Etiket arşivi: Recep Tayyip Erdoğan

Mustafa MUTLU : Erdoğan neden döndü?

 

Daha düne kadar “azınlık hükümeti”ne karşı çıkan Recep Tayyip Erdoğan,
Çin’den dönerken uçaktaki “yazıcılar”ını etrafına toplamış ve tane tane anlatmış:

Benim karşı olduğum, kalıcı azınlık hükümetidir.
Seçime götürmek kaydıyla bir azınlık hükümeti pekâlâ mümkündür.”
***
Beyefendi “cin” ya; yine adam çarpacak!
Peki; ne oldu da birdenbire azınlık hükümetini savunur hale geldi?
Söyleyeyim:
Tümüyle “duygusal” nedenlerden…
***
Yürürlükteki Anayasa açık:
Buna göre TBMM Başkanlık Divanı oluştuktan sonraki 45 gün içinde yeni Bakanlar Kurulu kurulamazsa ya da kurulsa bile güvenoyu alamazsa Cumhurbaşkanı’nın seçimlerin yenilenmesine karar vermesi gerekiyor. Yenilenme kararı Resmi Gazete’de yayımlandıktan sonra da seçim süreci başlıyor.
***
Anayasa, bu şekilde seçime gidilmesi durumunda, mevcut hükümetin istifa etmesini…
Cumhurbaşkanı’nın Geçici Bakanlar Kurulu kurmak üzere bir başbakan atamasını…
Bu geçici hükümete Meclis’teki partilerden; oranlarına göre bakan alınmasını öngörüyor…
Adalet, İçişleri ve Ulaştırma bakanları Meclis içinden veya dışından; bağımsızlardan atanacak.
Bu durumda mevcut Meclis aritmetiğine göre; kurulacak seçim hükümetinde AKP’ye 12, CHP’ye 7, MHP ve HDP’ye de 3’er bakanlık düşecek.
***
Eğer böyle bir şey olursa; on seçimdir devletin tüm olanaklarını babasının malı gibi kullanan
iktidar partisi AKP, buna devam edebilir mi?
Daha da ötesi Cumhurbaşkanı, devletin uçağıyla, otobüsüyle, elemanıyla, parasıyla “açılış”
ya da “halkla buluşma” adı altında “AKP mitingleri” yapabilir mi?
İstediği gibi seçim rüşveti dağıtabilir mi?
Polisi, muhaliflerin üzerine özgürce saldırtabilir mi?
Böyle bir karma hükümet, buna izin verir mi?
İşte; Cumhurbaşkanı’nın “azınlık hükümeti” konusundaki “U dönüşü”nün nedeni bu:
Davutoğlu liderliğinde bir AKP azınlık hükümeti kurdurup bunu dışarıdan MHP’ye destekletecek…
Sonra da erken seçimler öncesinde yine bildiği gibi at oynatacak…
***
O günler geçti Sultan Hazretleri; “devr-i saadet”iniz geride kaldı!
Çare yok; attan inip eşeğe bineceksiniz!
Devletin sınırsız olanaklarıyla değil, partinizin gücüyle seçim kampanyası yürüteceksiniz…
Tabii; MHP, bir kez olsun size stepne olmayı reddedebilirse…
 *****

SÖZ SİZDE! (156+85!)

Abdullah Bey’e soru sorma işi”ni birlikte yapıyoruz. Sıra okurum Serkan Çukadar’da…
Siz de sorularınızı mustafa0mutlu@gmail.com’a gönderebilirsiniz…
***
Abdullah Bey…

Yedi ay üç hafta boyunca Cumhurbaşkanlığı’na ait Huber Köşkü’nü işgal ettiniz.
Bu süre içinde sizin için yapılan tüm giderleri bu konularda duyarlı olduğunuzu söyleyerek)
kendinizin karşıladığını açıkladınız…
Son günlerde siyasete dönme sinyalleri veriyorsunuz. Bu amaçla da gündem ile ilgili görüşlerinizi paylaşmak adına @11CBofis adlı yeni bir twitter hesabı açtığınızı kamuoyuna duyurdunuz.
Hesabınızda profil fotoğrafı olarak da Huber’i görmekteyiz.
Devlet kaynaklarını kullanmayacak kadar titiz olduğunuza inanmak istiyoruz.
Lütfen twitter profil ftoğrafınıza Huber ile ilgili kendi cebinizden yaptığınız harcamaların belgelerini koyabilir misiniz?”
*****
GÜNÜN SORUSU

Adana’nın Pozantı İlçe Emniyet Müdürlüğü’ne uzun menzilli silahlarla ateş eden teröristler
2 polisimizi şehit etmiş… Saldırganlardan 2 kişi öldürülmüş…
Sorum Emniyet Genel Müdürü’ne:

– Onca silahına karşın kendi mensuplarının can güvenliğini sağlayamayan bir teşkilat,
vatandaşını nasıl koruyacak?
*****
BİLİNÇALTIMIZDAKİ IRKÇILIK…

Maske takmış bir grup PKK’lı terörist üç gece önce İstanbul’un Ataşehir ilçesinde
özel bir halk otobüsünü yaktı.
Manevi oğlum Çağdaş Ulus’un haberine göre, yakılan bu otobüsün sahibi Süleyman Ayırkan,
HDP’li bir Kürt’müş…
Kızı Dilan Ayırkan, Çağdaş’a aynen şunları söylemiş:

Savaşın bile bir ahlâkı vardır. Sen kalkıp emekçi bir adamın 40 yıllık emeğini yakıyorsun.
Daha da acısı Kürt çocuklar, Kürt bir ailenin otobüsünü yaktılar. Bu ne akla, ne mantığa,
ne de vicdana sığar… Bu gerzeklere sorsan yaptıkları eylemleri halk için, halkın kurtuluşu için yaptıklarını söyler. Umarım yaktıkları ateşte yanarlar…”
***
Ah be kızım; baban Türk olsa, o Kürt çocuklarının (!) yaptıklarını kabul edebilecek miydin?
Ya da baban yine Kürt olsaydı da otobüsünüzü yakanlar Türk olsaydı; onaylayacak mıydın?

Ayrı etnik kökenlerden gelmek; şiddeti haklı çıkarabilir mi?

Bu nasıl mantık kızım?
Damdan düşeniniz bile hâlâ ırkçılık yapmaya devam ederseniz; biz bu ülkeyi nasıl ayakta tutacağız?
*****

GÜNÜN İSYANI


Çin gezisini tamamlayıp Endonezya’ya geçen Erdoğan, Cakarta Milli Güvenlik Akademisi’nde konuşmuş ve
“Bizim tek derdimiz var: İslam, İslam, İslam” demiş…
İsyanım kendisine:
Tek derdi, “insan, insan, insan” olan biri olabilseydin; bu ülke çok daha farklı olurdu!===============================

Çoook teşekkürler değerli Mustafa Mutlu…

Sevgi ve saygı ile.
2 Ağustos 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

RTE Bam teline dokundu…


Dostlar
,

RTE’nin kafası işte böyle “tuhaf” – kendine özgü çalışıyor..

Zorunlu “Din Bilgisi ve Ahlak Kültürü” derslerini bir mezhebin (Sünnilik) öğretisini milyonlarca çocuğun beynini yıkayarak dayatma amaçlı kullanımı karşısında
insanların isyanını olabildiğince çarpıtıyor. Kuran’da salt tebliğ ile sınırlanmasına
karşın, bizim İslamcılar beyin yıkamak için ne gerekse yapıyorlar. Bu zorunlu derslerin “Din Bilgisi ve Ahlak Kültürü” ile zerre ilgisi kalmadı. Artık uzatmanın ve kıvırtmanın anlamı yok, zamanı da geçti. AİHM kararı çok net, derhal uygulamak ve
bu İslami faşizme son vermek gerekiyor..

Durum böyle iken, Başbakan Davutoğlu “Camide uygulamalı din dersi” salvosu ile “en iyi savunma saldırıdır” taktiğini kullanmakta, RTE ise bilerek ya da bilmeyerek tümüyle akıl ve mantık dışı bir kıyaslama ile Kimya – Matematik – Fizik dersleri ile Sünni İslamın ideolojik aletine dönüştürülen “Din derslerini” karşılaştırma garabeti sergiliyor.

Tanrı bu ülkeye yardım etsin..
Dileriz sağduyu egemen olsun..
Bunlar AİHM kararlarını bile deveye hendek atlatarak görmezden geliyor ve
kasten uygulamıyorlar. Peki bu davranışın adını ne koymalı??

Bu dayatmanın adı, siyaset bilimi literatürtünde – terminolojisinde apaçık
İSLAMİ FAŞİZMDİR.. Din faşizmidir! Kuran ve Peygamber dışlanmış,
AKP’nin ilkel – ideolojik – akıl dışı, vahşi Vahhabi yorumu ŞERİAT 80 milyonluk ülkeye Devlet zoruyla dayatılmaktadır.

Türkiye Avrupa Konseyi‘nin kurucu üyelerindendir ve AİHM’nin yargı yetkisini uluslararası hukuka göre kabullenmiş bir ülkedir.

Zırva tevil götürmez..

AİHM’nin bu kararını uygulamamanın önce AKP’ye,
sonra da ülkemize ağır faturası olur.

AKP aklını başına almalı, ya da sağduyulu AKP’liler partinin sapkın – hukuk tanımaz rotasını bir an önce düzeltmelidirler.

Hukuk tanımaz iktidarlar dünyanın her yerinde meşruluklarını yitirirler ve yurttaşların direniş, giderek isyan hakkı doğar.. Bunlar da AKP’yi tam takım süpürür, tarihin çöplüğüne atar, ya da Atlantik ötesi bildik deyimle “deliğe süpürür”..

AKP, yaygın halk kitlerlerini karşısına almayı durdurmalıdır.
Cumhuriyetin temel değerleri ile bilinçl, kavgasına son vermelidir.
12 yıldır sürdürülen bu yıkıcı politikalar artıkduvara dayanmıştır.
Milyonlar burnundan solumaktadır.. Bir yandan yoksullaştırıcı ekonomi politikaları,
bir yandan muazzam yolsuzluklar, bir yandan demokrasi – insan hak ve özgürlüklerinin rafa kaldırılarak giderek koyulaşan faşist – dinci kuşatma toplumu patlama eşiğine taşımıştır.

