Etiket arşivi: Başbakan R.T. Erdoğan

Berkin ELVAN da Öldü / Öldürüldü; İktidarın 7. Açık Cinayeti!


Berkin ELVAN da Öldü / Öldürüldü; İktidarın 7. Açık Cinayeti!

Dostlar,

Zindanlardan yurtseverler salıverilirken buruk da olsa, her şeye karşın “sevinirken”

BERKİN ELVAN yavrumuzun 9 aylık direnmenin ardından
Hak’ka yürümesi içimizi yaktı.

  • MUT- LA – KA ama MUT – LA – KA katil zanlılarının yargı önüne çıkarılması gerek. Bunun için yeter kanut ve MOBESE kayıtları bulmak hiç de zor değil..

Başbakan R.T. Erdoğan zerre kadar vicdan sahibi ise,
Berkin’in ailesin ziyaret etmeli,

  • “EMRİ BEN VERDİM” dediği için özür dilemeli ve kamuoyu önünde kolluğa
    açık ve kesin buyruk vererek polis cinayetinin aydınlatılmasını istemeli ve
    hızla sağlamalıdır.
  • Bu, eli kanlı iktidarın, halkın meşru Gezi direnişinde  7. açık cinayeti,
    artık yeter!
  • Hesabı mutlaka sorulmalıdır, sorulacaktır! 

Aynı bağlamda Cumhurbaşkanı Gül’ü de kaçınılmaz insanlık görevine çağırıyoruz..

Cumhuriyetin savcılarını da elbette..

Türkiye Sosyal Hizmet Uzmanları Derneğinin basın açıklamasını paylaşmak istiyoruz.. Bu arkadaşlarımızı İNSAN DUYARLIKLARI için kutluyoruz.

2 görseli biz ekledik..

Berkin ELVAN da Öldü / Öldürüldü; İktidarın 7. Açık Cinayeti!

Sevgi ve saygı ile.
Derin üzüntü ve kaygı ile
11 Mart 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

========================================

Berkin ELVAN da Öldü / Öldürüldü; İktidarın 7. Açık Cinayeti!

From: Zeynep Mutlu <zmutlushu06@gmail.com>
Date: 11.Mar.2014 13:54:09
Subject: Re: [cocukgelinlerehayirplatformu] Gündem Çocuk Derneği: Berkin için..
To: cocukgelinler@googlegroups.com

Basına ve Kamuoyuna,

Çocukların haklarını korumayı ve geliştirmeyi odağına almış sosyal hizmet mesleğinin temsilcileri olarak bizler, tüm çocuklar gibi Berkin ELVAN‘ın da

  • en temel hakkı olan yaşam hakkının korunamamasından, 

yaşam hakkını koruması gerekenler tarafından öldürülmesinden dolayı
büyük üzüntü duymaktayız.

Kamuoyuna yansıdığı kadarıyla 270 gün boyunca,
Berkin ELVAN‘ın katil zanlılarının ortaya çıkartılamadığı görülmektedir.

Gezi Parkı olaylarında, demokratik haklarını kullanırken yaşamını yitiren öbür yurttaşlarımızın katil zanlılarının bulunmadığı, yargılanmadığı gibi, Berkin ELVAN’ın da katil zanlısının / zanlılarının da yargılanmayacağına ilişkin kaygı taşıdığımızı belirterek, Berkin ELVAN’ın katil zanlılarının bir an önce bulunmasını ve adil bir biçimde yargılanmasını talep ediyoruz.

Ailesinin ve Berkin’i ailesinin bir üyesi olarak gören herkesin acısını paylaşıyor, başsağlığı diliyoruz.

Türkiye Sosyal Hizmet Uzmanları Derneği
www.shudernegi.org.

11 Mart 2014 12:01 tarihinde ezgi koman <ezgi@gundemcocuk.org> yazdı:


BERKİN ELVAN’I YİTİRDİK

 

269 gün önce evinden ekmek almaya giden 15 yaşındaki Berkin Elvan, polis tarafından bir tehdit olarak görülerek vurulmuştu.
Bu sabah, olayın ardından 269 gün sonra, Berkin Elvan’ı yitirdik…

Kimi kez yalnızca üzüntü ve öfke olur…
Söylenecek söz kalmaz.
Şimdi de öyle…

Biz biliyoruz ki bu ülkede “çocuk olmak” çok zor…
Çocuklar için başka bir yaşam kurmak çok zor…

Ama Berkin bize 15 yaşında, 16 kalan kilosuyla direnmeyi bir kez daha gösterdi…O’nun kaldığı yerden devam edeceğiz…

Bundan sonra Berkin için, yaşamını yitirmiş tüm çocuklar için…
Hep birlikte…

GÜNDEM ÇOCUK DERNEĞİ

ÇOCUK HAKLARI MERKEZİ / 11.03.2014


Gündem: Çocuk!

Her çocuğun hak sahibi, eşit, özgür ve onurlu birer birey olarak, barış içinde, iyi ve mutlu bir yaşam sürmesi için çocukların yararına bütüncül bir dönüşümü ısrarla savunan bir sivil toplum örgütüdür. Çalışmalarını
çocuk hakları alanında yaşanan sorunların temelindeki paradigmanın değişmesi, savunuculuk, ağ çalışmaları ve katılım programları altında, öncelikli çalışma arkadaşları olan çocuklarla birlikte sürdürür. 

Gündem Çocuk Derneği
Çocuk Hakları Merkezi 
Tunalı Hilmi Caddesi No:54 Kat:4 Daire:8 06660 Kavaklıdere/ Ankara
Tel&Faks: 0312 437 76 41 e-posta: info@gundemcocuk.org
www.gundemcocuk.org
https://twitter.com/gundemcocuk
https://www.facebook.com/gundemcocuk
İktidarın 7. Açık Cinayeti!

Gölgede kalmış bir portre: Bilinmeyen İnönü

Gölgede kalmış bir portre: Bilinmeyen İnönü

ATA ile

 

 

 

 

 

 
Dostlar,

Soner Yalçın, inanılmaz gazetecilik örnekleri veriyor.
Uğur Mumcu yaşasa ve Soner Yalçın’ın yazılarını okusaydı çok gönenirdi; çaldığı mayanın “araştırmacı gazetecilik” tuttuğunu görmekten çok mutlu olurdu.

Başbakan R.T. Erdoğan, 31 Mart 2014 yerel seçimlerinde yitirme korkusu ile her türlü ölçüyü elden kaçırmış gözüküyor. Atatürk’ün kadim dostu – dava ve silah arkadaşı, yoldaşı, 1. ve 2. İnönü Savaşlarının kahramanı, Batı Cephesi Komutanı, Mudanya Kahramanı, Lozan Kahramanı, yıllarca Başbakan, 2. Cumhurbaşkanı İsmet İNÖNÜ‘ye dil uzatacak ölçüde kendinden geçmiş durumda..

