Etiket arşivi: Pandemi

İşçileşen, yoksullaşan öğrenci

Deniz Yıldırım
Deniz Yıldırım
08 Eylül 2021, Cumhuriyet

İktidarın üniversitelere yaklaşımı malum. Liyakatsiz atamalarla içi boşaltılan üniversitelerde eğitimin niteliğinin yıldan yıla gerilediği de kuşkusuz. Bu, işin bir yanı. Araya bir de pandemi girdi, eşitsizlik ve nitelik kaybı daha da arttı. Şimdi aşısı olan bir virüs karşısında, hâlâ aşılanmayan öğrenciler ve kamu personeli de varken risk alındı ve üniversiteler açılıyor. Yüz yüze eğitimin başlaması, öğrenciliğin pedagojik ve sosyal açıdan desteklenmesi adına (AS: için) zorunlu. Elbette geçici turizm geliri için ülkenin eğitimini, geleceğini, kuşaklarını feda etmeyen ve planlı, programlı bir iktidar da zorunluydu.

Üniversiteler açık tutulmalı. Yüz yüze eğitimi savunanlardanım; fakat bunun ekonomi biraz canlansın, taşrada esnafın, ev sahibinin bozulan mali durumu öğrencilerle biraz olsun düzeltilsin mantığının ötesinde bir planlamayla, programla ve tedbir paketiyle yürütülmesini istemek hakkımız. Bir süre sonra “haydi kapattık” demesinler diye bu plansız, programsız bakışa eleştirilerim tarihe not düşülsün.

Örneğin, tabela asmakla üniversite olunmadığı gerçeği, şimdi bir de pandemi döneminde fiziksel şartlardaki eşitsizliklerle birleşiyor. Öğrenci sayısı çok olsun diye artırılan kontenjanlarla dar bina, koridor, derslik yapıları arasındaki uyumsuzluk belirginleşiyor. İktidarın nicelik kaygısıyla, eğitimden sağlığa nitelik ihtiyacı arasındaki makas da böylece açılıyor.

Diğer taraftan (öte yandan), özellikle belirtmek gerekir ki öğrencilerin memleketlerine döndüğü koşullarla bugünkü koşullar arasında maddi açıdan da büyük fark var. Birçok öğrenci, pandemi döneminde eğitime erişmekte zorlandı. İnternet erişimi olmadığı için değil sadece. Son yazıda da belirttiğim üzere, ülkede pahalılık ve geçim zorluğu arttıkça, maddi sıkıntısı olan kimi gençler eğitimin önüne geçimi, ailenin geçimine katkı vermeyi koymaya başladı. “Öğrenciliğin işçileşmesi dediğim olgu, böylece pekişti. Bu gençlerin yeniden üniversitelere, yüz yüze eğitime nasıl çekileceği sorusunu ciddi ciddi tartışmamız gerekiyor.

Üstüne üstlük, diyelim ki öğrenciler üniversitelerinin bulunduğu şehre gitmeyi, “önce eğitim” demeyi tercih etti; iş bununla da kalmıyor. Bir buçuk yıl önceki şehirlerarası otobüs fiyatlarıyla bugünkünü karşılaştırın sadece. Aradaki fark dudak uçuklatıyor. Sadece ulaşım mı? Bu öğrenciler barınmak, beslenmek, sosyalleşmek, eğitimleri için kitap almak zorunda. Bu ise düşen alım gücüyle artan pahalılık arasındaki makasın da üniversite öğrencileri için bir başka sorun olduğunun kanıtı. Kamu kaynaklarının bu sorunları gidermek için kullanılması, dar gruplar yerine halk çocukları için seferber edilmesi gerek. Burslar, destekler artırılmalı; ulaşım indirimleri sağlanmalı.

ARTAN KİRALAR VE PAHALILIK

Bir diğer sorun da barınmaya dair (ilişkin). Haberlerde okuyorsunuz. Birçok üniversite şehrinde ev kiralarında büyük artış yaşanıyor. Devletin görevi, öğrencilerin barınma hakkını kamusal olarak güvence altına almak. Ancak öğrenci sayısıyla yurt kapasiteleri arasında uçurum var. Kaldı ki pandemi koşullarında, kalabalık yurt ortamlarında virüsün yayılımının nasıl engelleneceği konusundaki endişeler, dişinden tırnağından artırarak çocuklarını okutmak isteyen kimi aileleri ev kiralamaya yönlendiriyor, yönlendirecek. Kiraların artışını denetlemekle ilgili bir mekanizma kuruldu mu? Yoksa yine, adrese teslim ihalelerde hatırlanmayan “serbest piyasa”, kira artışları, hayat pahalılığı söz konusu olunca önümüze sürülen mazeret mi (özür) olacak? Kamuculuk, bu yüzden halk çoğunluğunun asıl ilacı.

Elbette herkesin ev kiralamaya gücü yok. Yurt da çıkmadı. Ne olacak? Olacak olan belli.

  • Kamudan beslenen iktidar destekli vakıfların, tarikat yapılarının yurtlarına mecbur bırakılacak gençler.

Nereden bakarsanız bakın, maddi koşullardan ideolojik koşullanmalara varıncaya kadar bu, çıkışsız bir çember.

Gelelim son meseleye (soruna). Bu sene kontenjanlar özellikle taşrada, çoğu yerde boş kaldı. Son dakika oyunlarıyla baraj puanını aşağı çekme, sorunları sadece “öğrenciler zor sene geçirdi, barajı indirelim de yerleşsinler” mantığıyla gençlerin üzerine yükleme anlayışı da gerekçesini yitirdi. Sorun baraj değilmiş. Öyleyse nedir?

İki neden başat: İlki maddi koşulların iyiden iyiye zorlaşmasıdır. Şehir dışında, uzak memlekette çocuk okutmak şimdi daha da zor. İkincisi ise genç işsizliğine çare bulunmaması“okuyup çalışırsan emeğinle istediğin yerlere gelebilirsin” anlayışının da bu dönemde iyice yerle bir olmasıdır. Nedeni de iktidarın kayırmacılığı, yandaşlığı kartvizit olarak yeterli gören anlayışıdır. Diploma nedir ki?

Sadece kamu alımları mı sorunlu? Ekonomi durdu, işsizlik arttı. Bu ortamda özel sektörde de iş bulmak zorlaştı. “Çok üniversite açalım” demek yetti mi? Diplomalı genç işsizliğine çare bulundu mu? Demek ki bir de ekonomik modeli buna uyarlamak, eğitim ile istihdam arasında denge kurmak gerekiyormuş. Kayırmacılığı bitirmeden, bilime yatırım yapmadan, kaynakları yerinde kullanmadan, gençlere istihdam kapısı açmadan, talan ekonomisinden çıkmadan baraj puanını düşürme siyasetinin iflası, sorunun kaynağının gençler olmadığının da kanıtı.

ORTA ÖĞRETİMDE OKULLAR AÇILIRKEN EĞİTİM- ÖĞRETİM SİSTEMİMİZ ÜZERİNE KISA NOTLAR

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı
06.09.2021, İzmir

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Bu gün, pandemi nedeniyle, alışkın olmadığımız çok uzun bir aradan sonra, orta öğretim kurumları, tüm artı ve eksileri ile birlikte eğitim ve öğretime başladılar.

Doğru eğitim: Akıl, bilim, özgür irade, teknoloji, meslek, barış, sevgi, huzur, adalet, ahlak… ve ekmek kapısı;

Yanlış ve çağdışı eğitim ise kurumlaşmış cehalet, bağnazlık, haksızlık, kin, nefret, vicdansızlık, ayrıştırma, huzursuzluk, zorbalık, zulüm düşmanlık… ve sefalet kapısıdır. Birinci tür eğitimde çağdaşlık ve gelişme, ikinci tür eğitimde de kargaşa, huzursuzluk ve geri kalmışlık türer.

Rüzgar ekenler fırtına, sevgi etkenlerse barış ve huzur biçerlermiş… Bir ulusu her yönden yücelten ve doruklara ulaştıran da, ortaçağ karanlığına sürükleyerek geri kalmasına neden olan da yine o ulusun topyekun eğitim ve öğretim sistemidir.

Hatalı ve yanlış tohumlar ekerek sağlıklı ve üstün nitelikli ürün beklemek olanaksızdır. Yıkayıcı temiz değilse yıkanan temiz olmaz. Kirli su ile çamaşır yıkanmaz
Kanımca bir ulusun kaderini tayin etme (yazgısını belirleme) konusunda çok önemli ve birinci derecede görev yüklenen eğitim konusu, mutlaka siyaset üstü ve devlet politikası olarak ele alınmalıdır.

Ülkemizin Ulusal Eğitim sisteminin belli çıkar odakları, yabancı güçler, tarikat ve cemaat kurumları ile değil, eğim-öğretim ve bilim alanında çok iyi yetişmiş, üstün nitelikli, tarikat ve cemaat bağı ve bağlantısı olmayan özgür düşünceli yurtsever akademisyenlerle planlanıp programlanması gerekir.

Bir ulusun eğitim sistemi, gündelik siyasete, ideolojik, akıl ve bilim dışı çekişme ve yap-boz düzenlemelerine kurban edilmemelidir. Çünkü siyasetçinin çıkarı genelde bir seçim dönemini kapsar. Halbuki eğitim sistemindeki yanlışların etkileri ise asırlar (yüzyıllar) sürebilir.

  • Siyaset kurumu Ordu, eğitim – öğretim – bilim ve adalet kurumlarına müdahale etmemelidir.

Bu kurumlar mutlaka siyaset üstü konumda kalmalıdır. Çünkü bu kurumlar yalnızca siyasal iktidarlar için değil, devlete ve ulusun tümüne hizmet vermektedir.

Doğru bir eğitim sistemi için                             :

1- Eğitim ve öğretim yöntemi çağdaş olmalıdır.
2- Eğitim – öğretim teknolojisi, öğretim mekânları, eğitim ve öğretim araçları çağdaş olmalıdır.
3- Eğitim-öğretimin bilgi ve ders kaynakları, eğitim programları ve program içerikleri (müfredat – yetişek) çağdaş olmalıdır.
4- Eğitim ve öğretim sisteminde görev alan tüm öğretici ve yöneticiler çağdaş olmalıdır.
5- En önemlisi de eğitim ve öğretime yön verenlerin ZİHNİYETİ ÇAĞDAŞ OLMALIDIR.

