Etiket arşivi: AKP iktidarı

VİCDAN SEÇİMİ

VİCDAN SEÇİMİ

Mustafa AYDINLI
Eğitimci – Yazar

YSK’nın verdiği karara göre, İstanbul’da Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimi yeniden yapılacak. Aynı zarfa 4 farklı seçim için oy pusulaları koyan seçmen, 3’ünü doğru yapmış birisinde hile var!? Yani aynı seçmen, aynı sandık kurulu, aynı il – ilçe seçim kurulları ve de aynı YSK.. Üç oylamada doğru BŞB Başkanlığı oylamasında AKP’nin oyları çalındı!? “Hiç olur mu böyle şey?” derseniz, “AKP iktidarında oluyor..” bu sorunun yanıtı. İlginç olanı da YSK, zorla-ma iptal gerekçesinde “oy çalınmasından” söz etmiyor. Binali bey kıvırtıyor çalma iddiası için.

Sözü dolaştırmadan söylersek, açıktan 82 milyon yurdum insanının gözünün içine baka baka, tüm dünyanın gözünün içine baka baka, bir hak gasp edildi. 9 milyona yakın seçmenin iradesi yok sayıldı. Bunun aksine çocukları bile ikna edemezsiniz.

YSK’nın hukuk dışı kararı, Cumhuriyet tarihinin en ürkütücü tablolarından biridir. Ülkemizde pek çok olumsuzluklar zamanla yaşanmış olabilir, ancak seçimler yönünden böylesi bir garabet ne görüldü, ne duyuldu, ne de yaşandı. Oysa özgür seçimler, açık sayım – döküm ve yargı gözetimi – yönetimi evrensel demokrasi ilkeleri, olmazsa – olmazlar!

Bu ağır tablo, iktidarın ve adalet dağıtma makamındakilerin görevlerini kötüye kullanması, haksızlığı meşrulaştırması, dahası tek adamla yönetilmenin kaçınılmaz sonuçlarının kılıf uydurulamayan göstergesidir. “Seçme hakkının gasp edilmesine acaba halk ne der?” kaygısı zerrece yoktur. “Acaba dünya bu kabul edilemez akıldışılığa ne der?” tasası da yoktur. Oysa halkın seçme iradesini gasp etmek ayıptır, günahtır, bağışlanamaz bir suçtur, yüz kızartıcıdır, demokrasinin katledilmesidir!

Sokağa çıkacak halimiz olsun, halkın yüzüne bakacak gözümüz olsun endişesi de hiç kalmamıştır. Ne büyük çelişkidir ki; her fırsatta ölçüsüz din sömürüsü yapan, dini siyasete pervasızca alet eden AKP iktidarı; oruç tuttukları Ramazan ayının ilk günlerinde bu din dışı – dine asla sığmayan garabeti halka reva görmüş, Allah’ın bile bağışlayamadığı kul hakkı yemiştir.

Kazanalım, yeter ki kazanalım, ötesi hiç önemli değil..” sanrısı (hezeyanı) ile sağduyu olmaksızın akıl dışı davranılmıştır. Her türlü etik, moral, hukuksal, politik, insani değer hiçe sayılmıştır. Vicdanlar çok ağır yaralanmıştır. Hatta toplum vicdanı kanatılmıştır. İstanbul’un muazzam rantları, akılları başlardan almaktadır!

Ekrem İmamoğlu’nun alın teri hakkı, göz göre göre, hukuk eğilip bükülerek; hiçbir geçerli gerekçeye ve kanıta dayanmadan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı yetki belgesi (mazbata) elinden alınmıştır. 1,5 milyon dolayında mühürsüz oy ve zarfın kullanıldığı ve YSK tarafından daha seçim sürerken bunların “geçerli ” kabul edildikleri bir başka faciayı 16 Nisan 2017 halkoylamasında yaşamıştık. Aslında ülkenin saygın hukukçuları, başta sayın Prof. Dr. Sami Selçuk ve öbürleri her fırsatta 16 Nisan 2017 halkoylamasının yok hükmünde olduğunu ısrarla yazıyor, anlatıyorlar. Anlaşılan “yok hükmünde yönetiliyoruz”!? AKP bunu hep yapıyor ne yazık ki! Örn. Edoğan bir AYM kararını tanımıyor, saygı da duymuyor! (Basın önünde söyledi..). 7 Haziran 2015 seçimlerini de beğenmemişti TEK ADAM ve hükümet kurdurtmayarak, ülkeyi kan revana boğarak birkaç ay sonra 1 Kasım 2015’te genel seçimleri yeniletmiş, %41’lere düşen oylarını %49’lara çıkarmayı her nasılsa becermişti! Deneyimliler..

Ne var ki, her nasılsa tepelere gelmiş – getirilmiş birilerinin seçim sonuçlarını beğenip – beğenmemesine göre seçmen iradesi onay görecek ya da iptal edilecekse; o rejimin adı son yüzyılların bile siyasal literatüründe yok; arkaik dönemlere gitmek gerek..

23 Haziran 2019’da İstanbul’da bu seçim yenilenecek. Bu seçim artık salt İstanbul’un değil, tüm Türkiye’nin seçimidir. Artık bir vicdan, hak, hukuk, uygarlık, adalet, hakkı teslim etme, iradenin gaspına isyan seçimi yapılmaktadır. Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçiminin çok ötesindedir.

Adına “Vicdan” denen içsel pusulayı iyi kavrayamazsak bu seçimde doğru karar veremeyiz. Anayasa md. 138’e göre Hakimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler.” Bizim YSK, bu anayasal yükümden bağışık mıdır? YSK, Sarayın buyruğu ile mi karar vermektedir!? Tuğla kalınlığındaki hukuk kitapları, yasalar, anayasalar, uluslararası sözleşmeler.. yargıçların vicdanları ile harman olmak yaraşmaz mı bizim YSK’ya da??

Ünlü öyküdür, çoğumuz biliriz : 18. yy. Alman hükümdarlarından Frederick The Great, bugün kendi adıyla anılan sarayını yaptırırken, sarayın bahçesinde bulunan ve artık o saray ölçüsünde ünlü yeldeğirmeninin de kamulaştırılmasını ister. Değirmencinin arazisini satmaması üzerine önerilen para artırılır, ancak değirmenci yine reddeder. Sinirlenen kralın gönderdiği “zorla alırım” iletisine ise değirmenci; hukukçuların bir onur belgesi gibi duvarlarına asması gereken o ünlü yanıtı verir:

“Alamazsin! Berlin’de hakimler var.” Hukuk devletinin felsefesini özetleyen bu veciz başkaldırı – meşru direnme, yaklaşık 2 yy’dır bütün dünyada yüce adalet ülküsünün dillerden düşmeyen bir göstergesine, bir motto‘suna dönüşmüştür.