Soner Yalçın, aşağıdaki yazı ile, büyük bir incelikle R.T. Erdoğan’a hak ettiği yanıtı veriyor. Bir kez daha bravo İsmet İNÖNÜ’ye ve Soner Yalçın’a; bir kez daha yazıklar olsun Başbakan R. T. Erdoğan‘a…

Sevgi ve saygı ile.
10 Mart 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==========================================

Gölgede kalmış bir portre: Bilinmeyen İnönü

portresi_kasketli


Soner YALÇIN

SÖZCÜ, 9.3.14

Yine bir seçim… Yine Erdoğan, İnönü düşmanlığı yapıyor: “Bakınız, aradık sorduk, diktatörü bulduk.
Ey CHP senin içinde. Kim? İnönü.”

AKP’liler İnönü’yü “faşist” gösteren afişler asıyor.
Erdoğan’ı hiç önemsemiyorum. O pankartı asan AKP’li gençler İnönü’yü tanıyor mu? Onlara İnönü’yü hiç anlatmadık. Hayır, Kurtuluş Savaşı kahramanlığından bahsetmeyeceğim. İnsan İnönü’yü, devlet adamı İnönü’yü yazacağım.
Gölgede kalmış bir kahramanın öyküsünü yazacağım..

Öğrenme meraklısı…

Cumhurbaşkanlığı döneminde fizik ve kimyaya merak sarıyor; fizik öğretmeni
Prof. Hayri Dener ve kimya öğretmeni Prof. Avni Refik Bekman’dan ders alıyor. Çankaya Köşkü’ndeki bir odayı laboratuvar haline getiriyor; Prof. Berkman’ın gözetiminde kimya deneyleri yapıyor. Nobel ödüllü Prof. Heisenberg‘in
fizik seminerine katılıyor.

Sonra motora merak sarıyor; önce şoföründen sonra mühendis general
İhsan Aksoley’den öğreniyor. Hiç bitmiyor merakı; yeni gelişen piller hakkında da,
hidrojen bombası hakkında da bilgi topluyor.
İsmet İNÖNÜ Fransızca biliyor; İngilizce ders alıyor.
Genellikle İngilizce kitap okuyor. Goethe ve Gogol‘a bayılıyor.
Felsefe terimlerini öğrenmeye çalışıyor.
Sanat sergilerine gidiyor; eleştirilerini kendi özel defterine not ediyor.
Mevhibe Hanım‘a 13 Nisan 1916’da evlendiğinde düğün hediyesi olarak piyano alıyor.
50 yaşında viyolonsel çalmak istiyor. İlk dersini, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’ nın viyolonsel sanatçılarından Edip Tezer‘den alıyor. İkinci öğretmeni ise
Hitler Almanya’sından kaçan ve Türkiye’de viyolonsel ekolünün temelini atan
David Zirkin oluyor.
Sevdiği opera Aida.
Safiye Ayla’yı da dinlemekten hoşlanıyor.
Sinemaya ve tiyatroya gidiyor.
Maskeli baloya bile katılıyor…

“Seçimi neden kaybettik”

Ailesine çok düşkün. Anne babası ve akrabalarıyla iftar yapmayı seviyor.
Oruç tutuyor. Sıcak yaz aylarında herkes oruç tutmakta zorlanırken, “kuş gibi geçiyor” sözünü kullanıyor. Gençliğinde 5 vakit namaz kılıyor.
Her dini bayram ve cumhuriyet bayramında CHP’ye gidiyor, partililerle ve halkla bayramlaşıyor.
Malatya’ya her uğradığında mutlaka babasının mezarını ziyaret ediyor.
Mustafa Kemal’den “Gazi” ya da “Paşa”; 1934’ten sonra ise “Atatürk” diye bahsediyor.
Halide Edip’i “komutanları birbirine düşürüyor” diye pek sevmiyor.
Kazım Karabekir gibi yakın dostlarının ölümünde içinin çok yandığını yazıyor; cenazelerine mutlaka katılıyor.

Sevdiklerine “terbiyeli adam” sevmediklerine “fena adam” diyor.
Muhalefette iken hep polis takibine alınıyor; yetmiyor Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın kahramanı Uşak’ta, İstanbul’da polis gözetiminde saldırıya uğruyor; yaralanıyor ama ağzından bir tek kötü söz çıkmıyor.

Adnan Menderes’in idamını durdurabilmek için Berrin Menderes ile Polatkan’ın kardeşleriyle görüşüyor; birlikte hareket ediyorlar ama kurtaramıyorlar.
İnönü Denizler‘i de darağacından alamıyor; kahroluyor.

Siyasette düşmanlığa karşı; siyasi nezakete önem veriyor.
Yıllar sonra cezaevinden çıkan Celal Bayar‘ı ziyarete gidiyor:

“28 Haziran 1969. Celal Bey’in evindeyiz. Hanım, Özden, ben, Ali İhsan (Gögüş).
Onlar Celal Bey, Nilüfer Hanım, Turhan Dilligil. 1 saat kaldık. İyi konuştuk. Ayrılırken odada O’nun teşebbüsü ile öpüştük. Resmi ziyaret faslı bitti. Bundan sonra normal münasebet devri başladı dedik. Memnun ayrıldım.”

14 Mayıs 1950 seçimini kaybedince oğlu Erdal’a yazdığı mektupta şöyle diyor:

“Niçin kaybettik? İnsaflı, insafsız bin bir sebebi var. Fakat en başta geleni değişiklik arzusudur. Bu da milletin hem masum, hem tabii bir arzularıdır.” (22 Mayıs 1950)
Hitler’den hoşlanmıyor; Stalin’e mesafeli. İngilizler’e yakın.

Ne Burak ne de Bilal

Her fırsatta Anadolu’yu dolaşıyor; sorunları özel defterine not alıyor.
Ülke sorunları nedeniyle uyuyamıyor.
Ülkesinin harcadığı bir kuruşu bile defterine yazıyor.
En büyük kâbusu bütçenin denkleşmemesi!
Yağmur yağdığında topraktaki ürünler için bayram ediyor.
Gazi madalyasını kaybedince çok üzülüyor; bulunca çok seviniyor.
Halkevleri’ne büyük önem veriyor; Köy Enstitüleri’ni sık ziyaret ediyor.
Kızların okula gitmesi için uğraş veriyor. Orta öğrenim projesini okuyor; müfredatla ilgili toplantılara katılıyor. Dahi çocukları ortaya çıkarmaya çabalıyor.
Çocuklarını devlet okulunda okutuyor; onlarla Cebir dersi çalışıyor.
Ders notlarını özel defterine yazıyor. “Ömer’in imtihanı başladı…
Ömer’in kimya imtihanı iyi… Ömer’in analitikten imtihanı iyi geçmedi, üzüldük…”

Oğlu Erdal’ın okul saatlerini yazıyor; “8.30 gelme saati… 11.40 öğle paydos saati… 13.40 öğleden sonra gelme… 15.10 paydos… “
Ömer İTÜ’de, Erdal ODTÜ’de öğretim üyesi oluyor.

