Etiket arşivi: TÜBİTAK

TÜBİTAK’ın tape raporu Meclis’e taşındı.. Sorular.. sorular..


Dostlar
,

Türkiye iliklerine dek soyuluyor ve bu sefil eylemin öznelerinden hesap sorulamıyor.
Ağzını açan da davayla, tazminatla, hapisle korkutulup sindiriliyor. Olmadı şantajla
ve tehditle, kumpas ve tertiple.. Eee Tayyip’in ileri demokrasisi..

17 Aralık 2013 yolsuzluğunun binde 1’i bile bir uygar bir demokraside kezlerce hükümet götürebileceği halde, bizde 4 bakan “emaneten” kenara alındı.
Koşullar elverdiğinde itibarlarının iadesine çalışılacağından hiç kuşkunuz olmasın.

Götürülen servetler ülkede yoksullukla – işsizlikle…. başetmede çok önemli kaynaklar.
Örneğin Bilal’in “sıfırlayamadık” dediği miktarın 1 Milyar € olduğu söyleniyor. TL karşılığı
Merkez Bankası kuruyla bu gün 2,83 TL’den 2,83 milyar TL demektir. Koca Türkiye Bütçesi (2014) borçlanmalarla 436 milyar TL’dir. 2,83 / 436 = Bütçenin binde 6,5’idir.

Bu parayı 76 milyona bölsek 37 237 TL düşmektedir. Asgari ücret net 18+ yaş yetişkin işçi için 846 TL olup, 37237 / 846 = 44 kez asgari ücrete karşılıktır. Yani Soma’da
feci biçimde ölen (havasızlıktan boğularak, yanarak, ezilerek..) çoğu 20’li -30’lu yaşlarda resmi sayı ile 301 madenci kurbanın yaklaşık 3-4 yılda kazanabileceği bir paradır!
Bu maden şehitleri, yaş ortalaması 10 olan 432 çocuğu geride yetim bırakmışlardır.

Devasa – muazzam soygunun öbür boyutları bir yana..
Tek 1 milyar € böylesine somut bir büyüklüktür, parasal güçtür.

CHP İstanbul Milletvekili Sn. Sezgin Tanrıkulu oldukça sıkı sorular yöneltmiş
Başbakan Yrd. Bülent Arınç’a.. TÜBİTAK da rezil edildi ne yazık ki.. Bülent bey
timsah gözyaşlarını zaptederek vicdanının gereğini yapabilecek mi?
Yoksa yüzyılın yolsuzluğuna – talanına ortaklık mı edecek, örtbas mı edecek??

Değerli okurlar,

Gıda, su, kimyasal maddeler analiz için yasal yetkili denetim organlarınca yerinden alınırken, literatürde “ikiz örnek”,  “tanık örnek” (twin sample) denen bir evrensel uygulama vardır. Materyalden kurallarına uygun 2 örnek aynı anda alınır, birini yetkililer lab. analizi için yetkili birime iletirler, öbürü de materyal sahibine emanet edilir.
Emanetçi kişi dilerse kendisindeki örneği yasal yetkili bir başka laboratuvarda inceletebilir. Böylece hakları korunmuş olabilir.

Şimdi; bu ses kayıtlarının asıl sahibi Türk milletidir. Taraf olan Başbakan R.T. Erdoğan – AKP hükümeti TÜBİTAK’ta bu incelemeyi kendince yaptırdı diyelim.. 5 aydır TÜBİTAK kadrolarıyla epey ama epey oynandıktan sonra, Dünyada örneği olmayan bir yöntemle “montaj” raporu ver(dir)ildi??.. Bu ses kayıtlarının gerçek bir örneğini, Türk Milleti adına anamuhalefet partisi CHP’ye verebilir misiniz?

Veya, yurt içinde, dışında tarafsız bir başka uzman bilirkişi kurumuna da ek olarak incelemeye gönderebilir misiniz?

Yoksa herkesi aptal yerine koyup, birkaç ay daha oyalayıp Cumhurbaşkanı seçimini geçirip unutturacak mısınız?? (“Cumhurbaşkanlığı” değil “Cumhurbaşkanı” seçeceğiz)

Hangisi, hangisi ve nereye dek, nereye dek??

Mızrağın – minarenin çuvala sığdırılamadığının, sığdırılamayacağının görüleceği günler çok uzak olmasa gerektir.

Bir de, sanırız, bunca muazzam ölçüde yetim hakkı – kul hakkı yenmesini Yüce Tanrı’nın bile midesi kaldır(a)mayacaktır..

Hele hele “milletin a’sına koyacağız” dediği savlanan M. Cengiz nam yiğite
İstanbul’da -tümüyle yersiz, spekülatif, rant aktarma amaçlı- 3. havaalanı inşaatının ihalesinin (?) gözümüze soka soka yapılması..

Başbakan R.T. Erdoğan değil feriştah olsanız, halka bunca meydan okumayı sürdürmeniz olanaklı değildir.

Toplumsal – yasal ve de İlahi adalet mutlaka ama mutlaka kahir biçimde yerini bulacaktır.
Dîller (Gönüller) duadadır, milyonlarca mazlumun ahı mutlaka bir hüküm icra edecektir.

Sevgi ve saygı ile.
09 Haziran 2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net 

====================================================

TÜBİTAK’ın tape raporu Meclis’e taşındı

http://www.yurtgazetesi.com.tr/gundem/tubitakin-tape-raporu-meclise-tasindi-h54359.html, 09 Haziran 2014, YURT GazetesiTÜBİTAK’ın tape raporu Meclis’e taşındı. CHP Genel Başkan Yardımcısı
Sezgin Tanrıkulu
, “TÜBİTAK, yeryüzünde mevcut olmayan bir teknolojiden faydalanarak, ses kayıtlarını analiz etmeyi nasıl başardı?” sorusunu yöneltti
TÜBİTAK'ın tape raporu Meclis'e taşındı
ANKARA – Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan’la yaptığı,
internete sızan telefon konuşmaları konusunda TÜBİTAK, kayıtların “montaj” olduğuna ilişkin rapor hazırladı. TÜBİTAK raporunda da, incelemenin “sesin hecelerine göre analiz edilerek yapıldığı” belirtilmişti.CHP İstanbul Milletvekili Tanrıkulu, yanıtlaması istemiyle Başbakan Yardımcısı
Bülent Arınç‘a yönelttiği yazılı soru önergesinde, “Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nca başlatılan soruşturma kapsamında, TÜBİTAK ses uzmanlarınca hazırlandığı belirtilen bilirkişi raporunun Savcılığa ulaştığı ve 6 Mayıs 2014’te TÜBİTAK’ın Recep Tayyip Erdoğan ile eski bakan Egemen Bağış’ın internete düşen ses kayıtlarının
‘montaj’ oldukları yönünde rapor verdiği açıklanmıştır.” denildi.

Tanrıkulu şu soruları yöneltti;

“1-    TÜBİTAK henüz yeryüzünde mevcut olmayan bir teknolojiden faydalanarak
(ses’in hecelerine göre analiz edilmesi) ses kayıtlarını analiz etmeyi nasıl başarabilmiş ve tepelerdeki seslerin hece hece montajlandığı sonucuna ulaşabilmiştir?

2-    Ses kayıtlarını Uluslararası saygın bir kuruma gönderilecek mi?

3-    TÜBİTAK tarafından hazırlanan raporun tam metni kamuoyuna açıklanacak mıdır?

4-    Raporu hazırlayan ve ses uzmanı oldukları iddia edilen bilirkişiler kimlerdir?
Hangi eğitimi almışlardır? Kurumda kaç yıldır çalışıyorlardır?
Bilimsel çalışmaları var mıdır? Varsa nelerdir?

5-     Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu’na bağlı (TÜBİTAK) Ulusal Akademik Ağ ve Bilgi Merkezi’nin (ULAKBİM) Müdür Yardımcılığı görevine Ankara Hayvanat Bahçesi Müdürü Mustafa Sançarın getirilmesinin gerekçesi nedir?

6-    TÜBİTAK Raporu Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Fikri Işık‘ın
“Ben o ses kayıtlarını ilk dinlediğimde çok açık bir montaj olduğunu hissettim”
ifadesini doğrulamak için hissedilerek mi hazırlanmıştır?

7-    Recep Tayyip Erdoğan, Habertürk’ten Fatih Saraç‘ı arayarak, Bahçeli ile ilgili altyazının çıkarılmasını istemiş, Fas’tan Fatih Saraç’ı aramıştı; Recep Tayyip Erdoğan bu ses kaydını “EVET ARADIM” diye bizzat doğrulamıştır; TÜBİTAK,
Recep Tayyip Erdoğan ın doğruladığı ses kaydına da mı montaj demiştir?

8-    Recep Tayyip Erdoğan MİLGEM ihalesinin iptali ile ilgili işadamı Metin Kalkavan ile yaptığı telefon görüşmesini de bizzat doğrulamıştı; TÜBİTAK Recep Tayyip Erdoğan’ın bizzat doğruladığı ses kaydına da mı montaj demiştir?

9-    17 Aralık 2013 tarihinde saat 23.15’te Recep Tayyip Erdoğan ile oğlu Bilal Erdoğan arasındaki telefon görüşmesinde Bilal Erdoğan’ın ‘’Sıfırlamadık babacım, 30 milyon Avro gibi bir miktar daha var, eritemedik henüz. Berat’ın aklına geldi, Ahmet Çalık’ın alacağı bir 25 milyon dolar kalmış, onu oraya verip üstüyle de Şehrizar’dan daire alabiliriz diyor, sen nasıl bakarsın baba?’’ sözleriyle ifade ettiği şekilde evde bulunan paraların bir bölümü ile Şehrizar Konaklarından daire alındığı da daha sonra ortaya çıkmıştır; TÜBİTAK Bilal Erdoğan’ın Şehrizar Konaklarından daire aldığının doğrulandığı ses kaydına da mı montaj demiştir?