Eğer bir ulusun eğitim ve öğretimine yön veren zihniyet (anlayış) çağdaş değilse geri kalan faktörlerin (etmenlerin) çok önemi kalmaz. İlk düğme yanlış iliklemişse, geri kalan düğmeler doğru gibi görünseler bile hepsi yanlış olur.

Bu duygu ve düşüncelerle yeni eğitim ve öğretim yılı devletimiz, ulusumuz, öğrencilerimiz, veliler, tüm öğreticilerimiz ve yöneticilerimiz için kutlu olsun. Ulusumuzun tepesinde dolaşan cehalet kara bulutları yok olsun. Halkımız barış, esenlik ve huzur (erinç) dolu bir eğitim- öğretim yılı yaşasın.
===============================
Dostlar,

Sn. hocamız Prof. Çivi’nin yazısına birkaç katkımız olasın isteriz :

Alttaki kısa film, Çin’de, küçük bir öğrencinin Kovit-19 salgını nedeniyle, okula giriş hazırlığını gözler önüne seriyor. Ya bizde ??

***
Ankara’da 3 okul müdürü ile telefonla görüşme :
Lise: 1600 öğrenci bin maske. Sınıflar ortalama 42
Ortaokul: Maske ve hijyen malzemesini veliye aldıracağım. Bin öğrenci var, sınıf ortalaması 30, hizmetli yok!
İlkokul: BŞB’nden gelen 1 koli temizlik malzemesi var. Milli Eğitimden birşey gelmedi. (BİRGÜN, Ünal Özmen 03.09.2021)
***
ABD’de: Kovit-19 saptanan çocuk sayısı 2 haftadır tırmanıyor. Salgının başından beri tanı alan çocuk sayısı 4,8 milyon, toplam vakaların % 14,8’i. Hastaneye yatırılan çocuk oranı %1,9’a dek çıkıyor. 12+ yaşa epeydir aşı yapılıyor. 6 Eylül’de okulları açıyoruz, bilinsin istedik..
***
27 Ağustos 2021, CDC (ABD):
Aşısız öğretmen 26 öğrenciye Kovit-19 bulaştırdı..
***
ABD’de son hafta bildirilen Kovit-19 vakaların % 22’sinden çoğu 0-18 yaş arasında saptandı ve testlerin %10,9-20,8’i bu yaş diliminde yapıldı (Eyaletlere göre değişiyor) ve bu yaş diliminde test pozitiflik oranı %4,8-17,6. (MMWR, CDC)
***
https://www.cdc.gov/mmwr/volumes/70/wr/mm7036e2.htm

Çocuklar ve ergenler arasında haftalık KOVİT-19 ile ilişkili hastaneye yatış oranları 2021 Haziran sonu-Ağustos ortası boyunca yaklaşık beş kat arttı ve bu da son derece bulaşıcı SARS-CoV-2 Delta varyantının artan dolaşımıyla aynı zamana denk geldi. Ciddi hastalığı olan hastaneye yatırılan çocuk ve ergenlerin oranları. Hastaneye yatış oranları aşısızlar arasında tam aşılı ergenlere göre 10 kat daha yüksekti.
***
https://www.gazeteduvar.com.tr/pandemiyle-yasamak-yuz-yuze-egitime-gecilsin-mi-makale-1533643

Çin, eğitime ülke genelinde salt 2 ay ara verdi!
Nisan 2020’de Wuhan dışında bütün okullar yeniden yüz yüze eğitime geçmişti. 2021’in ilk yarısında da %60’ın üstünde aşı oranına ulaşıldı.
Bütün öğretmenler aşılı ve okul çağında çocuğu olan veliler de aşı olmak zorunda. Ayrıca, öğretmenler, öğrenciler ve velileri kent dışına çıkarlarsa iki hafta okula gidemiyorlar, ev karantinasında kalıyorlar. Bu yüzden, aileler Çin yeni yılında ya da diğer bayramlarda yolculuk yapmamayı seçtiler.
**
Sonuç                              :
Türkiye, 2 hafta sonra Kovit-19 olgu sayısında artışlara hazır olsun.
Tohumu ekildi..
Okulların açılması belki “doğrudan” neden olmayacak ama, yukarıda da örneklediğimiz pek çok nedenle doğru – bilimsel yönetil(e)meyen salgın yüzünden olgu sayıları daha da tırmanışa geçebilecek.. yazık!

Sevgi ve saygı ile. 07 Eylül 2021, Datça

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net          profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik

 

“3-9 Eylül Halk Sağlığı Haftası” Açıklaması Ve Etkinlik Programı


3-9 Eylül Halk Sağlığı Haftası Açıklaması - Etkinlik Programı

3-9 Eylül Halk Sağlığı Haftası Açıklaması – Etkinlik Programı
Türkiye’de 3-9 Eylül 2021 tarihleri arasında gerçekleştirilecek olan Halk Sağlığı Haftası etkinlikleri, Halk Sağlığı biliminin önemini anlamak, halk sağlığı sorunları ve çözüm önerilerini konuşmak açısından büyük bir fırsat olacaktır.

Halk Sağlığı, tüm toplumun sağlığını korumak ve geliştirmek yaklaşımını temel ilke olarak kabul eden ve insanların yaşam süresini uzatmayı ve daha nitelikli bir yaşam sürmelerini hedefleyen bir bilim, beceri ve uzmanlık dalıdır.Halk Sağlığı Uzmanları, toplumun sağlık düzeyini, gereksinimlerini, var olan ve gelişebilecek sağlık sorunlarını ve nedenlerini saptamak, çözümler üretmek, halk sağlığı programlarının oluşturulması ve yürütülmesini sağlamak üzere yetiştirilmiştir ve koruyucu hekimlik alanında uzmanlaşmıştır.İçinde yaşadığımız pandemi, özellikle son zamanlarda iklim krizi ile daha da belirgin hale gelen yangın, sel gibi afet ve acil durumlar, bunların yanı sıra bölgemizdeki savaş ve şiddet ortamı nedeniyle ülkemizin yoğun bir dış göç akımına maruz kalmış olması Halk Sağlığı biliminin önemini daha da artırmaktadır. Tüm bu durumlarda toplumun sağlığının korunması ve geliştirilmesi, süreçlerin doğru yönetilmesi ancak Halk Sağlığı biliminin ilkelerinin gözetilmesiyle mümkün olacaktır. Bunun sağlanabilmesi için Halk Sağlığı Uzmanlarının görev tanımlarına ve liyakat esasına uygun biçimde istihdamı büyük önem taşımaktadır.Bu çerçevede HASUDER tarafından 6-9 Eylül 2021 tarihleri arasında bir dizi çevrimiçi etkinlik düzenlenmiştir. Ekinlikler “zoom” ve “youtube” kanalı üzerinden gerçekleştirecektir. Etkinlikler için gerekli linkler her gün ayrıca duyurulacaktır.

HASUDER 3-9 Eylül 2021 Halk Sağlığı Haftası Etkinlik Programı
HASUDER 3-9 Eylül 2021 Halk Sağlığı Haftası Etkinlik Programı

Delta varyantının daha hızlı yayılmasının sebebi

authorÇAĞHAN KIZIL

Bilim insanlarının sorduğu soru şu:
  • Neden Delta varyantı diğer virüs formlarından hızlı ilerliyor? Bunun yanıtı şu an için net değil ancak elimizde bazı bilgiler var.

Pandemide yeni bir dalganın yükselişi ile karşı karşıyayız. Bir önceki dalgadaki en yüksek günlük ortalama vaka sayısı 830 bin civarında iken şu andaki yükselen dalgada günlük 640 bin sınırını aşmış durumdayız.(1) Yaz ayları içinde azalması öngörülen vaka sayılarına rağmen yaşanan hızlı yükseliş, sonbaharın yüksek bir virüs yüküyle başlayacağının işaretçisi. Önceki dalgalardan farklı olarak, elimizde aşılar ve aşıların koruyuculuğu var. Ancak aşılamanın dünya üzerindeki yaygınlığı düşünüldüğünde henüz genel bir bağışıklığa ulaşmaktan çok uzak olduğumuzu söyleyebiliriz. Dünya nüfusunun %31i en az 1 doz aşı oldu, %16’sı tam aşılandı. Günlük 36 milyon doz aşı yapılmasına rağmen, dünyada düşük gelirli ülkelerdeki aşılama oranı sadece %1,2.(2)

  • Bu düşük aşılamanın ve virüsün yeni dalgalar halinde dünya üzerinde kendini çoğaltmasına izin vermemizin bize getireceği sonuç, yeni virüs formlarının ve varyantların ortaya çıkması olacak.

Hâlihazırdaki pandemi dalgasının en önemli bileşeni Delta varyantı olarak adlandırdığımız virüs biçimi. Önceki virüslerden ve diğer varyantlardan Delta‘yı ayıran özellik, daha hızlı yayılması. Salgının hız aldığı bölgelerde Delta varyantının oranı % 100’e yaklaşmış durumda. Bilim insanlarının sorduğu bir soru su:

  • Neden Delta varyantı diğer virüs formlarından daha hızlı ilerliyor?

Bunun yanıtı şu an için net değil ancak elimizde bazı bilgiler var. Öncelikle Delta varyantı daha hızlı yayılmasına karşın, hastalık şiddetinde bir artış sağlamıyor. Bu iyi haber. Önceki Alfa varyantına benzer bir hastalık seyri gerçekleşiyor. Ancak Delta‘nın en önemli özelliklerinden bir tanesi bu virüsle enfekte olanlarda virüs yükünün insan vücudunda daha hızlı artırması. Çin’de yapılan çalışmada, Delta varyantı ile enfekte olan kişilerde virüsün vücutta yüksek seviyelere ulaşıp bulaştırıcılığın başlaması dört gün sürerken diğer SARS-CoV-2 varyantlarıyla hastalanan kişilerde bu süre altı gün (3). Delta varyantıyla enfekte olan kişilerde viral RNA değerlendirmesinde de Delta varyantının genetik yapısı olan RNA’sı, diğer varyantlara oranla 1000 kat daha fazla. (3) RNA analizi virüsün kendisi ve enfekte etme kapasitesi ile birebir örtüşen bir değerlendirme değil ancak bu gözlemlerin bize anlattığı, Delta varyantı bir şekilde diğer varyantlara oranla kendini vücuda girdikten sonra daha hızlı üreterek yüksek seviyelere ve bulaştırıcılığa ulaşabiliyor. Bu nedenle, semptomatik hastalığın ortaya çıkmasından önce bulaştırıcılık seviyesi ve süresi de Delta varyantı için diğer virüs çeşitlerine oranla yaklaşık iki kat daha fazla.

AVANTAJ SAĞLIYOR

Peki, Delta varyantı neden önceki virüslere oranla bu avantaja sahip? Bunun nedeni tam bilinmemekle beraber Delta varyantında bulunan bazı mutasyonların insan hücresine girmekte ve kendini çoğaltmakta virüse avantaj sağladığını düşündürüyor. Bu avantaj, virüsün yaşam döngüsündeki fizyolojik bazı olayların daha etkin şekilde gerçekleştirilmesi ile ilgili olabilir. Bunlardan bir tanesi virüsün hücreye girmek için kullandığı S proteininin kesilmesi ile ilişkilendirilmiş durumda. Virüs, S proteinini ile insan hücrelerindeki yüzeyi tanıyor ve bu protein ikiye kesilip kendi RNA genetik materyalini insan hücresi içine aktarılıyor. Bu kesim ne kadar etkiliyse  virüsün genetik yapısının hücre içine aktarılması o kadar etkin hale geliyor. (4) Bazı deneylerde gösterildiği üzere Delta varyantının taşıdığı bir mutasyon olan P681R, orijinal virüsten daha etkili bir kesim mekanizmasına işaret ediyor. (5) Bu etkin mekanizma ise solunum yollarında daha fazla virüs oluşabilmesine imkân tanıyor. Bazı virologlara göre ise bu mutasyonun tek başına Delta‘nın daha hızlı yayılmasını açıklaması mümkün değil. Örneğin bu mutasyon önceki Alfa varyantında da var ancak yayılımın daha hızlı gerçekleştiği Delta’da farklı bazı mutasyonların da bu hızlı yayılma ve daha etkili enfekte etme surecine katkıda bulunması imkan dahilinde. Bunun yanında, Delta varyantının, önceki varyantlarda görülmeyen ve akciğer içinde öbeklenen virüs parçacıkları oluşturduğu da gösterildiği düşünülünce, var olan mutasyonlar ile yeni biyolojik özellikler kazanan Delta varyantının patojenik etki mekanizması da çeşitleniyor olabilir.(6)

AŞILILAR DA ETKİLENİYOR

Delta varyantı, aşılanmış kişilerde de enfekte ettikten sonra semptomatik hastalık gösterebiliyor. Bu oran oldukça düşük olmasına rağmen, Delta varyantının aşı etkinliğine karşı küçük de olsa bir avantaj sağladığını gösteren bir durum. Amerika Birleşik Devletleri‘nde yapılan çalışmada 156 milyon aşılanan kişiden 153 bininde virüs enfeksiyonu gözlendiği bildirildi. Bu, yaklaşık %0.09 oranına eşit.(7) Enfekte olma oranına bakıldığında ABD’de virüsle hastalanma oranı tüm nüfusun yaklaşık %10’u.

  • Bu, aşılamanın, hastalanma oranını 100 kata yakın düşürdüğünü gösteriyor.
  • Bir diğer pozitif gösterge ise, aşılanan ve enfekte olan kişilerdeki hastaneye yatma ve ölüm oranlarının çok daha düşük olması.

Bu bize şunu anlatmakta: Delta varyantı, önceki varyantlara oranla kendine daha hızlı yayılma ve daha etkili enfekte etmek için bir avantaj sağlamış durumdaŞu anda dünyada yaşadığımız dalganın ana etkisini bu avantaj sağlamış gibi görünüyor. Ancak aşılar özellikle mRNA aşıları, bu varyanta karşı da oldukça etkili.(8) Burada aşılamanın Delta varyantını nasıl etkilediğine de değinmek gerek. Aşılamadan sonra vücut bir antikor tepkisi gerçekleştiriyor ve uzun vadede bu antikor tepkisi azalırken bağışıklık hafızası yaratılarak virüsle tekrar karşılaşıldığında vücudun daha hızlı hareket etmesi sağlanıyor. Aşılama, hastalanmadan bu hafızaya sahip olmamızı sağlıyor. Ancak Delta varyantı, bu antikorların ana saldırısından kendini sıyırabilecek bazı mekanizmaları da geliştirmiş durumda.(9,10) İşte bu nedenle aşılanan bazı kişilerde de yeniden semptomatik enfeksiyonlar görülebiliyor ancak belli etmekte yine fayda var ki

  • aşılar bu enfeksiyonları rağmen hastaneye yatışlar ve ölümleri yüksek oranda önlüyor.

Fakat Delta varyantının aşılanmamış kişilerdeki etkisi ve aşılanmamış toplum kesimlerindeki yayılıma etkisi önceki virüslerden daha fazla. Bu nedenle, aşılanmamış kişilerde daha şiddetli hastalığa yol açmasa bile daha fazla insanı enfekte edeceği, daha fazla insanın hastaneye yatıp daha fazla insanın yaşamını kaybedeceğini öngörmek maalesef yanlış olmayacak.

Önümüzde;
– etkili aşılama ile ulaşılan toplum bağışıklığı,
– toplumsal yayılım dinamiklerinin önlenmesi için
– virüs varlığının dikkatlice kontrol edildiği bir kapalı alan hareketliliği ve
– dünyada henüz sadece %16 olan tam aşılanmanın hızlı şekilde artırılması sorumluluğu var.

Delta varyantı şu anda mücadele ettiğimiz varyant ve kendi biyolojik özellikleri dışında toplumsal hareketliliğin de büyük etkisi ile yayılıyor.(11)

  • Eğer pandeminin devamına izin verirsek, yeni varyantlara da imkân vermiş olacağız.

Aşılama ve bağışıklık için bunun ne anlama geldiğini de o varyantların biyolojik yapılarını anlayabildiğimizde söyleyebileceğiz.

(1) https://www.worldometers.info/coronavirus/
(2) https://ourworldindata.org/covid-vaccinations
(3) https://virological.org/t/viral-infection-and-transmission-in-a-large-well-traced-outbreak-caused-by-the-delta-sars-cov-2-variant/724
(4) https://www.cell.com/molecular-cell/fulltext/S1097-2765(20)30264-1
(5) https://doi.org/10.1101/2021.06.30.450632
(6) https://doi.org/10.1101/2021.06.17.448820
(7) https://www.kff.org/policy-watch/covid-19-vaccine-breakthrough-cases-data-from-the-states/
(8) https://www.nejm.org/doi/full/10.1056/NEJMoa2108891
(9) https://www.medrxiv.org/content/10.1101/2021.07.14.21260307v1.full.pdf
(10) https://www.medrxiv.org/content/10.1101/2021.07.28.21261295v1
(11) https://www.thelancet.com/journals/lancet/article/PIIS0140-6736(21)01358-1/fulltext

Aşısızların pandemisi

authorÇAĞHAN KIZIL

Birleşik Krallık, İsrail, Amerika Birleşik Devletleri gibi bölgelerde vaka sayıları Delta varyantı nedeniyle artsa da bu sayılar ölümlere önceki dalgalardaki oranlarda yansımıyor. Bunda aşılamanın başarısı var.

  • mRNA ve vektör aşıları hastalığa karşı etkili koruma sağlarken,
  • ağır hastalık ve ölümleri de büyük oranda düşürüyor.
Aşı karşıtlarının argümanları aksini söylese de gerçek dünya verisinin bu çarpıtma argümanların yanlış olduğunu net şekilde kanıtladı.

Aşıyı bulmakla beraber aşılamanın yavaş ilerleyeceğini de öngörüyorduk. Aşı tedarik zinciri, tüm dünyayı yeterince ve toplum bağışıklığına ulaştırabilecek kadar aşılamaktan hâlâ uzak ve bunun yanında aşıya erişimdeki eşitsizlik ise pandeminin önümüzdeki dalgalarının ölümcüllüğünün değişik ülkelerde değişik oranlarda yaşanacağını gösteriyor. Yine de son bir sene içinde aşılama ve toplumsal yayılmayı önleme metotları ile vaka artışını düşürmekte önemli bir aşama kaydedildi. Fakat bu süre içinde mutasyonlar virüslerin değişmesini beraberinde getirdi. Aşılamanın yetersiz olması ya da etkisi düşük aşıların kullanılması, virüsün kişileri tekrar enfekte edebilmesi ya da yayılıp ve bu süre içinde kendini değiştirme fırsatı yakalaması için ona imkân tanıdı.

Şu anda bildiğimiz birçok virüs varyanıtı var. Orijinal virüs genetik dizinindeki değişiklikler, SARS-Cov-2’nin farklı özellikler kazanmasına ve en önemlisi de oluşan bağışıklık tepkisinden kaçarak kendini çoğaltabilme yetisine sahip olmasını beraberinde getirdi. Birkaç ay öncesinde, Alfa varyantının yaygınlığını konuşurken, şimdi Delta varyantının yayılmasını konuşuyoruz. Alfa, orijinal virüsten %50 daha hızlı yayılırken, Delta ise Alfa’ya göre %60 civarında daha hızlı yayılıyor. Delta varyantının neden fazla yayıldığını dair çalışmalar bize şunu gösterdi:

İnsan hücresine girdiğinde Delta virüsü, orijinal virüsten 1000 kata yakın fazla parçacık üretiyor ve dolayısıyla bir kişinin bulaştırabileceği insan sayısı ve virüs yükü de çok daha fazla oluyor. Ayrıca Delta varyantı, kazanılmış bağışıklık tepkisini de aşabilecek bazı değişikliklere sahip. Bu nedenle, 4. ana dalga diyebileceğimiz vaka artışını Avrupa’da ABD’de, Türkiye’de ve dünyanın birçok ülkesinde görüyoruz. Elimizdeki en etkili aşı olan mRNA aşıları, Alfa varyantına karşı %93 koruma sağlarken Delta’ya karşı %88 koruma sağlıyor. Vektör aşıları ise %70 seviyesine kadar korumaya sahip. İnaktif aşıların daha düşük korumaya sahip olduğunu söylersek hata yapmayız. Yani, aşılanmamış 100 kişi hasta olurken, mRNA aşıları sonrasında bu sayı 12’ye, vektör aşıları sonrasında 27’ye düşüyor. Ayrıca, aşılanmamış kişiler içinde ağır hastalıklar ve ölümlerin görülmesi aşılanmış kişiler içinde çok daha düşük. Özellikle mRNA aşıları %95’ten fazla oranda ağır hastalığa ve ölüme karşı koruyor. Şu anda dünyada gördüğümüz vaka sayılarının artışının, ölümlere önceki dalgalar kadar yansımaması şansınız var. Ancak bu şans, sadece aşılama gerçekleşen insanlarda gün yüzüne çıkabilir. Bu nedenle 4. büyük dalganın, aşısızların pandemisi olarak adlandırılması da buna dayanıyor.