Mevhibe Hanım ile pastahaneye gitmekten keyif alıyor.
Evlilik yıldönümlerinde eşiyle baş başa yemek yemeye özen gösteriyor.
Eşinin doğum günü 22 Eylül‘ü unutmuyor. Çocuklarının evlilik ve doğum günlerini
birlikte kutlamaktan keyif alıyor. Hediye vermeyi seviyor. Yabancı konuklardan hediye olarak sadece kitap kabul ediyor.

Eşiyle bezik; arkadaşlarıyla briç; ve oğullarıyla bilardo oynamaktan hoşlanıyor.
Babasının küçük yaşta öğrettiği satranca tutkun. Almanya’da çıkan satranç dergisine abone. Satrançta en büyük rakibi Başbakan Şükrü Saraçoğlu… II. Dünya Savaşı gecelerinde sürekli oynayıp gelişmeleri takip ediyorlar. Kimbilir belki de bu strateji oyunu sayesinde Türkiye’yi İkinci Dünya Savaşı’na sokmama başarısı gösteriyorlar.

ABD’nin dış politika konularına ağırlık veren ünlü Foreign Affairs adlı strateji dergisini okuyor.
Votka seviyor
İçki içiyor. Ama dayanıksız; not defterine şöyle yazıyor: “Gece çok içtim bozuldum.” Votka seviyor.
Tenis oynuyor.
Atlara özel merakı var; her fırsatta biniyor; at yarışlarına gidiyor.
Yüzmeyi (deniz banyosu diyor) her yaz yapıyor.
Futbol maçı seyrediyor; yorumda bulunuyor.
Golf kulübüne gidiyor.
Sağlığına çok dikkat etmesine karşın genellikle hastalanıyor.
Kilo almamak için hep rejim yapıyor. Tartılıyor; 70-75 kilo aralığında.
Yaşamının son döneminde 58 kiloya kadar düşüyor. İstese de artık kilo alamıyor.
Sık sık kan tahlileri yaptırıyor. Aldığı ilaçları defterine yazıyor; Sedo-corodil, Cardiographie, Ürodonal, İnsülin, Glucophyline, Neo antergan…
Kolesterol 212 ile 294 arasında değişiyor; 1965 yılında 322’ye çıkıyor.
Şekerini, tansiyonunu hep defterine not ediyor.
60 yaşında sağlık için düzenli yürüyüşe başlıyor.
7 Ağustos 1929’da sigarayı bırakıyor. Fakat her seferinde tekrar başlıyor;
tekrar bırakıyor, tekrar başlıyor.
1928’den sonra Alfabe Devrimi’ne uyarak notlarını Latin harfleriyle yazıyor.
İşte…

Osmanlı’dan Cumhuriyet’e aydınlanmanın ortaya çıkardığı bir devlet adamı portresi…

Vasatlığı, değersizliği, kalitesizliği yüceltiyorsanız; ağalara, şeyhlere, köleliğe boyun eğiyorsanız, bilime değil hurafeye inanıyorsanız; yani zihinsel bir çürüme yaşıyorsanız; İsmet İnönü’yü anlamamanız normal be kardeşim

Bu da İnönü’nün çıkını

İsmet İnönü, 1919-1973 yılları arasında parasal hesaplarını özel defterine yazıyor.
“14 Ocak 1919, Bu gece babamda idim. Batum işinden ziyan etmişler. Bin lira kadar. Pek üzgündü.”
“15 Nisan 1919, Babam ile Şehzadebaşı’ndaki dükkanları gördüm. Bankaya gittim. Mevhibe’nin parasını saydım. (535 lira 90 kuruş.) Benim param bin yüz lira.
“22 Mayıs 1919, (Kardeşim) Hayri’ye elbiselik aldık. 12 çorap aldık. Valideye elli lira verdim.

Başbakanlığı döneminde bile değişmiyor ailesinin masraflarını defterine yazıyor:
“3 Eylül 1927; 200 elbise, 170 oto, 50 Abdurrahman, 250 Fikret’e verildi, 150 bilet,
350 Hayri’nin mektebi için Hüseyin Bey’e, 65 yeni sayyat, 150 Fikret’e, 20 Komisere,
5 hizmetliye, 5 İrfan’a, 10 Hüsamettin’e, 15 Hatçe’ye, 25 Seniha’ya, 20 Hayri’ye,
50 anneme.”
İsrafa çok karşı; özel defterine; “kadınların israfı her şeyde var” diye sitem ediyor.
“10 Temmuz 1929, Gece hanımın hiddeti. Hanıma ev masrafı olarak 1.550 lira teslim ettim.”

Yıl 1949. İsmet İnönü Cumhurbaşkanı…

Erdal İnönü Amerika’dan gönderdiği mektubunda, annesine iki kürk beğendiğini;
birinin fiyatının 1000 $, öbürünün ise 600 $ olduğunu yazıyor.
27 Şubat 1949 tarihli mektubunda İsmet İnönü oğluna şu yanıtı veriyor:
“Kürk hikayesini okudum. Olacak şey değil. O kadar doları bulamayız.
Hemen sözünü geri al. Senin bu kadarcık ihtiyat paran için üç senedir uğraşıyoruz. Hulasa olacak iş değil.”

Evinde kullandığı sobanın siparişini kendi veren bir devlet adamı.
Ev tamirinin giderini bile defterine not eden bir parti lideri:
“25 Eylül 1959, 150 usta: 6 gün duvarcı+25, 60 sıvacı: 3 gün+20, 125 amele:
17 gün+12.5 ve 87.5 tenekeci: 3 gün. Toplam: 422.5”
Borçlanmayı hiç sevmiyor:

“25 Temmuz 1955, Avni Doğan’a 50 lira verdim. Eski borcu olduğunu söylemiş.”
“25 Ekim 1929, Borçlarım: 900 duvardan bulgura, 335 Nazmi’ye, 1.600 kok,
250 tahmini odun-kömür, 200 dişçi.”

