Etiket arşivi: ŞEHİR HASTANELERİ = TALAN’dır

Mandacı zihniyet ve kapitülasyon hastaneleri

Op. Dr. Fikret Şahin’den Şehir Hastaneleri İle İlgili Önemli TespitlerOP. DR. FİKRET ŞAHİN
CHP BALIKESİR MİLLETVEKİLİ
ESKİ BALIKESİR TABİP ODASI BAŞKANI

Cumhuriyet, 25 Aralık 2021
(AS: Bizim kısa katkımız yazının altındadır.)

 

AKP iktidarının 2003 yılında uygulamaya başladığı Dünya Bankası destekli “Sağlıkta Dönüşüm” programıyla tanıştığımız şirket-şehir hastaneleri hakkında Sayıştay raporlarının son 3 yıldaki ortak tespiti, şehir hastanelerinin muhasebe işlemlerinin mevzuata uygun olmadığı ve devamlı surette (AS: sürekli biçime) kamunun zarar ettiğidir.

Ticari sır gerekçesiyle milletvekillerinden dahi saklanan şirket-şehir hastaneleri sözleşmelerinde kamunun menfaatini savunan bir irade ve mekanizma yoktur.

Küresel sömürü sisteminin bir manivelası olan şirket-şehir hastaneleri esasen (AS: gerçekte) kamudan özel şirketlere para aktarmanın bir paravanıdır ve Cumhuriyet tarihinin en uzun süreli soygun sistemidir.

Kamunun menfaatini (AS: çıkarını) savunan bir taraf olmadığı için şirket-şehir hastanelerini kamu özel işbirliği (KÖİ) projeleri olarak adlandırmak yanlıştır, doğrusu bu hastanelerin AKP-yandaş işbirliği (AYİ) projeleri olduğudur.

Şirket-şehir hastaneleri kamuoyu gündemine sıklıkla yüksek maliyetleri ve yolsuzluklarla gelmesinin yanında daha önemli olan husus, bu hastaneler sisteminin Türkiye’nin egemenlik haklarını ihlal etmesidir.

KAMU ÇIKARLARININ ÖNÜNE GEÇTİ

Şirket-şehir hastaneleri Türkiye’nin egemenlik haklarını nasıl ihlal etmektedir?

  • Şirket-şehir hastanelerinin yapımı için 2013 yılında AKP tarafından 6428 sayılı özel bir yasa kabul edildi ve şirketlerin menfaat talepleri üzerine bu kanunda en az 10 kez değişiklik yapıldı.
  • Bu yasada 2015 yılında yapılan değişiklikle şirket-şehir hastaneleriyle ilgili davalarda Türk mahkemelerinin yetkisi alındı, Londra mahkemeleri (AS: Tahkim – Hakem Kurulları) yetkilendirildi. Üstelik Sayıştay, “Neden böyle bir değişiklik yaptınız?” diye sorduğunda Sağlık Bakanlığı “finansör şirketlerin isteği üzerine” bu değişikliği yaptıklarını itiraf etti.
  • Şirket-şehir hastanelerinin kira ödemelerinin Türk Lirası yerine dövizle yapılması kabul edilerek Türk Lirası değersizleştirildi, Dolar ve Avro’ya değer kazandırıldı.
  • Şirket-şehir hastanelerinin deprem, yangın gibi afetlerde zarar görüp kullanılamaz hale geldiğinde sigorta ödemelerinin Sağlık Bakanlığı yerine yabancı finansör şirketlere yapılması kabul edildi. Sigorta ödemelerinin malın sahibine yapılacağı gerçeğinden hareketle bu hastanelerin sahiplerinin yabancı finansör şirketler olduğu kabul edildi.
  • Sayıştay 2019 yılı Sağlık Bakanlığı denetim raporunda, “kreditörlerin menfaatlerinin, kamu menfaatlerinin önüne geçtiği” tespitini (AS : saptamasını) yaptı.

BÜYÜK ÇELİŞKİ

İşte bu saydığımız gerekçelerden dolayı şirket-şehir hastaneleri Türkiye’nin egemenlik haklarını ihlal etmektedir.

  • Bu nedenle, şirket-şehir hastaneleri birer “kapitülasyon hastaneleridir”.

