Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

Gönül Pınar ATACI şiiri : LOZAN ANDLAŞMASI

Gönül Pınar ATACI’dan şiir…

LOZAN ANTLAŞMASI


Lozan Andlaşması, Türkiye’nin tüm kutsallarının en ulu kutsalı,

Lozan Andlaşması, bütün yurdun ve ulusun en olmazsa olmazı.
Lozan, bizim hepimizin ulu canı ve ciğeri.
Lozan, tüm ülke ve ulusun kanı ve yüreği.

Lozan’ı delmek, bu ulusa yapılabilecek en menfur ve kalleş bir melanet.
Lozan’ı deldirmek, tüm yurtta tarihte bugüne dek hiç görülmemiş ihanet.
Lozan’a dil uzatmak, Atatürk’e ve İnönü’ye yapılacak alçak bir hakaret.
Lozan’dan vazgeçmek, bütün yurda ve ulusa yönelmiş ağır bir cinayet,

Lozan’a içerde ve dışarda çok açık ve süper gizli bir sürü düşman var.
Ve o zamanlardan bugüne dek Lozan karşıtı karanlık planlar yaparlar.
Bunlar tüm o eski ve yeni haçlılar, Sevr artıkları ve beşinci kolculardır,
Onlar ve bunlar, o Muaviye’ci gericiler, yobazlar ve bölücü yolculardır.

Lozan’ın değeri yüzbinlerce şehidimizin can çarpanıyla hesaplanır .
Lozan’ın ederi on binlerce gazimizin ulu kanı eklenerek faturalanır.
Lozan’ı satmaya cüret edebilecek bir hain çıkmadı, çıkmaz, çıkmayacak.
Lozan’ı satın almaya gücü yetecek bir kişi doğmadı, doğmaz, doğmayacak.

Lozan, tüm ulusun en dokunulmaz arı namusudur.
Lozan, yüce Atatürk’ce çıkarılmış vatan tapusudur.
Lozan, asla ve kat’a satılamaz, yırtılamaz, delinemez ve deldirilemez.
Lozan’ı satın almaya ve yok saymaya hiçbir güç yetmez ve yetemez.

Lozan, kutsal ve en ulusaldır
Lozan, en ulu ve toplumsaldır.
Lozan’a uzanan eller eski ve yeni BOP’cudur.
Lozan’ı karalayan kişiler iç ve dış KOL’cudur.

Yandaşlık zor zenaat

Zafer Arapkirli
Zafer Arapkirli
24 Aralık 2021, Cumhuriyet

 

Söyleyince, alınıyor ve bozuluyorlar. Hatta geçmişte bir tanesi bu sıfatı yani yandaş diye hitap edilmesini “hakaret” olarak da algılamış ve bana “solcu-sosyalist” diyerek aklınca “mukabil hakaret”te bulunmuştu. Gülmekten kramp girecekti az kalsın. Bir sosyaliste “sosyalist” diyerek hakaret ettiğini sanıyordu…

İktidar partisine kayıtsız şartsız angaje bu “tekhücreli” kafalara bunu bir türlü sokamadık. “Belli bir görüş ve inanca sahip olmak” ve bu görüş ve inanış üzerinden iktidar ya da muhalefetteki siyasetçilerle aranızda “doğal-kendiliğinden” bir paralellik bulunması başka bir şeydir. Buna yandaşlık demiyoruz biz.

Solcusundur, sağcısındır, İslamcısındır, devrimcisindir, faşistsindir, komünist ya da ırkçısındır. Kastımız bu değil.

Bunları “yandaş” diye adlandırmamızın nedeni, “Bir siyasi parti ve liderine ölümüne biat etmek, körü körüne bağlılıkla aklını, beynini, yüreğini, kişiliğini, benliğini, onurunu gönüllü olarak satışa çıkarmak” hastalığından malul olmalarıdır. Bunu anlamak istemiyorlar. Çünkü işlerine gelmiyor. Ve evet, “hakaret” olduğunu da zımnen kabullenip bunu da hak ediyorlar.

Son “döviz operasyonu”nu örnek vereyim, mesela…

Yılın başında 7.5 TL civarında olan ABD Doları’nı, 20 Aralık günü 18 TL’nin üzerine çıkarmış olmayı da aynı gün 12 TL’ye indirmiş olmayı da aynı coşku ve vecd içinde alkışlayabilmek için insanın bir “robot” olması gerekir. Günümüz teknolojisinin ulaştığı seviyede, bildiğim kadarı ile robotların bile bir tür zekâsı (yapay zekâ – artificial intelligence diyorlar) var diye biliyorum.

Bizim memleketin yandaşında bu bile yok. Kayıtsız şartsız biat, kayıtsız şartsız alkış ve destek, sıfır sorgulama, sıfır temkin ve sağduyu.

Bu kadarla da kalsa iyi. Yani sadece alkış ve destekle yetinseler yine de anlamaya çalışırdım. Bunu bir adım daha öteye taşıyıp saldırganlığa tevessül edip sanki asıl “acınacak” durumda olan kendileri değilmiş gibi, bizleri “aşağılamaya” bile vardırıyorlar işi.

İktidarı desteklemeyen gazetecilerin, herhangi bir yayının herhangi bir anında çekilmiş asık suratlı halinin ekran görüntüsünü dondurarak “Bozum oldular… Şiştiler… Morardılar… Bilmem ne gibi kalıverdiler” mealinde şaklabanlıklarla kendilerince eğlence yapıyorlar.

Bazısı, iyice kayışı kopardığı için “Bizans Tekfuru bile yenemedi bizim başkanı. Hepinizi alt edeceğiz…” türü psikopotlıklara dalmış durumda. Bir tanesi, iyice “klinik” vaka durumunda “Ah be… Bizim başkan aslında ABD’ye başkan olmalıydı” hokkabazlığını bile kendine yakıştırabiliyor.

Roman havası mı istersin, çiftetelli mi? Halay mı, horon mu? Her tür oynak müzik duyulabiliyor yandaş, yalaka, yağcı mahfillerden.

“Allah acil şifa versin” diyeceğim de… Diyemiyorum.

Çünkü, tıp literatüründe de halk dilinde de bu namuhteremlerin durumu tam da “Doktor ne yerse yesin dedi” evresi olarak tanımlanıyor.

Ama memleketin bu komik azınlık dışında kalan kesimi için gülecek bir şey yok ortalıkta.

Ne yaparlarsa yapsınlar, hâlâ en azından 1’e 11 – 1’e 13 seviyelerinde seyreden bir Dolar kuru ve buna bağlı olarak ekonomide ciddi bir yangın manzarası var.

Onların ve efendilerinin (sahiplerinin, besleyicilerinin) saraylarından, konaklarından, köşklerinden görülmeyen, hissedilmeyen, daha doğrusu hissedilmek istenmeyen bir yangın bu.

ÇAĞIMIZDA SİYASAL AÇIDAN MUTLAKİYETÇİ, OTORİTER VE TOTALİTER REJİMLER ÜZERINE KISA SOSYOLOJİK NOTLAR

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Mutlakiyetçilik ya da Mutlakiyet Rejimi Nedir?

Mutlakiyetcilik, rakipsiz, tartışmasız ve sınırsız güç kullanan mutlak monarşilerin yönetme biçimine verilen addır. Bu tür yönetimlerde egemenlik hakkı ve iktidar gücü salt kral, padişah, sultan, han… vb. monarklara (AS: Tek adam, ek güç) aiittir. Monarkın siyasal açıdan yetkileri sınırsız; buyrukları ya da fermanları kesindir. Örneğin Klasik dönemdeki Osmanlı yönetimi tam bir mutlakiyetçilik gösterir. Monark isterse kardeşini, oğlunu… bile öldürebilir.

