Kategori arşivi: Hekim Saltık

Türkiye Psikiyatri Derneği’nden: “Hükümete Uyarı” Basın Açıklaması


Dostlar,

Türkiye Psikiyatri Derneği üyesi meslektaşlarımız aşağıda sunduğumuz,
tek sözcükle nitelenecekse “görkemli” olan bir basın açıklaması ile AKP Hükümetini çok açıkça uyardılar..

Ülkemizin aydınlık birikiminin önemli kalelerinden biri, iyi bilindiği gibi TIBBİYE‘dir.

  • Tıbbiye – Mülkiye – Harbiye;
    bu ülkenin sırtı yere getirliemez altın üçgeni ve de devrilemez sacayağıdır.

Ülkemizin 200 yılı aşan AYDINLANMA savaşımı ve birikimi, böylesine hatırı sayılır kuşaklar da yetiştirmiştir kuşku yok..

Bu bakımdan, özellikle Atatürk Cumhuriyeti‘nin 1 yüzyıla yaklaşan 90 yıllık yaşantısı ile de iyi kötü deneyimlenen demokratik hak ve özgürlükler rejiminden,
Cumhuriyetin bizi uygarlaştıran temel kazanımlarından geri dönülmesi olanaksızdır.

Tüm siyasal iktidarların ve potansiyel kadroların bu tarihsel gerçeği
“mutlak bir verili sabit” olarak içlerine sindirmeleri gerekmektedir.

Tersine çabalar boşunadır ve dayatmacılar en büyük bedelleri ödeyeceklerdir.
Tarihsel öğreti böyle kaydediyor..

  • Türkiye Cumhuriyeti, Büyük Atatürk‘ün şaşmaz öngörüsü ile
    TÜRK GENÇLİĞİNİN EMİN ELLERİNDEDİR.

Türkiye Psikiyatri Derneği üyesi meslektaşlarımızı bu tarihsel değerdeki “uyarı” ları nedeniyle gönülden kuyluyoruz.

Bu basın açıklaması ile RT Erdoğan Hükümetine, AKP’lilere ve iç -dış yandaşlarına dönük bu uyarıyı bütünüyle benimsiyoruz.

Üstad Pir Sultan‘ın gönüllere ferahlık veren ders gibi sözleriyle bağlayalım :

  • Demiri demirle dövdüler;
  • Biri sıcak diğeri soğuktu!
  • İnsanı insanla kırdılar;
  • Biri aç diğeri toktu… Pir Sultan Abdal

Kolay gelsin Türkiye!
Bu zorlukları da aşarak uygarlık yolunda ilerleyeceğiz.
Türkiye Cumhuriyeti sonsuza dek özgür ve bağımsız, başı
dik ve onurlu yaşayacak..

“Uyarı metni” aşağıda..


Sevgi ve saygı ile.
9.6.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==================================

Türkiye Psikiyatri Derneği’nden: “Hükümete Uyarı” Basın Açıklaması
2 Haziran 2013,  http://www.psikiyatri.org.tr/news.aspx?notice=1140

Türkiye Psikiyatri Derneği Silahlanma Koşullarını Tartışan Tasarıya Tepki Gösterdi!

6 gün önce Taksim Gezi Parkı’ndaki ağaçların alışveriş merkezi yapılması amacıyla kesilmesi ile başlayan ve tüm ülkeye yayılan protesto ve eylemler;

– insanların, devletin kendi yaşam tercihlerine müdahale edişine,
– hükümetin kendi politik inançları doğrultusunda tüm toplumun
yaşam tarzını düzenlemek çabalarına,

– ülkenin bütün ağaçlarının, derelerinin tepelerinin, hayvanlarının,
tüm doğa varlığının daha çok ‘kazanç’ uğruna yok edilişine ve

– Türkiye’nin doğusundan batısına silahlarla, insansız hava araçlarıyla, bombalarla, tomalarla, biber gazlarıyla, tazyikli sularla halka yapılan zulümlere, verdikleri bir yanıttır.

  • Demokrasilerde hükümetler yalnızca kendisini seçenlerin, destekleyenlerin değil tüm halkın, tüm Ülkenin yararını göz önünde tutmak zorundadır.
    İktidarlar, yurttaşlarının kendilerine biat etmesini talep edemez;
    tam tersine halkın istemlerini demokratik yollarla dile getirmesini
    desteklemekle yükümlüdür.

Türkiye Psikiyatri Derneği olarak ülkemizde son yıllarda yaşanan her olumsuz gelişmenin izlemcisi olmaya çalıştık.

* Bilge Köyü’ndeydik,
* Uludere’deydik,
* Reyhanlı’daydık.

Tüm travma mağdurlarının ve arkada kalanların yaralarını sarmaya,
seslerini duyurmaya çalıştık.

  • Uygulanan vahşi neoliberal politikaların insan ruhunda açtığı yaraları anlatmaya çalıştık, depresyonun giderek tüm insanları saran bir hastalık olduğunu ve bunun yaşam koşulları, çalışma koşulları, barınma koşulları ile ilişkisini ortaya koyduk.

Dereleri, köyleri, yaşam alanları yok edilen insanların yasına ortak olduk.

Ülkemizde giderek yoksulların daha yoksul, varsılların daha varsıl olmasının açtığı yaraları, adaletsiz gelir dağılımını, sosyal dışlanmayı, ayrımcılık yapılışını anlatmaya çalıştık.

  • Kadınların tecavüz sonunda oluşan fetüsleri doğurmak zorunda bırakılmasından, kaç çocuk doğuracakları gibi bedenleri konusunda en temel kararlarının yasalarla düzenlenmesine itiraz ettik.

Bu ülkenin sokaklarında her gün öldürülen kadınların öldürülme nedenlerinin erkeklerin bozuk ruh sağlığı olmadığını, ruhsal tedavilere değil kadın erkek eşitliğinin gerçek anlamda inşası için, kadınların daha çok eğitim almasını, güvenceli işlerde çalışmasını, sosyal statülerinin geliştirilmesini, kendi yaşamları konusunda kararları kendilerinin alması gerektiğini savunduk.

  • Sağlıkta dönüşüm sistemiyle hastaların ‘hasta’ olmaktan çıkarılıp ‘müşteri’ olmasına, paraları kadar sağlık hizmeti alabilmelerine karşı sesimizi yükselttik.

Barışı sağlamak adına, silahların susmasının öncelikli olduğunu ama yeterli olmadığını, birbirimizle, geçmişimizle yüzleşmeyi, ortak bir toplumsal bellek oluşturmak için çalışmak gerektiğini söyledik.

Sivil silahlanmaya karşı koymaya çalıştık.

Tüm Dünyada, her coğrafyada yüzyıllardır sosyal yaşamda alkollü içecek tüketiminin ruhsal hastalık, bağımlılık olarak kabul edilemeyeceğini söyledik. Alkol bağımlılığı gelişmesinin önlenmesine dair yapılan yasal düzenlemelerin Türkiye’deki
alkol bağımlılığı gelişme oranları ile ilişkisiz olduğu, burada da ‘orantısız şiddet’ kullanıldığını, kamusal alanlarda kendi kültürümüzde yerleştiği şekliyle kırlarda,
dere kenarlarında, pikniklerde, deniz kenarında alımının kısıtlanmasının alkol kullanım bozukluklarının gelişimi ile ilişkisiz olduğunu ve sözde toplum ruh sağlığı gözetilerek muhafazakârlığa kılıf bulunduğunu söyledik.

İnsanlık tarihi boyunca hemen her coğrafyada, her toplumda var olan eşcinselliğin
bir ruhsal hastalık olmadığının altını kezlerce çizdik. Meclis duvarlarından yükselen ve eşcinsel insanların varlığını tanımayan, hastalıklı olarak gören her sese karşı eşcinselliğin 40 yıldır uluslararası ve ulusal hekim örgütlerince heteroseksüellik gibi sağlıklı bir durum olarak kabul edildiğine ilişkin bilimsel açıklamalarda bulunduk. Eşcinsellerin, biseksüellerin, transseksüellerin ruh sağlığını bozan şeyin ayrımcılığa uğramaları olduğunu ve hükümetlerin bu ayrımcılığı azaltacak yasal düzenlemelerle sorumlu olduğunun altını çizdik. Tıpkı alkollü içeceklerin kullanımında olduğu gibi sahte, geçersiz, güncel olmayan bilimsel açıklamalarla yükselen muhafazakâr anlayışın dayatılmasını ve eşcinsellerin yok sayılmasını, en temel insani haklarını kullanmalarının kısıtlanmasını kınıyoruz.

Bugüne dek bu ülkenin psikiyatristleri olarak biz yukarıda saydığımız ruhsal yaraları tedavi etmeye, yaralananlara şifa bulmaya çalıştık;

artık hükümeti uyarıyoruz...

Tıpkı en yakınında, en sevdiği annesinden babasından gelen fiziksel şiddetin çocuğun ruh sağlığına açtığı onulmaz yaralar gibi,

  • kendi hükümetinin kendi yöneticilerinin
    kendi halkına açtığı bu savaşın yara izleri kapanmayacaktır.

Bugün ülkenin tüm kentlerinden yükselen

– insanları kör eden,
– kalp krizi geçirten,
öldüren biber gazlarının,
– insanların kemiklerini un-ufak eden basınçlı suların

yaraladığı şey yalnızaca beden değildir.

Ve ruhsal yaraların izleri, beden iyileştikten sonra kimi kez ölene dek insanları etkiler.

Biz psikiyatristler bu yaraları kapatamayacağız.

HÜKÜMETLER;

adil yönetimi vaad ettikleri yurttaşlarının istemlerini tıpkı biz psikiyatristlerin yaptığı gibi dinlemeli, dertlerini anlamaya çalışmalıdır;

kendisine yükselen itirazları biber gazları ve basınçlı sularla bastıramaz,

KENDİ YURTTAŞLARINA SALDIRAMAZ! 

2 Haziran 2013
TÜRKİYE PSİKİYATRİ DERNEĞİ

Ankara Tabip Odası’ndan Yaralı Taksim Direnişçilerine Gönüllü Sağlık Hizmeti

Dostlar,

Bizim de üyesi olduğumuz Ankara Tabip Odası, Taksim Gezi Parkı direnişi ile ilgili olarak yaralanan ve sağlık hizmeti alma gereksinimli olan yurttaşlarımız için hekimlerin gönüllü olarak hizmet vereceği revirler belirledi..

Odamızın duyurusu aşağıda..

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 7.6.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net 

================================= ATO_logosu

 

 

Değerli Meslektaşımız,

Yaralı yönlendirmek isterseniz kullanabilmeniz amacıyla Ankara’da kurulan revirlerin adres-telefon bilgileri aşağıdaki gibidir. Bütün olanaklarınızı kullanarak göstericilerle paylaşmanız dileğimizle. 

Ankara Tabip Odası  Yönetim Kurulu 

REVİR ADI

REVİR ADRESİ

TEL

Mimarlar Odası

Konur Sok. No:4/3 Kızılay

4178665

Çankaya Belediyesi Yeni Hizmet Binası

Sakarya Cad. Zabıta Noktası

Dr. Aytuğ Balcıoğlu

Cep: 0533 3466902

Dişhekimleri Odası

Yüksel Cad. 34/9 Kızılay (2. Kat, Asansör var)

4359016

Nazım Hikmet Kültürevi

Karanfil Sk No:58

417 56 59

Not: Revirlerin Koordinasyonunu sağlayan hekimlerin isimleri aşağıdadır. Dr. A. Selçuk Atalay, Cep: 0532- 325 96 40 Dr. Hande Arpat, Cep: 0536-845 83 50

Bilgi notu                                :

Değerli Meslektaşımız,

İstanbul Taksim’de Gezi Parkı’na yapılan keyfi polis müdahalesi sonrasında
ülke geneline yayılan kitlesel protesto olaylarında, demokratik hak arayışında bulunan yurttaşlarımıza yönelik haksız ve orantısız bir polis şiddeti uygulanmaktadır.

