Etiket arşivi: trafik cinayetleri

KURBAN OLAYIM SANA… 

KURBAN OLAYIM SANA… 

Dr. Alper Akçam, 21 Ağustos 2018

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

İslam dünyası Kurban bayramını kutluyor… Öncelikle tüm halkımızın bayramını kutlayalım… Bayramlar halkın gülme, eğlenme, kucaklaşma, barışma, kaynaşma, yasaklara karşı çıkma ve kimi asık yüzlü kurallardan kurtulma günüdür.
İlk çağlardan bu yana, özellikle de hayvan ehlileştirilmesinin ekonomide ve geçimde esas olduğu Orta Barbarlık döneminden sonra, kurban, çok tanrılı dinlerde, animist dinlerde (canlıcılık) de, tanrılara sunulan bir can ile kendini bağışlatma arzusunu ilke edinir.
İslam’daki kurban geleneği de, İslam’ın çok öncesine, İbrahim peygambere kadar dayanır.
Kurban Bayramı denince, yalnız tarihi olarak değil, güncel olarak da çok anlamlı görüntüler çıkıyor ortaya…
İlk görüntülerden birisi, bayram öncesi piyasada derin dondurucu kalmamış olmasıdır! Demek ki, halkımız, bu dinsel ritüeli bir tür ekonomik olanağa da dönüştürmekte, bir taşla iki kuş birden vurmaktadır. Hem kurbanını kesmiş olmakla kendince sevabını kazanmakta, hem de uzun süre yiyebileceği bir et stoku yapmış olmaktadır.
Bu arada ABD’nin NED’iyle (National Endowment for Democracy) dirsek temasında oldukları kuşkusuzca ortada olan, adı STK (sivil toplum kuruluşu) olmakla birlikte din ve merhamet duygusu üzerinden faaliyetlerini sürdüren, Deniz Feneri gibi bazılarının sicilinde usulsüzlük ve yolsuzluktan Avrupa ülkelerinde alınmış mahkumiyetler bulunan, 12 Eylül 1980 sonrasında hızlanmış Şarkiyatçı Emperyalist politikalarla gökten zembille iner gibi inip birden çok büyük parasal ve siyasal güçlere ulaşmış, şu anda da bir kısmı Milli Eğitim Bakanlığı ile “değerler eğitimi” adı altında genç kuşaklara Sünni İslam üzerine eğitim protokolü yapmış bulunan, arada bir basında adları taciz ve benzeri sansasyonel haberlerle geçen vakıf ve dernekler kurban derisi gelirleriyle önemli bir kan kazanmaktadır.
2013 yılında yapılan bir düzenleme ile kurban derisi toplama yetkisi Türk Hava Kurumu’ndan alındı; zaten deri toplamada ve şehirleri çevreleyen semtlerde örgütlenmede epeyce mahir olan bu kurum ve kuruluşlarla cemaat ve tarikatların da önü epeyce açılmış oldu.
Bugün elde kesin veriler bulunmuyor olmakla birlikte, kurban derisi yoluyla yüz milyonları bulan bir para bu tür vakıf ve derneklerin kasalarına girmektedir (Suriyeli sığınmacılar için harcandığı söylenen 30 Milyar doların üstündeki paranın üç milyar dolara yakını da bu vakıf ve derneklere gitmişti)…
Bu gerçekler ışığında, İslam’daki kaynağı paylaşma, et bulmakta zorlanan yoksulların karnını doyurma gibi insanı değerler de içeren kurban geleneğinin, aynı zamanda emperyalist çıkarlar için İslam dünyasının kendini kurban etmesi ve bir ucu silahlı teröre dayanan iç çatışmalara sürüklenmesini de birlikte getirdiği anlaşılıyor.
Şehirleri süsleyen büyük reklam panolarına, üst geçitlere, köprülere asılmış koca duyurulara baktığımızda, kurban geleneğinin arkasındaki bu gerçeği açıkça görebilmekteyiz.
2 Temmuz 1798 günü Mısır’ı işgal için İskenderiye’ye çıkmış Napolyon’un söylediği “nous sommes les vrais Musulmans” (biz gerçek Müslümanlarız) sözünden ve kendinden sonra gelecek vekili Kleber’e verdiği öğütten sonra İslam dünyasının günlük dili bile Batı’dan kurgulanır gibi oldu… “Napolyon vekili Kleber’e kendisi ayrıldıktan sonra Mısır’ı Şarkiyatçılar ile kendi yanlarına çekebildikleri Mısırlı dini liderler aracılığıyla yönetme talimatı verdi; başka bir siyaset fazla pahalıya patlar, akılsızlık olurdu.” (Edward Said, Şarkiyatçılık, s 92)
II. Dünya Savaşı’ndan sonra Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da Fransız ve İngilizlerin gücü azaldı. Onların yerini ABD emperyalizmi aldı. Petrol ve doğal gaz kaynakları üzerinden Suudi ortakları ve Arap şeyhleri aracılığıyla vurgun vuran ABD emperyalizmi, İsrail’i de kullanarak bölgeyi kan gölüne de çevirdi. Napolyon’u hiç aratmayacak ince oyunlar döktürdü.
Kandil kutlamalarından Cuma kutlamalarına, kutlu doğum haftalarına, pıtrak gibi doğup büyüyen dini cemaat, tarikat, dernek ve vakıflara kadar bu alandaki gelişmenin en büyük mimarlarından biri de halen ABD’de yaşayan FETÖ terör örgütünün onlarca yıl devlet desteğiyle yürüttüğü çalışmalar olmuştur… Bu süreçte inanç ve geleneklerin birleştirici, kaynaştırıcı öğelerinin üzeri silinip kadın geri plana atıldı, ayrıştırıcı, ötekileştirici bir düşünce egemen kılındı; günler bile işaret olsun diye birbirinden ayrıldı…
Biz bu rengarenk görüntü ve çelişkili kültürel ortam içinde Anadolu analarının sevgisini ifade eden “Kurban olayım sana,” deyişini hiç unutamayız; bu deyiş, sevdikleri için canını vermeye hazır bir analık duygusunun dile gelişidir.