AKP’li yetkililerin (AS: doğrudan RTE’nin) KÖİ projelerinin dövizle yapılan ödemeleri için “Sizden bunları söke söke alırlar” ifadeleri de bu projelerin bir kapitülasyon olduğunun açık itirafıdır.

Türk ekonomi tarihinin olağanüstü zamanları yaşadığı, dövizin kısa sürede katlanarak değer kazandığı (AS: TL’nin değer yitirdiği!) bugünlerde halen KÖİ ödemelerinin Türk Lirası’na çevrilmemesinin gerekçesini anlamak mümkün değildir. Üstelik vatandaşların kendi aralarındaki ticari sözleşmelerde döviz kullanımını yasaklayan 12 Eylül 2018 tarihli “Türk Parasının Kıymetini Korumayla” ilgili Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi halen geçerli iken, şirket-şehir hastanelerinin kira ödemelerinin dövizle yapılması ve vatandaşların yastık altındaki dövizlerini bozdurup ekonomiye kazandırmalarını istemeleri AKP iktidarı açısından çok büyük çelişkidir.

SİSTEM İNGİLİZLERE TESLİM

Sağlık Bakanlığı bürokratlarının şirket-şehir hastaneleriyle ilgili 1-3 Eylül 2014 tarihinde Londra’ya gerçekleştirdikleri ziyaretten sonra, İngiltere hükümetinin resmi internet sitesinde yayımlanan belge, bu hastaneler sistemine “mandacı” bir zihniyetin hâkim olduğunu tüm açıklığıyla gözler önüne sermiştir.

Bu belgede, Türkiye’de 2023 yılına dek 95 bin yatak kapasiteli 40 şirket-şehir hastanesi yapılacağı ve bu yatırımların “İngiliz firmaları için önemli fırsatlar barındırdığı” belirtilmekte.

Bir anlamda, “Türkiye’nin sağlık sisteminin önemli bir bölümü İngilizlere teslim edilmiştir”.

Bu hastaneler, yerli ve milli olduğunu iddia eden bir iktidarın, söylem ve eyleminde ne denli çelişki içinde olduğunun da kanıtıdır.

Yerli ve milli olmak, ülke kaynaklarının sömürülmesini engellemeyi ve kendi milletinin çıkarını korumayı gerektirir.

Yerli ve milli olmaya;

  • şirket-şehir hastanelerinin kira ödemelerini Türk Lirası’na çevirmeyle,
  • şirket-şehir hastanelerini kamulaştırmayla,
  • Türk mahkemelerini tekrar yetkili duruma getirmeyle başlayabilirsiniz…

Tıpkı Cumhuriyet Halk Partisi’nin yıllar önce bu 3 konuda yasa önerisi verdiği gibi…

========================================

Dostlar,

Çok değerli, yurtsever meslektaşımız Uzm. Dr. Fikret Şahin‘i bu yazısı için içtenlikle kutlarız..
Ama; kullandığı dil nedense çooook eski!. Yer yer ayraç içinde güncel Türkçe’lerini koyduk.
Arada da (izin almadan!!) Türkçeleştirdik kimi sözcükleri, elbette anlama dokunmadan..
Hoşgörüsünü dileriz.
***
Şehir hastaneleri ile ilgili 3 önemli nitelemeyi ilk kez biz yaptık ve kulandık :

1. Şehir hastaneleri TALAN’dır!
2. Şehir hastaneleri SAĞLIK KAPİTÜLASYONU’dur (akçalı ve yönetsel… boyutları ile de..)
3. Şehir hastaneleri özünde KAPİTÜLASYON eşdeğeri imtiyaz olduğundan, ülkemizin kurucu
Uluslararası Andlaşması, bu gün ölümünün 48. yılında özlem ve şükranla andığımız büyük devlet adamı ve Atatürk‘ün en yakın dava – silah arkadaşı İsmet İNÖNÜ‘nün kahramanı olduğu Lozan Andlaşmasına aykırıdır.

Bunca TALANI yapan, SAĞLIK KAPİTÜLASYONU veren ve tapumuz – tabumuz olan Lozan Andlaşması’na aykırı işler yapan AKP = RTE iktidarı, bir de gerçekte aşı niteliğini henüz bllimsel olarak kesinlikle kazanmamış TURKOVAC aşı adayını, acil kullanım onayı ile kullanıma sokarak akıl almaz hatalarını sürdürmektedir., Bu politika HALKIN SAĞLIĞI İLE KUMAR OYNAMAKTIR. Çok ağır insan hakları ihlali, hatta insanlığa karşı suçtur. Başka ülkelere yollanırsa suç uluslararası boyut ve nitelik kazanacaktır.