Pandeminin bu dalgasının önceki büyük dalgalara göre farklı bir dinamiği olması, süreçle yakından ilgisi olmayan ya da aşı karşıtlığını meslek edinmiş kişilerin belli yanlış argümanları da dillendirmesini sağlıyor. Elbette aşı kimseyi %100 hastalanmaktan korumuyor. Bu zaten en başında aşıların hastalığı semptomatik hastalığı önleme oranlarının yüzdelerle ifade edilmesinden anlaşılabilirdi. Bir hastalanmayı %90 önleyen aşı, 100 yerine 10 kişinin semptomatik hastalanmasını sağlıyor demektir. Dolayısıyla evet, aşılanan kişiler de yeniden hastalanabilir. Ancak bu hastalanmaların çok büyük bir kısmı asemptomatik geçiyor, geri kalan kısmı da hafif olarak atlatılıyor. Çok az bir oranda, aşılanan kişiler ağır hastalık kapabilir ve yaşamını kaybedebilir. Yani

  • aşılar hastalığın her aşamasında koruma sağlıyor ve ölümleri çok büyük oranda düşürüyor.
  • Aşılanmayan kişilerde ölüm oranları aşılananlara göre çok daha yüksek olacak.

Bir aşıyı değerlendirirken dikkat etmemiz gereken belli parametreler var. Öncelikle hangi aşıdan bahsettiğimiz önemli. Eğer bir aşı özellikle mRNA aşıları %88 semptomatik hastalıklara karşı korumaya ve ölümleri önlemede %95 etkiye sahipse, başka bir aşı %70 hastalığı önleme ve % 90 ölümleri azaltma gücüne sahipse iki aşının pandemi faturasını etkileme kapasitesinde elbette farklılık olacak. Türkiye için konuşmak gerekirse, inaktif virüs aşısının önceki varyantlara etkisi de düşüktü. Orijinal virüse %83 koruma sağlayan inaktif aşı, Delta varyantına karşı daha düşük koruma sağlayacak. İşte tam da bu nedenle güçlü bir aşıyla aşılanan kişilerdeki aşılanma oranı ve yaygın varyantın biçimi beraber düşünüldüğünde bir ülkenin pandemiden çıkış rotasının doğru olup olmadığı anlaşılabilir.

  • İkinci olarak aşılansak bile tedbiri elden bırakmamak gerekiyor.

Virüs yayılımı ne kadar az olursa, aşılama düşük olsa da ölümler azalacak. Bu nedenle aşı karşıtlarının “aşılanan insanlar da hasta oluyor ve ağır hastalık geçebiliyormuş, bu nedenle asla işe yaramıyor” söyleminin bir geçerliliği yok, aksine aşıların elimizden gelenin en iyisi düzeyinde pandemiyi önlemede bize yardımcı olduğunu söyleyebiliriz.

ÖLÜM ORANLARINA YANSIMIYOR

Son olarak; Birleşik Krallık, İsrail, ABD gibi bölgelerde vaka sayıları Delta varyantı nedeniyle artsa da, bu sayılar ölümlere önceki dalgalardaki oranlarda yansımıyor. Bunda aşılamanın başarısı var. Ancak halen aşılanmayan kişiler var ve bu varyantlar onları çok daha fazla etkileyecek.

  • Özetle, aşılar etkili; yeterince aşılama gerçekleştiğinde toplum bağışıklığı, Covid’in daha az ölümcül olduğu bir sürece evrileceğimizi gösteriyor.

Ancak o güne kadar hâlâ pandemideyiz ve hâlâ gerekli önlemleri almak şart.

Fütursuzca ve serbestçe virüs yayılımını tetikleyecek tüm uygulamaları bırakıp, eğitimin devam edebilmesi için okulların açılmasına katkıda bulunacak vaka düşüşünü sağlamakla ve aşılamayı artırmakla yükümlüyüz.

Pandemi başından beri söylediğimizi tekrarlayalım :

  • Riskleri gerçekçi şekilde analiz edip ona göre tedbirler almak gerekiyor;
    – vaka sayılarını saklayıp,
    – testleri düşürüp,
    – aşılamayı yüksekmiş gibi gösterip
    – insanları daha fazla rehavete kaptırmak değil.

Aşılar, varyantlar ve Türkiye

authorÇAĞHAN KIZIL

 

  • Alfa varyantından daha fazla yayılan ve ondaki bazı mutasyonlara da sahip Delta varyantının bugün dünyada bilinen yaygınlığı Birleşik Krallık’taki enfeksiyonların %99’u, ABD, Hindistan ve bazı Avrupa ülkelerindeki enfeksiyonların ise %80’i dolayında.

Aşılar, varyantlar ve Türkiye

Pandeminin başından itibaren (AS: beri) virüsün genetik dizinindeki değişiklikleri neredeyse anında gözlemleme ve bu değişikliklerin pandemiye etkilerini toplumlarda izleme şansına sahibiz. Kimi mutasyonların bileşkeleri, virüsün etkin proteinlerinde değişiklikler yaparak varyant dediğimiz ve birçok mutasyona sahip virüslerin oluşmasını sağlamış durumda. Dünya Sağlık Örgütü’nün sınıflandırmasına göre virüs varyantlarının ana 2 kategorisi var. Birincisi endişe verici varyantlar. Bu virüslerde

– bulaşabilirlikte artış,
– daha şiddetli hastalık (hastaneye yatışlarda veya ölümlerde artış),
– önceki enfeksiyon veya aşılama sırasında üretilen antikorlar tarafından korunmada önemli ölçüde azalma,
– tedavilerin veya aşıların etkinliğinde azalma veya
– genel tanı metotlarının etkinliğinde düşüş gözleniyor.

  • Varyantın özelliklerine bağlı olarak, aşıların veya tedavilerin modifikasyonu gerekebilir.
Ülkelerin kendi içinde bile yayılımların durmadığını, aşılamanın %70-80 düzeyine gelmeden hiçbir ülkenin güvenli sayılamayacağını görüyoruz. Bunun dışında aşılama oranı da yeterli bir kriter (AS: ölçüt) değil. Hangi aşıyla ve hangi koruyuculukta aşılanıldığı da çok önemli.
  • İnaktif aşıların semptomatik hastalıklara ve varyantlara karşı koruyuculuğunun mRNA ve vektör aşılarına oranla daha düşük olduğu düşünüldüğünde;
Türkiye gibi bu aşıları karma biçimde kullanan ülkelerdeki durumun henüz stabil (AS: kararlı) bir durum almadığını söyleyebiliriz. İkinci bir etmen de toplumsal önlemlerin ekonomi odaklı ve fütursuzca ortadan kaldırılması. Örneğin Türkiye’de turizm nedeniyle açılan sınırlar ve en çok vaka artışının yaşandığı ülkelerden gelişlerdeki kontrolsüzlük, Türkiye’de de vakaların artmasını beraberinde getireceği gibi varyantların ülkeye taşınmasına izin verecek.
Bildiğimiz endişe verici varyantlardan B.1.1.7 (yeni adıyla Alfa), Wuhan’da ortaya çıkan ilk virüse oranla %50 daha çok yayılıma ve hastaneye yatışlara ve vaka ölüm oranlarında görece artışa neden olmaktaydı. Aşıların virüsleri nötralize edici etkilerini bir ölçüde düşüren bu varyant, birkaç hafta öncesine kadar dünyadaki başat virüs biçimiydi. Alfa varyantı Kasım 2020’de ilk olarak Birleşik Krallık’ta bulundu ve Ocak ayında BK’de tüm enfeksiyonların %75’ini oluşturuyordu. Bu sürede Türkiye’deki enfeksiyonların da %67’si bu varyant ile gerçekleşmekteydi. Ancak şunu belirtmekte yarar var ki; Türkiye’de yeterli genetik dizin analizinin yapılmadığını ve bilgi paylaşımının şeffaflıkla gerçekleşmediğini düşündüğümüzde ülkenin gerçek varyant analizini yapmak mümkün değil. Yine de Alfa varyantının BK’den sonra en çok yayıldığı ülkelerden biri olan Türkiye’nin varyantlara karşı ne kadar korumasız olduğunu göstermesi açısından bu bilgi önemliydi. Zira mayıs ayında Türkiye’de yaşanan enfeksiyonların %44’ü bir başka endişe verici varyant olan Güney Afrika (yeni adıyla Beta) varyantıyla gerçekleşmekteydi. Özellikle vektör ve inaktif aşıların etkisini güçlü şekilde düşüren bu varyantın varlığı daha fazla hastalanmaya ve ölüme yol açmış olabilir ancak bu verilerin açıklanmaması nedeniyle bu konuda yorum yapmak güçleşiyor.
Mayıs ayına geldiğimizde Alfa varyantı Avrupa’daki enfeksiyonların yaklaşık %90’ını oluştururken dünyada başka bir varyant ile karşı karşıya kaldık. İlk önce Hindistan’da gözlenen Delta varyantı, mayıs ayında Hindistan’daki vakaların % 70’ini oluşturuyordu. Yayılımda Alfa varyantına göre %60 daha fazla olabilecek bir yayılım avantajına sahip olan bu varyant, barındırdığı mutasyonlar nedeniyle aşılama sonrasındaki nötralizasyonda azalmaya neden olmakta. Yakın zamanda açıklanan Delta Plus varyantı da başka bir mutasyon olan K417N mutasyonunu taşımakta. Bu mutasyon, Covid aşılarının daha az etkili olabileceği Beta varyantında da bulunuyor ve Public Health England tarafından yapılan bir araştırma, aşıların tek dozunun, Alfa varyantına karşı semptomatik hastalığa karşı salt % 33 etkili olduğunu göstermişti. Bu nedenle aşıların 2. dozunun ivedilikle yapılması çok önemli. Alfa varyantından daha fazla yayılan ve ondaki bazı mutasyonlara da sahip Delta varyantının bugün dünyada bilinen yaygınlığı Birleşik Krallık’taki enfeksiyonların %99’u, ABD, Hindistan ve bazı Avrupa ülkelerindeki enfeksiyonların ise %80’i dolayında. Yakın zamanda ABD Hastalık Kontrol Merkezi CDC’nin açıklamasına göre ve yapılan çalışmalar doğrultusunda mRNA aşılarının bu varyanta karşı etkili olduğu ve iki doz aşılamanın şu aşamada yeterli olacağı bildirildi. Oxford aşısı gibi vektör aşılarının etkinliğinde bir düşüş yaratmasına rağmen (AS: karşın) bu aşıların da ağır hastalık ve ölümleri etkili biçimde düşürdüğü bilgisine sahibiz. Ancak Delta varyantının inaktif aşıların etkinliğindeki düşüş oranı hakkında bir bilgimiz yok. Bu nedenle Sağlık Bakanlığı’nın 2 doz inaktif aşıdan sonra 1 doz mRNA aşısı önermesi, Şili ve Brezilya’da yapılan inaktif aşı çalışmalarının gösterdiği bilgiyle uyuşuyor ve bu aşıların varyantlara karşı korumasının düşük olabileceği sonucuna işaret ediyor. Yani
  • Türkiye’nin tam aşılama yaptığı %22 nüfusunu büyük bir kesiminin inaktif aşı olmuş olması, Türkiye’de fiilen etkili aşılamanın çok daha düşük olduğunu bize gösteriyor.
Burada belirtmemiz gereken bir nokta, Sağlık Bakanlığı  ve pandemi yönetiminin pandemi başından beri bilgi paylaşımı konusunda sınıfta kalmış ve sürecin gerçek risklerine dair (AS: ilişkin) bir bilgilendirmeyi hiçbir zaman yapmamış olması. Şu anda tek doz aşılanmış 18 yaş üstündeki insanların oranını vererek yüksek aşılama yapılmış gibi gösterip insanların yine rehavete kapılmasının önünün açılmasını, turizm için yüksek risk bölgelerinden gelenlerin denetim dışı bırakılması, genomik dizin analizinin yeterli yapılmaması, zahiri (AS: sanal) bir güvenlik ve başarı söyleminin yaygınlaştırılması, fazladan ölümlere bakıldığında resmi sayıların birkaç kat üzerindeki pandemi faturasının sonbaharda yeniden ağırlaşmaya başlamasını sağlayabilecek uygulamaların yaşama geçirilmesi Türkiye’nin önündeki riskler.
Delta varyantının ülkede yayılımda olduğu ve son 4 haftada ilk doz aşılamalarda kayda değer bir düşüş olduğu düşünüldüğünde, acilen yapılması gerekenler aşılamanın daha da hızlanması, seyahat ve giriş-çıkışlarda denetimlerin artırılması, şeffaf (AS: saydam) bilgi paylaşımının gerçekleştirilmesi gibi pandeminin başından beri söyleyegeldiğimiz ancak yapılamayan uygulamalar.