AKP’ni akillerine – yerli / yabancı danışmanlarına – başdanışmanlarına ve de sağduyulu – vatansever tabanına bir kez daha çağrımızdır.

Basıncı düşürün, tansiyonu indirin.. İç barışı dinamitlemeyin..

Duyuyor musunuz, baskıcı yönetime son verin;
Cumhuriyetin temel değerleri ile barışık olun..

Cizre’de yakılan Atatürk heykelini hemen onarın ve
sorumluları derhal adalete teslim edin..

Sayın Prof. D. Ali Ercan’ın yazısı aşağıda..

Sevgi ve saygı ile.
30.9.2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=======================================================

Ölürsem görmeden Millette ümid ettiğim Feyzi
Yazılsın seng-i Kabrime Vatan mahzun, ben mahzun
Namık Kemal

RTE Bam teline dokundu…

Portresi_gulumseyen

 

Prof. Dr. D. Ali ERCAN

 

 

  • “… Yurdumuzu, Dünyanın en mamur ve en medeni memleketleri seviyesine çıkaracağız. Milletimizi en geniş refah, vasıta ve kaynaklarına sahip kılacağız.
    Milli kültürümüzü, muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracağız… Çünkü,
    Türk milleti, milli birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir. Ve çünkü, Türk milletinin, yürümekte olduğu terakki ve medeniyet yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meşale, müspet ilimdir…”

    Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK
    Ankara, 29 Ekim 1933 (10. Yıl Nutku)

************************

DİN Mi,  BİLİM Mİ?

Bu soru 17. yüzyıldan başlayarak Avrupa’daki Laiklik anlayışını netleştirmişti. Laiklik Demokrasinin olmazsa olmazıdır. Laiklik yalnızca farklı inançlara saygılı olmak veya hoşgörü göstermek değil, hiçbir inancın toplumun ortak yaşamına
“Kural Koyucu” olmaması demektir.

Değerli arkadaşlar, 

RTE okullarda zorunlu Din Dersi eleştirisine karşı “Peki, Matematik, Fizik, Kimya niye zorunlu?” diyerek yaşamın en anlamlı(!) en önemli(!) söylevini verdi.
Buna, eskilerin deyimiyle “baklayı ağzından çıkardı” denebilir.
Evet, RTE kafa yapısını, ufkunu ve hedefini bu sorusuyla açıkça ortaya koymuştur…

Bir zamanlar, “Elhamdülillah şeriatçıyım” diyerek 1994’te İstanbul Belediyesinden kalkan “Demokrasi Treni”ne binmiş ve sonunda, Muhalefet Parti yönetimlerinin beceriksizliği ve de 6 milyon “duygusal muhalif” seçmenin boykotu sayesinde Çankaya’ya çıkmış olan RTE, hayalindeki ana hedefine doğru ilerlemektedir;

“Anadolu İslâm Devletleri Federasyonu”

Evet, açıkça söylensin veya söylenmesin, hatta inkâr edilsin, gidişat bu yöndedir.
Hedef Orta çağ karanlığına iyice çekilmiş, şeriatla (dinsel hukukla) yönetilen muti, mazbut ve âbid bir toplum (Türkçesi sürü) yaratmaktır…
Pozitif bilimlere, çağdaş sanatlara, teknolojiye hiçbir katkısı olmayan,
Ülkesini ipotek ederek, yaşam kaynaklarını satarak, Emperyalizmin tüketici pazarı halinde asalak yaşamına sürdüren amorf (AS: şekilsiz) bir halk yığınıdır
bu gidişatın sonu.

 ***

Değerli arkadaşlar,

Hep söyleyegeldim, Demokrasi, özellikle bir dinci partinin tek başına iktidara geldiği durumlarda, sistemin Şeriata dönüşmesine olanak verecek zayıflığı bünyesinde taşıyan bir sistemdir.

Gerçek demokrasi aslında tek ses, tek parti değil, ama bir koalisyondur…

Ülkedeki değişik çıkar kğmelerinin, farklı düşüncelerin uygarca uzlaşarak bir arada yaşam biçimidir. Tek partili iktidarlar gelişmemiş ülkelerde ister istemez otoriter-diktacı yönetimlere dönüşür, Faşizme yol açar. Şeriat da Faşizmin daha ilkel hali, Orta çağ versiyonudur… Demokrasiden Şeriata geçmek mümkündür, ama Şeriattan Demokrasiye geçiş mümkün değildir.

Avrupa ülkelerinin çoğu Endüstri Devrimiyle birlikte Aydınlama Çağında,
yani bilim ve teknolojinin insan yaşamında ağırlıklı yol göstericiliğinin başladığı
19. yüzyılda Hıristiyan şeriatından zar zor kurtuldu. Bugün uygar Dünya  22. yüzyıla önde girmek yarışı halinde iken, Mustafa Kemal‘in bir zamanlar imrenilerek bakılan ama şimdilerde Uygar Dünya tarafından dışlanmış Ülkesi, ne yazık ki yanlış yolda, İslami Şeriat batağına saplanmak üzeredir.

Kaygılarımla. æ

ADD Genel Merkezi : CUMHURİYET SAHİPSİZ DEĞİLDİR!


Dostlar,

ADD Genel Merkezi, Genel Başkan Tansel Çölaşan imzasıyla aşağıdaki
basın açıklamasını yayımladı.

ADD Genel Merkezince yapılan bu değerlendirmeye genel olarak katılıyoruz..

Ancak son paragrafta yer alan aşağıdaki anlatım dikkatimizi çekiyor..

  • “Kurucu ilkeleri bugünün sorunlarını çözecek biçimde geliştirmek, yaratıcı ve cesur adımlarla Cumhuriyetimizi yeniden çağdaşlık hedefine yöneltmek için Cumhuriyetimizin kurucu siyasal ilkeleri yeterli ve değerlidir.”

Burada “kurucu ilkelerin bugünün sorunlarını çözecek biçimde geliştirilmesinden”
söz edilmektedir.

ADD Genel Merkezi, kurucu ilkelerin günümüz sorunlarını çözmede yetersiz olduğunu mu düşünmektedir?

Bu “yetersizlik” hangi ilkelerde ve ne ölçüdedir ve ADD Genel Merkezi ne yön ve içerikte, derinlikte “geliştirme” düşünmektedir?

Yine bu paragrafta sözü geçen “yaratıcı ve cesur adımlar” dan ne kastedilmektedir? CHP’de olduğu gibi ADD de “Y-ADD” ye mi evrilecektir?

Ayrıca aynı paragrafın son tümcesinde

“.. Cumhuriyetimizi yeniden çağdaşlık hedefine yöneltmek için Cumhuriyetimizin kurucu siyasal ilkeleri yeterli ve değerlidir.”

denilerek ilk tümce ile çelişkiye düşülmektedir. İlkinde bu ilkelerin “geliştirilmesi” gereği vurgulanmakta, “cesur ve yaratıcı adımlar” geliştirme aracı olarak önerilmekte,
sonunda da bu ilkelerin “yeterli ve değerli” olduğu belirtilmektedir.

ADD Genel Başkanını bilemeyiz ama ADD’nin kurumsal kimliği adına bu tür tehlikeli düşünsel karmaşalar bizi üzüyor ve endişelendiriyor..
Açıklama Genel Başkan imzasını taşıyor.. Acaba GYK bu görüşleri paylaşıyor mu?
İmzada “GYK adına” notu yok.. Anlaşılan Bn. Çölaşan’ın kişisel açıklaması..

Keşke bu tür önemli metinler birkaç kişilik kurul eliyle hazırlansa..
Bu hususu daha önce de önerdik..
Metinde başkaca da ufak tefek eksikler var.. Ayraç içinde düzelttik.
Dili de çok eski!? Nerede kaldı Atatürk’ün Dil Devrimi ??

Sevgi ve saygı ile.
13 Ağustos 2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

=====================================================

ADD_logosu

 

 

CUMHURİYET SAHİPSİZ DEĞİLDİR!

 

 

Recep Tayyip Erdoğan %75 katılımlı bir seçimde,
geçerli oyların %51,8’ini almış ve 12. Cumhurbaşkanı seçilmiştir.

Bu durum, Cumhuriyet değerleriyle hesaplaşmak,
Atatürkçü Düşünce’den rövanş almak olarak özetlenebilecek devrim karşıtı hayaller için aslında BAŞLANGICIN SONU OLACAKTIR.

Türkiye’nin laik ve demokratik bir hukuk devleti olduğu, parlamenter demokrasiyle yönetileceği, seçilen her cumhurbaşkanının bağlılık yemini edeceği Anayasa gereğidir.

Anayasa’da cumhurbaşkanı için öngörülen ayrıcalıklar ve yetkiler, otokratik bir başkanlık sistemi zorlamasına olanak vermez. Cumhurbaşkanının resen imzaladığı kararlar ve emirler aleyhine Anayasa (AS: Mahkemesi) dahil, yargı mercilerine başvurulamaması (Any. 105/2); Cumhurbaşkanının tek başına yapacağı işlemlerin yargı denetimi dışında olması (Any. 125/2) hukuk devletine meydan okumayı meşrulaştırmaz.

Ancak Recep Tayyip Erdoğan’ın gerektiği hallerde Bakanlar Kurulu’na başkanlık etmesi (Any. 104/12) toplumsal muhalefeti bastırmak için şekil ve esas bakımından Anayasaya aykırılığı iddiasıyla Anayasa Mahkemesi’nde dava açılamayacak kanun hükmünde kararnamelerin çıkarılacağı olağanüstü hal ve sıkıyönetim dayatmalarına
ortam oluşturamaz.

Başbakanın seçim sürecindeki söylemlerinden, bu yolların zorlanacağı görülmektedir.

12 yıllık iktidarı boyunca toplumun refah düzeyini artırdığı, “açılım süreciyle”
toplumsal barışı sağladığı, ülkeyi ekonomik istikrara kavuşturduğu ve uluslar arası ilişkilerde ülkenin saygınlığını artırdığı yönündeki söylemlerle geniş toplum kesimlerini yanıltmış olması, muhalefetin ise bu önemli konularda seçenek üretmemesi ve
seçim sürecinde bu konuları işlememesi, seçimin bu şekilde sonuçlanmasına
katkı sağlamıştır.

Öyle ki; Büyük Ortadoğu Projesi eşbaşkanı olan birinin cumhurbaşkanı olmasının ülkeyi ne tür tehlikelerle baş başa bırakabileceği konusu, hiç ele alınmamıştır.
Bu nedenle siyaset kurumunun tavizkar (AS: ödüncü) ve teslimiyetçi anlayışı
iflas etmiştir.

