Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 29 Mart 2023

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

SORUŞTUR/MA

İçişleri Bakanlığı, İ. Melih ve dönemin bürokratları hakkında Ankapark’ın yapım ihaleleri nedeniyle 750 milyon dolarlık kamu zararının oluştuğu iddiasıyla savcılıkça soruşturma açılmasına izin vermedi.

Kamu zararı iktidarı ilgilendirmez, soruşturmaya değmez!..

KAYIP

Sinan Ateş’in katilinin kaçışına yardım eden Tolgahan Demirbaş’ın MHP Milletvekili Olcay Kılavuz’un evinde yakalandığına dair (ilişkin) polis tutanağının kaybolduğu iddia edildi.

Mafya-parti-devlet üçgeni…

BATIŞ

F. Erbakan, AKP ile ittifaka giderse partinin batacağını söyledikten iki gün sonra ittifak yaptı.

Batsın…

UZANTI

RTE, “3-4 oy daha fazla kapmak için bölücü örgütün siyasi uzantıları dahil tüm marjinal yapılarla iş tutmaktan çekinmeyenlere, bu milletin geleceğini emanet edemeyiz.”

HÜDA-PAR‘ı kastetti değil mi?…

YÜKSEK

RTE, deprem bölgesinde çocuklara otobüsten oyuncak attı. (AS: Biz utanıyoruz O’nun yerine)

Halktan kopuş, yukarıdan bakış, yüksekten atış…

LİYAKAT

Lefkoşa Büyükelçisi Feyzioğlu, Atatürk düşmanı Ayasofya İmamı Demirkan’ı ağırladı ve web sayfasında gururla yayımladı. (AS: Adalet Bakanı olmaya takmış!)

Atina Büyükelçisi, Yunanistan’ın Türk egemenliğinden kurtuluş gününü kutladı.

Liyakat yerine yalakalık temel alınınca…

İNCE

İkinci tura kalarak %60 ile cumhurbaşkanı olacağını iddia eden M. İnce, yüz bin imzaya ancak 4. günde ulaştı. Öyle planladıklarını söyledi.

İnce ince at yenilsin!…

SALAKLIK

Dokuz yıl sonra RTE’nin diplomasının sureti (örneği) yayımlandı (Aslı nedense üniversitede imiş).

Dekan yerinde görünen imza sahibinin o tarihte profesör değil doçent olduğu saptandı.

Diplomanın o tarihteki formatta olmadığı belirlendi.

Sıra numarası iki belgede farklı verilmiş.

Kitabına değil defterine bile uyduramamışlar…

TEMEL

RTE deprem bölgesinde göstermelik temeller attı. Ortaya çıkınca iş makinaları yollandı.

Oy için depremzedeyi kandırandan ne beklenir?..

ESARET

MHP lideri Bahçeli, partililerin açıklamalarına dayanarak HÜDA PAR’ın Hizbullah’la bağlantısı yok diyor. AMED duyarlılığını HÜDA Par’a karşı gösteremiyor.

İnsan bir kere teslim olmaya görsün…

NALCI

23 Ocak 2023’te İMZA başlıklı İğne‘mde şöyle yazmıştım:

Doğu Perinçek cumhurbaşkanı adayı olabilmek için imza kampanyası başlattı.

100 bini bilmem ama üçün biri garanti…

Tutturamadım. Dördün birine daha yakın…

İKİZ

Balyoz davasında yerel mahkeme altı kişiye ceza verdi.

  • FETÖ gitti sanılmasın kendisi de ikizi de görevde…

MUHARREM İNCE’YE AÇIK MEKTUP

Zeki Sarıhan
zekisarihan.com
26 Mart 2023

Muharrem Bey,

14 Mayıs 2023 günü yapılacak olan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday oldunuz. Genel Başkanı olduğunuz Memleket Partisini de milletvekili seçimlerine sokacaksınız. Size dostlarınız tarafından yapılan çeşitli uyarılara ve ricalara karşın bu kararınızdan dönmeyeceğinizi ilan ediyorsunuz. Eğer seçimlere girmekten vazgeçerseniz, bunda da pazarlık yoluyla önemli bir kazanım elde etmek istediğiniz anlaşılıyor.

Konuşmalarınızda çok yüksekten atmanıza karşın, dışarıdan nasıl görüldüğünüzü size bildirmek istedim. Hırsınıza mağlup oluyorsunuz. Bu seçimlerde önemli bir varlık gösteremeyeceksiniz. Altı siyasal parti başkanının, iki Büyükşehir Belediye başkanının aday olduğu, HDP’nin destek verdiği bu seçimde sizin ve partinizin dişe dokunur bir varlık göstermesi olanaksızdır.

Eskiden üyesi olduğunuz, ekmeğini yediğiniz CHP’den ayrılıp ayrı bir parti kuranların hepsi sizin gibi yüksekten atmalarına karşın, siyasal partiler mezarlığında yerlerini aldı. Halen çabalamakta olan bazılarının gideceği yer de orasıdır. Bu size ders olmalıydı.

Siyasette kararlı olmanın, etkili söz söylemenin kimi getirileri vardır. Ancak bunlar bir kadroya ve programa dayandığı sürece bir işe yarayabilir. Yoksa sırf kişisel ihtiraslarını doyurmak için yapılacak ataklar, saman alevi gibi yanıp sönmeye mahkûmdur. Türk siyaset yelpazesinde sosyalistler, sosyal demokratalar, çeşit çeşit milliyetçiler, merkez sağcılar, liberaller, şeriatçılar örgütlüdürler. Bunların bir kesiminin ortak paydası da Atatürkçülüktür. Siyaset meydanında bir boşluk yoktur ki bunu doldurmak için ortaya atılmış olasınız.

CHP Genel Başkanlığına aday olduğunuz zaman adınızı anmadan, “O’nu Hiç Gözüm Tutmamıştı” diye yazmıştım. Geçmişteki tanışıklığımızdan doğan bir nedenle. (Ulusal Eğitim Derneği’ne üye olduğunuz halde ödenti vermemek için bu dernekten istifa etmiştiniz.) Kemal Kılıçdaroğlu, ısrarlarınıza dayanamayarak sizi Cumhurbaşkanı adayı ilan ettiğinde, Tek Adam Rejimine karşı olan herkes gibi size oy verdim. Kazanamamak sizin kusurunuz değildi. Türkiye’nin sosyolojisi henüz buna hazır değildi. Ama Kılıçdaroğlu birkaç yıldır taş üstüne taş koyarak Millet İttifakını kurdu. Tek başına girse kazanılamayacak bir seçimde CHP’yi olası bir iktidarın en güçlü ögesi durumuna getirdi.