Mutlakiyetçi siyasi yönetimlerin temelinde, o yönetim altında yaşayan her türlü etnik, azınlık, dinsel ve feodal kümelerin siyasetten dışlanması söz konudur. Sultan ya da kralın egemenliğindeki halkların tümüne siyaset yasağı vardır. Yani mutlakiyetçi rejimlerde halk siyasetten tümden dışlanır(1). Bu tür rejimlerde siyasetle uğraşmak isyandır. Monarka yani kral ya da sultana karşı gelmek olarak algılanır. Cezası da idamdır.

Geleneksel ve tarihsel olarak, mutlakiyetçi yönetim gücünün temelinde “İLAHİ ADALET ÖĞRETİSİ” vardır. Bu doktrin (öğreti) çoğu zaman monarkın güdümündeki ruhban – ulema sınıflarınca halka, Tanrı otoritesinin (yetkesinin) dünyadaki ete kemiğe bürünmüş biçimi olarak yansıtılır. Monarka karşı gelmek, Tanrıya ve kutsal kitaplara karşı gelmek gibi algılanır ya da halka öyle öğretimiştir. Ancak kutsal metinlerde, monarklar için böyle bir hakkın olup olmadığı öğretide (doktrinde) tartışmalıdır. Ama tarihsel ve ideolojik olarak halk buna inandırılmıştır.

Otorite ve Otoriter Rejimler

Otorite (yetke) genel olarak özünde 3 ana kaynaktan beslenir :

1- Tarihsel alışkanļıklar, töreler, feodal (derebeyi, ağa, şeyh…) geleneklerden kaynaklanan otorite.
2- Karizmatik kişiliği güçlendıren siyasal, askeri ve kültürel (ekinsel) başarılardan beslenen otorite.
3- Meşruluğunu, makamını ve yetkilerini anayasal hukuk düzeninden alan ve hukuk düzeni dışına taşmayan otorite.

Kimi toplumlarda bu 3 otorite kaynağı iç içe geçebilir. Ancak tarih göstermiştir ki; toplumsal güvenlik, adalet, huzur sağlama gereksiniminin sınırını aşan otorite daima tiranlığa tırmanma eğilimine girer.

En geniş anlamı ile otorite bir güç kullanma biçimidir. Bir kişinin, öbür kişilerin ya da halk kitlelerinin davranışlarını meşru olarak kendi istediği yönde etkileme ve yõnlendirme biçimi olarak da tanımlanabilir. Ancak bu etkileme ve yönlendirmelerin mutlaka meşru yolla olması gerekir. Meşruluğun kaynağı da halk iradesi yani dürüst ve meşru seçimlerle iktidar olma ve kurulu anayasal düzen sınırları içinde kalmakla olanaklı olur.

Eğer yetke (otorite) kullananın halkı etkileme ve yönlendirme biçimi basķı, korkutma, tehdit, şiddet… vb. ahlak ve hukuk dışı biçimler almaya başlarsa, otorite kaynağı meşruluğuğunu yitirmiş olacaktır.

Otoriter (yetkeci) rejimlerin mutlak monarşilerden çok önemli bir farkı vardır. O fark da siyasete bakış açıları ile ilgilidir. Mutlakiyetçi rejimler halka siyaseti yasakladıkları halde, otoriter rejimler kitleleri peşlerinden sürükleyebilmek için siyaseti halk ve devlet yaşamının her alanına ve her katmanına yaymak isterler. İnanç, din, mezhep, sağlık, aile, üreme, ırk, etnik farklılıklar, ideoloji, kültür, eğitim, ordu, güvenlik, çalışma, bürokrasi, hukuk, yargı… siyaset içinde değerlendirilir. Her konuda tektipleştirme esastır. Tek ırk, tek din, tek mezhep, tek ideoloji… vb.

Otoriter rejimlerde, siyaset alanı genişledikçe, toplumun her katmanını denetleyebilmek için otoriterleşme dozu da artar. Güvenlik güçlerine ve yargıya daha çok görev düşmeye başlar. Bu nedenle Yasama, Yürütme ve Yargı erklerinin ayrılığı ve özerkliği otoriter rejimlerin özüne ters düşer. Öyleyse yasama ve yargı gücünün de Yürütmenin denetimine geçmesi istenir. Böylece otoriter rejim giderek totaliter bir yapıya bürünmeye başlar.

Peki Totalitarizmin Belirtileri Nelerdir?

Siyasal iktidarların toplumu topyekun (AS: bütünüyle) denetleyebilmek, aykırı sesleri, karşı fikirleri ve muhalefeti susturabilmek ve istenilen kıvama getirebilmek için tarihsel (A. Hitler, B. Mussolini, J. Stalin…) olarak şu 3 seçeneği kullandıkları görülmüştür(2). Bu 3 araç genellikle birlikte yani eş anlı olarak uygulanmaktadır.

1- Muhalifleri ve aykırı sesleri devletin yargı güvencesinden yoksun bırakmak. Güvenlik ve yargı güçlerini bir siyasal silah olarak kullanmak. Böylece muhalefet üzerindeki baskı ve korku kültürünü yaygınlaştırmak.

2- Muhalefet liderlerini, aykırı görüş belirten aydınları, otoriter ya da totaliterliğe karşı olan sivil toplum kuruluşlarının… yöneticilerini toplum gözünde değersizleştirmek. Onları, din, vatan ve bayrak düşmanı, anarşist, terörist, düşmanla işbirlikçi, bölücü, hatta yabancı ülke ajanları olarak suçlamak ve toplumu buna inandırmaya çalışmak. Çünkü toplumun gözünde hain ve kötü olarak yaftalanırlarsa, her türlü idari (yönetsel) ve adli cezaları da çoktan hak etmiş olurlar… çevrelerinde destekçileri kalmaz.

3- İnsanların özgür birey olma özelliklerini yok etmek. Her bireyi birer kişilik öznesi olmaktan soyutlayıp otoritenin sadık nesnelerine dönüştürmek. Özgü iradeyi (istenci) yok etmek. Bireysel düşünme ve karar vermeyi ortadan kaldırmak, yani halkı SÜRÜLEŞTİRMEK.

Son söz                                               :

  • Yaşasın hukukun üstünlüğü, yaşasın adalet!
  • Yaşasın gerçek ve çoğulcu demokrasi!
  • Yaşasın güçler ayrılığı, yaşasın yargı bağımsızlığı ve yargıç güvencesi!
  • Yaşasın yurttaşların eşitliğini ve özgürlüğünü güvenceye alan çağdaş ve laik hukuk devleti.
  • Yaşasın özgür aklın ve çağdaş bilimin yolu.
  • Yaşasın Mustafa Kemal Atatürk!

Başlıca kaynaklar
1. Andrew Heywood, Siyaset Teorisine Giriş, Çev. Hızır Murat Köse, Küre Yayınları, 2. Bas. Istanbul, 2012, ss. 158-200.
2. Catherine Mills, Biyoiktidar, Çev. Mert Karbay, Notabene Yayınları, İstanbul 2021, ss 97-98.

Mandacı zihniyet ve kapitülasyon hastaneleri

Op. Dr. Fikret Şahin’den Şehir Hastaneleri İle İlgili Önemli TespitlerOP. DR. FİKRET ŞAHİN
CHP BALIKESİR MİLLETVEKİLİ
ESKİ BALIKESİR TABİP ODASI BAŞKANI

Cumhuriyet, 25 Aralık 2021
(AS: Bizim kısa katkımız yazının altındadır.)