“31 Temmuz 1966, Sabahattin’in aylığını verdim. Aylığı 500 lira. Temmuz 12’de gelmiş. 307 hesap ettik. 150 borç vermiştik. 157 borcu verdim. (200 lira verdim, masrafın oldu dedim.)”

Şu zarifliğe bakar mısınız, fazla verdiği parayı bile yazarken parantez içinde belirtiyor, ayıp olmasın diye!
Borcu gibi alacağı konusunda da titiz olduğu görülüyor:
“Osm. Bank. Erdal kömür ve borç 1700, Ziraat aylık: 1.500, İş Bankası borç sigorta 950, Emekli bono 600, Osm. Ömer’e havale doğum borcu: 1.000”
Hırsız bürokratları defterine kaydediyor: “Torbalı Kaymakamı hırsız.
Beyazıt Valisi hırsız. Defterdar da hırsız. Mersin Valisi hırsız…”
Bir kuruşun hesabını soruyor. Vergisini hiç aksatmıyor. Hatta oğluna borç veriyor:

“30 Haziran 1961, İş Bankası Cebeci Şubesi 1360 Erdal’a vergi için.”
Erdal İnönü’nün evlilik gideri bakın İsmet İnönü’nün defterinde nasıl yer alıyor:

“6 Ekim 1957. Hesap hülasası:
7.000 Nişan yüzükleri, 23.500 yüz görümlüğü, 12.500 küpe, 2.250 nikah şekeri,
20.000 düğün, 2.200 gömlekler, 750 fotoğraf ve saire
Toplam: 68.200.
10.000 evvelce verdim, kaldı 58.200.
13.500 nakit borç, oldu 71.700.
38.700 mahsup, 33.000 kalan, 300 Hanım, 1000 Ömer için
38.700.
40.000 çek.”
Anlaşılan düğün giderleri İnönü’nün bütçesini zorluyor. Çünkü…
“2 Eylül 1954: Emekli aylık: 5.227; 3 Aylık 15.681; Damga pulu: 62.72
Toplam: 15.618.28”

*****

Uzatmaya gerek yok; iki hafta önce Erdoğan’ın 20 yıllık çıkınını yazdım.
Sonra telefon tapeleri ortaya döküldü.
İnönü ve Erdoğan’ı karşılaştırın bakalım!
Sözün bittiği yer tam burası değil mi?

Damat üzüntüsü torun sevinci

İsmet İnönü’nün damadı gazeteci Metin Toker Akis dergisinde yazdıklarından dolayı DP döneminde hapse atıldı. CHP lideri İsmet İnönü, damadını ziyaret için
Ulucanlar Cezaevi’ne gitti. Görüştürmediler. Bir not yazıp damadına gönderdi:
“Tarih 11.2.1957
Metin evladım,
Görmek için geldim. Göremedim. Yarın gene gelirim. Acele ihtiyacın neyedir? Nasılsın? Metanetine güvenirim şerefli evladım. İ. İnönü.”
Bu pusulanın ardına Metin Toker şöyle yazdı:
“En ufak bir üzüntüm yok. Üzülürüm, benim için üzülürseniz. Burada iyi bir koğuşa verdiler. Şinasi ile beraberim. Özden size emanet. İnanın ki rahatım da yerinde.
Bir tek ricam var: kimseye benimle alakalı bir kelime konuşmayın ve ne olur;
ne baskı yapın ne baskı kabul edin. Ellerinizden öperim. Metin.”

23 gün sonra…
Eşi cezaevinde iken Özden Toker erken doğum yapıyor; Gülsün (Toker) Bilgehan dünyaya geliyor!
Dedesi defterine not alıyor:
“25.2.1957, Pazartesi saat 4.50
Kilo 3, boy 50 santim.
Doğum evi Zekai Tahir.”
Bir tek cümle kin, intikam yok defterde…
Tek yazdığı kızı Özden ile birlikte damadını sık sık ziyarete gittiği.
Adalet için şunu diyecektir:
Tarih: 22 Ocak 1957

“Adalete siyaset karışmaması için çalıştım. İnkılapların en şiddetli devirlerinde dahi karışmadık. Eski hakimlerin kanaati: Saltanat devri dahil hakimlere bu günkü tesir
hiçbir devirde görülmemiştir.”

İsmet Paşa bir de bu günleri görseydi; ne derdi acaba?

Eminim ki, “boyun eğmeyin” derdi!..

OĞUZ OYAN : YOL AYRIMI


Dostlar,

CHP İzmir Milletvekili Sayın Prof. Dr. Oğuz Oyan’ın bu günkü yazısı
AKP ile Cemaat arasındaki yol ayrımını işlemekte.

Altı çizilmesi gereken küçük bir bölümü şöyle :

  • “Cemaatin mensupları, en ileri gelenleri, bugüne kadar ne getirdiler de Tayyip Erdoğan bunları geri gönderdi? Üniversitelerin hazırlanması, verilmesiyle ilgili adımlardan tutunuz da birçok faaliyete yönelik yapabileceğimiz ne varsa bunları yaptık. Benden geri dönen
    hiçbir şey yoktur. Buna Rabbim şahittir.”(!)

Başbakan R.T. Erdoğan apaçık itiraf ediyor ki,
81 ilde üniversite açılması Cemaat’e teslim edilmesi içindir (ve edilmiştir!);
ülkenin yüksek yararı için değil; ..

Artık diliyoruz ki, AKP’ye oy veren aklı başında yurtsever yurttaşlar gerçekleri görsünler.

Değerli Oyan yazısını şöyle bağlıyor :

  • Silivri’nin düzmece iddianamelerinin
    AKP’nin gerçek yolsuzluk iddianameleriyle

karşılaştırılabilir olmadığına da bir başka yazımızda değinelim.”

Bu yazıyı da merakla bekleyeceğiz..

Sevgi ve saygı ile.
13 Şubat 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

===========================================

YOL AYRIMI

portresi_CHP'li

OĞUZ OYAN
13.2.14 

 

 

Asıl yol ayrımı 2002’den sonra Cumhuriyet çizgisinden sapma olarak kendini gösterdi. Kuşkusuz hazırlıkları çok daha önceye çıkıyor, kurumlara sızmalar onyılları buluyor (RTE bu haftaki Grup konuşmasında Cemaate yüklenirken onyılları bulan örgütlü bir hareketten bahsediyordu). Yerel yönetimlerden başlayan iktidar kullanımları, hatta 1996-97’de merkezi iktidar deneyimi de var. Amaa yol ayrımı AKP dönemiyle birlikte bütünlük, kararlılık ve ivme kazanıyor.