  • Milyonlarca insan 14 Mayıs’ta daha adil, daha demokrat, daha dürüst bir Türkiye’ye gözlerimizi açmaya hazırlanırken,
  • Salt tavan yapan egonuzu doyurmak için bu İttifaka çomak sokmak, aklın alacağı iş değil.
  • İktidar tirollerimnin size yağdırdığı övgüler sizin için bir ders olmalı değil mi?

Koskoca CHP’nin, ortaklarıyla ve dışarıdan desteklerle alacağı oyları siz hangi zeminden, hangi kadro ve programla alacaksınız? Tümüyle hayal dünyasında geziniyorsunuz. “Makron gibi 3. yol olacağım.” diyorsunuz. Evet dünyada bunların örnekleri var ama bu sakat bir siyasettir. Kurumların çürümüşlüğünden, kitlelerin umutsuzluğundan ortaya çıkar. Türk toplumu ise bir süreden beri çaresiz (umarsız) olmadığını anladı ve iktidarı devralmak için çözümler üretti.

Sayın İnce,

  • Biz hissediyoruz ve biliyoruz ki, gerçek amacınız, seçimleri kaybettirerek CHP’den ve Kılıçdaroğlu’ndan intikam almaktır.
  • Amacınıza ulaştığınız takdirde bütün devrimci, demokrat, özgürlükçü kamuoyu sizi sonsuza dek lanetle anacaktır.

Şu sıralarda yanınızda bulunan devşirme bir kesimin size olan bağlılığına güvenmeyin. Herhangi bir siyasal geçmişi olmayan, bir ideolojisi bile bulunmayan bu kesim, yitirdiğinizi anladığı anda sizi yalnız bırakacaktır. Bunların genç olduğunu söyleyerek sanki bu durum başlı başına bir meziyetmiş gibi konuşuyorsunuz. Onlar hangi gençlik akımından geliyorlar ve neyi temsil ediyorlar? Siyasal tarihimizde bir Genç Parti de oldu. Bir seçimde %7.5 gibi oy bile aldı. Şimdi bu partinin yandaşları nerede?

Zararın neresinden dönülse kârdır” atasözünü anımsayarak Cumhurbaşkanlığı
ve Kılıçdaroğlu’nun önünü kesme sevdasından vazgeçseniz iyi olur.

Bu tutumunuz, seçim sonuçları açıklandığında düşeceğiniz durumdan sizin için daha az hasarlı olacaktır.

TAYYİP ERDOĞAN, CUMHURBAŞKANI ADAYI OLAMAZ !…

Ümit YALIM
Milli Savunma Bakanlığı Eski Genel Sekreteri

*2014’de Yüksek Seçim Kurulu’na (YSK) başvurarak Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı adaylığına itiraz ettim.

*Erdoğan’ın Başbakanlığı döneminde 16 Türk Adası ve 1 Türk Kayalığı’nın savunulmadan Yunan askerine teslim edilmesi nedeniyle yapmış olduğum itiraz YSK tarafından reddedildi.

*Erdoğan Cumhurbaşkanı seçildikten sonra 2014-2018 arasındaki dönemde 2 Türk Adası daha savunulmadan Yunan askerlerine teslim edildi.

*2018’de Yüksek Seçim Kurulu’na (YSK) başvurarak Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı adaylığına yine itiraz ettim.

*Erdoğan’ın Başbakanlığı ve Cumhurbaşkanlığı döneminde 18 Türk Adası ve 1 Türk Kayalığı’nın savunulmadan Yunan askerine teslim edilmesi nedeniyle yapmış olduğum itiraz YSK tarafından yine reddedildi.

*Erdoğan Cumhurbaşkanı seçildikten sonra 2018-2023 yılları arasındaki dönemde 2 Türk Adası ve 1 Türk Kayalığı daha savunulmadan Yunan askerlerine teslim edildi.

*28 Mart 2023’de Yüksek Seçim Kurulu’na (YSK) başvurarak Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı adaylığına üçüncü kez itiraz ettim.

*Erdoğan’ın Başbakanlığı ve Cumhurbaşkanlığı döneminde 20 Türk Adası ve 2 Türk Kayalığı’nın savunulmadan Yunan askerine teslim edilmesi nedeniyle YSK’ya gönderdiğim itiraz dilekçesi ek dosyada sunulmuştur.

YSK TAYYİP ERDOĞAN’IN CB ADAYLIĞI’NA İTİRAZ DİLEKÇESİ-3

Saygılarımla. 29.3.23

KUTSAL RAMAZAN AYINDA YAPILAN İBADETLERİN ANLAM VE ÖNEMİ ÜZERİNE KISA NOTLAR

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Sosyolojik açıdan tüm dinler, inançlar ve kutsal kitapların final (sonal) amacı ibadet (tapınç) değildir.

Güzel ahlaklı insanlar ve toplumsal barış ve kardeşliği inşa etmektir (kurmaktır).

İnsanların güzel ahlaklı ve adil kişiler olarak arınabilmelerine katkı sunmaktır.

Başta insan soyu, doĝa ve çevre olmak üzere, tüm canlıların hak ve hukukuna saygılı olabilmektir.
***

İslam dini dahil, tüm kutsal öğretilerde hem bireysel ve hem de kamusal açıdan, güzel ahlak ve adalet öznedir, yani erişilmesi gereken ana hedeftir.

İbadetler (tapınımlar) ise nesne, yani bu ana hedefe götüren yollar ve araçlardır.

Gerçek olan; yaşam boyu bireysel, ailesel, mesleksel ve kamusal her türlü ilişkilerde hiçbir zaman hak, hukuk adalet, güzel ahlak, liyakat (yaraşırlık) ve vicdan rotasından sapmamak, asla kimseye zarar vermemek (Primum non necere!), kula kul olmamak ve kul hakkı yememektir.

Tutulan oruçlar ve yapılan tüm ibadetlerin (tapınıların), güzel ahlak ve adaleti amaçladığının bilincinde olan, yüreğini başkalarına karşı kin, nefret, cebir ve şiddetten arındırarak toplumsal dayanışma ve birliğimize katkı sunan tüm içten inanç sahibi kardeşlerimize ne mutlu…

Demokratik – laik bir ülkedeki din ve vicdan özgürlüğünün bilincinde olarak, oruç tutan, tutmayan herkese, sevgi, kardeşlik ve barış içinde kalarak; gönlünce, özgür, bilinçli sağlıklı ve hayırlı ramazanlar dilerim.