 

AKP iktidarının 2003 yılında uygulamaya başladığı Dünya Bankası destekli “Sağlıkta Dönüşüm” programıyla tanıştığımız şirket-şehir hastaneleri hakkında Sayıştay raporlarının son 3 yıldaki ortak tespiti, şehir hastanelerinin muhasebe işlemlerinin mevzuata uygun olmadığı ve devamlı surette (AS: sürekli biçime) kamunun zarar ettiğidir.

Ticari sır gerekçesiyle milletvekillerinden dahi saklanan şirket-şehir hastaneleri sözleşmelerinde kamunun menfaatini savunan bir irade ve mekanizma yoktur.

Küresel sömürü sisteminin bir manivelası olan şirket-şehir hastaneleri esasen (AS: gerçekte) kamudan özel şirketlere para aktarmanın bir paravanıdır ve Cumhuriyet tarihinin en uzun süreli soygun sistemidir.

Kamunun menfaatini (AS: çıkarını) savunan bir taraf olmadığı için şirket-şehir hastanelerini kamu özel işbirliği (KÖİ) projeleri olarak adlandırmak yanlıştır, doğrusu bu hastanelerin AKP-yandaş işbirliği (AYİ) projeleri olduğudur.

Şirket-şehir hastaneleri kamuoyu gündemine sıklıkla yüksek maliyetleri ve yolsuzluklarla gelmesinin yanında daha önemli olan husus, bu hastaneler sisteminin Türkiye’nin egemenlik haklarını ihlal etmesidir.

KAMU ÇIKARLARININ ÖNÜNE GEÇTİ

Şirket-şehir hastaneleri Türkiye’nin egemenlik haklarını nasıl ihlal etmektedir?

  • Şirket-şehir hastanelerinin yapımı için 2013 yılında AKP tarafından 6428 sayılı özel bir yasa kabul edildi ve şirketlerin menfaat talepleri üzerine bu kanunda en az 10 kez değişiklik yapıldı.
  • Bu yasada 2015 yılında yapılan değişiklikle şirket-şehir hastaneleriyle ilgili davalarda Türk mahkemelerinin yetkisi alındı, Londra mahkemeleri (AS: Tahkim – Hakem Kurulları) yetkilendirildi. Üstelik Sayıştay, “Neden böyle bir değişiklik yaptınız?” diye sorduğunda Sağlık Bakanlığı “finansör şirketlerin isteği üzerine” bu değişikliği yaptıklarını itiraf etti.
  • Şirket-şehir hastanelerinin kira ödemelerinin Türk Lirası yerine dövizle yapılması kabul edilerek Türk Lirası değersizleştirildi, Dolar ve Avro’ya değer kazandırıldı.
  • Şirket-şehir hastanelerinin deprem, yangın gibi afetlerde zarar görüp kullanılamaz hale geldiğinde sigorta ödemelerinin Sağlık Bakanlığı yerine yabancı finansör şirketlere yapılması kabul edildi. Sigorta ödemelerinin malın sahibine yapılacağı gerçeğinden hareketle bu hastanelerin sahiplerinin yabancı finansör şirketler olduğu kabul edildi.
  • Sayıştay 2019 yılı Sağlık Bakanlığı denetim raporunda, “kreditörlerin menfaatlerinin, kamu menfaatlerinin önüne geçtiği” tespitini (AS : saptamasını) yaptı.

BÜYÜK ÇELİŞKİ

İşte bu saydığımız gerekçelerden dolayı şirket-şehir hastaneleri Türkiye’nin egemenlik haklarını ihlal etmektedir.

  • Bu nedenle, şirket-şehir hastaneleri birer “kapitülasyon hastaneleridir”.

AKP’li yetkililerin (AS: doğrudan RTE’nin) KÖİ projelerinin dövizle yapılan ödemeleri için “Sizden bunları söke söke alırlar” ifadeleri de bu projelerin bir kapitülasyon olduğunun açık itirafıdır.

Türk ekonomi tarihinin olağanüstü zamanları yaşadığı, dövizin kısa sürede katlanarak değer kazandığı (AS: TL’nin değer yitirdiği!) bugünlerde halen KÖİ ödemelerinin Türk Lirası’na çevrilmemesinin gerekçesini anlamak mümkün değildir. Üstelik vatandaşların kendi aralarındaki ticari sözleşmelerde döviz kullanımını yasaklayan 12 Eylül 2018 tarihli “Türk Parasının Kıymetini Korumayla” ilgili Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi halen geçerli iken, şirket-şehir hastanelerinin kira ödemelerinin dövizle yapılması ve vatandaşların yastık altındaki dövizlerini bozdurup ekonomiye kazandırmalarını istemeleri AKP iktidarı açısından çok büyük çelişkidir.

SİSTEM İNGİLİZLERE TESLİM

Sağlık Bakanlığı bürokratlarının şirket-şehir hastaneleriyle ilgili 1-3 Eylül 2014 tarihinde Londra’ya gerçekleştirdikleri ziyaretten sonra, İngiltere hükümetinin resmi internet sitesinde yayımlanan belge, bu hastaneler sistemine “mandacı” bir zihniyetin hâkim olduğunu tüm açıklığıyla gözler önüne sermiştir.

Bu belgede, Türkiye’de 2023 yılına dek 95 bin yatak kapasiteli 40 şirket-şehir hastanesi yapılacağı ve bu yatırımların “İngiliz firmaları için önemli fırsatlar barındırdığı” belirtilmekte.

Bir anlamda, “Türkiye’nin sağlık sisteminin önemli bir bölümü İngilizlere teslim edilmiştir”.

Bu hastaneler, yerli ve milli olduğunu iddia eden bir iktidarın, söylem ve eyleminde ne denli çelişki içinde olduğunun da kanıtıdır.

Yerli ve milli olmak, ülke kaynaklarının sömürülmesini engellemeyi ve kendi milletinin çıkarını korumayı gerektirir.

Yerli ve milli olmaya;

  • şirket-şehir hastanelerinin kira ödemelerini Türk Lirası’na çevirmeyle,
  • şirket-şehir hastanelerini kamulaştırmayla,
  • Türk mahkemelerini tekrar yetkili duruma getirmeyle başlayabilirsiniz…

Tıpkı Cumhuriyet Halk Partisi’nin yıllar önce bu 3 konuda yasa önerisi verdiği gibi…

========================================

Dostlar,

Çok değerli, yurtsever meslektaşımız Uzm. Dr. Fikret Şahin‘i bu yazısı için içtenlikle kutlarız..
Ama; kullandığı dil nedense çooook eski!. Yer yer ayraç içinde güncel Türkçe’lerini koyduk.
Arada da (izin almadan!!) Türkçeleştirdik kimi sözcükleri, elbette anlama dokunmadan..
Hoşgörüsünü dileriz.
***
Şehir hastaneleri ile ilgili 3 önemli nitelemeyi ilk kez biz yaptık ve kulandık :

1. Şehir hastaneleri TALAN’dır!
2. Şehir hastaneleri SAĞLIK KAPİTÜLASYONU’dur (akçalı ve yönetsel… boyutları ile de..)
3. Şehir hastaneleri özünde KAPİTÜLASYON eşdeğeri imtiyaz olduğundan, ülkemizin kurucu
Uluslararası Andlaşması, bu gün ölümünün 48. yılında özlem ve şükranla andığımız büyük devlet adamı ve Atatürk‘ün en yakın dava – silah arkadaşı İsmet İNÖNÜ‘nün kahramanı olduğu Lozan Andlaşmasına aykırıdır.