TURKOVAC aşı adayı henüz kesinlikle aşı olmadığından,
uygulaması der – hal DURDURULMALIDIR!

Konuya ilişkin ayrıntılı bilgi için bkz. “TURKOVAC” Aşı Adayının Bilimsel Verileri / Makalesi Nerede?? | Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc


Sevgi, saygı ve KAYGI ile. 25 Aralık 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik

 

ARTI TV Programımız : AKP’nin Sağlık Sektöründe Yarattığı Yıkımlar

Dostlar,

Bu gün 2. TV konuşmamızı ARTI TV’de genç ve yetenekli – birikimli programcı Sn. Fatih Yapıcı‘nın konuğu olarak yaptık.

Değerli Yapıcı, konuyu şöyle belirlemişti :

  • AKP’nin Sağlık Sektöründe Yarattığı Yıkımlar

Bize ayırdığı 45 dakika süre içinde hemen hemen hiç sözümüzü kesmeden, kısa ve anlamlı sorularla programı yönlendirdi ve yönetti..

İzlemek için lütfen tıklayınız..

Özellikle, adına SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM (Health Transformation) denilen AKP’nin hep savunduğunun tam da tersine kökü dışarıda ve gayrı milli SAĞLIKTA ÖZELLEŞTİRME sürecini, bu programın tümü ile Batı emperyalizmi güdümünde olduğunu…

SAĞLIK HAKKINI…

  • Şehir hastaneleri talanını / sağlık kapitülasyonuna varan imtiyazları…konuştuk.

    İzlenmesini, paylaşılmasını ve yakıcı gerçeklerin öğrenilmesini dileriz.
    Sağlık alanındaki caf caflı propagandanın içyüzünü öğrenmek ve durdurmak gerek.

  • Hasta garantili – ticari sır korumalı gizli sözleşmelerle nasıl salt bugünümüzün değil geleceğimizin de ipotek altına alındığını hatta satıldığını görmek gerek.
    İlk halk iktidarında bu aşağılayıcı bağımlılık anlaşmalarını yırtıp tarihin çöp sepetine atmak gerek!

Sevgi ve saygı ile. 16 Temmuz 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik     

“KORONA ile UZAYAN TANGO…” NE YAPMALI??

“KORONA ile UZAYAN TANGO…”

NE YAPMALI??


Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Uzmanı
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com
https://www.birgun.net/haber/korona-ile-uzayan-tango-ne-yapmali-315077, 10.9.2020/BİRGÜN

  • 10 Eylül 2020 günü BİRGÜN gazetesinde arka sayfada TAM SAYFA olarak yayınlanmıştır. Erişke (link) yukarıda verilmiştir. pdf biçimi için tıklayınız..
    *****

Nereden çıktı bu afet??

Bir mutasyon (Evrim!) ürünü olan yeni koronavirüs (SARS-COV2) 8 ayı aşan bir süredir, Küreselleşmekle övünen (?) gezegenimizi ve görkemli (!) uygarlığımızı tam anlamı ile “tutsak” aldı. Ne tuhaf ki, gerçekte bu COVID-19 küresel salgını (= pandemi) tam da azgın Küreselleş(TİR)menin = Yeni emperyalizmin ürünü! “Sustainable development” (sürdürülebilir kalkınma) mottosu / masalı sizlere ömür; böyle diye diye tam da tersini yaptık ve yabanıl (vahşi) kapitalizmin tunç yasası “her durumda en çok kâr” dayatılarak algı yönetiminin sonuna geldik. Şimdi sıra, a fortiori (zorunlu olarak) bir başka mottoda : Sürdürülebilir yaşam!

Unutulmasın : Gezegenimizin insanlara gereksinimi yok; bizler yeryüzünde biyolojik anlamda gerçek birer zorunlu parazit durumundayız ve doğa ile barışık yaşamak yerine ona vahşetle hükmetmeye kalkışıyoruz. 21. yy. başında karşılaştığımız Doğa afetleri (Doğanın savunması!), salgınlar sayı ve boyut olarak ağırlaştı ve sürecek.. Bu salgınla bitmeyecek; uzun erimli hazırlıklı olmak kaçınılmaz.

