Etiket arşivi: Dr. Galip BAYSAN

OSMANLI DEVLETİ SEVR’İ NASIL KABUL ETTİ ?

OSMANLI DEVLETİ
SEVR’i NASIL KABUL ETTİ ?

Dr. Galip BAYSAN

10 Ağustos 2015 tarihi, 621 yıllık bir saltanatın yani Osmanlı Devletinin sonunu getiren ünlü Sevr Barış Anlaşmasının imzalanmasının 95’inci yıldönümüdür. Bu tarihi ve Osmanlının ipini çeken  garip anlaşmayı hiçbir Türk insanı unutmamalı ve Hıristiyan Batı dünyasının  Türk Halkına karşı duygu ve düşüncelerini iyi öğrenmelidir.
Sevr Barışı esasları konusunda uzlaşmaya varılınca İngiliz Başbakanı Lloyd George ve arkadaşları Anlaşmayı kabul ettirmek için Osmanlı devletine karşı ağır bir baskı uygulamaya başladılar. Ellerindeki en büyük silah Batı Trakya’da hazır bekleyen Yunan Ordusuydu. Dış baskıların sonunda İstanbul’un Sultan ve Hükümetinin, ülkeleri için hazırlanan bu idam fermanını, (günümüzün siyasi olaylarını andırıcasına) nasıl kabul ettiklerine ve halka nasıl kabul ettirdiklerine bir göz atalım. İstanbul Hükümeti sözde halkın onayını alıyormuş görüntüsü vermek için değişik görevlileri içine alan bir Şura toplamaya karar verdi ve bu toplantıya Saltanat Şurası adı verildi.
İstanbul’da Saltanat Şurası toplanırken İtilaf Devletleri Yunan Ordusunu Trakya’da ileri sürdüler. Padişah’ın da katıldığı Saltanat şurası toplantısında İstanbul’un ünlü devlet adamları, aydınları, ulemaları bir araya geldiler. Sunulan barış teklifini, Tamamen yok olmaktansa, zayıf da olsa bir varlık olarak yaşamak daha iyidir. gerekçesi ile sadece bir kişi (Topçu generali Rıza Bey) dışında herkes oybirliği ile kabul etti.(1)
Aslında bu oylama dahi tek başına, Osmanlı Yönetimi ve Türk Tarihi için yüzkarası olarak kabul edilecek bir olay olup, mutlak monarşinin keyfi ve kişisel zihniyetini açığa çıkaran önemli bir örnektir. Osmanlı Devletinin sonunu getiren bu oylama işini Padişah’ın damadı İsmail Hakkı (Okday)’ın kaleminden izleyelim:
Memleketin kalburüstü gelen vezir, paşa, eski nazır, ayan ve eşrafı adına İstanbul’da bulunan kim varsa davet edilmişlerdi. Sadrazam Damad Ferid Paşa ilk sözü alıp kürsüye çıktı. Siyasi durumu dramatik bir şekilde izahla söze başladı ve galip devletler tarafından hazırlanmış olan Sevres Sulh Antlaşmasının olduğu gibi ve herhangi bir tadile ( değişikliğe) uğratılmaksızın Murahhas Heyetimize sunulmuş olduğunu anlattı. Bu muahede taslağı ya aynen kabul edilecek yahut da reddedilecekti. Binaenaleyh toplantıda bulunanlardan istenen şey, ya bir evet yahut bir hayır’dan ibaretti. Herhangi bir maddenin tadili bahis mevzuu olamazdı. Çünkü galip devletler bu noktada karar birliğine varmışlardı.
Nihayet muahedeyi kabul edenler ayağa kalksınlar denildi. Damad Ferid Paşa bu sırada Padişah’ın salonu terk etmesi için işaret verdi. Kayınpederim Vahdettin dışarı çıktı, yandaki odaya geçti. Padişah ayağa kalkınca da hazır olanlar saygı eseri olarak ayağa kalktılar. Kendisini bu suretle selamladılar. Öyle ki: bu ayağa kalkış muahedenin kabulü manasına mı geldiği, yoksa Padişah’ı selamlamak için mi olduğu anlaşılmadan oylama bir oldu biti ile tamamlandı.”(2) İşte Osmanlı Devleti’nin sonunu getiren belge böyle oylanmış ve 10 Ağustos’ta Korgeneral Hadi ve Rıza Tevfik (Bölükbaşı) Beyler tarafından Paris’te imzalanmıştır.”(3)