İstanbul’lunun alın teri, vergisinden, belgelere göre 847 milyon TL’si cemaatler ve iktidarın yandaş kuruluşları ve vakıflarınaa aktarılmıştır. İktidar, böylesine devasa bir rant kapısını kolay vermeyecektir. Ancak halk da gerçeği görmüştür. Alın terlerinin İstanbul için harcanmasını isteyecektir. Halk, bu hakkaniyetli sürecin küçük bir örneğini de tatmıştır üstelik; İmamoğlu’nun 19 günlük İstanbul BŞB Başkanlığı döneminde önerdiği aylık öğrenci biletlerini 85 TL’den indirimle 40 TL’ye almaya başlamıştır.

Ulusun aklı, vicdanı, adalete sahip çıkma duygusu ve bilinçli seçmen sağduyusu baskın olacak, gasp edilen hakkını asla bağışlamadan koruyacak, mağduru kollayacak ve İmamoğlu daha büyük oy farkıyla yine kazanacaktır.. Halkla inatlaşan, tarih boyunca er ya da geç, hep ama hep yenilmiştir. 23 Haziran’da da böyle olacak, gerçekten “Her şey çokkk güzel olacaktır!”

Pahalılığın sebebi çarpık kapitalist düzendir…

Pahalılığın sebebi çarpık kapitalist düzendir…

Dr. Alev Coşkun
Cumhuriyet
, 22.02.2019
(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Hani devlet bakkallık, manavlık yapmazdı!.. 

Yapılacak iş, temelde Atatürk’ün planlı-karma ekonomisine dönmektir.

Et- Balık Kurumu, yeniden güçlendirilmeli, tarım üretici kooperatifleri her yönden desteklenmelidir. Artık sona gelindi, çıkış yolu ciddi bir mali disiplin, tarım ve sanayi üretimine destek vermekten, karma ekonomiden geçiyor.

AKP iktidarı seçimlere giderken, temel gıda maddelerindeki pahalılığı önlemek için tanzim satış mağazaları açmaya başladı. Üretici ile tüketici arasında oluşan komisyoncuları ortadan kaldırmak ve halka daha ucuz temel gıda maddeleri sağlamak güzel… Ama yetersizdir. 
AKP, Özal’dan devir aldığı küreselci ekonomi politikalarını yıllardır sürdürüyor. Özal ve onu izleyen küreselci hükümetler ne diyordu? “Devlet sanayicilik yapmaz. / Devlet ticaretle uğraşmaz. / Devlet bakkal, manav işletmez. / Devlet çiftçilik yapmaz. / Devlet ayakkabı, basma üretmez…” Dahası, anımsayalım, AKP iktidara geldiği zaman, Kamu İktisadi Teşebbüsleri (KİT) için ne diyordu: “Babalar gibi satarız”. (AS: Maliye Bakanı Kemal Unakıtan!)
Sonunda ne oldu? IMF, Dünya Bankası ve emperyalist devletlerin istediği yapıldı.

  • Sümerbank, Etibank, Et-Balık Kurumu, Süt Endüstrisi Kurumu, SEKA, çimento fabrikaları, şeker fabrikaları, barajlar, köprüler.. teker teker satıldı.

Belediyelerin piyasada fiyatları dengeleyen tanzim satış mağazaları kapatıldı. KİT’ler yandaşlara peş keş çekildi. Fabrikaları alan yandaşlar, makineleri hurda olarak sattılar, fabrika arazilerini yapıya dönüştürerek rant sağladılar. Bunlar tarihin kayıtlarına geçmiş bulunuyor…

Üretici desteklenmeli 
AKP seçimlere giderken, halkın pahalılıktan yakınmalarına karşı acele tanzim satış mağazalarına yöneldi. Bu önlemler geçicidir, yüzeyseldir, aldatıcıdır. Yalnızca üretici ile tüketici arsındaki komisyonu azaltır. Bunlar üretimin gelişmesini sağlamaz.

  • Üretici doğrudan desteklenmedikçe fiyatların yükselişi önlenemez.

AKP iktidarında tarıma, çiftçiye destek verilmedi. 2000’li yıllarda tarımın milli gelirdeki payı % 10’un üzerindeyken, bugün %3.7’ye geriledi. 2000 yılında, o günkü nüfusun %10’undan çoğu doğrudan tarımla uğraşıyordu. Bugün nüfusun artmasına karşın toplam nüfusun ancak % 5’i tarımla uğraşıyor. Tarımla uğraşana, köylüye, çiftçiye destek verilmiyor.

  • Tarımda küreselleşmenin getirdiği dayatmalarla ithal pahalı gübre, pahalı mazot, tohum kullanılıyor.

Sorunun kökü ideolojiktir! Öncelikle, konunun temel dinamiklerine bakmak gerekir.

  • Konunun kökeninde vahşi kapitalist sistemin kuralları yatmaktadır.

Kapitalist sistemi savunan, liberal ekonomistlerin Tanrı buyruğu gibi kabul ettikleri bir kural vardır. Adam Smith tarafından formüle edilen bu kurala göre “Piyasa serbest bırakılmalıdır. Devlet, piyasaya ve ekonomiye müdahale etmemelidir. Piyasanın sorunlarını, kapitalist sistem kendisi çözer. Çünkü piyasanın görünmez eli piyasayı düzenler”. Bu kural son yüzyılda birkaç kez ters yüz oldu. İlk tersine dönüş, 1929’da ABD’de başlayan ekonomik krizdir. Bu kriz ABD borsalarında başladı ve 24 Ekim 1929’da dünya ekonomi tarihine “Kara Perşembe” adıyla geçti. Çünkü New-York Borsası çökmüştü. Geleneksel kapitalist önlemler bu büyük krizin onarılmasına yetmedi, enflasyon ve giderek yükselen işsizlik sorununa yeterli olmadı.

Devletin görünen eli
Bu noktada, “piyasanın görünmez eli yerine, devletin görünen eli”nin devreye girmesi, devlet yatırımlarının ve ekonomiye müdahale politikalarının öne çıkma yaklaşımı güç kazandı. Bu politikaları öneren ve sistemleştiren ekonomist John M. Keynes olduğu için, bu yaklaşıma “Keynesci Ekonomik Yaklaşım” adı verilmişti. Açıkçası, 1929 ekonomik krizinin çözümünü kapitalist piyasa ekonomisi başaramadı. Bu başarısızlık, devletin ekonomideki rolünü ve önemini artırdı. Keynesci görüş egemen oldu. 1929 ekonomik krizinin en önemli sonuçlarından birisi, “bırakınız yapsınlar…” sloganı ile temelleşmiş olan ve devletin ekonomiye karışmasının çok kötü olduğunu kabul eden düşüncenin kenara itilmesi ve devletin ekonomiye karışmasının kabul edilmesidir.

Karma ekonomi 
1929 dünya ekonomik ve mali krizi, Karma Ekonomik Model’i ön plana çıkardı. Bütün dünyada özellikle Amerika ve Avrupa’da Kamu İktisadi Teşebbüsleri’nin (KİT) kuruluşu yaygınlaştı. 
Türkiye,1930’larda Atatürk’ün liderliğinde planlı ve KIT’lere öncelik veren bir ekonomi politikası uygulamaya başladı. Devletin kurduğu fabrikalar Anadolu’da yayıldı. Ekonomi düzlüğe çıktı, işsizlik azaldı.