10- Sümeyye Erdoğan‘ın 17 Aralık 2013 günü K2123 sefer sayılı THY uçağı ile yanındaki kadın koruma polisi ile birlikte sabah 09.00’da Ankara’dan İstanbul’a uçtuğu da ortaya çıkmışken TÜBİTAK, Recep Tayyip Erdoğan’ın 17 Aralık 2013 günü saat 8:02’de “Onu diyorum işte. Ben şimdi gönderiyorum kardeşini. O bilgiler onda var, tamam mı abinle konuş, amcanla konuş, o da aynı şekilde çıkarsın, eniştenle konuş
o da.” dediği ses kaydı içinde mi montaj demiştir?

11- Eski bakanlardan ve 17 Aralık Yolsuzluk Soruşturmalarının şüphelilerinden
Egemen Bağış’ın kutsal kitabımız ile alay eden sözleri de telefon görüşmesini yaptığı Metehan Demir tarafından doğrulanmış ve aynı kişi kamuoyundan hiç olmazsa
özür dilemiştir; TÜBİTAK Egemen Bağış ile konuşan öbür kişinin doğruladığı
ses kaydı içinde mi montaj demiştir?

12- Urla’daki kaçak villalara sorun çıkardığı için Latif Topbaş’ın şikayeti ile
görevden alınan İzmir Eski Valisi Cahit Kıraç’ın ses kayıtları da mı montajdır?

13- TÜBİTAK’ın alenen ortaya çıkardığı bu raporun hazırlaması talimatını kim vermiştir?

14- TÜBİTAK’ın düzenlediği bu rapor ile ilgili olarak talimatı verenler ve raporu hazırlayanlar ile ilgili olarak Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturma
başlatacak mıdır?”

4+4+4 Yapılanması Kapsamında Hazırlanan Uyum ve Hazırlık Çalışmaları Kitaplarının Değerlendirilmesi

Dostlar,

4+4+4 eğitimi yozlaştırma – dincileştime – karma ve laik yapıyı bozma,
ilk 4 yılda sonra açık eğitime olanak verme, çocuk gelinlere ve çocuk işçilere yol açma, sözde zorunlu 12 yıllık ama KE-SİN-Tİ-Lİ eğitim dizgesi bu sitede epey irdelendi.

Hep yazdık, bir kez daha yazalım :
MEB Komisyonunda (Başkanı, sonradan Milli Eğitim Bakanı yapılan Prof. Nabi Avcı idi) CHP’li vekiller görmezden gelinerek, iri kıyım AKP’li “erkek vekiller”ce (?!) dövülerek teklif geçirilmişti.

Sonrası da hep yalpalayarak geçti.. 60 aylık eğitime başlama yaşı 6 ay ileriye alınmak zorunda kalındı. Büyük bir hızla, pilot kullanma denemeleri bile yapılmadan
eğitim gereçleri basıldı. Bunlardan birini, -ki 2 milyona yakın adet basıldı-
Ankara Üniv. Eğitim Bil. Fak. den Prof. Dr. Dilek Gözütok ve ark. bilimsel olarak irdelediler. Çalışmayı özet olarak Ankara Üniversitesi web sitesinde yayımladılar.
Değerli ilkokul arkadaşımız Sn. Prof. Dr. Dilek Gözütok ile telefonla görüşerek
sitemizde de yayımlamak üzere izinlerini rica ettik ve incelikle lütfettiler (06.12.13). Çalışmanın tümünün 18 sayfa olduğunu ve makale olarak yayımlanmak üzere hakemlerden olumlu inceleme raporlarının geldiğini belirttiler. Kısa bir süre sonra
bu önemli ve değerli çalışmayı tam metin olarak da paylaşabileceğiz.

Aşağıda özetle verdiğimiz kapsamda bile dehşet verici sonuçlar var..
MEB son derece sorumsuz biçimde ve bilim dışına düşerek milyonlarca öğrencinin eğitim gereçlerini yetkili olmayan ellerde hazırlatıp bastırıyor, dağıtıyor..
(Örn. Uyum ve Hazırlık Çalışmaları Öğretmen Kitabı ve Öğrenci Çalışma Kitabı-1)

Bu kitabın içerdiği, “öğrencilerin bilişsel – duyuşsal ve psikomotor gelişim düzeylerine uygun olmayan etkinliklerin ve görsellerin” düzeltilmesi uyarısı zarafetle yapılıyor.

Bu sorumsuz davranış, Türkiye’nin geleceğine ilişkin ağır bir sorumluluk doğuruyor.. Telafisi olanaksız zararlara yol açabilecek bir politik uygulama..

Ne yazık ki pek çok kurumdan, özellikle basından ses çık(a)mıyor..
Bu durum İLERİ DEMOKRASİ (!) ikliminin ürünü olsa gerektir.
Ancak bir avuç sorumlu Eğitim Bilim öğretim üyesi bilimsel bir irdeleme yapıyorlar..
O da basında yer bul(a)mıyor. İşte özerk kurumlar böylesi anti-demokratik ortamlar oluşmasın ya da bir biçimde oluşturulmak istenirse toplum direnebilsin diye öngörülmüştür. Bir tutamcık kalan üniversite bilimsel özerkliği sayesindedir ki,
bilim namusu ve yurt sevgisi olan bir avuç eğitim bilimci, olanakları zorluyorlar..

Unutulmasın;

  • Demokrasi; ancak özerk kurumların kolonları üzerinde yükselebilir.

MEB, toplumdan özür dilemek (?!) ve büyük bir hızla bu ürkünç (vahim) hatalardan dönmek zorundadır..

Sayın Prof. Dilek Gözütok ve genç akademisyen çalışma arkadaşlarına şükran borçluyuz.
Akademik cesaretlerini de kutlayarak..

Sevgi ve saygı ile.
6.12.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

Metne pdf olarak erişmek için; – 4+4+4_icin_kitap_irdelemesi_Dilek_Gozutok_ve_ark_6.12.13
veya
– http://epg.education.ankara.edu.tr/files/2013/09/444.pdf

=========================================

4+4+4 Yapılanması Kapsamında Hazırlanan Uyum ve Hazırlık Çalışmaları Kitaplarının Değerlendirilmesi

portresi
Prof. Dr. F. Dilek Gözütok
Arş. Gör. Özgür Ulubey*
Arş. Gör. Ayşe Gülsüm Akçatepe*
Arş. Gör. Ece Koçer*
Arş. Gör. M. Emir Rüzgar*
 

5.1.1961 tarih ve 222 sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanunu’nda, 30.03.2012 tarihinde yapılan değişiklikle, Türk Milli Eğitim Sistemi’nde 1997’ye dek 5+3+3, 1998’den sonra
8+3 ve ardından da 8+4 biçiminde uygulanmakta olan örgün eğitim, 4+4+4 biçiminde yapılandırılmıştır. Yeni yapıda, sekiz yıllık kesintisiz zorunlu eğitim kademelendirilerek kesintili duruma getirilmiştir. İlk dört yıl ilkokul, ikinci dört yıl ortaokul olarak düzenlenmiş ve üçüncü dört yıldaki lise, (kâğıt üzerinde) zorunlu eğitim kapsamına alınmıştır. Ancak
bu yapılanma ile öğrenciye, zorunlu eğitim kavramı adı altında, ilk dört yıldan sonra öğrenimine açık öğretimde devam etme serbestliği de getirilmiştir. Düzenleme ile ilk
dört yıla başlama yaşı zorunlu olarak 6 yaştan (72 ay) 5 yaşa (60 ay) indirilmiş, ortaokul ve liselerde öğrencinin veya anne-babasının isteğine ve seçimine bağlı olarak dini içerikli derslerin de ağırlıklı olarak yer aldığı seçmeli derslere yer verilmiştir.

Yeni yapılanma, pilot uygulaması yapılmadan 2012 – 2013 eğitim-öğretim yılında
(1, 5 ve 9. sınıflarda) kademeli olarak uygulanmaya başlanmıştır. Eylül 2013 öğretim yılı başında, 5 yaşını tamamlayan çocuklar, adreslerine dayalı olarak en yakın okula zorunlu kayıtları yapılarak 12 yıllık zorunlu eğitimin ilkokul 1. sınıfına, 4. sınıfı tamamlayan öğrenciler, ortaokul 1. sınıfa, 8. sınıfı tamamlayan öğrenciler ise lise 1. sınıfa başlatılmışlardır.

  • Bilim çevrelerinden ve velilerden gelen tepkilerle okula başlama
    60-66 ay arasındaki çocukların okula gönderilmesi velilerin isteğine bırakılmıştır.

Millî Eğitim Bakanlığı (MEB) 12 yıllık zorunlu eğitime geçiş ile Türkiye’deki yetişkin nüfusun ortalama eğitim süresinin ve lise mezunu sayısının arttırılacağını, okullaşma oranındaki bölgesel farklılıkların azaltılacağını, farklı alanlarda yeteneği olan öğrencilere ortaokul 1. sınıftan itibaren kendilerini geliştirme fırsatı tanınacağını, eğitimin kademelere bölünmesi ile kademeler arası geçişlere olanak sağlanacağını, böylece yetenek ve gelişimlerine göre bireylere erken yaşlarda mesleksel tercih hakkı tanınacağını, okula başlama yaşının 60 aya düşürülerek, çocuklara erken yaşta ilkokula başlama fırsatı verileceğini, bu konuda dünya genelindeki uygulamalarla paralellik sağlanacağını ve
farklı kademelerdeki öğrencilerin farklı binalarda eğitim görerek, ortak mekânlardan yeterince yararlanmalarının sağlanacağını belirtmiştir (MEB, 2012a).

Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi, Eğitim Programları Bölümü Öğretim Elemanları Kanun teklifinin yapıldığı dönemde, üniversiteler, bazı sivil toplum kuruluşları, ana muhalefet partisi ve kamuoyu, MEB’in yeni yasayla getireceğini belirttiği düzenlemeleri; ilkokula başlama yaşının bir yıl erkene alınmasının ve okul öncesi eğitimin zorunlu olmamasının bilimsel verilere uygun olmadığını (Ankara Üniversitesi,
2012; Boğaziçi Üniversitesi, 2012; ERG, 2012; ODTÜ, 2012), sınıf öğretmenlerinin
5 yaşındaki çocuklara eğitim vermelerinin pedagojik açıdan sakıncalı olduğunu
(Ankara Üniversitesi, 2012), meslek seçimini erken yaşlara alınmasının doğru olmadığını (Ankara Üniversitesi, 2012; Boğaziçi Üniversitesi, 2012; Koç Üniversitesi, 2012; ODTÜ, 2012) ve örgün eğitimin esnekleştirilerek “açık öğretim,” “mesleksel eğitim,” “evde eğitim” gibi kavramların altında çocuğun temel eğitimden yoksun bırakılması anlamına gelebileceğini (Ankara Üniversitesi, 2012; Boğaziçi Üniversitesi, 2012; ODTÜ, 2012) gerekçe göstererek eleştirmişlerdir.

Yasa teklifinin görüşüldüğü süreçte, belirtilen eleştiriler ve muhalefet partilerinin yoğun
engelleme çabalarına karşın, yasa teklifi hızlı bir şekilde iktidar partisinin çoğunluk oylarıyla kabul edilerek uygulamaya konmuştur. 12 yıllık zorunlu eğitim kararı ile birlikte ilkokul programlarının kademeli olarak yenileneceği ve 1. sınıf programının yeni düzenlemelere uygun hale getirilmek üzere gözden geçirileceği duyurulmuştur.

60 aylık, 72 aylık ve hatta 84 aylık iken kayıtları yapılan ve bir arada harmanlanarak oluşturulan sınıflarda bulunacak çocuklar için MEB; Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı ile TÜBİTAK arasında imzalanan protokol kapsamında içeriği hazırlanan “Uyum ve Hazırlık Çalışmaları” Öğretmen ve Öğrenci Çalışma kitaplarını ilk üç ayda uygulanmak üzere bastırmıştır. MEB Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı’nın 17/08/2012 gün ve 4755 sayılı yazısı ile bu materyali 2012-2013 öğretim yılından itibaren eğitim aracı olarak kabul etmiş, Öğretmen Kitabını 70.000 adet, Öğrenci Çalışma Kitaplarını (1 ve 2) 1.750.000 adet bastırmıştır. 1. sınıf programının kademeli olarak yeni düzenlemelere uygun duruma getirileceği belirtilmesine karşın bir program düzenlemesi değil, bir etkinlik kitabı hazırlanması ve adına “program” denilerek uygulanması uygun görülmüştür.

Bir yardımcı doçent editörlüğünde, biri yardımcı doçent, biri uzman beş kişinin
yazarlığında, bir resimleyen ve bir de grafik tasarımını yapan toplam sekiz kişilik bir grup tarafından bu materyal oluşturulmuştur. Materyalin herhangi bir yerinde, oluşturulan etkinliklerin herhangi bir grupta denendiği, değerlendirildiği ve değerlendirme sonuçları doğrultusunda geliştirildiği konusunda bir bilgi yer almamaktadır. 5 yaşındaki çocukların da zorunlu olarak ilkokula kaydedilmesi ile ülke çapında sayısı 2 milyona yaklaşan bir öğrenci grubuna uygulanacak bir materyalin deneme çalışması bile yapılmadan uygulamaya konması oldukça düşündürücü ve bilimsel anlayışla çelişen bir
durumdur.

Ayrıca, verileri birinci sınıf öğretmenlerinden toplanarak yapılan araştırmalarda da uyum
programının öğrencilere temel becerileri kazandırmaktan uzak olduğu, öğrencileri okula
alıştıramadığı, okulu sevmeyi kolaylaştırmadığı (Peker-Ünal, 2013); okula yeni başlayan öğrencilerin okula, arkadaşlarına, öğretmene ve öğretim etkinliklerine uyumunu kolaylaştırmadığı (Özgür-İnam, 2013) belirlenmiştir. Eğitim Bilimlerinin herhangi bir alanında uzmanlaşmış bir eğitimci, MEB tarafından kısa bir sürede hazırlanarak kullanılmaya başlanan İlkokul 1. Sınıf Uyum ve Hazırlık Çalışmaları Kitaplarını
ve Öğretmen Kitabını, ana hatlarıyla incelediğinde bu kitabı bilimsel ölçütlerle değerlendirme sorumluluğunu duyacaktır. Bünyesinde eğitimin çeşitli alanlarından uzmanları barındıran Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi,
MEB’in kısa sürede hazırlayıp adına program dediği yazılı ders materyalini değerlendirmeyi bir akademik sorumluluk olarak kabul etmiş ve ekip çalışması ile
bu araştırmayı gerçekleştirmiştir.

Araştırma kapsamında, 19 kişilik bir uzman grup (EK:1), İlkokul 1. Sınıf Uyum ve Hazırlık
Çalışmaları Öğretmen ve Öğrenci Kitaplarında yer alan etkinliklerin içeriğini, etkinliklerde kullanılan yönergeleri, görselleri ve kitaplarının tasarımını doküman incelemesi tekniği ile incelemiştir. Elde edilen veriler, betimsel analiz yaklaşımına göre, alanı program geliştirme olan dört araştırma görevlisi tarafından analiz edilmiştir.

Araştırma sonunda;

Kitaplarda incelenen kimi etkinliklerin içeriğinin, 60-71 aylık öğrencilerin
bilişsel, duyuşsal ve psikomotor gelişim düzeylerine uygun olmadığı
,
etkinlik içeriklerinde kimi kavramların yanlış kullanıldığı, bazı oyunların kurallarının yanlış verildiği, bazı etkinliklerin olumsuz örtük mesajlar içerdiği, etkinliklerin amaçlarının açık ve net bir dille ifade edilmediği, bazı etkinliklerin öğrencilerin yaratıcılığını, düşlem (hayal) gücünü sınırlandırdığı ve kimi etkinliklerin aşamalılık ilkesine uygun olarak planlanmadığı,

 Kitaplarda yer alan kimi etkinliklerin kalabalık sınıflarda, bazılarının ise sınıf ortamında
gerçekleştirilebilmesinin olanaklı olmadığı, bazı etkinliklerin süresi kırk dakika olarak
belirtilmesine karşın etkinliğin, ders süresini dolduracak uzunlukta olmadığı,
araç-gereçlerin eksik olduğu durumlarda bu sorununun daha da belirginleşeceği,

 Etkinlik yönergelerinde dil ve anlatım hatalarının olduğu ve bu hataların yönergelerin
anlaşılmasını güçleştirdiği, kimi yönergeler ile kullanılan görseller arasında
uyumsuzluk olduğu,

 Etkinliklerde kullanılan kimi görsellerin öğrencilerin gelişim düzeylerine
uygun olmadığı, yalınlık ve basitlik ilkesine uyulmadan hazırlandığı, gerçek yaşamla uyum sağlamadığı, yoksulluk ve şiddet gibi örtük mesajlar içerdiği ve şiddet içeren çizimler kullanıldığı,

 Öğretmen Kitabı ve Öğrenci Çalışma Kitabı-1, kitap tasarımı bakımından bir bütün olarak ele alındığında, kullanılan görsellerde genel olarak, perspektifin doğru bir biçimde yansıtılamadığı, kitaplardaki etkinlikler arasında ad farklılıklarının bulunduğu ve
her bir temayı temsil eden renklerin kimi temalarda ayırt edilemediği belirlenmiştir.
Araştırmada elde edilen bulgular doğrultusunda;

Uyum ve Hazırlık Çalışmaları Öğretmen Kitabı ve Öğrenci Çalışma Kitabı-1’in
Talim Terbiye Kurulu tarafından kitap tasarım ilkeleri dikkate alınarak yeniden tasarlanması ve öğretim materyali hazırlanırken, genel ve ayrıntılı amaçların belirlenmesi, amaçlara uygun içerik, etkinlik ve ölçme araçlarının hazırlanması,

 Bu materyalin kullanımına devam edilmesi durumunda, öğrencilerin bilişsel – duyuşsal ve psikomotor gelişim düzeylerine uygun olmayan etkinliklerin ve görsellerin yeniden düzenlenmesi, etkinlik içeriklerinin, farklı alanlardan uzmanlar tarafından gözden geçirilerek yeniden hazırlanması, etkinlik yönergelerinin dil ve anlatım hatalarından arındırılması,

 Bu materyalin, içinde çocuk psikiyatristi, çocuk psikoloğu da bulunan bir bilim insanı grubu tarafından, 60–84 aylık çocukların algısını, bilişsel, duyuşsal ve sosyal gelişimini nasıl etkilediğinin incelenmesi önerilmiştir.

