetmedi mi siz inançsızlara?” diye soruyor açtığı pankartla.

Ergenekon ve Balyoz davalarında yüzlerce gazeteci, öğrenci, bilim insanının tutukluluk ve mahkûmiyet kararlarında sorgulanamayan güçlü inançların önemli
rol oynadığı sanırım yadsınamaz (eski Genelkurmay başkanına verilen
müebbet hapis cezasını az gören savcı
yı hatırlayınız).

Bir Başbakan’ın “Dindar ve kindar gençler yetiştireceğiz” deyişini de
başka türlü açıklayamayız. Ülkemizin yüzakı iki büyük hümanist eğitimci ve sanatçısı
Türkan Saylan ve Fazıl Say’ayöneltilen küfür ve karalamalarına da başka bir yorum getiremezsiniz.

Ekranlarda boy gösteren ve milyonlara “çalışan kadın ailesini dağıtır, eş yok eşitlik yoktur, hamile kadının sokaklarda görünmesi terbiyesizliktir..” diye öğüt veren muteber (!) konuşmacıya ne diyelim?

Müslüman kardeşler liderlerinden Seyyid Kutuptan (Allah’ın nizamını gaspeden demokrasidir) ilham alan inançlı İslamcılarımız da yakında
kahrolsun demokrasi” diye pankart açtılar.

Saçlarının teli görünürse günah olacağına inanan genç kızlarımız (kim bilir ne güzel saçları vardır) türban özgürlüğü (!) ile büyük sevinç yaşayıp Erdoğan’a teşekkür ettiler. Ama bu kızlar, bu inanç önceliği ve iktidar politikaları yüzünden kamplara bölünmüş, bilimden, sanattan uzaklaştırılmış iç karartıcı memleket manzaralarını göremiyor, fark edemiyorlar. Türban devrimi (!) her şeyi unutturuyor. Onlarla birlikte ülkeyi yöneten ve onun yazgısına egemen olanlar inançlara dayalı politikalarını yürütürken geçmişin akla, felsefeye öncelik veren İslam bilginlerini, akademi kuran
El-Memun’u, İbni Rüşt ve İbni Haldun’u, İbni Sina’yı hatta C. Şengör’ün
ısrarla anlattığı Fatih Mehmet’i okumuyor, anlamıyor ya da umursamıyorlar.

Bugün ülkemizde farklı bir İslam, farklı bir Kuran yorumu yapan ilahiyatçılar var.
Onlar da göz ardı ediliyor.

Soru soran doğruları, iyiyi güzeli arayan insanlar için birbirinden aydınlatıcı yazılar yazan bir bilge insan Doğan Kubanı da okumadıklarına eminim.

Gözlerini, yurtseverler için kahredici gerçeklere kapayıp kayıtsız şartsız
AKP’nin ileri demokrasi masalını övenler,
Nagehan ve Nazlı’lar, Türköne’ler, Metiner’ler vb. ekran gülü ayrıcalıklı konuşmacılar da okumaz O’nu.

Bakınız ne diyor son yazısında Kuban:

Türkiye’de bilgi ve yeteneklerle ilgisi olmayan bir politik yazın ortamı var.
Çerçevesini politik
 kavgalar ve cehalet saptıyorGelişmiş ülkelerde entellektüel söylem politik söylemi etkileyebilir. Türkiye’de bu olası değil.

İslam potası içinde bir politik kültür çöküntüsü içindeyiz.”

Son Söz                   :

Toplumsal bilinç temel insan haklarına, laiklik ve aydınlanmaya göre biçimlenmemişse orada demokrasi gelişemez, hukuk var olamaz ve çalışamaz.

SAĞLIK OLSUN, SÖMÜRÜ OLMASIN…


Dostlar
,

TÜİK’in Türkiye Sağlık Harcamaları geçen hafta açıklaması üzerine
biz bir değerlendirme yapmayı tasarlarken, Van Atatürk Lisesi’nden arkadaşımız
sevgili
 Mustafa Sönmez, nefis bir irdeleme yaptı.