Tarihin bu döneminde bütün dikkatler Ankara’da kurulan yeni Türk Milli Meclis’i üzerinde yoğunlaştığından Osmanlı Devletinin bu acı dönemi biraz ihmale uğramış gibidir. Konumuzla ilgisi açısından bu acı son üzerinde ısrarla durmamızın nedeni ise, günümüzde dahi bazı kaynakların kasıtlı olarak Osmanlı Devletinin o günlerde tükendiğini görmek istememeleri, bütün tarihsel gerçeklere rağmen, batışın nedeni olarak Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarının gösterilmek istenmesidir. Oysa Osmanlı Hanedanının sonunu görüldüğü gibi güvendikleri işgal güçleri, devlet adamları ile işgal güçlerine karşı uygulanan kişiliksiz, pasif politikalar hazırlamıştır.
İşgalciler Türk Devletini bitirmek için herkesin isteklerine kulak vermiş fakat bütün ümidini işgalcilerin merhametlerine bağlamış olan Osmanlı Sultan ve yöneticilerine hiçbir destek vermemişlerdir. Hatta savaş döneminden sonra da İngiltere’ye bağlılığını devam ettirmek isteyen “Osmanlı Ailesi mensupları”, bu hatalarının cevabını İngiliz hükümetinden ağır bir şekilde alacaklar, büyük maddi ve manevi sıkıntılara düşeceklerdir. Bu nedenle denilebilir ki Osmanlı ailesinin düşmanı Mustafa Kemal ve arkadaşları değil, ancak dostluğunu aradığı yabancı güçler olmuştur. İngiltere’nin ibret alınacak tutumunu Fransız yazar Berthe G. Gaulis şöyle özetlemektedir:
İngiltere’nin hatası her yerde aynıdır. Bu Türkiye’de her yerdekinden daha açık görülür. 1920 Temmuzundaki büyük ölçülü Yunan taarruzuna kadar, Türk milliyetçileri, devamlı olarak İngiltere ile çalışmaya bakmışlar, hatta Anadolu’nun işgalinden sonra bile, onu inandırmaya çalışmışlar, fakat her defasında onun, Türkiye’yi yok etme yolundaki arzusuna çarpmışlar, bu da, kendilerine, daha iyi bir savunma sağlama yolunu seçme zaruretini doğurmuştur. Böylece hareket planlarını geliştirerek, kendilerine yeni kaynaklar bulacaklardır.”(4)
Temmuz 1920’de o bir dizi başarısızlıkların etkisi altında, ayrıca Hindistan’daki Müslümanların devamlı şikâyetinden endişe duyan(5)  İngiltere, bu işin sonunu getirmek ister ve Yunanları Anadolu üzerine sevk eder. Vaat edilen armağanlar çok büyüktür; İstanbul, bütünü ile Trakya, İzmir, Batı Anadolu yani Küçük Asya’nın en zengin toprakları, Hellada’nın yani Yunan rüyaları içinde en ölçüsüz olanların bile gerçekleşmesi. Yunan ordusu, bolluk içinde harp malzemesi ile devamlı donatılacak, İngiliz altını hep konuşacak, İngiliz subayları operasyonlar yöneteceklerdir.(6)
 “Sevr antlaşması, son hayalleri de dağıtmıştır. Bu defa ihtiyar Türkiye bile anlamıştı ki, İngiltere onu avlamış, ona Britanya mandası altında, aşağı yukarı eski imparatorluk kadar geniş bir Türkiye’nin, bir iyilikseverlik sonucu elde kalacağını açıkça söylemese bile ima etmişti.”(7)
Dış güçlerin baskısı ile son Osmanlı Padişahı ve hükümetince kabul edilen Sevr Antlaşması Ankara’da Meclisçe reddedilip lanetlendikten sonra, faaliyetler ülke içinde milli birliğin sağlanması ve muntazam ordunun oluşturulması istikametinde yoğunlaştırıldı. Bu olaydan günümüze atlarsak Başbakan Davutoğlu ve CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu‘nun bu akşam (AS: 10 Ağustos 2015) yapılacak görüşmelerinden olumlu bir sonuç çıkması mucize olacaktır. Çünkü Koalisyon’a karar verecek merci maalesef ki onlar değildir. Karar organı, Koalisyon yerine yeni bir seçim istemektedir.
DİPNOTLAR
(1)   Komutan, Devrimci, Devlet Adamı Yöneriyle Atatürk, s.299 ( Genkur, İstanbul–1973)
(2)   İsmail Hakkı Okday: Yanya’dan Ankara’ya, s.414, 415 ( İstanbul-1975)
(3)   Atatürk, Komutan, Devrimci, s.299
(4)   Berthe G. Gaulis, Çankaya Akşamları, s.59 (Türkçesi Firuzan Tekil, İstanbul-1983)
(5)  Hindistan’ın durumu için bknz. R.K. Sinha, Mustafa Kemal ve Mahatma Gandi, s.112-124, 131-144 (Milliyet Yayınları); Bknz. Atatürk Yolu, s.20 (Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara-1987)
(6)   Çankaya Akşamları, s.52

(7)   Aynı eser, s.54, 55
================================
Dostlar,

Sayın Dr. Galip Baysan’a bu kısa ve özlü, kaynaklara dayalı çalışması ve paylaşımı için
teşekkür ederiz.. Ülkemizde her gün şehit – gazi – intihar saldırısı,, ne acı ki, artarak sürüyor..
Ne yazık ki, bölücü terör örgütü PKK, Batı desteği ile gerilimi tırmandırıyor, koca bir devlete ve kadim bir halka kendince meydan okuyor!?

Donkişot’un devasa yeldeğirmenlerine sıradan atının sırtında ve birkaç karışlık zavallı kılıcıyla saldırmaya kalkması gibi..

Ancak PKK’nın kılıcı biraz daha uzun.. Yıllarca AB – ABD – İsrail tarafından beslendi, büyütüldü. Fakat kararlı bir Türk devleti, bu sorunun da üstesinden gelecektir.
Fatura ne yazık ki çok kanlı fakat korkarız başkaca çıkış yolu da gözükmemekte..

PKK’nın bunca güçlenmesinin, şımarmasının, silahlanmasının asıl sorumlusu AKP iktidarı!
Dolayısıyla can yitiklerimizin faturası AKP – RTE’ye kesilmelidir.

Ulaşılacak başarı ise asla AKP – RTE’nin değil; şehitler veren özverili Ulusumuzun ve Ordumuzundur! Bu ayrımı yapmak zorundayız..

Çünkü AKP – RTE bu kanlı süreçten oy devşirerek
zorla yineletecekleri seçimde iktidar olmak istiyorlar.

İçtenlikli olsalardı “AÇILIM SÜRECİ” diye yıllarca ülkeyi oyalayıp PKK ve uzantılarını şımartıp paralel devlete dek izin vermezlerdi. Çıkmaz sokağı gördüler, geri dönüşe zorunlu kaldılar ve iğrenç bir zamanlama ile yinelecencek seçime indekslemişlerdir.Eğer AKP – RTE yinelenecek seçimde 276’yı bulurlarsa, yeniden eski tas eski tarak örneği “ÇÖZÜM SÜRECİ” denen ülkeyi bölme sürecine döneceklerdir.

Ulusumuzun bu tuzağa asla düşmemesi gerekiyor..
Yinelenecek seçimde bunca canın faturası AKP’ye kesilmeli ve bu fatura kendi tuzağına düşürülerek sandığa gömülmelidir.. Aksi takdirde Türkiye’ye rahat – huzur yoktur..

Tek yol : AKP – RTE’den kurtulmak…
Başka yolu yok, yok, yok!

Sevgi ve saygı ile.
10 Ağustos 2015, Ankara
 
Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com====================================

Dostlar,
 Geçen yıl bu gün yayımladığımız SEVR yazısını gene bilginize sunuyoruz.. 1 yıl önce bu gün, koca koca harflerle ve kırmızı renkle yazdığımız 2 tümceye dikkatle bakar mısınız??

Sevr_haritasiSevgi ve saygı ile. 10 Ağustos 2016, Ankara
 
Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

BATININ BÜYÜK GÜNAHLARI- 2 (AFRİKA KITASI)


BATININ BÜYÜK GÜNAHLARI- 2 
(AFRİKA KITASI)

Dr. Galip BAYSAN

Geçen yazımızda Hıristiyan Batı Dünyasının yeni keşfettiği Orta ve Güney Amerika kıtasında işlediği büyük günahlara temas etmiştik. Bu gün, biraz daha yukarılarda Afrika Kıtasında neler yaşandığına tarihi belgelere dayanarak sizlere sunmak istiyoruz.

“Fransızlar, 1635’ten başlayarak belli sayıda adayı ele geçirirler… Şeker, kahve, tütün, pamuk, çivit vs. adaların ticaretine hâkim olurlar. Tarım işletmecileri, yok edilen ya da hastalıktan ölen yerlilerin yerine, hemen zenci köleler getirirler. XVII yüzyıl sonunda 20.000 beyaza karşılık 40.000 zenci vardır. Colbert bir zenci yasası çıkarır; köleler dinsel bir şekilde eğitilmelidir, Pazar günü dinlenmeye, iyi beslenmeye ve insancıl davranışlara hakları vardır. Güney Amerika’da olduğu gibi, sömürgeciler bu buyruklara pek uymazlar. Zencilerden az oldukları için onları uzakta tutarlar, zenci-beyaz evliliklerini yasaklarlar, seçkin zencileri çok ender olarak özgür bırakırlar. Kötü davranışlar yüzyıl kadar sonra korkunç ayaklanmalara yol açacaktır. Köle işgücü, şekerkamışı tarımının yaygınlaşmasıyla, giderek daha çok aranır. İngilizler, Fransızlar, İspanyollar, Portekizler milyonlarca insanı doğdukları kıta olan Afrika’dan koparıp alırlar. (1)

“Portekizliler, XV yüzyıl sonundan başlayarak, Afrika kıyılarında köle ticareti yapıyorlardı. Bir contradator; belirli bir bölgenin tekeli karşılığında, ticaret hakkını kirayla hükümetten almaktaydı. Ayrıca köle tacirleri her yıl krala iki zenci armağan etmek ve “hayır işleri” ile “dinsel tarikatlara” para vermek zorundaydılar. Köleleri kabileler arası savaşlarda birçok tutsak elde eden yerli önderlerden satın alırlar… Zenci ya da melez olan Dombeiro denen maceracılar, iç bölgelere baskınlar düzenleyip zencileri yakalarlar. Çok geçmeden, XVII yüzyılda Angola’ya egemen olan Hollandalılar, sonra İngilizler ve Fransızlar, bu kazançlı ticarete el atarlar.

Köleler kıyıda toplanır, savanadaki tüketici yürüyüşlerden sonra iyice beslenir, sapasağlam ve güçlü görünmeleri için hurma yağıyla yağlanırlardı. Kuşkusuz bazı din adamları buna karşı çıkarlar ve 1639’de Papa VIII. Urbanus, yerlilerin de, zencilerin de köle yapılmasını yasaklar ama bu fermanı uygulanmaz. Zencileri sağlayanlar, karşılığını barut, silah, kumaş, tütün ya da kap, kaçak olarak alırlar. Vaftiz olmamış bir zenciyi gemiye bindirmek yasaktır. Sık sık, bir kafile dolusu zencinin üstünkörü, “toptan” vaftiz edildiği görülmüştür.

Köle taşıyan gemilere, “Tumberio”, yani “ölü taşıyıcıları adı takılmıştır. Bu gemilerden biri ile denizi aşan bir İtalyan Fransiskeni şöyle yazmıştır. “Erkekler güverte altına üst üste yığılmış, ayaklanıp gemideki tüm beyazları öldürürler korkusuyla da zincirlerle bağlanmışlardı. Kadınlar için, ikinci güverte arası ayrılmıştı. Hamile olanlar arka kamarada toplanmıştı. Çocuklar birinci güverte arasında, balık istifi gibi sıkıştırılmıştı. Uyumak istediklerinde, birbirlerinin üstüne düşüyorlardı. Doğal gereksinmelerini gidermek için sintineler vardı, ama çoğu yerini kaybetmek korkusuyla bulunduğu yerde rahatlıyordu. Özellikle erkekler acımasızca üst üste yığılmış oldukları için, bulundukları yerde koku ve sıcak dayanılmazdı. Atlantik Okyanusu 35–40 gün arasında aşılmaktadır. Ölüm oranı, havasızlıktan boğulma ve salgın hastalıklar yüzünden çok yüksektir. Bu oran %50’ye ulaşabilir. Çoğu zaman salgınlarla baş edebilmek için hastalar öldürülür. (Amerika Kıtasına) varışta sağ kalanlar, açık arttırmalar sırasında iyi para etmeleri için, yeniden özenli bir bakımdan geçirilirler. Doğal olarak fiyatlar boya, yaşa, güce, cinsiyete vs. göre değişir. Tehlikelere ve kayıplara karşın, kazançlı olan bu ticaret, kaçakçılığa ve korsanlığa yol açar. İngiliz gemileri, sık sık zenci taşıyan gemilere saldırıp, yüke el koyar ve köleleri Virginia ya da Antillerde satarlar.” (2)

Avrupa’nın köle ticareti yapan kurumlarının etkilerinden Afrika’nın Ekvator kuzeyindeki bozkır ve savanalarla kaplı bölgeleri uzak kalırken, Atlantik kıyılarında durum farklıdır.

Fransızlar Senegal’de, Saint-Louis’ye, Dakar’a ve de Kasamons’a yerleşirler. İngilizler Gambiya’da, Sierra Leone’de ve Altın Sahil’de kıyı bölgelerini işgal ederler. Danimarkalıların ve Hollandalıların Benin körfezinde acenteleri vardır.

1778’de İspanyollar, Portekizlerden Fernando Poo Adası’nı alırlar. Daha önce bölgeye yerleşmiş olan Portekizliler ise Angola kıyılarını ellerinde bulundurmaktadırlar. Salt köle ticareti amacıyla kurulan Avrupa acenteleri hemen hemen yalnızca köle tüccarlarının uğrak yerini güvence altına alan bir kaleden oluşur. Kongo havzasını kanlı seferlerle yakıp yıkan Pembeiro’ların (Portekizli Melezler) dışında Avrupalılar çok ender olarak kıtanın içlerinden kendileri gidip köle toplarlar. Köleler çoğunlukla yalnızca köle ticareti amacıyla kurulmuş olan ve başkanları Avrupalılara yaptığı ticaretten elde ettiği kar ve silahları sayesinde, iç bölgelerden ya da kendi halkından köle toplamayı üstlenen küçük kıyı devletleri aracılığıyla satılır” (3)

Gine körfezinde bulunan bu tip çok sayıdaki krallıklardan birine konuk olan bir tüccarın izlenimleri şöyledir:

“Kral Peel… iç bölgelerden yollanacak binlerce zenci arasında bana iyi bir “yük” hazırlamakla uğraştığını söylüyor… Birkaç gün sonra boyunlarından uzun sırıklarla bağlı birkaç dizi zencinin geldiğini görüyorum. İşte benim yük’üm! 300 yolcumu karşılamaya hazırlanıyorum.
Kadınlar kıç tarafta, erkekler ise kıç direğinden teknenin başına kadar dizilmiş ve hepsi de zincire vurulmuş. Yiyecek olarak Hint patatesi, pirinç ve bolca su. Tabanca ve hançerlerimiz kemerlerimizde, kimi zamanda ellerimizde, doktor muayenesinden geçiyorlar… Muayene bitince hepsi kızgın demirle işaretleniyor. Bunu yaparken daha zayıf yaradılışlı olan kadınların etlerini fazla dağlamamaya özen gösteriyoruz.”
(4)

“XVII. yüzyılda parlak dönemlerini yaşayan Kongo ya da Benin gibi kıyıdaki büyük uygarlıklar köle ticareti nedeniyle kanları emildiğinden tam bir gerileme dönemi yaşarlar. Daha içerde Aşanti Federasyonu (bugünkü Gana) altın ve fildişi ticaretinden zengin olur ve XVIII. yüzyıla dek bütünlüğünü korur.

Ticaretin amacı tarım işletmelerine ve Amerika’daki madenlere köle sağlamaktır. Büyük kârlar sağlayan ünlü ticaret üçgeni (böyle) oluşur. Avrupalılar getirdikleri işporta malları
Afrikalı kölelerle değiştirirler. Bu köleleri satan Avrupalılar da Antiller’den şeker satın alır.
(Onu da içki-Rom’a dönüştürerek Avrupa’ya dönerler.)
Bu ticaret, gemi donatmak için kraliyet ayrıcalığını sağlayan şirketler, kapitalist ortaklıklar ve armatörler tarafından yapılır. İngiliz “Royal African Co. (Kraliyet Afrika Şirketi)”, Fransız “Compagnie des İndes (Hindistan Şirketi)” vb. XVIII yüzyılda, (Avrupa’da) özellikle İngiltere’de kraliyet ayrıcalığı olmayan, başka bir deyişle kaçak çalışan kurumlarda vardı.

İngiliz Parlamentosu’nun raporlarına göre 1768’de Afrika’dan Amerika’ya İngilizler 60.000, Fransızlar 23.000, Hollandalılar 11.000, Portekizler 1.700 köle göndermiştir. Toplam olarak (bir yılda) 97.500 köle, 1787 yılında bu sayı (yılda) 100.000’e ulaşmıştır. Köle ticareti XVIII. yüzyıl boyunca sürekli artar. Kaynaklar kurudukça, Senegal ve Leone’den Benin, Kongo ve Angola’ya doğru genişler XVIII. yüzyıl sonlarında Kuzey Amerikalı köle tüccarları da Afrika kıyılarında kendilerini gösterirler.” (5)

Yukarıdaki değerlendirmelerden de anlaşılacağı gibi Amerika kıtasının keşfinin üzerinden elli yıl bile geçmeden; Orta ve Güney Amerika’nın ünlü Aztek ve İnka imparatorlukları tarihe karışmışlar (6) ve ihtiyaç halinde Afrika’daki insan kaynaklarına el atılmıştır. Saint-Pierre’li Bernardin, Voyagea L’lle-de-France’da (ile-de-France’a Yolculuk), şu değerlendirmeyi yapıyordu: “Avrupalıların mutluluğu için şekerin ve kahvenin gerekli olup olmadığını bilmiyorum. Fakat bu iki ürünün dünyanın iki kıtasında mutsuzluğa yol açtığını biliyorum. Amerika, ekin yetiştirecek topraklar elde etmek için boşaltıldı; şimdi de bu topraklarla uğraşacak insanları sağlamak için Afrika boşaltılıyor” (7).

DİPNOTLAR:

(1) Türk ve Dünya Tarihi Ansiklopedisi; Cilt 4, s.1176 (Gelişim Hachette, İstanbul–1985)
(2) Aynı Eser, Cilt–4, s.1176–1177.
(3) Aynı Eser, Cilt–5, s.1309.
(4) Aynı Eser, s.1310–1312.
(5) Aynı Eser, s.1312.
(6) Resimlerle İnsanlık Tarihi Ansiklopedisi, s.33, Amerika Kıtası II. Kıtanın Fethi, s.58 (Karacan Yayınları, İstanbul–1984).
(7) Maurice Lengelle: Kölelik, s.82 (İletişim, İstanbul–1993)

=================================

Dostlar,

Yukarıdaki önemli tarihsel derlemenin, sömürgecilik vahşetinin içyüzünü sergileyen incelemenin yazarı Dr. M. Galip Baysan’ın bize seslenişi aşağıda..

*****

Sayın Hocamız Ahmet Bey, 

Selam..
Gençlerimize, Batının yapılan bütün propagandaların dışında gerçek dünyasını tanıtma amacıyla yazdığımız yazı dizisinin Afrika Kıtası ile ilgili olan 2. bölümünü ekte sunuyorum.

Dr. M. Galip Baysan*****


Biz de bu önemli çalışmayı site okurlarımızla paylaşmak istiyoruz..Batı emperyalizmi kucağında sözde özgürlük – halkların kurtuluşu savaşımı veren Türkiye’deki kişi ve kurumların, HDP’nin. PKK’nın, YPG’nin, KCK’nın vd. nin bilgi ve ilgisine özellikle sunarız..

Dr. Baysan’ın Amerika kıtalarının yabanıl (vahşi) biçimde sömürgeleştirilmesi hakkındaki yazısını da okumalısınız..

http://ahmetsaltik.net/2015/09/30/bati-dunyasinin-buyuk-gunahlari-soykirimlar-amerika-kitasi/


Sevgi ve saygı ile.
30 Eylül 2015, Ankara 
Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com