Sonuç olarak; devletin tüm olanaklarını reklam ve propaganda amacıyla kullanan RTE, hem muhalefetin, hem de seçime katılmayan kesimlerin katkıları sayesinde cumhurbaşkanı seçilmiştir. Önümüzde bizleri bekleyen olasılıklar şunlardır :

1- Bu kişi kendisinin de ifadesiyle, tarafsız bir cumhurbaşkanı olmayacaktır.
Partizan bir anlayış ile, siyasal iktidarın başında bulunmaya devam edecek,
yalnızca kendisine destek verenlere yönelik politika geliştirecektir.

2- Çatışmacı dili ve ötekileştirici tavrıyla, milletin birliğini tehdit etmeye
devam edecektir.

3- Genel sorumluluk alanlarının dışına çıkarak, devlet organları arasında uyumu sağlamaktan çok, tartışmayı, çatışmayı körükleyecektir.

4- Anayasa değişikliği ile parlamenter sistem yerine başkanlık adı altında tek adam diktasını getirmek ve barış, açılım sürecin söylemleriyle vatanı bölme planlarına devam etmek isteyecektir. (Ancak Başkanlık Sistemi’ne geçmek için Anayasa değişikliğine gerek olduğu, dolayısıyla Anayasa’nın üçte ikisinin değişmesi gerektiği, bunun da ancak TBMM üye tamsayısının en az beşte üç çoğunluğunun (330 oy) gizli oyuyla (AS: ve ek olarak halkoylaması ile) sağlanacağı, şayet 2015 Genel Seçimleri sonucunda AKP TBMM’de bu oy çoğunluğuna sahip olmazsa Başkanlık Sistemi’ne kolay kolay geçilemeyeceği, dolayısıyla 2015 Genel Seçimlerinde Türk halkının ve muhalefet partilerinin önünde hâlâ tarihsel bir fırsat bulunduğu unutulmamalıdır.)

5- Başkomutanlık sıfatıyla, ülkemizi komşu ülkelerle savaşın eşiğine getirecek, hepimizin yaşamını tehdit edecektir.

6. Üniversitelere rektör atamaları ve başta Anayasa Mahkemesi olmak üzere
yargıya yapacağı atamalarla kendi otoriter rejim anlayışını dayatacaktır.

Ayrıca, Türkiye’yi ciddi bir ekonomik krizin beklediğini her kesimden ekonomistler dile getirmektedir. Dış politika krizi de dış siyasetimizi yönetilemez noktaya getirecektir. Bu durumda kriz ile erken seçim olasılığı güçlenebilir ve siyasal iktidar seçimi
krizin etkisi baş göstermeden bitirmek isteyebilir.

İstisnasız bütün kesimleri etkileyecek olan ekonomik krizi en son hissedecek olan
geniş halk yığınlarıdır. İlk olarak ise bankalara özellikle dövizle borçlu olanlar olacaktır.
İlk planda dövizin yükselmesine ihracatçı geçinenler sevinse bile, büyük ölçüde hammadde açısından dışa bağımlı olduklarından, bir sonraki aşamada onlar da etkilenecektir. Dolayısıyla “istikrar sürsün” söylemi çökecektir.

Bu durum karşısında, ülkenin Cumhuriyetçi güçlerinin birlikte mücadele etmesi, kurucu ilkelerin günümüz sorunlarına çözüm üretme noktasında geliştirilip yaygınlaştırılması ve siyaset kurumları ile toplum nezdinde (AS: katında)
güç odağı durumuna gelinmesi gerekmektedir.

Milleti, daha önce olduğu gibi yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.

Seçeneksizliklerle, dayatmalarla, peş peşe alınan seçim yenilgileriyle umutsuzluğa kapılan, yorulan veya küsen yurttaşlarımızı bu çerçevede silkelenmeye davet ediyoruz.

Unutmayalım;

Kurucu ilkeleri bugünün sorunlarını çözecek biçimde geliştirmek, yaratıcı ve
cesur adımlarla Cumhuriyetimizi yeniden çağdaşlık hedefine yöneltmek için
Cumhuriyetimizin kurucu siyasal ilkeleri yeterli ve değerlidir.

Egemenlik iktidarların değil ulusundur! 

ADD Genel Merkezi
13 Ağustos 2014

ÇARŞAMBA İĞNELERİ (23 TEMMUZ 2014)


ÇARŞAMBA İĞNELERİ (23 TEMMUZ 2014)

portresi_kucuk

 

 

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

 

 

SATICI

RTE, İhsanoğlu için” çatı adayı din pazarlıyor”

Kendisi pazarlamadan satışa geçeli çok oldu da…

RİCA

Cizre’de, askeri nöbet kulesine asılan APO posterinin kaldırılması için
HDP milletvekiline rica edilmiş.

Onursuzluk normalleşmiş…

SÖKÜLÜR

RTE’nin babasının adı Rize’de yapılan İHL’ne veriliyor.

Gelecekte levha sökmek zor olmaz…

DÖL

RTE döneminde İsrail’le ticaret beş kat arttı.

Soma’da kızdığı işçiye ne demişti?

” İsrail dölü!”

BULUŞ

Erdoğan BAYRAKTAR, bakanlığı sırasında İstanbul’da
42 milyon liralık arsa almış.

“Nerden buldun yasası” boşuna mı kaldırılmış…

HELAL

Erzurum’da yaptığı kayak (ihalesi kıyak) pisti çöken Sarıdağlar AŞ’ye Türkiye’de otel bazında ilk “HELAL TURİZM” belgesi verilmiş.

Alana da verene de helal (!) olsun…

İFTAR

ABD Adana Konsolosu Diyarbakır’da iftar düzenledi.

Neye hazırlık ?..

EL PENÇE

RTE, “Bir İslam bilgininin siyasiler karşısında el pençe divan durmasını kabullenemem.”

Türk din adamlarına duyurulur…

KORUMA

Gnkur. Bşk.lığı, E. Ora. Nusret GÜNER’in koruma düzeyini düşürdü.

Bayrağın düzeyini düşürdükten sonra?…

YOBAZLIK

Antalya BŞB Bşk.Türel, kadınlar plajı açacağını açıkladı.

İstanbul’da Atatürk’e cihat bildirisi dağıtıldı.

Laik Türkiye ne günlere kaldı…

KADER

Seydikemer Belediye Bşk. Yakup Otgöz, Antalya Saklıkent’te
iki kişinin sele kapılıp ölmesine ”Cenabı Allah’ın yazısı” dedi.

Böyle başkanlar da sandık yazısı…

AKILSIZ

Kayseri’de bir sigorta şirketi, otomobilin çarptığı iki yaşındaki çocuğa
3.782 TL ceza kesti!

Şirkete acele akıl-fikir sigortası gerekli…

YALANMA

Yeni Şafak Gazetesi, “Filistinli çocuklar İsrail askerlerini korkutmak için ‘Recep Tayyip Erdoğan‘ diye bağırıyorlar.” yazdı.

Yalama yalıyor, İsrail bombalıyor

GEMİCİ

Burak’tan sonra Bilal de gemiciliğe başladı.

Nerdeeen nereye?

Gemicikten gemiciliğe…

KAPAMA

İsrail’i protesto eden RTE yandaşlarına kolaylık olsun diye Valilik protokol yolunu kapattı.

Aynı valilik, “Trafik sıkışıyor bahanesiyle” 27 Aralık koşusunu yaptırtmamıştı…

DESTEKÇİ

GKRY Lideri Anastasiadis, seçimde RTE’nin kazanmasını tercih ettiğini açıkladı.

Anlaşıldı mı?…

İNSANLIK

ABD, Gazze’ye 47 milyon dolarlık insani yardımda bulunacağını açıkladı.

Bu parayı kendi yönetimine insanlığı öğretmeye ayırsaydı…

 

ADD DANIŞMA TOPLANTISI SONUÇ BİLDİRİSİ

ADD_logosu_adiyla

 

ADD DANIŞMA TOPLANTISI
SONUÇ BİLDİRİSİ
 

 

 

  • 6 Temmuz 2014’te yapılan ve Genel Yönetim, Denetleme, Disiplin, Bilim-Danışma Kurulu üyeleri ile Şube başkan veya temsilcilerinin katıldığı toplantıda alınan kararlar aşağıdadır :

Genel Merkezimizce bugüne dek farklı zamanlarda nasıl bir Cumhurbaşkanının Atatürk’ün koltuğuna oturmaya aday olabileceği konusunda açıklamalar yapılmıştır.

19.06.2014 tarihli açıklamamızda; Cumhurbaşkanının yapacağı yemine sadık kalması gerektiği, siyasal partilerin aday belirleme sürecinde Derneğimizin görüşünü almamasının son derece düşündürücü olduğu, seçim sürecinde Cumhuriyetin niteliklerini tartışmaya açacak adayların tarafımızdan desteklenmeyeceği ve seçimde taraf olacağımız vurgulanmıştı.

28.06.2014 tarihli 2 sayılı basın açıklamamızda ise, Derneğimizin nasıl bir Cumhurbaşkanı istediği, seçime ilişkin tavrımızın ne olacağı, Cumhurbaşkanı adayını belirleme görevi ve sorumluluğunun TBMM’deki milletvekillerinde olduğu, Derneğimizin görüşünü almayan siyasilerin bu sürecin doğal sorumlusu olduğu, bu nedenle toplumu rahatlatacak çalışmayı onların yapması gerektiği vurgulanmıştı.

Derneğimiz tüm bu süreçte, siyasal partilerden bağımsız olarak, toplumun güveni doğrultusunda aday adları üzerine bir açıklama yapmamış, ancak kuruluş ilkelerimize uygun değerlendirmelerde bulunarak Cumhurbaşkanı adayı niteliklerinin ne olması gerektiğini halkımızla paylaşmıştır.

Adaylar netleştikten sonra yapılan 3 sayılı basın açıklamamızda ise, Cumhurbaşkanı Seçimi Yasası’nın 11. maddesindeki “diğer kamu görevlileri” tanımlaması ve Anayasa’nın md. 128-1’de düzenlenmiş olan “diğer kamu görevlileri” tanımlaması birlikte değerlendirilmiş ve adaylar arasında bulunan, halen Başbakanlığı yürütmekte olan Recep Tayyip Erdoğan’ın bu görevden istifa etmesi gerektiği belirtilmişti.

