Etiket arşivi: Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu

240 Yıl Önceki Çığlığa Özlem

240 Yıl Önceki Çığlığa Özlem

Prof. Dr. Mustafa Altıntaş – Çalışan | Barkın | Tezcan Hukuk Bürosu

Prof. Dr. Mustafa ALTINTAŞ
Cumhuriyet, 15 Temmuz 2020

“Beyinler, fikirler ve insanlar özgürleşecek mi? Sansürün, baskının, işkencenin kalktığını, ‘Sizin fikirlerinize karşıyım ama bunları söyleme hakkınızı kısıtlayanlara karşı sonuna dek sizi savunurum!’ diyebilenler tarafından yönetilen bir ülkede yaşayabilecek miyiz?

Özgür düşüncenin yaygınlaştığını; halk kitlelerini, ceza veren bir Allah ve cehennem azabıyla korkutarak sindiren ideoloji ve inançların eriyip yok olup gittiğini biz de görebilecek miyiz? Aydınlanma çağı bizim ülkemize de gelecek mi?”

YAŞAMSAL ÖNEMDE

Yukarıya alıntıladığım bu dileğin, atılan bu çığlığın, ülkemizden yükseldiği yanlışına düşmeyin. Bunlar, Danimarka Kraliçesi Carolina Matilde’ye ait. 240 yıl önce dile getirilen bu dilek ve sergilenen isyanın, günümüz Türkiye’sinde yaşamsal önem taşımakta olduğu bir gerçektir.

Anayasanın 5’inci maddesinde devletin temel amaç ve görevleri;

  • “Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.” diye tanımlanmaktadır.

    Yasama”, “Yürütme (Cumhurbaşkanlığı)” ve “Yargı” organlarının varlık nedeni ve meşruiyeti, bu amaca erişme ve görevin gereğinin yerine getirilmesine dayalıdır.

ÖZÜMSEMEKLE MÜMKÜN

“Yükseköğretim Kurumları”; devletin temel amaç ve görevlerini gerçekleştirecek üç organdan biri olan “Yürütme Organı” içinde yer almaktadır. Yükseköğretim kurumları, bir yurttaş olarak hak sahibi olduğum huzurlu bir yaşamın gerçekleşmesi, ülke ve insanlığa hizmet etmek üzere kurulmuşlardır (AY, Başlangıç ve md. 130).

Bu nedenle, her üç organ ve üniversiteler; hak sahibi olduğum huzurlu bir yaşam hakkımın olmazsa olmazı olan “temel hak ve özgürlükler ile kişi hak ve özgürlükleri” korunması ve geliştirilmesi ile görevlidirler. Üniversite adlı kuruluşların meşruiyeti, anayasanın 25, 26, 27 ve 28 inci maddelerinde sıralanan “düşünce ve kanaat özgürlüğü”, “düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü”, “bilim ve sanat özgürlüğü”, “basın özgürlüğü”ne sahiplenmesine, bunları özümlemelerine bağlıdır.

YAPILAN, ‘TERÖR’Ü SULANDIRMAK

Buna karşın, üniversite tabelalı kuruluşların yöneticileri, sıraladığımız hak ve özgürlükleri baskılamayı, görevlerinin olmaz ise olmazı kabul ederek, efendilerinin buyruğuna aykırı görüş ve düşünce sahiplerinin, ülke ve insanlık yararına çabalarını, disiplin terörü ile önlemeyi ve cezalandırmayı varlıklarının güvencesi görmekteler.

Bu terörün yığınsal hedefi, “Barış Akademisyenleri” olmuştur. Covid-19 salgını konusunda toplumu bilgilendirmeyi mesleğinin gereği bilen Dr. Güle Çınar ve Doç. Dr. Yusuf Savran, yöneticiler tarafından “yalanlamaya, özür dilemeye” zorlanmışlar,

Prof. Dr. Barbaros Çetin hakkında disiplin soruşturması açılmıştır. Disiplin terörü yanı sıra, yargı zulmü, KHK ile meslekten kopartılan simge isim ise Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu olmuştur. Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Kalp Uzmanı ve Çukurova Öğretim Elemanları Derneği Başkanı Prof. Dr. Osman Küçükosmanoğlu, sağlık hizmetlerini konu alan bir konuşma nedeni ile, elleri kelepçelenerek savcı huzuruna çıkartılarak tutuklanmış, Üniversite Yönetimi ve meslektaşlarının “gıkı” çıkmamıştır.

Terörün komediye dönüştürüldüğü bir başka üniversitede ise, bir öğretim üyesi, “Av. Halit Çelenk Hukuk Ödülü Yarışması”na katılması ve ödül kazanması nedeni ile soruşturulabilmiştir.

ZULMÜN SON ÖRNEĞİ

Zulmün son örneği ise 7 Temmuz günlü gazetemiz Cumhuriyet tarafından, kamuoyuna “Muhalefet Edene Yaşam Hakkı Yok” başlığı ile duyurulmuştur. Bu kez hedef alınan ise Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı AbD Öğretim Üyesi ve Türk Tabipleri Birliği Covid-19 İzleme Grubu Üyesi Prof. Dr. Kayıhan Pala olmuştur. Covid-19 konusunda yaptığı uyarıcı açıklamaları, Rektörlük tarafından” halkın yanlış bilgilendirilmesi ve paniğe yönlendirici olması” gerekçesi ile, disiplin soruşturmasına konu kılınmıştır.

Asıl büyük tehlike ve korkutucu olanı ise; sayıları iki yüzün üzerine çıkmış üniversite ile sayıları yüzü aşmış tıp, hukuk ve iletişim fakülte kurullarının; Sağlık Bakanlığı ile TTB, baro başkanlıkları ile Adalet Bakanlığı, RTÜK ve Basın İlan Kurumu ile bağımsız medya arasındaki anlaşmazlıklarda, çatışmalarda hukukun, aklın, vicdanın yanında yer alma yerine, güçlünün yanında yer tutmalarıdır. Bu ise, Üniversitenin intiharı demektir.

Keşke, 240 yıl sonra, Danimarka Kraliçesi Carolina Matilde’ye, “bizim ülkemizde beyinler, fikirler ve insanlar özgürleşti, sansür, baskı ve işkence kalktı, düşünce özgürlüğü yaygınlaştı, bizim ülkemize de Aydınlanma Çağı kurumlaştı ve kurallaştırıldı, halk kitlelerini, ceza veren bir Allah ve cehennem azabıyla korkutarak sindiren ideoloji ve inançların eriyip yok olup gittiği” müjdesini verebilseydik.

Türkiye ayağına kurşun sıkıyor

Ali Sirmen
asirmen@cumhuriyet.com.tr 

Türkiye ayağına kurşun sıkıyor

Cumhuriyet, 10 Temmuz 2020

Öyle anlaşılıyor ki daha bir süre koronavirüs ile birlikte yaşayacağız, daha doğru deyişle, daha bir süre koronavirüsten ölmeye devam edeceğiz. Resmi açıklamalar bile hastalığın yayılma hızında beklenen yavaşlamaya bir türlü erişilemediğini, durumun endişe verici olduğunu bildiriyor. Ortada şaşılacak bir durum yok. “Ekonomik darbe mi? Korona dalgası mı?” ikileminde, Türkiye’yi yönetenler ikinci şıkkı tercih ettiklerinden, her alanda hızla “normalleşme” sürecine geçildi ve önlemler bir kenara atıldı.

Görünen o ki bir “vur patlasın çal oynasın” dönemine giriyoruz.

Bu arada bilimi ciddiye alan ve sorumluluklarının farkında olan bilim adamları ise yönetimi ve toplumu uyarma görevlerini yerine getirmek için gerekli açıklamaları yapıyorlar. Bunlardan biri de koronavirüs salgını ile ilgili bilimsel verilerden yola çıkarak uyarılarda bulunan Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kayıhan Pala.
***
Aynı zamanda, Türk Tabipleri Birliği Covid-19 İzleme Grubu üyesi olan Dr. Pala’nın bir internet sitesine yaptığı pandemi ile ilgili açıklamalar üzerine Bursa Valiliği İl İdare Kurulu Müdürlüğü, halkı yanlış bilgilendirmek ve paniğe yöneltmek suçlamasıyla savcılığa başvurmuş. Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturmanın sonunda görevsizlik kararı vererek dosyayı Uludağ Üniversitesi’ne göndermiş. Bunun üzerine de üniversite yönetimi, Prof. Dr. Pala hakkında soruşturma başlatmış.