Türkiye maalesef , yaz mevsiminde düşen vakaları avantaj olarak kullanıp aşılamayı etkili biçimde yeterli toplum bağışıklığına ulaşacak şekilde gerçekleştiremedi.
Sonbaharda yeni vaka artışlarıyla ve aşılanmayan kişilerdeki hastalık etkileriyle karşılaşmamak için pandeminin hala devam ettiği gerçeğinin bir kere daha altını çizmemiz gerekiyor.

Aşılama konusunda da mRNA aşılarının, dünyada uygulanan yüz milyonlarca dozdan sonra güvenli ve en etkili aşılar olduğunu söyleyip, aşılanmanın hızla artması için herkesin üzerine düşeni yapması gerektiğini de bir kez daha belirtmekte yarar var.

Delta Varyantı Bize Ne Anlatıyor?

Prof.Dr. Bekir Sami KOCAZEYBEK | AVESİSProf. Dr. Bekir S. KOCAZEYBEK
İÜC CTF TIBBİ MİKROBİYOLOJİ ANA BİLİM DALI
İBB BİLİMSEL DANIŞMA KURULU ÜYESİ

10 Temmuz 2021, Cumhuriyet

Aralık 2019’dan Temmuz 2021’e kadar milyonlarca insanı enfekte eden ve ölümlere neden olan COVID-19 etkeni SARS-CoV-2 kendini sönümlemeye götürecek mutasyonlar yerine yapısını değiştirerek etkinliğini daha farklı varyantlarla hız kesmeden sürdürmektedir. Aralık 2019’daki ilk Çin/Wuhan tipi varyantla başlayan pandemide (birinci pik) (AS: tepe) yeni bir varyant Güney İngiltere’de ortaya çıktı ve Avrupa başta olmak üzere tüm dünyada Nisan-Eylül 2020 tarihlerinde etkili oldu (ikinci pik). (AS: tepe)

2020 yılının şubat ayında yine İngiltere’de tanımlanan ve bildirilen Alfa varyantı (V1=B107= İngiltere varyantı) üçüncü pikini (AS: tepesini) halen devam ettirmektedir. Aynı şekilde Beta (V2=B1.351= Güney Afrika) ve Gama (V3=P1= Brezilya) varyantları da tüm ülkeleri ciddi olarak etkilemektedir.

En çok aşılanan ülkelere ek olarak Rusya ve İsrail’de de son iki ay öncesine kadar düşüş gösteren vaka ve ölüm sayılarında son iki ay içinde belirgin bir artış dikkati çekmeye başlamıştır. Bunun en büyük nedeni bu ülkelerden bildirilen Delta varyantıdır.

WHO Avrupa Direktörü Hans Cluge ve Avrupa E-CDC Direktörü Dr. Andrea Anmon, önümüzdeki süreçte ağustosun sonuna kadar, dolaşımda olan varyant SARS-CoV-2 virüslerinin %90’ının Delta varyantı olacağını bildirmiştir. Önümüzdeki süreçte de dördüncü pikin (AS: tepenin) nedeni olarak etkinliğini göstereceğini ifade etmiştir. Bu ifadelere, 16 aydan beri COVID-19 pandemisini dikkatle takip eden bir klinik mikrobiyolog olarak, bilimsel veriler ışığında aynen katılıyorum.

DELTA VARYANTININ OLASI ETKİLERİ

Delta varyantı ilk kez 2020’de Hindistan’da bildirilmişti. 4 Nisan 2021’de WHO tarafından VOI (variants of interest: izlenmesi gereken varyantlar) olarak tanımlanan virüs, 11 Mayıs 2021’de VOC (variant of concern: endişe verici varyant) olarak tanımlandı.

Delta varyantı çift mutasyon özelliğine sahip (E 484Q, L452R mutasyonları) süper bulaştırıcı özelliğiyle (Örneğin R0=4 yani bir kişinin 4 kişiye bulaştırması ve kapalı alanlarda ise 3-4 dakikada bulaştırıcılığı söz konusuyken, bu bulaştırıcılık Alfa varyantında 10-12 dakikadır. Ayrıca Alfa varyantına göre bulaştırıcılığı %60 fazladır, diğer hiçbir varyantta olmayan özelliklere sahiptir.

Diğer varyantlarda görülen klinik belirtilerden (ateş, halsizlik, koku ve tat kaybı) farklı olarak belirgin boğaz ağrısı, burun akıntısı ve ciddi baş ağrısı söz konusudur.

Şu andaki üçüncü pikin (AS: tepenin) etkeni olan Alfa varyantına göre 4.9 kat ölüm riski gösterirken pnömoni (zatürree) riski ise VOC olmayan varyantlara göre yaklaşık iki kat fazladır.

CT (Cycle Treshold: Enfekte virüsün vücuttaki miktarını indirekt gösteren değer) düzeyi düşük değerde (düşük düzey virüsün vücuttaki fazlalığı gösterir) çok yüksek olarak insan vücudunda 18 gün aynı düzeyde kalırken, diğer VOC olmayan varyantlar ise 13 gün kalabilmektir.

Delta varyantıyla ilgili yalnızca BioNTech ve AstraZeneca aşılarının etkinlik çalışmaları literatürde vardır. Buna göre BioNTech aşısında etkinlik %91.3’ten %88’e ve AstraZeneca’da % 76’dan %67’ye inmiştir.

Kısıtlı sayıdaki Delta varyantıyla ilgili BioNTech ve AstraZeneca aşı çalışmalarında Delta varyantına karşı bu iki aşıda ciddi olarak orta düzeyde semptomatik hastalık ve enfeksiyonu önlemede azalma görüyoruz. BioNTech aşısıyla başarılı bir aşılama süreci geçiren ve COVID-19 vaka sayılarını oldukça düşüren İsrail’de bile, BioNTech aşısının COVID-19 hastalığına etkinliğinin %60-70’ler civarında (AS: dolayında) olması, yeni COVID-19 vakalarının % 51′ inin aşılı olması ve bunların da %90’ının Delta varyantlı olması pandeminin bugünkü boyutu bakımından çok endişe vericidir.

Bununla birlikte özellikle Sinovac aşısının ilk sırada rutin olarak uygulandığı Endonezya (Son bildirilen 26 sağlık personeli ölümünde 10’unun Sinovac aşılı olması düşündürücüdür) ve Brezilya’da Delta varyantının artışını daha belirgin olarak görebiliyoruz. Peki Sinovac aşısının % 18 civarında en yaygın kullanıldığı Türkiye’de Delta varyantı sıklığı ve aşı etkinlik durumu nedir?