Bu kapsamda şiddete maruz kalan ve gelinen noktada sayısı binlerle ifade edilebilecek yurttaşımız, hemen her gün özel ya da kamu sağlık kuruluşlarının acil servislerine başvurmakta, hem sağlıklarına kavuşmak adına ihtiyaç duydukları tıbbi yardımı beklemekte, hem de maruz kaldıkları şiddete karşı sonraki süreçte gerçekleştirecekleri hak arayışları için sağlık durumlarının belgelenmesini / kayda alınmasını
talep etmektedirler.

Nitekim basın-yayın organlarında da yer aldığı üzere, yurttaşlarımıza yönelen haksız ve orantısız polis şiddeti konusunda, gerek merkezi düzeyde İçişleri Bakanlığı tarafından, gerekse yerel düzeyde ilgili valilikler ve Cumhuriyet savcılıkları tarafından ön soruşturma ve inceleme işlemleri de başlatılmıştır.

Öte yandan birçok yurttaşımız da, haklarında tesis edilip sürmekte olan yakalama ve gözaltı süreçleri kapsamında bizzat polis memurları eşliğinde sağlık kuruluşlarına getirilebilmekte ve hekimlerimizden, 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu kapsamında bu kişilerin tıbbi durumlarının belgelenmesine / kayda alınmasına yönelik işlemlerinin gerçekleştirilmesi talep edilmektedir.

Hekimlerimizin, bu süreçlerde hukuksal anlamda dikkate alması gereken kimi hususları aşağıda dikkatinize sunmak isteriz;

* Şiddete maruz kalan yurttaşlarımızın tıbbi kayıtlarının sürmekte olan veya olası
adli süreçlerde, ayrıca bizzat şiddete maruz kalan kişi tarafından devamında gerçekleştirilecek hak arama çabasında, doğrudan bir kanıt niteliği taşıyacağı,

*Bu nedenle söz konusu tıbbi kayıtların gerçeğe aykırı ve / veya eksik biçimde tutulmasının öncelikle ilgili hekimler açısından ciddi hukuksal yaptırımları
gündeme getirebileceği ve “delil karartma” olarak nitelenebileceği; nitekim bu konuda 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu, Tıbbi Deontoloji Nizamnamesi ve TTB Disiplin Yönetmeliği‘nde kesin kural ve yaptırımların bulunduğu,

*Şiddete maruz kalan kişinin sağlık durumuna dair tıbbi bulgular ve değerlendirmeler yanında, o kişinin anamnezinin de söz konusu tıbbi kayıtlar kapsamına dahil olduğu
ve ayrıca kanıt niteliği taşıdığı; bu nedenle o kişinin ya da bilinci kapalı ise
onu sağlık kuruluşuna getiren veya ona refakat eden kişilerin olaya ilişkin verdiği bilgilerin ve yakınmaların da titizlikle kayda geçirilmesi gerektiği,

*Eğer şiddete maruz kalan kişinin sağlık durumunun ciddiyeti, onun sağlık kuruluşunda yatarak tedavisini ve izlemini gerekli kılıyorsa, yürürlükteki mevzuat ve meslek kuralları açısından bu konuda yetkinin mutlak olarak hekimde olduğu; nitekim polis memurlarının o kişiyi ilgili hekimin yazılı onayı ve oluru olmaksızın sağlık kurumundan çıkartamayacağı,

*Şiddete maruz kalan kişinin muayenesinde hasta-hekim ilişkisinin mahremiyetine ayrıca özen ve dikkat gösterilmesinin gerektiği, nitekim o kişi polis memurları eşliğinde (refakatinde) ve “şüpheli” sıfatı ile getirilmiş olsa bile, hekimin o kişi ile polis memurları mekanda bulunmaksızın görüşmesinin ve muayene işlemini gerçekleştirmesinin
yasal ve meslekseli bir gereklilik olduğu, nitekim polis memurlarının muayene işlemi sırasında muayene odasında bulunamayacağı, gerek duyulan güvenlik önlemlerinin ölçülü biçimde ve ancak dış mekan kapsamında alınabileceği,

*Şiddete maruz kalan kişi hakkında tutulan tıbbi kayıtların ve kişinin talep ettiği
tıbbi raporun onaylı bir örneğinin, bizzat o kişiye elden tesliminin yasal bir zorunluluk olduğu unutulmamalıdır.

Değinilen bütün bu kural ve gerekliliklere aykırı bir durum, istem ya da zorlama ile karşılaşan hekimlerimiz, mutlaka konuyu bir tutanağa bağlamalı, birlikte mesai yaptıkları sağlık meslek mensuplarının tanıklığını da sağlamalıdırlar.

Söz konusu tıbbi süreçlerde, polis memurlarından ya da başkaca kişi ve makamlardan gelebilecek her türlü keyfi ve haksız müdahale durumunda, Ankara Tabip Odası Şiddet Bildirim Hattına ( 0530 5667575) bildirimde bulunulduğu takdirde, hekimlerimize gerekli hukuksal destek Odamız avukatları tarafından
derhal sunulacaktır.

Demokrasi ve özgürlük talepleri ile yurttaşların tüm ülkede yürüttüğü protestolarda emeğini sakınmayarak, özveri ile halkın yanında olan tüm meslektaşlarımıza
ve tıp öğrencilerine teşekkür ediyoruz.

Saygılarımızla,

DÜNYA TABİPLERİ BİRLİĞİ Başkanından Başbakan Erdoğan’a Mektup

Dostlar,

Türk Tabipleri Birliği (TTB), Dünya Hekimler Birliğ’ne (WMA- World Medical Association) başvurarak Başbakan RT Erdoğan’a bir mektup yazılmasını ve
basın açıklaması ile çağrıda bulunulmasını sağladı.

Bu metinleri aşağıda sunuyoruz.
Bizim de meslek örgütümüz olan TTB’ye teşekkür edeirz bu anlamlı çabaları için.
(http://www.ttb.org.tr/index.php/Haberler/dtb-3845.html, 5.6.13)

Umarız siyasal iktidara sağduyu egemen olur ve serinkanlılıkla değerlendirilir.

Metnin özgün biçimini İngilizce olarak görmek için pdf dosyası erişkesi (linki) aşağıda..

WMA_Letter_to_RTErdogan

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 6.6.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=====================================

DÜNYA TABİPLERİ BİRLİĞİ Başkanından Başbakan Erdoğan’a Mektup

WMA

 

 

 

 

 

 

Sayın Recep Tayyip Erdoğan,

Başbakanlık,
06573 Ankara, Türkiye
Faks: +90 (312) 422 1899
E-mail: ozelkalem@basbakanlik.gov.tr
4 Haziran 2013

Sayın Başbakan Erdoğan,

Size bu mektubu tüm dünyada milyonlarca hekimi temsil eden ve ülkelerin
tabip birliklerinin küresel federasyonu konumundaki Dünya Tabipleri Birliği (WMA) adına yazıyorum.

Hastalar ve hekimler adına hareket eden WMA’nın amacı, tüm insanların mümkün olan en üst düzey tıbbi bakım, etik, eğitim ve sağlıkla ilgili insan hakları standartlarına ulaşmasıdır. Bu çerçevede WMA örnek uygulamaların, tıp etiğinin ve tıpta
hesap verebilirliğin uluslararası ölçekte yaygınlaştırılmasında temel rol oynamaktadır. Ayrıca kuruluş, tüm dünyada risk altındaki hekimlere destek vermektedir.

Bu mektubun amacı, 27 Mayıs günü İstanbul Taksim Gezi Parkı’nda barışçı biçimde başlayan gösterilerle ilgilidir. Türk Tabipleri Birliği (TTB) göstericilere karşı uygulanan kaygı verici ölçülerdeki aşırı şiddete dikkatimizi çekmiştir.
TTB tarafından verilen bilgilere göre ayrıca Ankara’da, Adana, Eskişehir ve Gaziantep gibi öbür illerde polisin göstericilere müdahalesi sonucunda yüzlerce kişi yaralanmış ve gözaltına alınmıştır. Kaynaklarımıza göre yaralanmaların büyük bölümüne basınçlı su ve gaz bombası yol açmıştır.

WMA, kalabalıkların denetiminde ya da gösterilerin önlenmesinde kullanılan
gaz bombası ve basınçlı su gibi teknolojileri şiddetle kınamaktadır. Bu teknolojiler, insan hakları ihlallerini kalıcılaştırma sonucunu verecek şekillerde kullanılmakta, kullanımda gerekenin çok ötesine geçilmekte ya da özel durumları olan
toplum kesimlerine uygulanmaktadır.

Dolayısıyla size, barışçı gösterilere karşı aşırı güç kullanımına derhal son verme, toplantı ve ifade özgürlüğü hakkını güvence altına alma çağrısında bulunuyoruz.
Ayrıca, aşırı güç kullanımı durumlarıyla birlikte, gerek göstericilere gerekse halktan kişilere kötü muamelede bulunduğu tespit edilen görevlilerin yargı önüne çıkarılması için bağımsız ve tarafsız bir araştırma yürütülmesini talep ediyoruz.

İlginiz için teşekkür ederim.

Dr. Cecil Wilson
Dünya Tabipleri Birliği Başkanı


DÜNYA TABİPLERİ BİRLİĞİ

Basın Açıklaması

5 Haziran 2013

WMA,
TÜRKİYE’DEKİ YETKİLİLERİ AŞIRI GÜÇ KULLANIMINA SON VERMEYE ÇAĞIRDI

Dünya Tabipleri Birliği (WMA) Türkiye’deki yetkililere barışçı gösterilere karşı aşırı güç kullanımına derhal son verme, toplantı ve ifade özgürlüğü hakkını güvence altına alma çağrısında bulundu. WMA ayrıca aşırı güç kullanımı durumlarıyla birlikte, gerek göstericilere gerekse halktan kişilere kötü muamelede bulunduğu saptanan görevlilerin yargı önüne çıkarılması için bağımsız ve tarafsız bir araştırma yürütülmesini istedi.

WMA Başkanı Dr. Cecil Wilson tarafından Başbakan Erdoğan’a iletilen mektupta ifadesini bulan müdahalesi, Türk Tabipleri Birliği’nin istemi ile gerçekleşmiştir.

Daha fazla bilgi için:

Dr. Cecil Wilson
WMA Başkanı
1 407 647 1461 (iş)
1 312 543 1173 (cep)

Dr. Otmar Kloiber
WMA Genel Sekreteri
+33 4 50 42 6757 (iş)
+33 6 73 90 7686 (cep)

Direnişin Utanç Veren Tablosunu AKP’ye Esefle Sunuyoruz : Acil Can Güvenliği İstiyoruz!

Dostlar,

Aşağıdaki utanç tablosunu;

AKP hükümetine ve Başbakan RT Erdoğan‘a esefle sunuyoruz..

Bu saniyeden başlayarak, tek 1 kişinin bile burnunun kanamayacağı biçimde
ülke genelinde can ve mal güvenliğinin sağlanmasını istiyoruz..

  • Rize’deki ADD Şubemiz ve orada kuşatılan 60 dolayındaki insanımız
    başta olmak üzere..

Yapamayacaksanız bırakın gidin..

Türkiye çaresiz ve size mahkum asla değildir!

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 6.6.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=====================================

Türk Tabipleri Birliği ‘Taksim Direniş’inin Bilançosunu Açıkladı
http://www.ttb.org.tr/index.php/Haberler/veriler-3842.html, 5.6.13

TTB_logosu
Türk Tabipleri Birliği (TTB) Taksim Gezi Parkı eylemleri ve sonrasında ülke geneline yayılan eylemlerde polisin uyguladığı şiddet sonucu;

– Yaralananların sayısının 43’ü ağır, 4 bin 177 olduğunu,
– 2 kişinin de yaşamını yitirdiğini açıkladı.

Taksim_Gezisi_Eylemleri_sehitleri.5.6.13TTB’nin Tabip Odalarından ve hekimlerden elde ettiği verilere göre, 4 Haziran 2013 Salı günü saat 21.00 itibariyle eylemlerde polisin uyguladığı şiddet sonucu

  • 43’ü ağır, 4 bin 177 kişi yaralandı.