Bunca TALANI yapan, SAĞLIK KAPİTÜLASYONU veren ve tapumuz – tabumuz olan Lozan Andlaşması’na aykırı işler yapan AKP = RTE iktidarı, bir de gerçekte aşı niteliğini henüz bllimsel olarak kesinlikle kazanmamış TURKOVAC aşı adayını, acil kullanım onayı ile kullanıma sokarak akıl almaz hatalarını sürdürmektedir., Bu politika HALKIN SAĞLIĞI İLE KUMAR OYNAMAKTIR. Çok ağır insan hakları ihlali, hatta insanlığa karşı suçtur. Başka ülkelere yollanırsa suç uluslararası boyut ve nitelik kazanacaktır.

TURKOVAC aşı adayı henüz kesinlikle aşı olmadığından,
uygulaması der – hal DURDURULMALIDIR!

Konuya ilişkin ayrıntılı bilgi için bkz. “TURKOVAC” Aşı Adayının Bilimsel Verileri / Makalesi Nerede?? | Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc


Sevgi, saygı ve KAYGI ile. 25 Aralık 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik

 

Çarşamba İğneleri – 22 Aralık 2021

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

MÜRİT

Sağlık emekçileri, çalışma koşullarının iyileştirilmesi ve ücretlerin düzenlenmesi istemiyle yurt genelinde iş bırakma eylemi yaptı.

Menzilci doktor Edizer “Başlarım sizin grevinize, işimizin başındayız” diyerek meslektaşlarına rest çekti.

Müritler itiraz edemez, biat eder…

BİRADER

Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati’nin kardeşi iş insanı Seydullah Nebati, faizle ilgili yorumlarda bulundu. Tutturdu.

Aker-papatya…

AKİT

Aydın Doğan’a tazminat ödemeye mahkum edilen Akit’in yazarı Karahasanoğlu,

“Bu ülkede yargı, Erdoğan’ın iki dudağı arasında mı? Akit de Erdoğan’ı haklı-haksız her zaman savunan ve bu yüzden de iktidarın nimetlerinden haksız yere yararlanan bir medya organı mı?” diye sitem etti.

Gülü seven dikenine katlanır…

SAMANCI

AKP Konya Milletvekili Gülay Samancı, ekonomik kriz ve dolar kurunun yükselişi ile ilgili ‘Milletimizi bölemeyeceksiniz. Bayrağımızı indiremeyeceksiniz. Vatanımızı parçalayamayacaksınız. Devletimizi yıkamayacaksınız. Ezanlarımızı susturamayacaksınız’ dedi.

Yersen (samanı) ne ala.

Yemezsen kel alaka…

BATIŞ

Bakan memur vatandaşa diyor ki, ”Sen maaş alıyorsun, en fazla neyini kaybedersin. Ama bu iş düzelmezse ben bütün varlığımı kaybederim… Batarsak hep beraber batacağız”

Maraba takımı batsa ne olur? Önemli olan sayın varsıllar…

ÖNCELERİ

TOBB Başkanı Hisarcıklıoğlu, “Piyasalarda yaşanan çalkantı ve döviz kurlarının geldiği seviye bir çok firmamızı endişelendiriyor ve olumsuz etkiliyor. Piyasaların ivedilikle istikrara kavuşmasını sağlayacak acil önlemler alınmasını ve öngörülebilirliğin temin edilmesini bekliyoruz.” dedi.

Sevdiğim bir şarkının nakaratıdır:

Daha önceleri neredeydiniz?..

DANİŞ

Sedat Peker’in SBK’nın otelinde kaldığı isimler arasında saydığı hakim Esat Toklu, Danıştay üyeliğine seçilmiş.

Danış garii…

DEĞERLİ!

New York Times’ın haberine göre, New York’ta Uluslararası İslam Merkezi‘nde imam olarak görev yapan Ahmet Yücetürk, pazartesi günü 14 yaşındaki çocuğa seks teklifinde bulunmak ve onunla buluşma planı yaptığı gerekçesi ile tutuklandı.

Yurt dışında paramızın değeri düşse de, imam efendi Yurttaki benzerlerinden geri kalmamış…

EKONOMİST

2014–2020 arasında ödenen kur farkı toplamı 77 milyar 949 milyon lira oldu. Bu parayla 14 Avrasya Tüneli, 12 Osmangazi Köprüsü, 8 Çanakkale Köprüsü, 6 Yavuz Sultan Selim Köprüsü ya da 500’er yataklı 5.440 devlet yurdu yapılırdı.

Cumhurbaşkanlığına 1.7 milyon Avro’luk üç adet mersedes daha alınmış.

Haydi vatandaş tasarrufa…

MÜSLÜMAN

RTE, TÜSİAD’ın açıklamasına kızarak,

  • Neymiş efendim? Faizleri düşürüyormuşuz. Benden başka bir şey beklemeyin.
  • Bir Müslüman olarak naslar neyi gerektiriyorsa onu yapmaya devam edeceğim.
  • Hüküm bu.” dedi.

Nas’lar yolsuzluklarla ilgili bir şey demiyor mu?..

CİNS

TÜSİAD açıklamasına kızan RTE, fikir yerine kişileri hedef alarak “Biz sizin cinsinizi, cibilliyetinizi biliriz” dedi.

Herkesinki biliniyor…
====================================

YAŞAR NURİ ÖZTÜRK’ten

  • Haram yiyen pis bir ağızla çekilmiş besmele Allah’a hakarettir…

KAHRAMANMARAŞ KATLİAMI.. 43 Uzun Yıl Sonra..

KAHRAMANMARAŞ KATLİAMI.. 43 Uzun Yıl Sonra.. 

Dostlar,

Maraş kırımının üzerinden 43 uzun yıl geçti..
Biz o zaman Hacettepe’de uzmanlık eğitimine yeni başlamıştık.
Yüreğimiz dağlanmıştı sergilenen sınırsız vahşetten..

Sözde, tarihiyle hesaplaşan AKP’nin iktidarıydı son 19+ yıl..

Bu dönemde Sivasa kırımı davası zaman aşımına sokuldu!..
Maraş kırımı da aydınlatıl(a)madı..
Dönemin içişleri bakanı merhum Av. Hasan Fehmi Güneş, acı gerçekleri açık açık dile getirdi, aşağıda bu tarihsel açıklamaya yer verdik..

Halkımız türküler yaktı; acısını terennüm etti..

Maraş Maraş (Türkü)

Maraş Maraş’ta derler
Bu nasıl Maraş bu nasıl Maraş
Al kızıl kan içinde can veren kardeş
Kardaş kalk gidelim yoldaş kal gidelim

Bizim iller kırçıllıdır geçilmez yollar
Çamur kurusunda gidelim burdan gidelim
Ufak taşınan bina yapılmaz
Bir ben ölmeyinen Maraş yıkılmaz

Valla bir ben ölmeyinen kardaş Maraş yıkılmaz
Yollar çamur kurusunda gidelim
Lale sümbül büyüsünde gidelim
Kardaş gidelim ay ay

(Söz-Müzik: Anonim)
*******************************

Ulusal Birliği Bozma, Etnik, Dinsel, Mezhepsel Parçalama Saldırısı

KAHRAMANMARAŞ KATLİAMI
(19-25 Aralık 1978)

Kahramanmaraş’ta 21/25-Aralık-1978 tarihleri arasında yaşanan olaylarda,
resmi açıklamalara göre 111 kişi yaşamını yitirmiş, yüzlerce kişi de yaralanmış,
pek çok ev ve işyeri yakılıp yıkılmıştı.

O yıllarda, ülkemizde, gençliğin “sağ-sol, ülkücü-devrimci-akıncı” gibi adlarla karşıt kümelere bölündüğü, sendikaların, derneklerin ve demokratik kitle örgütlerinin sözde siyasal gerekçelerle parçalandığı, birbirleriyle çatışmaya düşürüldüğü, neredeyse her gün birkaç insanımızın öldürüldüğü, yaralandığı bir dönem yaşanmaktadır.