Cumhuriyet’ten sapma ve yerine “yeni bir rejim” inşa etme iddiası, çok büyük bir  lokmaydı. Nevzuhur (yeni ortaya çıkmış) bir partinin %34 oy oranıyla ve üstelik kurumlara sahip olmadan, yargıda söz sahibi olmadan, TSK’yı denetimine geçirmeden, yeni rejim inşa etmek bir yana Cumhuriyeti yıkım projesinde de çok mesafe alması beklenemezdi. AKP’ye müttefikler gerekliydi. İktidarını paylaşmaya mecburdu. Kuruluşundan başlayarak kendi dar çekirdeğinin dışına taşmaya yöneldi.
(Liberal oportünistler ise -bu kavram, “yararlı / kullanışlı salaklar“dan daha açıklayıcı gibi duruyor- gerçek anlamda iktidar paylaşmadan iktidar nimetlerinden nasiplenmek için gemiye atladılar).

AKP dış destek almayı da, içerideki siyasal konsolidasyonunun olmazsa olmazı olarak gördü. ABD desteği olmadan iktidar olunamayacağına veya iktidarda kalınamayacağına iman etmişti. Bu nedenle kuruluştan önce başlayan süreçlerde ABD nezdinde “meşruiyet” aradı.

AKP önce Refah Partisi pratiğinden gelen kamburları sırtından attı.
Siyasal muhafazakarlığını ekonomik liberalizmle eşleştireceğini cümle aleme duyurdu. Erbakan’ın “Adil Düzen” fantezilerine artık yer yoktu.
Milli Görüşçü bir Saadet Partisi‘nin eşanlı olarak kurulması da işini kolaylaştırdı.

AKP’nin başlangıç dönemlerinde iktidarını Cemaatle paylaşması
bir siyasal taban genişletme operasyonundan ziyade,

(i) kendi hakikat rejimini savunacak İslamcı-entellektüel kadroların ideolojik katkısına ve (ii) bürokraside/yargıda üst-orta düzey kadrolara olan yaşamsal ihtiyacıydı.

  • Cemaatin mülki idareye, yargıya, polise, çeşitli bakanlıklara, üniversitelere sızmış kadroları vardı. 

AKP bünyesinde ise, iktidar olanaklarını ele geçirmesine karşın, üst-orta bürokrasiye atanacak yeterli kadrolar bulunmuyordu. Cemaat kadrolarıyla ideolojik-kültürel yakınlık, başlangıçta sorunsuz bir işbirliğini sağlamıştı.

***

Ancak Cumhuriyetin yıkımında epey bir mesafe alındıktan sonra
yeni rejim inşasının rol paylaşımlarında anlaşmazlıklar ortaya çıkmaya başladı.
Yeni ama talî bir yol ayrımına gelinmişti.

– İhtiraslar dizginlenebilse,
– siyasal ve ekonomik iktidar paylaşımında büyük kol güreşlerine girişilmese,
– dünya hegemonuna sadakat çizgisinde kimi yalpalamalar olmasa,

belki kamuoyuna yansımadan sessizce yeni güç dengeleri oluşacaktı.

Tali yol ayırımının işaret fişekleri, Oslo görüşmelerinin basına sızdırılması,
birlikte savunulan 2010 referandumundan sonra HSYK ve yüksek yargıda aslan payının Cemaatin eline geçmesi, 2011 Genel Seçimlerinde Cemaatin milletvekili taleplerinin pek azının karşılanması, 2012 Şubatında MİT Müsteşarına yapılan operasyon, dershanelerinin kapatılması yani Cemaatin önemli bir etkinlik alanının budanması girişimleri vs., karşılıklı çekilen el enselerdi. Bunlar 17 Aralık öncesinde
hâlâ uzlaşma arayışlarıyla birlikte yapılıyordu: 24 Kasım 2013’te Erdoğan gazetecilere şunları söyleyebiliyordu:

  • “Cemaatin mensupları, en ileri gelenleri, bugüne kadar ne getirdiler de Tayyip Erdoğan bunları geri gönderdi? Üniversitelerin hazırlanması, verilmesiyle ilgili adımlardan tutunuz da birçok faaliyete yönelik yapabileceğimiz ne varsa bunları yaptık. Benden geri dönen
    hiçbir şey yoktur. Buna Rabbim şahittir.”(!)

Ama 17 Aralık 2013’teki yolsuzluk operasyonları, yeni kan dökmeler olmadan bir mütarekenin olamayacağını gösterdi. Rejim için talî olan yol ayrımı, şimdi AKP-Cemaat açısından aslî bir önem kazanmıştı. Öyle ki, AKP iktidarı geçmiş dönemdeki
yargı kumpaslarından söz etmeye zorunlu kaldı. Bu konuda niçin çok ileri gidemeyeceğine daha önce değinmiştik.

Silivri’nin düzmece iddianamelerinin
AKP’nin gerçek yolsuzluk iddianameleriyle
karşılaştırılabilir olmadığına da bir başka yazımızda değinelim.

YILMAZ ÖZDİL: YEDİ KAMYON DOLUSU PARA


Dostlar
,

Yılmaz Özdil‘den müthiş bir yazı..

Başbakan R.T. Erdoğan’ın SABAH gazetesini kurtarmak (!) için birilerine ihale vaadi ile özel “salma” salarken bu “seçkin” kişiliklerin aralarında geçen dehşet verici konuşmalar!

Bu “gazete” (?) zaten birkaç yıl önce, devlet bankasından güvencesiz 750 milyon dolar kredi ile Başbakan’ın yakınlarına ikram edilmişti.. Kredi ödenemeyince “sorun” (!) doğdu anlaşılan.. Eee, koca Başbakanın yakınlarının şirketleri, ceridesi (gaz tenekesi!) batabilir mi? Banka alacağı için haciz yürütebilir mi, haddine mi?

S. Demirel‘in söylemiyle Demokrasilerde çare tükenir mi??

Bunlardan “Nihat”, “..daha gör bak diyor..”

  • bu milletin a..ına koyacağız diyor!

Eğer Yüce Tanrı’nın adaleti varsa bu alçaklara haddini mutlaka ama mutlaka bildirecek;
dünyayı başlarına yıkacaktır. Ve artık daha fazla gecikmeden..
Sabrımız kalmadı..

İğrenç projelerini mutlaka engelleyecektir..

Bu millet, birtakım gelmiş geçmiş en sefillerin

  • ..”bu milletin a..ına koyacağız..” 

diyerek aşağılayabilecekleri bir güruh – sürü asla değildir..

Ben değilim.. Bu sözleri sahiplerine iade edecek terbiye yoksunluğu içinde de değilim.