Batı cephesinde yeni bir şey yok!..

Yılllardır yazageldiklerimizle öngördüklerimiz bir bir, adım adım yaşama geçiriliyor.
Bu uğursuz öngörü issabeti bizim hünerimizden değil; varılmak istenen hedef belli.
Kokuşmuş, mide bulandıran yoz ve hemen tüm ABD’lilerin bir parça olsun düzeltmek için çırpındıkları sistemi Türkiye’ye dayatmak.. En son OBAMACARE yasası ve ABD’nin kilitlenen bütçesi ortada.

SGK yönergelerinde “tamamlayıcı özel sağlık sigortası da olan genel sağlık sigortalımız” biçiminde akıllara durgunluk veren tanımlamalar yer aldı geçen yıl Haziran’da.

Soygun Deli Dumrul‘u hasetten çıldırtacak boyutlarda..
Acı olan, soygunu sermaye adına yapan Devlet..

1. Ödediği vergi ile yurttaş, en temel hakkı ve devletin de en temel ödevi olan
sağlık hizmetine erişemiyor.

2. Bu amaçla zorunlu GSS dayatılarak PRİM = EK VERGİ alınıyor.

3. Bu da yetmiyor, 8-9 yerde katkı payı = haraç = devlet bıçak parası alınıyor.

4. Vakıf Üniversitelerinin hastaneleri dahil özel sağlık kuruluşlarından hizmet alabilmek
için ise faturanın ancak 1/3’ünü SGK’nın ödemesine boyun eğmek gerekiyor.

5. Bitmedi : Pek çok sağlık hizmeti, tedavi, ilaç, tıbbi girişim GSS dışı..
Örn. ilaçlı stentler, diş implantları.. TBMM üyelerine ise sınırsız destek!

Nasıl? Vatandaşın doğrudan cebinden ve de vergisinden yandaş yerli – yabancı sermayeye peş keş çekilen on milyarlarca Dolar ulusal kaynak..

Ve en çok hüzün veren boyutu; 90. sıralarda sağlık düzeyi..

Utandıran; koruyucu sağlık hizmeti verirMİŞ gibi yaprak hastalıklı – hastalandırılan toplum üzerinden kapitalimin maksimum kâr tunç yasasının yüzler kızarmadan işletilmesi..

  • Kahreden; kendi devletimizin küresel – yerli sermayenin sopalı tahsildarı konumuna dönüştürülüp indirgenmesi ile kendi yurdumuzda köleleştirilmemiz..

Elbet bu bezirgan harami saltanatı sonsuza dek sürmeyecek..
Halk uyanacak, uyandırılacak.. Hem de tez elden, başka çare yok!

Önemli not                      :

Toplam sağlık giderlerinin % 76’lar dolayında belirtilen kamusal karşılanma oranında sevgili Mustafa Sönmez de hata yapıyor. Verilen bu oranın içinde zorunlu GSS primi = ek sağlık vergisi ödeyen yurttaşın primleri de var. Bunlar SGK havuzuna girince kamusal kaynak olarak etiketleniyor.. Büyük olasılıkla bilerek böyle yapılıyor.

Bir de Devletin kamu işvereni olarak çalıştırdığı 3 milyona yakın personeli var.
Bu kişiler için “işveren” sıfatıyla zaten prim ödemek zorunda. Bunları da kamusal katkı saymak yanlış. 5510 sayılı yasa gereğince değişik yasalar kapsamında (örn. Yeşil Kart yasası, 2022 sayılı yasa vd.) prim ödeme gücü olmayanlara Devletin ödediği primler ile SGK açıkları için doğrudan bütçeden aktarımlar devlet katkısıdır. SGK’ya bu son gerekçe ile merkezi yönetim bütçesinden yapılan aktarımlar (transferler) ise tümüyle sağlık sigortası kapsamında olmayıp, Türkiye’de olan öbür 7 sigorta alanı içindir.
Sonuç olarak, sağlık giderlerinin toplam %75’leri değil tam tersine 1/4’leri (%25’leri!) doğrudan kamusal kaynaklarla karşılanmaktadır. Kalanı yurttaşın cebindendir ve
Devlet hem sağlık hizmeti üretiminden hem de finansmanından giderek çekilerek tasfiye edilmekte, yurttaşlar vahşi küresel sermaye karşısında yalnızlaştırlmaktadır.