Selam olsun emperyalizmin bin türlü dolapla soyup soğana çevirdiği, şehirlerini betona boğduğu, derelerini tutuklayıp yayla ve ormanlarını talan ettiği, insanlarını birbirinden kopardığı, üreticinin anasını ağlatan bezirgânların saltanat sürdüğü güzel Anadolu’nun ateş bekçisi analarına.

Şimdi biz taşıyacağız o ateşi; bayramların bütün hiyerarşilere karşı çıkan, zengin fakir, yaşlı genç, kadın erkek bütün farklılık ve karşıtlıklarını bir araya getirip harman eden insancıl ve isyancı geleneğine biz sahip çıkacağız.

Yolumuz iyiliğin, güzelliğin, doğruluğun, kardeşliğin, birliğin yolu olsun; halkımızın Kurban Bayramı kutlu olsun…
===================================
Dostlar,

Bir ”Kurban bayramı” daha geride kaldı..

Her yer kan – revan..
Kimi insanlarımız Afrika’nın ilkel kabilelerinden farksız..

Çok acı verici, utandırıcı, bizleri çağdaş dünyaya rezil eden görüntüler..
Hele derin dondurucu satışlarının tepe yapması, tam bir ahlaksal sefillik.
4 milyon dolayında hayvan birkaç günde boğazlandı. Muazzam bir çevresel yük. Üstelik ağır ekonomik bunalım içinde bir ülkede ve epey bir canlı hayvan dışalımıyla..

Hafta başında bu kez bir başka saçmalık başlayacak :

  • ‘Geçmiş bayramınız mübarek olsun…”

    Neresinden tutacağız ? Kurban bayramı zaten ”mübarek” sayılmaktadır her nasılsa. Şimdi ”mübarek olması” dilenecektir bir kez daha ve üstelik geriye dönük olarak!