TÜRKİYE’DE KONUYA İLİŞKİN BİR ÇALIŞMA YOK

Çalışmalar tatmin edici boyutta değildir. Şöyle ki; Sağlık Bakanı en son 26 ilde 224 vaka olarak bildirdi. Tabii ki ülkemizde en yaygın varyant olan Alfa (İngiltere) varyantına karşı en çok kullanılan Sinovac aşısının etkinlik çalışması olmadığı gibi, Delta varyantıyla ilgili de bir çalışma yoktur. Bu sorun salt ülkemizin değil. Uluslararası literatürde de VOC adıyla bilinen endişe veren varyantlarda Alfa, Beta ve Gama’ya karşı Sinovac aşı etkinlik verisi olmadığı gibi; son günlerin en ciddi potansiyel varyantı Delta’ya karşı da etkinlik çalışması henüz yoktur.

Dünyada 3. tepeyi yaşadığımız bu süreçte Hindistan kaynaklı Delta varyantının yüksek bulaştırıcılık oranı ciddi bir klinik hastalık aktivasyonu (ölüm, yoğun bakım birimi ve pnömoni riskleri) ve eldeki mRNA temelli aşılara ve konvalesan (AS: nekahet) serumlara (immün plazmalara) karşı gösterdiği orta düzey direnç ve küresel düzeyde insanlığın %70’lerden uzak toplum bağışıklığı karşısında

  • 4. pikin (AS: tepenin) gelişmesi yüksek olasılıktır!

Bu gelişmeyi artıran bir başka önemli faktör (AS: etmen) ise ülkemizde 1 Temmuz’da yürürlüğe konan kademeli (bana göre hiç de öyle değil) normalleşme kararlarıdır.

ÖNLEM ALINMAZSA TEHLİKE KAPIDA

16 aylık, tahammül (AS: dayanç) sınırlarını zorlayan, kısıtlamalara meydan okuyan tavırların Delta varyantının olağanüstü bulaştırıcılığı ile birleşmesi önümüzdeki sürecin nasıl olabileceğini şimdiden bize göstermektedir.

Bunlara ek olarak;
– Delta varyantının çok yaygın olduğu ülkelerden (Rusya, İngiltere ve son günlerde İsrail gibi) gelecek turistlerin ciddi olarak izlenememesi halinde ve
– yaz aylarının kendine özgü insan davranışlarının engellenememesi ve
– izin, tatil gibi etkinliklerle insan davranışlarının gelişigüzelliği ve
– ciddi boyutlu bölgesel insan taşınmaları ile

  • gelişebilecek bu 4. dalgada Delta varyantının ülkemiz insanlarına ciddi yaşam kayıpları verdirebileceği ve sosyal, ekonomik, kültürel ve eğitim öğretim yaşamına daha da darbe vurabileceği akıldan hiç çıkarılmamalıdır.

Eğer bu varyant virüsün yayılımının önlenmesini başaramazsak, bugün için Delta önümüzdeki günler için Delta-plus ve Lambda (Peru ve Güney Amerika kaynaklı) varyantlarının kapımızda olduğunun bilinmesinde yarar vardır.

Müzik

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
Cumhuriyet, 28 Haziran 2021

 

19. yüzyıl Alman filozofu Friedrich Nietzsche“Müziksiz bir yaşam hatadır” demişti. 21. yüzyıl Türk siyasetçisi Recep Tayyip Erdoğan ise müziği, insanları rahatsız eden bir gürültü olarak nitelendirdi.

Yaklaşık bir yıldır kapalı olan bar ve gece kulübü gibi müzikli ve içkili işletmeler, aşılanma oranındaki artışla birlikte, saat 04.00’e kadar olan eski çalışma saatlerine dönebileceklerini umut ederlerken, Erdoğan bu mekânların saat 24.00’e kadar açık kalabileceklerini açıkladı. Erdoğan bunu açıklarken pandemiyle bağlantılı bilimsel bir gerekçe ortaya koymadan, “Kusura bakmasınlar, gece kimsenin kimseyi rahatsız etme hakkı yoktur” dedi.

Bu nedenle işletme sahipleri ve çalışanlarıyla birlikte, bu mekânlarda sahneye çıkan müzisyenler haklı olarak tepki verdiler. Çünkü pandemiyle bir bağlantısı olmayan bu açıklama, insanların yaşam tarzlarına açık bir müdahale anlamına gelmektedir.

Erdoğan, müziğin yaydığı sesle ve desibel sınırlarıyla ilgili bir mevzuatın zaten var olduğunu dikkate alarak, söz konusu mekânların pandemiden dolayı yarı kapasiteyle saat 04.00’e kadar açık kalabileceklerini veya saat 24.00 sınırlamasının pandemiyle ilgili geçici bir önlem olduğunu açıklasaydı, bu tepkiyle karşılaşmayacaktı.
***
İşletmelerin iflas etmesine ve birçok müzisyenin işsiz kalmasına yol açacak bu uygulama, daha büyük bir resiin küçük bir parçasıdır.

  • AKP hükümeti, sağlık kavramının arkasına saklanmış dini bir gerekçeyle, alkollü içeceğe karşı savaş açmıştır.

Alkollü içeceklere getirilen orantısız ve abartılı vergiler; saat 22.00’den sonra alkollü içecek satışının yasaklanması; konserlerde, festivallerde alkollü içecek satışının ve üniversite kampuslarında alkollü içecek ikram edilmesinin yasaklanması; alkollü içecek üreten firmaların reklam vermesinin ve etkinliklere sponsor olmasının yasaklanması; üç haftalık tam kapanma döneminde alkollü içecek satışının tamamıyla (AS: tümüyle) yasaklanması, bunun en önemli göstergeleridir. Erdoğan’ın, müzik yayını yapan barların ve gece kulüplerinin kapanış saatlerini 24.00 olarak açıklaması, alkollü içeceğe karşı açtığı savaşın da bir parçasıdır.
***
Bu, aynı zamanda eğlenceye ve eğlence sektörüne karşı açılmış bir savaştır.

AKP hükümeti, müziğin ve içkinin yan yana geldiği ortamları hedef alarak, kendi kasvetli yaşam tarzını herkese dayatma yoluna gitmiştir. Buna, Nietzsche’nin deyişiyle, Hıristiyanlığın çileci yaşam anlayışının topluma dayatılması da denebilir. Ortaçağda Avrupa’da egemen olan bu anlayış, 21. yüzyılda Türkiye’de dayatılmaya çalışılmaktadır.

Televizyonlardaki yılbaşı programlarına dansözlerin çıkmasının engellenmesi, uluslararası buz pateni yarışmalarının yayından kaldırılması, mayo ve iç çamaşırı reklamlarının engellenmesi, “Huysuz Virjin” gibi tabuları yıkan televizyon programlarının yayımlanmasına son verilmesi, üniversitelerdeki bahar festivallerinin yasaklanması, Blues ve Rock festivallerine son verilmesi, Eurovision şarkı yarışmasından çekilme kararının alınması, Rumeli Hisarı konserlerinin iptal edilmesi gibi uygulamalar da bu büyük resmin parçalarıdır.
***

Bu kasvetli ve çileci yaşam biçimi aynı zamanda, kadının bedenine ve cinselliğine indirgenmiş sahte bir ahlak anlayışıyla birlikte, bastırılmış bir cinselliğin de dışavurumudur.

Bu teokratik dayatma, insan ruhunun ve bedeninin özgürleşmesine karşı verilen bir savaştır.

  • İnsanı dünyevi bir varlık yerine,
  • öte dünyadaki yerini bekleyip geçici bir alanda çile dolduran bir varlık olarak gören
  • ve bunun mutlak bir gerçek olduğunu sanan bu zihniyet,
  • siyasallaştığı anda, İslamofaşizme dönüşmektedir.

“Biz yaşam tarzımıza ve dini inancımıza müdahale edilmesine karşı mücadale ediyoruz” diye halkı kandıranların, bu mücadeleyi, kendi yaşam tarzlarını herkese dayatmak için verdikleri ortaya çıkmıştır.

Bu durumda, camide beş vakit namaz kılmayan bir Sünni Müslümanın, Cemevinde ibadet eden bir Alevi Müslümanın, Müslüman olmayan bir dindarın, bir ateistin, bir agnostiğin, bir deistin de

  • gece saat 04.25 civarında yüksek sesle hoparlörden yayımlanan ezan sesinden rahatsız olma hakkı doğmuştur.

‘Salgının sonu’nun düşündürdükleri

authorÇAĞHAN KIZIL

BİRGÜN, 2021.05.23

Türkiye geçen hafta içinde Sağlık Bakanlığı’nın yaptığı bir basın açıklamasında 120 milyon doz mRNA aşısı alacağını açıkladı. Basın açıklamasında yapılan anlaşmayı, Bakan kendi inandırıcılığı yüksek olmayacağını düşündüğü için olsa gerek, BioNTech şirketinin kurucularından Uğur Şahin’i canlı yayına bağlayarak duyurdu.

Pandemiyi bir seneyi aşkın süredir vaka artışları, aşılama, toplumsal mesafe, kapanma gibi kavramlarla tüm dünya olarak iç içe yaşadık. Aralık ayından itibaren aşılamanın başlaması ile bazı coğrafyalarda aşılama hızına bağlı olarak vaka sayılarında ve pandeminin gidişatında iyileşmeler gözlüyoruz. Son birkaç haftadır dünyada vaka ve ölüm sayılarında düşüş devam ediyor. 170 milyona yaklaşan resmi vaka sayısı ve 3,5 milyona yakın Covid’e bağlı ölüm sayısı sadece tespit edebildiklerimiz. Dünya Sağlık Örgütü hafta içinde yaptığı bir açıklamada ölümlerin gerçek sayısının normalin 2-3 katı olabileceğini yani 6-8 milyona yakın kişinin yaşamını bu hastalık nedeniyle kaybetmiş olabileceğini belirtti. Pandeminin başından beri, bu hastalığı reddeden, ciddiyetsizleştiren, bilimsel çalışmaları karalayan, maske karşıtlığını dillendiren geniş bir kitlenin var olduğunu biliyoruz.