Görünmeyen el kuramı çöktü
Adam Smith’e göre “görünmeyen el” piyasayı düzenleyecekti. Ama ne var ki, “görünmeyen el” bir türlü gelemiyor, gelse bile piyasayı düzenleyemiyor, ancak kimi büyük kapitalistlerin işine yarıyordu. Marx’ın kapitalist sistemle ilgili “periyodik” kriz öngörüsü önemlidir. Marx, “kendi işleyiş mantığından ve yapısından doğan nedenlerle kapitalist ekonominin dönemsel (periyodik) olarak krizlere sürükleneceğini” belirtmiştir.  Klasik ve liberal ekonomistlerin çok bağlandıkları kapitalist ekonominin kendi kendisini düzenleyen “piyasanın görünmeyen eli” kavramının ve “bırakınız yapsınlar” temeline dayanan ekonomi politikalarının, krizlerle baş edemediği, işsizliği yenemediği açıkça ortaya çıktı.

Küreselleşme 
1990’lı yılların başında Sovyetler Birliği’nin yıkılışı küreselleşme olgusunu öne çıkardı. Friedman’ın Şikago (Chicago) Okulu’nun, “parasal ekonomi” tezi bütün dünyada kabul görüyordu. ABD’de Reagan, İngiltere’de Thatcher hükümetlerinin başlattıkları harekete bütün dünya katıldı ve özellikle gelişmiş ülkelerde KİT’ler teker teker satıldı.

  • Küreselleşme aslında, piyasaların serbestçe işleyişini sağlamak için, her türlü engeli sermaye yararına ortadan kaldırma projesiydi.
  • Yeni dünya düzeni, küreselleşme ve özelleştirme sloganı ile yürüyordu.

AKP ders almadı… 
1990’dan 2008’e 18 yıl geçti ve Marx’ın öngördüğü kapitalist sistemin “dönemsel kriz”i yeniden ortaya çıktı. ABD’de 2007- 2008’de başlayan kriz bütün dünyaya yayıldı. Türkiye 2008 Krizi’ni atlattı ama bundan ders almadı. AKP iktidarı, yılların birikimi olan KİT’leri birer birer sattı. Ekonomi politikaları üretime değil, finansal hareketlere öncelik tanıyordu. Birkaç gün önce Binali Yıldırım’ın söyledikleri çok ilginçtir. Ne diyordu Binali Yıldırım:

  • “Para yağmur gibi yağarken sanki hiç ödemeyecekmişiz gibi bol bol almışız. Geri ödeme zamanı gelince, ‘Yahu nereden çıktı bu!’ demeye başlamışız.”

Bu sözler, AKP’nin ülkeyi neden bu hale getirdiğinin açık itirafıdır. Sayın Yıldırım şunu demek istiyor: Gelen paraları üretici yatırımlara yöneltmedik. İş sahaları açamadık. Dışarıdan gelen dövizleri çarçur ettik. Paraları inşaata ve betona gömdük. İşte bugün içine düşülen krizin temel sebebi budur. Vahşi kapitalizmin ranta dayalı politikalarıdır. Bu nedenle işsizlik en üst düzeye yükseldi, iflaslar arttı. Üretim durdu. AKP iktidarının gözbebeği inşaat sektörü de sıkıntı içinde.

  • Bugün Türkiye büyük cari açık, üretim düşüklüğü ve enflasyon sarmalındadır.

Ne Yapmalı?

Ekonomi, yüzeysel önlemlerle düzelmez. Çok değil, 20-25 yıl öncesine kadar Türkiye gıda yönünden kendi kendisine yeten bir ülkeydi. Bugün buğdaydan kuru fasulyeye tüm gıda maddelerini, kurbanlık koyunu ve yemeklik sığır etini ithal eden bir ülke haline geldik.

Yapılacak iş, temelde Atatürk’ün planlı- karma ekonomisine dönmektir. Et-Balık Kurumu, yeniden güçlendirilmeli, tarım üretici kooperatifleri her yönden desteklenmelidir. 2007 dünya krizinden ders alan ABD, Rusya, Çin, Almanya, İngiltere, Fransa, Adam Smith tarafından ortaya konulan “devlet ekonomiye müdahale etmesin” düşüncesini terk ettiler. Derece derece ekonomi ve mali alana müdahale ediyorlar, düzenlemeden geçiriyorlar. AKP iktidarı, 2000’li yıllardan bugüne, dünya borsalarında oluşan sıcak para tuzağına girmiş, büyük faizler ödeyerek, kazanılan artık değerin yurt dışına gitmesine vesile olmuştur.

Artık sona gelindi. Tekrar ediyoruz, çıkış yolu ciddi bir mali disiplin, tarım ve sanayi üretimine destek vermekten, karma ekonomiden geçiyor.
========================================

Dostlar,

AKP’ye “nafile” öneriler..
Dr. Alev COŞKUN’un “Pahalılığın sebebi çarpık kapitalist düzendir…” makalesi nedeniyle

Gerçekten nefis bir makale. Ancak bu denli etkili ve başarılı, “olgunluk ve sorumluluk” içinde yazılabilirdi. Cumhuriyet‘in saygın yazarı-yöneticisi, eski Turizm ve Tanıtma Bakanı (1978-79) Sn. Dr. Alev COŞKUN’u gönülden kutluyor, makalesine bütünüyle katılarak paylaşıyoruz.. Dr. Alev Coşkun, İstanbul Hukuk Fakültesi’ni bitirdikten sonra, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi alanında New-York Üniversitesi’nde master ve doktora dereceleri almış seçkin bir bilim insanıdır parlak siyaset kariyerinin yanı sıra..

AKP iktidarının, başta Erdoğan olmak üzere; tüm sağduyularını yok eden ve kendileriyle birlikte ülkemizi ağır yıkıma sürükleyen ölçüsüz kibirlerini, çok bilmişliklerini, kör inat ve dinci – gerici ve de narsisistik takıntılarını artık bir yana bırakmaları ve sağduyulu davranarak yılların biriken hatalarından dönmeleri zo-run-lu-dur.

Türkiye saatini Greenwich meridyenine göre ayarlamak yerine Suudi Arabistan’a bağlamak ve sabahın karanlığında on milyonlarca insanı – çocuğu yollara düşürmek, üstüne üstlük bir de namaz saatlerini gün ışığına çekerek din kurallarını da ayaklar altına almak, Anayasayı açıkça çiğnemeyi pervasızca sürdürmek sağlıklı – olağan – normal bir ruh hali ile bağdaştırılabilir mi?

Bu sitede hep yazdık, iyiniyetle uyardık, güzelim atasözlerine gönderme yaptık..

  • Hatadan dönmenin erdem olduğunu… anımsattık..
  • Artık AKP = Erdoğan‘ın başka hiçbir seçenekleri kalmamıştır. Bu ülkenin iyi niyetli gerçek aydınları ve uzmanları hala, AKP = Erdoğan‘ın ne yazık ki tüm dışlama hatta utanılası – gerçekte yapanı utandırası AŞAĞILAMALARINA karşın, bilimsel akılcılığa dayalı gerçekçi çözümleme ve önerilerini hala ve sabırla sunmaktalar.