Bu gidişle, yeni bir Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu olayıyla daha karşılaşabiliriz.

Bilindiği gibi, uluslararası çapta bir Epidemoloji ve Halk Sağlığı Uzmanı olan Onur Hamzaoğlu’nun 2011 yılında Kocaeli Üniversitesinde öğretim üyesiyken yaptığı Dilovası ile ilgili çalışma üzerine gelişen olaylar da böyle başlamıştı. Türkiye’de kanserden ölüm oranı %12 iken Dilovası’nda çarpık sanayileşmenin sebep olduğu kirlenme yüzünden bu oranın %33.7’ye çıktığını çalışmalarıyla ortaya koyan Onur Hamzaoğlu, Kocaeli Belediye Başkanı’nın tepkisini çekmiş, halkı yanlış bilgilendirmekle suçlanmıştı. Sayın Belediye Başkanı bununla da yetinmemiş, Hamzaoğlu’na “şarlatan” demişti. Onur Hamzaoğlu, bu konuda açtığı davayı kazanmasına rağmen, Kocaeli Üniversitesi’nin soruşturma açmasına da KHK yoluyla üniversiteden uzaklaştırılmaya da mani olamamıştı.

Dilovası’nda herkesin gördüğü gerçeği bilimsel çalışmasıyla göz önüne sermiş olan Onur Hamzaoğlu yerel ve merkezi yöneticilerin tepkisini çekmiş, açılan soruşturma sonunda KHK ile görevinden uzaklaştırılmış, bütün bunlar yetmiyormuş gibi bir de 2018 yılında HDK’nin, AKP’nin Suriye politikasını eleştiren “bu suça orta olmayacağız” bildirisini imzaladığı bahanesiyle tutuklanmış ve 5 ay hapis yatmıştı.
***
Dilovası’nda insanlar, çevre kirliliğinden ağır metaller tarafından öldürülürken, bu gerçeğe dikkati çeken bilim adamı doktor Onur Hamzaoğlu’nun da bilimsel gerçeği açıklaması dolayısıyla başına gelenler de Kocaeli Belediye Başkanı’nın suçlamaları ve üniversitenin soruşturma açmasıyla başlamıştı. Şimdi Prof. Dr. Kayıhan Pala’nın da, Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu ile aynı akıbete duçar olması olası.

Bu olasılığın gerçekleşmesi halinde Türkiye, bir kez daha kendi ayağına kurşun sıkmış olacaktır.

Bilindiği gibi Almanya, Türkiye’ye seyahat sınırlamasını kaldırmamakta direnmektedir. Bu davranışın nedeni, Türkiye’nin koronavirüs olaylarıyla ilgili açıklamalarının inandırıcı olmayışıdır. Bu şeffaflık eksikliği yüzünden Türkiye’ye Alman turist gelmemektedir. Ruslar da Türkiye uçuşlarını hâlâ tam açmadılar.

Tam bu ortamda, Türkiye’de bir bilim insanının korona ile ilgili endişelerini dile getirmesine soruşturma açılması, Ankara’nın inandırıcılığını daha da zedeleyecektir.

Evet, korona öldürür, ama hamakat da süründürür.

TTB Nusret Fişek Halk Sağlığı Hizmet Ödülleri, Prof. Dr. Nusret Fişek’i anma etkinliğinde sahiplerini buldu

TTB Nusret Fişek Halk Sağlığı Hizmet Ödülleri, Prof. Dr. Nusret Fişek’i anma etkinliğinde sahiplerini buldu

1 Kasım 2019 Cuma günü Hacettepe Üniversitesi Kültür Merkezi R Salonu’nda gerçekleştirilen etkinliğe, TTB Merkez Konseyi Başkanı Prof. Dr. Sinan Adıyaman, TTB Genel Sekreteri Dr. Bülent Nazım Yılmaz ve TTB Merkez Konseyi üyesi Dr. Selma Güngör katıldılar.

Açış konuşmalarını Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Hakan Altıntaş, HASUDER Başkanı Prof. Dr. Pınar Okyay ve TTB Merkez Konseyi Başkanı Prof. Dr. Sinan Adıyaman’ın yaptığı törende, Prof. Dr. Nusret Fişek’in akademisyen, bilim insanı kimliği üzerinde duruldu ve Türkiye’de Halk Sağlığı alanının kurulması ve geliştirilmesindeki rolü aktarıldı. 224 Sayılı Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Hakkında Kanun’un hazırlanması ve çıkarılması süreçlerinde gösterdiği çaba ve 1. Basamak sağlık hizmetlerinin geliştirilmesine yönelik çalışmaları üzerinde duruldu.

Konuşmaların ardından, TTB tarafından Prof. Dr. Nusret Fişek anısına verilen Nusret Fişek Halk Sağlığı Hizmet Ödülü Töreni’ne geçildi.

Dr. Bülent Şık, halkın sağlığını etkileyen kanserojenler, gıda güvenliği, beslenme konularında yürüttüğü bilimsel çalışma ve sonuçlarını kamuoyuyla paylaşma sorumluluğu göstererek yürüttüğü mücadele nedeniyle; Prof. Dr. Kayıhan Pala, sağlığın piyasalaşmasına, termik santrallere ve hava kirliliğine karşı yürüttüğü mücadeleyi bilimsel temellere dayandırıp, içinde yer aldığı meslek örgütü ve öbür platformlarda bu kararların görünür olmasına sunduğu katkılar ve bu anlayışı süreklileştirmesi nedeniyle 2019 Nusret Fişek Halk Sağlığı Hizmet Ödülü’ne değer bulundular.  Şık ve Pala’ya ödüllerini TTB Merkez Konseyi Başkanı Prof. Dr. Sinan Adıyaman sundu.

Törenin ardından, kolaylaştırıcılığını HÜTF Halk Sağlığı Anabilim Dalı’ndan Prof. Dr. Kerim Hakan Altıntaş’ın yaptığı, H.Ü. İİBF İktisat Bölümü’ndan Prof. Dr. Arzu Akkoyunlu Wigley, HASUDER Başkanı Prof. Dr. Pınar Okyay ve Kocaeli Dayanışma Akademisi’nden (KODA) Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu’nun konuşmacı olduğu “Demokrasi ve Sağlık” paneline geçildi.

Elbette kazanacağız…

Elbette kazanacağız…

Erdal Atabek
Cumhuriyet, 21.5.2018
Elbette biz kazanacağız.