    Bu toplum neden böylesine sersem sepelek duruma sürüklenmiştir ?
    Aklını kullanmayı unutmuştur, aklını kullanması kitlelere unutturulmuştur ve bu feci duruma ikincil, acınası durumlar yaşamaktadır.. Hem de kanıksamış olarak!

    İmmanuel Kant, mezarında ters dönebilir Türkiye’de olup bitenden haber alsa.

    …..
    Bir de KANYOLLARIMIZ var…ilk 8 günde 125 insanımızı yitirdik trafik cinayetlerinde.. 700’e yaklaşan yaralı var. 25.8.19 akşamı 17:00’ye dek bu rakamlar vardı elde. Sanırız şimdilerde de yüzbinlece insan dönüş yollarında ve 27.8.18 sabahına dek neredeyse 30 saati bulan çok riskli bir zaman dilimi daha var..

    Önceki yılların sayısal verilerine göre günlük ortalama 15 ölüm yaşanıyor.. 9. gün sonunda 135 ölüm ne acıdır ki aşılabilir..

    Yurttaşlar bir de adına ”karayolları” denen gerçekte ”KANYOLLARI”nde kurban olmaktalar.. Tren ve deniz yolu toplu taşımacılığı tu kaka ilan edilip herkese otomobil furyası ürünü olarak..

    ….
    Değerli meslektaşımız Dr. Alper AKÇAM‘ın yazısı bize geç ulaştı..
    Ne diyelim, ‘‘geçmiş bayramınız mübarek olsun’‘ !!??

    İronisi ve acı şakası bir yana, toplumun bir an önce akla – bilime dayalı – sorgulayan – karma – uygulamalı – laik – çağcıl – kamusal bir eğitim dizgesine (sistemine) kavuşturulması gerek yeniden.. hem de hızla ve kararlılıkla..

  • ”Sürü toplum” ile T.C.’nin 21. yy’da ”beka’sı’ hayaldir!

Sevgi ve saygı ile. 26 Ağustos 2018, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

 

 

 

Prof. Dr. Güngör URAS : BİYOENERJİ

BİYOENERJİ

portresi

 

Prof. Dr. Güngör URAS
Milliyet, 07.09.2016

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

Türkiye’de elektrik üretmek için kurulu güç 76.550 megavat. Üretilen elektrik 260 milyar kilovat saat. Üretilen elektrikte, yenilenebilir enerji türlerinden rüzgâr enerjisinin payı % 4.3, jeo-ermal enerjinin payı %1.3. Güneş ve biyoenerjiden üretilen elektriğin payı henüz % yarımlar dolayında.

Güneşten sonra biyoenerji yatırımlarına da ilgi arttı. Son olarak Sütaş, Karacabey ve Aksaray’da biyoenerji tesislerinden elektrik üretmeye başladı. İki tesisin toplam kurulu gücü 11 megavat. İki tesis yılda 88 milyon kilovat saat elektrik üretecek.

  • Biyoenerji tesisleri havyan atıklarını ve özellikle hayvan dışkılarını elektriğe dönüştürüyor.

Bir büyükbaş hayvan günde 60 kg dolayında dışkı veriyor.

Enerji üretiliyor…
Hayvan dışkıları önce havuzlarda toplanıyor. Sonra, taşıma araçlarıyla enerji üretim tesislerine ulaştırılıyor. Dışkılar enerji üretim tesislerindeki özel depolarda 39°C ısı altında 40 gün çürütülüyor. Çürüyen dışkılar metan ve karbondioksit gazı çıkarıyor. Bu gazlar, benzin ve mazot motoru nasıl çalıştırırsa benzer şekilde enerji tesislerinin motorlarını çalıştırıyor. Çalışan motorlar elektrik üretiyor.
Elektrik üretirken motorları soğutmak için kullanılan sular ısınınca 90°C sıcaklıktaki bu su, enerji tesisinin çevresinde bulunan üretim tesislerinde değerlendiriliyor.

