OSMANLI DEVLETİ
SEVR’i NASIL KABUL ETTİ ?
Dr. Galip BAYSAN
10 Ağustos 2015 tarihi, 621 yıllık bir saltanatın yani Osmanlı Devletinin sonunu getiren ünlü Sevr Barış Anlaşmasının imzalanmasının 95’inci yıldönümüdür. Bu tarihi ve Osmanlının ipini çeken garip anlaşmayı hiçbir Türk insanı unutmamalı ve Hıristiyan Batı dünyasının Türk Halkına karşı duygu ve düşüncelerini iyi öğrenmelidir.
Sevr Barışı esasları konusunda uzlaşmaya varılınca İngiliz Başbakanı Lloyd George ve arkadaşları Anlaşmayı kabul ettirmek için Osmanlı devletine karşı ağır bir baskı uygulamaya başladılar. Ellerindeki en büyük silah Batı Trakya’da hazır bekleyen Yunan Ordusuydu. Dış baskıların sonunda İstanbul’un Sultan ve Hükümetinin, ülkeleri için hazırlanan bu idam fermanını, (günümüzün siyasi olaylarını andırıcasına) nasıl kabul ettiklerine ve halka nasıl kabul ettirdiklerine bir göz atalım. İstanbul Hükümeti sözde halkın onayını alıyormuş görüntüsü vermek için değişik görevlileri içine alan bir Şura toplamaya karar verdi ve bu toplantıya Saltanat Şurası adı verildi.
İstanbul’da Saltanat Şurası toplanırken İtilaf Devletleri Yunan Ordusunu Trakya’da ileri sürdüler. Padişah’ın da katıldığı Saltanat şurası toplantısında İstanbul’un ünlü devlet adamları, aydınları, ulemaları bir araya geldiler. Sunulan barış teklifini, “Tamamen yok olmaktansa, zayıf da olsa bir varlık olarak yaşamak daha iyidir.” gerekçesi ile sadece bir kişi (Topçu generali Rıza Bey) dışında herkes oybirliği ile kabul etti.(1)
Aslında bu oylama dahi tek başına, Osmanlı Yönetimi ve Türk Tarihi için yüzkarası olarak kabul edilecek bir olay olup, mutlak monarşinin keyfi ve kişisel zihniyetini açığa çıkaran önemli bir örnektir. Osmanlı Devletinin sonunu getiren bu oylama işini Padişah’ın damadı İsmail Hakkı (Okday)’ın kaleminden izleyelim:
“Memleketin kalburüstü gelen vezir, paşa, eski nazır, ayan ve eşrafı adına İstanbul’da bulunan kim varsa davet edilmişlerdi. Sadrazam Damad Ferid Paşa ilk sözü alıp kürsüye çıktı. Siyasi durumu dramatik bir şekilde izahla söze başladı ve galip devletler tarafından hazırlanmış olan Sevres Sulh Antlaşmasının olduğu gibi ve herhangi bir tadile ( değişikliğe) uğratılmaksızın Murahhas Heyetimize sunulmuş olduğunu anlattı. Bu muahede taslağı ya aynen kabul edilecek yahut da reddedilecekti. Binaenaleyh toplantıda bulunanlardan istenen şey, ya bir evet yahut bir hayır’dan ibaretti. Herhangi bir maddenin tadili bahis mevzuu olamazdı. Çünkü galip devletler bu noktada karar birliğine varmışlardı.