Altını kalın kalın çizelim : Aşırı / akıl dışı / sürdürülemez nüfus artış hızını Dünyada ve Türkiye’de ivedi olarak frenlemek ve toplam nüfusu hızla azaltmak zorundayız, başka hiçbir yolu yok!

  • HER AİLEYE 1 ÇOCUK!

Beka sorunu ile mi yüz yüzeyiz ?

Hem yerel – bölgesel hem de küresel ölçekte yeni koronavirüs pandemisini bir an önce sınırlamak ve hızla sönümlendirmek gibi beka (survival, sağkalım) sorunu ile yüz yüzeyiz. Tanı konan toplam olgu (vaka) sayısı 8 ayda 30 milyona, ölen insan sayısı ise 1 milyona koşuyor. Toplam dünya nüfusu 7,8 milyar ve sırasıyla her 260 insandan 1’i hastalığa yakalandı, her 7800 insandan 1’i de öldü. Ancak hemen anımsamak gerekir ki; bu rakamlar kayıt altına alınabilenlerdir. Özellikle olgu sayısının 10 ile çarpılması genel bir Epidemiyolojik kuraldır, “Buzdağı olayı” (Iceberg phenomenon) gereği. Bu durumda 300 milyon insan bulaşı almış ve belli ölçüde bağışık yanıt üretmiştir. Denebilir ki; küresel nüfusun %3,85’i bilemediğimiz bir süre ve bir ölçüde (yeterli mi?) hastalığa dirençlidir. Bu oran, salgının doğal yolla durması bakımından kesinkes yetersizdir.

Etkili ve güvenilir bir aşı ve aynı niteliklerde sağaltım ajanlarının (ilaçlar) makul sürede geliştirilememesi durumunda, tam bir varsayımsal toplum – kitle (herd) bağışıklığına umut bağlanacaksa, bu tempo ile 26 kez “böylesi bir 8 ay” geçirmek gereklidir; toplamda 17,3 yıl! Küresel toplumun en az %60’ının doğal olarak  (hastalığı geçirerek) bağışıklanması ile yetinilebileceği düşünülürse, umut, 17.3 x .6 = 10,4 yıldır. Bunca uzun  süre, pek çok bakımdan katlanılabilir bir zaman dilimi değildir.

Sayısal veriler cephesinde Türkiye benzer durumdadır. Ülkemizin eylemli (fiili) – gerçek nüfusu 90 milyona yakındır ve küresel nüfusun %1,15’ine karşılıktır (topraklarımız ise toplamın %0,54’ü!). 8 Eylül 2020 resmi verileriyle toplam olgu sayısı 283,270 olup dünya toplamının %1,02’sidir (283,270/27,764,017). Ölüm  rakamları ise 6,782 / 902,356 =%0,74 ile oransal beklentinin epey altındadır ve bu “iyimser” (?) durumu açıklayacak hiçbir bilimsel veri elde yoktur..

Açıkça, ülkemizde açıklanan sayısal veriler gerçek değildir!

Aşı ve İlaç Umudumuz var mı?

Hastalığın etmeni bir virüs ve tıp dünyası genel anlamda viral hastalıklarla savaşımda öbür mikro canlı bulaşları ile olduğu ölçüde başarılı değil. Örn. 40 yıldır yaşamımızda olan HIV / AIDS için hala bir aşı yok, ancak etkili ve fiyatları zamanla düşen ilaçlarla bu hastalık adeta bir süregen (kronik) hastalık oldu. HIV yaşamımızdan çekip gitmedi, yerleşip kaldı ve onunla birlikte yaşamayı öğrendik zorunlu olarak.