6 Temmuz 2014’te yapılan danışma toplantısında bu konular ayrıntılı biçimde ele alınmış, Cumhurbaşkanlığı konusunda önümüzde olan 4 seçenek

1- AKP’nin adayı
2- PKK- BDP-HDP’nin adayı
3-CHP-MHP-DSP-DP ve BTP’nin adayı
4- Boykot tartışılmıştır.

Bu seçenekler, 30 Mart 2014’te yapılan yerel seçimlerin sayısal verileri, Cumhurbaşkanı seçiminin olası tüm olumsuzlukları ve önümüzdeki genel seçimlerin önemi ile birlikte değerlendirilerek, Cumhuriyeti bölmeyi ve dönüştürmeyi amaçladığı açıkça belli olan adaylara karşı sandığa yoğun katılımın sağlanması konusunda görüşbirliğine varılmıştır.

Üstelik, siyasal iktidarın, Cumhurbaşkanlığı oy pusulaları için ihaleye çıkılırken, nedeni belirsiz bir referandum için de ihaleye çıktığı haberleri basında yer almıştır.

Bu durum karşısında, Kurucu Genel Başkanımız Prof. Dr. Muammer Aksoy’un 1989’da Turgut Özal’ı hedef alarak söylediği, “Pek yararlı olacak bir cumhurbaşkanını bulmaktan daha önemli olan, çok zararlı olabilecek bir kişinin Cumhurbaşkanı seçilmesini önlemektir.” sözleri ne yazık ki bugün için de geçerlidir.

Bu dönemde Atatürkçülere düşen görev, sandığa giderek demokratik, laik, cumhuriyet yıkıcıları ve bölücülere karşı birlik olmaktır. Ancak bilinmelidir ki, aday belirleme sürecine ilişkin yapılan yanlışlıkların hesabı da, istenilen sonuç alınsın ya da alınmasın, seçim sonrasında ilgili parti yöneticilerinden sorulacaktır. Bu bir yurttaşlık görevidir.

Derneğimiz partiler üstü bir çalışma anlayışına sahiptir. Atatürk ilke ve devrimlerinin savunucusu olarak bu seçimlerde,

  • herhangi bir aday için açık ya da kapalı destek kampanyası yürütülmeyecek, 

çalışmalarımız kuruluş ilkelerimize uygun sürdürülecektir. Örgütsel disiplin ve bütünlüğümüz, önümüzde bizleri bekleyen büyük mücadelelere hazırlık açısından son derece önemlidir.

Saygıyla duyurulur.

ADD GENEL MERKEZİ

06.07.2014, Ankara

AYDINLIK : Prof. Süheyl Batum uyardı: Yeni aday çıkmazsa…


Prof. Süheyl Batum uyardı: Yeni aday çıkmazsa…

Dostlar,

Tüm beynimiz ve yüreğimizle ayakta alkışlayarak paylaşıyoruz…

Sana selam olsun Yiğit Cumhuriyet aydını Prof. Süheyl Batum!

Sevgi ve saygı ile.
2.7.2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

===============================================portalı, 02 Temmuz 2014

 batumuyari

CHP Eskişehir Milletvekili Süheyl Batum, Cumhurbaşkanı adaylığı başvuru süresinde sona gelirken uyarıda bulundu.

Ekmeleddin İhsanoğlu’nun adaylığını kabul etmediğini belirten Batum,
şeffaflık ilkesinden uzaklaşıldığını söyledi. Batum,

  • Yeni bir aday çıkmaması durumunda Tayyip Erdoğan’a
    ilk turda kazandırılacağını ifade etti.

İşte o açıklama:

1) Sayın Ekmeleddin İhsanoglu’nu kabul etmediğim gibi, İmza vermeyi de uygun görmedim.

2) Bu arada, İmza vermeyen milletvekillerini partiyi ve oyları bölmekle suçlama acizliğine düşenlerin ya da “disiplin suçu işlemiş olursunuz” diyenlerin bir bölümüne
önem bile vermedim. İmza atmayan öbür arkadaşlarım da vermedi. Vermezler de!

Hele bize tek yol, tek çare gibi gösterdikleri yol tümden yanlış ise. Üstelik bu yolu tek çare gösterenler bile, “ne yapalım oldu bir kere” ya da “elimiz mecbur, Genel Başkan öyle istiyor”dan başka mantıklı, kabul edilebilir tek gerekçe ileri sürememişlerse.

3) Suçlamalarda bulunanlardan bir bölümünün,“ama başka bir aday ya da CHP’Lİ BİR ADAY nasıl olur da, oyların çoğunluğunu alabilir, oyumuz yeter mi?” sorusunu soranlara, CHP ailesinin içindeki iyi niyetli dostlar oldukları düşüncesiyle,
şunu söylemek zorundayım;

4) Bu seçim İki turlu değil miydi? Bunu unuttuk mu?
İki turlu seçim bir tek ve ilk kez Türkiye’de mi uygulanıyor?

Pekiyi iki turlu bir seçimde nasıl olurdu bu iş? Yapılabilecek olan, partilerin ayrı ayrı adaylarla 1. tura katılmaları olurdu. Ancak 1. turda belirlenen adayların 2. turda
öbür partilerin de destekleyebileceği adlar arasından seçilmesi sağlanırdı.

Ve söz gelişi; çağdaş, laik demokratik değerleri benimseyen, Atatürk milliyetçisi, cumhuriyet kazanımlarını kollayan ve cumhurbaşkanlığı yeminine sadık kalacak bir başka aday için ön mutabakat sağlanabilir, aynı şekilde MHP tarafından önerilecek adayın da ikinci tura kalması halinde CHP tarafından desteklenebilecek bir aday olması istenebilirdi.

Böylece KATILIM DAHA YÜKSEK OLMAZ MIYDI ? Hem ilk tura, hem de 2. tura CHP seçmenlerinin koşa koşa, Cumhuriyet mitinglerine gider gibi şevkle, heyecanla gitmeleri sağlanmaz mıydı?

Neden yapılmadı dersiniz? Acaba halka ve CHP seçmenine, seçenek sunmaktan korkuldu mu dersiniz? Ya da Türkiye’yi dışarıdan yönetmeye hevesli “birileri”, her daim ileri sürdükleri “iki buçuk partili sistem” doğrultusunda yalnızca 3 aday çıksın istemiş olabilirler mi?

Bu açık ve net gerçeği HALA anlamamış gibi davrananlara ve halen “ama partiyi bölmeyin” ya da “ama başka bir CHP’li ne denli oy alacak ki?” diye soranlara
Allah selamet versin demekten başka diyeceğim de yok.

5) Neden mi imza vermedim? ÇÜNKÜ karar “demokratik” kurallar çerçevesinde alınmadı.Katılımcılık sağlanmadı. “Şeffaflık” ilkesinden uzaklaşıldı.

6) Birilerine, Parti Meclisi üyelerine, milletvekillerine, İl Başkanlarına, STK’lara,
kanaat önderlerine, sanatçılara SORULUR GİBİ YAPILIP, hiç kimsenin önermediği bir adı açıklamak, O SORULUR GİBİ YAPILAN insanlara da büyük haksızlıktı.

Maalesef tarihimizin halk tarafından seçilecek ilk cumhurbaşkanı adayımızı, bizler, Cumhuriyet Halk Partisinin milletvekilleri TELEVİZYONLARDAN ÖĞRENMEMELİYDİK.

Atatürk’ün kurduğu 90 yıllık CHP’mizin, Recep Tayyip Erdoğan‘ın partisinden
farklı olması gerekli değil miydi? Hatta zorunlu değil miydi?

7) Ayrıca ADAY DA SORUNLUYDU. Neden mi?

Türkiye Cumhuriyeti, özellikle bu bölgede o zamana dek olmayan, pırıl pırıl parlayan bir model yaratmıştır; “demokratik, laik, sosyal, bağımsız bir Cumhuriyet” modeli.

İşte önemli olan, CHP, MHP ve öbür partilerin, bu “demokratik, laik Cumhuriyet modelini” temel alan bir kişiyi ortak aday olarak göstermeleri idi.

Üstelik bu, öbür partiler için bir gereklilik olmayabilirdi, onların böyle bir yükümlülüğü olmayabilirdi. Ama bu modeli yaratan Atatürk’ün kurduğu parti olan Cumhuriyet Halk Partisi için, vazgeçilmesi olanaklı olmayan bir yükümlülüktü, bir zorunluluktu.

8) Oysa biz ne yaptık?

“Bizler, Cumhuriyete sahip çıkan birini seçtiremeyiz. Gelin başka bir siyasal islamcıyı aday gösterelim. Ondan da bir laik, bir Cumhuriyetçi yaratırız. Parti disiplini bahanesiyle de kabul ettiririz.” diye düşündük.

Yani teslim olduk. Yani açıkçası, GİRDİĞİMİZ KABIN ŞEKLİNİ ALACAĞIM DERKEN
o kaba hapsoluverdik. Oysa hapsolmamamız gerekiyordu.

9) Üstelik CHP, bağımsızlık ruhunun temsilcisidir. Laik ve demokratik cumhuriyetin kararlı savunucusudur.

  • Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde oluşturulan ve dünyada başka örneği olmayan çağdaş Türkiye modelinin güvencesidir.

Ve sosyal demokrat kimlikli bir parti olarak CHP;

– çoğulculuk ve katılımcılığı,
– özgürlük ve hukuk devleti kurallarına sahip çıkmayı,
– azınlık haklarına saygıyı,
– eşitliği, adaleti, dayanışmayı,
– emeğin üstünlüğünü ve bütünlüğünü sahiplenir.

Siyasal islamcıları ve siyasal islamı değil.

10) Oturun ve bir düşünün! CHP ve onun inandığı ve koruduğu değerler, ilkeler algısı, belki TOPLUMDA gerekli bir algı da olabilir. Olamaz mı?

O algının içine gönüllü olarak girebilecek çok sayıda insan da olabilir.

Ve o insanlar “Artık bize ihtiyacınız yok mu, BİZİ NEDEN BU ADAYA OY VERMEYE MECBUR BIRAKIYORSUNUZ?” DİYE SORABİLİRLER.