Allah belanızı versin sonuna dek… diyorum.. Topunuzun hem de..
Bütün kalbim, gönlüm, hücrelerimle ürpererek ve isyan ederek bunu diliyorum..

“Malsahibi” 3 maymunu oynarsa ben istifa ediyorum..

Kurulu – yıkılmış düzenin adaleti (nerede??) bir yana;
İlahi adalet daha da ayağını sürürse, milletin meşru direnme – isyan ve ihkak-ı hak doğacağını sanırız

  • ..”bu milletin a..ına koyacağız..” 

diyebilen gelmiş geçmiş en sefil insan müsvetteleri ve ülkede güç sahibi
öteki zevat da biliyordur!?

Artık bıçak kütür kütür kemiği kesiyor..

Bu gidiş hayra alamet değil, mutlaka belanızı bulacaksınız..

Sevgi ve saygı ile.
06 Şubat 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=========================================


Yedİ kamyon dolusu para


YILMAZ ÖZDİL

Beyefendi diyor ki…

Pamuk eller cebe!

Mehmet’le Celal, tiko para 100’er milyon dolar veriyor.

Nihat’a telefon ediyorlar, madem beyefendi istiyor, lafı bile olmaz,
bi 100 milyoncuk da ben toka edeyim bari
 diyor.

İbrahim’in haberi oluyor, daha cazip bi öneri getiriyor, üçüncü havalimanı ihalesine beni de dahil edin, 150 vereyim diyor.

*

Biri kıllık yapıyor; kardeşim diyor, sen 100 milyon dolar veriyorsun ama,
şakır şakır ihale kaptın, ben henüz ihale mihale almadım, niye para ödeyeyim?
 Makul bi soru tabii… Alt tarafı 20 bin liraya köşe yazarı kiralamak varken, niye 100 milyon dolar ödesin?
Ayda 5 bin lira maaşa yalama yapan gazteci bile var.

*

Kıllık yapanı ikna ediyorlar.

Kardeşim diyorlar, henüz ihale kapmadım diye endişelenme, biz de keriz değiliz herhalde, bu paraları sokaktan toplamıyoruz, verilmesi gerekiyor ki, veriyoruz, nasıl olsa bir yerlerden katbekat çıkaracağız bu parayı diyorlar.

*

Kıl’ın aklına yatıyor, ödüyor.

*

Bir başkası, kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez, ödemesine ödeyeyim ama, o kadar nakdim yok diyor.

Dert ettiği şeye bak Allah aşkına… İleri demokrasilerde çare tükenmez. Akıl veriyorlar, yol yordam öğretiyorlar, Ziraat bankasına koş, selamımızı söyle, tıkır tıkır kredi çek, kap getir papelleri diyorlar.

*

Getir demesi kolay…

100 milyon dolar bu.

Ayakkabı kutusuna sığmaz.

Üstelik…

Memleket hırsız dolu.

Maazallah çalınırsa?

*

Düşünüyorlar, taşınıyorlar.

Zırhlı minibüslerle taşıyorlar.

*

(Önceki akşam, Halk TV’de Abdüllatif Şener’i seyrediyorum,
sırf bu mevzuda dönen 630 milyon doları hesap etti…

Türk Lirası’na çevirdiğinde, yedi kamyon dolusu para ediyor,
anca sığıyor.)

*

Neyse… Teslimat tamamlanıyor. Keyifler yerine geliyor. Sohbet başlıyor. Biri gevrek gevrek gülerek, bak görüyorsun yeraltından nasıl çalışıyorum diyor. Öbürü, biliyorum diyor, Nihat’ın ağzı kulaklarına vardı diyor. Gevrek gevrek gülen arkadaş,

daha gör bak diyor,

  • bu milletin a..ına koyacağız diyor!

*

Ben en çok bu müteahhidimizin görüşlerini takdir ettim.

Yerden göğe kadar haklı…

Çünkü, milleti donuna kadar soyuyorlar, millet itiraz edeceğine, soyuyorsa beni soyuyor sana ne diye savunuyor, kavga ediyor.

*

E bu şartlarda n’aapsın Nihat?

Koymazsa kabahat.

Başbakanın Brüksel ziyaretinin düşündürdükleri


Dostlar
,

Birkaç günlük “teknik” (?!) sıkıntıların ardından yeniden sitemize yazılar koyabiliyoruz.

Elde olmayan aksaklıklar için bağış dileriz. Bu sırada bizimle bağ kurarak soran,
destek veren izleyicilerimize ilgileri için teşekkür ederiz.

*****

Dış politikanın birikimli ve deneyimli uzmanı Sn. Dr. Onur Öymen,
Başbakan R.T. Erdoğan‘ın Brüksel gezisini aşağıdaki gibi irdeledi..

Sayın Öymen hala Türkiye’nin AB’ye üye alınabileceğini düşünüyor sanırız.
Bir de AKP’nin Türkiye’yi gerçekten AB’ye üye yapmak istediğini!?

Biz ikisine de katılamıyoruz..

İsmet İnönü‘nün başbakanlığında 1963’te yani 51 yıl önce yapılan başvuru
“hala” sonlanmadı ise, umudu sürdürmek için çok ama çok sıkı gerekçeleriniz olmalı. Tersine Türkiye’nin eli zayıflıyor ve nedense (!) AB; Türkiyesiz yapamayacağını, ülkemizin vazgeçilmez önemini bir türlü kavrayamıyor.. (!)

Bizce göre köklü bir rota değişiminin zamanı gelmiş ve geçmektedir..

  • Türkiye yönünü biraz da Doğu’ya, Avrasya seçeneklerine dönmelidir.
  • Tam bağımsızlığının üstüne titreyerek;
    dengeli, karşılıklı çıkarları titizlikle kollayarak..

Ve bu olanaklıdır.. Büyük Atatürk’ün dış politikası, meslektaşımız Dr. Tevfik Rüştü Aras yönetimindeydi 1925 -37 arasında kesintisiz 12 yıl ve temel ilkesi,

  • “Bizim dış politikamız basit ve doğrudur. Herkesle dostluk kurmak isteriz.
    Ancak kimseyle ittifak ve bloklaşma yapmayız..”

Bu ilkelerin sürüdürülmesi sayesindedir ki, İsmet İnönü‘nün Cumhurbaşkanlığı yıllarında (11 Kasım 1938 – 22 Mayıs 1950) Türkiye, usta manevralarla  2. Büyük Dünya Paylaşım Savaşımı (“Dünya Savaşı” diyorlar bir de utanmadan!) dışında tutulabildi.