Halk kontrolü eline aldı

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
27 Mart 2023, Cumhuriyet

 

İnsanlık tarihinde, bütün hakların tek bir devrimle bir anda elde edildiği tek bir örnek yoktur. İnsan, mükemmel bir varlık olmadığı için, ne yazık ki adım adım, ağır aksak, düşe kalka, öğrene öğrene, zaman içinde ilerlemekte ve gelişmektedir.

14 Mayıs 2023 seçimleri de bu çerçevede ele alınmalıdır. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanlığı adaylığında anlaşan “Millet İttifakı”nın ve “6’lı masa”nın, laiklik ve sosyo-ekonomik adalet alanlarında yapısal reformların gerçekleşmesi konusunda yetersiz kaldığı bir gerçektir.

Ancak söz konusu ittifakın, başka alanlarda, örneğin, yargı bağımsızlığının; yasama, yürütme, yargı arasında güçler ayrılığının; düşünceyi ifade, yayın, medya ve örgütlenme özgürlüğünün; Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin yetkilerinin artmasının sağlanması konusunda gerçekleştireceği reformlar, AKP’nin kurduğu teokratik diktatörlük rejiminin sona ermesi doğrultusunda büyük bir adım olacaktır.

Bu büyük adım gelecekte, laiklik ve sosyo-ekonomik adalet konusunda daha ileri reformların yapılması olasılığını da doğuracaktır. AKP’nin kurduğu despotik, dogmatik, teokratik düzenle, anayasada belirtilen demokratik, laik, sosyal hukuk devletinin inşa edilemeyeceği açıktır.
***
Muhalefet cephesinde, bu yalın gerçeği dikkate almadan ve kavramadan hareket eden her siyasetçi, siyaset sahnesinden silinecektir.

Halkın çoğunluğu, ekonomik krizin yarattığı olumsuz ortamın da etkisiyle, Türkiye’nin AKP iktidarında dibe vurduğunun, bundan daha kötüsünün olamayacağının farkındadır.

  • Gerçekleştirilen tüm araştırmalara göre, AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’a karşı şu anda seçimi kazanma olasılığı olan tek cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu’dur.
  • Halk bu nedenle, ilk turda Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçimleri kazanmasını zora sokacak olan her siyasetçiyi, oylarıyla sandığa gömecektir.

İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener bu nedenle, siyaseten yok olmaktan son anda kurtulmuştur. Akşener’in yarattığı kriz nedeniyle on binlerce kişi 48 saat içinde İYİ Parti üyeliğinden istifa etmiştir; İYİ Parti Genel Merkezi, çığ gibi gelen tepkiler nedeniyle neye uğradığını şaşırmıştır.

Siyasetçilerin hatalarından, hırslarından, egolarından bunalan halk,
artık kontrolü (denetimi) eline almıştır.

Bundan sonra halk siyasetçilere ayak uydurmayacaktır, siyasetçi halka ayak uydurmak zorunda kalacaktır! Bu kritik dönemde halka ayak uyduramayan siyasetçi, halkta karşılık bulamayacaktır. Halkın vizyonu, siyasetçinin vizyonunun ötesine geçmiştir.

Memleket Partisi Genel Başkanı ve cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce de, Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ ve Zafer Partisi’nin cumhurbaşkanı adayı Sinan Oğan da, bu gerçeği dikkate alarak hareket etmelidirler.
***
Yeniden Refah Partisi Genel Başkanı Fatih Erbakan’ın, AKP’nin ve MHP’nin Cumhurbaşkanı adayı Recep Tayyip Erdoğan’ın lehine cumhurbaşkanı aday adaylığından çekileceğini ve HÜDA PAR adlı şeriatçı ve bölücü “partinin”, AKP’nin himayesinde TBMM’ye milletvekili sokacağını açıklamalarından sonra, Memleket Partisi’nin ve Zafer Partisi’nin, yeni oluşan dengeleri de dikkate alarak, tutumlarını gözden geçirmeleri, ayrıca kaçınılmaz hale (duruma) gelmiştir.

  • Halk ne yapıp edip, kuruluşunun 100. yılında, Cumhuriyeti yıkılmaktan kurtaracaktır!

UCM, cezasızlık, istisnacılık, hukuk ve evrensellik

DÜNYA 22.03.2023, BİRGÜN

(AS: Bizim kısa notumuz yazının altındadır..)

 

ABD’nin ilk kadın dışişleri bakanı Madeleine Albright, geçen yıl 84 yaşında öldüğünde, yakın tarihi anımsayan pek çok insanın aklına Iraklı çocuklarla ilgili değerlendirmesi düştü. 1996 yılında CBS’in ünlü ‘60 Dakika’ programında, ABD’nin 1991 yılındaki Körfez Savaşı sonrasında Irak’a uyguladığı ağır ambargo politikasını yorumlarken, sunucunun “Yarım milyon (Iraklı) çocuğun öldüğünü duyduk. Yani bu Hiroşima’da ölen çocuk sayısından daha fazla. Ve bilirsiniz, bu bedel buna değer mi?” sorusuna, “Bence bu çok zor bir seçim… ama bedel, bizce, buna değer” yanıtını vermişti.

Bu sözler ABD’nin dünyadaki hegemonyasını ‘sınır tanımadan’ tesis ederken ‘göze aldıklarının’ ifadesiydi. Haliyle kendini ‘insan hakları’ şampiyonu gören ABD ‘istisnacılığına’ dair ‘etik’ tartışma yarattı, hem Amerika’da hem de dünyada çok eleştirildi.