Eğer böyle sorarlarsa, onlara ne yanıt vereceğiz? Bizlere söylendiği gibi, “alışırsınız, alışınca seversiniz” mi diyeceğiz? Ya da “aday bir kez belirlenmiş artık, partiyi bölmeyin..” diye tehdit mi edeceğiz? Ya da en kurnazcasını yapıp, “yoksa siz ulusalcı mısınız, başka partiler tarafından yönlendiriliyor musunuz?” diye mi soracağız?

Unutmayalım ki; onları bir kez daha şaşırttık, kandırdık. Yaşamlarının ilk doğrudan Cumhurbaşkanlığı seçiminde, onları 3 aday arasında tercih yapma zorunluluğu ile
karşı karşıya bıraktık. Siyasal islamı, muhafazakar elitizmi temsil eden iki adaydan birine ya da HDP’nin adayına oy verme zorunluluğu ile!

Onun dışındaki aday olasılığını ise, siyasal linç kampanyaları, “black jack’li ihraç tehditleri” ve bir de “karalama kampanyaları” ya da “partiyi bölmeyin” anlamsızlıkları ile ortadan kaldırarak.

11) SON OLARAK, Sayın Emine Ülker Tarhan’ı aday göstermemiz ise tamamı ile bireysel kararlarımızdı. Ve Anayasa’nın 101. maddesindeki “aday gösterme” yetkimizi, hakkımızı sonuna dek kullanmak hususundaki kararlılığımızın bir göstergesi idi.

Ayrıca toplumun seçeneksiz olmadığı vurgusunu yapmaktı. Katılımı güçlendirmekti.

Herkese bir “çare ” olabileceğini göstermekti. Ve herkes gördü.
Toplum yeniden umutlandı.

Ancak bu umut kimi kesimleri korkutmuş olmalı ki, kimi gazeteci ve siyasetçilerin katıldığı bir demokrasi tahammülsüzlüğünü de birlikte izledik.

12) – Son olarak şunu söyleyeyim. Sayın Ekmeleddin İhsanoğlu‘nu belirleyen
Sayın Genel Başkanımıza ve O’na imza veren arkadaşlarımıza da hayırlı olsun dileklerimi iletiyorum.

Ama umarım bu BİREYSEL TERCİHLERİ ve “muhafazakar kitle ile tarihsel uzlaşma istekleri”, CHP tabanında KALICI HASARLARA yol açmaz. Ve ayrıca başka adaya tahammül edememek de, KATILIMIN DÜŞMESİNE ve rakibin ilk turda seçilmesine neden olmaz.

Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde (1) yargılanmak da var!


Dostlar,

Av. Cemil Can‘dan oldukça sert bir ileti ulaştı..
Tonunu ve biçemini (üslubunu) epey ağır bulsak da, içerik büyük ölçüde doğru korkarız..
İlgililerinin bu eleştirilere de sabırla kulak kabartması bize göre yararlı olur..
(Anlama dokunmadan, bir ölçüde dilini arılaştırdık..)
Av. Can, ilgili anayasa ve yasa maddelerini de eklemiş..

Sevgi ve saygı ile.
17 Nisan 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

===================================

Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde (1) yargılanmak da var! 

İngiliz The Independet gazetesinden Robert Fisk’ten sonra (2),  ABD’li gazeteci 
Seymour M. Hersh, Suriye’de muhaliflerin kullandığı ve yüzlerce kişinin ölümüne
neden olan “sarin” gazı ile ilgili olarak Türkiye’yi işaret etti (3). B
atı’nın ünlü yazarları, savlarını 2 temel kanıta dayandırıldılar:

Biri, sarin gazının Moskova’nın daha önce Libya’ya sattığı stoklardan geldiğidir,
öbürü 10 El-Nusra militanı hakkında Türkiye’de açılan davanın 130 sayfalık iddianamesinde yapılan açıklamalardır… Pulitzer ödüllü gazeteci Hersh,
ABD Savunma Bakanlığı İstihbarat Teşkilatı Başkan Yardımcısı David Shedd’e hitaben yazılan raporda:

  • “Saldırıyı MİT’in planladığı, sarin gazı yapımında kullanılan kimyasalların da bizzat Türk jandarması tarafından Halep’e taşındığı”nın

yazıldığını açıklamıştır…

El-Kaide’nin “sarin” gazını hayvanlar üzerinde denediği de yazılan raporda;
El-Nusra cephesi bağlantılı “Sarin Üretim Hücresi”nin 11 Eylül 2011 öncesindeki
El-Kaide bağlantılı hücreden bu yana en ileri sarin üretim merkezi olduğu belirtilmiş…

Görünüşe bakılırsa, ABD, Esat rejimini yıkma planının başarısızlıkla sonuçlanmasından Türkiye’yi sorumlu tutacak. O kadarla kalsalar iyi.  Suriye’nin
daha önce, Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne Türkiye hakkında yaptığı başvurusu da hesaba katılırsa; birbirini tamamlayan bu süreç sonunda,

  • Erdoğan’ı uluslararası “terörist” ilan etmelerine de şaşırmamak gerekir.

ABD’nin dostluk anlayışı böyledir işte. Arkasındaki halk desteğini çekemediği Erdoğan’ı, ancak bu şekilde saf dışı edebileceğini düşünmektedir!..

Anlayacağınız ABD yine bir taşla iki kuş vurma peşindedir. Şanghay İşbirliği Örgütü önündeki yenilgisini dünya kamuoyundan bu operasyonla gizlerken, bir taraftan bu operasyonla “başarı” gibi gösterecek, öte yandan da söz dinlemeyen “stratejik ortağı” Erdoğan’dan kurtulmuş olacaktır!.. Aynı zamanda Erdoğan’ın yerine gelecek olana (olasılıkla Kılıçdaroğlu olacaktır) da peşinen gözdağını vermiş olmaktadır…

***

Hacı Efendi! Dini kirli siyasete alet etmeye mecbur musun? 

Diyanet işleri partisi (AS: DİB kastdiliyor..), eski bakan Egemen Bağış’ın
Bakara-makara” sözlerini “Din ve dince kutsal sayılan değerleri alaya almak”  olarak değerlendirdikten sonra, “Alaycılık kadar, yapılan konuşmayı teşhir etmenin de
gayri ahlakı olduğunu
” vurgulayarak, eski bakanın eleştirilip kınanmasını dinsel açıdan yasakladı!.. Öyle ya,  dince kutsal sayılan değerlerle alay eden birini
teşhir etmeden, kınamak olanaklı olamayacağı için, Diyanet’in yaptığı;
olayın üzerinin örtülerek,  unutulmasını sağlamaktır.

Dİ Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, bizi temsil eden bakanların dinle alay etmelerinin gizli tutulmasını önermektedir. Böyle kişilerin gerçek yüzlerinin görülmesini acaba neden istemiyor? Halkın dinsel duyguları ile alay eden insanın
teşhir edilmesinin neresi ahlak dışıdır?
Görmez, “İslam dini, kamu hukukuna tecavüz olmadığı müddetçe, kötülük ve günahın teşhirini kabul etmez..” diyerek,  Bağış’ın sözlerinin kamu hukukuna tecavüz sayılmayacağını da savunuyor.
Bu şekilde, dinsel alandan çıkıp hukuk alanında da “fetva” veriyor…

Anayasamız,  24. maddesi ile koruma altına aldığı dinsel inanç ve duyguların
istismar edilip kötüye kullanılmasını da yasaklıyor. Aynı biçimde, dinsel değerler,
Türk Ceza Yasası’nın 115125, 153 ve 158. maddelerinde (*) belirtilen suçların ağırlaştırma nedeni olarak gösterilmektedir. Bunlara ek olarak 216. maddede (**) Egemen Bağış’ın sözlerinin doğrudan suç olduğu açıklanmıştır.

“Halkı kin ve düşmanlığa tahrik ve aşağılama” suçu “Halkın bir kesiminin benimsediği dinsel değerleri açıkça aşağılayan kimse” diyerek, “dinsel değerler” ile tanımlamış bulunmaktadır. Durumun böyle olmasına karşın Diyanet İşleri Başkanı’nın,
durumu “kamu hukukuna tecavüz” olarak görmemiş olması düşündürücüdür…

Diyanet İşleri Başkanı, Eski AB Bakanı Egemen Bağış için doğrudan “kamu hukuku” alanına giren (4) “ceza hukuku”nu bile bu alanın dışına çıkartmayı göze alabilmiştir. O’nun bu çabası, Devletin ve dinin kimlerin eline geçtiğini göstermek bakımından
oldukça anlamlıdır…

17 Aralık (AS:2013) rüşvet ve yolsuzluk operasyonları ile temel dini değerlerin sarsılmasını göremeyen ve bu konularda bir tek söz söylemeyen Diyanet’in, Egemen Bağış’ı korumak için böyle özel bir çaba içerisine girmesi, bu anayasal kurumun da yozlaşıp, temel görevlerinden uzaklaştığını, iktidarın hukuka ve ahlaka aykırı icraatlarını gizlemeyi üzerine bir görev olarak aldığının en çarpıcı kanıtıdır…

***

Bu denli de pişkinlik olmaz, insanda biraz yüz olur!..

Emniyet ve Jandarma’nın ortaklaşa hazırladıkları “Çözüm Süreci-PKK Raporu”ndan çıkan sonuç:

PKK’nın silahlı unsurlarının sınır dışına çekilmesi 3 ayla sınırlı kaldı. PKK’lılar
yurt dışındaki kamplarında eğitilerek geri döndüler. Örgüte yeni 2000 katılım var.“

“Analar ağlamasın, şehit cenazeleri gelmesin” edebiyatı ile AKP-PKK planına payanda olan Kılıçdaroğlu, “Açılım kimsenin tekelinde değil” diyedursun,
atı alan çoktan Üsküdar’ı geçmiştir. Erdoğan’ın yerel seçimleri etkilemek amacıyla
PKK ile yaptığı anlaşma, istediği sonuçları vermiştir. AKP, geçen yerel seçimlerde %38 olan oy oranını, %44’e çıkartarak, Recep Bey’i deliğe süpürülmekten kurtarmıştır!..