Kahramanmaraş Katliamı” bu sürecin en önemli dönüm noktalarından biridir.
Bu tür tekil ya da toplu saldırı olayları sonucunda “Anarşi” sözcüğüyle tanımlanan bir karmaşa, kargaşa ve çatışma ortamı oluşturulmuş, ülke hızla sıkıyönetim koşullarına sürüklenmiş, arkasından da faşist 12 Eylül 1980 Darbesi gerçekleştirilmiştir.

Bu gelişmelere ilişkin olarak “Halkımızın etnik-dinsel-mezhepsel farklılıklarından, eğitim-kültür düzeyi ve hoşgörü eksikliğinden, sosyal gelişmenin ekonomik gelişmelerin önüne geçtiğinden ve doğudan Genelkurmay Başkanı Memmduh Tağmaç dahil, Anayasanın topluma bol geldiğinden kaynaklandığı…” yönünde yaygın açıklamalar yapılmıştır.

Oysa, olup bitenlerle ilgili yapılan araştırmalar, bugün hala ağırlaşarak süren gelişmeler de ortaya koymaktadır ki, yaşananların gerçek nedenlerinin çok farklı olduğu anlaşılmaktadır.
O günlerde, ABD Büyükelçiliği 1. Kâtibi Alexander Peck’in Maraş’ta bulunduğu, Peck’in adını vermese de dönemin Kahramanmaraş Emniyet Müdürü Kazım Ulusoy tarafından doğrulandığı gibi, kimi ABD’lilerin Maraş olaylarından önce kente geldikleri, otelde konakladıkları, Maraş’tan sonra aynı şahsın Çorum, Tokat ve Amasya’da da görüldüğü biliniyor. Bu kişinin daha sonra dönemin İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş’in (merhum) girişimleriyle Türkiye’den ayrılmasının sağlandığı da yakın günlerde açıklandı.

Yaşadığımız bu tür acıların aslında, küresel emperyalizmin, bölgemizi ve ülkemizi de kapsayan planlarının bir yansıması olduğu artık yaygın kabul görmektedir. Örneğin, dönemin gelişmelerine ilişkin en güvenilir araştırmalarıyla olup bitenleri belgeleriyle yazan ve birçok kitabıyla da ortaya koyan, bu nedenle de katledildiği düşünülen Uğur Mumcu, Kahramanmaraş katliamının hemen ertesinde şu saptamayı yapmaktadır:

“23 Aralık günü, Menemen de kanlı gericiler tarafından boğazlanarak şehit edilen Teğmen Kubilay’ın kırk sekizinci ölüm yıldönümünü yaşıyorduk. Kubilay’ın başını kesen Derviş Mehmet, inanın Kahramanmaraş katillerinin yanında zemzemle yıkanmış kadar temiz kalır. Olay öylesine korkunç,
öylesine alçakça ve öylesine namussuzca planlanmış ve sahneye konmuştur…

Bunun adına “Anarşi” de denmez, “sağ sol çatışması” da… Bu “Alevi-Sünni” düşmanlığı ile de açıklanmaz. Bu planlı ve örgütlü bir saldırıdır. Çevre illerden Kahramanmaraş’a getirilen katil çetelerine belli adresler gösterilmiş, noktası ve virgülüne kadar hesaplanan bir plan yürürlüğe konmuştur.” (Cumhuriyet, 25 Aralık 1978)

Dönemin İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı’nın hazırlattığı ve sonradan açıklanan raporunda da; “18.12.1978 günü ÜGD Maraş şubesi İkinci Başkanı Mustafa Kanlıdere, Ökkeş Kenger ve Üçüncü Başkan Mustafa Tecirli’ye, ‘halkı kışkırtmak, tahrik etmek ve isyanını sağlamak için, solcuların attığı süsü verilmek kaydıyla, tahrip gücü az bir dinamit atılmasını’ emretmiştir.

Kahramanmaraş ili otellerinde 19-20 Aralık günü yatan ve kendilerini Millî Piyangocu olarak tanıtan 26 değişik adlı kişinin, Millî Piyango İdaresi’nden alınan, 26 Ocak gün ve 0313/653 sayılı yazıları ve ekinde bulunan belgelerden, ne sabit, ne de gezici bayi oldukları anlaşılmaktadır. Kahramanmaraş’ta yeteri kadar Milli Piyango bayisi vardır ve 19-25 Aralık günlerinde çekiliş olamayacağına göre, sahte meslek göstererek kalan bu kişilerin, olaylardan haberli olarak gelmiş militanlar oldukları kanısı uyanmaktadır.” denilmektedir.

Olayları önlemekte başarısız kaldığı gerekçesiyle görevi bırakan İrfan Özaydınlı’nın yerine İçişleri Bakanı olan Hasan Fehmi Güneş ise bugünlerde yaptığı açıklamalarla, olayın asıl nedenlerini daha açık biçimde ortaya koymaktadır:

  • Olaylar göz göre göre geldi. Sorduğumuz halde MİT istihbarat vermedi.
    Bu bir yana bizzat MİT vahşete katkı sundu. Faşist bir plandı
    Olaylar başladı, valiye istihbarat verilmedi, askeri çağırmakta da geç kalındı. Ben istihbarat örgütünün oradaki cinayetlere, oradaki katliama katkı yaptığını düşünüyorum. Engel olmayı bırakın, 
    MİT bizzat katkı yaptı
    Bakanlık görevim boyunca MİT’ten bilgi alamadım.
  • Birbirimizin üzerine atarak bunların altından kalkamayız. Ben bunun başka büyük planlarla, dünya ölçeğinde dünyayı düzenlemek iddiasında olanların planları yahut projelerine kanmak suretiyle meydana geldiği kanısını taşıyorum. Yapılmak istenin oradaki insanları öldürmekten ibaret olmadığı, asıl istenenin Türkiye’nin askeri yönetime devredilmesini sağlamak olduğu anlaşılıyor (Habertürk TV-20/12/2011)”

Dönemin Kahramanmaraş Milletvekili Hüseyin Doğan; “Kahramanmaraş’ta olan bir savaş değildir. İç savaşın silahlı iki tarafı olur. Kahramanmaraş’ta olan bir katliamdır. 1572 yılı 24 Ağustos’unda binlerce Protestan’ın boğazlandığı gibi, Saint Barthelemy katliamı gibi, Endonezya’da solcuların bir gece de vuruldukları faşist ayaklanma gibi bir katliamdır.

Bunun adına anarşi denmez. Bu, Alevi-Sünni çatışması da değildir. Bu planlı ve örgütlü bir faşist saldırıdır. Çevre illerden Maraş’a getirilen katil çetelerine belli hedefler gösterilerek, her şeyi hesaplanan bir planla yürürlüğe konan bir faşist eylemdir. Kin ekip, kan çiçeği büyütenlerin, direnme hakkından söz edip ‘Milli direnme hakkı doğmuştur’ diye bildiri yayınlayanların eseridir. Maraş katliamı “Müslüman Türkiye – Milliyetçi Türkiye – Allah İçin Cihad Başına” sloganlarıyla kadın demeden, çocuk demeden vuranlar karşısında ‘Bana sağcılar ve milliyetçiler cinayet işliyor dedirtemezsiniz‘ diyenlerden (Başbakan Süleyman Demirel) destek görenlerin eseridir… (CHP grup toplantısında yaptığı konuşma, 03.01.1979, Aydınlık Gazetesi)” değerlendirmelerini yapmaktadır.