KAYNAKÇA

Ankara Üniversitesi (2012). Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi’nin 222 sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’ne İlişkin Görüşü.10.04.2012 tarihinde http://www.education.ankara.edu.tr/adresinden alınmıştır.
Boğaziçi Üniversitesi (2012). 5.1.1961 tarih ve 222 sayılı ilköğretim ve Eğitim Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi Hakkında Boğaziçi Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nin Güncellenen Görüşü. 10.06.2013 tarihinde
http://fed.boun.edu.tr/form_files/Bogazi%C3%A7i_%C3%9Cniversitesi_Egitim_Fak%C3%BCltesi%E2%80%99nin_G%C3%BCncellenen_G%C3%B6r%C3%BC%C5%9F%C3%BC.pdf adresinden alınmıştır.
Eğitim Reformu Girişimi (ERG). (2012). TBMM Genel Kurulu’nda görüşülmeye başlanan “ilköğretim ve eğitim kanunu ile bazı kanunlarda değişiklik yapılmasına dair kanun teklifi” hakkında değerlendirme. 15.06.2013 tarihinde
http://erg.sabanciuniv.edu/sites/erg.sabanciuniv.edu/files/ERG.GerekceliDegerlendirme.4_4_4.YasaTeklifi.pdf adresinden alınmıştır.
Koç Üniversitesi (2012). İlköğretim ve Eğitim Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi üzerine Görüş. 15.06.2013 tarihinde
http://spm.ku.edu.tr/?p=342adresinden alınmıştır.
MEB (2012a). 12 Yıllık Zorunlu Eğitime Yönelik Uygulamalar. 10.06.2013 tarihinde
http://www.meb.gov.tr/haberler/2012/12YillikZorunluEgitimeYonelikGenelge.pdf adresinden alınmıştır.
MEB (2012b). İlkokul 1. Sınıf Uyum ve Hazırlık Çalışmaları Öğretmen Kitabı. Ankara.
MEB (2012c). İlkokul 1. Sınıf Uyum ve Hazırlık Çalışmaları Öğrenci Kitabı-1. Ankara.
Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) (2012). 5.1.1961 tarih ve 222 sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” Hakkında ODTÜ Eğitim Fakültesinin Görüşü. 10.06.2013 tarihinde
http://www.fedu.metu.edu.tr/web/documents/other/222sayilIlkogretimveEgitimKanunuHakkindaEgitimFakultesiGorusu_s4_1.pdf adresinden alınmıştır.
Özgür-İnam, B. (2013). 4+4+4 Eğitim Sisteminde İlkokul 1. Sınıf Uyum Programının
Değerlendirilmesi. Öğretmen Dünyası,34 (402), 13-14.
Peker-Ünal, D. (25-27 Nisan 2013). Sınıf Öğretmenlerinin 4+4+4 Uygulamasına Yönelik Görüşleri. 4th International Conference on New Trends in Educationand Their Implications, Antalya.
Yıldırım, A. ve Şimşek, H. (2011). Sosyal Bilimlerde Nitel Araştırma Yöntemleri
(8. Baskı. Ankara: Seçkin Yayıncılık.

EK-1: Kitap inceleme toplantılarına katılan uzmanlar Kitap inceleme toplantılarına katılan uzmanlar aşağıda verilmiştir:

Prof. Dr. Ayşe Çakır İlhan, Prof. Dr. Çağlayan Dinçer, Doç. Dr. Ayşe Okvuran, Doç. Dr. Fatma Bıkmaz, Doç. Dr. Müge Artar, Doç. Dr. Berrin Baydık, Yrd. Doç. Dr. Canay Demirhan-İşcan, Yrd. Doç. Dr. Ayşegül Bayraktar, Öğr. Gör. Dr. Fatma Mızıkacı, Öğr. Gör. Dr. Salim Sever, Arş. Gör. Dr. Aliye Erdem, Arş. Gör. Gökçe Karaman, Arş. Gör. Zeynep Akkurt-Denizli, Arş. Gör. Nergiz Üçüncü.

EK-2: İlkokul 1. Sınıf uyum ve hazırlık kitabından kimi resimler..

İLAÇÇILARIN PATRONU KRAL ÇIPLAK DEDİ VE KIYAMET KOPTU!

Dostlar,

“İlaç sorunu” ülkemizin yakıcı sorunlarının başlarında gelir..

Örn. Türkiye, ilaç için Ulusal gelirinin yaklaşık %2,1’ini harcayan bir ülke olarak
Dünyada en başlarda gelmektedir. Bu oran ABD’de bile % 1,5 dolayındadır.
Toplam Sağlık giderlerinin 1/3’ü dolayında bir kaynak salt ilaca girmektedir!
Türkiye’nin Silahlı Kuvvetleri’ne ayırdığı pay ise yine Ulusal Gelir’in %2,3’ü dolayındadır. İlaç ve savunma giderleri başabaş gibidir!

Elbette bir de “nitelik” sorunu ve sektörün yüksek kazanç payları söz konusudur.
Sektör, kazanç payını ya da nominal tutarını beğenmediği ilaçları (Öksüz ilaç!) üretmekten kaçınmakta ve etkili bir yaptırım da görmemektedir.

Konuya ilişkin olarak sitemizde kapsamlı bir “Rapor” a daha önce yer vermiştik :

AB Sürecinde Türk İlaç ve Eczacılık Politikaları / Turkish Policies on Drug and Pharmaceuticals within EU Accession Process

(http://ahmetsaltik.net/2012/06/06/ab-surecinde-turk-ilac-ve-eczacilik-politikalari-turkish-policies-on-drug-and-pharmaceuticals-within-eu-accession-process/, 6.6.12)

Elazığ Cüzzam Hastanesi Başhekimi iken (1980-82) yürüttüğümüz uluslararası
çok merkezli bir çalışmada, Rifampisin‘i denemekteydik. Çalışma başarılı olsaydı Cüzzamlı (Lepralı) hastalar yağam boyu ilaç almak yerine 1-2 yıllık bir ilaç sağaltımı ile iyileşebileceklerdi. Ancak, Rifampisin verdiğimiz  hastaların idrarları bir türlü kırmızıya boyanmıyordu. Hemşirelerimiz kapsülleri bizzat veriyor, hastaların başında durarak içiriyorlardı. Sonra ağızlarının içine, dil altına bakıyorlardı. Rifampisin kapsüller yutuluyor ancak idara kırmızı olmuyordu!?

Sonunda, bu ticari preparatı Ankara Refik Saydam Hıfzıssıha Enstitüsü‘ne
“etkinlik saptamasına” (aktivite tayinine) yolladık. Malesef “SIFIR ETKİNLİK” yanıtı geldi! Yani ya kapsüller hiç Rifampisin içermiyordu, salt dolgu maddesiydi ya da
daha yüksek bir olasılıkla ilacın etkinliği sıfırlanmıştı.. (kullanım süresinin dolması, uygun olmaya saklama koşulları vb.)..

Yeni ilaçlarla çalışmayı sürdürmüş ve başarıl sonuçlar almıştık.
Şimdi bu rejim kullanılmakta Cüzzam (Lepra) hastalarımızın sağaltımında..

Öte yandan yeni ilaçlar yüksek teknoloji ürünü ve çoook pahalı..
Bu gidişle, önümüzdeki birkaç onyıl içinde birçok ülke salt sağlık giderleri yüzünden ekononomik iflasla karşı karşıya kalabilir.

Bu bağlamda alınacak Farmakoekonomik önlemlerin başında yerli üretim
(Ulusal İlaç Sanayisi!) ve KORUYUCU SAĞLIK HİZMETLERİ geliyor!

Bu politika ise serbest piyasanın işine gelmiyor.
Sonuçta gelişmekte olan (sonra gelişmişler de!) ülkeler 40 katır ya da 40 satır
ile yüz yüze..

*****
Aşağıda, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Farmakoloji Anabilim Dalı’ndan emekli ve yaşamını bu konulara adamış saygıdeğer Prof. Dr. Cankat TULUNAY hocanın çok öğretici ve uyarıcı bir makalesini paylaşıyoruz..

Kamuoyu bu soruna da sahiip çıkmalı ve AKP iktidarı ivedilikle kimi adımlar atmalı.
Gecikirse kendisi de altında kalır..

Sevgi ve saygı ile.
28.11.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

=============================================

İLAÇÇILARIN PATRONU KRAL ÇIPLAK DEDİ VE KIYAMET KOPTU!

Cankat_Tulunay
Prof. Dr. F. Cankat Tulunay


Avrupa Klinik Farmakoloji Birliği Onursal başkanı ve
Türkiye Akılcı İlaç Kullanım Platformu Başkanı

Bizim kezlerce ilaçtaki nitelik (kalite) sorununu gündeme getirmemize karşın yetkililer ancak kös dinlediler. Birkaç gün önce Aİ patronu ve Türkiye İlaç İşverenleri Sendikası başkanı Sayın Nezih Barut’un Türkiye’de 2. kalite ilaç olduğunu açıklaması taşları yerinden oynattı. Barut, ‘İlaç sektöründe denetimin artması gerektiğini, firmalar arasında ciddi kalite farklılıkları oluştuğunu’ söylüyor.

İkinci kalite ilaç Türkiye için yeni bir olay değil,
yenilik bunun ilaç Sanayisinin en yetkili kişisi tarafından açıklanmış olması..