PARAN KADAR SAĞLIK!

Bu hazin olguyu fark etmek (farkındalık!) çözüm için ilk zorunlu adımdır.

Sonra örgütlenmek.. Örn. SAĞLIK KOOPERATFLERİ kurmak
mücadelenin ara döneminde..

Sevgi ve saygı ile.
15.10.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

===========================================

SAĞLIK OLSUN, SÖMÜRÜ OLMASIN…

mustafa söznmezKitap_698337

Mustafa SÖNMEZ
YURT, 14.10.2013

SAĞLIK OLSUN, SÖMÜRÜ OLMASIN…

Sağlığa Türkiye toplumu ne harcıyor?
Harcama, kalitenin göstergesi mi?

  • Harcadıkça daha mı sağlıklı bir toplum oluyoruz, yoksa tersi mi? 

Bu sorular günümüzde daha çok soruluyor. Soruluyor ama, sağlığa ne kadar harcadıysan, o kadar sağlığa önem veriyorsun, anlayışı hakim. O nedenle de,
sağlık endüstrisinin telkinleriyle, önce sağlık harcamaları araştırmaları yaptırılıyor.

Türkiye’de verilen şablona göre; bunu önce Sağlık Bakanlığı yapıyordu,
sonra TÜİK’in işi oldu.

NE HARCANIYOR?

Önceki hafta, TÜİK’in açıkladığı sağlık verilerine göre;

  • 2012’de Türkiye sağlığa 76 milyar TL harcamış.
  • Bu, 42 milyar $ demek. Yani, ulusal gelirin %5,4’ü.

Çok mu, az mı? Uluslararası karşılaştırmalara gidelim.

  • ABD’de sağlık harcamaları ülke gelirinin %17’sine yaklaştı. 

Kişi başına sağlık harcamasının yıllık boyutu 7300 $. Kişi başına yıllık geliri 40 bin $ dolayındaki çoğu AB üyesinde sağlık için ulusal gelirin %9-10’unun harcandığı bildiriliyor. OECD üyelerinden G. Kore’nin sağlık harcaması, ülke gelirinin %7’si olarak gerçekleşirken, Meksika’da %6, Türkiye’de ise %5,4.

NEDEN ARTIYOR?

Sağlığa yapılan harcamaların, 30 OECD ülkesinde %8’e yaklaşması, Türkiye’de bile %6 dolayına ulaşması; bir yönüyle, hastalıkların  artmasıyla,
hastalık üreten bataklığın büyümesi ile ilgili.

Dünya genelinde gidişat sağlıklı değil, bir kere.

Yaşanabilir bir dünya yerine,

– iklim değişiklikleri,
– çölleşme,
– kirli hava,
– suların kirlenmesi,
– kötü beslenme,
– tütün kullanımının azalmaması,
artan işsizlik sonucu yıpratıcı stresin ve
– daha başka olumsuz hastalık üreten koşulların gelişimi yönünde…

  • İş cinayetleri, iş hastalıkları ve yaralanmalar azalmıyor;
    işe yabancılaşma artıyor. 

Ya trafik cinayetleri?

  • Gelecek kaygısı, korkusu ile psikolojik rahatsızlıklar? 

Bu da, hastalıkların kaynağının kurutulması yerine,
hastalık üreten kapitalizm bataklığının büyümesi
ve ürettiği hastalıklara daha çok para harcanması demek elbette!

Öte yandan; bir yönüyle gelişme, daha uzun ve sağlıklı yaşama isteği,
dolayısıyla sağlık hizmetine erişimin artması da, harcamaları artırıyor.

