Etiket arşivi: CEYDA KARAN

UCM, cezasızlık, istisnacılık, hukuk ve evrensellik

DÜNYA 22.03.2023, BİRGÜN

(AS: Bizim kısa notumuz yazının altındadır..)

 

ABD’nin ilk kadın dışişleri bakanı Madeleine Albright, geçen yıl 84 yaşında öldüğünde, yakın tarihi anımsayan pek çok insanın aklına Iraklı çocuklarla ilgili değerlendirmesi düştü. 1996 yılında CBS’in ünlü ‘60 Dakika’ programında, ABD’nin 1991 yılındaki Körfez Savaşı sonrasında Irak’a uyguladığı ağır ambargo politikasını yorumlarken, sunucunun “Yarım milyon (Iraklı) çocuğun öldüğünü duyduk. Yani bu Hiroşima’da ölen çocuk sayısından daha fazla. Ve bilirsiniz, bu bedel buna değer mi?” sorusuna, “Bence bu çok zor bir seçim… ama bedel, bizce, buna değer” yanıtını vermişti.

Bu sözler ABD’nin dünyadaki hegemonyasını ‘sınır tanımadan’ tesis ederken ‘göze aldıklarının’ ifadesiydi. Haliyle kendini ‘insan hakları’ şampiyonu gören ABD ‘istisnacılığına’ dair ‘etik’ tartışma yarattı, hem Amerika’da hem de dünyada çok eleştirildi.

‘BEBEK NAKİL OPERASYONU’

Amerikan ‘istisnacılığının’ çocuklarla ilişkisi bakımından başka tür bir olay, Albright’ın bu sözlerinden 21 yıl öncesinde yaşanmıştı. ABD’nin komünizme açtığı savaşın en kanlı ‘sahnelerinden’ birisi olan Vietnam’daki büyük hezimet günlerinde, Vietkong’un zaferi eli kulağındayken, 30 Nisan 1975’te son Amerikan askerinin Saigon’dan (Ho Chi Minh) kaotik çekilmesi öncesinde…

Olay tarihe ‘Bebek Nakil Operasyonu’ (Operation Babylift) olarak geçti. Yani, ABD ordusunun 3-26 Nisan 1975 tarihlerinde ‘Güney’ Vietnamlıların bir kısmı yetim/öksüz bebek ve çocuklarını taşıdığı operasyon. Amerikan ‘iyi niyetiyle’ başlatılan operasyon Vietnam savaşı gibi büyük bir faciaya dönüştü. 4 Nisan’daki operasyonun ilk uçuşu, arızalanan uçağın çamurlu bir pirinç tarlasına çakılmasıyla 78 çocuğun yaşamını yitirmesiyle başladı. Ardından tam sayı bilinmemekle birlikte 3300’den çok Vietnamlı çocuk ve bebek ABD’nin yanı sıra müttefik Avustralya, Fransa, Batı Almanya ve Kanada’ya nakledildi. Dönemin Başkanı Gerald Ford, ilk yetim uçağını karşılayıp kundaklanmış bir bebekle poz verirken, Vietnam yıkımından Amerikan ‘istisnacılığının’ etik görüntüsünü sunmaktaydı. Salt başkan değil, Hollywood yıldızları da bu işe koşmuştu. ‘Bebek Nakil Operasyonu’nda sonradan pedofili olduğu ortaya çıkan Playboy’un editörü Hugh Hefner’in de özel uçağı ‘Big Bunny’ ile rol oynadığını belirtmeli.

Çok sonra ‘Vietnam’ın Kayıp Çocukları’, ‘Da Nanglı Kız’, ‘Değerli Kargo’ gibi belgesellere ve eleştirel makalelere konu olan bu operasyon, tam bir drama dönüştü. Bir kere, nakledilen çocuklar salt yetim ve öksüzler değildi, Vietnamlı ailelerin sonradan geri almak üzere emanet ettiği çocuklar söz konusuydu. Operasyon sırasında bu çocukların dosyaları karıştırılmış, evlat edinme ajanslarının rıza gözetmeden yerleştirdiği kimi çocuklar aileleri tarafından sonradan bulunmuş ancak geri alma süreci, mahkemeler eşliğinde tüm taraflar açısından büyük bir rezalete dönüşmüştü. Yalnızca 12 dolayında çocuğun gerçek ailelerine dönebildiği belirtiliyor. Aradan geçen zamanda büyüyen ‘Ameriasya’ olgusunu ortaya çıkaran çocuklardan ‘teessüflerini’ ifade edenler ve biyolojik ailelerini gidip bulanlar eksik olmadı. Elbette pek çok eleştiri dile getirildi. Tabii ki Amerikan ‘istisnacılığı’ Ameriasyalı ‘uyumu’ konusunda şahane öyküler çıkardı.

‘AVRUPA BAHÇESİNİN İSTİSNACILIĞI’

Amerikan tarihi ve ‘istisnacılığı’ eleştiriler için haddinden fazla ‘zengin’. Son bir yıldır Ukrayna çatışması sayesinde ABD karşısında ‘yerlere kadar eğilmiş’ Avrupa ‘istisnacılığı’ ile de test ediliyoruz. AB dış politika şefi Josep Borrell’in ‘dünya jungle’ına gitmesi gerektiğini söylediği ‘Avrupa bahçesinin’ bu kez yeni yüzyıldaki ‘insanlık abidesi’ heyecanı yaratan hukuk üzerinden… Sovyet sosyalizmini gömen Avrupa’nın -elbette yine ABD öncülüğünde- kanlı Yugoslavya savaşı ile yeniden çizdiği harita sonrasında, başta Afrika olmak üzere 3. dünya üzerinde kurduğu ‘siyasetten azade’ addedilen evrensel yargı’ iddiası üzerinden. Ve tabii salt ‘yenik ve zayıfları’ hedef alacak şekilde…

Geçen hafta son yıllarda sesi az işitilen Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) biraz da talihsiz bir zamanlama ile Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Rusya’nın Çocuk Koruma Ajansı’nın başındaki Maria Lvova-Belova hakkında ‘tutuklama kararı’ verdi. Ukrayna’nın Rus asıllıların yaşadığı Donbass’ta çatışma sahasından çocukları tahliye ettikleri için ‘savaş suçuyla’ itham ediliyorlar. ‘Ukrayna çocuklarını’ kaçırmakla yani…

‘CEPHE HATTINA ÇOK UZAK OLMAYAN YETİMHANE’

UCM savcısı Karim Ahmad Khan, ‘tutuklama kararı’ gerekçesini açıklarken, Ukrayna’da cephe hattına çok uzakta olmayan bir yetimhaneyi ziyaret ettiğini belirterek, ‘çocuklara ne olduğu konusunda acil eylem ihtiyacının’ altını çizdi. Khan, “İddia edilen suçlardan sorumlu olanların adalet önüne çıkarılmasını ve çocukların ailelerine ve toplumlarına geri dönmelerini sağlamalıyız” diye de ekledi.

Khan’ın eski Sovyet Cumhuriyeti Ukrayna’da Rusların yaşadığından yahut darbe ile tetiklenen sekiz yıllık iç savaş sırasında ve Rusya müdahalesi sonrasında milyonlarca Rus asıllı ailenin Banderistlerin eline düşmemek için Rusya’ya gittiklerinden haberi var mı, bilmiyoruz. Örneğin Türkiye haberlerinde ‘Kürtler’ vurgusunu eksik etmeyen Batı medyası Ukrayna haberlerinde ‘Ruslardan’ söz etmeyerek ‘Ukraynalı’ demeyi tercih ediyor. Fakat bunun da ötesinde verili ‘UCM hukuku’ açısından ortada sıkıntılı bir görüntü var. Ne Rusya, ne Ukrayna, ne de zaten dünyanın egemen gücü ve bu savaşın baş sürdürücüsü ABD, UCM’ye taraf. Bu kez ön plandaki aktör, müttefiki ABD’nin aksine vaktiyle 1990’ların sonunda Roma Statüsü’nü benimseyip UCM’nin sadık savunucusu olmuş Avrupalılar. ‘Haritayı istedikleri gibi çizemeyince’ devletlerin egemenliklerini anımsayanlar açısından hayli karışık bir durum söz konusu.

Esasen 2002’de kurulan UCM’nin kurucu belgesi Roma Statüsü’nü 123 ülke imza atıp onaylamış durumda. UCM yalnızca kişileri yargılayabiliyor. Gerçekte bugüne dek dokunabildikleri ‘yenilmiş ve zayıflar’. BM temelli uluslararası hukuku ve egemenlik haklarını kezlerce ihlal etmiş, işlenen savaş suçları sabit ‘güçlü’ ABD’nin hiçbir liderine, örneğin, bu müthiş ‘evrensel yargı’ ilkesi dokunabilmiş değil.

‘EVRENSEL YARGININ DOKUNAMADIKLARI…’

Gerçekte ABD, 1990’ların sonunda Demokrat Bill Clinton döneminde ‘liberal müdahalecilik’ açısından kullanışlılığını hesaba katarak Roma sürecine katılsa da son tahlilde (çözümlemede) Amerikan siyaseti ‘siyasi motivasyonlarla yargılama platformu’ oluşturacağı için bu işten uzak durdu. Statü’yü başkanlığının son gününde imzalayan Clinton, Senato’ya ‘onaylanmamasını’ salık vermeyi ihmal etmemişti. Ve ikili dokunulmazlık anlaşmalarını zorlayan ABD, 2002’de George W. Bush baştayken, BM barış operasyonlarında görev alan personeline muafiyet tanınmadıkça tüm operasyonları veto etmekle bile tehdit etmişti.

‘LAHEY’İ İŞGAL YASASI’

UCM’nin bugünkü ‘talihsiz’ zamanlaması, Putin ve Lvova-Belova hakkındaki kararı tam da ABD’nin 20 Mart 2003’te kitle imha silahları yalanı ile başlayan Irak işgalinin 20’inci yıldönümüne denk getirmiş olması. Bu işgal, Clinton’ın yerini almış Bush yönetiminin UCM’ye karşı sert hamlelerine yol açmıştı. ABD’de 2002’de ‘Amerikan Görevlilerini Koruma Yasası’ (American Servicemembers Protection Act-ASPA) çıkarıldı. UCM ile mali yardım ve her tür işbirliğini men eden (yasaklayan) bu yasanın 8. bölümü ABD Başkanı’na, herhangi bir Amerikan askeri, seçilmiş yahut atanmış yetkilisinin ‘savaş suçu’ gerekçesiyle ‘saçının teline dokunulması’ halinde askeri müdahaleye varan bir yetki tanıyor. Bu yüzden o gün bugündür ‘Lahey’i İşgal Yasası’ olarak biliniyor.

Nitekim UCM, ‘güçlü’ ABD’ye karşı hiçbir şey yapamadı. Kör göze parmak misali (örneği) Ebu Gureyb skandalında ABD yönetimi dünya çapında rezil olduğu için 11 askerine kendisi ceza vermek durumunda kalırken, diğerleri suçlanmadan kınama cezasıyla ‘yırttılar’. UCM, ABD’nin Irak işgali ortağı Britanya hakkında 2005’de dosya açsa da bir yıl içinde kapattı. 2014’te buna yeniden yeltenen UCM altı yılın sonundaki raporunda Britanya makamlarının ‘soruşturma isteksizliği bulunduğu’ sonucua varamadığı gerekçesiyle yine davasını kendisi kapattı!

En son 2020’de UCM’nin Khan’dan önceki savcısı Fatou Bensouda, Afganistan işgalinde Taliban’ın yanı sıra ABD ordusu ve CIA’nın işkencelerinden ötürü dava açmaya kalkıştığında Trump yönetiminin hışmına uğradı. Bensouda’ya seyahat yasağı ve mal varlığını dondurma dahil yaptırım uygulandı. Biden yönetimi 2021 başında bu kararı geri çekse de, Bensouda’nın görevi de zaten bitmişti.

BIDEN’IN UCM YORUMU

‘Avrupa bahçesinin’ UCM’siyle böyle bir tarih varken, Putin-Lvova-Belova kararı sonrası Biden ne etsin? Geçen hafta Biden’a UCM’nin tutuklama kararının yarım ağızla PR’ını yapmak düştü. UCM savcısının kararı için “Haklı olduğunu düşünüyorum” dedi Biden, ama mecburen ekledi: “Ancak sorun şu ki, bu bizim tarafımızdan da uluslararası alanda tanınmıyor. Ama bence çok güçlü bir noktaya parmak basıyor. Putin açıkça savaş suçu işledi.”

‘SCHOLZ’A GÖRE KİMSE HUKUKUN ÜZERİNDE DEĞİL’

Vaktiyle Belgrad’ın ‘bütün köprülerinin Amerikan pilotları tarafından bombalanmasını’ salık verirkenki tutkulu konuşması bilinen Biden’ın ‘savaş suçlarından’ bahsetmesi komik elbette. Trajikomik olan ise, ülkesinin sivil altyapı projesi Kuzey Akım-2’ye terör saldırısı karşısında kayıtsız kalan Almanya Şansölyesi Olaf Scholz’un “UCM savaş suçlarını soruşturma hakkına sahip. Kimse hukukun üzerinde değil şimdi netleşen şey budur.” demesi.