Gübresi de kıymetli

Bitmedi. Elektrik elde edilirken yakılan gaz bacadan çıkarken değerlendiriliyor. Bu gazdan yüksek sıcaklıkta buhar elde ediliyor. Bu buhar da üretim tesislerinde değerlendiriliyor.
Gene bitmedi, gazıyla elektrik jeneratörlerini döndüren hayvan dışkıları, gazı bittikten sonra özel işlemlerden geçirilerek gübreye dönüştürülüyor. Gazı alınmış dışkının beşte biri katı gübre, kalanı sıvı gübre haline getiriliyor. Katı gübre organik ve çok değerli. Sıvı gübre belli süre dinlendirildikten sonra arazi ıslahında, organik katkı maddesi olarak değerlendiriliyor.
Biyoenerjiden elektrik elde edilen tesislerin 1 megavat kurulu gücü 1 – 3 milyon dolar yatırım gerektiriyor. Biyoenerji tesislerinden üretilen elektrik, ana sisteme verildiğinde devlet kilovatına 13.3 sent gibi teşvikli bir tarife uyguluyor.

======================================

Evet dostlar,

Türkiye gerçek gündemine dönebilse.. izin verilse..
Oysa devasa sorunlar var çözüm bekleyen..
Bir “Kurban” bayramı daha geliyor.. Ne yazık ki “kurban” dan biz salt hayvan boğazlamayı anlıyoruz ve bu “bayram” da da 3-4 milyona varan sayıda hayvancağızı Tanrı’ya “kurban” ettiğimizi sanarak boğazlayacağız…

kurban_bayrami_ekim2013bogaz_kangolu

Oysa “kurban” sözcüğü gerçek anlamda Tanrıya yakın olmak ve O’nun rızasını kazanmak üzere var ve yeterli ise malvarlığından bir bağışta bulunmak demek yoksullara, hayır kurumlarına, gereksinimli insanlara..

(Kurban bayramı, Ekim 2013, Boğaz kan akıyor…)

Örneğin “ensar” olduğumuzu savladığımız 3 milyona varan Suriye – Irak göçmeninin gereksinimlerine yönelsek.. Bir adım daha atarak, günübirlik tüketim desteği değil de, bu kitleye özyeterlik kazandıracak nitelikte destekleri düşünüp uygulasak? “Kurban”ın alası olmaz mı??

Yine muazzam miktarda israf, çevre kirlenmesi, hayvanlara yürek sızlatan eziyetler, kendini yaralayan “acemi kasap” ve 9 gün boyunca “kan yollarında” (karayolları!) günde ortalama 15’in altına inmeyen sayıda insanımızı trafik cinayetlerine “kurban” vereceğiz..

Düşünelim          : Tanrı, kendisinin rızası için bir hayvan boğazlandığında mı yoksa, örneğin bir Suriyeli – Iraklı – Türk.. masum bir genç kız, çocuk yaşta fuhuş batağına düşmekten kurtarılır – eğitilir – iş sahibi olursa mı daha çok hoşnut olur??

İşte asıl “kurban” bu örnekte verdiğimizdir. “Kurban” sözcüğü yüzyıllar içinde ne yazık ki günümüzdeki yanlış anlamını yüklendi. Bu hatanın düzeltilmesi için Diyanet İşleri Başkanlığı öncü olmalı değil mi??

3-4 milyona varan sayıda hayvancağızı Tanrı’ya “kurban” ettiğimizi sanarak boğazlarken, Biyoenerji üretim kapasitemizi de daraltmış olmayacak mıyız ayrıca??

Bu toplum ne zaman “Reason d’etat” (Devlet aklı) ile yönetilir duruma gelebilecek ??

Sevgi ve saygı ile.
09 Eylül 2016, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

SAĞLIK OLSUN, SÖMÜRÜ OLMASIN…


Dostlar
,

TÜİK’in Türkiye Sağlık Harcamaları geçen hafta açıklaması üzerine
biz bir değerlendirme yapmayı tasarlarken, Van Atatürk Lisesi’nden arkadaşımız
sevgili
 Mustafa Sönmez, nefis bir irdeleme yaptı.