Çünkü biz ‘doğruları’ rehberimiz yaptık. 
Neden mi? 
Gördük ki, insanlık tarihi ‘doğrular’ ile ‘yanlışların’ savaşının tarihidir. 
Doğrular; insandan yanadır, haktan yanadır, emekten yanadır, eşitlikten yanadır, barıştan yanadır.
Yanlışlar; paradan yanadır, haksızlıktan yanadır, maldan mülkten yanadır, eşitsizlikten yanadır, savaştan yanadır. 
Biz ‘doğrular’dan yana olduk. 
Çok açık, çok sade bir anlatım. 
İnsanlık tarihi hep bu ‘doğrular’la bu ‘yanlışlar’ın savaşını yaşadı. 
Kimi zamanlar ‘yanlışlar’ da kazandı.
Ama sonunda hep ‘doğrular’ ayakta kalmıştır. 
‘Doğrular’ tertemiz ayakta kalmıştır. 
Ve kazanmıştır. Şimdi de biz kazanacağız. 
Doğruların zamanı -gecikerek de olsa- geldi.
***
Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu’nun mektubunu aldım. 
Bir ‘doğru bilim insanı’nın yazısını okudum. 
Hapiste. Doğruları söylediği için hapiste.
Dilovası’nda artan kanserleri bulup anlattığı için hapiste. 
Bir halk sağlığı uzmanıBarış istediği için hapiste. 
Bir tıp doktoru. Bir üniversite öğretmeni. 
Muharrem İnce cumhurbaşkanı olunca -ve bilin ki olacak- Onur Hamzaoğlu’nu TÜBİTAK Başkanlığı’na önereceğim. O’nun yeri orasıdır. O zaman TÜBİTAK bir bilim yuvası olacak. 
Doğru bilim insanı. Yanlış iktidarın yanlış hukuku ile yanlış yerde yatıyor.
Ama her zaman ‘doğru’, ‘yanlış’ı yendi. Gene yenecek. 
Onur Hamzaoğlu’nu sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.
***
Güray Öz kardeşim kitabını göndermiş. ‘Gene şafakta geliyorlar Angela’ 
Angela Davis’in öyküsüyle başlıyor kitap. Bir kültür tarihi kitabı mı desem? 
Edebiyat antolojisi mi desem? Yazarların, şairlerin anlatıldığı denemeler mi desem? 
Bunların hepsi mi desem? Bilemedim. 
Ama Güray Öz’ün bir yazar, bir şair, bir denemeci olduğunu bildim. 
Doyumsuz bir tadı var Güray’ın yorumlarının. Sade, içten, ince bir derinlik. 
Saran, sarsan, sizi alıp götüren. Her zaman birkaç kitabı birlikte okurum. 
Güray’ın kitabı ötekileri bıraktırdı. Kutlarım. Kucaklarım. Devamını beklerim. 
Duydun mu Güray?
***
Muharrem İnce rüzgârı güçlü esiyor
‘Öfkenin rüzgârı’ diyorum ona. Milletin içindeki öfkeyi estiriyor. 
Erdoğan iktidarı öyle bir öfke yarattı ki. Haksızlıkların biriken öfkesi bu. 
Çiğnenen insan haklarının öfkesi. Yalanların öfkesi bu. 
Göz göre göre söylenen yalanların öfkesi. Hırsızlıkların öfkesi bu. 
Hâlâ savunulan hırsızlıkların öfkesi. ‘Öfkenin rüzgârı’ daha daha fırtınaya dönecek. 
Meral Akşener de ‘cesur Amazon’ gibi meydanlarda. 
O da kendi üslubunda meydan okuyor. Geçmişini geleceğine engel yapmadan mücadele ediyor.
***
Bu yazıyı 19 Mayıs gününde yazıyorum. Gazetemin birinci sayfasında Atatürk
Atatürk, ‘tarihin doğrusu’. Bir Osmanlı subayı, göre göre, düşüne düşüne, okuya okuya, tarihin büyük devlet kurucusunu yarattı. Örnektir. 
Elbette biz kazanacağız. Hep beraber…
==========================================

Teşekkürler değerli meslek büyüğümüz Dr. Erdal Atabek dostumuza..
88’lik Tıp ve Cumhuriyet bilgesi hâlâ topluma – ülkemize ışık saçmayı sürdürüyor..
Şükranla.

Sevgi ve saygı ile. 22 Mayıs 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Akademi, Sanat, Barış Her Yerde…

Akademi, Sanat, Barış Her Yerde…

(AS: Bizim katkımız yazının sonundadır…)

Üniversitelerinden, hastanelerinden, okullarından uzaklaştırılan kamu emekçileri, öğretim üyeleri ülkeyi kararnamelerle yönetmeye çalışan iktidarın ezberini bozacak bir etkinlikte buluştu. Haldun Taner’in bundan tam 57 yıl önce, üniversitelerinden uzaklaştırılan 147’lerle dayanışma için Dostoyevski’nin öyküsünden oyunlaştırdığı, İstanbul Tabip Odası Başkanı Prof. Dr. Selçuk Erez’in de arşivden çıkartarak kitap haline getirdiği “Timsahın Midesindeki Adam” bugüne uyarlanmış haliyle sahnelendi. Sahnede bu kez barış imzacısı olduğu için, demokrasiyi, özgürlükleri savunduğu için kurumlarından uzaklaştırılanlar vardı.

İstanbul Tabip Odası’nca hazırlıkları sürdürülen “Timsah” oyunu, 27 Mayıs 2017, Cumartesi akşamı Şişli Kent Cemil Candaş Kültür Merkezi’nde sahnelendi.

Tiyatro sanatçısı Orhan Alkaya’nın yönettiği, sahne tasarımını M. Nurullah Tuncer’in, efektleri Sercan Gidişoğlu’nun, müziği ise Uskan Çelebi’nin gerçekleştirdiği oyunun dramaturjisini ise TTB Yüksek Onur Kurulu Üyesi
Dr. Ali Çerkezoğlu üstlendi.

Oyunun bitiminde OHAL KHK’larıyla kurumlarından ihraç edilenler sahneye çağırıldı ve

  • “Akademi her yerde, Sanat her yerde, Barış her yerde” pankartı açıldı.Ardından hep bir ağızdan
  • “Bu Daha Başlangıç, Mücadeleye Devam”,
  • “Hayır Bitmedi, Daha Yeni Başlıyor”,
  • “Her Yer Taksim Her Yer Direniş” sloganları atıldı.

İstanbul Tabip Odası Başkanı Prof. Dr. Selçuk Erez, oyunun sonunda şunları söyledi:

“Eylemin, demokrasi ve adalet isteğini açığa vurmanın iktidarların düşünemedikleri yolları da vardır. İmece ile en iyisi yapılır. Metnin uyarlanmasından, yer seçimine kadar oyunun her yönü ortak akıl ürünüdür.
Bizi başka özgün ve beklenmedik eylem tarzları arayıp bulma konusunda yüreklendirmiştir.”

“Oyuncu” kadrosunda aşağıdaki adlar yer aldı:

Öykü anlatıcı: Dr. Mustafa Sülkü
Aleksey Semyolof (Ivan’ın arkadaşı): Dr. Samet Mengüç
Ivan Ivanoviç: Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu
Elena Ivanova (Ivan’ın karısı): Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı
Dureşka (Ivan’ın kızı): Doç. Dr. Özlem Özkan
Abulof (Ivan’ın müstakbel damadı): Yrd. Doç. Dr. Özgür Müftüoğlu
Bay Şmit (Timsahçı): Dr. Nazmi Algan
Bn. Şmit (Timsahçı’nın karısı): Dr. Melahat Cengiz
Maliçki Popoviç (Ivan’ın amiri): Prof. Dr. Cengiz Erçin
Sergey Semyonov (Ivan’ın iş arkadaşı): Dr. Ali Özyurt
Falcı: Prof. Dr. Rukiye Eker
Prof. Zbignief (Dönemin ünlü doktoru): Prof. Dr. Taner Gören
General Konserdof: Prof. Dr. Özdemir Aktan
Baytar: Dr. Hüseyin Keskin
Nöbetçi Asker: As. Dr. Ersin Baltacı
Subay: Dr. Sadık Çayan
Polis Komiseri: Doç. Dr. Haydar Durak
Bir Kadın: Dr. İncilay Erdoğan

==================================
Dostlar,

Bu olay, kesin olarak Dünya Uygarlık Tarihine ge-çe-cek-tir..
Oyunculardan Prof. Dr. Özdemir Aktan Hacettepe Tıp’tan sınıf arkadaşımızdır.
Oyunculardan Prof. Dr. Rukiye Eker İstanbul Tıp’tan sınıf arkadaşımızdır.
Oyunculardan Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu’nun doçentlik jürisinde idik..
…….
Çoğu dostumuz ve arkadaşımızdır.
Bir kez aha söyleyelim : OHAL KHK’ları ile böylesine hukuk -akıl – insaf- vicdan dışı, savunma almadan, suçu açıklanıp kanıtlanmadan insanları işlerinden  – ekmeklerinden – onurlarından etmek ASLA KABUL EDİLEMEZ!
Bu işlemler ‘keenlemyekün” dür = hukuk karşısında yok hükmündedir ve uygulayıcılara gelecekte mutlaka hukuksal yatırımları olacaktır.
Ayrıca bu insanların emekliliklerini engellemek, sosyal güvenlik sitemi dışına itmek, pasaportlarına el koymak, başka işlerde çalışmalarını engellemek, eşlerini de işten atmak.. ulusal ve tarafı olduğumuz uluslararası hukukun kabul göreceği orantılı – kişisel – insan onuruyla bağdaşan – OHAL gerekçelerine dayalı… cezalar değil düpedüz işkence, eziyet, zulüm ve bir tür post-modern ölüm cezasıdır.

Üstelik her türlü yargı yolu kapatılmıştır.

Sıkıyönetimden de ağır bir OHAL uygulamasıdır ve keyfi olarak uzatılmakta, hiç olmazsa OHAL kalkınca yürütmenin bitecek olması umudu da kırılmaktadır.