Pandemi süresince yaşanan bilimsel gelişmeler, bu kayda değer olmayan fikirleri bastırmış durumda. Dünya, akıl, bilim ve vicdanla imtihanında yol almaya devam ediyor. Yaşadığımız dünyada etkisi gösterilmiş birçok aşımız var ve bu teknolojiler hastalıkla mücadelede insanlığın yardımına koşmuş durumda. Elbette dünya üzerindeki eşitsizliğin ve sınıfsal yapının bir yansıması olan pandemi sürecinde olduğu gibi, aşılama sürecinde de eşitsizlik gözle görülür durumda. Buna rağmen, aşılanan toplumlar ve kişilerde hastalığın azalmasının sağlandığı da bir gerçek. Aşıya ilk ulaşabilen ülkeler yurttaşlarını yüksek düzeyde aşıladı örneğin Amerika Birleşik Devletleri % 49, Avrupa Birliği %34, Birleşik Krallık %56 oranında nüfusa aşı yapmış durumda. Aşı teknolojilerinin ortaya çıkmaya başladığı bu sene başında birçok aşının etkinliği ve uzun vadeli koruyuculu tartışıldı, klinik çalışmalarla etkililik gösterildi, yeni varyant virüslerde etkinlik çalışmaları gerçekleştirildi. Pandemi, bilime ve insanlığa mRNA aşılarının etkin ve güvenli bir metot olduğu bilgisini sağladı. Halen bu teknolojiye karşı çekinceler olmasına rağmen, dünya üzerinde yüz milyonlarca kişiye bu aşı uygulandı ve etkili olduğu gösterilmiş durumda. Türkiye geçen hafta içinde Sağlık Bakanlığı’nın yaptığı bir basın açıklamasında 120 milyon doz mRNA aşısı alacağını açıkladı. Basın açıklamasında yapılan anlaşmayı duyuran Bakan kendi inandırıcılığı yüksek olmayacağını düşündüğü için olsa gerek bir BioNTech şirketinin kurucularından Uğur Şahin’i canlı yayına bağlayarak bu bilgiyi ona teyit ettirdi.

Aşı stratejisi ve tedarik sorunları

Öncelikle şunu net olarak söylememiz gerekiyor ki bu, Türkiye için pandemiyi kontrol altına alma ve insanları koruma açısından çok güzel bir gelişme. Çok geç kalan, aşı bulunamadığı ve yapılamadığı için yaşamını kaybeden birçok insanın varlığını düşündüğümüzde önlenebilir ölümleri önleyemeyen pandemi yönetimi, bu aşılamayı doğru strateji ile yaparsa yakın gelecekte toplum bağışıklığına ulaşma şansına sahip olan bir Türkiye ile karşılaşacağız. Türk Tabipleri Birliği’nin açıklamasına göre geçen sene Türkiye’de önceki yılların ölüm ortalamalarının yaklaşık 100.000 üzerinde ölüm gerçekleşmiş durumda. Bu ölümlerin hepsi Covid’e bağlı olmasa bile pandemi, insanların yaşamını kaybetmesine neden oldu ve resmi sayıların çok daha üzerinde bir can kaybıyla Türkiye’yi baş başa bırakmış durumda. Aşılama, çok daha önceden etkili bir şekilde gerçekleştirebilirdi. Yapılan ilk anlaşmaların bilimsellikten uzak bir mecrada gerçekleşmesini düşündüğümüzde aşı stratejisi ve tedarikte yaşanan sorunlar Türkiye’ye çok zaman kaybettirdi. Haziran ayı sonuna kadar gelmiş olacak olan 120 milyon doz belli bir aşılama planı dahilinde birkaç ay içinde topluma uygulanabilir. Sağlık Bakanı hafta içinde “salgının sonu görünüyor” derken, bir bakıma haklı ancak aklımızdan çıkarmamamız gereken bir nokta şu ki;

  • salgın kendi başına ve sadece aşılamayla ortadan kalkabilecek bir süreç değil.
    Eğitimde eşitsizlik katmerlendi

    Türkiye’ye gelecek etkili aşıların düşündürdüğü iki ana alan var. Birincisi bilimsel noktalar. Sağlık Bakanı, geçen sene içinde yaptığı açıklamalarda inaktif aşılar dışındaki aşıların güvensiz olduğunu, şu anda Türkiye gelecek 120 milyon aşının teknolojisi olan mRNA aşılarının henüz yeni olduğunu ve uzun vadeli güvenliğinin kanıtlanmadığını söylemişti.

  • Türkiye pandemi yönetiminin ana karakteri, alınan kararların bilime dayanması değil politikaların bilimsel bir kılıfa sokulmaya çalışılarak devam edilmesiydi. Aşı konusundaki bu açıklamalar ve bu bilimsizlik de ülkeyi yaşadığımız duruma getiren sebeplerden bir tanesi. Önlenebilir ölümlerin, aşı olmadığı durumlarda toplumsal yayılım dinamiklerini azaltmaya yönelik tedbirlerle ortadan kaldırılması süreci Türkiye’de neredeyse hiç işletilmedi. Salgının yüksek devam ettiği zamanlarda kongreler, toplantılar, çifte standartlı buluşmalar organize eden resmi makamlar, genetik dizin analizini yapılmadığı için Türkiye’de dolaşımda olan virüs biçimlerinin etkinliğini bilemediğimiz ve yaygın yapılmayan testler nedeniyle gerçek vaka sayılarını ortaya çıkartamadığımız bir sürecin mimari oldular.

    Gelecek olan aşılarla aşılamanın planlı bir şekilde yürütülmesinin yanında yayılım dinamiklerini azaltacak toplumsal tedbirlerine de pandemiden kurtulana kadar devam etmek zorundayız. Tam kapanma sürecinde bile aslında tam kapanamayan Türkiye’de, aşılama planlamasında da nasıl bir yol izleyeceği dikkatle oluşturulmalı. Örneğin, tüm dünyada eğitimin devam etmesi ve okulların açık kalması üzerine bir öncelik stratejisi var. Bazı dönemlerde salgının çok yüksek seyrettiği zamanlarda okullar da kapanmak zorunda kaldı ancak ilk önce okulların açılması en son okulların kapanması stratejisi önemliydi.

    Türkiye’de ise ilk önce okullar kapandı, AVM’ler açıldı, hâlâ okullar kapalı.

    Eğitimde zaten fırsat eşitsizliği ön planda iken pandeminin getirdiği bir eşitsizlik de bu süreci katmerlemiş oldu. Bu nedenle, aşılamada ilk önce öğretmenlerin, aşıya ulaşamayan risk gruplarının, kamu hizmetinde olan ancak aşılanmamış kişilerin aşılanması gerekmekte. Bu şekilde, sosyal yaşamda çok fazla insanla temas eden kişilerin ve eğitimde yer alanların yayılımı izlemekle toplum içinden çıkartılması mümkün olabilir. Eğitime başlamak ana hedef olmalı.

    Bilimsizlik bu noktaya getirdi

    Türkiye’ye gelecek aşıların bize düşündürdüklerin içinde bir de toplumsal yön var. Türkiye’de sokağa çıkma yasağı olarak tanımlanan süreç otoriter bir durumu pekiştirmiş görünüyor. Türkiye’de, yayılımın azalması için kontrollü kısıtlamalar ve kolektif korunma olarak tanımlanması gereken süreç, üretimin devam etmesi ve bu koşulların sağlamlaştırılması için bir araç olarak kullanıldı ve ne tam kapanma sürecinde ne de daha önceki kısıtlamalar sürecinde çok etkili bir azalışa yol açtı. Bunun yanında,

saklanan vaka sayıları, saklanan ölümler, yanlış verilen veriler, yapılmayan testler bize şu anda pozitif bir tablo gösterse de Türkiye’de salgın devam ediyor

ve önümüzdeki dönemde aşılama etkili şekilde yapılana kadar devam edeceğini gösteriyor.

Yaşadığımız bunca ölüm, önlenebilir ölüm olarak tanımlanabilir.

– Türkiye’de, dünyada etkisizliği gösterilmiş ilaçların tedavide kullanılması,
– aşılamanın etkili şekilde gerçekleştirilememesi,
– elimizde aşı olmadığı dönemlerde yayılımın azaltılması için gerekli tedbirlerin alınamaması,
– sağlık personelinin korunamaması,
– insanlara kapanma süreçlerinde ekonomik yardım yapılamaması

gibi birçok süreç pandeminin etkisini artırdı. Bu yaşananlar, elbette yönetimin başarısız uygulamalarının sonucudur. Pandeminin devam etmesini, yaşadığımız bir sürecin yıkıcı etkilerinin artmasını istemiyoruz. En başından itibaren bilim insanlarının söyledikleri yapılsaydı bu noktaya gelmeyecektik. Pembe tablo çizmek elbette umut verici bir yöntem olarak düşünülebilir ancak aslında gerçeğin üzerini örtmesi nedeniyle faturayı daha da ağırlaştıran bir süreç. Geçen hafta içinde İstanbul’da yapılan resmi bir açıklamayla nisan ayından itibaren vaka sayılarında %600 azalış olduğu söylendi. İşte Türkiye’yi yaşadığımız noktaya getirenler bu bilimsizlik, ben yaptım oldu tavrı, yapılamayanların ve eksikliklerin üzerini örtmek, alınan politik ve kişisel kararların bilimsel kılıfa sokulmaya çalışılması oldu.

Sağlık Bakanı’nın “salgının sonu görünüyor” açıklaması, maalesef kendilerinin başardığı değil bilimsel çalışmaların ve etkili aşıların doğru uygulandığında gerçekleşebilecek bir süreç.

Umuyoruz ki, salgında gerçekten son düzlüğe giren bir Türkiye vardır. Etkili aşılama toplumsal tedbirler ile birleştiğinde vaka sayılarını bilgisayar başında değil toplumun içinde fiilen düşüren bir süreci hep beraber yaşamak umuduyla.

Aklımızda elbette sorular var :

– Yeni sağlık sorunlarına hazırlıklı olacak mıyız?
Bilimi önceleyen bir yönetimi yaratabilecek miyiz?
– Yaşamı, eşitlikçi ve insanı ön plana koyan bir sisteme değiştirebilecek miyiz?
– Tüm suçlulardan hesap sorabilecek miyiz?

Tek ülkede sosyal demokrasi mümkün mü?

Geniş sol cepheler önümüzdeki döneme damgasını vuracak. Solun politikalarını hayata geçirememesinin yanı sıra, Corbyn’in, Sanders’in önünü kesmek için uygulanan entrikaları da akıldan çıkarmamak gerekiyor.