‘BEBEK NAKİL OPERASYONU’

Amerikan ‘istisnacılığının’ çocuklarla ilişkisi bakımından başka tür bir olay, Albright’ın bu sözlerinden 21 yıl öncesinde yaşanmıştı. ABD’nin komünizme açtığı savaşın en kanlı ‘sahnelerinden’ birisi olan Vietnam’daki büyük hezimet günlerinde, Vietkong’un zaferi eli kulağındayken, 30 Nisan 1975’te son Amerikan askerinin Saigon’dan (Ho Chi Minh) kaotik çekilmesi öncesinde…

Olay tarihe ‘Bebek Nakil Operasyonu’ (Operation Babylift) olarak geçti. Yani, ABD ordusunun 3-26 Nisan 1975 tarihlerinde ‘Güney’ Vietnamlıların bir kısmı yetim/öksüz bebek ve çocuklarını taşıdığı operasyon. Amerikan ‘iyi niyetiyle’ başlatılan operasyon Vietnam savaşı gibi büyük bir faciaya dönüştü. 4 Nisan’daki operasyonun ilk uçuşu, arızalanan uçağın çamurlu bir pirinç tarlasına çakılmasıyla 78 çocuğun yaşamını yitirmesiyle başladı. Ardından tam sayı bilinmemekle birlikte 3300’den çok Vietnamlı çocuk ve bebek ABD’nin yanı sıra müttefik Avustralya, Fransa, Batı Almanya ve Kanada’ya nakledildi. Dönemin Başkanı Gerald Ford, ilk yetim uçağını karşılayıp kundaklanmış bir bebekle poz verirken, Vietnam yıkımından Amerikan ‘istisnacılığının’ etik görüntüsünü sunmaktaydı. Salt başkan değil, Hollywood yıldızları da bu işe koşmuştu. ‘Bebek Nakil Operasyonu’nda sonradan pedofili olduğu ortaya çıkan Playboy’un editörü Hugh Hefner’in de özel uçağı ‘Big Bunny’ ile rol oynadığını belirtmeli.

Çok sonra ‘Vietnam’ın Kayıp Çocukları’, ‘Da Nanglı Kız’, ‘Değerli Kargo’ gibi belgesellere ve eleştirel makalelere konu olan bu operasyon, tam bir drama dönüştü. Bir kere, nakledilen çocuklar salt yetim ve öksüzler değildi, Vietnamlı ailelerin sonradan geri almak üzere emanet ettiği çocuklar söz konusuydu. Operasyon sırasında bu çocukların dosyaları karıştırılmış, evlat edinme ajanslarının rıza gözetmeden yerleştirdiği kimi çocuklar aileleri tarafından sonradan bulunmuş ancak geri alma süreci, mahkemeler eşliğinde tüm taraflar açısından büyük bir rezalete dönüşmüştü. Yalnızca 12 dolayında çocuğun gerçek ailelerine dönebildiği belirtiliyor. Aradan geçen zamanda büyüyen ‘Ameriasya’ olgusunu ortaya çıkaran çocuklardan ‘teessüflerini’ ifade edenler ve biyolojik ailelerini gidip bulanlar eksik olmadı. Elbette pek çok eleştiri dile getirildi. Tabii ki Amerikan ‘istisnacılığı’ Ameriasyalı ‘uyumu’ konusunda şahane öyküler çıkardı.

‘AVRUPA BAHÇESİNİN İSTİSNACILIĞI’

Amerikan tarihi ve ‘istisnacılığı’ eleştiriler için haddinden fazla ‘zengin’. Son bir yıldır Ukrayna çatışması sayesinde ABD karşısında ‘yerlere kadar eğilmiş’ Avrupa ‘istisnacılığı’ ile de test ediliyoruz. AB dış politika şefi Josep Borrell’in ‘dünya jungle’ına gitmesi gerektiğini söylediği ‘Avrupa bahçesinin’ bu kez yeni yüzyıldaki ‘insanlık abidesi’ heyecanı yaratan hukuk üzerinden… Sovyet sosyalizmini gömen Avrupa’nın -elbette yine ABD öncülüğünde- kanlı Yugoslavya savaşı ile yeniden çizdiği harita sonrasında, başta Afrika olmak üzere 3. dünya üzerinde kurduğu ‘siyasetten azade’ addedilen evrensel yargı’ iddiası üzerinden. Ve tabii salt ‘yenik ve zayıfları’ hedef alacak şekilde…

Geçen hafta son yıllarda sesi az işitilen Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) biraz da talihsiz bir zamanlama ile Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Rusya’nın Çocuk Koruma Ajansı’nın başındaki Maria Lvova-Belova hakkında ‘tutuklama kararı’ verdi. Ukrayna’nın Rus asıllıların yaşadığı Donbass’ta çatışma sahasından çocukları tahliye ettikleri için ‘savaş suçuyla’ itham ediliyorlar. ‘Ukrayna çocuklarını’ kaçırmakla yani…

‘CEPHE HATTINA ÇOK UZAK OLMAYAN YETİMHANE’

UCM savcısı Karim Ahmad Khan, ‘tutuklama kararı’ gerekçesini açıklarken, Ukrayna’da cephe hattına çok uzakta olmayan bir yetimhaneyi ziyaret ettiğini belirterek, ‘çocuklara ne olduğu konusunda acil eylem ihtiyacının’ altını çizdi. Khan, “İddia edilen suçlardan sorumlu olanların adalet önüne çıkarılmasını ve çocukların ailelerine ve toplumlarına geri dönmelerini sağlamalıyız” diye de ekledi.

Khan’ın eski Sovyet Cumhuriyeti Ukrayna’da Rusların yaşadığından yahut darbe ile tetiklenen sekiz yıllık iç savaş sırasında ve Rusya müdahalesi sonrasında milyonlarca Rus asıllı ailenin Banderistlerin eline düşmemek için Rusya’ya gittiklerinden haberi var mı, bilmiyoruz. Örneğin Türkiye haberlerinde ‘Kürtler’ vurgusunu eksik etmeyen Batı medyası Ukrayna haberlerinde ‘Ruslardan’ söz etmeyerek ‘Ukraynalı’ demeyi tercih ediyor. Fakat bunun da ötesinde verili ‘UCM hukuku’ açısından ortada sıkıntılı bir görüntü var. Ne Rusya, ne Ukrayna, ne de zaten dünyanın egemen gücü ve bu savaşın baş sürdürücüsü ABD, UCM’ye taraf. Bu kez ön plandaki aktör, müttefiki ABD’nin aksine vaktiyle 1990’ların sonunda Roma Statüsü’nü benimseyip UCM’nin sadık savunucusu olmuş Avrupalılar. ‘Haritayı istedikleri gibi çizemeyince’ devletlerin egemenliklerini anımsayanlar açısından hayli karışık bir durum söz konusu.

Esasen 2002’de kurulan UCM’nin kurucu belgesi Roma Statüsü’nü 123 ülke imza atıp onaylamış durumda. UCM yalnızca kişileri yargılayabiliyor. Gerçekte bugüne dek dokunabildikleri ‘yenilmiş ve zayıflar’. BM temelli uluslararası hukuku ve egemenlik haklarını kezlerce ihlal etmiş, işlenen savaş suçları sabit ‘güçlü’ ABD’nin hiçbir liderine, örneğin, bu müthiş ‘evrensel yargı’ ilkesi dokunabilmiş değil.