Oysa başta dincilik ve iflah olmaz Cumhuriyet düşmanlığı olmak üzere, iktidar nimetlerine kölelik düzeyinde bağlılık ve çooook kabaran suç dosyaları yüzünden AKP = Erdoğan yalın – çıplak gerçekleri bile algılayabilmekten uzak düşmüşler, ülkenin yakıcı gerçeklerine yabancılaşmışlardır. Bu algı küntleşmesi,belagat bağlanması!- bir yandan ülkemizi ağır biçimde yaralarken, AKP = Erdoğan’ı da inanılmaz bir hızla tüketmekte, hatta bir karadelik gibi yutmaktadır, yutacaktır..

Akla hayale gelmeyen tüm anormal araçlar kullanılarak, geleceğin olanakları tüketilerek.. çok yönlü ekonomik bunalım ve çöküşün yakıcı – çökertici faturasının halka yansıması sınırlanmaya çalışılmaktadır. 31 Mart 2019 gününe dek.. Ekonomideki bu sıkıyönetim ya da OHAL önlemlerinin, yüz kızartıcı “beka masallarının” sürdürülebilirliği yoktur. Hatta 31 Mart’a dek bile! Sonrası, ne yazık ve ne acı ki bir “tufan” tüm verilere göre.. Bu AKP = Erdoğan faturası kaçınılmaz olarak ödenecek. Ama asla tek yanlı değil..

Türkiye, bu dinci – gerici karşıdevrim saldırısını hiç kuşku yok altedecektir. Ancak tarih ve Ulusumuz, AKP = Erdoğan‘ı hak ettikleri yere koyacak ve asla hayırla anmayacaktır. Koşullar elverdiğinde elbette yasal düzlemde hesabı da sorulacaktır, sorulmalıdır mutlaka.

SONUÇ :

Bir an önce “rasyonaliteye dönmek” dışında AKP = Erdoğan iktidarının ömrünü uzatabilecek hiçbir mucize ufukta görünmüyor..

Sevgi ve saygı ile. 24 Şubat 2019, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Halk Sağlığı Uzmanı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

 

Sağlığımızın başına gelenler

Reis geçenlerde konuştu: “Sağlık alanında dünyanın en ileri ülkelerinden biriyiz” dedi. Her zamanki gibi abartmıştı ama ben bir Halk Sağlığı Uzmanı hekim ve kıdemli bir sağlık yöneticisi olarak “Bu lafta hiç mi gerçek payı yok?” diye düşündüm. El hâk, saptamanın doğru yanı çoktu. Türkiye sağlık alanında, öbür gelişmişlik ölçütlerine göre daha iyi bir durumdadır. Sağlıkla ilgili istatistik veriler, demografik değerler bunu göstermektedir.

Türkiye sağlık alanındaki bu oldukça ileri konuma üç büyük sıçrayışla gelmiştir.

Bunlardan birincisi, Cumhuriyetimizin kuruluş döneminde ülkeyi kasıp kavuran, sıtma, verem, lepra (cüzzam), trahom gibi salgın hastalıklarla savaş için yaratılan dâhiyane sağlık örgütlenmesi biçimidir.

İkincisi, 60lı yıllarda, ülkenin en geri kalmış bölgelerinden başlatılarak kurulan, gene dâhiyane, “sosyalleştirilmiş sağlık hizmetleri” örgütlenmesidir. O dönem sağlık yöneticilerinin, hekimlerin ve özverili sağlık görevlilerinin unutulmaz hizmetleri halkımızın bilincine kazınmıştır. Öyle ki şimdi bile insanlarımız, kurulan Aile hekimliği Merkezlerine, “Sağlık Ocağı” demeyi sürdürmektedir.

Sağlık alanındaki en önemli gelişmelerden üçüncüsü, gene 60’lı yıllarda, “Hacettepe Tıp Fakültesi” öncülüğünde başlatılan “Tıp Eğitiminde Devrim” hareketidir. Bu örnekle özdeşleşen öbür Tıp Fakülteleri de bugün hepsi ile övündüğümüz çok değerli hekimler ve bilim insanları yetiştirmişlerdir.

Böyle üstün bir mirasın üzerine oturan AKP iktidarı, kısa bir süre sonra, ideolojisinin kaçınılmaz sonucu olarak, kapitalizmin o şeytani bakış açısına yakalanmış ve

  • sağlık kuruluşlarını “ticarethane” hastaları da “müşteri” olarak görmeye başlamışlardır.

İktidarlarının ilk yıllarında, bu bakış açısının gereği olarak yaptıkları düzenlemelerle, vatandaşların özel sağlık kuruluşlarından alacakları hizmetleri de, bir bölümü ile ulusal sağlık sigortası sistemlerinden (Emekli Sandığı, SSK, BAĞ-KUR) finanse etmeyi sağlamışlar ve bu popülist düzenleme ile vatandaşın beğenisini kazanmışlardır.

Zihniyet “satıcı-müşteri” kıskacı olunca, artık durmak olanaklı değildir. 16 yılın sonunda sağlık hizmetlerinin verilmesi, sağlık organizasyonu açısından bir “felaket” olan, 2000-3000 yataklı, devasa büyüklükte “müşteri(!) garantili” ulaşılması çok güç yerlerde konuşlanmış “devlet destekli özel şehir hastaneleri ne devredilme aşamasına gelmiştir.

  • Toplum sağlığının temelini oluşturan “koruyucu sağlık hizmetleri”nin adı bile unutulmuştur.

Böylece iktidar, ülkemizi, 100 yıllık cumhuriyetimizde, büyük özverilerle ulaştığımız üstün sağlık hizmetleri düzeyimize “elveda” deme noktasına getirmiştir.

Kısacası dostlar, bu günkü iktidarın üstün(!) çabaları ile sağlığımızın başına gelenler, pişmiş tavuğun başına gelenlerden daha fena olmaya başlamıştır.

Ne yapmalı?

Ne yapmalı?

Örsan K. Öymen
Cumhuriyet
, 27.9.18

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Türkiye’nin içinde bulunduğu derin bunalımdan çıkması için elbette birçok şey yapılmalıdır. Ancak öncelikle yapılması gereken şey, ruhsal ve zihinsel paradigmanın değiştirilmesidir. 
Bu konuda Antik Yunan filozoflarından SokratesPlaton ve Aristoteles, yaklaşık 2400 yıl önce, insanlığa çok önemli bir yol göstermişlerdir. Bu filozoflar, yaşamın amacının iyi bir ruhu taşımak olduğunu, bunun da erdemli olmakla sağlanabileceğini savunmuşlardır. 
Onlara göre erdemden bağımsız bir ahlak anlayışı ortaya koymak yanlıştır. Ahlak gelenekle, töreyle, alışkanlıkla ilgili bir şey olmamalıdır. Ahlak, erdemle bütünleşirse anlam ve değer kazanır. Onlara göre başlıca erdemlerin arasında da, adalet ve cesaret gelir. 