COVID-19 için de etkili ilaç geliştirmek çok uzun yıllar / onyıllar alabilir. Aşı içi ise çok daha özenli (ihtiyatlı) olmak zorundayız. 2 temel koşuldan asla vazgeçilemez : Etkinlik ve Güvenlik. Aşı yeterince etkin (koruyucu!) olmak zorundadır, ideal olarak %90’lar üzerinde (İnfluenza – Grip aşıları için bu oran %65). ABD – FDA, %50 oranında koruyucu aşıya lisans vereceğini açıkladı bu arada. Güvenilirlik ise aşının istenmeyen etkileri, yan etkileri, komplikasyonlarıdır. Dikkat çekelim; aşılar ilaçlardan farklı olarak herkese yapılacaktır.. Kuramsal olarak 7.8 milyar tüm dünya nüfusuna. Oysa ilaçlar daha sınırlı hasta kümelerinde kullanılmaktadır. Dolayısıyla istenmeyen bir etki çok daha büyük kitleleri olumsuz etkileyebilecektir. Bu durum Toplum Sağlığı bakımından uygun olmadığı gibi, çok uzun onyıllarda sabır ve emekle dokunan aşılara güven duygusunu zedeleyebilecektir. Günümüzde aşı karşıtı hatırı sayılır kesimler açısından böylesi bir tablonun doğmasına izin verilemez. Dünyada 4-5 merkez aşı üretimine yakındır. En iyimser ancak çok düşük olasılıklı senaryo bu sonbahar, kışa girerken; daha az iyimser olanı ise 2021 ilkyazı ve yazı görünüyor. Ancak bununla da bitmiyor; ek sorunların başında yeterli dozun kısa sürede üretimi, dağıtımı, lojistik zinciri ve kitlelere erişimi önemli sorunlar. Ve elbette fiyat.. Ortalama 50 $ çok iyimser fiyatla ve tek doz (?) için Türkiye’ye maliyet 90 m x 50 $ = 450 m $ dolayında bir dışalım (ithalat) bedeli yüklüyor. Ek maliyetler de var elbette..

Türkiye ise aşı ve anti-viral ilaç üretebilecek teknolojik altyapıdan yoksun ne yazık ki.. Oysa Büyük ATATÜRK, 1 Mart 1923’te TBMM’nin 4. açılış yılı konuşmasında o yıllarda Sivas ve İstanbul’da yeterince üretilen, milyonlarca insanımıza uygulanan ve hatta dışsatımı yapılan aşıların adlarını ve üretim miktarını veriyor.. 1928’de Almanya, Fransa, İngiltere, ABD örnekleri gözetilerek kurulan Dr. Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü, “Dr. Refik Saydam Ulusal Halk Sağlığı Kurumu” adıyla özerk bir bilim kurumu olarak hızla, yasa ile yeniden yapılandırılmalı ve teknik donanımı, insangücü hızla sağlanarak salgın yönetimi bu Kuruma bırakılmalıdır.

NE YAPMALI??

Türkiye’de (Dünyada da!) salgını AKP iktidarı çıkarmamıştır!

Öncelikle siyasal iktidarın “hiç hata yapmama kompleksinden” kurtulması gerek. Her yapıp ettiğinin bir başarı öyküsü – efsanesi olması zorunlu değildir. Bu sağlıklı bir siyaset olmayıp narsisistiktir, patolojiktir. Herkes ve her iktidar hata yapabilir. Hele 18 yıldır tek başına iktidar olan ve muhalefet kanallarını olabildiğince tıkayan AKP = RTE iktidarının hatadan, üstelik ciddi hatalardan kaçınma olanağı hiç ama hiç yoktur. İktidarın, “nerelerde hata yaptık?” sorusunu ülkenin kurumlarına ve uzmanlarına sorması zorunludur. Öncelikle TBMM özel gündemle toplanmalı ve tam bir nesnellikle bu yakıcı ulusal sorunu enine – boyuna irdelemeli, gerekli mevzuatı, kararları üretmelidir.

Türkiye’mizin övünülecek bir insangücü ve kurumsal birikimi bereket, vardır ve bundan yararlanmamak düşünülemez. Tüm etik – politik – tarihsel kaygılar bir yana, AKP = RTE iktidarı ülkemizdeki korona salgınını da başarı ile yönetmek istiyorsa, ülkemizin tüm olanaklarını seferberlik sorumluluğuyla değerlendirmelidir.

Yapılabileceklere, hem 43-44 yıllık hekimlik, 40 yıllık Halk Sağlığı Uzmanlığı hem de Mülkiye eğitimi almış bir uzman / aydın sorumluğu ile yaklaşmaktayız.

  • Sorun çok ciddidir ve ulusaldır; ÜLKEMİZE DİZ ÇÖKTÜREBİLİR!