‘EVRENSEL YARGININ DOKUNAMADIKLARI…’

Gerçekte ABD, 1990’ların sonunda Demokrat Bill Clinton döneminde ‘liberal müdahalecilik’ açısından kullanışlılığını hesaba katarak Roma sürecine katılsa da son tahlilde (çözümlemede) Amerikan siyaseti ‘siyasi motivasyonlarla yargılama platformu’ oluşturacağı için bu işten uzak durdu. Statü’yü başkanlığının son gününde imzalayan Clinton, Senato’ya ‘onaylanmamasını’ salık vermeyi ihmal etmemişti. Ve ikili dokunulmazlık anlaşmalarını zorlayan ABD, 2002’de George W. Bush baştayken, BM barış operasyonlarında görev alan personeline muafiyet tanınmadıkça tüm operasyonları veto etmekle bile tehdit etmişti.

‘LAHEY’İ İŞGAL YASASI’

UCM’nin bugünkü ‘talihsiz’ zamanlaması, Putin ve Lvova-Belova hakkındaki kararı tam da ABD’nin 20 Mart 2003’te kitle imha silahları yalanı ile başlayan Irak işgalinin 20’inci yıldönümüne denk getirmiş olması. Bu işgal, Clinton’ın yerini almış Bush yönetiminin UCM’ye karşı sert hamlelerine yol açmıştı. ABD’de 2002’de ‘Amerikan Görevlilerini Koruma Yasası’ (American Servicemembers Protection Act-ASPA) çıkarıldı. UCM ile mali yardım ve her tür işbirliğini men eden (yasaklayan) bu yasanın 8. bölümü ABD Başkanı’na, herhangi bir Amerikan askeri, seçilmiş yahut atanmış yetkilisinin ‘savaş suçu’ gerekçesiyle ‘saçının teline dokunulması’ halinde askeri müdahaleye varan bir yetki tanıyor. Bu yüzden o gün bugündür ‘Lahey’i İşgal Yasası’ olarak biliniyor.

Nitekim UCM, ‘güçlü’ ABD’ye karşı hiçbir şey yapamadı. Kör göze parmak misali (örneği) Ebu Gureyb skandalında ABD yönetimi dünya çapında rezil olduğu için 11 askerine kendisi ceza vermek durumunda kalırken, diğerleri suçlanmadan kınama cezasıyla ‘yırttılar’. UCM, ABD’nin Irak işgali ortağı Britanya hakkında 2005’de dosya açsa da bir yıl içinde kapattı. 2014’te buna yeniden yeltenen UCM altı yılın sonundaki raporunda Britanya makamlarının ‘soruşturma isteksizliği bulunduğu’ sonucua varamadığı gerekçesiyle yine davasını kendisi kapattı!

En son 2020’de UCM’nin Khan’dan önceki savcısı Fatou Bensouda, Afganistan işgalinde Taliban’ın yanı sıra ABD ordusu ve CIA’nın işkencelerinden ötürü dava açmaya kalkıştığında Trump yönetiminin hışmına uğradı. Bensouda’ya seyahat yasağı ve mal varlığını dondurma dahil yaptırım uygulandı. Biden yönetimi 2021 başında bu kararı geri çekse de, Bensouda’nın görevi de zaten bitmişti.

BIDEN’IN UCM YORUMU

‘Avrupa bahçesinin’ UCM’siyle böyle bir tarih varken, Putin-Lvova-Belova kararı sonrası Biden ne etsin? Geçen hafta Biden’a UCM’nin tutuklama kararının yarım ağızla PR’ını yapmak düştü. UCM savcısının kararı için “Haklı olduğunu düşünüyorum” dedi Biden, ama mecburen ekledi: “Ancak sorun şu ki, bu bizim tarafımızdan da uluslararası alanda tanınmıyor. Ama bence çok güçlü bir noktaya parmak basıyor. Putin açıkça savaş suçu işledi.”

‘SCHOLZ’A GÖRE KİMSE HUKUKUN ÜZERİNDE DEĞİL’

Vaktiyle Belgrad’ın ‘bütün köprülerinin Amerikan pilotları tarafından bombalanmasını’ salık verirkenki tutkulu konuşması bilinen Biden’ın ‘savaş suçlarından’ bahsetmesi komik elbette. Trajikomik olan ise, ülkesinin sivil altyapı projesi Kuzey Akım-2’ye terör saldırısı karşısında kayıtsız kalan Almanya Şansölyesi Olaf Scholz’un “UCM savaş suçlarını soruşturma hakkına sahip. Kimse hukukun üzerinde değil şimdi netleşen şey budur.” demesi.

Donbass’tan ‘çocuk kaçırmakla’ itham edilen (suçlanan) Rusya, gerekçesini şöyle aktarıyor: ‘Cephe hattındaki çocukların yaşamlarını korumak ve neonazilerin ünlü kamplarında beyinlerinin yıkanmasını önlemek’.

Ukrayna krizi; 2014’de ABD destekli darbe ile iç savaşın tetiklendiği bir ülkede, BM Güvenlik Konseyi onaylı, yani uluslararası hukuk niteliği taşıyan Minsk Anlaşması’nın çöpe atılmasıyla başladı. Moskova, BM Anlaşması’nın ‘meşru müdafaa hakkı’ içeren 51’inci maddesine atıf (gönderme) yapıyor. Batı egemenlik alanına çekilip ‘işgal’ diye nitelendiriyor. Çatışma karmaşık tarihsel ve siyasal dinamikler içeriyor ve İkinci Dünya Savaşı sonunda oluşmuş verili uluslararası siyaset ve hukuk düzenini sorgulatıyor. Şimdi UCM kararıyla buna, Batı’nın kökleşmiş ‘istisnacılık’ ve ‘tarihsel üstünlük’ algısıyla ‘insancıl hukuk’ eklendi.

Rusya açısından ironik olan; SSCB’nin çöküşünün ‘zayıflığıyla’ neredeyse seyirci olarak izlediği Yugoslavya’nın parçalanmasının adeta hukuksal vasıtasına (aracına) dönüşen UCM’yi kuran Roma Statüsü’nü 2000’de imzalamış olması. Bugün BM Anlaşması ve hukukuna göre Kosova hala Sırbistan’a aitken, Avrupa ‘istisnacılığı’ hala teskin edemediği bölgesel krizde bile dönüp ‘ne ettiğine’ bakacak değil. Moskova ise Roma Statüsü’ndeki imzasını ancak 2014’de Kırım’ın referandumla birliğe geri dönmesinin ardından 2016’da geri çekmişti. 2000’lerin liberal perspektifinden (bakışından) UCM’ye küresel siyaset ve düzeni dikkatten kaçırarak haddinden fazla paye biçen dünya solunu da not düşmek gerek. ‘Evrensel adalet‘ uman hepimizin takkeyi önümüze koyup düşünecek çok şeyi var.

‘EVRENSELLİKTEN SAĞA DÖNÜNCE HUKUK, CEZASIZLIK, İSTİSNACILIK’

Savaş ve çatışmalarda etik değerler, en zor sorunlar. Vaktiyle ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Marc Grossman, Roma Staüsü’nün UCM savcı ve yargıçlarının eline ‘ciddi anlamda kontrolsüz (denetimsiz) yetki verdiğini ve tartışmanın siyasallaşmasının kapılarını açtığını’ söylemişti. Tartışmanın bizatihi (doğrudan) kendisi siyasi. ‘Yasa’ herkes için geçerli olmuyorsa, güçlünün cezasızlığı ve istisnacılığı’ işletiliyorsa, ‘asgari rıza’ bozulduysa, hukuk tartışılsa bile ‘evrensellik’ iddiası farsa dönüşüyor.
==============================
Dostlar,

Üstteki makalenin yazarı Sayın Karan’ın uluslararası ilişkiler – dış politika alanlarında yetkin ve birikimli bir kişi olduğu açık. Ancak kullanılan dil, tek sözcükle, üstelik son derece “ağdalı”! (Eski deyimle “lügat paralama” demek istemedik). Konu zaten karmaşık ve teknik. Bir de oldukça eski, güncel olmayan Türkçe ve ek olarak yabancı sözcükleri kullanarak, “Türkçe” mi yazılmış oldu ?

Oysa yaşayan güncel Türkçe sözcüklerle (çok az örnekte ayraç içinde verdik) ve daha kısa tümcelerle, tümce içi ögeleri yer yer alt alta sıralayarak… çok daha rahat okunması ve anlaşılması sağlanabilirdi.

Makale, içeriği bakımından önemli. Batı’nın sözde evrensel / uluslararası hukukunun nasıl bir çifte standartla gölgelendiği (en hafif deyimiyle) sergilenmekte. Putin hakkında alınan tutuklama kararı ve Biden, Scholz tarafından tezcanlılıkla sahiplenilmesi, uluslararası alanda yepyeni bir gerginlik kaynağı. Üstelik verili durum zaten yeterince sıkıntılı.

Sevgi ve saygı ile. 27 Mart 2023, Ankara
 
Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net       profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter : @profsaltik    

 

 

 

Ali İhsan Tertemiz şiiri : MALATYAM

ŞİİR KÖŞESİ…

Dostlar,

Bize ulaşan bir şiiri paylaşmak istiyoruz.

Malatya’lı dostumuz Av. Ali İhsan TERTEMİZ, “tertemiz” duygu ve düşüncelerini, 6 Şubat 2023 depremleri sonrasında, “MALATYAM” adını verdiği şiiriyle kağıda dökmüş derin acısıyla kavurarak..

Usumuzu başımıza devşirmemizin ve doğanın efendisi / sahibi olma zırvasını derhal bir yana bırakıp, O’nunla uyumla yaşamaya zorunlu bir parçası olduğumuzu benimsemenin zamanı geldiii, geçiyor..

Ne kader planı” saçmalığı ile ne de “altımız çürük” sömürüsü – algı yönetimi ile yol alma şansımız yok..

BİLİMSEL AKILCILIK” ekseninde ULUSAL DAYANIŞMA ve dayanç ile..

Sevgi ve saygı ile. 27 Mart 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net            profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik           twitter : @profsaltik

Öğrenilmiş çaresizlik ve sorumluluk almamak

Üstün DökmenÜstün Dökmen
(Psikoloji Profesörü)
Son Yazısı / Tüm Yazıları
26 Mart 2023, Cumhuriyet PAZAR eki

(AS: Bizim kısa notumuz yazının altındadır..)

Öğrenilmiş çaresizlik (learned helplessness) Saligman tarafından ortaya atılmıştır. Bu yazıda öğrenilmiş çaresizlikten ve bence onun türevi olan sorumluluktan kaçma davranışından söz edeceğim.

ÖĞRENİLMİŞ ÇARESİZLİK

Tüm canlılar, onlar içinde insan, evrim sürecinde yarına kalabilmek ve belli bir anda kaliteli (nitelikli) yaşayabilmek için çevrelerinde olup bitenleri tahmin etmek (kestirmek) ve kontrol etmek (denetlemek) zorundadır. Tahmin ve kontrol edemeyen canlıların hayatta (yaşamda) kalmaları güçleşir, ruh sağlıkları bozulur. Bir insan sürekli olarak kontrol edemediği olumsuz koşullar içinde kalırsa ve “dış mihraklar (odaklar)” veya “Öğretmen bana taktı” diyerek başına gelenlerin sorumluluğunu dış faktörlere (etmenlere) atarsa zedelenir fakat depresyona girmez, ancak başına gelenlerin kendi beceriksizliğinden kaynaklandığına inanırsa, yüksek ihtimalle (olasılıkla) depresyona da girer.

Laboratuvar koşullarında bir grup (küme) hayvana itici uyarıcı verilir, bu hayvanların bir pedala basarak bu uyarıcıdan kaçmalarına, kaçınmalarına fırsat tanınırsa, buna ‘’kaçma-kaçınma eğitimi’’ denilir. Çevrelerini kontrol etmeyi öğrenen bu hayvanlar, gelecekte farklı itici uyarıcılara maruz kaldıklarında kaçmaya çalışırlar. Bir de ‘’çaresizlik eğitimi’’ verilen denekler vardır; bu gruptaki hayvanlar ne yaparlarsa yapsınlar kendilerine yöneltilen itici uyarıcılardan kurtulamazlar. Çaresizlik eğitimi almış bu denekler, izleyen zaman içinde kapısı tamamen (tümüyle) açık bir kafeste itici uyarıcı ile karşılaştıklarında kaçmazlar, başlarına geleni adeta kabullenirler. Bence insanlar dünyasında bu durumun karşılığı kölenin efendisine teslimiyetidir. Tarih boyunca pek çok köle öylesine yıldırılmıştır ki, efendilerine karşı koyamayacaklarına, hatta kaçamayacaklarına inanmışlardır.