Ama aynı zamanda bu artış, sağlığın metalaştırılması, sağlık üstünden kâr ve sermaye birikimi sağlama eğilimiyle paralel yürüyor.

Medikal ve ilaç sanayileri, pazarı enine ve boyuna derinleştirme çabasındalar.

  • Bir kamu hizmeti olması beklenen sağlık, hızla özelleştirilmekte;
  • sağlık, hasta hakları hiçe sayılarak istismar edildikçe,
    harcama rakamları da büyümekte.

TÜRKİYE’DE…

Bir ülkede sağlık harcamalarının artmasında bu etkenlerden hepsinin payı olabilir.

Türkiye’de OECD ortalamasının gerisinde olmakla birlikte, sağlık harcamalarının görece artmasında birçok etkenin ağır basmasından söz edilebilir.

Dış kaynakla ekonomiyi büyütme şansı bulan AKP iktidarının
bütçe gelirleri de arttı.

Yükselen ithalat ve tüketim üstünden alınan dolaylı vergiler de artınca,
sağlığa daha çok para çıktı.

  • AKP rejimi, sağlık hizmetinin arzını artırmanın oy getirdiğinin bilinciyle;
    hastaneye, hizmete erişimi kolaylaştırdı.

Hekimin, sağlık personelinin çalışma koşulları, hakları hiç dert edilmeden;
omuzuna basılarak, iş yükü ağırlaştırılarak yapıldı bu.

Yanı sıra, çoğu yandaşlar sektöre sokularak özel hastanecilik teşvik edildi.
SGK’dan özel hastanelere sevk kolaylaştırılarak ‘özel’e pazar yaratıldı.
Bu büyütülen pazardan, ithalata dayalı medikal ve ilaç endüstrileri de nasiplendiler
tabii ki…

Neoliberal sağlık politikaları, erişimi kolaylaştırmanın ardından;

– yavaş yavaş faturaya hastayı ortak etmeye,
cepten harcamaların payını artırmaya başladı.

Bunların sonucu olarak, hem kamu kaynaklarından sağık için harcanan pay arttı
hem de halkın cebinden harcamalar…

Genel sağlık harcamasının 2012’deki boyutu 76 milyar TL’yi bulurken;
2009 yılında %81 olan kamunun harcamadaki payı, 2012’de %76,8’e geriledi.
Geri kalan %23’e yakın harcamanın 16 puanı ailelerin harcamalarından,
7 puanı da özel sigorta şirketlerinin sağlık harcamalarından oluşuyor.

Haneler, her yıl biraz daha fatura ödemeye mecbur bırakılıyorlar.

Harcamaların karşılığı mal ve hizmet satışını; artan ölçüde özel hastaneler,  firmalar gerçekleştiriyor; sağlık endüstrisinin büyümesinden büyük kârlar elde ediyorlar.
Özel hastaneler, tıbbi cihaz satıcıları, ilaç endüstrisi pastadan en büyük payı alanlar.

NE OLACAK ?

Yakın gelecek için ise şunlar söylenebilir :

Ekonomi büyümeye devam etmez, tersine küçülür ise bütçe de küçülür.
İstihdam azalır, SGK prim gelirleri düşer. Bu, sağlık bütçesinin de küçülmesi demek olur. Kamu üstünden sağlığa erişimde niceliksel ve niteliksel daralmalar söz konusu olur. Bu durumda, hastane ve tedarikçilerin de pazarı daralır. Aileleri cepten harcamaya daha çok zorunlu tutarlar, faturayı aşırı iş yükü ve düşürülmüş maaşlarla
sağlık çalışanlarına çıkarırlar. Faturayı; gelir payını azaltarak eczacılara,
cepten harcamaya daha çok zorunlu tutarak, halka çıkartırlar.

Bu biline ve önlem alına…

AKLIMIZA KİLİT VURULAMAZ

Dostlar,

Sayın Ertürk bu yazısında da çok çarpıcı saptamalar yapmakta deyim yerinde ise çığlık atmaktadır.