Batı cephesinde yeni bir şey yok!..

Yılllardır yazageldiklerimizle öngördüklerimiz bir bir, adım adım yaşama geçiriliyor.
Bu uğursuz öngörü issabeti bizim hünerimizden değil; varılmak istenen hedef belli.
Kokuşmuş, mide bulandıran yoz ve hemen tüm ABD’lilerin bir parça olsun düzeltmek için çırpındıkları sistemi Türkiye’ye dayatmak.. En son OBAMACARE yasası ve ABD’nin kilitlenen bütçesi ortada.

SGK yönergelerinde “tamamlayıcı özel sağlık sigortası da olan genel sağlık sigortalımız” biçiminde akıllara durgunluk veren tanımlamalar yer aldı geçen yıl Haziran’da.

Soygun Deli Dumrul‘u hasetten çıldırtacak boyutlarda..
Acı olan, soygunu sermaye adına yapan Devlet..

1. Ödediği vergi ile yurttaş, en temel hakkı ve devletin de en temel ödevi olan
sağlık hizmetine erişemiyor.

2. Bu amaçla zorunlu GSS dayatılarak PRİM = EK VERGİ alınıyor.

3. Bu da yetmiyor, 8-9 yerde katkı payı = haraç = devlet bıçak parası alınıyor.

4. Vakıf Üniversitelerinin hastaneleri dahil özel sağlık kuruluşlarından hizmet alabilmek
için ise faturanın ancak 1/3’ünü SGK’nın ödemesine boyun eğmek gerekiyor.

5. Bitmedi : Pek çok sağlık hizmeti, tedavi, ilaç, tıbbi girişim GSS dışı..
Örn. ilaçlı stentler, diş implantları.. TBMM üyelerine ise sınırsız destek!

Nasıl? Vatandaşın doğrudan cebinden ve de vergisinden yandaş yerli – yabancı sermayeye peş keş çekilen on milyarlarca Dolar ulusal kaynak..

Ve en çok hüzün veren boyutu; 90. sıralarda sağlık düzeyi..

Utandıran; koruyucu sağlık hizmeti verirMİŞ gibi yaprak hastalıklı – hastalandırılan toplum üzerinden kapitalimin maksimum kâr tunç yasasının yüzler kızarmadan işletilmesi..

  • Kahreden; kendi devletimizin küresel – yerli sermayenin sopalı tahsildarı konumuna dönüştürülüp indirgenmesi ile kendi yurdumuzda köleleştirilmemiz..

Elbet bu bezirgan harami saltanatı sonsuza dek sürmeyecek..
Halk uyanacak, uyandırılacak.. Hem de tez elden, başka çare yok!

Önemli not                      :

Toplam sağlık giderlerinin % 76’lar dolayında belirtilen kamusal karşılanma oranında sevgili Mustafa Sönmez de hata yapıyor. Verilen bu oranın içinde zorunlu GSS primi = ek sağlık vergisi ödeyen yurttaşın primleri de var. Bunlar SGK havuzuna girince kamusal kaynak olarak etiketleniyor.. Büyük olasılıkla bilerek böyle yapılıyor.

Bir de Devletin kamu işvereni olarak çalıştırdığı 3 milyona yakın personeli var.
Bu kişiler için “işveren” sıfatıyla zaten prim ödemek zorunda. Bunları da kamusal katkı saymak yanlış. 5510 sayılı yasa gereğince değişik yasalar kapsamında (örn. Yeşil Kart yasası, 2022 sayılı yasa vd.) prim ödeme gücü olmayanlara Devletin ödediği primler ile SGK açıkları için doğrudan bütçeden aktarımlar devlet katkısıdır. SGK’ya bu son gerekçe ile merkezi yönetim bütçesinden yapılan aktarımlar (transferler) ise tümüyle sağlık sigortası kapsamında olmayıp, Türkiye’de olan öbür 7 sigorta alanı içindir.
Sonuç olarak, sağlık giderlerinin toplam %75’leri değil tam tersine 1/4’leri (%25’leri!) doğrudan kamusal kaynaklarla karşılanmaktadır. Kalanı yurttaşın cebindendir ve
Devlet hem sağlık hizmeti üretiminden hem de finansmanından giderek çekilerek tasfiye edilmekte, yurttaşlar vahşi küresel sermaye karşısında yalnızlaştırlmaktadır.