İnsanların bu konudaki zaaflarını sezinleyen diktatörler, tek adamlar tarih boyunca öğrenilmiş çaresizliği pekiştiren yöntemler geliştirmişlerdir. Cengiz Han ele geçirdiği birkaç kaledeki insanları ve tüm hayvanları kılıçtan geçirtip bırakıp gitmişti. Bu durumu gören çevre kalelerdeki insanlar, direnme güçleri olsa bile direnmemeyi, Cengiz Han’ın ordularını görür görmez kalelerinin kapılarını açmayı tercih etmişlerdi. (Tıpkı yukarıdaki hayvan deneyine benzer biçimde.) Geçen yüzyılın başlarında Avrupalı bazı (kimi) şirketler Afrika ülkelerindeki siyahi (kara derili) işçilerinin (köle değil, işçi) bir elini ve bir ayağını kesip fotoğrafladılar ve bu fotoğrafları meydanlara astılar. Tarihteki hemen tüm zorba yöneticiler idamları meydanlarda, topluma teşhir ederek gerçekleştirdiler. Televizyonlu çağda ise bazı işgalci ülkeler insanların evlerine girdiler, güvenlik bahanesiyle karısının, çocuklarının önünde aile reisi erkeği çırılçıplak soyup aradılar. Sadece (yalnızca) aradılar. Ancak bu aramayı kaydedip televizyonda herkese izlettiler. Böylece kitlelerin öğrenilmiş çaresizliğe düşmelerini amaçladılar.

DEPREMDE ÇARESİZLİK

99’daki Marmara depreminin ertesi gününde o günkü Cumhurbaşkanımız Demirel, “Kimse eleştirmesin, bu iş Allah’ın işidir” demişti. Aslında hiç kimse “Niçin deprem oldu?” demeyecekti, “Depremde niçin bu kadar (denli) çok insan öldü?” diyecekti. İnsanların çürük yapılara izin veren yöneticileri eleştirmemeleri için yapılan bu tür aceleci açıklamalar, toplumda öğrenilmiş çaresizliğin kapısını aralar. Bu türden bir açıklamayı son depremde de gördük; gerek çürük yapılaşmayı, gerekse kurtarma çalışmalarının belirgin bir şekilde (biçimde) gecikmesini örtbas etmek için basın ağızbirliğiyle, ”Bu asrın felaketidir (yüzyılın yıkımıdır), çok geniş alanda deprem oldu, elden bir şey gelmezdi” dedi. Bu açıklama yanlıştı, üstelik insanları, ‘’yapacak bir şey yok’’ duygusuyla öğrenilmiş çaresizliğe itecekti ve gelecek depremler için önlem almalarını zorlaştıracaktı. Basının bu olayda yaptığı gibi bazen birisi, kasıtlı olmadan da, kendimi kurtarayım derken, pek çok kişinin öğrenilmiş çaresizliğe düşmesine yol açabilir.

SORUMLULUKTAN KAÇMA

Sorumluluktan kaçmanın temelinde öğrenilmiş çaresizliğin bulunduğunu, en azından bulunabileceğini söyleyebiliriz. Sorumluluktan kaçmanın ise iki türü olduğu kanısındayım. Ahlâki gerekçelerle kişinin başkalarının sorumluluğunu alması beklenirken almaması, birisine yardım edebilecek bir kişinin, derinlerinde taşıdığı ‘’bir şey yapılamaz’’ düşüncesiyle pasif (edilgin) kalması birinci tür sorumluluktan kaçmaktır. İkinci tür sorumluluktan kaçmada ise kişi, yaşamında bir şeyleri değiştirebileceğine inanmadığı için, olayları akışına bırakır, teslimiyetçi bir tavırla (tutumla) kendi yaşam sorumluluğunu almaktan kaçınır.

Her iki tür sorumluluktan kaçmaya pek çok örnek verebiliriz. Bazıları ülke yönetiminden yakınırlar ancak, “Benim oyum neyi değiştirir?” diyerek oy kullanmaz. Bazıları arabeskte dendiği gibi “Yıllardır soruyorum bu soruyu kendime, bilmem ki bu dünyaya ben niye geldim?” der. Eğer bu kişi, “Bugüne kadar (dek) yaşantım kötü gitti, acaba ne yaparsam bundan sonra iyiye gider?” diyebilirse öğrenilmiş çaresizliğin etkisinden kurtulmaya başlar. Çocukluğumuzda, “Bir Atatürk gelse de ülkemizi kurtarsa” denildiğini çok duyduk. Sorumluluk almaktan kaçan bu kişiye insanın, “Sen niçin kendi çapında, karınca kararınca bir Atatürk olmaya çalışmıyorsun?” diyesi geliyor. Geçen yıllarda pek çok babayiğit erkek, sokakta dayak yemekte olan bir kadını rahatça kurtarabilecekken, Kadir Şeker’in durumuna düşerim korkusuyla pasif (edilgin) kaldı.

Aziz Nesin’in bir hikâyesinde (öyküsünde) bir koyun diğerine (öbürüne) “Kurdun kokusu yakından geliyor” der, diğeri “Evet, bakalım ne olacak?” diye cevap (yanıt) verir. Birinci kurt az sonra, “Kurdun kokusu çok çok yakından geliyor” der, ikinci kurt yine, “Evet, bakalım ne olacak?” der, öykü biter. İnsanların olaylar karşısında “Bakalım ne olacak?” demeleri de, sorumluluk almaktan kaçınan bir öğrenilmiş çaresizlik davranışı, bir tür teslimiyetçi koyun tavrıdır. Kendilerini ve ülkelerini, “Ben ne yapabilirim?” diyenler kurtarır.
==========================
Dostlar,

Sn. Prof. Dökmen, uzmanlık alanında çok yetkin haftalık yazılar yazmakta Cumhuriyet PAZAR Ekinde. Ancak güncel Türkçe’ye o ölçüde özen gösterdiğini söylemek çok güç. Ayraç içinde olabildiğince örnekler verdik.

DİL DEVRİMİ öksüz bırakılmamalı. Dilimize dönük kültür emperyalizmine karşı çok özenli olunmalı.