Zalim ve korkak bir insanın ahlaklı ve erdemli olması olanaklı değildir.

Bunun ötesinde, adalet ve cesaret adı verilen erdemlerin, ayrı ayrı tek başına bir anlamları da yoktur. Bu iki erdem birlikte bir anlam ve değer kazanırlar. Bir insan adilse, ama aynı zamanda korkaksa, adaleti sağlayamaz. Bir insan cesursa, ama aynı zamanda zalimse, sahip olduğu cesaret onu iyi bir insan yapmaz. O nedenle, bu iki erdemden birisine değil, bu iki erdeme birden sahip olmak gerekir. Öncelikle yapılması gereken en temel iş budur. Siyaset, böyle bir temel üzerine yapılandırılırsa anlam ve değer kazanır. 

Bu filozofların bizlere öğrettiği bir başka şey; ahlakın, erdemin ve adaletin bireysel bir konu değil, toplumsal bir konu olduğudur. Çünkü insan toplumsal bir canlıdır. Toplumdan yalıtılmış bireyin ahlakı, erdemi ve adaleti olmaz.

Ahlak, erdem ve adalet toplumsal boyutta gerçekliğe dönüşebilir. 

Sokrates bu bağlamda, “iyilik nedir?”, “ahlak nedir?”, “erdem nedir?”, “adalet nedir?” gibi sorulara odaklanarak, bir yandan “güçlü olan haklıdır” zihniyetine sahip yönetici sınıfı sorgulamıştır, bir yandan da retoriği, yani güzel konuşma ve hitabet sanatını eleştirmiştir. Çünkü insanlar retorikle kandırılabilir ve ikna edilebilir, retorikle, doğrulara yanlış, yanlışlara doğru görüntüsü kazandırılabilir. Siyasetin temelinde de retorik değil, doğruluk olmalıdır

Sokrates bu nedenlerle, tanrılara karşı gelmek ve gençlerin zihinlerini yozlaştırmakla suçlanmış, Atina kent devleti meclisi tarafından, oyçokluğuyla ölüme mahkûm edilmiş, mücadelesinin bedelini yaşamıyla ödemiştir. Böylece Sokrates ölümüyle bile ne kadar haklı olduğunu insanlığa göstermiştir. Sokrates ölümüyle insanlığa bir kanıt bırakmıştır. Bu, çoğunluğun ve güçlü olanın her zaman haklı olmadığının kanıtıdır. 

Türkiye’de yapılması gereken ilk şey bunun kavranmasıdır.

21. yüzyılda;

  • demokrasiyi sandıkçılık ve oyçokluğu oyununa indirgeyen,
  • yasama, yürütme, yargı arasındaki güçler ayrılığı ilkesini yok eden,
  • yargının bağımsızlığını ve düşünce, ifade, yayın, örgütlenme özgürlüğünü ortadan kaldıran,
  • laiklik ilkesini yerle bir eden,
  • eğitimi dinselleştirerek halkını cehalete mahkûm eden,
  • sosyal ve ekonomik adaleti sağlayamayan,
  • Anayasa’nın 2. maddesindeki “demokratik, laik, sosyal, hukuk devleti” ilkesini fiilen bertaraf eden

    AKP iktidarının;
    ahlaktan, erdemden, adaletten ve haktan söz etmesi, boş laftan ve safsatadan başka bir şey değildir.
    ====================================
    Dostlar,

Sayın Örsan K. Öymen felsefe profesesörüdür.
Cumhuriyet‘te yazması başlıbaşına bir değerdir.
Prof. Öymen Cumhuriyet‘e yakışır, tersi de doğrudur..

Bu ilk yazısından çok temel kazanımlar sağlıyoruz..

İktidar, 2400 yıl önce tanımlanan demokratik değerleri ayaklar altına almakta ve üstelik pişkince ve agresyonla (saldırganlıkla) savunabilmektedir.

AKP = Erdoğan, fiili adımlarını her adımda demokrasiyi daha da yok edercesine atıp, özgürlük çemberini daraltmakta

  • Toplum nefes alamaz kerteye sürüklenmiş durumda.

    Bunun nereye varacağını ise, yine 2400 yıl önce Aristoteles’in Devrim Kuramından öğreniyoruz. Dünyanın pek çok yerinde ve bu topraklarda kezlerce yaşayarak deneyimlemiş bulunuyoruz üstelik..

Erdoğan bundan sonrasını merak ederse, O’nu kuşatan danışmanlar umarız Aristoteles’in 24 yüzyıl önce yazdıklarını cesaret ve dürüstlükle O’na sunar, anlatırlar.. daha çok gecikmeden.

Sevgi ve saygı ile. 01 Ekim 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK 
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Cem Vakfı AİHM’ne Götürdüğü 3. Davayı da Kazanmıştır…

Cem Vakfı AİHM’ne Götürdüğü
3. Davayı da Kazanmıştır…

AİHM Türkiye’de Alevilerin Hak İhlaline Uğradığına Hükmetmiştir.

Cem Vakfı Hukuk Komisyonu tarafından, Başbakanlığa karşı, 23 Eylül 2005’te
Ankara 6. İdare Mahkemesi’nde; Alevi yurttaşların inanç özgürlüğü hakları ile ilgili olarak Anayasanın, kanunların ve uluslararası hukukun emredici hükümlerine aykırı hareket ettiği gerekçesiyle 2000 kişi adına açılan ve iç hukuk sürecinin bitirilmesi ile AİHM’ne götürülen davamız sonuçlanmıştır.

AİHM Alevi İnancına mensup insanlarımızın haklarının ihlal edildiğine hükmetmiştir.
Cem Vakfı, kuruluşunun 21 yılında, AİHM’e götürdüğü, üç davanın üçünü de kazanmıştır.

Demokrasi, barış, insan hakları mücadelesi veren Cem Vakfı’nın, AİHM’de kazandığı
bu davanın, ülkemize, insanlarımıza ve tüm insanlığa hayırlı uğurlu olmasını ve
barış getirmesini diliyoruz.

Kamuoyumuza saygı ile…
(http://www.cemvakfi.org.tr/tum-haberler/cem-vakfi-aihmne-goturdugu-3-davayi-da-kazanmistir/, 05.05.2016)

===========================================

Dostlar,

Karar çok sevindiricidir. Cem Vakfı‘nı, hukukçularını, yetkin uluslararası hukukçu Başkan Sayın Prof. Dr. İzzettin Doğan’ı ve davaya katılan iki bini aşkın aydınlık yurttaşımızı
içtenlikşe kutluyoruz.

Ancak AİHM kararı, AKP iktidarının içtenliksizliğinin, hukuka saygısızlığının da kanıtıdır.
Ayrıca inanç özgürlüğü konusundaki çifte standartlı oluşunun da..

AKP ısrarla Cemevlerinin Alevilerin tapınç (ibadet) yeri olduğunu kabul etmemekte,
camiye gelmelerini istemektedir. çifte standart öyle açıktır ki; bir yandan 677 sayılı yasaya dayanmaktalar, bir yandan da bu yasayı hiçe sayan inanç odakları adı altında tekke – türbe – zaviye – tarikatları yasallaştırma girişimi ve uygulaması içindedirler.