Adeta CHP tabanı ile alay eden Kılıçların efendisi, “Sandıktan bize daha çok çalışın mesajı çıktı” diyerek, istifa etmeyi aklının ucundan bile geçirmediğini ortaya koymuştur. Tıpkı yardımcısı Gökhan Günaydın gibi, O da Yeni CHP’nin uyguladığı politikaların “doğru” olduğunda ısrarcıdır… Tabanın tepkisini boşaltmak için ayarlanmış gençlerden oluşan, sözde “CHP’yi işgal” planı da bir işe yaramamıştır!.. İnandırıcılıkları yok tabii ki. Yollarına kırmızı halılar serilen “Atatürk’ün yurttaşları”nı Yeni CHP’nin gerçek genel başkanı TR 705 numaralı Sezgin Tanrıkulu, döner-ayranla karşılamıştır…
Bu tür yapay gösterilerle, başarısızlıklarını gizleyeceğini sanan genel merkez yöneticilerinin, maskeleri düşmüş ve gerçek yüzleri iyice ortaya çıkmıştır…

Halbuki halkın Yeni CHP’ye verdiği ileti son derece açıktır:

Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet’e karşı darbe yapılırken, Mustafa Kemal’in askeri olup direnme yerine, evlerinde oturmayı tercih eden, Gezi Direnişi’ni TV’lerden seyreden, Atatürkçülük yerine liberalizmi ve 2. cumhuriyeti savunan
Soroscu gençlik
, Ulu Önderin “Ey Türk Gençliği” yine seslendiği gençlik değildir!..Dolayısıyla onlar, Aslanlı Yol’da buluşan Türk gençliğini
temsil edemezler!..

Yerel seçim sandığından çıkan iletiye gelince: 

Türk halkı, Kılıçdaroğlu’nun sandığı gibi kendilerine “daha çok çalışın” dememiştir!.. Halkın iletisi son derece açık ve anlaşılır biçimdedir: Komployla ele geçirdiğiniz CHP’den istifa edip gidiniz, varlığınıza lanet olsun, sizin gibilerin oyu bile CHP’ye gerekli değildir!..

  • “Açılım kimsenin tekelinde değildir” diyerek,
    Türkiye’yi bölme projesini sahiplenen Kılıçdaroğlu’na, 

aynı zamanda denmiştir ki: Güvenilir bir lider değilsin!.. 12 yıllık AKP iktidarında; hükümeti sabun gibi eritip bitirecek bu denli olay yaşanmasına karşın, ana muhalefetin oy yitirmesine, iktidarın yükselmesine neden olmuşsun. Basiretsiz birisin. Demek ki,
bu halk seni Recep Tayyip Erdoğan’dan daha tehlikeli ve beceriksiz olarak görmektedir. O’na bile bir dönem daha katlanmayı göze almış ama seni elinin tersi ile deliğe süpürmek zorunda kalmıştır… Buna karşın, bütün bu olup bitenlerden
“daha çok çalışın” iletisini çıkartmışsın öyle mi?..

Kemal Efendi; şu gerçeği gör artık :

  • Seyit Rıza’yı, Şeyh Sait’i ve Abdullah Öcalan’ı kendine rehber alan,
    CHP’nin geçmişini karalayan, Dersim isyanını bastırmayı “katliam” olarak değerlendiren biri, Mustafa Kemal Atatürk ile İnönü’nün koltuğunda oturamaz!..

Erdoğan yerine, ABD’nin BOP’ne eşbaşkan olmaya istekli olan kişi, antiemperyalist mücadelenin karargahı olan CHP’de genel başkanlık koltuğuna oturamaz!..
Senin ve ekibinin varlığı, CHP’ye bir şey katmaz. Siz olmasanız da CHP tabelası bile
%25 oyu her zaman alır. Varlığınız her zaman eksi hanesine yazılır…

Yolunuz Atlantik ötesine kadar açıktır…
Haydi güle güle!..

Av. Cemil Can
(imzasıyla, gamzeyildirim61@gmail.com eliyle)

DİPNOTLAR
(1) http://tr.wikipedia.org/wiki/Uluslararas%C4%B1_Ceza_Mahkemesi
(2) http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2014/04/140410_robert_fisk_erdogan_sarin.shtml
(3) http://www.lrb.co.uk/v36/n08/seymour-m-hersh/the-red-line-and-the-rat-line(4) http://tr.wikipedia.org/wiki/Kamu_hukuku

(*) Anayasa hükümleri :

MADDE 24- Herkes, vicdan, dinî inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir. 14 üncü madde hükümlerine aykırı olmamak şartıyla ibadet, dinî âyin ve törenler serbesttir.  Kimse, ibadete, dinî âyin ve törenlere katılmaya, dinî inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; dinî inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz ve suçlanamaz.

Din ve ahlâk eğitim ve öğretimi Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır.
Din kültürü ve ahlâk öğretimi ilk ve ortaöğretim kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasında yer alır. Bunun dışındaki din eğitim ve öğretimi ancak, kişilerin kendi isteğine, küçüklerin de kanunî temsilcisinin talebine bağlıdır.

Kimse, Devletin sosyal, ekonomik, siyasî veya hukukî temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasî veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun, dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz.

Türk Ceza Yasası

İnanç, düşünce ve kanaat hürriyetinin kullanılmasını engelleme

MADDE 115. – (1) Cebir veya tehdit kullanarak, bir kimseyi dinî, siyasî, sosyal, felsefi inanç, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya veya değiştirmeye zorlayan ya da bunları açıklamaktan, yaymaktan meneden kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(2) Dinî ibadet ve ayinlerin toplu olarak yapılmasının, cebir veya tehdit kullanılarak ya da hukuka aykırı başka bir davranışla engellenmesi hâlinde, yukarıdaki fıkraya göre ceza verilir.

Hakaret

MADDE 125. – (1) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden ya da yakıştırmalarda bulunmak veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır. Mağdurun gıyabında hakaretin cezalandırılabilmesi için fiilin en az üç kişiyle ihtilât ederek işlenmesi gerekir.

(2) Fiilin, mağduru muhatap alan sesli, yazılı veya görüntülü bir iletiyle işlenmesi hâlinde, yukarıdaki fıkrada belirtilen cezaya hükmolunur.

(3) Hakaret suçunun;

a) Kamu görevlisine karşı görevinden dolayı,
b) Dinî, siyasî, sosyal, felsefi inanç, düşünce ve kanaatlerini açıklamasından, değiştirmesinden, yaymaya çalışmasından, mensup olduğu dinin emir ve yasaklarına uygun davranmasından dolayı,
c) Kişinin mensup bulunduğu dine göre kutsal sayılan değerlerden bahisle, 
İşlenmesi hâlinde, cezanın alt sınırı bir yıldan az olamaz.

(4) Ceza, hakaretin alenen işlenmesi hâlinde, altıda biri;
basın ve yayın yoluyla işlenmesi hâlinde, üçte biri oranında artırılır.

(5) Kurul hâlinde çalışan kamu görevlilerine görevlerinden dolayı hakaret edilmesi hâlinde suç, kurulu oluşturan üyelere karşı işlenmiş sayılır.

MADDE 153. – (1) İbadethanelere, bunların eklentilerine, buralardaki eşyaya, mezarlara, bunların üzerindeki yapılara, mezarlıklardaki tesislere, mezarlıkların korunmasına yönelik olarak yapılan yapılara yıkmak, bozmak veya kırmak suretiyle zarar veren kişi, bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(2) Birinci fıkrada belirtilen yerleri ve yapıları kirleten kişi, üç aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır.

(3) Birinci ve ikinci fıkralardaki fiillerin, ilgili dinî inanışı benimseyen toplum kesimini tahkir maksadıyla işlenmesi hâlinde, verilecek ceza üçte biri oranında artırılır.

Nitelikli dolandırıcılık

MADDE 158. – (1) Dolandırıcılık suçunun;

a) Dinî inanç ve duyguların istismar edilmesi suretiyle,
b) Kişinin içinde bulunduğu tehlikeli durum veya zor şartlardan yararlanmak suretiyle,
c) Kişinin algılama yeteneğinin zayıflığından yararlanmak suretiyle,
d) Kamu kurum ve kuruluşlarının, kamu meslek kuruluşlarının, siyasî parti, vakıf veya dernek tüzel kişiliklerinin araç olarak kullanılması suretiyle,
e) Kamu kurum ve kuruluşlarının zararına olarak,
f) Bilişim sistemlerinin, banka veya kredi kurumlarının araç olarak kullanılması suretiyle,
g) Basın ve yayın araçlarının sağladığı kolaylıktan yararlanmak suretiyle,
h) Tacir veya şirket yöneticisi olan ya da şirket adına hareket eden kişilerin ticari faaliyetleri sırasında; kooperatif yöneticilerinin kooperatifin faaliyeti kapsamında,
i) Serbest meslek sahibi kişiler tarafından, mesleklerinden dolayı kendilerine duyulan güvenin kötüye kullanılması suretiyle,
j) Banka veya diğer kredi kurumlarınca tahsis edilmemesi gereken bir kredinin açılmasını sağlamak maksadıyla,
k) Sigorta bedelini almak maksadıyla,

İşlenmesi hâlinde, iki yıldan yedi yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezasına hükmolunur.

(2) Kamu görevlileriyle ilişkisinin olduğundan, onlar nezdinde hatırı sayıldığından bahisle ve belli bir işin gördürüleceği vaadiyle aldatarak, başkasından menfaat
temin eden kişi, yukarıdaki fıkra hükmüne göre cezalandırılır.

(**) Halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama

MADDE 216. – (1) Halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini, diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik eden kimse, bu nedenle kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması halinde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(2) Halkın bir kesimini, sosyal sınıf, ırk, din, mezhep, cinsiyet veya bölge farklılığına dayanarak alenen aşağılayan kişi, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(3) Halkın bir kesiminin benimsediği dinî değerleri alenen aşağılayan kişi, fiilin kamu barışını bozmaya elverişli olması hâlinde, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

AKİL ADAMLAR ve Raporları Üzerine..

Dostlar,

Sayın Üzeyir Lokman Çaycı’nın “Akil Adamlar”başlıklı yazısı 14.4.13’te bize ulaştı.
Arşivledik zamanı gelince yararlanmak üzere..

Geçtiğimiz günlerde “akil” sakiller raporlarını verdiler Başbakan RT Erdoğan’a.
Rapor içeriği, RTE’nin isteklerinin “Akillerce” kağıda dökülmüşü..
Akiller sanki RTE’nin “Hık deyicisi”! RTE de BOP Eşbaşkanlığı gereği
bilmem nerenin.. Maşanın maşası..