Nihayet muahedeyi kabul edenler ayağa kalksınlar denildi. Damad Ferid Paşa bu sırada Padişah’ın salonu terk etmesi için işaret verdi. Kayınpederim Vahdettin dışarı çıktı, yandaki odaya geçti. Padişah ayağa kalkınca da hazır olanlar saygı eseri olarak ayağa kalktılar. Kendisini bu suretle selamladılar. Öyle ki: bu ayağa kalkış muahedenin kabulü manasına mı geldiği, yoksa Padişah’ı selamlamak için mi olduğu anlaşılmadan oylama bir oldu biti ile tamamlandı.”(2) İşte Osmanlı Devleti’nin sonunu getiren belge böyle oylanmış ve 10 Ağustos’ta Korgeneral Hadi ve Rıza Tevfik (Bölükbaşı) Beyler tarafından Paris’te imzalanmıştır.”(3)
Tarihin bu döneminde bütün dikkatler Ankara’da kurulan yeni Türk Milli Meclis’i üzerinde yoğunlaştığından Osmanlı Devletinin bu acı dönemi biraz ihmale uğramış gibidir. Konumuzla ilgisi açısından bu acı son üzerinde ısrarla durmamızın nedeni ise, günümüzde dahi bazı kaynakların kasıtlı olarak Osmanlı Devletinin o günlerde tükendiğini görmek istememeleri, bütün tarihsel gerçeklere rağmen, batışın nedeni olarak Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarının gösterilmek istenmesidir. Oysa Osmanlı Hanedanının sonunu görüldüğü gibi güvendikleri işgal güçleri, devlet adamları ile işgal güçlerine karşı uygulanan kişiliksiz, pasif politikalar hazırlamıştır.
İşgalciler Türk Devletini bitirmek için herkesin isteklerine kulak vermiş fakat bütün ümidini işgalcilerin merhametlerine bağlamış olan Osmanlı Sultan ve yöneticilerine hiçbir destek vermemişlerdir. Hatta savaş döneminden sonra da İngiltere’ye bağlılığını devam ettirmek isteyen “Osmanlı Ailesi mensupları”, bu hatalarının cevabını İngiliz hükümetinden ağır bir şekilde alacaklar, büyük maddi ve manevi sıkıntılara düşeceklerdir. Bu nedenle denilebilir ki Osmanlı ailesinin düşmanı Mustafa Kemal ve arkadaşları değil, ancak dostluğunu aradığı yabancı güçler olmuştur. İngiltere’nin ibret alınacak tutumunu Fransız yazar Berthe G. Gaulis şöyle özetlemektedir:
“İngiltere’nin hatası her yerde aynıdır. Bu Türkiye’de her yerdekinden daha açık görülür. 1920 Temmuzundaki büyük ölçülü Yunan taarruzuna kadar, Türk milliyetçileri, devamlı olarak İngiltere ile çalışmaya bakmışlar, hatta Anadolu’nun işgalinden sonra bile, onu inandırmaya çalışmışlar, fakat her defasında onun, Türkiye’yi yok etme yolundaki arzusuna çarpmışlar, bu da, kendilerine, daha iyi bir savunma sağlama yolunu seçme zaruretini doğurmuştur. Böylece hareket planlarını geliştirerek, kendilerine yeni kaynaklar bulacaklardır.”(4)
“Temmuz 1920’de o bir dizi başarısızlıkların etkisi altında, ayrıca Hindistan’daki Müslümanların devamlı şikâyetinden endişe duyan(5) İngiltere, bu işin sonunu getirmek ister ve Yunanları Anadolu üzerine sevk eder. Vaat edilen armağanlar çok büyüktür; İstanbul, bütünü ile Trakya, İzmir, Batı Anadolu yani Küçük Asya’nın en zengin toprakları, Hellada’nın yani Yunan rüyaları içinde en ölçüsüz olanların bile gerçekleşmesi. Yunan ordusu, bolluk içinde harp malzemesi ile devamlı donatılacak, İngiliz altını hep konuşacak, İngiliz subayları operasyonlar yöneteceklerdir.”(6)
“Sevr antlaşması, son hayalleri de dağıtmıştır. Bu defa ihtiyar Türkiye bile anlamıştı ki, İngiltere onu avlamış, ona Britanya mandası altında, aşağı yukarı eski imparatorluk kadar geniş bir Türkiye’nin, bir iyilikseverlik sonucu elde kalacağını açıkça söylemese bile ima etmişti.”(7)
Dış güçlerin baskısı ile son Osmanlı Padişahı ve hükümetince kabul edilen Sevr Antlaşması Ankara’da Meclisçe reddedilip lanetlendikten sonra, faaliyetler ülke içinde milli birliğin sağlanması ve muntazam ordunun oluşturulması istikametinde yoğunlaştırıldı. Bu olaydan günümüze atlarsak Başbakan Davutoğlu ve CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu‘nun bu akşam (AS: 10 Ağustos 2015) yapılacak görüşmelerinden olumlu bir sonuç çıkması mucize olacaktır. Çünkü Koalisyon’a karar verecek merci maalesef ki onlar değildir. Karar organı, Koalisyon yerine yeni bir seçim istemektedir.