AİHM kararları, Avrupa Konseyi üyesi 47 ülke için bağlayıcıdır.
Türkiye, Avrupa Konseyi’nin kurucu üyelerindendir ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne imza koymuştur. Anayasa md. 90 /son fıkra uyarımca bu Sözleşme uluslararası / ulusalüstü hukuk metni olup, anayasaya aykırılığı ileri sürülemeyeceği gibi, iç yasalarla çelişmesi durumunda öncelikle uygulanması gereken üstün hukuk normları içermektedir.

AKP iktidarı, 13+ yıldır oyalama siyaseti sürdürmektedir.
Bu etik – moral ve hukuk dışı tutum ve uygulamanın sürdürülebilirliği kalmamıştır.
Anayasa pek çok maddesinde hukukun üstünlüğüne vurgu yaparken, 2. maddesinde devletin
6 temel niteliğini sayarken HUKUK DEVLETİ tanımı da yapmaktadır. Üstelik ilk 3 madde,
4. madde ile güvenceye alınarak değiştirilmesi teklif bile edilemeyecek kalkan edinmiştir.

AKP iktidarı artık bu anlamsız ve iç barışı – kaynaşmayı – demokrasiyi – temel insan hak ve özgürlüklerini tanımayan hukuk dışı dayatmasını terk etmeli ve AİHM‘nin temyiz ile kesinleşen Büyük Daire kararının gereklerini gecikmeden yerine getirmelidir. AİHM kararları,
Avrupa Konseyi‘nin prestij sorunudur. Türkiye’nin aykırı uygulaması Bakanlar Komitesine / Konseyine taşınabilecek ve ülkemizin Avrupa Konseyi’nden dışlanmasına bile neden olabilecektir. Bu son derece ciddi ve ağır bir yaptırımdır ve Türkiye’nin AB üyeliği serüveni de kesin olarak tıkanacak, Türkiye Batı dünyasından dışlanacak, yalıtılacaktır.
Son derece ağır bedelleri olan kapsamlı bir faturadır ve AKP’nin buna asla hakkı yoktur.
Umarız ve dileriz ki, AKP’nin kafasında böylesi bir kurgu yoktur!?

Hukuk devleti, ahde vefa ile de yükümlüdür. Hem imza atıp AİHS ve AİHM yargı yetkisini kabul etmek hem de gereklerini yerine getirmemek devlet ciddiyeti ile bağdaştırılamaz.

Artık sağduyu egemen olmalı ve kazanılan 3. dava oluşu da akıldan çıkarılmadan,
AİHM kararının gerekleri tümüyle ve gecikmeden yerine getirilmelidir.
Tersi durumda yüz binlerce yurttaş AKP hükümeti aleyhine yeni davalar (tazminat) açabilecektir. Anayasa gereği bu tazminatların kusurlu Devlet görevlilerine rücu edilmesi de gerekecektir..

Lütfen..

Sevgi ve saygı ile.
06 Mayıs 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

profsaltik@gmail.com

Halime Hatun Kümbeti

Van’ın Gevaş ilçesinde, özel sektörün inşaat arazisine,
Halime Hatun Kümbeti yapan SELÇUKLULARI şiddetle kınıyorum! æ 

İktisadi Aklın Eleştirisi'nin fotoğrafı.
Dostlar,

İnce bir espri ile kepazeliği sergileyen Sayın Prof. Dr. D. Ali ERCAN hocamıza
teşekkür ederiz..

Yaşasın AKP iktidarı ve Kültür Bakanı, Milli Eğitim Bakanı ve bu iktidarın kültür politikaları, tarihe saygısı vs..??

Bir ülkenin tarihsel kalıtı böylesine mi görgüsüzce, hoyratça, yobazca tahrip edilir??

Eyyy soylu halkımız.. 2 gün sonra seçime gidiyor Türkiye..
Gene AKP’yi iktidara taşı olur mu! 13 yıldır ülkenin anası bellendi, devam e mi!?

Sevgi ve saygı ile.
30 Ekim 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Bu seçim sistemi ile Türkiye’nin hali duman!

Bu seçim sistemi ile
Türkiye’nin hali duman!

portresi, Gülümseyen

 

Prof. Dr. D. Ali ERCAN

 

 

Değerli arkadaşlar,

1 Kasımdaki seçim yine oylarımızın adil bir biçimde temsil edilmediği bir seçim olacaktır.

  • Türkiye’de İlleri “Eyalet” gibi gören çarpık bir mantıkla düzenlenmiş
    “Her İl’e  +1 Milletvekili kontenjan” kuralı,
  • 1. sıradaki partiye %15-20 avantaj sağlayan d’Hondt sayım yöntemi ve
  • Dünyanın hiçbir gelişmiş demokratik ülkesinde uygulanmayan %10 Ülke Barajı 

gibi üç kısıt (şeytan üçgeni) arasındaki oylarımız, sandıktan Yönetime aynı oranda yansımayacaktır. Örneğin, Bayburt’taki veya Tunceli’deki bir seçmenin oyu Ankara’daki
iki seçmenin oyuna eşdeğer olmaya devam edecektir.

……………
……………

Yine buna bağlı olarak seçmen sayımız 0,707 x 78,556 = 55,6 milyondur.
Bu rakam YSK’nun Yurt içi seçmen sayısı olarak verdiği rakamdan 1,5 milyon fazladır

Yurt dışındaki T.C. yurttaşı seçmen sayısı, YSK’nun dediği gibi gerçekten 2.895.885 ise, yaklaşık 4 milyon yurttaşımız yurt dışında yaşıyor demektir.. Türkiye’nin toplam nüfusunun (Yabancılar, Sığınmacılar… dışında) 1.1.2016’da 83 milyon olacağını söyleyebiliriz.

Anlaşılan o ki, Türkiye’de gerçek bir nüfus sayımı yapılması mutlaka gereklidir.
æ (27.10.2015)

================================

Dostlar,

Prof. Dr. D. Ali ERCAN hocamızın önemli bir yazısını paylaşmak istiyoruz.

Bu seçim sistemi ile Türkiye’nin hali duman!

Makalenin girişini ve son paragrafını yukarıda verdik.
Yazıdaki görseller nedeniyle pdf dosyası olarak bütüncül biçimde sunuyoruz..
Aşağıdaki erişkeyi (linki) tıklayarak erişebilirsiniz..

Bu_secim_sistemi_ile_Turkiye’nin_hali_duman_27Ekim2015

Türkiye de facto (en son 2000’de) nüfus sayımından de jure sayıma geçti.
Ancak CIA verilerine de bakılırsa, nüfus her yıl birkaç milyon eksik saptanabilmektedir.
Doğum ve ölüm kayıtları, yasal zorunlu bildirim yükümlerine karşın işlememektedir.
Özellikle kırsal nüfustan güncel doğum – ölüm kayıtları güvenle toplananamaktadır.
Bu ciddi bir devlet sorunudur. Bir yandan kayıt sistemi iyileştirilemli, bir yanda da
son bir kez daha de facto sayım yaparak gerçek nüfus bilgilerine erişilmeldir.