Türkiye’de yıllardır kimi TİTC Kurumu ne iş yapsa firmalar ilk ruhsat aşaması ve kalite kontrolu sırasında A Grade hammadde kullanır, ruhsat aldıkan sonra D, E Grade
ham madde kullanmaya başlarlar. Bunu ünlü bir Alman hammadde üreticisinin patronu yıllar önce söylemişti…

Türkiye yol geçen hanı mı ki her türlü hammadde denetimsiz olarak ülkeye giriyor?…

Türkiye’de ilaçta ciddi bir kalite kontrolü olduğunu söylemek çok zordur

Marmara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi‘nin üç öğretim üyesi tarafından Farmakope’ye aykırı bulunan bir ilaç, bütün uyarılara karşın İEGM tarafından görmezlikten gelinmiş ve halen piyasada satılmaktadır. Bu konuda 10.7.2009’da
firma genel müdürüne sorduklarımız halen cevapsızdır. (Detaylarını http://www.klinikfarmakoloji.com/index.php?q=node/973 vehttp://www.klinikfarmakoloji.com/index.php?q=node/607 de bulabilirsiniz).

Bu ülkede sahte biyoyararlanım sertifikaları ile ruhsat alan ilaçlar
henüz unutulmadı. Bunlar ne ceza aldı? Hepsi örtbas edildi… Biyoyararlanım şartı kaldırılarak ruhsat verilen ilaçlara kim izin verdi?… Ampirik formüllerle yapılan topikal ilaçlar nasıl ruhsat alıyor?… Vajinal bir ovüldeki etken madde dozlarını hiçbir bilimsel kanıt ve klinik çalışma olmadan iki katına çıkartanlar nasıl ruhsat alıyor?..

Yılda kaç ilacın piyasa denetimi yapılıyor?.. Bağımlılık (İptila) yapan kodeinli ilaçlar
hiçbir uyarı taşımadan serbestçe-reçetesiz satılıyor mu?.. Üç-dört kez, bozuk kalitesi dolayısı ile piyasadan toplatılan antibiyotiğin ruhsatı neden iptal edilmiyor?…

  • Yeşil sermayenin korunduğu ve daha kolay ruhsat aldığı dedikoduları
    doğru mudur?..
  • Neden hiçbir ülkede geri ödeme kapsamında olmayan ilaçlar Türkiye’de
    geri ödenmekte?..
  • SGK nasıl oluyor da, kendiliğinden, olmayan endikasyon icad edip bazı ilaçları geri ödeme kapsamına alıyor?…
  • Sanayii temsilcileri geri ödeme kurumunda ne arıyor?
  • Başka ülkelerde bunun örneği var mı?..

    Soruları sayfalarca uzatabiliriz ama hiçbirine, şimdiye dekolduğu gibi,
    yant alamayız. Böyle başa böyle traş…

“İlaçta ikinci kalite yoktur!” diyenler şimdi neredeler? Biz söylediğimiz zaman kıyameti koparanlar dut yemiş bülbül örneği.. Yıllar önce kimi firmaların Ranitidin‘lerinin araştırmasını yapıp bozuk olduklarını İEGM ne bildirdiğimizde ne yaptılar? (en bozuk ilacı üreten firmanın genel müdürü, bir bakanlık genel müdür yardımcısın akrabası çıktı ve iş kapatıldı).. Bozuk ilacın belli olmaması için draje kaplamasını badem şekerinden kalın yapan firmaları görmedik mi?… Altı ayda aktivitesi sıfır olan Omeprazol‘ün bilgileri yayınlandığında dünyaya rezil olmadık mı?… Bunlar hep unutuldu..

Sağlık Bakanımız Müezzinoğlu herhalde henüz Türkiye’yi tam olarak tanıyamadığından veya bakanlık yetkililerinin yanlış bilgilendirmesinden olacak,
Nezih Barut’a yanıtında “Türkiye, uluslararası standartları izleyen,
bunun denetimlerini yapan bir ülke. İlacın kalitesi ‘şu nedenle arttı’ veya ‘standardı düştü’ demek kamuoyunu yanlış bilgilendirmeye girer.” diyor.
Bunun yanıtını vermesi gereken TİTCK başkanıdır. Kurum Başkanı Dr. Saim Kerman basına yaptığı açıklamada:’ ilaçta kalite, güvenilirlik ve etkinliğin vazgeçilmez özellikler olduğunu, bu özellikleri taşıdığı bilimsel olarak kanıtlanan ilaçların Kurum tarafından ruhsatlandırılarak piyasaya arz edildiğini bildirdi. Türkiye’deki ilaçlarda
ikinci kalite seçeneği bulunmadığını, ruhsatlandırma öncesi “İyi Üretim Uygulamaları (GMP)” denilen uluslararası standartlarda üretilip üretilmediği kontrol edilen ilaçların, piyasaya sürüldükten sonra da kalite denetimlerinin yapıldığını belirtemekte’.

Herhalde O da aksini söyleyecek değil!!! Kurum başkanına tekrar soruyoruz:

TÜRKİYE’de SENEDE KAÇ İLAÇIN PİYASADA KALİTE KONTROLU YAPILMAKTADIR? (TÜRKİYE’de RUHSATLI İLAÇ SAYISI 10.000 DOLAYINDADIR, HER BİRİNİN SENEDE ORTALAMA 3 KEZ İMAL EDİLDİĞİNİ VARSAYARSAK, 30.000 PARTİ İLAÇ ÜRETİDİĞİ ORTAYA ÇIKAR). TİTCK başkanının açıklamalarına göre: ‘Etken madde miktarı nedeniyle piyasadan çekilen ilaçlar Sağlık Bakanlığı verilerine göre, 2010′da etken madde miktarı yönünden 3 ilaç (5 parti), 2011′de 1 ilaç (10 parti), 2012′de 2 ilaç (2 parti) ile ilgili geri çekme işlemi uygulandı. 2013′de ise bugüne dek etken madde miktarı yönünden geri çekilen ilaç bulunmuyor.’ Etken madde dışındaki bozukluklar ne kadar? ABD bile bu başarıyı sağlayamıyor!!!.. Öbür yandan Hürriyet gazetesinden Meltem Özgençin haberine göre Bilim Teknoloji ve Sanayi Bakanı Nihat Ergün CNN’e yaptığı açıklamada:

“Evet, şimdiye dek fiyatı ucuzlatarak ilaç ihtiyacımızı karşılayalım,
ciddi sosyal güvenlik açıkları veriyoruz ama bu yavaş yavaş ilaç firmalarının da taşıyamayacağı bir yük haline gelmiş durumda… Çünkü bahsedilen yakınmalar bir süre sonra artmaya başlar. Haklı bir yakınma çünkü ilacın kalitesinde yavaş yavaş düşmeler olabilir. Geçmişte yaşadık biz hatırlarsanız SSK hastaneleri ilaçları da kendi içindeki eczanelerden veriyordu ilaçları. Ve bu ilaçlarla ilgili
en büyük yakınma, tedavi etmeyen ilaçlar bunlar. Neden SSK ucuza ürettirmek istiyordu. İçindeki etken maddenin en az olduğu ilaçlar olarak eczanelerde
yer alıyordu. Fiyat konuları bir müddet sonra yatırımları önleyen, AR-GE yapılmasını yeni ilaçlar geliştirilmesini önleyen hatta ilacın kalitesini azaltan etkiler meydana getirmeye başlamışsa o zaman bu fiyat politikasını gözden geçirmenin zamanı gelmiştir.”
 diyor. Bilim ve Sanayi Bakanı Nezih Barut ile
aynı kanaatte…

BİR ECZACI ARKADAŞ SORUYOR:

‘İçinde 100 adet tablet bulunan “Levotiron” tableti miadı dolmasına 1 ay kala satarsanız, SGK satışı kabul eder. Peki hasta bir ay sonra kalan öbür 70 adet tableti içsin mi içmesin mi ?? “İçsin” derseniz, aynı biçimde 20 adet WYZ flakonu miadı dolmaya 2 gün kala hastaya satacak olursanız SGK satışı yine kabul edecektir.
Peki hasta kalan 18 flakonu vurulsun mu vurulmasın mı ??’ BİZ DE SORALIM:

‘Miyadı dolmuş ilaç kullanılabilir mi?’..

Bu durumda SGK kâr mı ediyor, zarar mı ediyor? (Bilmeyenler için ipucu verelim!!!! Uygun tedavi edilmeyen hastalıkların sonraki maliyetleri çok daha yüksektir.)

Sayın Nezih Barut’un en önemli itirazı kur farklarının verilmemesidir. 2009’dan beri devlet ilaç için Euro’yu 1.9595 olarak kabul ediyor ama aylardır gerçek Euro kuru
2.7 TL dolayında. Bakanlar Kurulu kararnamesine göre belli bir süre kur artışı olduğunda ilaç fiyatlarının da artması gerekiyor ama Maliye bunu kabul etmiyor.
Nezih Barut’un demecine yanıt veren Başbakan yardımcısı Ali Babacan:’
2009 yılından bu yana yapılan global bütçe uygulamasında enflasyon farkı verildiğini belirterek, “Kurun hiç artmadığı hatta gerilediği yıllarda bile o yılın enflasyonu verildi. Sektörden gelen taleplerde ‘Biz enflasyon farklarını aldık, bir de ayrıca kur farkını alalım’ diyorlar. Bunun karşılanması mümkün değil, gerçekçi değil. Bizim global bütçemiz ne ise o devam edecek. ‘İlaç fiyatı düştü, kaliteden çal’ gerçekçi değildir, Devlet bunun denetimini yapar” cevabını verdi’.

Sonuç: İlaççılar bu sene de kur farkı alamayacaklar. Herhalde o zaman piyasaya
3. ve hatta 4. sınıf ilaçlar verilecek!!!.. Bu arada yeni ilaç fiyat kararnamesi ile ilgili çalışmalar da devam ediyor… İlaç firmaları bir yandan kârlılık kalmadığından,
zarar ettiklerinden ağlaşırken, öbür yandan adını sanını duymadığımız mantar gibi
ilaç firması türüyor. Nezih Barut’un açıkladığına göre bugün Türkiye’de 300 dolayında ilaç firması ve 68 ilaç üretim tesisi var.

Soru 1: Eğer bu sektör karlı değil ise neden mantar gibi, yeni firmalar ortaya çıkıyor?

Soru 2: Devamlı zarar ettiği söylenen bu sektörde 2009’dan beri iflas eden
herhangi bir firma var mı?

Soru 3: Hangi üretim tesisi tam kapasite çalışıyor? Atıl kapasite oranı nedir?
Atıl kapasitenin ceremesini kim çekiyor?

Soru 4: 12 Hammadde üretim tesisi kaç hammadde üretiyor?

Soru 5: Bir taraftan maliyetleri düşürmek için yatırımları ertelediğini, yüzlerce kişiyi
işten çıkarttığını söyleyen ilaç sektörü, halen nasıl oluyor da 7 yıldızlı otellerdeki kongrelere binlerce lira yatırıyor?

Soru 6: Kârsız, hatta zarar eden yerli ilaç firmalarını yabancı ilaç firmaları veya yatırımcılar neden alıyor? Türkler mi bu işi bilmiyor, yoksa yabancılar mı çok aptal???!!

Soru 7: Bu kadar zor durumda olan sektör bire 10, bire 50 mal fazlalarını nasıl veriyor?

Soru 8: Karlılık azaldığı için ilaç firmaları Ar-Ge yapamaz durumda deniyor.
Türkiye’deki yabancı firmaların bir bölümünün Ar-Ge yatırımları gazete sayfaları ve
TV’lerde yayınlanıyor. Onlar bu işi nasıl yapıyor? Daha önemlisi ilaç sanayisinin
altın dönemlerinde, % 500 karla (!) çalıştığı dönemde yerli firmalar hangi Ar-Ge yatırımı yaptı. Bugün bile formül geliştirme dışında hangi ciddi Ar-Ge faaliyeti var? Birçok firma Ar-Ge için TÜBİTAK dahil, devlet kurumlarından aldıkları paraları nerelere harcadılar?

İstanbul Eczacı Odası’nın bildirimlerine göre 61’i kanser ilacı olmak üzere 310 ilaç piyasada bulunmamakta. Sağlık Bakanlığı bu konuda acz içinde, piyasadan
kasıtlı olarak çekilen veya üretilmeyen ilaçlara bir çözüm bulamamakta;

bunların ruhsatlarını dahi iptal edememektedir. Yakında piyasada bulunmayan (üretilmeyen veya ithal edilmeyen) ilaç sayısı daha da artacak ve hastalar onlarca
kat daha çok ödeyerek bunları yurt dışından getirtecek, TİTCK yurt dışından getirilecek ilaçlar için liste üstüne liste yayınlayacaktır ve şu anda olduğu gibi, SGK da bunları
paşa paşa ödeyecektir.

SONUÇ

1. İlaç kalitesi konusunda konuşabilecek en yetkili kişilerin başında Sayın Nezih Barut gelir. Herhalde bir pratisyen hekimden daha fazla ilaçta kalite ve kalite kontrolünü bilir. Yüz senelik bir firmaya senelerini vermiş Türkiye’nin en büyük ilaç sanayicisi ve İlaç Endüstrisi İşverenler Sendikası başkanı. Yalnız Türkiye’de değil, birçok ülkede ilaç satmakta. Bu ve başka nedenlerle Nezih Barut’un söylediklerini reddetmek yerine yetkililer takkelerini önlerine koyup sorunlara çözüm bulmak zorundadırlar.

2. İlaç Fiyat Kararnamesi acil olarak değiştirilmeli, hastaların ve geri ödeme kurumlarının zarar görmesi önlenmelidir. SGK kendi kusurlarını görmeli,
akılsız ilaç kullanım politikasını değiştirerek tasarruf etmelidir.
İlacın tüm maliyeti sanayicilere ve eczacılara yüklenmemelidir.

3. SGK bir an önce Farmakoekonomiyi öğrenmeli ve geri ödemeleri farmakoekonomik ilkelere göre yapmalıdır. Dünyanın hiçbir ülkesinde geri ödemesi olmayan, OTC ürünleri bile geri ödemekten vazgeçmelidir.

4. SGK kendi kafasına (!) ve kimi firmaların çıkarına göre ödeme yapacağına,
bütün Dünyaca kabul edilen terapötik rehberlere göre geri ödeme yapmalıdır. Örneğin hipertansiyon tedavisinde ACE inhibitörlerinin ARB’lerden farksız olduğu binlerce kez gösterildiği halde, neden halen çok daha pahalı ARB ve kombinasyonları geri ödeme listesindedir?? Neden antipsikotikler Türkiye’de endikasyon dışı kullanımlarda geri ödenmektedir. ABD’de daha çok yakın zamanda Risperdal’i endikasyon dışı pazarladığı için Johnson & Johnson 2.2 milyar $ ceza aldı.

5. TİTC Kurumu her ilaca ruhsat vermekten vazgeçmelidir.

Örneğin 2012 ve 2013 yıllarında ruhsat alamayan kaç ürün oldu?
Türkiye gittikçe bir ilaç çöplüğüne dönmekte;

  • Ucuz ilaçlar piyasadan kalkarken etkisi tam olarak bilinmeyen
    ve hatta
    etkisiz-çok az etkili ilaçlar piyasayı doldurmakta!

Hanefi Avcı TÜBİTAK raporuyla kanıtarı çürüttü; peki şimdi ne olacak?


Dostlar
,

Ergenekon tertibinde çok çarpıcı bir savunma daha..

Eski ve kıdemli Emniyet Müdürü Hanefi Avcı çok net bir savunma yaptı
İstanbul 16. Ağır Ceza Mahkemesinde..

Zehir zemberek bir dizi soru ve TÜBİTAK raporuna dayalı teknik – bilimsel yanıtlar..

Savcılık makamı ne diyecek acaba?

O makamda olmak istemezdik.
Olsaydık, savlarımızı (iddialarımızı) geri çeker, sanıkların aklanmasını isterdik.

Yargı heyeti yerinde olsaydık, “davanın kanıtsız ve de konusuz kaldığını” karara bağlayarak iddianameyi reddeder, sanıkları aklar, dosyayı kapatırdık..

Belki, düzmece kanıtlar sunanlar ve de bunları iddianamesine alanlar hakkında
suç duyurusunda bile bulunurduk

Bu son 2 tümcemiz, Anayasanın yasakladığı mahkemelere telkinde – tavsiyede bulunmak vb. yaklaşım ve amacın tümüyle dışında olup (md. 138), yine Anayasanın görüş ve düşünce açıklama özgürlüğü (md. 25, 26 vd.) bağlamında değerlendirilmelidir. Nitekim hukuk yazınında (literatürde, doktrinde) mahkeme kararları da bilimsel düzlemde rahatlıkla eleştirilebilmektedir. Tersi düşünülemezdi zaten..

  • Ergenekon tertibi yüzlerce kezlerce çürütüldü..
    Tartışılabilir bilimsel kanıtı neredeyse kalmadı..

Ama yargılama yapan heyetler son derece ağır cezaları yaygın biçimde vermekten
geri durmadılar.. Yüz yılı aşan hapis cezaları, müebbetler, birkaç kez müebbetler, ağırlaştırılmış müebbetler yağmur gibi yağdırıldı..

En kritik not şudur :

  • Kamuoyunun adalet duygusu doyuruldu mu, katledildi mi?
  • Adalet mülkün = ülkenin temeli ise o temel ciddi derecede tahrip olmadı mı?

Ayrıca, yılların kıdemli emniyet müdürü bir kitap yazacak (HALİÇ’TE YAŞAYAN SİMONLAR), fincanının katırları ürkecek ve bu kişi birden bire terör örgütü bağlantısıyla suçlanarak alelacele hapse tıkılacak?

İlahlar gazaba geldi mutlaka..

Bu acul senaryoya kimlerin inanması bekleniyor?
Dahası, bu zırva senaryonun hazırlayıcıları için hiçbir fatura olmayacak mı??

Bir dahası; tüm saçmalığı bilindiği halde kurgulayanların kazanmayı tasarladığı zaman hala bitmedi mi sanılıyor??

  • Hanefi Avcı TÜBİTAK raporuyla kanıtarı çürüttü; peki şimdi ne olacak?

Sevgi ve saygı ile.
Datça, 11.9.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

========================================

Hanefi Avcı TÜBİTAK raporuyla delilleri çürüttü!

Odatv davasında yargılanan Hanefi Avcı, kendisi hakkında yapılan suçlamaları TÜBİTAK raporuyla çürüttü. Avcı,
Emniyet mailleri incelerken neden virüslü saldırıyı görmezden geliyor?” diye sordu.

Ergenekon soruşturması kapsamında Odatv’de yapılan aramalar sonrasında gazeteciler Ahmet Şık, Nedim Şener ve Soner Yalçın’ın da aralarında bulunduğu
13 sanık hakkında açılan davanın görülmesine devam edildi.

İstanbul 16. Ağır Ceza Mahkemesince Çağlayan’daki İstanbulAdalet Sarayı’ndaki
büyük salonda yapılan duruşmaya, tutuklu sanıklar eski Emniyet Müdürü Hanefi Avcı
ve Yalçın Küçük ile gazeteciler Ahmet Şık, Nedim Şener ve Doğan Yurdakul‘un da aralarında bulunduğu 11 tutuksuz sanık katıldı.

