‘Salgının sonu’nun düşündürdükleri

authorÇAĞHAN KIZIL

BİRGÜN, 2021.05.23

Türkiye geçen hafta içinde Sağlık Bakanlığı’nın yaptığı bir basın açıklamasında 120 milyon doz mRNA aşısı alacağını açıkladı. Basın açıklamasında yapılan anlaşmayı, Bakan kendi inandırıcılığı yüksek olmayacağını düşündüğü için olsa gerek, BioNTech şirketinin kurucularından Uğur Şahin’i canlı yayına bağlayarak duyurdu.

Pandemiyi bir seneyi aşkın süredir vaka artışları, aşılama, toplumsal mesafe, kapanma gibi kavramlarla tüm dünya olarak iç içe yaşadık. Aralık ayından itibaren aşılamanın başlaması ile bazı coğrafyalarda aşılama hızına bağlı olarak vaka sayılarında ve pandeminin gidişatında iyileşmeler gözlüyoruz. Son birkaç haftadır dünyada vaka ve ölüm sayılarında düşüş devam ediyor. 170 milyona yaklaşan resmi vaka sayısı ve 3,5 milyona yakın Covid’e bağlı ölüm sayısı sadece tespit edebildiklerimiz. Dünya Sağlık Örgütü hafta içinde yaptığı bir açıklamada ölümlerin gerçek sayısının normalin 2-3 katı olabileceğini yani 6-8 milyona yakın kişinin yaşamını bu hastalık nedeniyle kaybetmiş olabileceğini belirtti. Pandeminin başından beri, bu hastalığı reddeden, ciddiyetsizleştiren, bilimsel çalışmaları karalayan, maske karşıtlığını dillendiren geniş bir kitlenin var olduğunu biliyoruz.

Pandemi süresince yaşanan bilimsel gelişmeler, bu kayda değer olmayan fikirleri bastırmış durumda. Dünya, akıl, bilim ve vicdanla imtihanında yol almaya devam ediyor. Yaşadığımız dünyada etkisi gösterilmiş birçok aşımız var ve bu teknolojiler hastalıkla mücadelede insanlığın yardımına koşmuş durumda. Elbette dünya üzerindeki eşitsizliğin ve sınıfsal yapının bir yansıması olan pandemi sürecinde olduğu gibi, aşılama sürecinde de eşitsizlik gözle görülür durumda. Buna rağmen, aşılanan toplumlar ve kişilerde hastalığın azalmasının sağlandığı da bir gerçek. Aşıya ilk ulaşabilen ülkeler yurttaşlarını yüksek düzeyde aşıladı örneğin Amerika Birleşik Devletleri % 49, Avrupa Birliği %34, Birleşik Krallık %56 oranında nüfusa aşı yapmış durumda. Aşı teknolojilerinin ortaya çıkmaya başladığı bu sene başında birçok aşının etkinliği ve uzun vadeli koruyuculu tartışıldı, klinik çalışmalarla etkililik gösterildi, yeni varyant virüslerde etkinlik çalışmaları gerçekleştirildi. Pandemi, bilime ve insanlığa mRNA aşılarının etkin ve güvenli bir metot olduğu bilgisini sağladı. Halen bu teknolojiye karşı çekinceler olmasına rağmen, dünya üzerinde yüz milyonlarca kişiye bu aşı uygulandı ve etkili olduğu gösterilmiş durumda. Türkiye geçen hafta içinde Sağlık Bakanlığı’nın yaptığı bir basın açıklamasında 120 milyon doz mRNA aşısı alacağını açıkladı. Basın açıklamasında yapılan anlaşmayı duyuran Bakan kendi inandırıcılığı yüksek olmayacağını düşündüğü için olsa gerek bir BioNTech şirketinin kurucularından Uğur Şahin’i canlı yayına bağlayarak bu bilgiyi ona teyit ettirdi.