31 Mart 2014 sabahı 18 bine yakın köyü 1 gecede 6330 sayılı yasa ile mahalleye dönüştürmekle kırsal köylü nüfusu kentli – mahalleli yapılabilmiş midir?? Bu sorunu sitemizde epey yazdık..

Gerçek nüfusunu bilmeyen ciddi bir devlet olabilir mi?
Kayıt dışı birkaç milyon nüfusun ülkede varlığı dehşet verici bir sorundur!
AKP iktidarı 13 yıldır bu temel sorunu bile çöz(e)medi !?

TÜİK ve YSK nüfus verileri arasında 1,5 milyon farkın olduğu bir ülkede geçerli – güvenilir seçim sonuçlarından söz edilebilir mi?

Sorun çözümsüz müdür, böylesi birilerinin işine mi gelmektedir??

Sevgi ve saygı ile.
30 Ekim 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

YENİ ÇERNOBİLLER OLMASIN !..

..HASUDER logosu

YENİ  ÇERNOBİLLER OLMASIN !..

Bugün, Çernobil Nükleer Santrali’nin 4 No’lu Biriminde
26 Nisan 1986’da meydana gelen patlamanın 29. yıldönümü.

Rusya’nın batı kesimlerinde, Ukrayna ve Beyaz Rusya’da milyonlarca insanın
yaşamını o günden bugüne temelden etkileyen kazanın üzerinden tam 29 yıl geçti.

  • Kazadan bu yana kazaya bağlı olarak kaç kişinin öldüğü;
    kaç kişinin de kazaya bağlı sağlık sorunları ile boğuştuğu net olarak bilinmiyor.

Çernobil insanlık tarihinin bu en büyük kazası, ilk başta 31 itfaiyecinin ölümüne neden oldu, 1989’a dek yürütülen temizlik çalışmalarında görev alan ve sayıları 600 bini bulan temizlik görevlileri de yüksek radyasyona maruz (AS: sunuk) kaldı; bunun sonucunda bir bölümü yaşamını yitirirken; geri kalanları da bugün yüksek radyasyona bağlı sağlık sorunları ile boğuşuyor.

====================================

Dostlar,

HASUDER (Halk Sağlığı Uzmanları Derneği) bizim Tıp Uzmanlık Derneğimiz.
Doğallıkla biz de üyesiyiz.

HASUDER, Çernobil nükleer faciasının 29. yılı biter ve 30. yıla girerken yukarıdaki
özlü açıklamayı yaptı.. Biz de paylaşalım istiyoruz.

Mersin / Gülnar’da geçtiğimiz günlerde temeli atılan Akkuyu Nükleer Güç Santralı‘nın
ÇED (Çevresel Etki Değerlendirmesi) Raporu yargı önündedir.

ÇED Raporu (Environmental Impact Assessment) 2872 sayılı Çevre Yasası ve
Anayasa (md. 56) uyarınca zorunludur. Anayasa’nın 56. maddesi (ilk fıkra) çok nettir :

Anayasa madde 56 : “Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir.
Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin
ve vatandaşların ödevidir…”

Yurttaşlar Anayasal hak ve de ödevlerinin gereği olarak çevreyi koruma – geliştirme davranışı
ve sorumluluğu sergilemiş, Akkuyu Nükleer Güç Santralı ile ilgili ÇED Raporunu
yargıya taşımışlardır. Hukuka saygılı bir idareden elbette yargı kararını beklemesi umulur.
Ancak böyle bir yönetim Türkiye’de var mıdır?

AKP iktidarının davranışı ortadadaır ve hukuka gene meydan okumaktadır.
Yargının ÇED Raporu hakkında vereceği karar neden beklenmemiştir?
Acelenin amacı nedir?
Nükleer Güç Santralı gibi bir konu aceleye getirilebilir mi??

Yargı ÇED Raporunu hukuka uygun bulmazsa ne yapılacaktır?
Akkuyu Nükleer Güç Santralı yapımı o zaman mı durdurulacaktır?
Durdurulacak mıdır? Durdurulursa oluşacak zararın sorumlusu kim olacaktır?

7 Haziran 2015 genel seçimleri öncesi AKP iktidarı uçan kuştan medet ummaktadır.

Seçim propagandası yapacaklardır bu konuyu da kesinlikle.. Göreceğiz..
Bir de bu dev maliyetli ihaleyi (25 milyar dolara ulaşıyor!) iktidarda iken
kendilerinin vermesinde “sayısız yarar” olsa gerektir herhalde??

  • AKP Hükümetini, santral inşaatını, hiç olmazsa yargı kararına dek, 
    açık açık olmasa da örtük olarak yavaşlatmaya – durdurmaya çağırıyoruz..

Sevgi ve saygı ile.
26 Nisan 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

AYDINLIK Gazetesi ana sayfa – 10 Şubat 2015 ve Türkiye Gündemi


Dostlar

AYDINLIK Gazetesi ana sayfa – 10 Şubat 2015 ve Türkiye Gündemi aşağıda.

Aydınlık Gazetesi - 10.02.2015 Manşeti

Başlıklar yakıcı gündeme işaret etmekte…

AKP iktidarı, Anayasa’nın koruması altındaki (md. 135) kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarını dümen suyuna alma girişiminde..
Karşıt ve denetimi dışında tek birim istemiyor AKP..
Bunun adı totaliter despotizm ve giderek faşizmdir.

TMMOB ve destekçi çok sayıda STK artık sokaklarda..
AKP tartışma – uzlaşma zemininden çıkardı dayatmalarını.
Hak aranışı artık ne yazı ki sokaklarda..

Bir yandan da AKP laik – seküler düzeni hoyratça, gözü kara ve hızla tahrip etmekte.
4+4+4 düzeni başlıca saldırılardan biri.
Zorunlu din derslerinin AİHM‘nin yineleyen ve net kararlarına karşın inat ve ısrarla sürdürülüyor.

SOMA işçileri de Ankara’da TBMM önünde..
Kıdem tazminatlarını almaya geldiler. Almadan da gitmeyeceklerini söylüyorlar..

11. CB Bay Abdullah Gül hiç sıkılmadan Huber Köşkü‘nü işgal etmeyi ve
devlete yük olmayı sürdürüyor.. 100 güne yaklaşıyor ordaki işgali.. Yazılan çizilenleri
hiç tınmıyor. Suç işliyor.. göz yumanlar da.. Yargı birşeyler yapmalı.. A. Gül’ün dokunulmazlığı yok.. Zimmet çıkarılmalı, “fuzuli şagil” eylemi mutlaka bitirilmeli.

Bay RTE hiç hesaplamadan önünü – ardını,

“Osmanlıcayı isteseniz de istemeseniz de öğreneceksiniz”

edasıyla apaçık Halife – Sultanlığa oynuyor.