Dolayısıyla, anlaşılmasının kolay olması bakımından sınıflandırarak özetlemek isteriz yapılması gerekenleri :

  1. Sağlık İnsangücü (SAİG) ekseninde :

Eldeki 1,1 milyon SAİG açıkça yetersizdir. “Çaycı ve kaporta ustası gibi çalışanlar filyasyon ekiplerinde görevlendirildi” içerikli haberler basında yer almaktadır ve çok acı vericidir (9.9.2020, (https://www.birgun. net/haber/cayci-ve-kaporta-ustasi-gibi-calisanlar-filyasyon-ekiplerinde-gorevlendirildi-314903). İvedilikle, atama bekleyen 400+ bin sağlık çalışanının en az yarısı göreve alınmalıdır. Aile Hekimlerine, kamu görevlisi birer Halk Sağlığı Hemşiresi atanmalıdır ki evlerinde tutulan, yatak yetmezliği nedeniyle yatırılamayan hastalara evlerinde bakım –daha iyi– verilebilsin. Ataması bekleyen hekim kalmamalıdır. 15 Temmuz soruşturmaları
-artık- derhal bitirilmeli ve bekletilen sağlıkçılar işe başlamalıdır.

Okul Sağlığı Birimleri kurularak Toplum Sağlığı Merkezleri (TSM) / Aile Hekimlerinin ağır yükü azaltılmalıdır.

Emeklilik isteyen, istifa eden sağlıkçıların durumu özenle incelenmeli ve geri kazanıma çaba gösterilmelidir. Gerekirse 65+ yaş emekli sağlık çalışanlarından çalışabilecek istekliler için hazırlık yapılmalıdır. Tüm sağlık çalışanlarının çalışma koşulları Anayasa, ILO ve AİHS ölçütleri bağlamında yeterince sağlıklı ve güvenli kılınmalıdır. 280 bini bulan toplam resmi korona hastasının 30 bini sağlık çalışanı olup olağanüstü yüksek bir orandır ve bu tablo ne kabul edilebilir ne de sürdürülebilir. Akçalı haklar mutlaka ödenmeli, MESLEK HASTALIĞI hakkı tartışmasız ve derhal, geriye dönük olarak tanınmalıdır. Kişisel koruyucu donanım (KKD) sıkıntısı olmamalı, çalışma süreleri kısaltılmalı, uygun aralıklarla SAİG ve ailelerine tarama testi yapılmalı ve mesai sonrası konaklama yerleri isteyen SAİG için uygun ulaşım ile sağlanmalıdır. SAİG yorgun – bitkin – tükenmiş – depresyonda – yılgındır.. Ölümler kabul edilemez sayıda yüksektir! Bu sağlık ordusu ile salgınla boğuşmak düşünülemez; moral – motivasyonu mutlaka sağlamak zorunludur. Sayısal olarak OECD standartlarının diplerinde olduğumuzu üzülerek belirtelim. Erdoğan’ın sandığının ve sunduğunun tersine..

  1. Örgütlenme ekseninde :

Salgın, şaşmaz bir kural olarak ancak 1. Basamak Sağlık Hizmetleri ile yenilebilir. Çünkü temel yordam (strateji) bulaş zincirinin toplumda kırılmasıdır. Oysa 2. ve 3. Basamak olan Hastaneler, cephe gerisi hizmet vererek hastalananları sağaltmaya (tedaviye) çabalar. Şu sıralar ülkemizde yaşanan tıkanma budur ve toplam 250 bin hastane yatağı kapasitemiz çok kısa sürede yetmez olmuştur. O halde, hastane öncesi – dışı 1. Basamak Sağlık hizmetlerini güçlendirmek vazgeçilmezdir. Aile Hekimliği kurumu bu amaca uygun değildir ve TSM’ler de yetersiz kalmaktadır. SAİG başlığında yukarıda da değindiğimiz üzere en az yüz bin sağlık çalışanı 1. Basamakta, bir o kadarı da hastanelerde olmak üzere atama bekleyenler göreve çağrılmalıdır. En azından sözleşmeli olarak, salgın atlatılana dek.. Orta – uzun erimde, 1. Basamağın da özelleştirilmesi demek olan, gerçekte çağ dışı olan Aile Hekimliği örgütlenme modelinden kamucu ve takım çalışmasına, halkın da katılımına dayanan güncellenmiş Sağlık Ocakları örgütlenmesine geçilmelidir.