Böyle olunca, muhafazakar – dindar, yurtsever – millici yurttaşımız Sayın Üzeyir Lokman Çaycı’nın yazısını yayımlamanın zamanı olduğunu düşündük. “Akiller” için
Sayın Çaycı’nın kullandığı anlamı (“Yiyici”) kullanmak istememiştik..

Bu kadim halk bu çirkin oyunu yutar mı? Yutmadıını ve yutmayacağını
31 Mayıs 2013 akşamı başlattığı ve 36. gününe giren İNTİFADA‘sı ile kanıtladı..

Zaman halkın değil, elbette RTE’nin ve topyekün yaktığı AKP’nin aleyhine akıyor.

Tarih, ondan ders almasını bilmeyen aptallar için bir kez daha tekerrür edecek!

Yazık, çok yazık..

AKP içindeki HEKİM MİLLETVEKİLİ meslektaşlarımız!

Başbakanla konuşmak ve O’nu ikna etmek, yatıştırmak zorundasınız..
Önce zorunlu bir mola (Kâbe’de 1 hafta tatil, ilaç ve psikoterapi destekli
yoğun rehabilitasyon), “kendine gelme” amaçlı..

Sonra da yumuşak geri çekilme; şimdiki gibi vuruşarak değil!..
En aklıselim yol bu..
Gecikmeyin, çok daha güç olur..

  • Akiller;
    tarih ve çocuklarınız sizi bağışlamayacak, raporunuzdan çok ve hep utanacaklar.

Teşekkürler Sayın Çaycı..

Sevgi ve saygı ile.
5.7.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=============================================

Akil Adamlar

Üzeyir Lokman ÇAYCI

 

 Akil, kelime olarak, «yiyen, yiyici» anlamına geliyor.

Günümüzde bu kelimeye adamlar eki ekleyenler Türk Milletini akılsız görmenin,

Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni dışlamanın öncülüğünü yapıyorlar.

Türkiye Cumhuriyeti Devlet Hastanelerinden, kurumlarından, “Türkiye Cumhuriyeti” ifadesini kaldıranların ihanetlerini okuyamayanlar ve “akil adam” nitelemesi altına girenler AKP karanlığına teslim olanlardır. Suç tezgâhlarında, zulüm meydanlarında Türk Milleti kimliğini yok etmeye çalışanlara destek olma kararlılığı
barışla, demokrasi sevdasıyla, özgürlükle ve vatan sevgisiyle asla izah edilemez!

 İkna odalarında artistler de var !

Sizin ne işiniz var demiyorum size, bizim burada ne işimiz var deyin :
Hülya Koçyiğit, Orhan Gencebay, Kadir İnanır?

Dökülen, kırılan, öldürülen, yok edilen, değerleri göre göre, sorgulayın,
kendi kendileriyle çelişen çağdışı zihniyetleri ve önünüze düşenlerin kimliklerini

Huzuru budayan, ekonomiyi çökerten, dışa bağımlı, problem üreten,
adaletsizliği, hukuksuzluğu içselleştiren bir iktidarın günahlarına yama olmayın!

Kâlp krizine bağlı ölümler 10 yılda %270 arttı

Son 10 yılda ilaç sarfiyatı %1150 arttı

Son 10 yılda hipertansiyon hastası %400 arttı.
Yani her üç kişiden biri hipertansiyon hastası.

10 yıl önce 950 bin olan ameliyat sayısı 10 yıl sonra 4,5 milyona yükseldi

10 milyon şeker hastamız var!

Hiçbir  zaman «doğruları» eğrilerin; «sanatı, gerçekleri, barışı, demokrasiyi» çirkinliklerin içlerinde aramayın

……

Toprak isimli bir kedi, ünlü cerrahlardan Kim’in yanına gider.
O’na «Efendim ben kartal olmak istiyorum.» der.

Kim : «Sevgili Toprak, niyetini çok iyi anlıyorum. Elbette kanatlı olmak kedi milletinin gücüne güç katacaktır. Ama elimdeki imkan ve formüllere göre bu iş oldukça zor,
sana bir ilaç karışımı vereceğim, bunu bir ay süreyle ve aç karnına iç… Bünyende
ne gibi değişiklikler olacak, ne gibi hâllere dönüşeceksin, bunu zaman gösterecek…»

Kim birkaç saat süren bir çalışmayla ona bir ilaç hazırlar. Hangi ölçülerde ne zamanlar alınacağını da tarif eder. On gün sonra Toprak’da fareyi andıran değişiklikler başlar.
Ha yarını, ha bir hafta sonrayı bekleyeyim, Doktor Kim’in tavsiyesine uyayım der.
Ve bir ay sonra, tam bir fareye dönüşür.  Koşa koşa Kim’ın yanına gider. Kim masası başında uyuklamaktadır. Masaya tırmanır ve tarla faresi gibi bir görüntüsüyle
O’nu uyandırır : Bak beni ne hale soktun… Ben kanatlanıp kuşları kolayca avlayacak hale girmeyi, heybetli bir şekilde görünmeyi beklerken sen beni kendi milletim tarafından avlanacak hale dönüştürdün, diye çıkışır.

Kim kaşlarını çatar ve ona : «Bak Toprak, buraya kadar gelip kendi doğal halini değiştirmek isteyen sensin. Hâline şükredip, ke(n)dice yaşasaydın, fareye dönüşme riskine girmezdin. Bak daha fazla konuşursan boş ver kanatlanıp uçmayı,
kedi gibi kendini savunmak için tırmalamayı ya da kaçmayı bile beceremezsin. Süpürgeyle kafanı ezerim ha!» der.

Tarih : 06.04.2013

Zonguldak’ta Türk Bayraklarıyla yürüyen gençlere,

  • “Türk Bayrağı taşımak izine tabidir.”

diye polis engel oluyor.

  • PKK bayrağı taşıyanlara ses çıkartmayanlar
    Türk Bayrağı taşıyan gençlere engel oluyorlar!

Şimdi anladınız mı şerefli Türk Subaylarının, vatanseverlerin ve kahramanların
hangi gayelerle tutuklandıklarını?

Her şey Türk Milleti aleyhindeki kötü niyetleri, farklı kimlikleri, gizli emelleri, sinsi eylemleri, tehlikeli projeleri, yıkıcı tavırları, bölücü işbirlikçilikleri gizlemek için yapılıyor

Bazı Avrupa ülkelerinde Türk çocuklarına yetkililer tarafından el konulduğu ve çocukların ailelerinden koparıldıklarını duyuyoruz. Konu feryatlarla, çığlıklarla duyurulmasına rağmen AKP yöneticileri bu yönde gıklarını dahi çıkarmamaktadır. Hatta AKP yöneticilerinin bu el koyma işlerinde parmaklarının olduğu bile sorunlu bölgelerde konuşulmaktadır.

12 Türk adasının Yunanistan tarafından işgal edilmesine seslerini çıkarmayan AKP’li yöneticilerin yüzlerce Türk çocuğunun annelerinden ve babalarından koparılmalarına neden ses çıkarmadıklarını belki Ergün Poyraz’ın tutuklanmasına sebep olan «Takunyalı Führer» isimli kitabını okuyarak yorumlayabilirsiniz.

Türkiye’de kitap yazmak, gerçekleri ifade etmek, İslâm’ın kurallarını hatırlatmak, Müslüman maskeli yöneticilerden, inançlıyız demelerine rağmen yoldan, çizgiden çıkan yandaşlardan insanî ve İslâmî hassasiyetler beklemek mümkün değil.
Aksine onlar silahsız insanlara silah çekmek, güçsüz insanlara güç gösterisinde bulunmak gibi, Türk Milletinin şanına uygun olmayan davranışlar sergilemekten çekinmiyorlar. Gerçi bu kişilerin Türklükle, Türkiye Cumhuriyetiyle, milliyetçilikle, ulusalcılıkla, vicdanla, Müslümanlıkla, Peygamberimizle (S.A.) araları da pek iyi değil. Zaman geliyor milliyetçiliği ayaklarının altlarına aldıklarını,
zaman geliyor vatansevgisini ezdiklerini – ezeceklerini soylüyorlar.

Irak’ta, Libya’da, Suriye’de ve Türkiye’de şehit edilen her Müslümanın şehadetinden AKP yöneticileri sorumludur. Bu gafillerin uzaktan kumanda edilenlerin günahlarına
ortak olmayın. Eğer umursamazlıklarınız devam ederse musibet sizin de üzerinize çöreklenebilir.

  • Türkiye’yi Lübnan’laştırmayın, Irak’laştırmayın.

Kevser Suresi’nin mealini bile size çarpıtırarak açıklayan Recep Tayyip Erdoğan’a ve dün söylediklerini bugün yalanlayan yandaşlara kesinlikle güvenmeyin ve inanmayın

Bugüne kadar girmedikleri yerlere gidiklerini söyleyerek, görmedikleri gerçekleri bildiklerini söyleyerek, sevmedikleri değerleri seviyormuş gibi yelpazelenerek,
size dindar olmadıkları hâlde dindar gibi görünerek sizi, sizin gibi olanları,  ALLAH’a (C.C.) inananları aldattılar.

Yani on yıllık AKP iktidarının temelinde ihlâs yok, Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın gözlerinin açık gitmesine sebep olan bir vefasızlık ve açık bir  ihanet var.

Milli Türk Talebe Birliği’nin kenarından geçemeyenler MTTB’lilik aldatmalarıyla
siyaset dairelerini büyüttüklerine inandılar. Sizi bu şekilde de aldattılar. Bu kişilere sorun, MTTB Genel Başkanlarından Rüştü Ecevit, bu kuruluş bünyesindeki Sosyal İlimler Enstitüsü Müdürlüğünü yapan Ahmet Eskinus, Tiyatro Müdürü Abdüsselam Uluçam gibi o zamanın insanları bugün neden kendi aralarında değiller?

Merhum Necip Fazıl o zamanlar neden o kişilere tepki gösterdi? Dengesizliği, vefasızlığı kimler yapmışlardı. Necip Fazıl neden ülkücülerin arasına girerek
“O ve Ben” isimli eserini Ortadoğu Gazetesi’nde yayınlama yoluna girdi?
Bu sorulara verilecek cevaplar o zamanlarda günümüzdeki yaşananların bir işareti idi. 

13 Kasım 2006 tarihli Hürriyet gazetesinde kapatılan Refah Partisi’nin Genel Başkanı ve eski başbakanlardan Necmettin Erbakan’ın, AKP’ye yeni bir benzetmede bulunarak, “İktidara geldiğinde Afyon Hindisi gibi kabarıyordu,
dört yılda tüyleri döküldü altından leylek çıktı.” demesi ve AKP’nin kurulmasında
İsrail’in parmağı olduğunu öne sürmesi bugünkü karışık AKP siyasetiyle de tescilleniyor!

  • Emperyalist güdümlü olmak Müslüman olmamanın bir ifadesidir.

Irak’ta, Libya’da Suriye’de Müsluman katliamlarına öncülük yapmak, çoluk çocuk demeden inanan insanları katlettirmek Müslüman olmamanın göstergesidir.
NATO’nun Libya’da ne işi var demesine rağmen ertesi günü İzmir’den kaldırtılan Amerikan uçaklarıyla bombalattırarak, Libya’ya saldırıya destek olmak hatta
kan dökülmesine öncülük yapmak Müslüman olmamanın ifşa edilmesidir.

Ankara, 14.04.2013

AB Anayasası’na İmza Atan Kimdi?


AB Anayasası’na İmza Atan Kimdi?

portresi

 

ARSLAN BULUT

 

 

Tayyip Erdoğan, “Avrupa Parlamentosu’nun bizimle ilgili kararını ben tanımıyorum.” dedi. Bravo doğrusu, Roma’da Türk düşmanı Papa’nın heykelinin altında,
Abdullah Gül ile birlikte Avrupa Anayasası’nı imzalayan kimdi?
Şimdi “Biz Avrupa Birliği’ne üye değiliz ki, bizim hakkımızda karar alsınlar..” diyorsunuz da

üye olmadığınız halde, neden Avrupa Anayasası’na imza attınız?

Neden Avrupa’nın hemen her dayatmasını yasa haline getirdiniz.

Neden, Türk Milleti’nin değer yargılarına ve İslam’a aykırı olarak
zinayı suç olmaktan çıkardınız?

Plebisit için dayatma mı var?

Tayyip Erdoğan, “plebisit” kavramını bilinçli olarak mı kullanıyor acaba?
Uluslararası hukukta, plebisit, tartışmalı bir coğrafyada yaşayan bir halk topluluğunun hangi devlete bağlanacağına dair yapılan oylamaya denilir!
Mesela Lozan’da Türkiye, Kerkük-Musul’un Türkiye’ye mi İngiliz mandası altındaki
Irak’a mı bağlanacağı konusunda plebisit yapılmasını önermişti.
Bu teklif Lord Curzon tarafından kabul edilmemişti. Curzon’a göre, bölge halkının
oy verme alışkanlığı yoktu. Bu konuda tecrübe sahibi olmadıklarından plebisitin amacını anlayamayacaklarını ileri sürdü. Şimdilerde ise BDP ve PKK sözcüleri Güneydoğu Anadolu bölgesi için de plebisit önermektedir..

Yoksa, Erdoğan’a birileri, açılım süreci içinde böyle bir oylamayı mı dayatıyor da Taksim’deki Gezi Parkı’nın ne olacağına ilişkin plebisit yapılacağını söyleyerek,
halkı bu kavramla düşünmeye alıştırıyor? Plebisit, referandum karşılığı olarak da kullanılıyor ama Taksim Gezi Parkı için tasarlanan, basit bir kamuoyu yoklamasıdır.Silahlı PKK gösterisine niçin müdahale etmediniz?Taksim civarındaki eylemler sırasında provokatörlerin göstericiler arasına karıştığını, bu sebeple kurunun yanında yaşın da yandığını söylüyorsunuz?

Aynı günlerde Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde, Muş-Diyarbakır illeri arasındaki
bir yaylaya PKK’lılar silahları ile birlikte gelerek şenliklere katıldı. Havaya ateş açtılar
ve sonra da ellerini kollarını sallaya sallaya oradan ayrıldılar.
Bunlara niçin müdahale etmediniz?
PKK ile vardığınız anlaşma gereği, hani yurt dışına çıkacaklardı!

Bursa’dan Esad Altay, “Kimse Taksim’e gelirken omzuna tüfeğini asmamış iken, buradaki PKK’lı teröristler silahları ile gelmiş ve ateş açmışlardır.
Demek ki ’PKK Türkiye’den çekiliyor’ lafları tam bir aldatmacadır.
Türk milletine yalan söylenmektedir” diyor.

6 milyon sanal seçmen meselesi

Berlin’den Mustafa Temel ise önümüzdeki seçimler için bir öneride bulunuyor:
“Almanya’da, seçmen listeleri yalnızca ve yalnızca kimlik cüzdanı üzerinden düzenleniyor. Türkiye’de ise seçimler adrese dayalı kayıt üzerinden yapılıyor…
Bu durumda bir seçmen, iki-üç mahallede oy kullanabiliyor.

Seçimlerde örgütlü bir seçmen turizmi oluşturuluyor.

Avrupa’da, sandık başında, aynı zamanda pasaport olarak da kullanılan nüfus hüviyet cüzdanları geçerlidir. Türkiye’de ise ehliyet bile kullanılabiliyor. Son seçimde
parmak boyası uygulamasını da kaldırarak mükerrer oy kullanılmasının önünü açtılar.

Eğer bir ülkede 6 milyon sanal seçmen yani 6 milyon mükerrer oy varsa,
oyların sayımında da hile yapılır.

AKP, bundan sonraki seçimlerde, yalnızca T.C. kimlik numarası üzerinden
seçime zorlansın.

Yoksa, kimin oy verdiği değil, kimin saydığı önemli olur.”

Son seçimlerde kimlik numarası tartışması yapıldı ama tam olarak uygulanamadı.
Kaldı ki 6 milyon sanal seçmen varsa, 6 milyon sanal kimlik numarası da vardır. Dolayısıyla, tedbirler bütün olarak düşünülmelidir.

Yeniçağ, 14.06.2013

Suay Karaman : TERÖRİST


Suay Karaman

portresi

TERÖRİST

Emperyalist ABD’nin kendi çıkarları için yapmayacağı hiçbir şey yoktur. Bugüne dek yaptığı katliamlar, emperyalizmin kirli yüzünü anlamayanlar için önemli bir uyarıdır. Emperyalist ABD, teröristleri besler, büyütür, finanse eder, görevini yaptırır ve işi bitince deliğe süpürür. Bunun en son örneği El Kaide terör örgütünün başı Usame Bin Ladin’dir.

Mart ayı başında emperyalist ABD’nin üçüncü büyük kenti Şikago’nun caddelerinde dolaşan otobüslerde Usame Bin Ladin, Pakistan asıllı Faisal Shazt, Filistin kökenli ABD ordusunda binbaşı Nidal Hasan, HAMAS üyesi bir Arap teröristin fotoğrafları vardı. Ancak bu teröristlerin yanında Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da fotoğrafı vardı…

Usame Bin Ladin’in afişinde; “Sizi derhal İslam’a çağırıyoruz. Benim cihadım bu,
ya sizinki?” yazılıydı.

Recep Tayyip Erdoğan’ın afişinde ise;

  • “Minareler süngümüz, kubbeler miğferimiz, camiler kışlamız, müminler askerlerimiz. Bu ilahi ordu dinimi bekler… Benim cihadım bu, ya sizinki?” yazıyordu.

Bu afişleri ‘Amerika Özgürlükleri Savunma Girişimi’ (American Freedom Defense Initiative) adlı örgüt hazırlamıştı. Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı bir terörist gibi Şikago caddelerinde Amerikan halkına tanıtılıyordu. Bu olay açıkça diplomatik bir skandaldır. Dost ve müttefikimiz diye övünülen ABD yetkililerinin bu duruma sessiz kalmasını da anlamak olanaksızdır. Bu konu hakkında Türkiye Cumhuriyeti Büyükelçiliği ya da Dışişleri Bakanlığı’ndan açıklama yapılmaması da başka bir skandaldır.

AKP kurulduğu zaman, henüz milletvekili bile olmayan Tayyip Erdoğan, ABD’ye davet edilmiş, ağırlanmış ve başkanla görüşmüştü. Aradan geçen on yılda istedikleri rolü üstlenen Tayyip Erdoğan’ın artık işi bitmiştir ve deliğe süpürülme aşamasındadır. Bu aşamaya kılıf hazırlamak isteyen emperyalist ABD,
Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’nı terörist ilan etmiştir. FBI adına çalıştığı açıklanan Fettullah Gülen, terörist ilan edilen Tayyip Erdoğan yerine, emperyalist ABD için
yükselen yeni değer konumuna getirilmiştir.

Yaklaşık elli bin kişinin katili PKK terör örgütünün başı ile görüşülmesine
olanak sağlayan ABD, şimdi Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’nı terörist ilan etmiştir. Emperyalizme bilerek ya da bilmeden hizmet etse bile, dünyada ilk kez emperyalizme karşı zafer kazanan Türkiye Cumhuriyeti’nin bir başbakanını, emperyalist ABD teröristlerle aynı kefeye koyamaz. Dünyanın birçok ülkesinde terörizme destek veren emperyalist ABD’nin, kendini görmeden, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’nı terörist ilan etmesi, “Yurtta Barış, Dünyada Barış” ilkesini savunan ülkemize karşı yapılan büyük bir haksızlıktır, onursuzluktur.

Kendi başbakanımız yaptıklarıyla, yanlışlarıyla, ihanetleriyle yalnızca Türk Milleti tarafından yargılanabilir, terörizme destek veren emperyalist ABD’nin önce kendi sicilini düzeltmesi gerekmektedir. Emperyalist ABD terörist arıyorsa, kendi yönetimlerine bakmalıdır.

Ülkemizin bölünmesi ve parçalanması için harita ve planlar yapan emperyalist ABD’nin, PKK terör örgütüne destek verdiği bilinmektedir. 17 Mart 2013 Pazar günü katillerin ve teröristlerin meydanlarda gövde gösterisi yapmasının yol haritası da emperyalist ABD tarafından çizilmiştir. Demokrasi ve insan hakları konusunda sicili bozuk emperyalist ABD için söylenecek en iyi söz, Aşık Mahzuni Şerif’e aittir:

“Defol git benim yurdumdan,
Amerika katil katil.
Yıllardır bizi bitirdin,
Amerika katil katil.
Devleti devlete çatar,

İt gibi pusuda yatar,
Kan döktürür, silah satar,
Amerika katil katil.. “

(İlk Kurşun Gazetesi, 18 Mart 2013.)