Bay RTE konuşuyor, faize çatıyor gibi tiyatro oynanıyor ve meddahlığın ürünü
% 10 devalüasyon maskelenerek, iktidar korunarak “fiilen” gerçekleştiriliyor.

Tunceli’de 14 yaşındaki oğlu PKK tarafından zorla dağa kaldırılan anne
açlık grevinde.. Bu PKK’nın da aslında sefaletini sergiliyor.. Nerde gönüllü katılım??

Cumhuriyet’in ürünü eşsiz – “kimseye benzemeyen” sanatçı Müzeyyen Senar‘ı da sonsuzluğa uğurladık..

Türkmenler = Irak’ta yaşayan Türkler = Irak Türkleri ne yazık ki kıskaçta ama
Bay RTE ve Bay A. Davutoğlu seçime kilitlenmiş durumda.. IŞİD aşkı gözleri kör etmiş durumda ve oradaki soydaşlar gözden çıkarılmış gibi.. 2 milyona yakın Arap kökenli Suriyeli ülkemizde ve birkaç milyar dolar fatura sırtımızda.. Ya Irak’taki
Türk soydaşlar = Türkmenler?? Üvey evlatlar.. Tam da Sevr’de istendiği ve kurgulandığı gibi..

Ve İP büyümeyi sürdürüyor.. Ciddi ve değerli katılımlar alıyor..

15 Şubat’ta büyük kurultayı var..
Adını değiştirip VATAN PARTİSİ olacak..
Yurtseverleri “6 Ok Programı” çerçevesinde toplamaya devam edecek..
Dileriz asıl sorumlular -CHP- için de bir uyarı olur..

AKP tam da bu arada sözde İÇ GÜVENLİK PAKETİ dayatıyor..
Halka meşru direnme hakkı dışında yol bırakmadılar, şimdi de
sokak eylemlerini kana boğacaklar.. Çok tehlikeli ve sonu olmayan bir yol..

Bir kez daha uyaralım ve sağduyu dileyelim : Bu paketi geri çekin…

Arınç gerçeği gördü : % 50 bize nefretle bakıyor..
Ektiğinizi biçiyorsunuz..

Sevgi ve saygı ile.
10 Şubat 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

 

Sağlık hizmeti ‘mal’ oldu!


Sağlık hizmeti ‘mal’ oldu!

Tıp çevrelerinin AKP politikaları nedeniyle getirdiği “sağlık ticarileşti” eleştirileri,
yargıda da karşılığını buldu.

Özel hastanelerde doktor-hasta ilişkisi, dükkân sahibi-müşteri ilişkisi gibi olacak.

Hasta, doktordan sağlık hizmeti değil, bir mal alıyormuş gibi değerlendirilecek.
Doktorun yaptığı hatalı tedavi ya da ameliyat için hastalar, “tedavi hizmeti”nin,
“vekâlet akdi”ne dönüştürülmesi nedeniyle Tüketici Hakları Mahkemesi’ne başvuracak.

Tıp çevrelerinin AKP iktidarı ile birlikte sağlık hizmeti bedelinin her geçen gün artmasıyla “sağlık ticarileşti” eleştirileri, bir yargı kararıyla, hukuken de belgelenmiş oldu.
Trafik kazası geçirdikten sonra özel bir hastanede ameliyat edilen hasta, “ameliyatın hatalı yapıldığı, bu nedenle sıkıntılar yaşadığı” gerekçesiyle hastaneden ve doktordan 50 bin TL manevi, 5 bin TL de maddi tazminat istedi. Mahkeme ise konuyla ilgili Tüketici Mahkemesi’ni işaret ederek görevsizlik kararı verdi. Bunun üzerine hasta da görevsizlik kararını temyiz edip Yargıtay’a taşıdı.

Yargıtay ise değişen yasaya dikkat çekerek, çok tartışılacak bir karar metnine hasta ile özel hastane arasındaki “tedavi hizmeti”, “vekâlet akdi” olduğu, bu bağlamda söz konusu davanın da “vekâlet ilişkisi” kapsamında değerlendirilmesi gerektiğinin altı çizildi. Meclis’te geçen yıl kabul edilen, “vekâlet akdinden kaynaklanan uyuşmazlıklarda Tüketici Yasası‘nın uygulanması” maddesinin yürürlüğe girdiğinin vurgulandığı kararda, “Bu nedenle
vekâlet ilişkisinden doğan uyuşmazlığın Tüketici Mahkemesi’nde görülmesi zorunludur” ifadeleri kullanıldı. 2013, yani yasanın yürürlüğe girmesinden önce olması nedeniyle,
davaya Tüketici Mahkemesi’nin değil genel mahkemenin bakması gerektiği kaydedildi.

====================================

Dostlar,

AKP’nin foyaları artık dökülüyor…
Dileriz “Necip” (soylu) milletimiz de kör kör gözüm parmağına” bu çıplak gelişmeleri görür, deriiiiin mi derin uykusundan uyanır, AKP hipnotizmasından kurtulur ve kendine gelir..

Siyasal tarih, insanların idrakinin sonsuza dek teslim alınamayacağını gösteriyor.

Dileriz kadim halkımız kendi oylarıyla kendine zulüm etmekten sıyrılır, siyasal akılcılıkla
7 Haziran 2015 seçimlerinde oyunu kullanır.. Tersi durumda, ABD’deki gibi insanlık dışı bir sağlık sistemine sürükleniriz ve yazındaki (literatürdeki) acı deyimi ile “sokak köpekleri kadar çaresiz” kalabiliriz..

Bir kez daha yazmış, anımsatmış olalım…

“Sağlık hizmetleri doğuşta kazanılmış temel insanlık hakkıdır.”

İHEB (İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi) 10 Aralık 1948’de yayımlanmıştı.
Küresel emperyalizm neden bu evrensel hukuk belgesini tanımaz?

İlan ediyoruz :

KüreselleşTİRmeciler apaçık hukuk dışıdırlar; Türkiye’deki 5. sınıf taşeronları da..

Bu Harami düzen elbet yıkılacak, ağababaları tarihe ve halka hesap verecektir.
Yeter ki halkımız “BİRLİK” olabilsin.

7 Haziran 2015 seçimlerine CHP merkezli CUMHURİYET İTTİFAKI ile girer ve
AKP iktidarını alaşağı ederse..

Bir kez daha Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve kurtarıcısı Yüce ATATÜRK‘ü dinlerse :

● “Milletlerin tarihinde bazı dönemler vardır ki, belli amaçlara erişebilmek için maddî ve manevî ne kadar kuvvet varsa hepsini bir araya toplamak ve aynı doğrultuya yöneltmek gerekir. Yakın yıllarda milletimiz, böyle bir toplanma ve birleşme hareketinin önemli sonuçlarını kavramıştır. Memleketin ve devrimin, içeriden ve dışarıdan gelebilecek tehlikelere karşı korunması için, bütün milliyetçi ve cumhuriyetçi kuvvetlerin bir yerde toplanması gerekir. Aynı cinsten olan kuvvetler, ortak amaç yolunda birleşmelidir.

Sevgi ve saygı ile,
06.02.2015 

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net