Hanefi Avcı durumada kendisi hakkında yapılan suçlamaları TÜBİTAK raporlarıyla çürüttü. Avcı şunları söyledi:

-Emniyetin laboratuvarları var, uzmanları var, neden bu bilgisayarlar bu uzmanlara değil, düz komiserlere gönderiliyor. Peki Odatv bilgisayarları izlenirken bu virüsler
bu bilgisayarlara girerken Emniyet neden izlemiş? Neden takip yapmamış?
Bu tezgah baştan belli…

– Görülüyor ki, Emniyet içinden her şey başından planlanmış.

Öyle ki raporun altında üç imza var. Hepsinin ayrı ayrı tarih yazıp imzalaması lazım.
Ama tek tarih yazılmış” ifadelerini kullandı.

Emniyet mailleri incelerken neden virüslü saldırıyı görmezden geliyor?

  • Bu dosyalar uzaktan virüs yoluyla gönderilen dosyalardır.
  • Dosyalara bakıyorsunuz, aynı dosyalar, aynı tarihte, aynı dakikada, aynı saniyede hem evdeki hem ofisteki bilgisayara kaydolmuş.
  • Bu nasıl oluyor?
  • Aynı anda aynı dosyalar nasıl aynı kişinin iki bilgisayarına birden kaydoluyor?
  • Bunun bir yanıtı var :
  • Bu dosyalar sonradan virüsle gönderilmiş ve kendisini sanki bu tarihte kaydolmuş gibi göstermiş.

-Bakın kitabımın yayınlandığı gün Odatv‘deki telefon konuşmalarına. Soner Yalçın kitabı gazetede görüp Barış Pehlivan‘ı arıyor ve haber veriyor. Odatv’de kitabıma ilişkin ilk yayınlanan haber o gün 12:38’de. O da Hürriyet’ten alıntı yapılmış.
Kitaptan haberleri yok.

-Benim kitabımdan Odatv’nin hiç haberi yok; bu ek klasörlerde görülüyor.
Benim kitabımı yayınevine gönderdiğim tarihe bakın bu notlardan önce.

Nedim Şener‘in tapelerini inceledim, hepsi gece 12’de başlayıp sabah 7’ye kadar yapılmış. Eminim ki, bu Emniyet’te yapılmadı. Başka yerde yapıldı.

İkincisi; benim hakkımda tahkikat yok. Odatv’yle bir ilgim tespit edilmemiş.
Benim konuşmalarım nasıl oraya konmuş?
Bunu hazırlayanlar bunu nereden biliyor?

Üçüncüsü:

  • TÜBİTAK diyor ki bu dosyalar bu sanıkların bilgisayarında yazılmamış.

Peki hangi bilgisayarda yazılmış?
O bilgisayar neden bulunmuyor?

Bu dökümanlara bakın. Herkesin ismi yazıyor. Böyle örgüt dökümanı olur mu?
Hiçbir örgüt böyle bir döküman yazmaz.
(Kaynak: odatv, 11 Eylül 2013)

BİR KEZ DAHA BİZ KAZANDIK!

Dostlar,

Sevgili kardeşimiz Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu, çeyrek yüzyıla varan meslektaşımızdır.
Halk Sağlığı + Epidemiyoloji uzmanıdır.
Son yıllarda Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanıdır.
O göreve doçent olarak atanırken bilimsel dosyası hakkında olumlu rapor yazan
5 profesörden biri olarak kıvançlıyız..

Sevgili Onur hoca, Dilovası yöresinde çevresel toksisite çalışması yaptı.

Bebeklerin ilk kakalarında (mekonyum) ve annelein ilk sütlerinde (kolostrum) bile
ağır metaller saptadı! Bunlar çevresel kökenli idi.

Ayrıca yöre halkında kanser ölümleri, benzer koşullardaki (karşılaştırılabilecek)
toplum kesimlerinin 3 katı idi!

Çalışmalarını tümüyle bilimsel yöntemlere uygun yürütmüştü.
Ölçümler TÜBİTAK laboratuvarlarında yapılmıştı.

Onur hoca verilerini yerel yöneticilerle paylaştı..

Doğallıkla basınla da!

Başka türlü yapabilir miydi?

Halkın bilgi edinme hakkı yok mudur?

Anayasa md. 56.

“Herkes sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir.” demez mi?

Ayrıca çevrenin koruynması görevini açık açık Devlete ve yurttaşa ortak ödev
vermez mi?

Dr. Hamzaoğlu hem bilim insanı, hem deyurttaş olmanın zorunlu gereğini yapmıştır.

Kendisine “şarlatan” diyen Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanı mahkum erilmiştir.

Üniversite yönetimi de utanıp – sıkılmadan UYARI cezası verebilmiştir.

Bu idari işlemin Sakarya Bölge İdare Mahkemesinde iptal edildiğini sevinçe ve onurla öğreniyoruz.

Bu olayın başından beri geliştirdiğimiz sloganımızı göğsümüz kabararak, coşku ile bir kez daha haykırıyoruz :

  • “ONUR” umuzu KORUYORUZ!

Kotumayı da sürdüreceğiz..

Yaşasın özgür bilim!

Sevgi ve saygı ile.
27.6.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

==============================

Prof. Dr. Onur HAMZAOĞLU

BİR KEZ DAHA BİZ KAZANDIK!

Doğa, Toplum ve Bilim kazandı…

Üniversiteleri siyasilere ve sermayeye hizmet etmeye zorlayan kapanı kırdık.

Gezi Ruhu kazandı!

Direnenler kazandı.

Özgür üniversite ve Özgür toplum kazandı.

Öyküyü anımsayalım…

Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu, Dilovası’ndaki  çevre kirliliği konusunda bilimsel araştırma bulgularını açıklayarak halkı bilgilendirdi. Maalesef Kocaeli Üniversitesi bundan rahatsız oldu!!!  Kocaeli Üniversitesi Rektörlüğü kendisinin bilgilendirilmediği ve henüz araştırmanın bir dergide yayımlanmadığı gibi gerekçelerle halkın bilgilenme hakkı ve akademisyenin toplumsal sorumluluğu gibi evrensel ilkeleri çiğneyerek
Prof. Hamzaoğlu’na halkı bilgilendirdiği için UYARI cezası verdi.

Prof. Hamzaoğlu ise bu cezaya Kocaeli 2. İdare Mahkemesi’nde dava açarak
itiraz etti.

Kocaeli 2. İdare Mahkemesi maalesef uyarı cezasını oy çokluğu ile
hukuka aykırı bulmadı.

Bunun üzerine Prof. Hamzaoğlu Kocaeli 2. İdare Mahkemesi kararına
bir üst yargı organı olan Sakarya Bölge İdare Mahkemesi’nde itiraz etti.

Mahkeme;

Üniversitenin Hamzaoğlu’nu suçlarken, hangi davranışının hangi disiplin suçunu oluşturduğunu, suçlamasını hangi delillere dayandırdığını belirtmediğini,
suç oluşturduğunu ileri sürdüğü davranışların hukuksal nitelendirmesini yapmadığını, bütün bunlarla bağlantılı olarak hangi suçun oluştuğunu bildirmediğini, yöntemine uygun olarak savunma hakkının kullanılmasına olanak sağlamadığını, oysa Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi uyarınca herkesin kendisine yöneltilen isnadın nedeninden ve niteliğinden haberdar olma hakkı olduğunu, bu olmadan savunma hakkının kullanılamayacağını, belirterek disiplin cezası verilmesinin
hukuka aykırı olduğuna ve cezanın oybirliği ile iptaline karar vermiştir.

Mahkemenin tespiti çok yerindedir:
Rektörlük, Soruşturmacı Rektör Yardımcısı, soruşturma hukukuna uygun olarak suçu, suç kanıtlarını belirtememiştir. Çünkü ortada Hamzaoğlu’nun işlediği bir disiplin suçu yoktur…

Ey muktedirler ve onun memurları!

  • Bilim insanlarının çalışmalarını halka adamalarını engelleyemeyeceksiniz!

Gerçekler gizlenemez. Er ya da geç ortaya çıkar, çıkartılır.
Sermaye iktidarının doğayı ve insanlığı, bugünü ve geleceği büyük bir tahribata uğrattığını Onur Hamzaoğlu gözler önüne sererek;
bilim insanlarının onuru olmuş, hepimize cesaret aşılamıştır.

  • Özgür bilgiyi üreteceğiz; toplum özgürleşecek!

Diren Türkiye!

(2013/6/27 Onurumuzu Savunuyoruz <berhansoner@gmail.com>)

Bilimin İslamileştirilmesi!

Kırklareli’nde Köy Enstitüleri Sempozyumu’nda (18.04.2011) bir konuşma yapan Abbas Güçlü ‘Mücadeleyi imamlar kazandı.” dedi. Boğaziçi Üniversitesi
Öğretim Üyesi Prof. Dr. Rıfat Okçabol ise Erdoğan’ı eleştirdi:
“Başbakan Erdoğan’ın gece yattıktan sonra nasıl uyuduğunu da bilemiyorum ama yatıyor. Uykusundan sonra sabah kalktığındada Anayasanın 85’nci maddesini 3 kelime, Çarşamba günü geliyor 5 kelime, Cuma günü geliyor 7 kelime ve bunları Meclis’e onaylatıyor. Meclis’ten ne istiyorsa Meclis de onaylıyor. Bu gün artık gençlik gelmiyor. Gençlik artık açıyor gazeteyi gericiliği öğreniyor. Televizyonu açıyor gericiliği öğreniyor. İbrahim Tatlıses vuruluyor, akın akın peşinden gidiyorlar.”

Bilimin İslamileştirilmesi!