Twitter hesabına yapılan saldırıyı AKP’nin faşist iklimine bağlamaktadır.
Hiç de haksız değildir..

Biz de bu vb. saldırıları kınıyoruz. Yetkilileri, bu tür demokrasi ve hukuk dışı eylemlerin işleyenlerini bulmaya ve adalete teslim etmeye çağırıyoruz:
Çıkıp kamuoyuna net ve içtenlikli açıklamalar yapmalarını diliyoruz..
Yanlış adrese başvurmuyorsak.. ya da dileğimizi suçlulara aktarmıyorsak..

Türkiye bu kuşatmayı da aşacak ve sorumlularından yasal hesap soracak.
Her-kes bu tarihsel gerçeği kafasına bir güzel koymalı ve hiç unutmamalı..

Teşekkürler Sayın Ertürk..

Dayanışma ile..

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 30.7.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

======================================

AKLIMIZA KİLİT VURULAMAZ

portresi_sade


Türker ERTÜRK

Geçtiğimiz Perşembe ve Cuma günleri Başbakan Erdoğan’ın “Allah’ın belası” dediği Twitter hesabımıza siber saldırı yapıldı, önce beni izleyenlerin sayısı azaltıldı, daha sonra sistem hesabımı askıya aldı.

Kuşku duymakla birlikte ilk önce bu olayın yalnızca benim başıma geldiğini düşündüm. Daha sonra öğrendim ki, bu şerefsiz ve ahlaksız saldırının tek hedefi ben değilmişim. Saldırıya uğrayanların ortak yanı ise Erdoğan ve AKP’ye karşı muhalefet etmeleri!

Tereddütsüz söylemek isterim ki, bu saldırının sorumlusu Erdoğan,
AKP iktidarı
ve onların yarattıkları anti-demokratik iklimdir.

Demokrasiyi istedikleri durakta inecekleri bir tramvay olarak gören ve onun nimetlerinden faydalanarak bir biçimde iktidara gelen Erdoğan, iktidarda sonsuza dek kalmak ve hesap vermemek için devletin gücünü karşıtlarına (muhaliflerine) karşı silah olarak kullanmaktadır.

Hitler milliydi bunlar gayri milli!

Bugün ülkemiz Hitler faşizmine ve diktatörlüğüne rahmet okutacak uygulamalarla karşı karşıyadır. Hiç değilse Hitler milliydi, şu anda ülkemizde bulunan iktidar sahipleri emperyalist işbirlikçisidir ve gayri millidir. Bu toprakların yararına tek bir uygulamaları bile yoktur. Sakın birisi çıkıp yollar, sağlık ve AVM gibi şeyler lütfen söylemesin. Hitler’in Almanya için yaptıklarının yanında bunlar solda sıfır kalır.

Bugün hiçbir Alman, bazılarının içinden geçse bile Hitler zamanında iyi işler de yapıldı diye bu dönemi temize çıkaramaz ve Hitler’i övemez. Çünkü Hitler
hem ülkesini, hem Avrupa’yı hem de dünyayı felakete sürüklemiştir.

Evet, Erdoğan ve AKP iktidarına muhalefet ediyorum.
Geçmişte ne Sayın Erdoğan ile ne de partisinin ileri gelenleri ile kişisel bir husumetim ve tanışıklığım olmadı. Kendileri ile insani hiçbir sorunum yoktur.

Ama yaptığımız gözlemler ve analizler sonucunde Erdoğan ve AKP iktidarının;

  • emperyalizme taşeronluk yaptığını, 
  • gizli bir gündemleri olduğunu, 
  • Cumhuriyetimizin kazanımlarını yok etmek istediklerini, 
  • rant ve talan peşinde koştuklarını, 
  • insanlarımızı Allah ile kandırdıklarını, 
  • Türkiye Cumhuriyeti’nin rejimini değiştirmek için yeni anayasa peşinde koştuklarını, Ergenekon, Balyoz ve Casusluk gibi
    hukuksal olmayan operasyonel davaların önünü açtıkları.. 

değerlendirmesini yapıyorum.