On binlerce insan aileleriyle birlikte  aç, işsiz, dışlanmışlardır ve intihar etmektedirler.. Bu durumdaki insanların sayısının yüz bini aşmış olması,
BİR TOPLU KIRIM demektir. OHAL 11. aya yaklaşmaktadır!

AKP iktidarını bir kez daha HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜNE DAYALI demokratik hukuk devleti sınırlarına, İNSANCIL HUKUK uygulamaya ve FETÖ savaşımını kendinden başlatarak, karşıtlarını tasfiye için OHAL kılıcını gözükara kullanmaya son vermeye çağırıyoruz..

Baskıcı uygulamalar toplumda dayanma – sabır sınırlarını çoktaaaan aşmıştır. Toplumsal patlamalar gündemdedir ve bu despotizm daha fazla sürdürülemez!

Sevgi ve saygı ile. 04 Haziran 2017, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

KHK’ler – haksız ihraçlar ve ÖYP düzenlemesi YÖK önünde protesto edildi

ttb_logosu

KHK’ler – haksız ihraçlar ve ÖYP düzenlemesi YÖK önünde protesto edildi

1 Eylül günü yayımlanan 672 sayılı KHK ile işten çıkarılan, görevlerinden alınan, kadroları değiştirilerek güvencesizleştirilen üniversite öğretim üyeleri ve araştırma görevlileri 22 Eylül 2016 günü Ankara’da Yükseköğretim Kurulu (YÖK) önünde eylem yaptı.

Türk Tabipleri Birliği, Eğitim Sen ve SES’in çağrısıyla gerçekleştirilen eyleme TTB İkinci Başkanı Prof. Dr. Sinan Adıyaman, Ankara Tabip Odası (ATO) Başkanı Prof. Dr. Vedat Bulut ve ATO Yönetim Kurulu üyesi Dr. Onur Naci Karahancı, TTB önceki dönem Merkez Konsey üyeleri, çok sayıda hekim ve akademisyen destek verdiler. Kocaeli Üniversitesi’nde “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bildirgeye imza veren öğretim üyeleri arasında olan ve 672 sayılı KHK ile işten çıkarılan öğretim üyelerinden Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu, Prof. Dr. Nilay Etiler, Prof. Dr. Ümit Biçer, Prof. Dr. Zelal Ekinci, Prof. Dr. M. Cengiz Erçin ve Doç. Dr. Özlem Özkan da eyleme katılan isimler arasında yer aldı.

Saat 13.00’te YÖK önünde biraraya gelen grup adına ortak açıklamayı akademisyen ve Eğitim Sen 5 No’lu Şube Yöneticisi Aysun Gezen okudu. Gezen, KHK’ler ile özlük haklarının ellerinden alınmasına neden olan 50/D’nin ve haksız ihraçların geri çekilmesini istedi. Gezen, şunları söyledi:

  • “AKP’nin kamu rejiminde yaratmak istediği dönüşüm karşısında emek mücadelemizi meslek örgütleri, emek ve demokrasi güçleri olarak omuz omuza, dayanışma içinde kararlılıkla sürdüreceğiz. Taleplerimiz açık ve nettir. Haksız ve hukuksuz açığa almalara, ihraçlara son verilmeli, arkadaşlarımız görevlerine iade e dilmelidir. KHK ile yapılan ÖYP düzenlemesi geri alınmalı, herkese iş güvencesi sağlanmalıdır.”

Basın açıklamasının okunmasının ardından, Eğitim Sen Genel Sekreteri Mesut Fırat, SES Eş Genel Başkanı Gönül Erden, KESK MYK üyesi Ramazan Gürbüz, TTB İkinci Başkanı Prof. Dr. Sinan Adıyaman, HDP milletvekilleri Hişyar Özsoy ve Mehmet Ali Aslan ile işten çıkarılan akademisyenler adına Kocaeli Üniversitesi’nden Doç. Dr. Hakan Koçak birer konuşma yaptılar.

‘Darbe bahane’

TTB İkinci Başkanı Prof. Dr. Sinan Adıyaman, işten çıkarılan akademisyenlerin bir bölümünün darbe kalkışmasından önce “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bildirgeye imza attıklarını ve barış istedikleri için soruşturulduklarını hatırlatarak, bu isimlerin 15 Temmuz’dan sonra ise darbe kalkışması bahane edilerek üniversitedeki görevlerinden uzaklaştırıldıklarını kaydetti. Adıyaman,

  • “Biz her şeyin farkındayız. Bunlar barış istemiyorlar, çatışmasızlık istemiyorlar, isteyenleri de cezalandırıyorlar. Bizler bu arkadaşlarımızla dayanışmak için buradayız. TTB olarak hepsini sevgiyle, saygıyla selamlıyoruz.” diye konuştu.

‘Geri adım attıramayacaklar’

Doç. Dr. Hakan Koçak da, 672 sayılı KHK’nin dünya hukuksuzluk tarihine geçecek bir belge olduğunu belirterek,

  • “Bizler hala ne ile suçlandığımızı bilmiyoruz. Barış İçin Akademisyenler bildirgesine imza attığımız için bu çuvalın içinde doldurulduğumuzu düşünüyoruz. Eğer neden bu ise bize geri adım attıramayacaklarını söylemek isterim.” dedi.

672 sayılı KHK’nin kendilerini kamu hizmetinden uzaklaştıramayacağını belirten Koçak,

  • “Biz her zaman kamu hizmetindeyiz. Kamunun çıkarları gereği emeğin yanındayız, kamunun çıkarları gereği iş cinayetlerine tepki gösteriyoruz, kamunun çıkarları gereği parasız, bilimsel laik eğitimi, özerk ve demokratik üniversiteyi savunuyoruz ve savunmaya da devam edeceğiz.” diye konuştu.

‘Üniversiteler bir bütün olarak tasfiye edilmeye çalışılıyor’

Türkiye’de üniversitelerin bir bütün olarak tasfiye edilmeye çalışıldığına dikkat çeken Koçak,

  • “Bizimle dayanışmak, aslında Türkiye’de üniversitenin tasfiye edilmesi sürecine karşı durmaktır. Yaşasın bilimsel, laik, demokratik üniversite mücadelesi, yaşasın barış.” diyerek sözlerini tamamladı.

Basın açıklaması, YÖK önünde çekilen halayların ardından sona erdi.
(http://www.ttb.org.tr/index.php/Haberler/yok-6294.html, 22.9.2016)

=================================

Dostlar,

Bizim de üyesi olduğuumuz Türk Tabipleri Birliği (TTB) Ankata Tabip Odası (ATO) nın bu girişimini, AKP iktidarının hukuk tanımaz eylemi bağlamında destekliyoruz.

Diliyoruz ki TTB;

  • Etnik temelli çok hatalı politikalarını artık bıraksın ve ulusalcı çizgiye gelerek tüm Türk hekimlerinin örgütü olsun..
  • “Beni Türk hekimlerine emanet ediniz.” diyen Mustafa Kemal ATATÜRK‘ün onurlandırıcı rotasına girsin..
  • Sivas Kongresindeki Tıbbiye 3. sınıf öğrencisi Tıbbiyeli Hikmet‘in aziz anısına daha saygılı ve bağlı olsun..
  • 1915’te Çanakkale savunmasında tümü şehit olan İstanbul Tıbbiyesi’nin 1. sınıf öğrencilerinin ödenemez borcuna sahip çıksın.
  • 19 Mayıs 1919’da Samsun’a ulaşan Bandırma vapurunda Mustafa Kemal Paşa’nın hemen yanıbaşında yer alan tıbbiyelilerin sevgin (aziz) anısına –daha da– hürmetli olsun…

672 sayılı OHAL KHK’si ile işlerine son verilen akademisyenlerin savunmalarının alınmaması kabul edilemez ve hukuk devleti işe asla bağdaşmaz.. Siyasal iktidar, OHAL bahanesi ile tüm karşıtlarını tasfiye etme patolojisinden sıyrılmak zorundadır.

Sevgi ve saygı ile.
25 Eylül 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Tabip Odası Üyesi
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

 

Bütçe 2016: Hükümet 2016’da ‘Herkes Yine Başının Çaresine Baksın’ Diyor!

Bütçe 2016: Hükümet 2016’da
‘Herkes Yine Başının Çaresine Baksın’ Diyor!

Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu
http://www.halkinsagligi.org/butce-2016-hukumet-2016da-herkes-yine-basinin-caresine-baksin-diyor-onur-hamzaoglu/, 9 Şubat 2016

Bütçe 2016: Hükümet 2016’da Herkes Yine Başının Çaresine Baksın Diyor! / Onur Hamzaoğlu
image_pdfimage_print

Kar kıyamet için paletli, çok uzaklar için uçak ambulansların yöneticisi Sağlık Bakanı
Uzm. Dr. Mehmet Müezzinoğlu, bir yandan Anayasaya aykırı olarak süresiz sokağa çıkma yasağı ilan edilen kentlerde yaralı ve hastalara bilindik, dört tekerlekli ambulans göndermez-gönderemezken, öte yandan henüz 2016 yılı Sağlık Bakanlığı bütçe konuşmasını da yapmadığı için Sağlık Bakanlığı bütçesinin ayrıntılı değerlendirmesini ertelemek zorunda kaldık. 2016 yılı bütçesi, Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı adıyla Ocak ayında TBMM’ye ulaştı. Bu yazıda yalnızca bütçe yasa tasarısının sağlık çizelgesini değerlendirmekle yetineceğiz.

Türkiye’de genel bütçe, Bakanlar Kurulu tarafından TBMM Başkanlığı’na gönderilip,
ilgili Komisyonlarda görüşüldükten sonra, Genel Kurul’un kabulü ve Cumhurbaşkanı’nın onayının ardından, Resmi Gazete’de yayımlanmasıyla uygulamaya girer.
Ülkemizde, genel bütçe olarak ifade edilen, esas itibariyle bir yasadır.
Bununla birlikte, çoğu yasadan farklı olarak uygulama süresi bir yıl ile sınırlıdır.

Bütün ülkelerde genel bütçenin içeriği toplumsal kaynağın nasıl yaratılacağının ve kullanılacağının, kimlerden alınıp kimlere ve ne için verileceğinin göstergesidir.
Özetle, sınıflı toplumlarda sınıfsal eşitsizlikler üzerinden sınıf mücadelesinin
ne durumda olduğunun göstergelerinden biri de genel bütçedir.
Genel bütçede yer alan veriler, temsil ettiği sınıf adına Hükümet’in niyetini de
ifade etmektedir.

Metni değerlendirmeden önce, genel olarak bilinmesi gereken bir durum 2002 yılında başlayan AKP hükümetleri dönemi ile birlikte, genel bütçenin, GSYH içindeki payının
yıllar içinde azalmış olmasıdır. Bütçenin GSYH içindeki payı, AKP Hükümeti öncesinde,
2002’de %34.1’iken, ilk bütçe yaptığı yıl olan 2003’te %31.1’e, 2004’te hızla %27.2’ye geriletilmiş, 2013’te %26.0, 2014 ve 2015’te % 25.8 olarak gerçekleşmiştir.
Kamusal giderlerin karşılanmasında genel bütçenin tercih edilmemesi olarak tanımlanabilecek bu durum, AKP Hükümetlerinin devletin gelir ve giderlerinin TBMM denetiminin dışında kalmasını tercih ettiğinin de bir göstergesi olarak kabul edilmelidir.

Hükümet, Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2016 yılında, Sağlık Bakanlığı (SB) ve bağlı kuruluşları (BK) için, personel ve sosyal güvenlik giderleri de dahil olmak üzere,
toplam 25 milyar 532 milyon 269 bin TL’lik bir bütçe önermektedir. SB ve BK’leri için önerilen bu miktar, toplam bütçenin ancak %4.0’ünü oluşturmaktadır. Yaklaşık 25,5 milyar TL’lik SB ve BK’leri bütçesinde, SB’nin payı, 4 milyar 212 milyon 521 bin TL ile %16.50’iken, en büyük pay, %46.8 ile (11 milyar 950 milyon 900 bin TL) doğrudan
herhangi bir sağlık hizmeti üretmeyen, yalnızca yönetsel işlevi olan Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumu’nun, ikinci büyük bütçe de %35.70 (9 milyar 111 milyon 684 bin TL) ile Türkiye Halk Sağlığı Kurumu’nundur. Hükümet, Türkiye Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü bütçesi için 139 milyon 800 bin TL(%0.55) ve Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu bütçesi için de 117 milyon 384 bin TL(%0.45) önermektedir.

Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi (ADNKS) verisine göre, Türkiye’nin 2015 yılı nüfusu
78 741 053 kişiden oluşmaktadır. İçinde bulunduğumuz yıl için bu sayının önceki yıla benzer biçimde 1 milyon kişi artacağı varsayıldığında, Türkiye’nin 2016 yılı nüfusunun 79 741 053 olacağı kabul edildiğinde, SB ve BK’nin 2016 yılı toplam merkezi yönetim bütçelerinden
kişi başına düşen pay 320.2 TL’dir. Başka bir anlatımla, Hükümet, SB ve BK’ler aracılığıyla 2016 yılında kişi başına 320 TL harcamayı yeterli bulduğunu ilan etmektedir. Bu durumun yanı sıra, bilindiği gibi, ülkemizde kişiye yönelik koruyucu sağlık hizmetlerinin sunumundan SB BK’lerden biri olan Türkiye Halk Sağlığı Kurumu sorumludur. Bu kurumun bütçesi üzerinden 2016 yılında, kişi başına koruyucu sağlık hizmetleri için 114.3 TL düşmektedir.

SB ve BK’nin merkezi yönetim bütçelerini personel ve sosyal güvenlik devlet prim giderlerini dışarıda tutarak da incelemek gerekir. Böylece doğrudan sağlık hizmet sunumu için ayrılan merkezi yönetim bütçelerini değerlendirme olanağına kavuşmuş oluruz. Buna göre, 2016 yılı için SB ve BK bütçelerinin ancak %41.6’sı, 10 milyar 617 milyon 094 bin TL’si doğrudan hizmet için kullanılabilinecektir. Bu hesaplamaya göre, SB ve BK’nin 2016 yılı toplam merkezi yönetim bütçelerinden yapılabilecek kişi başına sağlık harcaması 133.1 TL ile sınırlıdır. Aynı şekilde Türkiye Halk Sağlığı Kurumu da kişiye yönelik koruyucu sağlık hizmetleri için 6 milyar 919 milyon 126 TL’lik bütçeye sahiptir ve kişi başına yalnızca 86.8 TL harcanabilecektir.

Ortaya çıkan o ki; 2016 yılı bütçesinde AKP Hükümetleri klasiği dışında yeni bir şey,
genel bütçede de Sağlık Bakanlığında da sağlık yok.

Hükümet, sağlık beni ilgilendirmiyor, herkes başının çaresine baksın diyor.

=================================

Dostlar,

Daha sonra biz de, Sağlık Bakanı Bütçe sunuş konuşmasını yaptıktan ve
Bütçe Yasası kesinleştikten sonra bu konuyu irdeleyeceğiz..

Sevgi ve saygı ile.
09 Şubat 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Hakikat kimsesiz değildir!

Olaylar ve Görüşler

Hakikat kimsesiz değildir!

Son on üç yılda giderek artan ölçüde, gazetecilerin mesleki kimliklerinin erozyona uğradığı bir ortamda, Prof. Dr. Çiler Dursun, 26 Kasım’da tutuklanan gazetemiz Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ve
Ankara Temsilcisi Erdem Gül‘e hitaben bir mektup kaleme aldı.

[Haber görseli]

Prof. Dr. ÇİLER DURSUN
Ankara Üniv. İletişim Fak. Gazetecilik Bölüm Başkanı
Cumhuriyet
, 04.12.2015

“Sizlerin beklentisi elbette çoktur ama benim sizden beklentim şu:

  • Hakikat dilsiz değildir, hakikat kimsesiz de değildir.
  • Hakikatin kimsesi olacaksınız. Hakikatin dili olacaksınız.
  • Vicdanı satın alınması zor medya çalışanları olmanızı istiyoruz.
  • Herkesin fiyatının olduğunun düşünüldüğü bir ülkede,
    sizin hiçbir rakama denk gelmeyen bir duruşunuz olmalı.”

    İki ay kadar önce, İletişim Fakültemizin açılış günü konuşmamda böyle demiştim öğrencilerimize. Yeni başlıyorlardı gazetecilik eğitimine. Heyecanlıydılar. Gazetecilik yapıp yapamayacakları, yapabileceklerse bunun nasıl bir gazetecilik olacağıyla ilgili kafalarında onlarca soruyla gelmişlerdi. Bilgi, yetkinlik, donanım onlara zaten Bölümün kazandıracağı şeylerdi. Asıl cesaretin, bu mesleğin bir bileşeni olarak aşılanması gerekiyordu.

Hakikatin kimsesi olmak

Çünkü bu ülke, gazeteciliğin geç başladığı, düşünce ve ifade özgürlüğünün alanının belirli dönemlerde olağanüstü daraltıldığı, basın özgürlüğü mücadelelerinin salt gazetecilerin uğraşı olduğunun sanıldığı bir geçmişe sahipti. Eminim siz gazeteciliğin bu şanlı ve kanlı tarihini de biliyorsunuz. Maksadım, size “daha kötü günler de vardı, dayanın” demek değil. Sizin tutuklanmanızın gölgesinde, gazeteciliğin ne olduğunu cümle âleme ilan etmek:

  • Gazetecilik, hakikatin kimsesi olmak işidir.
  • Gazetecilik, güçlünün konuşulmasını, düşünülmesini istemediklerini,
    gücün uygulandığı kitlelere konuşulur ve düşünülür kılma işidir.
  • Dilsizleştirilmeye çalışılan toplumun, dili ve sözü olarak, onun adına
    yasal ve yasa dışı bütün erklerin yapıp etmelerini sorguya çekme işidir.
  • Gazetecilik, gerçekliğin sınıfa, ırka, dine, cinsiyete dayalı erk sahipleri tarafından
    türlü türlü kurulma biçimlerini, toplumun gözü önünde deşifre etme işidir.

Gazeteci, devletin ideolojik aygıtı değil, toplumun genel çıkarının ve yararının savunucusu olması gerekendir. Son on üç yılda giderek artan ölçüde, gazetecinin mesleki kimliği erozyona uğradı. Buna en yakından sizler tanıklık ettiniz.

Türedi bir gazeteci tipi çıktı ki evlere şenlik! Ama gülemiyoruz çünkü gerçekliğin kurulmasında daima güç sahiplerinin lehine, toplumsalın aleyhine konumlanıyorlar. Bunlar, yanlış olan her şeyin değirmenine üstelik kişisel çıkarları uğuna su taşıyıp duruyorlar. Muhakkak bilinen ya da bilinmeyen bir “fiyatı” var yazdıklarının. Siyasal iktidarın her edimini, toplum adına gözleme, izleme ve gerektiğinde sorguya çekme sorumluluğunu bırakıyorlar. Haberi, bile bile öldürüyorlar. Hakikati dolaşıma sokmaya çabalayan gazetecilerin işsiz kalmasına, tutuklanmasına, öldürülmesine alkış tutuyorlar. Bize de sormak düşüyor o zaman: Kimsiniz siz?

Şeref madalyası

Tuhaftır, gazetecilerin, ifade ve düşünce özgürlüğü için mücadele edenlerin kâh vurulmuş haliyle yolda uzanmış, kâh adliye koridorunda hakkındaki hükmü beklerken ayakkabılarının tabanının görüldüğü (AS: Hrant Dink) her fotoğrafı, Türkiye’nin durumunun bir göstergesi olarak okuyorum: Tabanı sağlam olanların dünyası ile tabansızların dünyası karşı karşıya geliyor ülkede. Ayakkabıları eskimiş de olsa tabanı sağlamların yürekliliği, korku dağlarının kendilerini beklediği tabansızlarda yok.

Özgürlükle, canla, sağlıkla bedel ödemek, söylediğiniz gibi bu ülkede öteden beri bir şeref madalyasıdır. Hakikatin kimsesi olanların ancak takabileceği bir madalya. Hiç kuşkunuz olmasın, gazetecilik öğrencileri, sizlerin gazeteci olarak duruşunuzdan, cesaretinizden, habercilik anlayışınızdan çok şey öğreniyorlar şu anda. Bizlerin derslerde saatlerce anlatmakla kazandıramayacağımız bir şeyi: Hakikate ilişkin gazeteci sorumluluğunun yürekli ve tabanlı olmayı gerektirdiğini.

Hakikat kimsesiz ve dilsiz kalmamalıdır ki, toplum geleceğine yön verebilsin. Bu iradeyi topluma kazandırmak, gazetecinin sorumluluğudur. Sizlerin haberciliğinizle bundan sonra da üstleneceğinizden emin olduğumuz bir sorumluluk. Eminiz, çünkü gazetecinin hakikatin “ajanı” değil ama faili olduğunu ve öyle kalmak zorundalığını en iyi bilenlerdensiniz.

================================

Dostlar,

Sayın Prof. ÇİLER DURSUN’a  teşekkür ederiz. Can Dündar‘ın fakültesinden (Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi, eski adıyla Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin Basın Yayın Yüksekokulu) bu sağlıklı ve yürekli çıkışı görmek sevindiricidir. Arkasının kesilmemesini dileriz.. Türkiye genelinde İletişim Fakültelerinin (Gazetecilik ve Halkla İlişkiler..) ortak açıklamaları, demokratik eylemleri yerinde olur.

Asıl canımızı sıkan, Hukuk Fakültelerinin kahreden sessizliğidir. Neden duayen Hukuk Fakültelerimiz, Başta İstanbul ve Ankara Hukuk Fakülteleri apaçık hukuksuzluğu uygun bir dille kamuoyuna açıklamazlar??
Yargı bağımszılığına saygı mı?
Görülmekte olan bir dava hakkında etkileyici hiçbir eylemde bulunmama özeni mi?
Bunlar artık soyut ve yaşamın gerçekliğinin dışında değil mi?
Soyutlaşan ve içi boşaltılan bu ilkelere saygılı kalma gerekçesi ne ölçüde içtenlikli olabilir?

Tersine, hukuksuzluğa yüksek sesle isyan ederek söz konusu değerler korunabilir.

Bir tek TBB’nin (Türkiye Barolar Birliği) açıklaması yüreğimizi serinletti.
O metni sitemizde yayımlamıştık.. Tam bir bilimsel karşı çıkıştı..
(http://ahmetsaltik.net/2015/11/29/tbb-gazeteciler-can-dundar-ve-erdem-gulun-tutuklanmasi-hukuka-aykiridir/)
Ama ne var ki tutuklama karaı veren İstanbul 7. ve itirazı reddeden 8. Sulh Ceza yargıçları (Mahkemesiz yargıçlar!) galiba hukuku en iyi biliyor!? TBB’nin başkanı Ceza ve Ceza Usul Hukuku alanının yetkin profesörü Metin Feyzioğlu ve TBB’nin uzman hukukçuları bu 2 yargıç kadar Ceza Hukuku ve Ceza Usul Hukuku bilmiyorlar!?

Ayrıca Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinden Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu bu yargıçlıkların mahkeme olmadıklarını, mahkemesiz yargıç olamayacağını dolayısıyla yargılama yapıp karar – hüküm veremeyeceğini vurguladı (http://ahmetsaltik.net/2015/11/30/35564/). İnsan Hakları Hukuku Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Kerem Altıparmak ise tutuklama kararının açıkça AİHS md. 5’e aykırı ve hukuksuz olduğunu yazdı. Bu önemli irdelemeyi de sitemize koyduk
(http://ahmetsaltik.net/2015/11/30/bu-tutuklama-acik-bir-sekilde-aihs-5-maddeye-aykiri/).

Yersiz inatlaşmayı hızla bırakmak ve Türk adaletine yaraşan adil – yansız – hukuka uygun, Anayasa ve AİHS (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi) 5. maddesindeki ifade özgürlüğünü gözeten bir düzeltim kararına gereksinim var.. Yargı, kamuoyu ile inatlaşma yeri değildir.

Adalet, tüm çaba ve üstün hukuk kurallarına karşın  kendi akışı içinde gerçekleşmezse, düzen meşruluğunu yitirir ve insanların meşru direniş hakkı doğar.. Ve de halk hakkını er ya da geç alır; gaspçılardan da hesabını sorar.. Ülkeyi gereksiz ve tehlikeli biçimde germekten sakınmak herkesin görevidir. Bu yolla gündemini meşgul etmek ve halkı asıl sorunlarından uzaklaştırmaya çabalamak son derece anlamsızıdrı. İnsanlar yoksulluğu, işssizliği, baskıyı, terörü, ölümleri… bizzat yaşamaktadır. Nasıl unutturulabilir, ertelenebilir ki? Beyhude ve akıldışı dayatmalardır.

AKP – RTE, ülkeyi hızla normallaştirmek zorundadır.

Yargılama hızlandırımalı, duruşma tarihi öne alınmalı ve tutuksuz yargılama kararı çıkmazsa, bşize göre, bekletilmeden Anayasa Mahkemesi’ne bireysel “hak ihlali” başvurusu yapılmalıdır (md. 148/3). Bu madde metninde yer alan “… olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır..” koşulunun aranması gerekmeyebilir. Çünkü CMK md 100 üzerinde yapılan yoruma dayalı tutuklama AİHS md. 5’e öylesine aykırıdır ki; “… olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır..” kuralına uymak, yerine getirilebilecek, yerine getirilmesi beklenebilecek bir koşul değildir. Bu koşulun baskısı altında fiili cezalandırma sonucu doğuran hukuksuz tutuklama kararının sürdürülmesi açıkça AİHS’ne (md. 5) aykırı olduğundan ve kararın yürütülmesinin (tutukluluğun sürdürülmesinin) ileride giderimi (telafisi) olanaksız zararlara yol açacağından, bir tür “Yürütmeyi durdurma” istemi Anayasa Mahkemesi önünde ileri sürülmelidir. Bu bağlamda AİHM’nin Türkiye’den açılan davalarda örnek kararları vardır. Buradaki koşul “iç hukuk yollarının tüketilmesi” iken, AİHM, bu koşulun yerine getirilmesini beklemenin anlamsızlığı – olanaksızlığı karşısında davayı kabul etmiştir.

Sevgi ve saygı ile.
05 Aralık 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

14 Mart Tıp Haftası Nedeniyle Türkiye’de İşçi Sağlığı-Güvenliği Sorunsalı


14 Mart Tıp Haftası Nedeniyle Türkiye’de İşçi Sağlığı-Güvenliği Sorunsal
ı

Dostlar,

Bizim de üyesi olduğumuz Ankara Tabip Odası (ATO) İşçi Sağlığı Kolu‘nun
çalışkan ve emektar üyeleri, emekten yana çalışanları, yılların değerli
çalışma arkadaşlarımız 14 Mart 2014 Tıp Haftası bağlamında bir panel düzenliyorlar.

Biz de bu Kol’da uzun yıllar örgütümüz TTB’ye (Türk Tabipleri Birliği) hizmet verdik.. 10 yılı aşkın bir süre ülkemizin her yerinde yaklaşık 100 (yüz!) dolayında İşyeri Hekimliği Sertifika Kurslarında eğitici, planlayıcı, değerlendirici, akademik sorumlu.. gibi görevleri yürütmeye çalıştık. Makul ücretlerle, asla “kâr” amacı gütmeden TTB,
bu kursları üyeleri için sürdürdü ve hatırı sayılır maddi girdi de elde etmiş oldu.
100’e yakın kursta, 10 yıl gibi bir sürede biz de her kursta 200 – 250 dolayında hekim hesabıyla 20 – 25 bin meslektaşımızın İşyeri Hekimliği Sertifikası edinmesinde
çorbaya tuz katabildik sanırız.

Bu programları ilk kez 1988’de dönemin TTB Başkanı Prof. Dr. Nusret H. Fişek başlatmıştı. Prof. Fişek Türkiye’de çağcıl (modern) anlamda Halk Sağlığı Bilimlerini kuran kişi oldu. 1963’te Hacettepe Tıp Fakültesi eğitime başlamıştı (önce Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne bağlı olarak). Prof. Dr. İhsan Doğramacı Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyesi idi. Prof. Fişek de..

Prof. Fişek 1961’de 27 Mayıs Devrimcilerinin Sağlık Bakanlığı Müsteşarı olmuştu (Bakanlık önerisini kabul etmemesi üzerine Prof. Ragıp Üner Sağlık Bakanı olmuştu). 1965’te Süleyman Demirel başkanlığında ilk AP (Adalet Partisi) hükümeti kurulduğunda Prof. Fişek (o tarihte Doçent idi) Müsteşarlık görevinden alınmıştı. Danıştay uğraşlarının ardından Doç. Fişek, İstanbul Tıp Fakültesi‘nden sınıf arkadaşı Prof. İhsan Doğramacı ile birlikte Hacettepe Üniversitiesi Tıp Fakültesine (HÜTF) geçmişlerdi. Burada, 1750 sayılı Üniversiteler Yasası ve Hacettepe Üniversitesi Kuruluş Yasası (1967 tarih ve 892 sayılı yasa) kapsamında Toplum Hekimliği Bölümü Hacettepe Tıp Fakültesinde örgütlenmişti. HÜTF’nin 3 sacayağı vardı :

1. Temel Tıp Bilimleri Bölümü
2. Klinik Tıp Bilimleri Bölümü
3. Toplum Hekimliği Bölümü

Nusret hoca bu Bölüm’ün başkanlığını ve Üniversitenin Rektör yardımcılığını,
Tıp ve Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanlığını yaptı yıllarca. Biz de O’nun HÜTF’de
tıbbiye öğrencisi ve sonra da Toplum Hekimliği Bölümü‘ünde asistanı olma onurunu yakaldık.

12 Eylül sonrasında Rektör Prof. Doğramacı 2547 sayılı YÖK yasası ve sistemini getirdi; 12 Eylülcülerle bütünleşmişti. Toplum Hekimliği Bölümü, Anabilim Dalı’na indirgendi. Nusret hoca 67 yaşında emekli oldu / edildi ve boş durmayarak
TTB Genel Başkanlığına seçildi.. Halk Sağlığı’na hizmet kesintisiz sürecekti..

Bu görevi sırasında, 6023 sayılı TTB Yasası’nın 5. maddesi bağlamında
İŞYERİ HEKİMLİĞİ SERTİFİKA PROGRAMI başlattı ve bu belgesi olmayan hekimlere
İşyeri Hekimliği yapma izni verilmemeye başlandı. Bu kurslar ilk 10 yılında olgunlaştı.
Prof. İsmail Topuzoğlu, Prof. Nazmi Bilir… özveri ile çalıştılar.

Biz 2. onyılda 1990 sonrası, 2000’ler başına dek görev alan 2. takımda yer aldık.
Prof. Turhan Akbulut, Dr. Haldun Sirer, Dr. Nazif Yeşilleten… ile birlikte çalıştık.
Dr. Sedat ABBASOĞLU TTB İşyeri Hekimliği çalışmalarının eşgüdümünü sağlıyordu.

Bu dönemde TİSK ile karşı karşıya gelindi. TİSK, 6023 sayılı yasanın 5. maddesi bağlamında Tabip Odalarının izin yetkisini tanımak istemiyordu.

Yükselen neo-liberal yeni dalga ile patron, dilediği hekimle dilediği koşullarda
kutsal serbest piyasa yasaları bağlamında sözleşme yapabileceğini düşünüyordu. Hukuksal savaşım yıllarca sürdü.. taa ki yasal düzenleme ile söz konusu Tabip Odası yetkisinin geleneksel sermaye – iktidar ortaklığı ile içi boşaltılana dek..

Günümüzde geldiğimiz yer ortada.. Hemen her alan, sermayenin istekleri (buyrumu!) ile AKP iktidarınca mevzuat olarak düzenlenmekte.

Ortak İşyeri Sağlık Güvenlik Birimleri (OİSGB) de benzer koşullarda ortaya çıktı.
Yönetmelikle yürürlüğe kondu :

  • İŞYERİ SAĞLIK VE GÜVENLİK BİRİMLERİ İLE ORTAK SAĞLIK VE GÜVENLİK BİRİMLERİ HAKKINDA YÖNETMELİK (RG : 15.8.2009, sayı 27320)

İşte TTB – ATO ve değerli çalışma arkadaşlarımız bu sorunu masaya yatıracaklar.

Duyuru posteri ve içeriği aşağıda..