Göstericilerin Sağlık Durumları-Tabip Odaları ve Hekimlerden Derlenen Veriler

05 HAZIRAN 2013

2 kişinin yaşamını yitirdiği, 2’si Ankara’da, 1’i Eskişehir’de 3 kişinin durumunun kritik olduğu, 15 (ağır / kırıklı) kafa travması ve 10 kişinin gözünü yitirdiği bildirilen verilere göre İstanbul’da 1505, Ankara’da 1088, İzmir’de 800, Adana’da 117, Eskişehir’de 300, Muğla’da 50, Bursa’da 2, Balıkesir’de 155, İzmit’te 10, Antalya’da 150 yaralı bulunuyor.

Türk Tabipleri Birliği olarak Taksim Gezi Parkı eylemleri ve sonrasında
ülke geneline yayılan eylemlerde hemen tümü polisin uyguladığı şiddet sonucu oluşan sağlık sorunlarını Tabip Odalarımız ve meslektaşlarımızın ilettiği verilerden
derlemeye çalışıyoruz.

4 Haziran 2013 Salı saat 21:00 itibarıyla elde ettiğimiz veriler aşağıdadır.
Günlük olarak verileri yenilemeye çalışacağımızı da belirterek kamuoyuna saygılarımızla iletiriz.

Türk Tabipleri Birliği
Merkez Konseyi

Toplam  Yaralı Başvuru

Ağır yaralanma

(yoğun bakım dahil)

Ölüm

Açıklamalar

İstanbul

1505

(880 hastane +
625 gönüllü revirler)

12

1

Yatan 26

Yoğun bakım 5,

Hayati tehlike 2 (kafa travması)

5 kişi kör olmuş.

Ankara

1088

(788 hastane +
300 gönüllü

revirler )

19

(6 kafa travması,
3 görme kaybı),

1 kişi durumu kritik)

İzmir

800

2

Antakya

Veri gelecek

1

Adana

117

5

5 kafa travması

Eskişehir

300

3

2 yoğun bakım,
1 kafa travması

Muğla

50

1

1 Görme kaybı riski

Mersin

Veri gelecek

Denizli

Malatya

Bursa

2

Kafa travması,

Balıkesir

155

Amasya

Erzurum

Sivas-Erzincan

Trabzon

Bartın

Diyarbakır

Zonguldak

Samsun

Veri gelecek

Kocaeli

10

Tekirdağ

Manisa

Antalya

150

1

1 kişi gözünü kaybetmiş.

Mardin-

Batman

Çanakkale

Veri gelecek

afyon

Edirne

Çanakkale

Bolu

Çorum

Aydın

– 12 ilde yaralılar olduğu bildirildi (Mersin, Antakya, Çanakkale rakamları bildirilecek).

Toplam 4177 kişi yaralı olarak başvurdu.

2 Kişi yaşamını yitirdi.

43 Ağır yaralı var.

– 2’si Ankara’da, 1 Eskişehir’de 3 kişinin durumu kritik.

– 15 (Ağır/Kırıklı) Kafa Travması.

10 Kişi gözünü yitirmiş durumda.

Sağlık Açısından Biber Gazı – Öbür Kimyasallar ve İdare’nin Sorumluluğu


Sağlık Açısından Biber Gazı – Öbür Kimyasallar ve İdare’nin Sorumluluğu

Dostlar,

TTB (Türk Tabipleri Birliği) Toplumsal Olaylarda Güvenlik Güçlerince Kullanılan
Biber Gazı vb. Kimyasallar hakkında bir bilgi notu yayımladı.

Bu kimyasalların olası (potansiyel) sağlık sakıncaları ve alınabilecek pratik önlemlere yer verilmekte yazıda.

5 sayfalık bilgi notu aşağıda pdf olarak sunulmaktadır. Bu not,

KİMYASAL SİLAHLAR GÖSTERİ KONTROL AJANLARI” (TTB yayını 2011)
adlı kitaptan alınma..

biber_gazi_vd.bilgi_notu.TTB

  • Hemen belirtelim ki, gözlere limon damlatmayı doğru bulmuyoruz.

Limon suyunda sitrik asit vardır ve bu kimyasal zayıf bir asittir.

Oysa beden sıvılarının pH’sı nötre çok yakın çok dar bir aralıktadır.

Göze, deriye, mukozalara bir kimyasal değinim (temas) olduğunda o maddenin
asidik ya da bazik yapılı oluşuna bakarak tersi özellikte kimyasal kullanılarak
-düz mantıkla- nötralizasyon yapmak tıbbi hatadır (malpraktistir).

İlk kimyasalların olumsuz etkilerine, üstelik de zedelenmiş dokuda 2. kez yeni kimyasalla daha da çok ve kalıcı – öldürücü olabilecek zarar verilebilir.

Yapılabilecek, yapılması gereken; olanak ölçüsünde ortamdan hızla uzaklaşmak ve
tercihan bu sırada ya da ilk fırsatta gözleri bol suyla ve 15 dakika kadar yıkamaktır.
Bu sırada -ve sonrasında- özellikle kornealara bastırarak ovuşturma yapılmamalıdır.
Güneşli ve karlı havalarda uygun güneş gözlüğü takılarak fotofobiden korunulabilir.

Gözleri tümüyle kapayan yüzücü gözlüğü kullanmak işe yarar bir önlem olabilir.

Doğallıkla en insancıl ve sağlıklı – güvenli olanı ise, Kolluğun (Polis, Jandarma, özel güvenlik vd.) bu tür ciddi sakıncaları olabilecek yöntemleri harcıalem kullanmamasıdır.

Unutulmamalıdır ki;

Kolluk, İdare Hukuku bakımından orantılı güç kullanmak zorundadır:

1. Eldeki olanaklar (elverişli araçlar) sıralanacak,

2. En hafifinden başlanacak

3. Olayın durumuna göre en az dozdan başlanarak orantılı kullanılacaktır.

biber_gazi

Bu kuralların dışına çıkmak, Kolluğu ve de sıralı Amirlerini yasal olarak zincirleme (müteselsil) sorumlu kılar. Yasa dışı buyruk verenler ve uygulayanlar ileride
polis ses kayıtlarından, güvenlik kameraları ve öbür görsel belgelerden
ortaya çıkarılabilir.

Zarar gören yurttaşlar, Türkiye Barolar Birliği’nin (TBB) yaptığı gibi,
sağlık raporlarıyla suç duyurusunda bulunabilir, ceza ve giderim (tazminat) davaları açabilirler. Dava dilekçesi içeriği, TBB davasındaki gibi olabilir.

İdarenin her türü işlem ve eylemi, hukuk devletinde Anayasa gereği yargı denetimine bağlıdır (md. 125). Bu bağlamda İdare, yurttaşlara ve çevreye verdiği zarar ziyanı gidermekle (tazmin etmekle) yükümlüdür. Yine İdare, neden olduğu zarar ve ziyanı tazmin ettikten sonra, buna neden olan “kusurlu” kamu görevlisine rücu etmek ve ödediği tazminatı kusuru ölçüsünde bu kişilerden (Kolluk!) istemek zorundadır.

Bir somut örnek olmak üzere;

Yasal gösteri hakkını kullanan yurttaşlardan öğretmen ve Eğitim İş Sendikası
Genel Başkanı Sayın Veli Demir’in kırılan 3 kaburgasının ve içine düştüğü yaşamsal tehlikenin (iç kanama riski!) hesabını kim(ler) verecektir??

Niçin uygar Batı ülkelerinde toplumsal olaylarda göstericilerden çok daha fazla polis yaralanmaktadır??

Bu zulüm böyle sonsuza dek gitmez.. Pir Sultan‘ın yüzlerce yıl önce yazdığı ve
yüzlerce yıldır da hep doğrulandığı üzere;

Yürü bre Hızır Paşa  
Senin de çarkın kırılır  
Güvendiğin padişahın  
O da bir gün devrilir  

Nemrut gibi Anka n’oldu  
Bir sinek havale oldu  
Davamız mahşere kaldı  
Yarın bu senden sorulur  

Şah’ı sevmek suç mu bana  
Kem bildirdin beni Han’a  
Can için yalvarmam sana  
Şehinşah bana darılır  

Hafid-i Pelgamber’im has  
Gel Yezid Hüseyn’imi kes  
Mansur’um beni dara as  
Ben ölünce il durulur  

Ben Musa’yım sen Firavun  
İkrarsız Şeytan-ı lain  
Üçüncü ölmem bu hain  
Pir Sultan ölür, dirilir

*********************

Başbakan, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esat‘ı yakın süre önce bağrına basarak “Kardeşim – Biraderim Esat” diyordu. Hatta ortak Bakanlar Kurulu toplanıyor,
sınırların kaldırılmasından söz ediliyordu! BOP kapsamında balans ayarından sonra
birden bire “Kardeşim Esat”, “Kanlı diktatör Eset” (İngilizce söylenişi ile!) oluverdi?

Son olaylarda yurt genelinde kendi insanına kendi güvenlik güçleriyle böylesine
hukuk dışı ölçüsüz şiddet kullanarak Başbakan hangi sıfatları hak ediyor acaba??

TTB verileriyle 20’si ağır olmak üzere binlerce yaralı ne demektir?

Öğrenebildiğimiz kadarıyla en az 1 de ölüm vardır.
Daha önce de biber gazından ölen, ağır yaralanan ve engelli kalan
yurttaşlarımız olmuştu..

Bu sitede, 1 Mayıs 2013 günü biber gazı kapsülü ile kafası kırılan 16 yaşındaki Dilan vesilesiyle yazdığımız makalede suç duyurusunda da bulunmuştuk..
Cumhuriyetin savcıları görmediler mi, okumadılar mı??
(Dilan’ın Gaz Bombası ile Kırılan Kafası ve Demokrasi’nin Boğulması..  
http://ahmetsaltik.net/dilanin-gaz-bombasi-ile-kirilan-kafasi-ve-demokrasinin-bogulmasi/)

  • Bu davranışlar İNSANLIĞA KARŞI SUÇTUR ve
    ZAMAN AŞIMI SÖZ KONUSU DEĞİLDİR!

Herkese ama herkese anımsatmak isteriz..

Sonuç olarak :

  • Siyasal iktidar artık gidicidir.. Uzatmaları oynamaktadır.
  • Bu arada atılacak içtenlikli olmayan uzlaşıcı adımlara kanmamak gerekir.
  • Kışkırtmalara kapılmadan, örgütlü halk yığınlarına bilinçli önderlik yaşamsaldır.

İktidar keşke edebiyle çekilebilse, bu toplum çok da bağışlayıcıdır.

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 4.6.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Dr. Mustafa Şerif Onaran’ın ardından


Dostlar
,

Değerli büyüğümüz, meslektaşımız Dr. Mustafa Şerif Onaran‘ı yitirdik.

87 yaşında bir yaşam bilgesiydi. Çayyyolu Hekimköy’deki evinde, NÜSED (Nükleer Tehlikeye Karşı Barış Ve Çevre İçin Sağlıkçılar Derneği) Genel Kurul, Yönetim Kurulu (bizim 2. başkan olduğumuz yıllarda) toplantılarını yapardık. Eşi Prof. Dr. Leziz Onaran NÜSED Genel Başkanı, sonra Doç. Dr. Özen Aşut‘a devrederek
onursal genel başkan idi.

Dr. Onaran çok başarılı bir Mide – Bağırsak Sistemi (Gastroenteroloji) Cerrahı idi ve Türkiye Yüksek İhtisas Hastanesi‘nde şef idi. Asker hekimlikten Binbaşı iken ayrılmıştı. Atatürk aşığı idi, şiir – edebiyat üstadı idi hekimliğinin yanı sıra..

Bizleri ileri yaşına karşın, bastonuna dayanarak kapıda tek tek karşılar ve uğurlardı sevecen bir konukseverlikle.

Ardından, değerli dostu – dostumuz Atilla Aşut aşağıdaki dizeleri kaleme aldı BirGün gazetesinde.. Eşi de e-ileti ile bilgi verdi.. Sağolun AŞUT dostlar..

Başınız sağolsun Leziz hocam ve Dr. Mustafa Şerif Onaran dostları..