DİPNOTLAR
(1) Komutan, Devrimci, Devlet Adamı Yöneriyle Atatürk, s.299 ( Genkur, İstanbul–1973)
(2) İsmail Hakkı Okday: Yanya’dan Ankara’ya, s.414, 415 ( İstanbul-1975)
(3) Atatürk, Komutan, Devrimci, s.299
(4) Berthe G. Gaulis, Çankaya Akşamları, s.59 (Türkçesi Firuzan Tekil, İstanbul-1983)
(5) Hindistan’ın durumu için bknz. R.K. Sinha, Mustafa Kemal ve Mahatma Gandi, s.112-124, 131-144 (Milliyet Yayınları); Bknz. Atatürk Yolu, s.20 (Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara-1987)
(6) Çankaya Akşamları, s.52
(7) Aynı eser, s.54, 55
================================
Dostlar,
Sayın Dr. Galip Baysan’a bu kısa ve özlü, kaynaklara dayalı çalışması ve paylaşımı için
teşekkür ederiz.. Ülkemizde her gün şehit – gazi – intihar saldırısı,, ne acı ki, artarak sürüyor..
Ne yazık ki, bölücü terör örgütü PKK, Batı desteği ile gerilimi tırmandırıyor, koca bir devlete ve kadim bir halka kendince meydan okuyor!?
Donkişot’un devasa yeldeğirmenlerine sıradan atının sırtında ve birkaç karışlık zavallı kılıcıyla saldırmaya kalkması gibi..
Ancak PKK’nın kılıcı biraz daha uzun.. Yıllarca AB – ABD – İsrail tarafından beslendi, büyütüldü. Fakat kararlı bir Türk devleti, bu sorunun da üstesinden gelecektir.
Fatura ne yazık ki çok kanlı fakat korkarız başkaca çıkış yolu da gözükmemekte..
PKK’nın bunca güçlenmesinin, şımarmasının, silahlanmasının asıl sorumlusu AKP iktidarı!
Dolayısıyla can yitiklerimizin faturası AKP – RTE’ye kesilmelidir.
Ulaşılacak başarı ise asla AKP – RTE’nin değil; şehitler veren özverili Ulusumuzun ve Ordumuzundur! Bu ayrımı yapmak zorundayız..
Çünkü AKP – RTE bu kanlı süreçten oy devşirerek
zorla yineletecekleri seçimde iktidar olmak istiyorlar.
İçtenlikli olsalardı “AÇILIM SÜRECİ” diye yıllarca ülkeyi oyalayıp PKK ve uzantılarını şımartıp paralel devlete dek izin vermezlerdi. Çıkmaz sokağı gördüler, geri dönüşe zorunlu kaldılar ve iğrenç bir zamanlama ile yinelecencek seçime indekslemişlerdir.Eğer AKP – RTE yinelenecek seçimde 276’yı bulurlarsa, yeniden eski tas eski tarak örneği “ÇÖZÜM SÜRECİ” denen ülkeyi bölme sürecine döneceklerdir.
Ulusumuzun bu tuzağa asla düşmemesi gerekiyor..
Yinelenecek seçimde bunca canın faturası AKP’ye kesilmeli ve bu fatura kendi tuzağına düşürülerek sandığa gömülmelidir.. Aksi takdirde Türkiye’ye rahat – huzur yoktur..
Tek yol : AKP – RTE’den kurtulmak…
Başka yolu yok, yok, yok!
Geçen yıl bu gün yayımladığımız SEVR yazısını gene bilginize sunuyoruz.. 1 yıl önce bu gün, koca koca harflerle ve kırmızı renkle yazdığımız 2 tümceye dikkatle bakar mısınız??