OSGB_Paneli_ATO

ANKARA TABİP ODASI
14 MART TIP BAYRAMI ETKİNLİKLERİ

TAŞERON OSGB YAPILANMASI VE İŞÇİ SAĞLIĞININ GELECEĞİ PANELİ

KOLAYLAŞTIRICI; Dr.SEDAT ABBASOĞLU, ATO-İşçi Sağlığı ve İşyeri Hekimliği Kom.
KONUŞMACILAR ;
Prof. Dr. ONUR HAMZAOĞLU, Kocaeli Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Mak. Müh. ERTUĞRUL BİLİR, İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi
Dr. ERCAN YAVUZ, TTB İşçi Sağlığı ve İşyeri Hekimliği Kolu Başkanı 
YER: ÇANKAYA BELEDİYESİ ÇAĞDAŞ SANATLAR MERKEZİ
KENNEDY CAD. NO:4 KAVAKLIDERE
TARİH: 16 MART 2014 PAZAR, SAAT : 14.00 – 17.00 www.ato.org.tr

*****

Unutulmasın ; Avrupa Sosyal Şartı (European Social Charter) madde 3 :

* “Tüm çalışanların sağlıklı ve güvenli çalışma ortamı hakkı vardır.”

Bir şey daha unutulmasın;

* Bu metin Avrupa Konseyi‘nindir, 1961 tarihlidir ve 1989’da kimi çekincelerle
iç hukuka mal edilmiştir; Türkiye bu Şart‘a, uluslararası hukuk terminolojisiyle
taraf olmuştur“.
* Dolayısıyla, Anayasa md. 90/son fıkra uyarınca bu Şart, yasa değerinde olup,
iç yasalarla çelişmesi durumunda üstün hukuk normudur. Dahası, temel insan
hak
ve özgürlükleri ile ilintili olduğundan, aynı Anayasa maddesi uyarınca,
Anayasamıza aykırılığının ileri sürülmesi de olanaklı değilir.

Türkiye bir hukuk devleti olacaksa, yapılacaklar bellidir. Yalnız “işçiler” değil
Tüm çalışanların sağlıklı ve güvenli çalışma ortamı hakkı vardır.

OİSGB de bu bağlamda yapılandırılmak, işlevlendirilmek durumundadır.

  • Türkiye işvereni, artık, neo-liberalizm maskesiyle yabanıl (vahşi) kapitalizmi dayatan arkayik engellerinden kurtulma olgunluğunu gösterebilmelidir.

Değilse, hiç abartı sayılmasın, 1871 Paris Komünü‘nün post-modern versiyonlarının ülkemizde de yaşanacağı ve emeğin haklarını er ya da geç mutlaka, söke söke alacağı, tarihsel diyalektik pratiğinin şaşmaz (deterministik) çıkarımıdır.

  • Küresel – yerli sermaye ortaklığı, yeni Emile Zola’lar (Germinal),
    Victor Hugo’lar (Sefiller)…
    doğmasını zorlamamalıdır.

Herkese kolay gelsin..

Sevgi ve saygı ile.
11 Mart 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Makalenin pdf formu :
14_Mart_Tip_Haftasi_Nedeniyle_Turkiye’de_Isci_Sagligi_Guvenligi-Sorunsali

BİR KEZ DAHA BİZ KAZANDIK!

Dostlar,

Sevgili kardeşimiz Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu, çeyrek yüzyıla varan meslektaşımızdır.
Halk Sağlığı + Epidemiyoloji uzmanıdır.
Son yıllarda Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanıdır.
O göreve doçent olarak atanırken bilimsel dosyası hakkında olumlu rapor yazan
5 profesörden biri olarak kıvançlıyız..

Sevgili Onur hoca, Dilovası yöresinde çevresel toksisite çalışması yaptı.

Bebeklerin ilk kakalarında (mekonyum) ve annelein ilk sütlerinde (kolostrum) bile
ağır metaller saptadı! Bunlar çevresel kökenli idi.

Ayrıca yöre halkında kanser ölümleri, benzer koşullardaki (karşılaştırılabilecek)
toplum kesimlerinin 3 katı idi!

Çalışmalarını tümüyle bilimsel yöntemlere uygun yürütmüştü.
Ölçümler TÜBİTAK laboratuvarlarında yapılmıştı.

Onur hoca verilerini yerel yöneticilerle paylaştı..

Doğallıkla basınla da!

Başka türlü yapabilir miydi?

Halkın bilgi edinme hakkı yok mudur?

Anayasa md. 56.

“Herkes sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir.” demez mi?

Ayrıca çevrenin koruynması görevini açık açık Devlete ve yurttaşa ortak ödev
vermez mi?

Dr. Hamzaoğlu hem bilim insanı, hem deyurttaş olmanın zorunlu gereğini yapmıştır.

Kendisine “şarlatan” diyen Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanı mahkum erilmiştir.

Üniversite yönetimi de utanıp – sıkılmadan UYARI cezası verebilmiştir.

Bu idari işlemin Sakarya Bölge İdare Mahkemesinde iptal edildiğini sevinçe ve onurla öğreniyoruz.

Bu olayın başından beri geliştirdiğimiz sloganımızı göğsümüz kabararak, coşku ile bir kez daha haykırıyoruz :

  • “ONUR” umuzu KORUYORUZ!

Kotumayı da sürdüreceğiz..

Yaşasın özgür bilim!

Sevgi ve saygı ile.
27.6.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

==============================

Prof. Dr. Onur HAMZAOĞLU

BİR KEZ DAHA BİZ KAZANDIK!

Doğa, Toplum ve Bilim kazandı…

Üniversiteleri siyasilere ve sermayeye hizmet etmeye zorlayan kapanı kırdık.

Gezi Ruhu kazandı!

Direnenler kazandı.

Özgür üniversite ve Özgür toplum kazandı.

Öyküyü anımsayalım…

Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu, Dilovası’ndaki  çevre kirliliği konusunda bilimsel araştırma bulgularını açıklayarak halkı bilgilendirdi. Maalesef Kocaeli Üniversitesi bundan rahatsız oldu!!!  Kocaeli Üniversitesi Rektörlüğü kendisinin bilgilendirilmediği ve henüz araştırmanın bir dergide yayımlanmadığı gibi gerekçelerle halkın bilgilenme hakkı ve akademisyenin toplumsal sorumluluğu gibi evrensel ilkeleri çiğneyerek
Prof. Hamzaoğlu’na halkı bilgilendirdiği için UYARI cezası verdi.

Prof. Hamzaoğlu ise bu cezaya Kocaeli 2. İdare Mahkemesi’nde dava açarak
itiraz etti.

Kocaeli 2. İdare Mahkemesi maalesef uyarı cezasını oy çokluğu ile
hukuka aykırı bulmadı.

Bunun üzerine Prof. Hamzaoğlu Kocaeli 2. İdare Mahkemesi kararına
bir üst yargı organı olan Sakarya Bölge İdare Mahkemesi’nde itiraz etti.

Mahkeme;

Üniversitenin Hamzaoğlu’nu suçlarken, hangi davranışının hangi disiplin suçunu oluşturduğunu, suçlamasını hangi delillere dayandırdığını belirtmediğini,
suç oluşturduğunu ileri sürdüğü davranışların hukuksal nitelendirmesini yapmadığını, bütün bunlarla bağlantılı olarak hangi suçun oluştuğunu bildirmediğini, yöntemine uygun olarak savunma hakkının kullanılmasına olanak sağlamadığını, oysa Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi uyarınca herkesin kendisine yöneltilen isnadın nedeninden ve niteliğinden haberdar olma hakkı olduğunu, bu olmadan savunma hakkının kullanılamayacağını, belirterek disiplin cezası verilmesinin
hukuka aykırı olduğuna ve cezanın oybirliği ile iptaline karar vermiştir.

Mahkemenin tespiti çok yerindedir:
Rektörlük, Soruşturmacı Rektör Yardımcısı, soruşturma hukukuna uygun olarak suçu, suç kanıtlarını belirtememiştir. Çünkü ortada Hamzaoğlu’nun işlediği bir disiplin suçu yoktur…

Ey muktedirler ve onun memurları!

  • Bilim insanlarının çalışmalarını halka adamalarını engelleyemeyeceksiniz!

Gerçekler gizlenemez. Er ya da geç ortaya çıkar, çıkartılır.
Sermaye iktidarının doğayı ve insanlığı, bugünü ve geleceği büyük bir tahribata uğrattığını Onur Hamzaoğlu gözler önüne sererek;
bilim insanlarının onuru olmuş, hepimize cesaret aşılamıştır.

  • Özgür bilgiyi üreteceğiz; toplum özgürleşecek!

Diren Türkiye!

(2013/6/27 Onurumuzu Savunuyoruz <berhansoner@gmail.com>)