PARAN KADAR SAĞLIK!

Bu hazin olguyu fark etmek (farkındalık!) çözüm için ilk zorunlu adımdır.

Sonra örgütlenmek.. Örn. SAĞLIK KOOPERATFLERİ kurmak
mücadelenin ara döneminde..

Sevgi ve saygı ile.
15.10.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

===========================================

SAĞLIK OLSUN, SÖMÜRÜ OLMASIN…

mustafa söznmezKitap_698337

Mustafa SÖNMEZ
YURT, 14.10.2013

SAĞLIK OLSUN, SÖMÜRÜ OLMASIN…

Sağlığa Türkiye toplumu ne harcıyor?
Harcama, kalitenin göstergesi mi?

  • Harcadıkça daha mı sağlıklı bir toplum oluyoruz, yoksa tersi mi? 

Bu sorular günümüzde daha çok soruluyor. Soruluyor ama, sağlığa ne kadar harcadıysan, o kadar sağlığa önem veriyorsun, anlayışı hakim. O nedenle de,
sağlık endüstrisinin telkinleriyle, önce sağlık harcamaları araştırmaları yaptırılıyor.

Türkiye’de verilen şablona göre; bunu önce Sağlık Bakanlığı yapıyordu,
sonra TÜİK’in işi oldu.

NE HARCANIYOR?

Önceki hafta, TÜİK’in açıkladığı sağlık verilerine göre;

  • 2012’de Türkiye sağlığa 76 milyar TL harcamış.
  • Bu, 42 milyar $ demek. Yani, ulusal gelirin %5,4’ü.

Çok mu, az mı? Uluslararası karşılaştırmalara gidelim.

  • ABD’de sağlık harcamaları ülke gelirinin %17’sine yaklaştı. 

Kişi başına sağlık harcamasının yıllık boyutu 7300 $. Kişi başına yıllık geliri 40 bin $ dolayındaki çoğu AB üyesinde sağlık için ulusal gelirin %9-10’unun harcandığı bildiriliyor. OECD üyelerinden G. Kore’nin sağlık harcaması, ülke gelirinin %7’si olarak gerçekleşirken, Meksika’da %6, Türkiye’de ise %5,4.

NEDEN ARTIYOR?

Sağlığa yapılan harcamaların, 30 OECD ülkesinde %8’e yaklaşması, Türkiye’de bile %6 dolayına ulaşması; bir yönüyle, hastalıkların  artmasıyla,
hastalık üreten bataklığın büyümesi ile ilgili.

Dünya genelinde gidişat sağlıklı değil, bir kere.

Yaşanabilir bir dünya yerine,

– iklim değişiklikleri,
– çölleşme,
– kirli hava,
– suların kirlenmesi,
– kötü beslenme,
– tütün kullanımının azalmaması,
artan işsizlik sonucu yıpratıcı stresin ve
– daha başka olumsuz hastalık üreten koşulların gelişimi yönünde…

  • İş cinayetleri, iş hastalıkları ve yaralanmalar azalmıyor;
    işe yabancılaşma artıyor. 

Ya trafik cinayetleri?

  • Gelecek kaygısı, korkusu ile psikolojik rahatsızlıklar? 

Bu da, hastalıkların kaynağının kurutulması yerine,
hastalık üreten kapitalizm bataklığının büyümesi
ve ürettiği hastalıklara daha çok para harcanması demek elbette!