Sevgi ve saygı ile.
28.5.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==============================================

Image processed by CodeCarvings Piczard ### FREE Community Edition ### on 2013-05-23 07:54:15Z | http://piczard.com | http://codecarvings.com

 

 

 

 

(İzmir 1927 – Ankara 24.5.2013)

Dr. Mustafa Şerif Onaran’ın ardından..

 

Atilla AŞUT
BİR GÜN Gazetesi, 27.5.13

PortresiŞu satırları, henüz mürekkebi kurumamış,
19 Mayıs 2013 Pazar günkü günlüğümden aktarıyorum:

“Öğleden sonra saat ikide Mustafa Şerif Onaran’ı aradım. Uzun süredir göremiyordum O’nu. Etkinliklere de gelmiyordu. Hatta, “Ankara Öykü Günleri”nin bir oturumunda konuşmacı olduğu halde toplantıya katılmamıştı. BirGün’de yarın çıkacak yazımda onun da adı geçiyordu. Hem durumunu öğrenmek, hem yazıyı haber vermek için telefon ettim. Sesi hayli yorgun ve derinden geliyordu. Ne zaman kendisine telefon açsam, hep şen şakrak konuşur, espriler yapardı. İlk kez neşesiz ve isteksiz gördüm O’nu. ‘Bir süredir hastayım. Toparlanamadım henüz. Öykü Günleri’ne de o yüzden gelemedim.
Oysa İlhan Tarus’un öykücülüğü üzerine konuşacaktım. Yaşlandık be Aşut!
Evden pek çıkmıyorum. Kendimi halsiz, güçsüz hissediyorum.’
 dedi.

Mustafa Şerif Onaran, bilgisayarla barışık bir yazar değildir. Siyah Beyaz gazetesinin Kültür-Sanat editörlüğünü yaptığım günlerde, işlek el yazısıyla yazılmış köşe yazılarını getirirdi her hafta. Gazetenin bir kuralı vardı:

Yazıların e-posta yoluyla ya da disketle gönderilmesi gerekiyordu. Ama Mustafa Bey’in durumunu bildiğimizden, kendisine ayrıcalık tanımıştık bu konuda.

Aradan yıllar geçti, Dr. Mustafa Şerif’in daktilo alışkanlığı değişmedi. Kıyı dergisinde yayımlanan bir yazımda, “Daktilodan Vazgeçmeyenler” dizelgesinde anmıştım adını. Hâlâ da öyledir. Yazılarını önce elle yazıp sonra daktiloya çeker, yayıncılara postayla gönderir. Telefonda söyleşirken, Onaran’ın aşırı yorgunluğunu biraz da buna bağlamıştım. ‘Dergi yazıları yoruyor olmalı sizi?’ dedim. ‘Yooo’ diye yanıt verdi,
Tam tersine, dinleniyorum yazarken. Onlar da olmasa, kendimi büsbütün boşlukta sanacağım. Yazılar bir bakıma yaşama tutunmamı sağlıyor…’

Rahatsızlığı dolayısıyla konuşmayı kısa tuttum. ‘Aradığın, sesini duyduğum için mutlu oldum, sağ ol’ dedi bitirirken. Ben de kendisine sağlık ve esenlik dileklerimi yineledim…”

Bu satırları “Yazıevi Günlüğü”ne düştükten dört gün sonra Dr. Mustafa Şerif Onaran’ın ölüm haberi geldi…

* * *

Kimi kişilere ölümü konduramazsınız! Yaşları ne olursa olsun, öylesine yaşam doludurlar ki, sanki hiç ölmeyeceklerini düşünürsünüz. Mustafa Şerif Onaran, benim için böyle biriydi. 87 yaşındaydı ama gönlüyle de, kafasıyla da çok gençti. Sürekli yazınla-sanatla beslenen duygusal ve düşünsel dünyası O’nu hep genç kılıyordu. İlerlemiş yaşına karşın, kesintisiz “okuma uğraşı”nı yaşam biçimine dönüştürmüştü. Anadolu’nun en uzak köşelerinde yayımlanan dergileri tanıtmak; okuduğu yazılar-şiirler üstüne yorumlar, değerlendirmeler, değiniler yazmak, O’nun en büyük tutkusuydu.

Yeni yayınları, çağdaş eğilimleri, yazın alanındaki gelişmeleri hep O’nun yazılarından izlerdik. Güncel konuları, engin bilgi birikimiyle harmanlayıp tarihsel göndermelerle zenginleştirerek, içtenlikli bir deneme tadında sunardı okura. Mustafa Şerif’in yazılarını okuyanlar, her zaman yeni şeyler öğrenmiş olmanın sevincini yaşarlardı.

Şu anda 90 yaşında olan İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres‘in bir sözü hayli düşündürdü beni. Üç yıl önce bir dergiye verdiği röportajda şöyle demiş:

“Yaşımın 87 olması benim için kesinlikle bir sorun değil. Hiç kimseyi yaşıyla yargılayamazsınız. Yaşlı insanlar genç davranabilir, genç insanlar da eski kafalı olabilir. Bence bir kişiyi, kimliğindeki doğum tarihine bakarak değerlendiremezsiniz. İnsan için önemli olan, vizyonu ve enerjisidir.”

Bu sözler, Dr. Mustafa Şerif Onaran’ı düşündüğümde, daha da anlamlı geliyor bana…

* * *

Mustafa Şerif Onaran hekimdi. Ama ben O’nu daha çok “edebiyat doktoru” olarak tanımlardım. Yazarlığı hekimliğinin önüne geçmişti. Yazın bilgisi ve birikimi olağanüstüydü. Genç yaşından beri Türkiye’nin en nitelikli yazarlarıyla bir arada olmuş, özellikle Türk Dil Kurumu’ndaki Yönetim Kurulu üyeliği ve Yayın Kolu Başkanlığı sırasında ünlü yazarlarla dostluk kurmuştu. Türk Dili dergisindeki görevi de bu yakınlaşmayı pekiştirmişti. Ankara’nın eski sanat mekânları ve yazın ortamları konusunda uzmandı. Onun dergilerde ve gazete sayfalarında kalmış pek çok anı yazısı, kent belleği açısından büyük önem taşır.

“Yazar” kimliği ağır bassa da, Onaran öncelikle bir ozandı. İlk şiirleri 1944’te İstanbul dergisinde yayımlandı. Daha sonra FikirlerYücelVarlık ve Türk Dili dergilerinde sürdürdü bu uğraşını. Dönemin eleştirmenlerinden övgü de almıştı. Nitekim yanılmıyorsam 1952 yılında Yunus Nadi Şiir Ödülü’nü Azmi Tekinalp’le paylaşmıştı. Ama O, unutulmuş bir ozandı. Belki de bu yüzden, eski şiirlerini 1986 yılında kitaplaştırırken, “Unutulmuş Şiirler” adını vermeyi uygun bulmuştu.
Ne yazık ki düzyazılarının kitaplaşmasını göremedi. Son zamanlarda bu yolda kimi girişimleri olduğunu söylüyordu. Daha çok Bilgi Yayınevi’nden böyle bir beklentisi vardı. Ama yayınevinin sahibi ve yakın dostu Ahmet Küflü’nün ölümünden sonra kitap tasarısı tavsadı. Belki şimdilerde onun denemelerini, anılarını okurla buluşturmak isteyen başka yayıncılar çıkacaktır.

* * *
Ozanlığı ve yazarlığı yanında, Edebiyatçılar Derneği Başkanı olarak da değerli hizmetleri olmuştur. Özellikle Sivas kıyımının ardından düzenlediği etkinlikleri ve Sivas Kitabı’nın gerçekleşmesindeki çabalarını belirtmeliyim. Kitabın yayın sorumluluğunu O’nun önerisiyle üstlendim. Altı ay gece gündüz çalışarak, 584 sayfalık dev bir yapıt koyduk ortaya. Mustafa Şerif Onaran, bu yorucu süreçte, Dernek yönetimindeki kimi olumsuz yaklaşımlara karşın, özendirici ve yüreklendirici tutumuyla hep yanımda oldu.

Onun yazın alanındaki çabaları saymakla bitmez. Bir dönem TRT 2’de Talât Sait Halman ve Erendiz Atasü ile birlikte sundukları “Sözün Büyüsü” izlencesinin tadı hâlâ damağımızdadır. Son yıllarda Milli Kütüphane salonunda ve Cer Modern’de Rüştü Asyalı ve Berin Ötenel’le yaptığı tematik “Şiir Günleri”nin de hayli tiryakisi olduğunu biliyorum.

Mustafa Şerif Onaran’ın saygıdeğer eşi Prof. Dr. Leziz Onaran’la NÜSHED’de (Nükleer Savaşın Önlenmesi İçin Hekimler Derneği) birlikte çalıştık. O yüzden Onaran ailesiyle çok yakın bir ilişkimiz oldu. Derneğin yayın organı Son Reçete dergisinin yayın yönetmeniydim. Dr. Mustafa Şerif’in yanı sıra, başta Orhan Asena, Behçet AysanErcan Kesal olmak üzere, NÜSHED yönetimindeki öteki yazar-hekimlerin de yazıları, şiirleri yer alırdı bu dergide. Şimdi yıllar sonra Son Reçete’nin sayılarına yeniden göz attığımda, o günlerde nükleer karşıtı eylemlerde azımsanmayacak işler yaptığımızı düşünüyorum…

* * *
Kendine özgü, yumuşak, sıcak, kucaklayıcı bir yazma biçemi vardı Mustafa Şerif Onaran’ın. Polemikten uzak durur; uzlaşmacı ve barışçı bir dil kullanırdı. Kesin yargılarda bulunmaktan ve yan tutmaktan kaçınırdı. Bu yüzden zaman zaman tartışırdım O’nunla. “Gerektiğinde yan tutmalı, eleştirel bir duruş sergilemeli yazarlar!” derdim. O da bana, kavgacı bir insan olmadığını, diyaloğa önem verdiğini söyler dururdu. Cumhuriyet Kitap’taki köşesinde sık sık çınlatırdı kulağımı. Kimi zaman tatlı takışmalarımız da olurdu. Ama Onu eleştirirken bile saygıyı elden bırakmamaya özen gösterirdim. Yazdıklarım karşısında hiçbir zaman alınganlık göstermemiştir.

Dostluğumuz, son nefesine değin sürdü…

Yazın dünyamız, O’nun ölümüyle bilge bir yazarını, koca bir çınarını daha yitirdi.
Kuşku yok ki, Yahya Kemal’in dediği gibi,

  • “Ölmek değildir ömrümüzün en feci işi, müşkül budur ki;
    ölmeden evvel ölür kişi.”

Mustafa Şerif Onaran böyle biri değildi. Dolu dolu yaşadı. Geride güzel bir ad bıraktı.
87’sinde bile yaşam doluydu. O yüzden, “her ölüm, erken ölümdür” sözü bu ölümle
bir kez daha doğrulanmış oluyor.

Sevgili dostumuzu cuma günü Kocatepe’den Cebeci Gömütlüğü’ne uğurladık.
Uğur Mumcu’nun, Tahsin Saraç’ın, Mustafa Ekmekçi’nin, Gürhan Uçkan’ın yanına…

Işıklar içinde uyusun…

* * *

Ş U T

RTE’nin dönme hızı!

ABD’ye giderken:

-“Cenevre Konferansı gibi yaklaşımlar ipe un sermektir.”

ABD’den dönerken:

-“Cenevre’yi önemsiyorum…”

A Ş U T

Tahliyemi halka borçluyum!

Tahliyemi halka borçluyum!

Önceki gün serbest bırakılan kanser hastası Mete Diş:

Tahliyemi halka borçluyum.

Kanserli_Mete_Dis_tahliye_edildi_26.5.13

19 Aralık Hayata Dönüş Operasyonu’nun yıldönümü (19.12.2000; 2’si asker 30’u tutuklu 32 kişinin öldüğü, yüzlerce kişinin yaralandığı) nedeniyle 2010 yılında yapılan eylemde gözaltına alındıktan sonra tutuklanarak cezaevine konulan kanser hastası
Mete Diş, önceki gün avukatına dahi haber verilmeden tahliye edildi. 26 yaşındaki Diş,
yasaların herkese eşit şekilde uygulanmadığını belirterek:

  • “Adalet mahkemelerde değil meydanlarda. Benim tahliye edilmemi adalet değil halk sağladı. 19 Mart’ta hâkim karşısına çıktım. Mahkemenin, hasta tutuklularla ilgili yasal düzenlemeye göre beni tahliye etmesi gerekiyordu ama etmedi. O yasa, devrimci halk çocuklarına işlemedi.” dedi.