Geçen hafta 21. Adalet ve Demokrasi Haftası bağlamında da bir kaç kez yazdık..
Emperyalist Batı ile “siyasal nikah” artık “uzatmalı zor nikah” niteliği kazanmıştır
(Ahmet Vefik Paşa, 1869) ve ülkemizde türlü aydın cinayetlerinin, toplu kırımların,
iç savaş eşiğine ve bölünme sınırına sürüklenmenin başlıca nedenidir.

Sevgi ve saygı ile.
03 Şubat 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

======================================

Başbakanın Brüksel ziyaretinin düşündürdükleri

portresi2

 

Onur ÖYMEN

 

 

Sayın Başbakanın 5 yıl aradan sonra yaptığı Brüksel ziyareti önemli bir fırsattı.

1963 (AS:12 Eylül, o zamanki adıyla AET) Ankara Antlaşması‘nın 28. maddesiyle Türkiye’nin üyeliğini hedef olarak kabul eden AB, özellikle son yıllarda bu hedeften uzaklaştı ve üyelik müzakerelerini savsaklama ve fiilen askıya alma yoluna gitti.

Türkiye’yle aynı gün, 3 Ekim 2005’te tam üyelik müzakerelerine başlayan Hırvatistan süreci tamamladı ve geçen yıl tam üye oldu. Biz daha yarı yola bile gelemedik.
Türk vatandaşlarına vizesiz gezi hakkı konusunda da bizden önce üyelik müzakerelerine başlayan ülkelerin vatandaşlarına tanınan haklar bize tanınmadı.
3,5 yıl sonra bunun sağlanabileceği konusunda muğlak vaatler verildi. Serbest ticaret antlaşmaları konusunda da Türkiye’ye büyük haksızlık yapıldı. 8 Müzakere başlığı
AB Konseyi, 6 müzakere başlığı Kıbrıs Rum Yönetimi ve 4 müzakere başlığı
Fransa tarafından engellenmeye devam ediyor.

KKTC’ye ambargolar sürüyor.

İşte Başbakanın ziyareti bütün bu haksızlıkları sorgulayarak gidermek ve
Türkiye’nin üyelik sürecini sağlıklı bir zemine oturtmak için bir fırsattı.

Ne yazık ki, Türkiye’de yargı bağımsızlığının zedelenmesi ve yolsuzluklar alanlarında yaşanan son gelişmeler ülkemizi sorgulayan bir devlet değil sorgulanan bir devlet durumuna dönüştürdü. Bize yapılan haksızlıkları gündemden düşürdü. AB üyeliğine halkımızın verdiği desteğin büsbütün azaldığı bir dönemde yaşanan bu gelişmeler,
kendi çıkarları açısından Türkiye’yi AB üyesi olarak görmek istemeyenlere fırsat verdi.

Gerçekten AB’ye üye olmak istiyorsak bize yapılan haksızlıklarla mücadeleye
hazır olmalıyız. Bunun için de Türkiye, hukuk, insan hakları, yargı bağımsızlığı,
basın özgürlüğü gibi alanlarda yaşanan olumsuzluklara son vererek
hem vatandaşlarımıza karşı görevini yapmalı hem de karşımızdakilere koz vermemelidir.

Bu da ancak çağdaş dünyanın demokrasi ve insan hakları değerlerini içtenlikle benimsemiş bir iktidarla mümkün olabilir. Bu alanda mevcur iktidar iyi bir sınav veremedi. Şimdi görev Cumhuriyetimizin değerlerine tam olarak sahip çıkacak halkımıza düşüyor. Türkiye’nin bu güçlüklerden ancak demokrasi içinde çıkabileceğine inananların
sessiz kalmaya hakkı yoktur.

Enerji ve Maden İşçilerinin Haklı Mücadelesini Destekliyoruz


Dostlar
,

Maden-İş ve TES-İş Yatağan Şubelerinin enerji ve maden işçilerinin
Ankara’ya yürüyüşlerinin Muğla’da polis tarafından tüm yasalar çiğnenerek engellenmeye çalışıldığını ibretle ve dehşetle izliyoruz..

Bu çırılçıplak FAŞİZMDİR!

Otobüsler akıl dışı tuhaf gerekçelerle engelleniyor, sürücüleri gözaltına alınıyor, ruhsatlara al konuyor, işçilerin kimlikleri alınıyor vs..
Kadın ve çocuklar da ortalıkta; otobüslerden indirilmiş durumdalar..

AKP artık resmen ve iyice saçmalıyor ve hukuku bir kez daha ayaklar altına alıyor.
Olup bitenlerden hiç ders almışa benzemiyor..

Artık aklını başına alması gerek.. Polis – jandarma (Kolluk), bu tür yasal ve uluslararası hukuk ve Anayasa tarafından da (AİHS md. 11 ve Anayasa md. 34) apaçık tanınan
bir hakka zor kullanarak engel oluyor..

Oysa Kolluğun görev tam da tersi!

Yurttaşın bu tür eylemleri YA-PA-BİL-ME-LE-Rİ için gerekli güvenlik önlemlerini almak.

Adı üstünde “güvenlik” güçleri..

  • AKP’nin artık Türkiye’yi normalleştirici adımlar atması gerek..

Yatağan işçileri eşleri ve çocukları ile birlikte gecenin karanlığında YÜ- RÜ -YOR -LAR!

Böyle bir tablo İNSANLIK TARİHİNE GEÇER.. Mahatma Gandhi’nin yürüyüşü gibi..
MAO ve 300 bin yoldaşının 15 yıl süren uzuuun mu uzun yürüyüşü gibi….

Tarih aktörleri yazar ve hükmünü verir; seçim sandığını beklemez ve onun sonucuna da bakmaz.. Başbakan R.T. Erdoğan da artık kendine gelmeli ve ikide bir
30 Mart (2014) seçimini göstererek halkla dalga geçmemelidir..

Siyasal iktidar, Demokrasinin tüm kurum ve kurallarını gecikmeden yaşama geçirmek zorundadır..

Yarın çoook geç olabilir..

  • Ernst Hemingway’in çanları kulaklarımızı sağır ediyor..

AKP’nin yurtsever milletvekillerinin artık ağırlıklarını koyarak
sağduyu ile, sonu karanlık ve de kanlı olabilecek bu akıl dışı gidişe
“dur” demeleri kaçınılmaz olmuştur..

Vebali çoook ağırdır..

Sevgi ve saygı ile.
24 Ocak 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==================================

Yatagan_iscileri1


Enerji ve Maden İşçilerinin Haklı Mücadelesini Destekliyoruz

Maden-İş ve TES-İş Yatağan Şubeleri

öncülüğündeki enerji ve maden işçileri,
Muğla’daki termik santral ve kömür ocaklarının
özelleştirilmesine karşı savaşımlarını sürdürmektedir.