Öte yandan; bir yönüyle gelişme, daha uzun ve sağlıklı yaşama isteği,
dolayısıyla sağlık hizmetine erişimin artması da, harcamaları artırıyor.

Ama aynı zamanda bu artış, sağlığın metalaştırılması, sağlık üstünden kâr ve sermaye birikimi sağlama eğilimiyle paralel yürüyor.

Medikal ve ilaç sanayileri, pazarı enine ve boyuna derinleştirme çabasındalar.

  • Bir kamu hizmeti olması beklenen sağlık, hızla özelleştirilmekte;
  • sağlık, hasta hakları hiçe sayılarak istismar edildikçe,
    harcama rakamları da büyümekte.

TÜRKİYE’DE…

Bir ülkede sağlık harcamalarının artmasında bu etkenlerden hepsinin payı olabilir.

Türkiye’de OECD ortalamasının gerisinde olmakla birlikte, sağlık harcamalarının görece artmasında birçok etkenin ağır basmasından söz edilebilir.

Dış kaynakla ekonomiyi büyütme şansı bulan AKP iktidarının
bütçe gelirleri de arttı.

Yükselen ithalat ve tüketim üstünden alınan dolaylı vergiler de artınca,
sağlığa daha çok para çıktı.

  • AKP rejimi, sağlık hizmetinin arzını artırmanın oy getirdiğinin bilinciyle;
    hastaneye, hizmete erişimi kolaylaştırdı.

Hekimin, sağlık personelinin çalışma koşulları, hakları hiç dert edilmeden;
omuzuna basılarak, iş yükü ağırlaştırılarak yapıldı bu.

Yanı sıra, çoğu yandaşlar sektöre sokularak özel hastanecilik teşvik edildi.
SGK’dan özel hastanelere sevk kolaylaştırılarak ‘özel’e pazar yaratıldı.
Bu büyütülen pazardan, ithalata dayalı medikal ve ilaç endüstrileri de nasiplendiler
tabii ki…

Neoliberal sağlık politikaları, erişimi kolaylaştırmanın ardından;

– yavaş yavaş faturaya hastayı ortak etmeye,
cepten harcamaların payını artırmaya başladı.

Bunların sonucu olarak, hem kamu kaynaklarından sağık için harcanan pay arttı
hem de halkın cebinden harcamalar…

Genel sağlık harcamasının 2012’deki boyutu 76 milyar TL’yi bulurken;
2009 yılında %81 olan kamunun harcamadaki payı, 2012’de %76,8’e geriledi.
Geri kalan %23’e yakın harcamanın 16 puanı ailelerin harcamalarından,
7 puanı da özel sigorta şirketlerinin sağlık harcamalarından oluşuyor.

Haneler, her yıl biraz daha fatura ödemeye mecbur bırakılıyorlar.

Harcamaların karşılığı mal ve hizmet satışını; artan ölçüde özel hastaneler,  firmalar gerçekleştiriyor; sağlık endüstrisinin büyümesinden büyük kârlar elde ediyorlar.
Özel hastaneler, tıbbi cihaz satıcıları, ilaç endüstrisi pastadan en büyük payı alanlar.

NE OLACAK ?

Yakın gelecek için ise şunlar söylenebilir :

Ekonomi büyümeye devam etmez, tersine küçülür ise bütçe de küçülür.
İstihdam azalır, SGK prim gelirleri düşer. Bu, sağlık bütçesinin de küçülmesi demek olur. Kamu üstünden sağlığa erişimde niceliksel ve niteliksel daralmalar söz konusu olur. Bu durumda, hastane ve tedarikçilerin de pazarı daralır. Aileleri cepten harcamaya daha çok zorunlu tutarlar, faturayı aşırı iş yükü ve düşürülmüş maaşlarla
sağlık çalışanlarına çıkarırlar. Faturayı; gelir payını azaltarak eczacılara,
cepten harcamaya daha çok zorunlu tutarak, halka çıkartırlar.

Bu biline ve önlem alına…