Sevgi ve saygı ile. 26 Mart 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net             profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik           twitter : @profsaltik    

 

Epidemiology & Control of Zoonotic Diseases

Dear Phase 3 Students of Atılım Univ. Medical School

All medical students,
Medical residents in different branches
Allied health staff

General public and Media,

On 24th March 2023, we conducted a 2 hours on-line lecture on MS-TEAMS for
Phase 3 Students of Atılım Univ. Medical School with a subject of

Epidemiology & Control of Zoonotic Diseases

The need for greater international co-operation, better local, regional and global networks for communicable disease surveillance and pandemic planning is also crucial issues to be debated on.

These diseases have contributed to the definition of new paradigms, especially relating to food safety policies and more generally to the protection of public health.

Finally, the examples described emphasise the importance of intersectorial collaboration for disease containment, and of independence of sectorial interests and transparency when managing certain health risks.

The annual cumulative number of deaths due to major infectious and parasitic diseases is estimated at approximately 13.3 million in children and young adults (one in two deaths in developing countries).

Six diseases cause 90% of these deaths, namely: acute respiratory infections including pneumonia and influenza (3.5 million), acquired immune deficiency syndrome (AIDS) (2.3 million), diarrhoeal diseases (2.2 million), tuberculosis (1.5 million), malaria (1.1 million) and measles (0.9 million) (22).

Rabies, the leading cause of death in the zoonotic disease group, accounts for between 40K and 60K deaths per year.

Here are 43 power point slides having a rich and up to date content.. (PDF 2,9 MB)
Please click the link below to review slides.

Epidemiology & Control of Zoonotic Diseases

  • The greatness of a nation and its moral progress can be judged by the way
    its animals are treated.”

With respect and love. 24th March 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Univ. Medical School, Dept. of  Public Health
BSc in Political Sciences & Public Administration
LLM in Health Law
www.ahmetsaltik.net         
profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik       twitter  @profsaltik

EVRENSEL İNSANİ DUYGUDAŞLIK, HÜMANİZM ve ÇAĞDAŞLAŞMA

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Herhangi bir ırkın, ideolojinin, dinin, mezhebin, tarikat ya da cemaatin üyesi olmakla övünmek; doğruyu, barışı, ahlakı, hukuku, adaleti, kurtuluşu, insanlığı ve tüm insani güzel değerleri teokratik dogmatizmin ve ırkçılığın o dar kalıpları, kısıtlayıcı ve ötekileri dışlayıcı aidiyeti ya da mensubiyetinde aramak yerine; ayrımsız olarak, insanlık aleminin tümünün ortak üyesi olmak; tüm insanları eşit ve kardeş bilmek çok daha büyük bir onur ve gurur kaynağı olmalıdır.

Hatta bu çerçeveye doğa ve her türlü canlı sevgisini de ekleyebilirsiniz. Ortaçağın en büyük Anadolu hümanisti ve aydınlanmacısı olan ve ” Yatılmışı severim, Yaradan’dan ötürü” diyen büyük ozan YUNUS EMRE‘miz bu toprağın insanıdır. Kendisi ile ne denli onur ve gurur duysak azdır.

Arap toplumlarında ve hatta Türkiye’de, ırklar, dinler, mezhepler, tarikatlar, cemaatler, bölgeler, en önemlisi de siyasal guruplar ve siyasal partiler arasında genellikle STADYUM KÜLTÜRÜ sendromu geçerlidir. Bu sendromda hep ötekilerden, rakiplerinden üstün olma, onları sürekli ezme, her başarı ya da güzelliği kendine, kendi kümesine (gurubuna), kendi inancına ve kendi partisine maletme, ötekilerini de sürekli olarak şeytanlaştırma ve düşmanlaştırma söz konusudur.

Bu çarpık ve sürekli düşmanlık üreten çağdışı zihniyet topluma barış, sevgi ve kardeşlik getirmez. Sürekli gerilim ve çatışma yaratır.

Türkiye dahil, Arap ve İslam toplumları, ırklar, dinler, mezhepler, inançlar, ideolojiler, siyasal partiler ve her türlü toplumsal kümeler arasında sürekli bir gerilim ve düşmanlık üreten bu stadyum kültürü sendromundan kurtulmak zorundadır. Çünkü İslam toplumları arasındaki kabilecilik tarihsel, dinsel ve siyasal düşmanlık ve çatışmaların temelinde de bu stadyum kültürü sendromu vardır.

İslam toplumları arasındaki bu gerilim ve düşmanlıkların en büyük destekçisi, fitnecisi ve yarar sağlayanı da emperyalist Batıdır. Batının bir yüzü ne denli akıl, bilim, aydınlanma ve çağdaşlaşma ise, öteki yüzü de fitnecilik ve sürekli çatıştırma ve sömürüdür.

İslam ülkeleri, hep birlikte, sevgi, barış, kardeşlik içinde ortaklaşa yaşamayı ne zaman öğrenecekler?

Başka bir söyleyişle, İslam toplumlarına akla, bilime, teknolojiye, yurttaşların eşitliğine, hukukun üstünlüğüne, laikliğe ve gerçek demokrasiye dayalı bir aydınlanma ne zaman gelecek?
Yanıt, bu toplumlar insana, topluma, devlete ve doğaya dogmatik değerler yerine, akıl ve bilim gözlüğü ile bakmaya, her türlü kararlarını bu bakış açısı ile almaya başladıkları zaman.

Artık bir saniye bile yitirecek zaman kalmamıştır. Neden hep kendimize düşman üretiyoruz ki!?
“Düşmanımsın, hızımsın / Sen hep bana lazımsın” diyen bu kinci ve düşmanlaştırıcı zihniyet çağdışı ve hastalıklı bir zihniyettir. Toplumu ayrıştırıp, ötekileştirip, düşmanlaştırıp Batının ekmeğine yağ sürmek ve tuzağına düşmektir.

Çağdaşlaşmanın yolunu, ulu önderimiz, kurtarıcımız, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk bize göstermiştir.

Uyanalım artık…
Sen-ben yok, biz varız. Toplumsal yapı açısından stadyum kültürü sendromunun yarattığı gerilim ve düşmanlıklara son verme zamanı çoktan gelmiştir. Herkes laik ve anayasal bir hukuk devleti güvencesinde, temel ve evrensel insan hakları, din ve vicdan özgürlüğü, sevgi, barış, kardeşlik, adalet ve liyakat… yönetimi ve rejiminde, gerçek bir demokrasi anlayışı ile korkmadan, dini vicdanı ve irfanı özgür olarak yaşamak istiyor.
Karar sizin.