Katliam ne zaman gündeme gelse olaydan “mezhep çatışması” olarak söz edildi.
Oysa Maraş’ta tek taraflı bir katliam söz konusuydu. Maraş katliamı davasının görüşüldüğü Sıkıyönetim Mahkemesi nin gerekçeli kararı da bunu doğruluyordu. Kahramanmaraş katliamının gerçek suçluları, ne yargılanan ne de hüküm giyen kişilerin arasındaydı. Gerçek sorumlular hiçbir zaman ortaya çıkmadı. Mahkeme tutanaklarında sayısız kanıt bulunuyordu. Ancak 12 Eylül den sonra yaşanan tüm gerçekler tersine çevrildi. Herkesin gözü önünde yaşanan bu gerçeklerin üstü örtülmeye ve unutturulmaya çalışıldı. Bugün Kahramanmaraş Katliamı vb. olayları anarken, her sağduyulu yurttaşın, demokratik kitle örgütünün ve siyasal partinin
artık durumu yeniden değerlendirmesi, ülkemizin ve cumhuriyetimizin geleceğine ilişkin tavrını da ona göre belirlemesi kaçınılmazdır.

Ülkemiz insanlarına tarifsiz acılar yaşatan ve bugün de yaşatmakta olan bu tür olaylar,
12 Mart ve 12 Eylül darbelerine götüren ve sonrasında başlatılıp sürdürülen dönüşümlerin yapı taşlarıdır, toplumu da bu dönüşümlere hazırlama araçlarıdır.

Kısacası, Ulusumuza, ulus devletimize, cumhuriyetimize, barış, birlik ve dayanışma içinde yaşama kararlılığımıza yöneltilmiş emperyalizm ve işbirlikçilerinin saldırılarıdır
ve ne yazık ki günümüzde de sürdürülmektedir.
================================

AKP iktidarının zerrece içtenliği varsa, Maraş kırımının belgelerinin de üzerinden gizliliği kaldırsın.. Devlet arşivlerini açsın.. Nasıl Dersim arşivlerini açtılar, Maraş’ı da açsınlar..

Sevgi, saygı ve DERİN ACI ile. 23 Aralık 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik     

‘TURKOVAC’ çıkışı : “İnsanlık suçu”

Prof. Dr. Ahmet Saltık’tan ‘TURKOVAC’ çıkışı:

“İnsanlık suçu”

Sağlık Bakanlığı’nın 25 Kasım’da acil kullanım için başvuruda bulunduğu yerli aşı TURKOVAC için acil kullanım izni çıktı. Prof. Dr. Ahmet Saltık, Omicron varyantı ve TURKOVAC ile ilgili Cumhuriyet‘e çarpıcı değerlendirmelerde bulundu.

23 Aralık 2021 Perşembe, 10:58 Videoyu izlemek ve haber metni için tıklayınız..

https://www.cumhuriyet.com.tr/video/erdogan-turkovaci-duyurdu-prof-dr-ahmet-saltiktan-korkutan-uyari-insanlik-sucu-1894890

Cumhuriyet‘e konuşan Prof. Dr. Ahmet Saltık, koronavirüsün (Covid-19 etkeni) yeni varyantı Omicron’un Delta varyantına göre 70 kat daha bulaşıcı olduğunu söyledi.

Yerli aşı çalışması TURKOVAC‘a ilişkin de değerlendirmelerde bulunan Saltık, aşıyla ilgili sağlam (bilimsel) veriler olmadan kullanıma sunulmasının bir “insanlık suçu” olduğunu vurguladı.

Güney Afrika Ulusal Bulaşıcı Hastalıklar Enstitüsü tarafından saptanan ve “Şimdiye dek görülen en kötü varyant” olarak nitelendirilen Omicron, Avrupa başta olmak üzere tüm dünyada yayılmayı sürdürüyor. 

“AŞILAR %70-80 KORUYOR”

Omicron varyantıyla ilgili olarak Cumhuriyet’e açıklamalarda bulunan Prof. Dr. Ahmet Saltık, kullanılan eldeki aşıların bu varyanta yönelik etkileri hakkında henüz net bilgiler olmadığını ifade etti. Saltık, “Elimizde bulunan aşılar %70-80 düzeyinde bir koruma sağlıyor” dedi ve var olan aşıların güncellenmesi için de çalışmaların sürdüğünü belirtti.

Şimdiye dek yapılan 1. ve 2. doz aşıların yeni varyant karşısında etkisinin yetersiz olabileceğini anımsatan Saltık, “Halkımıza, eksik kalan aşılarını tamamlamalarını öneriyoruz. Sağlık Bakanı her gün söylüyor. Günlük aşılama sayısı 50 binlere düştü. Fakat aşı bağışıklığını yitiren insanlar her gün aşılananlardan daha da çoğalıyor. Dolayısıyla Türkiye’deki toplumsal bağışıklık oranı gerçekte azalıyor” diye konuştu.

“TURKOVAC’A ‘ACİL ONAY’ İNSANLIK SUÇU OLUR”

Yerli aşı adayı TURKOVAC hakkında da değerlendirmelerde bulunan Saltık, aşı çalışmasıyla ilgili verilerin saydam olmadığını belirterek, 

  • “Sayısal veriler nerede? Bu analizleri kimler yaptı? Hangi tarafsız gözlemcilerin eşliğinde yapıldı? Bunları bilmeden TURKOVAC’ı bir aşı olarak kabul etmek ve acil kullanım onayı almak insanlık suçu olur” ifadelerini kullandı.

“Bir saçmalığımız da acil kullanım onayını Türkiye Tıbbi Cihaz ve İlaç Kurumu’nun (TİTCK) veriyor olmasıdır” diyen Saltık, acil kullanım onayı veren kurumların FDA, EMA… vb. gibi bilimsel açıdan özgür ve yönetsel bakımdan özerk olması gerektiğini vurguladı.

ABD ve AB’de ‘acil kullanım onayı’ alan aşıların onay ve ruhsat (lisans) süreçlerini anımsatan Saltık, şunları kaydetti:

  • “BioNTech ve Moderna‘ya olağan kullanım izni (ruhsat, lisans) veren özerk bağımsız bilim kurumu FDA bu toplantıları basına açık yaptı. Kameraların karşısında bilim insanları saatlerce tartıştı. Özetle, ‘bir aşı geliştirdik‘ diye siyasal başarı öyküsü yaratmak uğruna insanların sağlıklı yaşamak hakkıyla kumar oynanmaz
  • Bu, insanlığa karşı bir suçtur.
  • Uluslararası standart koşullara uymadan Acil kullanım onayı verilmiştir. Onaya temel  verilerin son derece saydam olması gerekir. Eğer acele eder, ‘bakın biz aşı geliştirdik’ diye kendinize bir siyasal başarı öyküsü yaratmaya çalışırsanız tarih sizi bağışlamaz ve mutlaka yargıda da hesabını verirsiniz.”

 

Para, Kur, Faiz, Mevduat, Risk, Kur Koruması, Dövize Endeksleme…

EKONOMİ POLİTİK
Diğer EKONOMİ POLİTİK yazılarım için tıklayınız.

Prof. Dr. A. Erinç Yeldan
Kadir Has Üniversitesi erinc.yeldan@khas.edu.tr
22 Aralık 2021

Para, Kur, Faiz, Mevduat, Risk, Kur Koruması,
Dövize Endeksleme…

Ülkemizde sade vatandaşın finansal okur yazarlığının geliştiği bir haftadayız. Yukarıdaki sözcükleri peş peşe sıraladığımızda Türkiye’nin para politikası serüveninin karmaşasını da dile getirmiş oluyoruz. Bu yazımda “faiz sebep, enflasyon sonuç” ile başlatılan, sonra “Yeni Ekonomi Modeli ve rekabetçi kur” modeline dönüştürülen, en sonunda da “dövize endeksli / kur korumalı model” diye adlandırılan politika git-gelleri arasında savrulan para “politikasının -?” olası sonuçlarını değerlendirmeye çalışacağım.