Mete Diş, cuma günü 19.00 sıralarında tahliye edildiğini öğrendi ve Kandıra F Tipi Cezaevi’nden 21.30 sıralarında çıktı. Otobüs durağında saatlerce oyakınlarının gelmesini bekleyen Diş, sonunda ailesine, arkadaşlarına, yoldaşlarına kavuştu.

“Mete yarım özgür” diyen baba Mete Diş, içeride bir sürü hasta mahkûm varken
oğlunun serbest bırakılmasına tam sevinemediklerini vurguladı. Diş, oğlu için yürütülen kampanyaya destek veren milletvekilleri Hüseyin Aygün, Veli Ağbaba ve
Akif Hamzaçebi’ye de teşekkür etti.

Kelepçeli tedavi

İlk özgür gününde sorularımızı yanıtlayan Mete Diş de hastalığının nasıl ortaya çıktığını ve gördüğü insanlık dışı muameleyi anlattı.

Tecridin insanı yavaş yavaş tükettiğini, bedeninin çevikliğini yitirdiğini, yürürken aksamaya başladığını dile getiren Diş, bir süre sonra kasığında da ağrılar hissetmeye başlayınca cezaevi doktoruna gitmiş.

Diş, “Bu yılın ocak ayıydı. Cezaevi doktoru ilaç tedavisi yapıp sonra düzelmezse hastaneye sevk edecekti. Israrım sonucu SEKA Hastanesi’ne sevk edildim.
Kanser teşhisi bu şekilde konuldu.
Acil ameliyata alındım, tek testisim alındı. Hastanede 3 gün kaldım. O da doktorun ısrarı ile olmuş. Cezaevi yönetimi operasyondan sonra hemen hastaneden çıkarmak istemiş..” dedi. Bakımı ve tedavisi koğuşundaki arkadaşları tarafından yapılan Mete Diş, hastanede mahkûm koğuşu olmadığı için kemoterapiye ring aracında elleri kelepçeli olarak götürülüp getirilmiş. Mahkûm koğuşu olan bir hastanede tedavisinin sürmesi için Maltepe Cezaevi’ne nakledilen Diş’e yönelik insanlık dışı muamele burada da
devam etmiş. Diş burada yaşadıklarını da şöyle anlattı:

“Tek kişilik hücrede kalıyordum. Kullandığım ilaçlar çok ağır. Sık sık midem bulanıyor ve kusuyordum. Kimseye sesimi duyuramıyordum, kapılar açılmıyordu. Hücremde buton yoktu. Bir gece çok sancım oldu. Bir saat kapının ağzında yardım bekledim. Cezaevinin hemen yanındaki hastaneye götürülmem 2 saat sürdü.”

Tekrar Kandıra F Tipi Cezaevi’ne nakledilen Mete Diş’in ilaçları da bir ay boyunca bulunamadı. Hastalığının ilerlemesine karşın eski ilaçlarını kullanmak zorunda kalan Diş’e ilaçlarını hastane değil arkadaşları buldu. Ağır kemoterapi seansları sonra ateşi yükselen, görmemeye başlayan Diş’e yardım eden kişi aynı koğuşta kaldığı,
memurlara yönelik operasyonlarda tutuklanan Dr. Cem Coşkun olmuş.
DHKP-C üyeliğinden yargılanan Diş’in bir sonraki duruşması da 6 Haziran’da
Çağlayan Adliyesi 12. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülecek.
(26 Mayıs 2013, Cumhuriyet)

=====================================

Dostlar,

Bu konuda epey yazı yazıldı bu sitede..

Yoruma gerekyok yukarıdaki haberin..

Dileriz bu insanlık suçları zaman aşımına uğramadan yasal hesabı sorulur..

Aşağıdaki mevzuat – yasa bilgisini bir kez daha paylaşmış olalım..

Ceza_Muhakemeleri_Yasasi_infazi_erteleme

 

 

 

 

 

 

Sevgi ve saygı ile.
26.5.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Kamu – Özel Ortaklığı Hakkında Ankara Tabip Odasından Basın Açıklaması ve Düşündürdükleri


Dostlar,

Ankara Tabip Odası Yönetim Kurulu‘nun çok önemli ve acı gerçekleri dile getiren
basın açıklamasına irdelemekte biraz geciktik. Araya Reyhanlı faciası girdi..

Bu önemli ve tarihsel değerdeki basın açıklamasını mutlaka okumalısınız… (http://ahmetsaltik.net/kamu-ozel-ortakligi-hakkinda-ankara-tabip-odasindan-basin-aciklamasi/, 23.5.13)

Siyasal iktidarın sağlık politikaları, IMF – DB – AB – ABD güdümünde her şeyi tarumar etmeyi sürdürüyor ne yazık ki.. Bu kadrodan ve dış güdümlü politikalarından bir an önce kurtulmadıkça ulusal kaynakların peş keş çekilmesi bitmeyecek..

“Kamu – Özel ortaklığı” hakkında web sitemizde daha önce de yazılar yazdık.
Örn. “Sağlıkta Kamu-Özel Ortaklığı Yasası ve Getirip-Götürdükleri” (http://ahmetsaltik.net/saglikta-kamu-ozel-ortakligi-yasasi-ve-getirip-goturdukleri/, 24.3.13)

Şubat 2005′te Anayasa’nın 56. maddesi gerekçe gösterilerek SSK’nın 40 yılda işçilerin alın terleri ile oluşturduğu 500’ü aşkın sağlık kuruluşu Sağlık Bakanlığı’na devredildi. (Bazı Kamu Kurum ve Kuruluşlarına Ait Sağlık Birimlerinin Sağlık Bakanlığına Devredilmesine Dair Kanun, RG 19.01.2005,  sayı: 25705, yasa no : 5283).

Niyet bugünlerde artık iyice ortadadır :

  • Toptan yerli – yabancı yandaş sermayeye devir!

Benzetmek yerinde ise sermaye önce iç güveyi olarak alınacaktır
Kamu – Özel ortaklığı ile..

Sonra “damat bey” (Kamu!) her nasılsa erken ölecek, mirası da dul eşine kalacaktır..

Daha açığı ile, bir süre sonra Kamu, bu geçici – göstermelik ortaklıktan çekilecek ve
tüm kamusal sağlık kurumları, arsaları, binaları, donanımları ve de çalışanları ile

“İÇİNDEKİLERLE BİRLİKTE SATILIK KÖY” örneği “in toto” olarak (bütünüyle)

küresel sermaye ve göstermelik uzantılarına mitolojinin tanrılarına “altar” lardaki (sunak) gibi “holocost” (kurban) olarak sunulmuş olacaktır..

  • Halkın uyanması ve örgütlenerek bu kör talihine artık el koyması gerekiyor..

5510 sayılı Sosyal Güvenlik ve Genel Sağlık Sigortası Yasası 1 Ekim 2008′de yürürlük aldığında, özel sağlık sektöründe yurttaştan alınan sağlık hizmeti katkı payı % 30 – 70 arasında idi. E sınıfından A sınıfına hastanelerde artan oranlı olarak.. Kısa süre önce üst sınır Bakanlar Kurulu kararı ile %90 oldu (yasada %100). Şimdilerde ise yasanın
73. maddesinde değişiklikle üst sınır %200′e çıkarılıyor. Teklif TBMM’de..
Örn. bademcik ameliyatı SUT’ta 400 TL.. 800 TL de yurttaş cepten ödeyecek!

  • Açıkça “PARAN KADAR SAĞLIK”!

Sözde “Kamu – Özel Ortaklığı” ile yapılacak 5 yıldızlı hastane (!)  hizmet bedellerini SGK’nın karşılamayacağı, karşılayamayacağı ortadadır. O halde buralardan
kim yararlanacaktır?

Ortalama yurttaş bu fahiş bedelleri ödeyemeyeceğine göre, üst katmanlar yararlanacaktır.

Kira bedelleri Döner sermayeden ödenecektir. Çekirdek kamu hizmeti idarededir
ama vergi ile finansman dışlanarak “bölüşüm hakkı” zedelenmektedir.
“Kullanan öder” dayatması bir tuzaktır.

  • O halde sağlık sisteminin finansmanı vergi temelli olmaktan çıkarılmaktadır.
    Bu durum açıkça Anayasanın 73. maddesine aykırıdır.

Ayrıca devletin arazisine, Anayasaya aykırı olarak üst hakkı (sınırlı ayni hak tesisi) yetkisi verilmektedir. Oysa Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerde “üst hakkı” kullanılamaz (İdare Hukuku uzmanı  Prof. Dr. Onur Karahanoğulları).

9 Mart 2013’te Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6428 sayılı
Sağlık Bakanlığınca Kamu Özel İş Birliği Modeli ile Tesis Yaptırılması, Yenilenmesi ve Hizmet Alınması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun iptali istemiyle Cumhuriyet Halk Partisi Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu.

Öncesinde Türk Tabipleri Birliği TBMM’deki görüşmelere davet edilmiş,
Yasa Tasarısı’na ilişkin hazırlanan görüş Plan ve Bütçe Komisyonu’na iletilmiş ve
TTB Genel Sekreteri Dr. Bayazıt İlhan Komisyon görüşmelerinde bir sunum yapmıştı. (Tasarıya ilişkin TTB görüşü için http://www.ttb.org. tr/index.php/Haberler/kanuntasari-3556.html ). Ancak değişen hiçbir şey yok! Türk Tabipleri Birliği Hukuk Bürosu tarafından yasanının Anayasaya aykırılığına ilişkin hazırlanan rapor da CHP’ye iletildi.

Kamu kaynakları (Hazine arazileri), halkın vergisi, üst katmanlara 5 yıldızlı hizmet için kullanılmaktadır. Devlet, sermayeye ücretsiz özgülediği (tahsis ettiği) Hazine arazileri üzerinde yapılacak bu lüks binaların 30 yıllığına güvenceli kiracısı ve de
müşteri sağlayıcısı / garantörü olacaktır!?

Hani serbest piyasa idi? Risk alırdı, riskli girişkenliğinin bedeli idi kârı!?

Hani Adam Smith “Bırakınız yapsınlar / bırakınız geçsinler!”
(Laissez faire / Laissez passe) buyurmuştu Liberalizmin peygamberi olarak!

Devletin tanımı bu değildir!

JJ Rousseau’nun SOSYAL SÖZLEŞME’sindeki (Contrat de Social) “Devlet”
hatta 2500 yıllık Eflatun’un Devlet tanımının bile gerisine düşen bir vahşet ile
karşı karşıyayız.

İşte “Küreselleşme” dedikleri sefalet, gerçekte KüreselleşTİRme = Yeni Emperyalizm
tam da budur!

İngiltere’de bile bu süreç çok sıkıntılı (http://www.hm-treasury.gov.uk/d/ infrastructure_ new_ approach_to_public_private_partnerships_051212.pdf)

Bu denli sermaye yanlısı ve halk karşıtlığını Türkiye tarihinde hiçbir siyasal iktidarda görmedik..

Ankara Tabip Odası‘nın aşağıda tam metini verdiğimiz basın açıklamasını okuyunuz,
dehşetli soygunu rakamlarıyla göreceksiniz..

Türk Tabipleri Birliği’nin bu bağlamda açtığı imza kampanyasına destek vermek gerekiyor..

Ve de Anayasa Mahkemesi’nin SOSYAL DEVLETİ unutmaması.. (Md. 2 ve daha pek çok madde..)

Sevgi ve saygı ile.
23.5.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

============================================

ATO_logosu

 

 

Kamu – Özel Ortaklığı Hakkında Ankara Tabip Odasından Basın Açıklaması

Değerli Meslektaşımız,

Ankara Tabip Odası tarafından 11 Mayıs Cumartesi günü bir basın toplantısı gerçekleştirilerek, Kamu-Özel Ortaklığına ilişkin kamuoyuna yansıtılan rakamların gerçekliği tartışılmış ve sağlık alanında özelleştirme uygulamaları üzerine değerlendirmelerde bulunulmuştur.