Dostlar,

Boğaziçi Üniversitesinden Saygın Eğitimbilimci Prof. Dr. Rifat Okçabol’un yazısına daha önce TÜBA ile ilgili birkaç yazımızı size sunduğumuzda vermeliydik. TÜBA Başkanı Prof. Yücel Kanpolat’ın, TÜBA kurucu başkanı Prof. Ayhan Çavdar’ın istifa mektuplarını yayımlamıştık.
Rifat hoca bu girişimlerin biraz geciktiği kanısında.

Bu tartışma bir yana ama bugün ülkemiz Türkiye’de “tam alamıyla” özerk olması gereken bilim kurumlarımız, YÖK başta, TÜBİTAK, TÜBA, üniversiteler, yüksek teknoloji enstitülerimiz… “TAM ANLAMIYLA” İKTİDARA BAĞLI ve BAĞIMLI..

Ülkemizde bilim özerkliği hiç ama hiç kalmadı..
Üstelik Anayasanın 130. maddesi yürürlükte iken :

“….bilimsel özerkliğe sahip üniversiteler…”

Siz artık bu maddenin, hazırlanan sözde “yeni anayasa”da nasıl düzenleneceğini hayal edebilirsiniz dahası öngörebilirsiniz.

“Tam anlamıyla” özerk değil, yani hiç özerk değil..
demek istiyoruz. Bütünüyle siyasal iktidara bağımlı.

Böyle bir tablonun ülkeyi nereye taşıyacağı Okçabol hocamızın yazısının sonlarında var. Kurucu Başkan Ayhan Çavdar hocamız da istifa dilekçesinde vahim souçları aktarıyor.

Bu çemberin bir biçimde mutlaka ve gecikmeden kırılması gerek.

Acaba AKP kadroları içindeki akademisyenler gidişe ne buyururlar? Şimdiye dek aykırı ses hiç çıkmadı ama…

Sevgi ve saygı ile.
18.8.12, Tekirdağ

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net
=================================================

Prof. Dr. Rıfat Okçabol
02.09.2011

BİLİMİN İSLAMİLEŞTİRİLMESİ

Bu sayfalarda, 2010 Temmuz ve Ekim günlerinde, Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA)’nin 2009 yılı bilim raporu ile ilgili yazılar yer almıştı. Bu raporda, “ülkenin en seçkin bilim insanlarını çatıları altında toplamaları, bütün görüş ve katkıların bu çok seçkin beyinlerin ürünü olması, bilim akademilerine saygınlık” (s.11) kazandırdığı vurgulanarak TÜBA’nın da, “uluslararası bilim akademileri modelinde gelişme gösteren saygın bir bilim akademisi” (s.13) olduğu belirtilmekteydi. Tüzel kişiliğe, bilimsel, idari ve mali özerkliğe sahip olan TÜBA’nın toplam 135 üyesi (11’i Konsey, 83’ü asli, 37’si şeref ve 15’i asosiye üyesi) vardı. TÜBA, bu bilim raporunda, AKP’in bilim dışı uygulamalarını ve TÜBİTAK ile YÖK’te yaptıklarını bile bile, “Şimdiki hükümetimizin politikaları, bilim adına memnunluk vericidir” (s.13) diyordu. Gerçek durum öyle olmasa da, “Bugün YÖK, kendini yeniden tanımlayıp üniversiteler arasında eşgüdüm sağlayıcı, düzenleyici ve kolaylaştırıcı bir rol oynama eğilimindedir.” (s. 17) demeyi de ihmal etmiyordu.

Ancak, “Korkunun ecele faydası yok” deyişinin bir kez daha gerçekleştiği görülüyor. TÜBA’nın 2009 bilim raporunda AKP’yi yücelten ifadelere yer vermesinin, TÜBA’nın saygınlığını, önemini ve bilimsel varlığını korumaya yetmediği anlaşılıyor.
Önce, TÜBA Başbakanlıktan alınıp Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığına bağlanıyor.
Sonra, TÜBA’nın patronu Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Nihat Ergün, TÜBA’yı,
“… yaşını başını almış ünlü bilim adamlarımızın bir araya geldiği, adeta fonksiyonsuz bir yer” olarak gördüğünü açıklıyor (soL haber, 21. 8. 2011)! Üstelik onların niteliklerinin yetersiz olduğunu da ima ederek, “Bu kurumu, … yüksek nitelikteki bilim adamlarının yer aldığı, özel çalışmaların yapıldığı bir mekana dönüştürmeyi hedefledik.” (soL haber, 21. 8. 2011) diyor!

Bağlı oldukları bakanın bu açıklamasından sonra, saygın ve seçkin bilim adamlarından neden bir ses çıkmıyor, neden istifa eden olmuyor? Anlaşılmıyor!

İşi pişkinliğe vurup bakanın bu sözlerine aldırış mı edilmiyor? Bilinmiyor!
Daha sonra da, Ramazan Bayramı’ndan birkaç gün öncesinde, kamuoyunda hiçbir tartışma olmadan ve bir çırpıda, 651 sayılı KHK ile TÜBA’nın bilimselliği ve özerkliği
yok ediliyor; üye sayıları ve üye atama koşulları da değiştiriliyor.

TÜBA şeref üyelikleri ve genel kurul üyelikleri kaldırılırken asli ve assosiye üye sayıları 150’şer olmak üzere toplam üye sayısı 300’e çıkarılıyor. Akademi üye seçmede tümüyle özgürken üye belirlemede bir işlevi olmayan ve olmaması gereken Bakanlar Kurulu ile YÖK’e, hem de 100’er üye belirleme yetkisi veriliyor! 100 üyeyi belirleme yetkisi de, kısa bir sürede hükümet ve YÖK’ün belirleyeceği üyelerin çoğunlukta olacağı, akademiye bırakılıyor. Bu KHK öncesinde TÜBA Genel Kurulu’nun seçtiği aday akademi başkanı olurken, şimdi, başkanı belirleme yetkisi bakana veriliyor.
Bir ülke düşünün. O ülkenin yurttaşlarının, meclisinin ve hükümet üyelerinin önemli bir bölümü evrim kuramına inanmıyor, sorunların çözümlerini bilimsel buluşlarda
değil de inançlarında arıyor! Böyle bir ülkede, TÜBA’nın başına gelenler pek garip kaçmıyor.

Bu arada ve de ne yazık ki, TÜBA’yla ilgili bu değişikliğe, AKP’lileşen YÖK’ün
karşı çıkması beklenmiyor. YÖK’ün belirlediği rektör ve dekanların yönetiminde olan üniversite senatolarından da böyle bir şey beklenmiyor.

Peki! TÜBİTAK, YÖK, üniversiteler, medya ve yargı AKP’lileştirilirken, Feza Gürsoy Enstitüsü işlevsizleştirilirken sesini çıkarmayan ve üstelik 2009 bilim raporunu yazan TÜBA’dan böyle bir karşı çıkış bekleniyor mu?

Evet! Her şeye rağmen TÜBA’dan bir karşı çıkış bekleniyor.

Osmanlı padişahlarının bilimle aralarının iyi olmadığı, işleri şeyhülislam ve ulema ile hallettikleri biliniyor. Nazi Almanya’sında da siyasetin emrine sokulan bilimin faşistleştiği de tüm dünyanın yaşadığı bir gerçek.

Bizde de son yılarda, Osmanlı hayranlığı artıyor; kimileri padişahlığı özlüyor; Başbakan sıkışınca, “Ulemaya danışalım” diyor… İçinde bulunduğumuz süreçte,
laik, demokratik ve bilimsel anlayışlar güçlenmezse, bu hükümet ve YÖK’ün,
TÜBA üyelerini genellikle, AKP’nin mebus/belediye başkanı adayları, türban yanlıları ve de ilahiyatçılar arasından seçeceği biliniyor. En geç, Cumhuriyetin 100. yılında, TÜBA’nın adının Ali Meclis-i Ulema, Şurayı Ulema gibi bir adla değiştirilmesi
mümkün görünüyor.

Geçmişte AKP’nin TÜBİTAK, YÖK, medya ve yargıda kadrolaşmasını, günlük siyasetle ve hükümetin yürütme göreviyle ilişkili görüp sessiz kalanlar bile, 651 sayılı KHK ile başlayan değişimin, bilimin İslamileştirilmesi yönünde atılmış bir adım olduğunu görüyor.

TÜBA bu duruma da karşı çıkmazsa, neye karşı çıkacak?

Ortalıkta AKP’nin karar ve uygulamalarına etkin bir şekilde karşı çıkacak
muhalefet de yok; sivil toplum kuruluşları, bir zamanlar dördüncü kuvvet olarak göklere çıkarılan medya, üniversite ve üniversite gençliği de yok!

TÜBA karşı çıkmazsa, kim karşı çıkacak?

TÜBA, “Hiç değilse, TÜBİTAK’ta olduğu gibi bizim üyeliğimizi sona erdirmediler, halimize şükredelim” mi diyecek?

Hayır, hayır, bin kere hayır! TÜBA üyeleri herhalde bilimin İslamileştirilmesini kabul etmeyecektir. Yapabilecekleri en anlamlı karşı çıkış, akademi üyeliğinden topluca istifa etmek olacaktır.

“Bilime” rahmet okusak da, hiç değilse saygınlık baki kalacaktır.

okcabolr@gmail.com

Bilimsel Araştırma; Doğası, İşlevi


Değerli arkadaşlar,

BİLİMSEL ARAŞTIRMA, DOĞASI ve İŞLEVİ..

konulu Ankara Üniv. Sağlık Bilimleri Enst. Doktora dersi (Metodoloji) yansıları güncellenmiş olarak aşağıdaki erişkeden (liknten) incelenebilir..

Bilimsel_arastirma_dogasi_ve_islevi

Yararlı olsun dileriz..

Sevgi ve saygı ile.
20.2.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net