En önce kuramsal, ama basit, bir giriş yapalım. Paranın fiyatı nedir; nasıl belirlenir?
Paranın fiyatı üç boyutlu var:
(1) satın alabildiği mallar (AS: ve hizmetler) kümesine göre değeri -ki bunun tersine enflasyon diyoruz (yani enflasyonun artışı, paranın mallar (AS: ve hizmetler) karşısında değerinin düşmesi demek);
(2) paranın yabancı paralar karşısında değeri (bu da döviz kuru ile tanımlanıyor); ve
(3) paranın zamana karşı değeri –ya da faiz, veya resmi yeni ifadeyle zamana karşı paranın “getirisi”. (Faiz demiyoruz, “getiri” ya “da “kâr payı” diyoruz, ama herkes neyi kastettiğimizi anlıyor ve biliyor).

Her mal piyasasında olduğu üzere, paranın “değeri” de piyasadaki para arz ve talebine bağlı. AKP ekonomi idaresi altında para arzında ve kredi hacminde son 3 yıl içinde olağanüstü bir
genişleme yaşandığını gözlemliyoruz. TCMB verilerinden bu genişlemeyi izlemek olası. Sağda TL arzının M2 diye adlandırılan geniş tanımı var. Geniş tanımlı para arzı 2020’nin başında 700 milyar TL’den yedi aylık kısa bir sürede neredeyse iki katına, 1 trilyon 200 milyar TL’ye yükseltilmiş.

Döneme damgasını vuran nitelik, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi.

  • Bir cemaatler ve şirketler koalisyonu olan AKP’nin, hızla büyüme ve refah öyküsüne ihtiyacı var.

Her ne pahasına olursa olsun bunu elde etmek gerekli. Borçlanma ve kredi finansmanına dayalı tüketim çılgınlığını körüklemek üzere kredi hacmi de hızla yükseltilmiş. Burada kredi garanti fonu, kredi rasyosu gibi piyasa dışı özendirme ve baskı sistemlerinin devreye sokulduğunu hatırlıyoruz. Sol tarafta gözlemlediğimiz üzere, kredi hacmi 2018 başında 2 trilyon TL dolayında iken, 2019 sonrasında hızla ivmelendirilmiş ve günümüzde 4 trilyon TL düzeyine çıkartılmış durumda.
……………..
……………….
Yazının tümünü okumak için lütfen tıklayınız…

file:///C:/Users/User/Downloads/yeldan791_21ara2021parakurfaiz.pdf

TTB’den Sağlık Bakanlığına çağrı: TURKOVAC ile ilgili tüm bilimsel verilerin paylaşmasını bekliyoruz

TTB’den Sağlık Bakanlığına çağrı :
“TURKOVAC ile ilgili tüm bilimsel verilerin paylaşmasını bekliyoruz”

Türk Tabipleri Birliği (TTB), yaptığı basın açıklamasında, Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu’nun acil kullanım onayı verdiği inaktif Covid-19 aşısı TURKOVAC’a dair Sağlık Bakanlığı’na tüm bilimsel verilerin paylaşılması çağrısında bulundu. Öte yandan, Sağlık Bakanlığı tarafından söz verilen tarihlerde beklenen gelişmelerin olmaması nedeniyle birçok kişinin yaşamını yitirdiğini belirtti.

  • Bizim katkı ve uyarılarımız yazının altındadır. Özenle okunmasını dileriz.
cumhuriyet.com.tr   22 Aralık 2021 Çarşamba, 23:35
TTB’den Sağlık Bakanlığına çağrı: TURKOVAC ile ilgili tüm bilimsel verilerin paylaşmasını bekliyoruzAKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bugün yaptığı açıklamada Turkovac’ın acil kullanım onayını aldığını duyurdu.
  • “Henüz faz 3 aşaması sürmekte olan bir aşının hatırlatma dozu çalışması verilerine veya faz 3 çalışmasının küçük ölçekli bir erken aşama verisine dayalı olarak Acil Kullanım Onayı alması durumunda bu ‘onay’ bilimsel olarak tartışmalı olacaktır.” çağrısı yapmıştı.

TTB, bu çağrıyı hatırlatarak araştırma sonuçları bilimsel ortamlarda, ilgili uzmanlık dernekleri ve meslek örgütümüzle zaman geçmeden paylaşılmalıdır.” dedi.

TTB, yaptığı açıklamada şunları da kaydetti:

  • Bilimsel çalışma sonuçları yayımlanmayan ve bilimsel ortamlarda tartışılmamış bir aşının güvenli ve etkili sayıldığına dair Bakanlık açıklamaları, maalesef var olan aşı tereddüdünü daha da artıracaktır.
  • Türkiye’de üretilen bir aşının sadece ülkemizde değil dünyada da pandemiyi denetim altına alma ihtimali, sevinçle karşılayacağımız bir durumdur. Ancak bunu yapmak için henüz uluslararası bilimsel hakemli bir dergide yer almayan faz 3 çalışmalarının bilimsel ortamlarda değerlendirilmesi, ardından fazların sonuçları ve bilimsel verilerinin paylaşılması gerekmektedir. Tüm bu sürecin ardından Acil Kullanım Onayı alınmalıdır.
  • Sağlık Bakanlığı’nı kamuoyunu aydınlatma sorumluluğunu yerine getirmeye, aşı kararsızlığına ve aşı karşıtlarının yanıltıcı söylemlerine yol açabilecek olumsuz durumlardan kaçınmaya, zaman yitirmeden çalışma sonuçlarını tüm ülke ile paylaşmaya çağırıyoruz.
  • Başta inaktive virüs aşısı (Turkovac) olmak üzere halen ülkemizde sürdürülen aşı araştırmalarının devam eden ya da tamamlanan aşamaları hakkında yeterli bilimsel bilgi ve veri Sağlık Bakanlığı tarafından paylaşılmamıştır. Ayrıca faz 3 aşaması başlayan Turkovac aşısının hatırlatma dozu olarak uygulanacağı bir başka çalışmanın daha yürütüldüğü de bildirilmiş ancak bugüne kadar yapılan çalışmaların somut verileri bilimsel olarak açıklanmamıştır.
  • Sağlık Bakanlığı’nın Turkovac için Acil Kullanım Onayı verildiğinin açıklaması, bilimsel çekincelere yol açacak niteliktedir.

‘BİRÇOK İNSAN AŞIYI BEKLERKEN ÖLDÜ’

Bakanlığa çağrıda bulunan Türk Tabipleri Birliği, “Sağlık Bakanlığı’nın ülkemizde yapılan aşı çalışmalarına dair verdiği bilgiler başlangıçta umut verici olsa da, söz verilen tarihlerde beklenen gelişmelerin olmaması, birçok insanın aşıyı beklerken hastalanıp ölmesine neden olmuştur” açıklamasında bulundu.
======================
Dostlar,

Ciddi kaygı içindeyiz…
Hem de çok…
Birkaç gün önce, Hacettepe Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalından meslektaşımız Prof. Dr. Banu Çakır ile iletişmimizin ardından aşağıdaki tweet iletisini paylaşmıştık : https://twitter.com/profsaltik/status/1472644086213615617?s=20

Türkiye gündeminin kurgulu ağır ekonomik bunalımla işgal edildiği bir ortamda, AKP iktidarının bir gündem oyununa başvuracağını bekliyorduk. Ancak konu,

  • 90 milyon nüfuslu Türkiye’nin sağlığı ile SALGIN ORTASINDA KUMAR OYNAMAK olmamalı idi, asla!