Ankara Tabip Odası Başkanı Prof. Dr. Özden Şener’in de katıldığı ve
Genel Sekreter Dr. Selçuk Atalay tarafından okunan basın açıklamasının tam metni aşağıdadır.

Saygılarımızla.

Ankara Tabip Odası 

ANKARA TABİP ODASI BASIN AÇIKLAMASI

11 Mayıs 2013 : Kamuoyunu Yanıltmayın

9 Mayıs Perşembe günü bir gazetede, “Sağlıkta 700 milyon lira tasarruf” diye bir haber okuduk. Açıklamayı yapan, Sağlık Bakanı değil YDA İnşaat Yönetim Kurulu Başkanı.

Türkiye sağlık ortamı ile ilgili Sağlık Bakan’ının nezaretinde açıklamalar yapan YDA şirketi temsilcisi Hüseyin Arslan, “Arslan”lar ailesinin bir üyesi. AKP iktidarı boyunca çokça adından söz ettiren bu grup hakkında basın yayın organlarında haberler çıktı. Kendisini Mücahit Arslan olarak tanıtan, Başbakan’ın danışmanlığını yapan baba
İhsan Arslan’ın Başbakan Tayyip Erdoğan’ın yakın arkadaşı olduğu ve bu dönem boyunca pek çok devlet ihalesini aldığı yazıldı.

Son 10 yılda Türkiye sağlık alanını her geçen gün biraz daha özel sektöre devreden
ve yeni Sağlık Bakanı ile dümeni iyiden iyiye özele kıran iktidar, doğal olarak alanın sözcülüğünü de özel sektör yöneticilerine devretmiş oldu. Mevcut iktidar için oldukça normal olan bu duruma, önümüzdeki yıllarda giderek daha çok tanık olacağımızı anlıyoruz.

İnşaat sektöründen şirket yöneticisi, iktidarın yürüttüğü Kamu Özel Ortaklığı konusunda şöyle buyurmuşlar:

“Kamu özel ortaklığı sayesinde devasa yatırımlar yapılırken kamuya en ufak bir yük getirilmemektedir.”

Gazetede çıkan sdemecinde, “Ankara’nın, dünyanın en büyük sağlık kompleksine
sahip olacağını” da söyleyen özel sektör yöneticisi, kamu-özel ortaklığı sayesinde
yılda 800-900 milyon TL kar edileceğini de belirtmiş.

Yalnızca Bina 319 Milyon TL

Sözü geçen haberde, Etlik Sağlık Kampüsü’nün devreye girmesiyle kamunun giderinin yıllık 200-250 milyon TL düzeyine düşeceği, yani kamunun 700 milyon TL tasarruf etmiş olacağı söylenmektedir. Bu bilgi ne yazık ki gerçek dışıdır.
Sağlık Bakanı’nın nezaretinde kamuoyu yanıltılmaktadır. Zira Ankara-Etlik’te yapılacak olan tesisin yıllık kira bedelinin 319 milyon TL olduğu bilinmektedir. Bu fiyatın içinde kuru binadan başka hiçbir şey yoktur.

Öte yandan, bu hesaplar bile güvenilir olmaktan uzaktır. “Kamuya yük olmayacak” diye bu ülkenin sağlık ortamını 25 yıl ipotek altına alacak olan “dünyanın en büyük
sağlık kompleksi” girişiminin hesabının şaştığını daha yenilerde hep birlikte gördük.

Sağlık Bakanlığı Kamu Özel Ortaklığı Daire Başkanlığı tarafından yapılan
İstanbul-İkitelli Şehir Hastanesi ihalesinde, Sağlık Bakanlığı tarafından hazırlanan fizibilite raporu ile ihale komisyonu kararının onayladığı ihale tutarı arasında 468 milyon 322 bin 591 TL fark olduğu ortaya çıktı.

Devlet, özel sektöre fizibilite raporunun çok üzerinde ihale bedeli sunmuş!

Eğer doğruysa, yalnızca bu hesaba göre söz ettikleri 700 milyon tasarrufun çoğu gitmiş oldu.

Türkiye Sağlık Ortamı Ticari Bir Sırdır!

Bugüne dek yapılan ihaleler ile şirketlere ödenecek kira bedellerinin ne olduğu
resmi olarak açıklanmamıştır.

Kayseri 137 milyon, Ankara-Bilkent 289 milyon, Manisa 64 milyon, Konya-Karatay için 88 milyon TL yıllık kira belirlendiği basın yoluyla öğrenilmiştir.

Yozgat, Elazığ, İstanbul ve Mersin ihalelerindeki tutara ilişkin hiçbir bilgi bulunamamıştır.

Kira bedeli öğrenilebilen beş ihaledeki yıllık kiralar toplamı bugünün rakamlarıyla 898 milyon 770 bin TL’dir. Bu rakam, 25 yılda toplam 22 milyar 469 milyon 250 bin TL olacaktır. Toplam 45 projenin kira bedeli ve ihale karşılığının ise yüzlerce milyar TL tutacağı kestirilmektedir.

Bu Nasıl Bir Ortaklık?

Eski Sağlık Bakanı’nın memleketi Erzurum’da 2011’de 1.200 yataklı devlet hastanesinin yapılması işi 193 milyon 270 bin TL’ye ihale edildi. Aynı yıl
Kamu-Özel Ortaklığı yöntemi ile 1500 yataklı Kayseri Entegre Sağlık tesisi ihalesinde ise yalnızca bir yıllık kira bedeli 137 milyon 73 bin TL olarak belirlendi.
Yani Kayseri’de özel şirkete ödenecek bir buçuk yıllık kira ile
1200 yataklı bir hastanenin yaptırılmasının olanaklı olduğu görülmüş oldu.

Kamu özel ortaklığı diye söz edilen programın, kamu için çok kötü ama özel sektör için çok kârlı bir ortaklık olduğu açıktır. Bu işin sonunda ortaklardan kimin zararlı çıkacağı bellidir.

Kamuyu Kötüle, Özeli Süsle Püsle!

Kendisi de özel hastane patronluğundan gelen yeni Sağlık Bakanı’nın, Türkiye
sağlık ortamının özelleştirilme sürecini hızlandırmak niyetinde olduğu görülmektedir.
Bu amaçla kamu hizmetleri verimsiz, zarar eder gösterilerek, sermayeye peş keş çekmenin yolları oluşturulmaktadır.

Kamu Özel Ortaklığı modeli ile hastane yapımına başlanmadan evvel, Türkiye’nin
10 büyük hastanesinin finansal-mali analiz raporu hazırlanmıştır. Bunlardan birisi Numune Eğitim Araştırma Hastanesi’ninkidir. Hastanenin 2008 yılında gideri 141 milyon 604 bin TL’dir. Bu rakamın önemli bölümünü genel bütçeden gerçekleştirilen
personel giderleri oluşturmaktadır. Sözü geçen haberde, yılda yaklaşık 800-900 milyon TL dolayında olan hastane giderlerinden söz edilmektedir. Ne var ki, Numune dahil
7 hastanenin toplam giderleri hesaplandığında, rakamın kabaca 500 milyon TL dolayında olduğu görülmektedir.

Sağlık Hizmetini Binalar Vermiyor!

Bugün Etlik Entegre Tesisinin yapılacağı söylenen arazide kocaman bir hastane
boş duruyor. Bu binada artık sağlık hizmeti üretilmiyor.
Hastane personeli dört bir yana dağıtıldı. Birçoğu istifa etti, emekli oldu.

SSK tarafından 1997 yılında tamamlanan Etlik İhtisas Hastanesi, kurumun kendi arazisi üzerinde yapılmıştı. SSK’nın tüm malları Sağlık Bakanlığı’na “birleştiriyoruz işte,
ne güzel” diye aktarılırken (Şubat 2005), Etlik’teki bu çok değerli arazi de
Sağlık Bakanlığı’na alındı. Şimdi sermayeye 25 yıllığına verdikleri bu arazinin sahibi
bu ülkenin işçileridir. Sigortalı hastalara nefroloji, kardiyoloji, kalp-damar cerrahisi, hemodiyaliz gibi dallarda hizmet vermek için kurulan hastane, o tarihten kapatılana dek hem Ankara’ya hem de Ankara dışından gelen hastalara çok önemli hizmetler verdi. Daha 15 yıllık bir geçmişi olan Etlik İhtisas Hastanesi, yıkılmak üzere geniş arazisi ile birlikte 2012 Temmuz ayı sonunda Astaldi-Türkerler ortaklığına teslim edildi.

Etlik Kasalar ihalesi sonucunda Astaldi-Türkerler ortaklığının alacağı yıllık kira bedeli 319 milyon TL’dir. Kira bedeli her yıl TEFE/TÜFE oranında güncellenecek.
Toplamda devletin ödeme yapacağı tutar, bugünkü fiyatlardan 8 milyar TL olacak. Kampus içinde tüm inşaatlarla birlikte 2,4 milyar TL’lik yatırım yapılacak.
Bu paraya ek olarak Ankara’daki 11 hastane daha yok edilecek ve sözü geçen şirketlere devredilecek. Kira bedeli her yıl TEFE ya da TÜFE oranında güncellenecek.

Kira bedelleri güncellenirken katkı katılım paylarını da güncelliyorlar.
Maliye Bakanı Şimşek ne güzel demişti:

Güncelleme!

Bu ülkede vatandaştan alınanlar anında güncelleniyor ama vatandaşa verilenlerde güncelleme olmuyor.

Nereden Tasarruf Edeceksiniz?

Kamu Özel Ortaklığı ile 700 milyon TL tasarruf edileceği bilgisi gerçek dışıdır.
Bu ortaklıkla eğer Sağlık Bakanlığı 700 milyon TL tasarrufla harcamasını 200-250 milyon TL’ye indirecekse, nerelerden kesecektir? Personelden mi? İlaçtan mı?
Medikal aygtlardan mı? Tüketim gereçlerinden mi (sarf malzemelerinden mi)?
Taşeronun işçilerinden mi? Elektrik-su-gaz giderlerinden mi?

Kamuoyunu yanıltan tasarruf rakamlarında bu kalemlerden hiçbiri hesaba katılmamış, yalnızca inşaat firmasının alacağı kira bedeli düşünülmüştür. Özel sektörün,
hesabını “ben alacağıma bakarım” diye yapması doğaldır. Fakat Sayın Bakan da mı hesabı böyle yapmaktadır?

Biliyoruz ki, kapatılan ve taşınan hastanelerin bina kullanım hakları ihaleyi alan şirketlere veriliyor. Bu hastane binalarına ne olacak? AVM mi, otel mi, lüks konut mu, otopark mı, ne yapmayı planlıyorsunuz? Ankara’nın farklı yerlerinde halka yakın sağlık kurumlarını Ankara’nın bir ucuna taşıyorsunuz. Hastaların ulaşım giderlerini de
siz mi karşılayacaksınız?

Vatandaşın Cebinden Sermayeye…

Sağlık Bakanlığı’nın 2012 yılı bütçesinin 14 milyar TL, döner sermaye bütçesinin ise
16 milyar TL olduğu ve yalnızca beş hastane inşaatı için ödenecek kira miktarı değerlendirildiğinde, 45 kamu özel ortaklığı projesi için Sağlık Bakanlığı’nın bütçesi
ve döner sermaye gelirlerinin toplamının yıllık kirayı ödemeye yetmeyeceği anlaşılmaktadır.

Peki bu borçlar nasıl karşılanacak?

Adres ne yazık ki vatandaşın cebidir.

1999’da 4,9 milyar TL düzeyinde olan toplam sağlık giderleri, 2011’de yılında 76 milyar TL’ye yükseldi. Toplam sağlık giderinin Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYİH) içindeki payı 1999’da %4,8 iken, 2011’de bu oran % 5,9’a çıktı. Şimdi bu denli artmış olan
sağlık giderlerine Çalışma Bakanlığı ve Maliye’den “dur” denmektedir.
Devlet gider (harcama) sınırını aşmış, bundan sonra vatandaşın sağlık giderlerini
kendi karşılayacağı bir düzeni inşa etmektedir.

Geçtiğimiz ay Sağlık Uygulama Tebliği’nde (SUT) yapılan değişiklik ile normalde ücret ödenmemesi gereken hizmetler, “istisnai sağlık hizmeti” adı altında
12’den 29 kaleme çıktı. Otelcilik hizmeti zamlandı.

İktidar partisi, 8 Mayıs 2013 günü TBMM Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşmelerine başlanan “Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Yasasında Değişiklik Yapılmasına İlişkin Yasa Tasarısı” ile özel sağlık hizmeti sunucularında katılım paylarına % 200 zam yapıyor. Bu da yetmediği gibi; “Öğretim üyesinden sağlık hizmeti” adı altında sağlık alanını ücretlendirmeyi sürdürecekler. “Bıçak parası” diye yıllarca Türkiye gündemini meşgul edenlerin derdi, vatandaşın cebinden para çıkmaması değilmiş. Onların derdi, çıkan paranın nereye gittiği ile ilgiliymiş.
Eskiden çok sınırlı bir kesimin yararlandığı muayenehane sistemini,
aslında tüm vatandaşlar için zorunlu duruma getirdiler.

Anatomi Yetmez, Fonksiyon Gerek!
Yalnızca Para Konuşarak Sağlık Olmaz!

Mevcut iktidar, hayali olan kamu özel ortaklığı ile sağlıkta tüm sorunların çözüleceğini sanıyor! İnsan nasıl anatomisinden ibaret değilse, sağlık hizmeti de binalardan ibaret değildir. Türkiye sağlık ortamının sorununu hastane binalarına indirgemek eğer kötü niyetlilik değilse, bilgisizliktir.

– Bugün sağlık ortamında tıp eğitimi ve uzmanlık eğitiminin niteliği düşmüştür.
– Sağlık çalışanlarına yönelik şiddet giderek tırmanmaktadır.
– Sağlık çalışanlarının özlük hakları her geçen gün tırpanlanmaktadır.
– Katkı-katılım payları düzenli olarak zamlanmaktadır.
-Hastalar hastane hastane gezmekte, hekimlerle 3-4 dakika görüşmelerde dertlerine derman bulamamaktadır.
– Hastanelerde destek hizmetlerin hepsi, yetersiz sayıdaki, sağlık bilgisi olmayan,
asgari ücrete talim eden taşeron çalışanlara teslim edilmiştir.
– Bugün hem vatandaş hem sağlık çalışanı zorda, Türkiye Sağlık Sistemi Hastadır!

Mevcut iktidar ve Sağlık Bakanlığı, mesailerini özel sektörün çıkarlarını korumak yerine halkın sağlık hakkını korumaya, vatandaşların sağlık hizmeti için para harcamamasına, nitelikli bir sağlık hizmeti için sağlık çalışanlarının koşullarını iyileştirmeye harcamalıdır.

Ankara Tabip Odası Yönetim Kurulu

TÜRKİYE’nin GIDA GÜVENLİĞİ SORUNU ve TÜİK’in BIKTIRAN AYMAZLIĞI..


TÜRKİYE’nin GIDA GÜVENLİĞİ SORUNU ve TÜİK’in BIKTIRAN AYMAZLIĞI..

Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
www.ahmetsaltik.net (11.5.13) 

TÜİK, resmi web sitesinde yer verdiği bir grafikte, birçok gıda ürününde üretim miktarı olarak yüksek düzeyde “yeterlik” sağladığımızı göstermekte. Ama TÜİK çook şaibeli.. Artık güvenilmez bir kurum ne yazık ki. Büyük ölçüde politize. Bu konuda sitemizde sayısal kanıta dayalı yazılarımız var. (Bkz. TÜİK’in Tehlikeli Hataları.. Başbakan da Yanıltılıyor.. http://ahmetsaltik.net/tuikin-tehlikeli-hatalari-basbakan-da-yaniltiliyor/)

Buğday üretimi (yıllık rekolte) yıllardır 20 milyon tona kilitlenmiş durumda..

Nüfusumuz hızla artmakta.. Son 40 yılda 2’ye katlandı.  Başbakan R.T. Erdoğan,
“en iyimser yorumla” TÜK vb. kurum ve kişilerce yanıltılıyor ve aile başına 5-6 çocuk isteyebiliyor! Bu ülke için yıkım demektir. Sadaka toplum, oy deposu, biat kültürü, demokrasicilik ve İslam faşizmi demektir. Orta – uzun erimde senaryo bu mudur yoksa? Kalabalık ve niteliksiz toplum ne işe yarar?? Üstelik “TSK’yı sayıca küçültüp teknolojisini iyileştirme” politikası güdülürken!?

  • “Her aileye 1 çocuk” dışında ulusal seçeneğimiz yoktur! 

Tarımsal alanlarda benzer oranlı artış yok. Makineleşmede de.. Sulamada da..
Üstelik sulamada hatalar (tuzlanma, özellikle seralarda vahşi gübreleme,
tarlada vahşi irrigasyon, tohuma damlatmanın bize yabancılığı.. vb.) var..

Örn. mısırda ve pamukta yetersizliğimiz net ve net dışalımcıyız.. Soyada da..

Trakya’da pirinçte, yumurtada, piliç dokularında DİOKSİN denen toksik madde var ve tekstil sanayisinin arıtılmadan toprağa verilen sanayi atıklarının ürünü.. Üstelik, çok su kullanan bu sektör, Trakya’da hem dışsatım hem de bol yüzeysel su kullanmak için konumlanmıştı. 2. avantaj bitti.. Artık 400 m’den su çekilebiliyor. Bu ciddi maliyet artışı demektir..

Bir de dehşetli davranış : Çekilen yüzeysel sulardan boşalan lakünlara atık sıvılar depolanıyor!

Önceki Çevre – Orman Bakanı Osman Pepe bu ürkünç olayı açıkladı ve isyan etti..
Ülke elden çıkıyor demektir, ülke çölleşiyor. Cennet gibi bir ülke yaşanmaz duruma getiriliyor.”

Bu İHANETTİR.. dedi. (Osman Pepe, www.hurriyet.com.tr, 06.06.04) Veee. gitti..
(457 sayfalık kapsamlı rapor hazırlattı çevre sorunları için : “Türkiye Çevre Atlası, Çevre Bakanlığı, 2004www.cedgm.gov.tr/CED/Files/cevreatlas%C4%B1/atlas_metni.pdf)

Dolayısıyla tarımsal ürünlerin niceliğinin yanı sıra bir de nitelikleri sorunu var..

Örn. Türkiye’nin “tehlikeli atık” zararsızlaştırma sığası da (kapasitesi) çok yetersiz.
Her saat yaklaşık 23 ton çok zehirli atığı doğaya veriyoruz. Bu amaçla kurulu atıkyakar (insineratör) yeteneğimiz gereksinimin yalnızca %5’i dolayında. Bu yüzdendir ki,
örn. Gebze / Dilovası’nda bebeklerin ilk kakalarında (mekonyum) ve annelerin
ilk sütlerinde (kolostrum) ağır toksik metaller var!

Örnekler TÜBİTAK’ta incelendi ve bu bölgede kanser ölümleri, benzer koşullara sahip çevre halkının 3 katı! (Bu ilçede 1996’da, Refah Partili belediye başkanının
abdest bozuyor” gerekçesi ile suları klorlamaması yüzünden kolera salgını çıkmış ve ölümler olmuştu!)

Bu evsel – endüstriyel kökenli katı – sıvı – gaz atıklar besin zinciri ile insana dönüyor.

Bacaklara_sarili_et_parcalari

Çarpıcı bir veri : 1970’ler başında 1 cc (ml) menide (ejakülat) 100 -120 milyon
canlı sperm hücresi vardı. Şimdi ise 15 – 20 milyon “normal” kabul ediliyor,
sevinçle karşılanıyor. Dolayısıyla doğa geri tepiyor, intikamını alıyor; asıl olan SÜRDÜRÜLEBİLİR YAŞAM, “Sürdürülebilir kalkınma” değil! Bu gidişle yakınlarda hiçbir doğum denetim (kontrol) yöntemine gerek kalmayabilir!?

Gümrükten sorumlu, Sivas katliamının sanıklarının avukatı Hayati Yazıcı, Mersin’de
“her nasılsa” yakalanan 23 bin ton GDO’lu pirinç için, “GDO’lu pirinç yok!”
ya da “Pirinçte GDO yok!” diyebildi hiç sıkılmadan..

İTÜ de hiç utanmadan, çözümleme (analiz) sonuçlarını değiştirdi.. Önce pirinçler GDO’lu, sonra Tarım Bakanı hazret (=sayın!) Mehdi Eker’den zılgıtı yiyince,
şecaat arzedercesine (“merdi kıpti” diyorlar galiba özne için..), utanmadan,
“yanlış sonuç” verdik.. diyebildi.

Neden bu pirinç örnekleri DSÖ ve FAO tarafından yetkilendirilmiş (akredite) uluslararası laboratuvarlarda incelenmez??

Batı’da olsa hükümet düşürecek olay.. Fiyasko, skandal nitelemeleri çook hafif kalıyor..

  • Halkın sağlığı ile oynamak : İnsanlık suçudur! 

Salamdan_cikan_butun_fare_Romanya'dan_disalim

Salam’dan çıkan fare! 
www.yasam.tr.msn.comRomanya, 20.03.09

  • Gıda gümrükleri, halk(ın) sağlığı bakımından kritik önemdedir!

Yeterli – dengeli beslenme olmazsa, toplum giderek geri zekalı olur!
Bunun ayrımına da varamaz!

Kurban Bayramlarında” (!?) hala “kurban”ı salt hayvan boğazlamak olarak algılıyor  ve borçlanarak dışalım ile sözde kurban bayramları yapmayı, Tanrı’ya rüşvet vermeyi sürdürüyoruz! (Bkz. “Kurban” gerçekte nedir? Hayvan kesmek dince zorunlu mu?? http://ahmetsaltik.net/kurban-gercekte-nedir-hayvan-kesmek-dince-zorunlu-mu/)

Dengeli – yeterli beslendiğimiz ve soru soran – eleştirel akla dayalı eğitim aldığımız için zekamız da yerinde! [1]

Gıda üretiminde miktar ölçüsünde nitelik de önemli. 

Web sitemizdeki (www.ahmetsaltik.net) aşağıdaki 2 dosyaya bakılmasını öneririz..

Türkiye’de Gıda Güvenliği ve Denetimi ?? (word dosyası)
(http://ahmetsaltik.net/turkiyede-gida-guvenligi-ve-denetimi/

Ve “GIDA GÜVENLİĞİ ve SANİTASYONU(power point)
http://ahmetsaltik.net/gida-guvenligi-ve-sanitasyonu-2/

Bu amaçla;

–        Büyük Atatürk’ün yaptığı gibi ÖRNEK TARIM – HAYVAN ÇİFTLİKLERİ KURMAK, (Üstelik, Ankara Atatürk Orman Çiftliği gibi, herkesin gözden çıkardığı bataklıklarda!)

–        YERLİ ÜRETİME DÖNMEK ve TARIM – HAYVANCILIK SEKTÖRÜNÜ ÖNCELİKLİ – KRİTİK SEKTÖR SAYMAK GEREKİR.

–        ULUSAL TARIM – HAYVANCILIK – BESLENME POLİTİKLARININ
ÜLKENİN BAĞIMSIZLIĞI İÇİN VAZGEÇİLMEZ OLDUĞUNU UNUTMAMAK GEREKİR!

*********

  • Ülkemiz çooook kötü yönetiliyor..
  • Örn. Türkiye’nin neden “özerk” bir ULUSAL GIDA – İLAÇ KURUMU yok???

Tüketicinin evde gıda güvenliği için uyulması gereken hijyen kuralları hakkında bilinçlenmesi dışında; nitelikli ve güvenilir gıda üretimi için besin zinciri üzerinde oluşturacağı baskı, öbür önemli işlevidir.

Dünya Bankası’nca yayınlanan “Ülke Ekonomik Memorandumu” Raporu’ndan :

  • “Türkiye’de sağlıkta güvenli olmayan gıdayla bağlantılı ortaya çıkan tehlikeler, yüksek ekonomik maliyete yol açmaktadır. Bu maliyet artışı, ulusal ve uluslararası
    gıda piyasalarında gıda ürünlerinin sınırlı rekabetine bağlı gelirin azalması, hastalık ve ölümler, sağlık harcamalarının hızla büyümesi kökenlidir.
    Gıda güvenliğindeki bu olumsuz durumun temelde, gıda zincirindeki hijyen uygulamaları kadar, evlerdeki koşullara da bağlı olduğu kesindir. Gıda güvenliğinin önemi konusunda ayrımındalık (farkındalık) oluşturulması, eğitim ve besin zincirinde bozulmaya karşı önlemler, gıda güvenliğinin artırılmasında en önemli ögelerdir.”
  • Türkiye gıda güvenliğinde sonuncu!
    (Cumhuriyet Tarım ve Hayvancılık Eki, 14.10.2008 Yusuf BAŞTUĞ)
  • Örn. Türkiye’nin neden FDA benzeri “özerk” bir ULUSAL GIDA – İLAÇ KURUMU yok???

10,5 yıldır yüzlerce yasa yapıldı, değiştirildi.. AB aşkına (!) 2 tane ULUSAL PROGRAM (!?) yürürlüğe sokuldu (2. ve 3. Programlar). 10 dolayında “UYUM PAKETİ”
(üstelik yapısal uyum – structural adjustment) yapıldı.. Siyasal tercih
özerk kurumlaşmalar yönünde kullanılmadı. Merkezi otorite güçlendirildi.
Üniversiteler, TÜBA ve TÜBİTAK’ın sınırlı özerkliği hemen hemen yok edildi.

  • Oysa demokrasi, özerk kurumların kolonları üzerinde yükselir.. 

Hiç unutulmasın :

  • Türkiye Dünyada bal üretiminde Çin, Arjantin, Meksika’dan sonra 4.! 
  • Anadolu coğrafyası, Dünya arı ırkının 1/5’ine, ballı bitkilerin 3/4’üne sahip!!

********************

Ne yapmalı                 ???

Hiç kimse günlük çözümler peşinde koşmasın. Öncelikle söyleyelim: Vurgunculuğu yaratan düzenin adı, emperyalizmin denetimli liberal düzeni ya da kapitalizmdir.

Ç ö z ü m  v a r :

  • Tarımda uygulanan yeni-liberal (neo-liberal) politikalardan vazgeçilmeli.
  • Endüstriyel tarım yerine, küçük ve orta ölçekli köylü tarımı öne çıkarılmalı.
  • Tohum, damızlık, kimyasal gübre ve ilaç gibi tarımsal girdileri üreten
    tarım şirketleri ile tekelci gıda şirketlerinin, çiftçiler üzerindeki baskılarına
    son verecek düzenlemeler yapılmalı.
  • Özelleştirilen ve kimileri de kapatılan Tarımsal KİT’ler yeniden açılmalı.
  • Gıda üreten, dağıtan ve satan işletmeler denetimli olmalı.
  • Yerel üret ve tüket ilkesi öne çıkarılmalı.
  • Gıda üretici kooperatiflerinin kentlerde pazarlama birimleri kurmaları
    teşvik edilmeli.
  • Kesinlikle ve kesinlikle tarım ürünleri dışalımına (ithalatına) son verilmeli.

(Prof. Dr. Mustafa Kaymakçı, Ege Üniv. Ziraat Fak. 12.4.12. www.odatv.com )

  • Türkiye, “hal mafyası” sorununa artık bir çözüm getirmelidir!

Bu yanlış, aymazlık ve sapkınlık hatta ihanet kokan politikaların hesabı elbet,
er ya da geç önünde (eninde değil!) ya da sonunda sorulur..

Sevgi ve saygı ile. 11.5.13

Bu dosya pdf olarak da okunabilir ..

TURKIYE’nin_GIDA_GUVENLIGI_SORUNU_ve_TUIK’in_Biktiran_Aymazligi


[1] Rahmetli Aziz Nesin, “Bu milletin %60’ı zeka fukarası..” demiş ve yaygın saldırı almıştı. Bunun üzerine, “Daha da fazlaymış, % 80’miş..” demek zorunda kalmıştı..

AKP’nin ve Sermayenin Dikensiz Gül Bahçesi Hayalini Bozmaya Devam Edeceğiz!

AKP’nin ve Sermayenin Dikensiz Gül Bahçesi Hayalini
Bozmaya Devam Edeceğiz!

İSTANBUL’da SIKIYÖNETİM UYGULAMAKLA YETİNMEYEN HÜKÜMET İŞÇİLERE, EMEKÇİLERE, HALKA, 1 MAYIS’A SALDIRMAYA DEVAM EDİYOR!..

BU SALDIRILARIN ARKASINDA AKP’NİN İŞÇİ/EMEKÇİ DÜŞMANI TAVRI BULUNMAKTADIR!..

  • İstanbul’u açık hava hapishanesine çevirmek pahasına binlerce polisi işçilere, emekçilere saldırı için seferber eden AKP hükümeti ve onun valisi 1 Mayıs’ı yasaklayamayacağını bir kez daha gördü.
    Emekçiler tüm İstanbul’u 1 Mayıs alanına çevirdi.
  • Hükümetin ve Vali’nin tavrı da ‘ideolojik’tir. Sermayenin ideolojisi ve çıkarlarına hizmet edenlerin işçi düşmanlığı bugün üzerimize yağdırılan gaz bombaları, basınçlı sular ve polis copu ile bir kez daha
    ayyuka çıkmıştır.

1 Mayıs’ı Taksim’de kutlatmamak, AKP politikalarına karşı yükselen muhalefeti sindirmek için birkaç haftadır Vali’den Başbakan’a dek devletin en yetkili ağızlarınca tırmandırılan gerilim, dün yoğun devlet şiddeti eşliğinde sürdü ve saatlerce Taksim’e açılan bütün semt, mahalle ve sokaklarda artarak sürdü.

Panzerleri, toma araçları, onbinlerce polisiyle Taksim’den Beşiktaş’a, Mecidiyeköy’den Şişli’ye kadar 1 Mayıs’ı abluka altına alan AKP hükümetinin basınçlı su, jop ve gaz bombalarıyla polisi halkın üzerine saldırtmasının bir tek açıklaması vardır: FAŞİZM!..

İşçilerin, emekçilerin umudu olan sendikalara karşı bu tahammülsüzlük nedensiz değildir. Meclis’te yasalarla emeğe saldırı programını yaşama geçirmek,
taşeron çalıştırmayı yaygınlaştırmak, kıdem tazminatı hakkımızı yok etmek isteyenlerin Tertip Komitesi’ni oluşturan örgütlerimizin çağrısı ile biraraya gelen emek
ve meslek örgütlerinin 1 Mayıs mitingini (2013) yasaklaması karakterleri gereğidir. Çünkü 1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanması kararının arkasında duran irade,
işçi düşmanlarına geçit vermemek için sokakta, işyerlerinde, fabrikalarda, yaşamın
her alanında direniş göstermiştir. Bu dirençli tavrı 1 Mayıs yasağıyla kırabileceklerini düşünenler sanırız bir kez daha düş kırıklığına (sükutu hayale) uğramış, Şişli, Beşiktaş başta olmak üzere İstanbul’un dört bir yanında yasaklara direnen emekçilerin ve emek dostlarının ne antidemokratik yasalara ne de yasaklara boyun eğmeyeceğini görmüşlerdir.

1 Mayıs’a ve örgütlerimize karşı gösterilen bu tavır hükümetin tepeden tırnağa sermayenin ideolojisi ile donandığını, işçi düşmanı ve dahası demokrasi düşmanı olduğunu gözler önüne sermiştir.

Dün yaptıkları açıklamalarla da bunu açıkca ifade etmişler, Taksim ve Kadıköy meydanlarının artık gösterilere kapatıldığını söyleyerek, kent merkezlerinin emekçilere kapatılıp sermayeye ve ranta açıldığını itiraf etmişlerdir.

Dünyada onlarca ülkede milyonlarca insanın coşkuyla kutladığı bir günü kâbusa çevirmenin, 40 bin polisle kenti işgal etmenin, halkı sokak savaşlarına zorlamanın, emekçilere barikatlar kurarak yüzlerce insanı yaralayıp yüzlercesine işkence uygulayarak gözaltına almanın, yasaları, yasal haklarımızı, alınmış uluslararası mahkeme kararlarını tanımayarak keyfince yasaklar koymanın, “Benim dediğim olur” diyerek kentin sokaklarında saatlerce terör estirmenin, DİSK Genel Merkez binasını abluka altına alarak sürekli saldırmanın ardındaki gerçek açıktır: İktidar işçi düşmanıdır, emekçiler karşısında sermayenin safındadır. Sermayeye hizmet uğrunda binlerce emekçi karşısında  faşizan yöntemlere başvurmakta sakınca görmemektedir.

Sahip oldukları gücü halka karşı terör ve şiddete dönüştürenler bu yaptıkları, emekçilere ve halka yönelik bu saldırgan yasakçı tavırlarının yanlarına kalacağını düşünüyorlarsa büyük bir yanılgı içindedirler!..

Geçmiş yıllarda yaptıklarının hesabını nasıl sormuşsak, uluslararası mahkemelerde nasıl hesap vermişlerse, bu yaptıklarının hesabını da vereceklerdir..

Bu saldırılar karşısında direnenlerin, günler öncesinden başlayan tehditlere kulak asmayıp dün 1 Mayıs meydanlarına çıkanların gösterdiği gerçek de açıktır: Türkiye işçi sınıfının iradesini teslim alamadınız, alamayacaksınız.

Antidemokratik yasalarınızdan ve yasaklarınızdan aldığınız güçle kurduğunuz işçi/emekçi düşmanı iktidarınız dünyanın en güzel değerlerini yaratan biz emekçilerin elleri ile yıkılacak, bu ülkede eşitlik, özgürlük, adalet ve barış rüzgarı esecektir…

DİSK GENEL MERKEZİ’NE ULAŞAN YARALI DURUMUNA DAİR BİLGİ ŞÖYLEDİR:

Taksim İlkyardım Hastanesi’ne polis saldırısı sonucu yaralanan 10 kişi başvurdu. Yaralılar arasında 17 yaşında bir genç kadının başına isabet eden gaz bombası nedeniyle durumunun ağır olduğu ve ameliyata alındığı belirtiliyor.

Hekimlerin verdiği bilgiye göre genç kadının kafatasında kırıklar bulunuyor

Şişli Etfal Hastanesi’ne polis saldırısı sonucu 100’den fazla başvuru yapıldığı belirtiliyor. DİSK Genel Merkezi’ne ulaşan bilgilere göre bu hastaneye başvuranlarından 23’üne genel adli muayene raporu verildiği bu raporlarla polis hakkında suç duyurusunda bulunmaya hazırlanıldığı belirtiliyor.

Şişli Etfal’deki yaralılar arasında bir kişinin durumunun ağır olduğu,
kafasına isabet eden gaz bombası nedeniyle ameliyata alındığı belirtiliyor.

Haseki Hastanesi’ne başvuran bir erkeğin durumunun kritik olduğu,
kafasına isabet eden gaz bombası nedeniyle ameliyata alındığı belirtiliyor.

Okmeydanı Hastanesi’nde 10’a yakın yaralının geldiği, Türkiye Hastanesi’nde ise birinin ağır 2 yaralının bulunduğu belirtiliyor.

Polisin gün boyu süren saldırılar sırasında Şişli Etfal Hastanesi’nin içine girerek burada gaz bombası ve tazyikli su kullandığı, hastanede görevli hekimler ve sağlık emekçilerinin de polis saldırısından etkilendiği belirtiliyor.

GÖZALTI SAYISI İSE ŞÖYLE:

60 KİŞİ: Güvenlik Şubesinde

4 KİŞİ: Terörle Mücadeli Şubesinde

8 KİŞİ ise Çocuk Şubesinde

(02 Mayıs 2013, http://www.ttb.org.tr/index.php/Haberler/1mayis-3786.html