Aşı stratejisi ve tedarik sorunları

Öncelikle şunu net olarak söylememiz gerekiyor ki bu, Türkiye için pandemiyi kontrol altına alma ve insanları koruma açısından çok güzel bir gelişme. Çok geç kalan, aşı bulunamadığı ve yapılamadığı için yaşamını kaybeden birçok insanın varlığını düşündüğümüzde önlenebilir ölümleri önleyemeyen pandemi yönetimi, bu aşılamayı doğru strateji ile yaparsa yakın gelecekte toplum bağışıklığına ulaşma şansına sahip olan bir Türkiye ile karşılaşacağız. Türk Tabipleri Birliği’nin açıklamasına göre geçen sene Türkiye’de önceki yılların ölüm ortalamalarının yaklaşık 100.000 üzerinde ölüm gerçekleşmiş durumda. Bu ölümlerin hepsi Covid’e bağlı olmasa bile pandemi, insanların yaşamını kaybetmesine neden oldu ve resmi sayıların çok daha üzerinde bir can kaybıyla Türkiye’yi baş başa bırakmış durumda. Aşılama, çok daha önceden etkili bir şekilde gerçekleştirebilirdi. Yapılan ilk anlaşmaların bilimsellikten uzak bir mecrada gerçekleşmesini düşündüğümüzde aşı stratejisi ve tedarikte yaşanan sorunlar Türkiye’ye çok zaman kaybettirdi. Haziran ayı sonuna kadar gelmiş olacak olan 120 milyon doz belli bir aşılama planı dahilinde birkaç ay içinde topluma uygulanabilir. Sağlık Bakanı hafta içinde “salgının sonu görünüyor” derken, bir bakıma haklı ancak aklımızdan çıkarmamamız gereken bir nokta şu ki;

  • salgın kendi başına ve sadece aşılamayla ortadan kalkabilecek bir süreç değil.
    Eğitimde eşitsizlik katmerlendi

    Türkiye’ye gelecek etkili aşıların düşündürdüğü iki ana alan var. Birincisi bilimsel noktalar. Sağlık Bakanı, geçen sene içinde yaptığı açıklamalarda inaktif aşılar dışındaki aşıların güvensiz olduğunu, şu anda Türkiye gelecek 120 milyon aşının teknolojisi olan mRNA aşılarının henüz yeni olduğunu ve uzun vadeli güvenliğinin kanıtlanmadığını söylemişti.

  • Türkiye pandemi yönetiminin ana karakteri, alınan kararların bilime dayanması değil politikaların bilimsel bir kılıfa sokulmaya çalışılarak devam edilmesiydi. Aşı konusundaki bu açıklamalar ve bu bilimsizlik de ülkeyi yaşadığımız duruma getiren sebeplerden bir tanesi. Önlenebilir ölümlerin, aşı olmadığı durumlarda toplumsal yayılım dinamiklerini azaltmaya yönelik tedbirlerle ortadan kaldırılması süreci Türkiye’de neredeyse hiç işletilmedi. Salgının yüksek devam ettiği zamanlarda kongreler, toplantılar, çifte standartlı buluşmalar organize eden resmi makamlar, genetik dizin analizini yapılmadığı için Türkiye’de dolaşımda olan virüs biçimlerinin etkinliğini bilemediğimiz ve yaygın yapılmayan testler nedeniyle gerçek vaka sayılarını ortaya çıkartamadığımız bir sürecin mimari oldular.

    Gelecek olan aşılarla aşılamanın planlı bir şekilde yürütülmesinin yanında yayılım dinamiklerini azaltacak toplumsal tedbirlerine de pandemiden kurtulana kadar devam etmek zorundayız. Tam kapanma sürecinde bile aslında tam kapanamayan Türkiye’de, aşılama planlamasında da nasıl bir yol izleyeceği dikkatle oluşturulmalı. Örneğin, tüm dünyada eğitimin devam etmesi ve okulların açık kalması üzerine bir öncelik stratejisi var. Bazı dönemlerde salgının çok yüksek seyrettiği zamanlarda okullar da kapanmak zorunda kaldı ancak ilk önce okulların açılması en son okulların kapanması stratejisi önemliydi.

    Türkiye’de ise ilk önce okullar kapandı, AVM’ler açıldı, hâlâ okullar kapalı.