Türkiye, sağlık hizmetlerini örgütlerken, bu hizmetleri şatafatlı hastaneler ve sağaltım (tedavi) olarak algılamak gibi ürkünç (vahim) bir yanılsamadan kendini mutlaka kurtarmalı ve koruyucu sağlık hizmetleri kesin öncelik almalıdır :

  • Herkese, sürekli, nitelikli ve kamusal sorumlulukla. Böylesi bir yapılanma, bundan böyle de sıklıkla karşılaşmamız olası / kaçınılmaz olan kitlesel sağlık sorunları için şimdiden hazırlık olur.
  1. Teknik donanım ekseninde :

Öncelikle hızla sahra hastaneleri açarak yatak kapasitesini büyütmek ve yatması gereken hastaları evlerine yollamamak zorundayız. PCR+ bu kişiler klinik olarak gerekliyse yatırılabilmeli, yatması gerekenler evlerine yollanmadan sahra hastanelerinde en az 14 gün yalıtılarak (izolasyon) sağlık çalışanları gözetiminde tutulmalıdır. Yoğun bakım gereksinimini de karşılamak zorundayız. SAİG için gerekli tüm KKD, uygun ulaşımı sağlamalıyız. Hasta – kuşkulu – temaslı, filyasyon ekipleri… için yeter cankurtaran (ambulans) edinmeliyiz. Karantina mekanları yaratmak bir başka zorunluk.. Hasta olması olası – kuşkulu kişiler, sağlık kuruluşlarına yakın uygun yerlerde (boş TOKİ binaları, tatil köyleri, oteller, öğrenci yurtları..) sağlık çalışanları gözetiminde toplumdan ayrılmalıdırlar. Özel sektörün olanakları salgında mutlaka kullanılmalıdır.

  • “Kendini evde karantinaya al / izole et” alaturka bir yol ve işe yaramıyor!
  • Evde izolasyon – karantina olmaz; bulaş zincirini böyle kıramazsınız; nitekim kırılamamıştır!

SGK desteklenmeli, açıkları giderilmeli ve özellikle alt sınıflardaki yoksul – işsiz – emekçiler sosyal devletçe korunmalıdır.

  • Genel Sağlık Sigortası rejimi terk edilmeli, nüfus cüzdanı sağlık hizmetine erişmeye yetmelidir.
  1. Finansman ekseninde :

Yapılmayan / yapılamayan pek çok girişimin temel nedeni AKP = RTE iktidarının finansal bunalımıdır.

Ülkemiz, tarihinin en ağır ekonomik bunalımına bu iktidarla adım adım ve göz göre göre sürüklenmiştir.

Yukarıda yazdıklarımız ciddi parasal kaynak gerektirmekte ve büyük oranda bu yüzden gerçekleştirilememektedir. Köktenci çözüm kaynak bulmaktır. Ülkenin Dolar milyarderleri başta, gönüllü katkıya, olmadı bir VARLIK / SERVET VERGİSİNE tabi tutulmalıdır. Garantili ödemeli köprü, tunel, otoyol, şehir hastanesi, havaalanı.. gibi sömürü projelerine döviz üzerinden ödemeler mücbir neden / force majeur gerekçesiyle askıya alınmalı; her tür israf kesinlikle sonlandırılarak… yeter – gerek kaynak yaratılmalıdır. Sarayın uçakları da dahil, giderler en aza çekilmelidir…

  • Şehir hastaneleri açık bir talandır ve derhal kamulaştırılmalıdırlar.

Sonuç olarak                            :

  • Muhalefet sesini yükseltmeli,
  • Bilim Kurulu kamuoyu önünde itirazlarını açıkça yapmalı,
  • Erdoğan doğru – yeter bilgilendirilmeli
  • Her tür iç – dış (turizm dahil) toplumsal hareketlilik, transit geçişler en aza indirilmeli,
  • En az 14 günlük tam kapatma için hızla hazırlık yapılmalıdır.
  • Salgın saydam, dürüst, katılımcı ve tartışmasız biçimde Epidemiyoloji Bilimi ilkeleri doğrultusunda yönetilmelidir.
    *****

Şehir hastaneleri: Birkaç görüş

Şehir hastaneleri: Birkaç görüş

Emre KONGAR
Cumhuriyet
, 08 Mayıs 2020

Sevgili okurlarım, CHP Balıkesir Milletvekili Dr. Fikret Şahin’in TBMM’deki soru önergeleriyle gündeme getirdiği, Tuncay Mollaveisoğlu’nun TELE 1’de ve Cumhuriyet gazetesinde irdelediği Şehir Hastaneleri sorunu hakkındaki üçüncü yazım.

Şehir Hastanelerini doğrudan Cumhurbaşkanı’nın gündeme getirmesi, konunun medyaya yansımasına yol açtı.  Bu yazıda bazı okur yorumlarını özetleyeceğim. İlk yorum, değerli mimar, yazar, düşünce insanı, Dr. Doğan Hasol’dan:

Şehir Hastaneleri yanlıştır.

Dünyada artık 1500-2000 yataklı hastane yapılmıyor. Elli yıl önce hastanede yatış süresi ortalama 14 gündü; şimdi bir buçuk gün. Bugün en uygun boyut 230 yatak. 200’ün altı, 600’ün üstü verimsizdir. Bu konuda Türk Tabipleri Birliği’nce hazırlanmış ciddi bir kitap var.

  • Hasta garantili yap-işlet-devret finansman modeli de yanlıştır.

Üstelik girişimcinin aldığı kredinin kefili de devlet.

Salgın hastalık durumlarında da bu hastaneler hiç uygun değildir.

  • Sağlık ve eğitimin ticaret aracı olması kabul edilemez.

***
Bir başka yorum İ.T. adlı okurumdan:

Dikkatimi çeken şey; bu hastaneler şehir dışında yapıldığından, oraya toplu taşıma araçlarını kullanarak gidenlerin bulaşıcı hastalıkların yayılması açısından risk oluşturması.

Bir eski öğrencim B.U. da şunları yazmış:

2005 yılında SSK hastaneleri Sağlık Bakanlığı’na devredildi, dispanserler ve sağlık ocakları kapatıldı, aile hekimliği kuruldu. İktidar kendi hastaneler sistemini kurmaya kalktı. Şehir hastanesi /devlet hastanesi ayrımı oluştu.

Sağlıkta büyük rant olduğu için, bu hastaneler üzerinden rant dağıtacak bir sistem kurdular. Kendi yandaşını besleyecek, devlet ihaleleri üzerinden yeniden üretilen bir iktidar düzeneğidir şehir hastaneleri.

Büyük hastane kurmak büyük yenileme yatırımı ve çok büyük oranda teknik eleman ister, böyle bir yapıyı yönetmek de kolay değildir.

  • Dünyada şehir hastanesi sistemi başarısızdır, bunlar derhal kamulaştırılmalıdır.

Böyle bir müdahale ekonomiye müdahale değildir, yani oyunun kuralından sapan bir sistemi yeniden üretmek için yapılan zorunlu bir müdahaledir.

Yap-işlet-devret modeli ve benzerleri modern düyun-u umumiye rejimidir hocam.

Hastaneye gelenden 50 gelmeyenden 250 TL isteyen bir iktidara sahip olmak her millete nasip olmaz. Beton yerine insana yatırım yapmak en son düşündükleri iştir. İhaleler üzerinden iktidarı sürdürmek temel hedeftir.
***
Sevgili okurlarım, bu Şehir Hastaneleri konusunda, çok vahim, benim söylenti olarak bile dile getirmek istemediğim bazı uygulamalar yapıldığına ilişkin iddialar var. İşin daha da vahim ve kuşku uyandıran yönü, Sağlık Bakanlığı’nın da Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın da, yapılan harcamalar ve maliyetler hakkında hiçbir soruya yanıt vermemiş olmalarıdır.

Bu sütunun her türlü yanıta açık olduğunu kendilerine bir kez daha anımsatırım:

  • Şehir Hastaneleri maliyet ve işletme sorunları, yanıt vermeden geçiştirilebilecek veya soru soranları hainlikle suçlayarak kapatılabilecek konular değildir.
    ==============================

    ŞEHİR HASTANELERİ = TALAN’dır!

    Dr. Ahmet SALTIK