Donbass’tan ‘çocuk kaçırmakla’ itham edilen (suçlanan) Rusya, gerekçesini şöyle aktarıyor: ‘Cephe hattındaki çocukların yaşamlarını korumak ve neonazilerin ünlü kamplarında beyinlerinin yıkanmasını önlemek’.

Ukrayna krizi; 2014’de ABD destekli darbe ile iç savaşın tetiklendiği bir ülkede, BM Güvenlik Konseyi onaylı, yani uluslararası hukuk niteliği taşıyan Minsk Anlaşması’nın çöpe atılmasıyla başladı. Moskova, BM Anlaşması’nın ‘meşru müdafaa hakkı’ içeren 51’inci maddesine atıf (gönderme) yapıyor. Batı egemenlik alanına çekilip ‘işgal’ diye nitelendiriyor. Çatışma karmaşık tarihsel ve siyasal dinamikler içeriyor ve İkinci Dünya Savaşı sonunda oluşmuş verili uluslararası siyaset ve hukuk düzenini sorgulatıyor. Şimdi UCM kararıyla buna, Batı’nın kökleşmiş ‘istisnacılık’ ve ‘tarihsel üstünlük’ algısıyla ‘insancıl hukuk’ eklendi.

Rusya açısından ironik olan; SSCB’nin çöküşünün ‘zayıflığıyla’ neredeyse seyirci olarak izlediği Yugoslavya’nın parçalanmasının adeta hukuksal vasıtasına (aracına) dönüşen UCM’yi kuran Roma Statüsü’nü 2000’de imzalamış olması. Bugün BM Anlaşması ve hukukuna göre Kosova hala Sırbistan’a aitken, Avrupa ‘istisnacılığı’ hala teskin edemediği bölgesel krizde bile dönüp ‘ne ettiğine’ bakacak değil. Moskova ise Roma Statüsü’ndeki imzasını ancak 2014’de Kırım’ın referandumla birliğe geri dönmesinin ardından 2016’da geri çekmişti. 2000’lerin liberal perspektifinden (bakışından) UCM’ye küresel siyaset ve düzeni dikkatten kaçırarak haddinden fazla paye biçen dünya solunu da not düşmek gerek. ‘Evrensel adalet‘ uman hepimizin takkeyi önümüze koyup düşünecek çok şeyi var.

‘EVRENSELLİKTEN SAĞA DÖNÜNCE HUKUK, CEZASIZLIK, İSTİSNACILIK’

Savaş ve çatışmalarda etik değerler, en zor sorunlar. Vaktiyle ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Marc Grossman, Roma Staüsü’nün UCM savcı ve yargıçlarının eline ‘ciddi anlamda kontrolsüz (denetimsiz) yetki verdiğini ve tartışmanın siyasallaşmasının kapılarını açtığını’ söylemişti. Tartışmanın bizatihi (doğrudan) kendisi siyasi. ‘Yasa’ herkes için geçerli olmuyorsa, güçlünün cezasızlığı ve istisnacılığı’ işletiliyorsa, ‘asgari rıza’ bozulduysa, hukuk tartışılsa bile ‘evrensellik’ iddiası farsa dönüşüyor.
==============================
Dostlar,

Üstteki makalenin yazarı Sayın Karan’ın uluslararası ilişkiler – dış politika alanlarında yetkin ve birikimli bir kişi olduğu açık. Ancak kullanılan dil, tek sözcükle, üstelik son derece “ağdalı”! (Eski deyimle “lügat paralama” demek istemedik). Konu zaten karmaşık ve teknik. Bir de oldukça eski, güncel olmayan Türkçe ve ek olarak yabancı sözcükleri kullanarak, “Türkçe” mi yazılmış oldu ?

Oysa yaşayan güncel Türkçe sözcüklerle (çok az örnekte ayraç içinde verdik) ve daha kısa tümcelerle, tümce içi ögeleri yer yer alt alta sıralayarak… çok daha rahat okunması ve anlaşılması sağlanabilirdi.

Makale, içeriği bakımından önemli. Batı’nın sözde evrensel / uluslararası hukukunun nasıl bir çifte standartla gölgelendiği (en hafif deyimiyle) sergilenmekte. Putin hakkında alınan tutuklama kararı ve Biden, Scholz tarafından tezcanlılıkla sahiplenilmesi, uluslararası alanda yepyeni bir gerginlik kaynağı. Üstelik verili durum zaten yeterince sıkıntılı.

Sevgi ve saygı ile. 27 Mart 2023, Ankara
 
Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net       profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter : @profsaltik