1997’de AB’nin 15 üyesinin 11’inde sosyal demokrat partiler iktidardaydı. Bugün ise yalnızca birkaç ülkede geniş koalisyonların bir parçası olarak hükümetteler. Üstelik kamuculuğun itibar kazandığı, dayanışmanın öneminin anlaşıldığı, gelir ve servet dağılımı adaletsizliklerine tepkilerin yükseldiği Covid-19 salgını döneminde bile kan kaybetmeye devam ediyorlar.

İngiltere’de yapılan yerel seçimlerde İngiliz İşçi Partisi, yeni lideri Keir Starmer ilk önemli sınavında yenilgiye uğradı. Ülkenin kuzeyindeki Hartlepool ara seçimlerinde de 60’lardan bu yana elinde tuttuğu sandalyeyi Muhafazakârlara kaptırdı. İspanya’da Sosyalist Parti, Madrid seçimlerinde oylarından üçte birinden fazlasını yitirirken merkez sağ desteğini ikiye katlamayı başardı. Almanya, Merkel sonrası döneme hazırlanırken seçime aylar kala Alman Sosyal Demokrat Partisi, kamuoyu yoklamalarında üçüncü sırada bulunuyor.

İşin ilginç yanı, sosyal demokrasinin makus talihinden kaygılananlar arasında küresel sermayenin yayın organlarından Financial Times (FT) da bulunuyor. Gazetenin Editörler Kurulu yorumunda şu değerlendirmeyi yapıyor:
“Bu son dönemde Avrupalı sosyal demokratların ikinci paradoksal başarısızlığıdır. Küresel finansal krizi piyasanın aşırılıklarını dizginleme geleneğine dayanan bu partiler için altın fırsattı, ancak çoğu bu süreçte öne çıkmayı başaramadı. Pandemi daha fazla dayanışma arzusunu tetiklerken, seçmenlerin daha müdahaleci devlete hoşgörüsünü artırdı. Fakat sosyal demokratlar yine anı yakalamayı başaramadılar.” (14 Mayıs 2021)
FT’ye göre, sosyal demokrat partiler geleneksel tabanları, imalat sanayi işçilerini sağ populistlere; şehirli orta sınıfları ise yeşil-sol liberal partilere kaptırma tehlikesiyle karşı karşıyalar. Finansal kriz sonrasında kamu hizmetlerinin içini boşaltan kemer sıkma politikalarını zımni olarak onaylamaları da güven zedeleyici oldu.
Önümüzdeki dönemde de düşük karbonlu ekonomiye geçiş sürecinde, geleneksel sanayi işçileri işlerini kaybetme korkusu yaşarken, şehirli liberallerin yeşil ekonominin en hararetli savunucuları arasında bulunması klasik koalisyonu bir arada tutmalarını zorlaştıracak. Buna karşın güvencesiz hizmet sektörü çalışanlarının kalplerini kazanma şansları var.
FT bugün tıkanan Avrupa sosyal demokratlarının muhakkak bir ilham kaynağı arıyorlarsa Atlantik’in ötesine bakmalarını, Joe Biden’ı yakından izlemelerini salık veriyor. Gerçekten de Biden’ın aşıda patent hakkının kalkmasından yana tavrı, 2 trilyon dolarlık kamu yatırımı planı, zenginlerin ceplerine uzanan vergi politikası önerileri, Clinton ve Obama’nın “üçüncü yol” politikalarının ötesinde, 2. Dünya Savaşı sonrası Kapitalizmin Altın Çağı diye nitelenen dönemin Refah Devleti uygulamalarını anımsatıyor.
Piyasacı ideolojiye teslimiyet
Tarihçi Donald Sassoon’a göre, 1945’ten sonra Batı’da geçerli olan sosyal piyasa ekonomileri hâlâ gelirin, servetin ve eğitim olanaklarının eşitsiz olduğu bir düzende, gelişmiş ülke kapitalizmleri başka toplumsal sistemlerden daha iyi yaşam standartları sunabildikleri dönemde başarılı oldular.
80’ler 90’larla neoliberal dönemde bu yapı çatırdamaya başladı. Son yirmi yılda sol partilerin sağın gündemlerini kabullenmesiyle politik güçleri de iyice zayıfladı. Çoğu sosyal demokrat parti er veya geç istikrar programlarını benimsedi, ücretlerin yerinde saymasına ve eşitsizliklerin artmasına izin verdi, kamu hizmetlerini otuz yıl önce hayal edilmeyecek ölçüde özelleştirdi. Bu süreçten avantajlı çıkanları da vergilendirecek cesareti gösteremedi. Egemen piyasacı ideolojiye teslim olarak oyunu kaybettiler. (The Crisis of European Social Democracy-versobooks.com-19 Nisan 2021)
Öfkeliler hareketi’nin 10’uncu yılı
Sosyal demokrasi açısından tüm bu moral bozucu tartışmalar, 10 Mayıs 1981’de Fransa’da François Mitterrand’ın başkanlık seçimlerindeki tarihi zaferinin 40. yılında yapılıyordu. Mitterand’ın Komünist Parti’yi hükümete davet edişi, ilk dönemdeki tekelci firmaların ulusallaştırılmasını da içeren radikal ekonomi programı hâlâ merkez sol partilerin en cüretkâr hamleleri arasında özellikle hatırlanıyor.
15 Mayıs ise 15-M olarak da bilinen Öfkeliler Hareketi’nin, Madrid’in Puerta del sol meydanında 50 bin kişiyle toplumsal mücadelelere adım atışının 10. yıldönümüydü. Daha sonra İspanya’nın hemen her köşesinde ekonomik krize tepkili gençler meydanları doldurdu, meclis örgütlenmeleri yaygınlaştı. Bu protesto dalgası siyasal ifadesini 2014 başında kurulan Podemos hareketinde buldu. Partileşen Podemos 2015 genel seçiminde at kuyruklu popüler sözcüsü Pablo Iglesias ile oyların %20.7’sini toplamayı başardı.
Pablo IglesIas’ın istifası
Iglesias, Podemos’un irtifa yitirdiği bir süreçte, Madrid yerel seçimlerinde başbakan yardımcılığı görevinden ayrılıp İspanya’nın Trump’ı diye tanınan Isabel Diaz Ayuso’nun karşısında aday oldu. Ayuso’nun, Covid sınırlamalarına meydan okuyan, kamu sağlığı kurallarına uymamayı özgürlük gibi sunan zihniyeti seçmenin aklını çelmeyi başardı. “Ya komünizm ya hürriyet” demagojisi çerçevesinde “pandemi boyunca barları hep açık tuttum. Keyfinizi bozmadım” sözleriyle de sempati topladı. Iglesias da bu yenilginin ardından, siyasetten emekli olmak zamanının geldiğini söyleyerek tüm görevlerinden istifa etti.
Jacobin dergisine bir söyleşi veren parti kurucularından Carlos Monedero, 15-M hareketinin İspanyol toplumunun bilincinde kalıcı izler bıraktığını düşünüyor. Iglesias’ın ayrılışının da, baştan verilen profesyonel politikacı olmamak, siyasi ikbal üzerinden yaşam boyu sürecek kariyerler izlememek sözleriyle uyumlu olduğu görüşünde.
Monedero;
“Hükümetin bir parçası olarak, en azından AB’nin çizdiği sınırlar içinde toplumu değiştirme potansiyeli çok sınırlı. Neoliberal kapitalizmin en berbat etkilerini bir noktaya kadar sınırlayabilirsin, belli alanlarda insanların yaşam koşullarını iyileştirebilirsin, ama koalisyonun küçük ortağı olarak dönüşümü sağlayacak bir gündemi kabul ettirmek çok zor. Iglesias kendisi de bu durumun farkındaydı…” (An interview with: Juan Carlos Monedero, Jacobinmag, 15 Mayıs 2021)
Aslında bu sözler Yunanistan’da Syriza, Portekiz’de Sol Blok, hatta İtalya’da 5 Yıldız hareketi için de geçerli. Sistemin sınırları içinde ehven-i şeri hayata geçirmek ile gerçek programını uygulama isteği arasında sıkışmak…
Gerçekten de Covid salgını döneminde Podemos’un kira artışlarını sınırlama, borcunu ödeyememek nedeniyle konutlardan çıkarılmayı men etme çabaları hep engellerle karşılaştı. Garantili asgari gelir programı ise bir öncü girişim olarak uygulamaya konuldu. Ancak göçmenlerin, bir banka hesabına ve sabit bir ikametgah adresine sahip olmayanların, 23 yaşından küçüklerin kapsanamaması nedeniyle, hedeflenen 850 bin altında, şu ana kadar salt 210 bin aile uygulamadan yararlandı.
Geniş cephe siyaseti
Monedero, Unidas Podemos’tan ayrılanların oluşturduğu Mas Pais ve İspanyol Sosyalist Partisinin solunda bulunanları içeren bir seçim ittifakından yana. Fransa’da ise Paris Belediye Başkanı Anne Hidalgo Yeşiller ve Melenchon hareketini de kapsayan, Macron’a karşı bir sol ittifak oluşturma çabası içinde. Hidalgo Fransız Sosyalist Partisi üyesi olmasına karşın kariyerinde farklı siyasi eğilimleri bir araya getirme başarısıyla tanınıyor. Paris’in merkezinden otomobilleri uzaklaştırma çabası ile öne çıkan Hidalgo’nun ekolojist yönelimi şehirli orta sınıfların da sempatisini topluyor.
Sınıf eksenini ihmal etmeden kadın, LGBT, ekoloji ve ırkçılığa karşı toplumsal hareketleri de içeren geniş sol cepheler önümüzdeki döneme damgasını vuracak gibi görünüyor. Ancak Yunanistan’da İspanya’da solun hükümette vaat ettiği politikaları yaşama geçirememesinin yanı sıra, İngiltere’de Jeremy Corbyn’in, ABD’de Bernie Sanders’in önünü kesmek için uygulanan çeşitli entrikaları da akıldan çıkarmamak gerekiyor.
O nedenle geçmişteki “Tek ülkede sosyalizm mümkün mü?” tartışmasını, artık belki sosyal demokrasiyi ve daha solundaki Podemos gibi radikal sol hareketleri içerecek şekilde “Tek ülkede sosyal demokrasi mümkün mü?” şeklinde genişletmekte yarar var.