İç savaş kapımızda

Ayrıca Erdoğan ve AKP iktidarının halen sürdürdüğü politikaların

  • insanlarımızı birbirine karşı kamplaştırdığını, ayrıştırdığını, 
  • ülkemizi felakete sürüklediğini, 
  • hızla bölünmeye ve parçalanmaya doğru gittiğimizi 
  • ve iç savaşın kapımızda olduğuna inanıyorum.

Bu yaptığım değerlendirmelerin bir kısmına veya tamamına katılmayabilirsiniz.
Ama bu ülkede demokrasiden, fikirlerin serbestçe açıklanabilmesi hürriyetinden
ve basın özgürlüğünden eğer söz ediyorsanız, bu söylediklerime ve değerlendirmelerime katlanmak zorundasınız.

Yürütme erki için son yetkiyi halk vereceğine göre, herkesin düşüncelerini ve kanaatlerini serbestçe anlatmasına uygun ortamın sağlanması, demokrasinin
olmaz ise olmazıdır.

Erdoğan’ın ikide bir söylediği sandık, faşist yönetimlerde ve monarşilerde de vardır ama buralarda basın özgürlüğü yoktur ve düşüncelerin serbestçe açıklanabilmesi mümkün değildir.

Dünya birincisiyiz!

Günümüzde Türkiye’de basın özgürlüğünün zerresinden bile söz edilemez.

Erdoğan yönetiminde AKP iktidarı, elindeki devlet aygıtını saldırı silahı olarak kullanarak basını sindirmiş, korkutmuş, susturmuş, tutuklamış ve içeri atmıştır.

Bugün 123’ü tutuksuz 64’ü tutuklu olmak üzere 187 gazeteci yargılanmaktadır.

Bazıları suçunu bile bilmemekte, bazıları ise gazetecilik yaptıkları için cezalandırılmaktadır.

  • Dünyada en çok gazetecinin tutuklu olduğu ülke sıralamasında birinciyiz!

Bu onur sanırım bize yeter de artar bile! Erdoğan’ın ileri demokrasi dediği bu galiba!

Baskılar sonucu işinden attırılan gazeteciler, yerlerine ikame edilen yalama ve yalaka takımı, maliye ve adliye ile yola getirilen medya patronlarından sonra
basın hükümet için artık dikensiz gül bahçesi haline getirilmiştir.

Ama işi, internet gazeteciliği, elektronik postalar ve “ Allah’ın belası “ facebook ve twitter gibi sosyal paylaşım siteleri bozmakta ve yaratılan bu gül bahçesini
dikenli hale getirmektedir.

Amaç muhalifleri susturmaktır

Yazılarımız Aydınlık Gazetesi yanında Florida, Londra, Berlin ve Paris de dahil olmak üzere 15’i aşkın internet gazeteciliği yapan sitelerde yayınlanmakta ve milyonlara ulaşmaktadır. Konferans ve panel gibi nedenlerle gittiğim yerlerde insanlarımız bana ceplerinde ve cüzdanlarında taşıdıkları yazılarımı göstermektedirler. Sosyal paylaşım siteleri, muhalif yazıların milyonlara ulaşmasında alternatif medya görevini yapmaktadır.

Bizim gibi AKP’ye muhalefet edenlere yapılan bu siber saldırıyla, Gezi olayları ile başlayan halk hareketi sırasında beş yurttaşımızın hunharca katledilmesi, halka kimyasal silahlarla saldırılması ve TÜPRAŞ’a baskın yapılması arasında hiç fark yoktur. Amaç muhalifleri susturmaktır!

Hesaplarımıza yapılan saldırı bir cinayettir.
Bu cinayetin azmettiricisi Erdoğan ve AKP iktidarı olup tetikçileri Türkiye’dedir
ve olayın Twitter şirketi ile alakası yoktur.

Hiç kimse, ama hiç kimse, doğru bildiğimiz yoldan döndüremez, korkutamaz
ve aklımıza kilit vuramaz.

Saygılar sunarım.