    Eğitimde zaten fırsat eşitsizliği ön planda iken pandeminin getirdiği bir eşitsizlik de bu süreci katmerlemiş oldu. Bu nedenle, aşılamada ilk önce öğretmenlerin, aşıya ulaşamayan risk gruplarının, kamu hizmetinde olan ancak aşılanmamış kişilerin aşılanması gerekmekte. Bu şekilde, sosyal yaşamda çok fazla insanla temas eden kişilerin ve eğitimde yer alanların yayılımı izlemekle toplum içinden çıkartılması mümkün olabilir. Eğitime başlamak ana hedef olmalı.

    Bilimsizlik bu noktaya getirdi

    Türkiye’ye gelecek aşıların bize düşündürdüklerin içinde bir de toplumsal yön var. Türkiye’de sokağa çıkma yasağı olarak tanımlanan süreç otoriter bir durumu pekiştirmiş görünüyor. Türkiye’de, yayılımın azalması için kontrollü kısıtlamalar ve kolektif korunma olarak tanımlanması gereken süreç, üretimin devam etmesi ve bu koşulların sağlamlaştırılması için bir araç olarak kullanıldı ve ne tam kapanma sürecinde ne de daha önceki kısıtlamalar sürecinde çok etkili bir azalışa yol açtı. Bunun yanında,

saklanan vaka sayıları, saklanan ölümler, yanlış verilen veriler, yapılmayan testler bize şu anda pozitif bir tablo gösterse de Türkiye’de salgın devam ediyor

ve önümüzdeki dönemde aşılama etkili şekilde yapılana kadar devam edeceğini gösteriyor.

Yaşadığımız bunca ölüm, önlenebilir ölüm olarak tanımlanabilir.

– Türkiye’de, dünyada etkisizliği gösterilmiş ilaçların tedavide kullanılması,
– aşılamanın etkili şekilde gerçekleştirilememesi,
– elimizde aşı olmadığı dönemlerde yayılımın azaltılması için gerekli tedbirlerin alınamaması,
– sağlık personelinin korunamaması,
– insanlara kapanma süreçlerinde ekonomik yardım yapılamaması

gibi birçok süreç pandeminin etkisini artırdı. Bu yaşananlar, elbette yönetimin başarısız uygulamalarının sonucudur. Pandeminin devam etmesini, yaşadığımız bir sürecin yıkıcı etkilerinin artmasını istemiyoruz. En başından itibaren bilim insanlarının söyledikleri yapılsaydı bu noktaya gelmeyecektik. Pembe tablo çizmek elbette umut verici bir yöntem olarak düşünülebilir ancak aslında gerçeğin üzerini örtmesi nedeniyle faturayı daha da ağırlaştıran bir süreç. Geçen hafta içinde İstanbul’da yapılan resmi bir açıklamayla nisan ayından itibaren vaka sayılarında %600 azalış olduğu söylendi. İşte Türkiye’yi yaşadığımız noktaya getirenler bu bilimsizlik, ben yaptım oldu tavrı, yapılamayanların ve eksikliklerin üzerini örtmek, alınan politik ve kişisel kararların bilimsel kılıfa sokulmaya çalışılması oldu.

Sağlık Bakanı’nın “salgının sonu görünüyor” açıklaması, maalesef kendilerinin başardığı değil bilimsel çalışmaların ve etkili aşıların doğru uygulandığında gerçekleşebilecek bir süreç.

Umuyoruz ki, salgında gerçekten son düzlüğe giren bir Türkiye vardır. Etkili aşılama toplumsal tedbirler ile birleştiğinde vaka sayılarını bilgisayar başında değil toplumun içinde fiilen düşüren bir süreci hep beraber yaşamak umuduyla.

Aklımızda elbette sorular var :

– Yeni sağlık sorunlarına hazırlıklı olacak mıyız?
Bilimi önceleyen bir yönetimi yaratabilecek miyiz?
– Yaşamı, eşitlikçi ve insanı ön plana koyan bir sisteme değiştirebilecek miyiz?
– Tüm suçlulardan hesap sorabilecek miyiz?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir