Etiket arşivi: İttihat ve Terakki

Anlayana Sivrisinek Saz…


Anlayana Sivrisinek Saz…

Gurkut_Acar_portresi

Av. GÜRKUT ACAR
CHP Antalya Mikletvekili
Padişahlara özenen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan,
her sıkıştığında CHP’nin geçmişine saldırır.

Başbakan’ın “iki ayyaş” dediği o insanlar “akıl ve bilime dayalı laik, demokratik Cumhuriyet’i kurarak, kendisinin Başbakan seçileceği bir sistemi yaratmışlardır.

  • Oysa, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve AKP’nin çekirdek kadrosu,
    demokratik rejimden bir diktatörlük yönetimi yaratmışlardır.

Çünkü, Yasama, Yürütme ve Yargı erklerinin tek elde toplanmasının adı diktatörlüktür!

Yüz elli yıldan fazla tarihi bulunan Danıştay’da başkanlık seçimi için aday çıkmaması
bu baskının ne kadar büyük olduğunun bir kanıtıdır.

Siyasette bu yetkileri elinde tutanlar Osmanlı Padişahlarıydı.

Onlar bile 1808 yılından yani “Sened-i İttifak” tan itibaren bu yetkileri paylaşmayı
kabul etmişlerdir.

1876’da ilan edilen “Meşrutiyet” ile başlayan süreçte ise,
artık bir meclisle, iktidarın ortağı “halk” olmuştur.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Taksim’e dikmek için güzelim ağaçları söktürdüğü “Topçu Kışlası”nda çıkan 31 Mart 1909 gerici ayaklanmasından sonra
ne olmuştur?Harekat Ordusu İstanbul’a girmiştir.Çarpışmalarda 400 kişi ölmüş, 800 kişi yaralanmıştır.
Ya sonra?
“26 Nisan 1909 günü 240 Milletvekili ve 34 Ayan Meclisi üyesi İstanbul’da toplanmıştır.Padişah 2. Abdülhamit’in durumu hakkında gizli bir değerlendirme toplantısı yapmıştır.

Sonuçta Abdülhamit’in tahttan indirilmesine oybirliğiyle karar verilmiştir (٭).

“Topçu Kışlası”nı çok iyi bilen, orada başlayan gerici ayaklanmanın anıtını dikmeye çalışan, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan bundan sonra olanları bilmiyor mu?

Elbette biliyor.

Abdülhamit gibi “tahttan indirileceği !” korkusu ile telaş içinde “karşı mitingler” düzenliyor.

Halkın ayak sesleri ödünü patlattı. Kabadayılığı ondan…

Abdülhamit kuşkusuz demokrasi yoluyla, seçim yoluyla gelmiş bir devlet başkanı değildi. Ama o padişahlığı üstlenebilmek için özgürlükçü bir anayasayı yürürlüğe koymayı taahhüt etmişti. Bakanlar Kurulu bu anlayışla O’nun padişahlığını desteklemişti. Ama O kısa zamanda meclisi kapatmış, anayasayı işlemez hale getirmiş ve koyu bir istibdat yönetimi kurmuştu. O da dünya tarihindeki benzerleri gibi iktidarını sürdürmeyi, ülkeyi özgürleştirme hedefine tercih etmişti. Yeniden anayasayı yürürlüğe sokması ve Meclisi toplaması İttihat ve Terakki’nin askeri güç kullanarak yaptığı baskıların sonucu olmuştu.

Osmanlı İmparatorluğu, İspanya’nın aynı tarihlerdeki 1. Cumhuriyet denemesinde olduğu gibi eline geçen özgürleşme ve çağdaşlaşma şansını kullanamamıştı.(٭٭)Recep Tayyip Erdoğan da aynı vaatlerle geldi.Ama Anayasayı kezlerce ihlal etti, kurduğu parti Anayasa Mahkemesi tarafından
“Laiklik karşıtı odak” olarak mahkûm edildi.
  • Yargıyı, başka maddelerin arasına gizlenmiş maddelerle,
    hile ve halkı kandırmak suretiyle bağımsız olmaktan çıkardı.
  • Türkiye Büyük Millet Meclisi ne yazık ki yalnızca Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın emirlerine göre karar veren bir Meclis durumundadır.
Padişahlara diz çöktüren Türk Milleti, bunca demokrasi deneyiminden ve
90 yıllık Cumhuriyet döneminden sonra Recep Tayyip Erdoğan’a
kulluk etmeyecektir. 
1909 yılının Ağustos ayında Padişaha Meclis önünde Anayasaya uyacağına dair
yemin ettiren bir Millet; şimdi Anayasayı çiğneyen bu irticacı çekirdek kadroya mı
teslim olacaktır?
Aynı gün Başbakanı ve şeyhülislamı tayin yetkisinin kendisinde olduğunu kabul eden Padişah; bakanların atamasını başbakana bırakmak, Meclisin kendi başkanını ve başkan yardımcısını seçmesini ve antlaşmaları onaylama yetkisinin Mecliste olduğunu kabul ederek, kendisince zararlı gördüğü kişileri sürgüne gönderme hakkından vazgeçmek zorunda kalmıştır.(٭٭٭)Şimdi hem Cumhurbaşkanı olmayı hem de başbakan yetkilerini kendisinde toplamayı isteyen ve kendi kafasındaki teokratik devleti kurmayı hayal eden Recep Tayyip Erdoğan bilmelidir ki; Türk halkı 1909’dan geri gitmeyi yani yeni bir diktatörle yönetilmeyi asla kabul etmeyecektir…

Gezi Parkı direnişiyle de bu iradesini açık ve kesin olarak ortaya koymuştur.

Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az…

(٭) Onur Öymen; Demokrasiden Diktatörlüğe
İktidar Uğruna Demokrasiyi Feda Edenler,
Remzi Kitabevi, 2. bs. syf. 315
(٭٭)age syf. 316
(٭٭٭)age syf.316-317

23 Nisan 1920’nin Yiğitlerine Selam Olsun!

23 Nisan 1920’nin Yiğitlerine Selam Olsun!

Dostlar,

23 Nisan 1920, Büyük Atatürk‘ün öncülüğünde Ankara’da ilk Millet Meclisi’nin
açılış günüdür.

Ülke inanılmaz zorluklar içindedir.

Fiilen işgal altındadır (30 Ekim 1918 Mondros ateşkesi sonrası..)

İstanbul’da Meclis-i Mebusan dağıtılmış, kimi vekiler Malta’ya sürülmüş
kimisi tutuklanmıştır.

  • 6. Mehmet Vahdettin ve Damat Ferit işgalcilerle işbirliği içinde vatan haini olmuştur.

23 Nisan 1920‘de 115 temsilci ile Ankara’da İttihat ve Terakki‘nin binasında ilk BMM toplanır. Bir bölümü Mustafa Kemal Paşa’nın Sivas Kongresi sonrası
Heyet-i Temsiliye Reisi olarak Anadolu genelinden çağrı yaptığı temsilciler bir bölümü de Meclis-i Mebusan’dan kaçarak gelebilenlerdir.. (Kara Vasıf ve ark.)

Geceleri, kadın çarşafları içinde, saman arabalarının arkalarında, ölüm tehdidi ile
yüz yüze.. Çünkü her yer emperyalistlerin sıcak işgalinde..

Para yok, pul yok..

Yurtseverler toplanır ama elde avuçta hiçbir şey yoktur..

Öğrenilmiş çaresizlik sendroöu (Pes sendromu!) içinde geri dönmek isterler.

Büyük önder Mustafa Kemal Paşa kürsüye çıkar ve şu konuşmayı yapar :

ATATÜRK’ün 23 Nisan 1920 Yemini 

  • “..Asker Mustafa Kemal mavzerini eline alır, fişeklerini göğsüne dizer, bir eline de bayrağını alır, bu şekilde Elmadağı’na çıkar, orada tek kurşunum kalana dek vatanımı savunurum. Kurşunlarım bitince de bu aciz bedenimi bayrağıma sarar, düşman kurşunları ile yaralanır, temiz kanımı kutsal bayrağıma içire içire
    tek başıma can veririm. 
    Ben buna and içtim! ”

Tarihin kırılma anlarıdır ve gerçek önderler böyle anlarda inisiyatif alarak tarihin akışını değiştirirler. Mustafa Kemal Paşa’nın davranışı ve söylemi de bu niteliktedir.

Nitekim kendi söylemiyle;

  • “23 Nisan, Türkiye ulusal  tarihinin başlangıcı ve yeni bir dönüm noktasıdır. Bütün bir düşmanlık cihanına karşı ayağa kalkan Türkiye halkının,
    Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni meydana getirmek hususunda gösterdiği harikayı ifade eder.”
     
    (1922, Atatürk’ün S.V.D., syf. 96)

Bu konuda sitemize birkaç dosya yer alacak..

  • 23 Nisan 1920’nin harman yürekli yiğitlerini, başta büyük önder
    Mustafa Kemal Paşa olmak üzere içten şükran ve derin saygı ile yerlere dek eğilerek selamlıyoruz..

Bir de, inanılmaz güzellikte yakın plan (makro) çiçek – doğa çekimleri ile 23 Nisan’da doğaya ve bahara merhaba diyelim.. İyi morale ve gevşemeye de gereksinim var..
Çekimleri yapanlara ve paylaşanlara teşekkür ediyoruz..
İzlemek için lütfen aşağıdaki erişkeyi (linki) tıklar mısınız??

Nefis makro çiçek çekimleri

Sevgi ve saygı ile.
23.4.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

ABD BÜYÜKELÇİLERİNİN MANTIK DIŞI ÇELİŞKİLERİ


E. Amiral Türker Ertürk

portresi_gulumseyen


ABD BÜYÜKELÇİLERİNİN MANTIK DIŞI ÇELİŞKİLERİ..

1930’da Romanya’nın Galati kentinde dünyaya gelir. Kentin adı kale anlamına gelen Kuman Türkçesinden gelmektedir. Ailesi ise 19. yüzyılda Trabzon’dan gelerek

Tuna nehrinin Karadeniz’e döküldüğü yerde bulunan bir liman kenti olan Sulina’ya yerleşmiştir. O zaman Sulina çoğunlukla Türklerin yaşadığı bir yerleşim bölgesidir.

Ağustos 1939’da Sovyetler Birliği’nin bugün Moldova olarak adlandırılan
Besarabya 
bölgesini işgal etmesi üzerine babası tası tarağı toplar ve ailesi ile birlikte
Türk bayraklı bir yük gemisi ile kaçarak anavatan Türkiye’ye İstanbul’a gelir.

İlk, Orta ve Lise öğretimini izleyerek bugünkü adı Boğaziçi Üniversitesi olan
Robert Koleje 
kabul edilir. Babasının 1951’de bir deniz kazasında yaşamını yitirmesi üzerine eğitimine ara verir ve ailesini destekler. Daha sonra yeniden okuluna döner ve 1953’te mezun olur.

Mezuniyetten sonra şirketini kurar, uluslararası ticarete başlar ve yaklaşık 50 yıl
hem dünyayı gezer hem de para kazanır. Daha sonra yaşı ilerleyince işlerini tasfiye eder, keyfine keyif katacağına, balık tutup arkadaşlarına avcı hikayeleri anlatacağına
O yine zorlu bir savaşımı (mücadeleyi) seçer.

Çocukluğunun geçtiği Arnavutköy’de, okul sıralarında ve iş yaşamında çok sayıda Ermeni ile ilişki kurmuş ve arkadaş olmuştur. Fakat Ermeni iddiaları konusunda
kafası karışmakta ve kuşku duymaktadır. Tarihe meraklıdır ve sonunda karar verir,
1915 olaylarının gerçek yüzünü araştıracaktır. Gerçekten ataları olan
Türkler soykırım yaptı mı? Yoksa yargısız bir infaz mı söz konusu?

İddialar tümüyle yalan ve iftira

Gerçekleri öğrenmek için kolları sıvar. “Ermeni soykırımı” iddiasında bulunan kitapları, makaleleri ve belgeleri tarar. Bu iddiaların tümüyle yalan ve iftira olduğunu, büyük bir projenin bir parçası olduğunu görür. Bugüne dek 3’ü İngilizce olmak üzere
5 kitap ve başvuru kaynağı yazmış ve hazırlamıştır.

Bu değerli ve yurtsever insanımız Şükrü Server Ayadır. Ben de birlikte katıldığımız bir TV programında yakından tanıma onuruna eriştim. O günden beri arkadaşız ve dostuz. Kendisine Şükrü ağabey diye hitap etme ayrıcalığına sahibim.

Yarın ( 30 Mart 2013 ) saat 15:30’da İstanbul Hasköy’de bulunan Rahmi Koç Müzesi’nde Şükrü ağabeyin “Preposterous Pradoxes of Ambassador Morgenthau“ (Büyükelçi Morgenthau’nun Mantık Dışı Çelişkileri) adlı
yeni kitabının basın mensuplarına ve uluslararası arenaya tanıtımı yapılacak.

Morgenthau, Kasım 1913 – Şubat 1916 arasında 26 ay İstanbul Büyükelçisi olarak görev yapmış. Morgenthau’nun görev yaptığı dönem ile ilgili olarak İttihat ve Terakki Cemiyeti Yöneticileri ile olan ilişkilerini, görüşlerini ve konuşmalarını, Ermeni tehciri ile ilgili olarak duyduklarını yazdığı “Büyükelçi Morgenthau’nun anlatısı“ adlı bir kitabı var.

Bu kitap Ermeniler tarafından “değeri paha biçilmez bir kaynak“ olarak nitelendirilmektedir. Ermenilerin sözde soykırım iddialarının çok büyük bir bölümü
bu kitaba dayanmaktadır. Ama bu kitap, yalan, dolan ve iftiranın üstüne oturmaktadır. Kitabın yazarı bile şaibelidir!

Morgenthau İstanbul’da görev yaptığı sürede şehrin 10 km dışına dahi çıkmamıştır. Kitap, tercümanları olan Arşak Şimavonyan ve Agop Andonyan’ın anlatılarına dayanmaktadır. Büyükelçi ABD’ye döndükten sonra Osmanlı’yı suçlayabilecek böyle bir kitap yazabileceğini Başkan W. Wilson’a söyler ve onayını alır. Kitabın yazarının kendisi olduğu da yalandır biliyor musunuz? Kitap Pulitzer ödüllü Burton J. Hendrick’e yazdırılmış ve karşılığında bugünkü değeri yaklaşık 1 milyon 300 bin
ABD doları verilmiştir.

İşte Sayın Aya’nın yarın tanıtacağı kendi kitabında bu rezillikleri, kepazelikleri ve iftiraları yabancı kaynaklı belgelere dayanarak anlatıyor. Kitabında karşı konulamaz ve yadsınamaz (inkar edilemez) belgeler konuşuyor, masal anlatılmıyor. Bu kitabı mutlaka alın, okuyun ve çocuklarınıza ve torunlarınıza bırakmak için kütüphanenizde saklayın.

Öldürücü saldırı için hazırlanıyorlar

  • İki yıl sonra 1915 Ermeni iddialarının 100’üncü yıldönümü olacak.

Emperyalizm ve onun güdümünde bulunan Ermeni Diasporası, öldürücü saldırı için hazırlanıyorlar. 10 yılı aşkın süredir iktidarda bulunan AKP şimdiye dek her konuda olduğu gibi bu konuda ne yaptı? Ne yapmayı planlıyor?

İlerlemiş yaşına karşın gecesini gündüzüne katarak çalışan, üreten, bu konuda kendi ekonomik olanaklarını da harcayan ve bağrından çıktığı Türk Milletine hizmet etmeye çalışan Şükrü Server Aya ile gurur duyuyorum. Toplumlar kendisine hizmet edenlerle gurur duyar. Aksi, yani Yorgo ve Barzani gibi örnekler ancak hainler için söz konusudur.

Hiç kuşku yok ki;

  • “Ermeni soykırımı” emperyalist bir yalandır!

Bu yalan büyük bir planın ve ulaşılmak istenen hedefin önünü açmak için uydurulmuştur.

Aynen Ergenekon, Balyoz ve benzeri yalanlar gibi.

Bu nedenle yalanların içinde çelişkilerin olması çok doğaldır. Her iki yalanın ve
iftiranın da amacı bölgemize ve ülkemize yönelik olarak hazırlanan emperyalist planların realizasyonudur.

Yalanlar kendi içinde çelişkili olabilir ama 100 yıl arayla ortaya konan bu yalanların hizmet ettiği hedefler açısından emperyalizm tutarlıdır.
Hedef dün Osmanlı, bugün onun halefi Türkiye’dir. Bölgenin istikrarsızlaştırılması, Türkiye’nin büyütülüyormuş gibi yapılıp küçültülmesi, iyice taşeronlaştırılması,
komşularına terör ihracı ve rejim değişikliğidir.

ABD Büyükelçilerine çok kızmayın, onlar emir kuludur;
ülkemize ve bölgemize yönelik planların eşgüdüm (koordinasyon) makamıdır!

Saygılar sunarım.
(29.3.13)

Yalçın Küçük : Pınar ile Büşra Kürtler’in iki anacığı


Pınar ile Büşra Kürtler’in iki anacığı

30 Aralık 2012, 12:58
Pınar ile Büşra Kürtler'in iki anacığı

Prof. Dr. Yalçın Küçük
Pınar ile Büşra’yı yazmayı düşünürken Yale’i, NeHeaven’ı hatırladım, “bir yaşlı Amerikalı var” dediler, Türkler’i pek severmiş, adına Doctor Sheppard diyebiliriz. Ve gittik, Good Heavens, çok sade, çok geniş, sanki varlıklı bir Türk köylüsü, boşa yakın geniş bir odada, bir köylü sandığı, üzerinde Türk bayrağı var. “Türk” dendiğinde gözlerinden yaşlar akıyor. Babası da doktormuş, “bir hasta” olunca “beyaz atına biner” Urfa’yı geçer, hastaya bakar, gelirmiş; para almak yoktur. Hoş, evleri yamaçtaydı, NeEngland’n yamaçları kırmızı çamlarla örtülüdür, çok güzeldir. Sadece tıp tahsili için Amerika’ya dönmüş, bu karı koca artık çok yaşlılardı ama çok güzeldiler ve bizde, bizimle erimişlerdi. Güzel ve devam, Pınar’ın dosyasını, 1999-2000 zamanında Gebze Cezaevi’nde, Büşra’nınkini, Silivri Cezaevi’nde, bu tarihte okudum ve inceledim. Pek Kürdofil haldeler, cızbız köfteyi ağızlarında tükürük ile yumuşatıp Kürtler’in ağzına veren iki anacık olmuşlar ve amma, yine de çocuklar, dosyalarında başka suçları yoktur.
Hâlâ çocukturlar.

ZAMANE KIZLARI

Lenin bize, “ezen” ulusun, “ezilen” ulusa hoşgörü ve şefkatle, bir öğretmen ve bir ana olarak yaklaşmamızı öğretti. Dosyalarına baktığımda gördüm, Pınar ile Büşra aşırı Leninist olmuşlar; güzel, Leninist olmalarına bir itirazım yok, ancak “aşırı” olmak, sol’dan uzaklaşmaktır. Diğer yandan Brecht bize, “yabancılaşma”, alienation kavramını verdi, yararlıdır. Dosyalarına baktığımda, galiba “fazla” yabancılaşmışlar, kendi kavimlerine, Türkler’e “öteki” baktıklarını anladım. Cumhuriyet’ten çok uzaklaştılar mı, bilemiyorum ve bilseniz, korkuyorum. Çünkü son “moda” budur. Fakat yine de bir suç yoktur, ne de olsa “iyi” aile çocukları, “zamane kızları” diyebiliriz, toparlanırlar ve toparlarız. Toparlanmayanları yuvarlarız.

KURULUŞ RÜZGARI

Pınar’ı tanıdığımdan emin değilim, bir kez evlerinde yemeğe çağrılıydım, eczacı annesi ve babası Alp ile yemek yiyorduk; Pınar çocuktu, annesini erken kaybetti, avukat babası Alp’i ise hep severdik, Türkiye İşçi Partisi’nde beraberdik, sonra Behice Boran’la birlikte TKP’li oldular, ben olmadım ve bana çok kızdılar. Olsun, şimdi burada Pınar’ın dedesi İsmail Hakkı Selek’ten söz etmek istiyorum. 1920 yıllarında “komünist” idi, 1960 yıllarında Türkiye İşçi Partisi üyesidir. Avukattı, çok beyefendiydi, çok devrimciydi; bize Cumhuriyet’in kuruluş yıllarını ve sosyalist mücadelenin rüzgarını getiriyordu, çok saygı duyuyorduk ve hepimiz biraz hayrandık. Ve ben İsmail Hakkı Selek’in torununun hiçbir yere bomba koymayacağına inanıyorum. Sosyalist ve disiplinlidir, dedesinden söz ediyorum.

F TİPİ İNSANSIZLAŞTIRMA

Gebze Cezaevi kaynıyordu. Ol tarihte “F tipi” cezaevleri yapılıyordu, işte bunlar, içindeyiz; bütün cezaevleri karşıydı, eylem hazırlanıyordu. F tipini “insansızlaştırma” olarak görüyorduk, bizlerden korkuyorlardı, gardiyanları görmeyecektik, yemekleri bir delikten vereceklerdi, bunu “köpek muamelesi” addediyorduk, şimdi bakıyorum, pek haklıydık. İşte Çanakkale ve Bayrampaşa katliamları bu eylemlerin devamıdır; Gebze ise biraz daha sakindi, ayrıca ben Kürt Koğuşu’nda kalıyordum, Kürtler bu işe, Türk işine uzak duruyorlardı ve yine ayrıca, ben tam bu sırada “erteleme yasası” ile çıktım. Ölümler arkamdan geldiler.

HAPİSTE DAVA İNCELEMELERİ

Yalnız tabii, sadece bir “inanç” meselesi değildir, fazlasına sahip durumdayız. Gebze’de Kürt Koğuşu’nda kaldığımı ifade etmiştim, koğuş arkadaşlarımdan birisi, bu davanın sanığıydı ve tutukludur. Dosya’yı incelememi istedi, çok tartıştık, dürüst, uzun boylu, iyi yüzlü bir Kürt idi; hem kendisini ve hem de ailesini tanıdığım için Pınar’ın durumunu inceledik. Şunu kesinlikle söyleyebilirim, gerçekten bomba patlatıldı mı bilemem; ancak, dosyadaki bütün delil ve bilgilere göre, asla atılmamıştır. Bu sanık arkadaşıma net olarak söylediğim şudur; “Pınar’a isterlerse örgüt üyeliğinden ceza verirler”, o sırada her önlerine çıkanı “pkk üyesi” yapıyorlardı. Ve anlatılanlardan, dosyadan anlaşılıyordu, Pınar adeta bir Jean d’Arc adayı görünüyordu, her işe atılıyordu, çok hevesliydi; hevesi mutlaktır. Koğuş arkadaşlarım da aynı fikirdeydi; “biz istemiyorduk” diyordu, rahatsızdılar. Ama Pınar, Kürtler’in fedakÓAr anacığı olmaya kararlı, kurtuluş yok ve sekiz ciltlik KCK-İstanbul Dosyası’ndan Emine Büşra Ersanlı’yı çok andırıyordu, şimdilerde “aynen öyle” diyorlar. Bu bir ve devam ediyorum.

‘HARİKA ON YIL’
İsmail Hakkı Selek ile 1920 yıllarını andım, bazı insanların uçtukları yıllardı, Nazım Hikmet uçanlarımızdan birisidir. Büşra ile, “müjde” ve aynı zamanda “bonne nouvelle” İncil ve tabii “Eski Ahit” ve “Yeni Ahit” anlamındadır, “Harika On Yıl” dediğimiz Altmışlar’a gidiyorum. Sanki Türkiye toptan uçuyordu, uçuyorduk. Çok işaret ettim, dünyada ve Türkiye’de “sol” yükseliyordu ve “sol güzeldir”, left is beautiful, sanki modaydı. O kadar öyle ki, genç ve parlak hanımlar, kocalarından ayrılıp en öndeki
sol aydın ve liderlerle evleniyordu; Sevgi, Ela, Sırma misaldirler.

Sevgi Soysal’ı çok severdim, “Yenişehir’de Bir Öğle Vakti” yazdıkları içinde
en çok sevdiğimdir, Müsteşar Mithat Yenen’in kızı, hastaneden Londra’ya gidiyordu, dönmeyeceğini biliyordum, gittim, üç-dört saat konuştuk; ölüme karşı pek yiğitti, Mümtaz’ı da konuştuk, Sevgi kocasını bırakıp Mümtaz Soysal ile evlenmişti. En yakın arkadaşı Ela idi, yerinde duramayan bir kız, diplomat Tansuğ Bleda ile evliydi; İttihat ve Terakki yöneticisi bir aileden, bıraktı, solcu tiyatrocu Mehmet Keskinoğlu ile evlendi, Reşat Nuri Güntekin’in kızıdır. Sırma’ya gelince, Doğu ile evlendiğinde çok zengin olduğunu duyduk, sonra “az zengin” haberini aldık; çok güzel genç bir hanım, çok zengin Ulagaylar’ın oğlu ile evliydi, bıraktı, o tarihte çok parlak ve çok aktif, bizim Doğu Perinçek ile evlendi. Büşra küçüğüdür, Altmışlı yıllar sonundan bir evliliği ve solculuktan bir hapisçiliği var. KCK dosyalarına bakıyorum, Büşra’nın dosyası sekiz cilt, 2000 sayfadan fazla, okudum ve inceledim, Kürtler’in yeni “anacığı”, Emine Büşra Ersanlı’dır. Bir “Yeni Pınar” diyebiliriz. Akıyorlar ve aktıkları yeri pek biliyorlar.

HAPSE HAZIRLIK
Annesinin de, babasının da soyadları ile birlikte üç ismi var, üç isimliler beni ilgilendiriyor, ancak şimdi yerim ve zamanım yoktur. Öyle anlıyoruz, Kürtler’in Siyaset Akademisi’ne “baş hoca” olduktan sonra Büşra’nın da hiç zamanı kalmıyor; Roj Tv’den Baki Gul telefon etmiş, yedinci cilt, sayfa 2081, “ben sizi televizyona davet edecektim”, istiyorlar, ama mümkün değildir. Çünkü aynı tarihlerde Büşra için, “Diyarbakır’da çok güzel bir toplantı var”, bunu söylüyor ancak “ona da gidemiyorum”, gidemiyor, neden mi, “çünkü önümüzdeki hafta Hindistan’a gideceğim”, cevabı budur. Kürtler Emine Büşra’yı davetlerle boğmaktadırlar. Hapse hazırladıklarından habersizdirler.

Bitmiyor, Büşra, Kürtler’in yeni anacığı’dır, bu Brüksel’de tv programı var ya, üzülüyor, “anne kalbi” diyebiliriz, boş kalmasını istemiyor, telefon üzerine telefon, “yazık”, birisini göndermek istiyor. Ve hepsi polisçe kayıtlıdır, hepsini okumuş durumdayım. Artık hapse hazırdır ve bilmiyor. Bir sabah alırlar.

SİYASET AKADEMİSİ’NİN HOCALARI
Büşra Hanım pek titiz, “Sebahatçim iyi misin”, bu yaman ve cesur milletvekili Kürt kızı Sebahat Tuncel’dir, “iyiyim, sağol Büşra Hoca, sen nasılsın”, konuşma başlamaktadır; Büşra-Sebahat telefonları çoktur ve polislerin kaydındadır. Büşra, Kanal Sekiz programına katılacaktır, Sebahat’ten fikir almak istemektedir; yanlış yapmaktan çekiniyor, çok normal buluyorum. Profesör halidir, televizyonlara boş çıkmak istemiyorlar. Kürtler’in anacığına bu yakışmaktadır. Ancak kavgada yetkin Sebahat, fikirde yetkin görünmüyor; “sen bilirsin Büşra Hoca” havasındadır.

Bir de KCK-Avukatlar iddianamesine sahibiz, okumakla bitmiyor ki, Öcalan “işte bunlardan dolayı da siyaset akademileri üzerinde o kadar duruyorum” demektedir,
cilt-2, sayfa 1330, okuyoruz. “Demek siyaset nasıl yapılır, öğretilmesi lazım”, anlıyoruz; buradan başlıyor. Ama nerede, Yale’den teknik yardıma ihtiyaç çoktur.
İddianame’de, KCK-İstanbul, cilt 8, s. 2221, şunları buluyoruz: “Siyasetçi adayları
Büşra Ersanlı, Doç. Dr. Sungur Savran, yazar Faik Bulut, gazeteci Ragıp Zarakolu gibi akademisyen, siyasetçi, sivil toplum örgütü temsilcisinin derslerine katılana, demokratik siyasetin incelikleri öğretiliyor.” Çok havalı, ancak pek inandırıcı değil, Fak Bulut hiç görünmüyor, Savran açılışta var, Zarakolu’nun sadece açılıştaki mühim konuşmasından haberdar olabiliyoruz.

TÜRKİYE’DE BİR YABANCI
Zarakolu’nun önemli konuşması dosyada yer alıyor ve polis kaydı olabilir, şöyledir: “İlk konuşmayı yapan yazar Zarakolu Kürtçe katılımcıları selamladıktan sonra, siyaset akademisinin tüm dünyada sosyalist harekete önemli ivmeler kazandırdığını anlattı.” Zarakolu sözünü şu şekilde tamamlıyor: “Türkiye’de bunun Kürtler tarafından uygulanmasının anlamlı olduğunu söyledi.” Güzel, yalnız şu sırada, Türkiye’de pek çok partide, akademi veya “parti okulu” var. Olabilir, ne de olsa, artık Türkiye’de bir yabancıdır.

DERS HAZIRLIĞI
Bu dört kişiden sadece Ersanlı ve Zarakolu tutuklandılar ve bırakıldılar. Bu dört hocadan başka, bir de İstanbul Akademisi Başkanı Kemal Seven var ve Kemal Heval’ın, Akademi’de birbirine “arkadaş” deyu hitap ediyorlar, ele geçirilen notlarında, “ideolojik politika” için Büşra Hoca ve “Türkiye Siyaseti” için ise “Büşra-Deniz” yazılıdır. “Deniz”, Zarakolu’nun, herhalde oğlu, Cihan Deniz Zarakolu olmalıdır; devlet üniversitesi misli, dersler, asistanların ve burada Deniz’in omuzlarına bindirilmiş durumdadır. Çünkü ciltlerce, Deniz Hoca’nın derslerinin polis kayıtlarını okuyoruz ama ya içerde telefon ya da dışarıdan mekan kaydıdır ve pek anlayamıyoruz. Ciltleri anlayamadan okumuş bir insan tablosundayım. Ve böylece işleri anlayamadan anlıyorum.

AKADEMİ’DEN DERS NOTLARI
En çok anlaşılır olan şudur: “… (anlaşılamadı) bitane şey var hani bilgi olarak söyleyen… (anlaşılamadı) Allah belalarını versin bu Roma da demiştik, ya Roma’yı kuran bu kardeş… (anlaşılamadı) şey var Roma İmparatoru diye tabir ettiğimiz adam gördüğümüz gibi gerçekten çok büyük bir adamdır…(anlaşılamadı)” Güzel, ders güzele benziyor ama polisler bozmuşlar, bu kanaatteyim; genç Hoca Deniz Zarakolu’nun dersidir.

***

Genç Hoca Deniz’den daha anlaşılabilir bir ders ise şudur: “Şu anda peygamberler direnişi, bakın şunu söyleyebiliriz, bütün şeyi söyleyebiliriz (anlaşılamıyor) bir zenginin cennete gitmesi bir devenin iğne deliğinden geçmesinden daha zor diyen bir anlayışla yola çıkılmıştır.” Burada laik bir yaklaşım ile sosyalist bir felsefe birleşmiş olmaktadır. Ve ben, bunu çıkarıyorum.

ÖĞRENCİ GÖZÜYLE

Öğrencilerin ve Kürtler’in akademiye bakışını da bir polis kaydından öğrenebiliyoruz. Öğrenci Muhsin’i, bir “Erkek Şahıs”, telefonla arıyor, “Naber Muhsinciğim” ilk sözdür. “Okula başladım” ilk cevaptır. Bunun üzerine E.Ş. merak ediyor, Muhsin’in akademide olmasına inanamıyor, “ders mi, alıyor musun, veriyor musun”, konuşma bu minval üzerinde devam ederken, Muhsin, ders aldığını ve “evet, felsefe ve Quantum fiziği” deyince, “E.Ş.”, “ha s.ktir lan” demekten kendini alamıyor, tabii samimiyet ifadesidir. Herhalde yakındırlar, bunu, E. Şahıs’ın “sen oraya mahsustan girmişsindir, hain planların vardır” sözünden anlıyoruz. Önce “tir” oldu, sonra “hain”; suçu Siyaset Akademisi’ne duhul etmesidir.

Sonra yüksek meselelere geçiyorlar, yumuşama var; Muhsin, “evet, temelleri sağlam değil abi, Marksizm falan aşılmış ya yani resmen aşılmak üzere, aşılmış yani” diyor; bu, derslerden yararlanmaya başladığına işarettir. E.Ş. artık hoşnuttur, “aşıldı da”, lafı erkekçe bir tınıya sahiptir. Kapatıyorum.

HER KÖYE BİR AKADEMİ
Sanki Yeni England’ta değil, “Yeni” Türkiye’deler, seviye bunu gösteriyor; ama bu defa da Toroslar’ın en yüksek tepesindeki köyümüzü hatırladım, din âlimimiz vardı, Mıldırbeym, yaşlı ve tabii akrabamız, yamacın üstündeki evimizden aşağıda, bir büyük ceviz ağacımız vardı, buğday tarlamızın ortasında, Mıldırbeym, sırtını koca ceviz ağacına dayar, hiç kalkmazdı. Adının anlamını kimseler bilemedi, meraklıyım, hep sordum ve ancak Farsça öğrenince anladım, “Molla İbrahim”; derslerde Muhsin kadar ilerledim ama çok güzeldi. Şimdi takıldım, neden Akademi’yi bir ceviz ağacının gölgesine kurmadılar, işte bunu anlayamadım, polislerden uzak, kayıtsız ve masrafsız olurdu. K dağlarında, yemyeşil, suları çağlar, dereleri var. Biz saat olarak, karşı tepede, bir ağaca düşen gölgeyi kullanırdık ve Mıldırbeym’i kandırıp, erkenden dereye koşardık. Unutamam. Tavsiye ediyorum.

SUÇ İMALATHANELERİ
Sekiz kalın cilt içinde, Büşra Ersanlı’nın dersini bulamıyoruz, yoktur ve sadece notları var. Hoca, biz hepimiz, yeni bir ders hazırlarken, önce not alırız ve kart çıkartırız, bunlar tek başlarına, in itself, hiçbir anlama sahip değiller. Ancak polisler ve ayrılmazları savcılar, her birine bir cinayet bağlıyorlar. Şimdi bu ülkede, Türkiye’de, suç imalathaneleri var. Ve çok güzel, “hiç bişi” yapamıyorlar. Beş yıl oldu, daha bir “suç” bulamadılar. Kürtler’in anacıkları, işte hal budur.

KÜRT BABACIKLARI
Bir yeni halimiz daha var, bir yardımcı başbakan çıkmış, Füsun Erbulak’ın “Niçin Geç Kaldım” romanını hatırlatıyor, “geç kaldım” diyor, çok ağlar, “ben de dağa çıkarım” buyuruyor. Amed’de, Fethullahi bir polis şefi gelmiş, “dağda ölen Kürt’e ağlarım” ağıtı çığırıyormuş, herhalde yeni aşamadayız. Gerçi Erdoğan arada bir, “hem çıkmam ve hem ağlamam” deyu tutturuyor ama bunu ciltlerde, Erkek Şahıs’tan öğrendik, “mahsustan” yapıyor; pekiştirmektedir. Kürtler’in pek tutkulu ve gözü yaşlı babacıkları olduğunu böylece teyit etmektedir. Herhalde anacıklara ihtiyaç kalmamaktadır ve haber salıyorlar, öyle anlıyorum.

AFORİZMALAR
Güzel ve bitti, ama birkaç aforizma yazmadan kapatamıyorum.

Bir, bu bir siyasi davadır, beş yılda bitmemiş ise, başlarken bitmiştir.

İki, Silivri’de tutuklu yoktur ve hepsi tutsaktır.

Üç, tutukluluk hukuk ve tutsaklık zor işidir.
Dört, hukuk adalet’e ve zor, kılıç’a dayanıyor.

Beş, kılıç ile hapis mümkündür ama üzerine oturmak imkansızdır.

Altı, bir Türk, bir Kürt’ü görmüş, “arkadaşını söyle, kim olduğunu söylerim”,
Türk Kürt’e yardım eder, budur.

Yedi, ne de olsa Kürt’türler, hedefe yaklaştıklarına inandıkları zaman en uzaktadırlar.

Sekiz, bir Kürt bir yobaz ile arkadaş olmuş ve şimdi çok uzaklara kaymaktadır.

Dokuz, “bu kaçıncı” ve bu bir oyundur.
On, yakındır. Oyun içinde oyundur. Alışığız. Kazanırız.

Kaybettiler.

Cumhuriyet’i kaynatamadılar.

Tehlikede olan yobazizmdir. Çünkü Menemen’e dönüş ve Kubilay’a yürüyüş zamanındayız. Katliama duyarlılıktır.
=================================================
Dostlar,
75 yaşındaki bilge Prof. Dr. Yalçın KÜÇÜK bilmem kaç yıldır Silivri’de tutsak..
Son  yazısı : Pınar ile Büşra Kürtler’in iki anacığı..
Bir üstad, bir yüksek zeka..
Yazıyı dikkatle okuyun; bilgelik, inanılmaz bilgi birikimi ve çok yüksek zekayı görmemek olanaksız.
Tutsak iken, kendisini tutsak alanları alaysılayıp sorgulayabiliyor..
Buna ne demeli? Dünya kamuoyu şaşkınlıkla izliyor..
“Tutsaklığın Bumerangı” ya da “Bumerang tutsak”.. mı demeli??
Salın bu insanları, ille de yargılayacaksanız tutuksuz yargılayın..
Yalçın Küçük üstat; 2013 çok başka olacak; gene kazanacağız, inan bana..

Daha, daha.. güzel – güneşli günler göreceğiz…

Sevgi ve saygı ile.
31.12.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Doğu Perinçek : Halkı horozlar uyandırmaz

Halkı horozlar uyandırmaz

Doğu Perinçek
Aydınlık, 30 Eylül 2012

Merakla izliyorum Osman Özbek generalimizi.

23 Eylül 2012 Pazar günü Ulusal Kanal beyazcamından “Milletimiz artık uyanmalı” diye alışılan çağrısını yaptı.

Halkı kim uyandırır ?

Millet, çağrılarla uyanmaz Sayın Komutanım.

Millet uyandırılır.

Millet, örgütle uyandırılır, Partiyle uyandırılır.
Şöyle bir dünya tarihine bakalım, kendi tarihimize bakalım. Kendiliğinden uyanmış bir millet var mı? Bireysel çağrılarla yerinden doğrulan bir halk görülmüş mü?
“Uyan Yâr” diye Yukarı Fırat havzasında olağanüstü bir maya vardır. En güzel Zülküf Altan söyler.

Sevgiliyi karşı yamaçlardan veya balkonunun altından “Uyan yâr” diye seslenerek uyandırabiliriz. O yâri hatta horozlar bizden önce uyandırmış da olabilir.
Ancak halkı horozlar uyandırmıyor; örgütler uyandırıyor; siyasal partiler uyandırıyor.

Uyandırmak nedir?

Çünkü halk için uyanmak, bir işe uyanmaktır, hayatı değiştirmeye kolları sıvamaktır.
O nedenle halk, ancak o işe önderlik edecek örgütün çağrısına ikna olur. Tarihte bütün uyanışlar, yedi iklimde böyle olmuştur.

Uyan çağrısı, hayatı değiştirelim çağrısıdır, uygulamaya yönelik bir çağrıdır.
O zaman o uygulamanın aracını millete göstereceksiniz.
Yani Arşimet gibi bir manivelanız olacak ki, dünyayı yerinden kaldırasınız.
O kaldıracı, o örgütü göstermeden, halkı uyandıramazsınız.
Halk, toplumun siyasal iktidar mevzisinden değiştirildiğini biliyor.
Halkı bugün, “sivil toplum kuruluşu” diye adlandırılan dernekle, cemiyetle iktidar mücadelesine seferber edemezsiniz.

O nedenle biricik uyandırma aracı, siyasal partidir.

Bunu en iyi askerlerin anlaması gerekir.

Mangalar, takımlar, bölükler, taburlar, alaylar, tugaylar, tümenler halinde örgütlenmeyen ve piyade, topçu, istihkâm, levazım, hava ve deniz kuvveti diye sınıflandırılmayan bir ordu, nasıl savaşamazsa, halk da örgütlenerek siyasal mücadeleye seferber edilir.

Halkı harekete geçirecek olan işte o örgüttür; daha doğrusu partidir.
Önüme hangi örgütle hangi kişi koyuyorsunuz?

E. Tümg. Osman Özbek, sevdiğim, saydığım, mert, cesur, birikimli bir aydınımızdır.
Elinde demir asa, ayağında demir çarık gitmediği yer kalmadı.

Banu Avar da öyledir.

Gider ve millete “uyanın” derler.

Millet ise, içinden “Peki uyandım, benim önüme hangi teşkilâtla, hangi görevi ve hangi işi koyuyorsun” diye kendi kendine konuşur ve coşkulu söylevi alkışlar.
Yalnız E. Tümg. Osman Özbek değil, konferanstan konferansa koşan nice aydınlarımız var.

Sonra bu milletin büyük yazarları var.

Hepsi tek at tek mızrak uyan çağrıları yapıyor ve nerdeyse her gün “Bu millet niçin uyanmıyor” diye yazıklanıyorlar.

Peki sen niye örgütlü değilsin?

Örneğin çok sevdiğim, çok değer verdiğim Oktay Akbal ağabeyim, Bekir Coşkun, milletin uyanmayışından en çok acı çeken yazarlarımızdandır.

Millete uyan çağrısı yapan aydınlarımız, haklarını yememek gerekir, “örgütlenin” nasihatinde de bulunuyorlar. Hep aklıma gelmiştir.

Onların konuşmalarını dinleyen, yazılarını okuyan insanlar, içlerinden “Peki sen niye örgütlü değilsin” diye sormuyor mu?

Yani partileşmek, ayak takımına gereklidir de Oktay Akbal ve Bekir Coşkun’a gerekli değil midir?

Halka örgütlenin öğüdü verenler, kendilerini bu öğüdün üstünde mi görüyorlar?
Halkı örgütleyenler önce kimi örgütledi?

Milleti uyandıranlara, halkı örgütleyenlere bakalım, önce kendilerini örgütlediler ve o örgütle halkı uyandırıp örgütlediler ve harekete geçirdiler.

Halkın öncüsü, halkı örgütlemeye kendisinden başlar.
Namık Kemal ve arkadaşları, Belgrat Ormanlarında Yeni Osmanlılar Cemiyeti’ni (ilk adı
İttifakı Hamiyyet) kurmasalardı, milleti kim, nasıl uyandıracaktı ve örgütleyecekti?
O genç devrimciler Askeri Tıbbiye’nin bodrumunda İttihat Terakki’yi kurmasalardı, 1908 Hürriyet Devrimi’ni kim, hangi milletle yapacaktı?

Mustafa Kemal Paşa, niçin Müdafaai Hukuk Teşkilâtına katıldı?

Çünkü milleti uyandırmanın çağrılarla olmayacağını biliyordu.

Sivas Kongresi’nden sonra yapılan Heyeti Temsiliye toplantısının 13 gün süren müzâkere tutanakları, İstiklâl Savaşı’nın başarı sırlarını verir.
Orada Mustafa Kemal Paşa, kurulan Millî Teşkilâtın iktidar hedefli bir siyasal parti olduğunu ısrarla vurgular
(Bkz. Atatürk’ün Bütün Eserleri, c. 5, s. 163 vd, 182 vd, 197 vd, 212 vd, 242 vd, 250 vd, 273 vd, 291 vd, 300 vd).

Milleti o Teşkilât uyandırmış, örgütlemiş ve seferber etmiştir.

Aydın tanımı

Partili olmak, yalnız uyandırma yeteneği değil, aynı zamanda aydın tanımıdır.
Mustafa Kemal Harbiye sıralarından başlayarak İhtilâl örgütü üyesiydi.
Vatan ve Hürriyet, İttihat ve Terakki, Müdafai Hukuk, Cumhuriyet Halk Fırkası içinde örgütlü mücadele, Atatürk’ün genç zabitlikten son nefesine kadar siyasal hayatının özetidir.

Ve kendi parti üyeliğini, Cumhurbaşkanlığından daha önemli gördüğünü de ifade etmiştir.
Partili olmak, hayata müdahale için biricik konumdur.

Bu nedenle Lenin ve Gramsci aydını, sınıfların öncü kesiminde yer alma eylemiyle, partili olmakla tanımlamışlardır.

Uyandırma Servisi

Fikret Otyam, gazetecilerin piri, bu toprakların ressamı ve Partili.

Prof. Dr. Özdemir Nutku, tiyatromuzun kıdemlisi ve teorisyeni, hem Shakespeare’i Türkçeye kazandırdı, hem Partili.

İrfan Yalçın, Türk romanının ustalarından ve Partili.

E. Tuğg. Servet Cömert, E. Korg. Yaşar Müjdeci E. Kur. Alb. Cemalettin Korkut ve E. Tuğg. Noyan Umruk; vatan görevine Partide devam ediyorlar.

Hayati Asılyazıcı, tiyatro eleştirmenlerimizin kıdemlisi ve Partili.

Osman Şahin, sonsuza yürüyen hikâyeci ve Partili.

Sarper Özsan, müziğimizin ustalarından Parti üyesi.
Levent Kırca, tiyatromuzun ustası ve yüz akı. “Kararım karardır” diyor.

Hüseyin Haydar, zor günlerin usta şairi ve Partili.

Ve Öner As’ın pusulası:

Değerli Başkanım,

1962-65 senelerinde tam 36 ay askerlik yaptım.
19 Mayıs günü Partimize katılarak,bundan böyle ASKERLİĞİME, PARTİMİZDE devam kararı aldım. Kadıköy Şubesi askerliğimi kabul ettiler,
Çok mutluyum. Saygılarımı kabul etmenizi rica ederim. Öner AS

Türkiye halkını Uyandırma Servisi, İşçi Partisi’dir.

21. YÜZYIL TÜRKİYE’sinde AYDIN SORUMLULUĞU / Intelligentia’s Responsibility in the 21st Century of Turkey

Aydin_sorumlulugu_1.6.12