Sağlık Bakanlığı, TURKOVAC adlı aşı geliştirme çabasıyla ilgili tüm bilimsel verileri, bilimsel değerlendirme kurulunu, değerlendirme yöntemlerini ve de en önemlisi hangi ülkelerde kaç on bin gönüllüde Evre (Faz) 3 çalışması yaptığını, sonuçlar yayınlandı ise ilgili hakemli bilimsel makaleyi / makaleleri.. derhal açıklamak zorundadır.

Ayrıca, TURKOVAC adlı aşı adayına İVEDİ (ACİL) KULLANIM ONAYI veren kuru TİTCK (Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu) özgür – özerk bir bilimsel kurum olmayıp, Sağlık Bakanlığını yönetsel vesayeti altında bir idari birimdir ve Sağlık Bakanlığının ivedi kullanım onayı istemini reddetme olanağı, AKP iktidarının katı kadrolaşma sistematiği içinde olanaklı değildir. Bu Kurumdaki bilim kurulunun üyeleri ve kurulun dayandığı bilimsel verilerin, gerekçenin de paylaşılması zorunludur.

Sağlık, aşı hakkında bilgi almak, Anayasal sağlık hakkının (md. 56. vd.) ayrılmaz tamamlayıcısıdır. İktidar için ise anayasal yükümlülüktür. AKP iktidarı hukuka ve uluslararası yerleşik bilimsel kurallara uymak zorundadır.

Bunlar yapılmadan TURKOVAC’ın yaygın uygulamaya geçilmesi ile ortaya çıkabilecek tıbbi komplikasyon, istenmeyen olumsuz, ters sonuçlardan AKP iktidarı mutlak anlamda sorumlu olacaktır (hizmet kusuru, Anayasa md. 125).

  • Bu aşı adayı (TURKOVAC), henüz bilimsel standartlarla acil kullanım için bile olsa AŞI niteliği kazanmamıştır.

Bir de dışsatımı yapılır ve aşı komplikasyonları ortaya çıkarsa, Türkiye uluslararası düzlemde de haksız, itibarsız hatta suçlu duruma düşebilecektir. Buna hiç kimsenin hakkı yoktur.

Sağlık Bakanlığı, gecikmeksizin, tüm bilgileri – verileri kamuoyu ve bilimsel çevrelerle ve Dünya Sağlık Örgütü ile paylaşmak zo – run – da – dır..

Sevgi, saygı ve DERİN KAYGI ile. 23 Aralık 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik

Tam metin için lütfen tıklayınız : https://www.ttb.org.tr/haber_goster.php?Guid=179c618e-635b-11ec-87e9-2806a62df02b

TURKOVAC için TTB çağrısı

 

KADIN HAKLARININ KORUNMASI VE KADINA SAYGI ÜZERİNE KISA NOTLAR

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Çağımızın genel kabul görmüş uluslarüstü hukukuna, örneğin İnsan Hakları Evrensel Bildirgesine göre;

  • Her insan özgür doğar. Herkes yaşama hakkına, ruh ve beden bütünlüğüne sahiptir.
  • Hiç kimseye işkence edilemez. Beden Bütünlüğünü bozan cezalar verilemez.
  • İnsanlar köle değildir. Alınıp satılamaz. İnsan bedeni mülkiyet konusu olamaz.
  • İnsan insanın malı, eşyası ve mülkü değildir.

İnsan bedeni salt biyolojik bir varlık değil aynı zamanda hukuksal bir varlıktır. Mülkiyeti yalnızca taşıyıcısına aittir. Başkasının mülkiyetine konu olamaz ve başkasının saldırılarına kapalıdır. Kölelik ve cariyelik bitmiştir. Bu durum özellikle kadınlar açısından daha çok önem taşır.

Hukuk kurumunun ayrımsız olarak insanları hem devlet ve devlet organlarının haksız uygulamalarından hem de başka bireylerin haksız fiil ve saldırılarından etkin bir biçimde koruması gerekir. Çağdaş devlet ve çağdaş toplum bunu gerektirir. İnsanların, ırk, renk, cinsiyet…gibi doğuştan gelen özelliklerini öne çıkararak toplumsal dışlama konusu yapmak biyolojik ırkçılıktır ve ilkel bir davranış olarak görülmektedir.

Kadınlara karşı, cinsiyet farklılığına dayanarak, çeşitli onur kırıcı haksız fiiller yaratan ve hatta sıklıkla cinayetlerle sonuçlanan ahlak ve hukuk dışı davranışların failleri olan bireyler, çoğu zaman eş, koca, kardeş, evlat, baba, akraba, komşu, arkadaş, sevgili ya da rastgele erkeklerdir.

Çok az da olsa bazen kadından erkeğe yönelen şiddet ve öldürmeler ise, çoğu zaman çaresizlikten doğan, daha çok öz savunma (nefsi müdafa) biçimde olmaktadır ancak suçtur.

Çağımızda ekonomileri, sosyal yapıları, demokrasileri hukuksal donanımları ve kültürel düzenleri yeterince gelişememiş ve özellikle de kadına ve kadın bedenine bakışları sorunlu olan ülkelerdeki insan hakları ihlalleri (AS: çiğnemleri), bu yanlış ve geri kalmış yapılardan beslenerek kadına şiddete ve kadın cinayetlerine neden olmaktadır. Başka bir söyleyişle kadın cinayetlerinin yaygınlığı ekonomik, hukuksa ve sosyo-kültürel geri kalmışlığın bir yan ürünüdür.

Erkek egemenliğini pekiştiren cinsiyet ayrımcılığına dayalı eğitim ve öğretim programları ve genelde erkekler tarafından ve erkek bakış açılarına göre yorumlanan dinsel ve ahlak öğretileri kadınların toplumda ve ailedeki yerleri ve konumlarına olumsuz etkiler yapmaktadır.

Yeterince gelişememiş, feodal, geleneksel ve teokratik yapıların egemen olduğu toplumlarda kadın bedeni üzerinde biyolojik ve sosyo-kültürel iktidar kurmanın yaygınlığı, erkek şiddetinin toplumca ve hatta yargı organlarınca daha toleranslı (AS: hoşgörülü) karşılanması, erkek şiddetinin kimi kadınlarca bile olağan karşılanması, kendi hak ve hukukuna sahip çıkan kadın tutumlarının bir ölçüde de olsa yadırganmasına neden olabilmektedir.

Herkesin yanlış davrandığı, yanlışın doğru kabul edildiği bir toplumda doğru örnekler kabul görmez olmaktadır. Koca, kardeş, baba, arkadaş, sevgili… gibi kimi yarı cahil ve cahil erkek grupların kadınların da, tıpkı erkekler gibi, kendi haklarına eşit derecede sahip bir insan oldukları kanısına ulaşamadıklarını gözlemlemek zor değildir.

Son söz                       :

İnsanlığa ve yaşama hakkına saygı kadına saygı ile başlar. Kadınlar toplumun en az yarısıdır. Kadın haklarının ihlali (AS: çiğnemi) toplumun yarısının hukukunun çiğnenmesi demektir.
Çağın evrensel değerleri ile bütünleşmeyen feodal ve geleneksel değerleri milli kültür (AS: ulusal ekin) sanmak hukuksal, kültürel ve sosyal değişimlere sırt çevirmek, sosyolojik olarak akılcı ve doğru değildir. Bu nedenle İstanbul Sözleşmesinin iptali yerinde, tutarlı ve hukuka uygun olmamıştır. Düzeltilmesi gerekir.