İşçiler; iktidarın özelleştirme inadından vazgeçmemesi durumunda,
23 Ocak 2014 perşembe günü Yatağan’dan Muğla’ya yürüyeceklerini
ve buradan hareketle, özelleştirme ihalesine son teklif verme tarihi olan
24 Ocak 2014 Cuma günü Ankara’da olacaklarını açıklamıştır.

Yatagan_direnisi

Vatan, Cumhuriyet ve Emek birlikteliği;

enerji ve maden emekçilerinin haklı mücadelesinin yanındadır
ve iktidara, termik santraller ve kömür ocaklarının özelleştirilmesinden vazgeçilmesi çağrısında bulunmaktadır.

Gün; soygun düzenine karşı çıkma ve dayanışma günüdür.
Bu nedenle;

Emekten yana,
Özelleştirmeye, taşeronlaştırmaya, soygun ve talana karşı olan,
yolsuzluk ve rüşvet düzenine karşı sesini yükseltecek
tüm halkımızı ve örgütleri,
emekçilerin direnişine destek vermeye çağırıyoruz.

24 Ocak Cuma günü saat 10.00 da Toros Sokak Sıhhıye’de
Muğla’dan gelen işçilerimizi karşılayalım.

EMEĞİ KORUMAK, VATANI VE CUMHURİYETİ KORUMAKTIR.

VATAN CUMHURİYET VE EMEK BİRLİKTELİĞİ

Atatürkçü Düşünce Derneği
Birleşik Kamu İş Konfederasyonu
Cumhuriyet Kadınları Derneği
Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği
Engelliler Konfederasyonu
Memleket Sevdalıları Derneği
Müzik Eğitimcileri Derneği
Tüketici Hakları Derneği
Türkiye Gençlik Birliği
Ulusal Eğitim Derneği

Yatagan_iscileri_Ankara'da_23.1.14

Sevgi ve saygı ile.
24 Ocak 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Teoman Koman’ın Vefatından Alınması Gereken Dersler


Dostlar
,

Sayın Onur Öymen‘in, her zaman yaptığı gibi özlü yazısı aşağıda..

Biz de bu sitede, bu yakıcı sorunu yazmaktan yorulduk neredeyse..

SESSİZ ÇIĞLIK toplantılarından birinde yaptığımız konuşmada da sorunu dillendirerek, yasal gerekçeleri ile, hastalıkları nedeniyle hükmün infazının sürüdürülemeyeceği durumlarda hızla Adli Tıp Kurumu Raporu sağlanması ve tutuksuz yargılanma ya da hükmün infazının ertelenmesini savunmuştuk..

Hatta çarpıcı bir tümce kullanarak, uyarıcı olsun diye,

  • “SİZİ KATİL OLMAKTAN KURTARMAYA ÇABALIYORUZ!” demiştik.

Fakat ilerleme yok.. Adli Tıptan raporlar aylarca çık(a)mıyor.. Veya yaşamın gerçeği ile örtüşmüyor.. Veya Mahkeme kimi raporları görmezden geliyor ve bir bölüm insan içeride “ölümü bekliyor” !

Ölüm açısından özneyi değiştirirsek;

” Uzuuuuuuuuuuuuuuuuuun mu uzun “tutukluluk” süreleri, hüküm kurmadan 6+ yıl bile içeride tutmak, bunun için hep klişe-şablon-standart gerekçeler koymak, adli denetim yöntemlerini görmezden gelmek (yurtdışı yasağı, karakola günlük imza verme, seyahat-iletişim sınırlamaları vb.) kimi kararların Yargıtay’a temyize gitmiş / götürülmüş olmasına karşın gerekçelerini hala, aylarca yazmamak.. Hiç düşünülmez mi,
Yargıtay nasıl temyiz işlevi görecek gerekçesi olmayan kararın??

Bu yargıçların – savcıların hiç mi hiç sorumluluğu yoktur?
En azından görevi ihmal değil midir??
Hatta görevi suistimal = kötüye kullanma!
Bu saptamayı kim yapacaktır?
Sanık ve avukatlarının dilekçeleri HSYK’dan dönmektedir..

Yargıç – savcılar imparator mudur?

Türkiye “polis devleti” olmaktan kurtulmaya çabalarken “yargıç – savcı devleti” ne mi yakalanmıştır?

5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun 141. maddesi
ne anlama gelmektedir?

Tazminat istemi

Madde 141 – (1) Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;

a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,

b) Kanunî gözaltı süresi içinde hâkim önüne çıkarılmayan,

c) Kanunî hakları hatırlatılmadan veya hatırlatılan haklarından yararlandırılma isteği yerine getirilmeden tutuklanan,

d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,

e) Kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilen,

f) Mahkûm olup da gözaltı ve tutuklulukta geçirdiği süreleri, hükümlülük sürelerinden fazla olan veya işlediği suç için kanunda öngörülen cezanın sadece para cezası olması nedeniyle zorunlu olarak bu cezayla cezalandırılan,

g) Yakalama veya tutuklama nedenleri ve haklarındaki suçlamalar kendilerine, yazıyla veya bunun hemen olanaklı bulunmadığı hâllerde sözle açıklanmayan,

h) Yakalanmaları veya tutuklanmaları yakınlarına bildirilmeyen,

i) Hakkındaki arama kararı ölçüsüz bir şekilde gerçekleştirilen,

j) Eşyasına veya diğer malvarlığı değerlerine, koşulları oluşmadığı halde elkonulan veya korunması için gerekli tedbirler alınmayan ya da eşyası veya diğer malvarlığı değerleri amaç dışı kullanılan veya zamanında geri verilmeyen,

k) (Ek: 11/4/2013-6459/17 md.) Yakalama veya tutuklama işlemine karşı
Kanunda öngörülen başvuru imkânlarından yararlandırılmayan,

Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler.

(2) Birinci fıkranın (e) ve (f) bentlerinde belirtilen kararları veren merciler, ilgiliye tazminat hakları bulunduğunu bildirirler ve bu husus verilen karara geçirilir.

*****************

Yapılagelen, apaçık söyleyelim, tasarlanan ve zamana yayılan ÖLÜM CEZASIDIR..
Sözde idam cezası yasalardan kaldırılmııştır!?
Üstelik adaleti gerçekleştirmekten sorumlu yargı eliyle..

Kuddusi_Okkir_cinayeti_gorduk

İlgili yargıç – savcılar için dava açılmalı, Devlet de ödemek zorunda kalacağı
tazminat bedellerini suçlulara rücu etmelidir!

Fakat AKP hükümeti tam tersini yapmış, yargıçları tazminata mahkum eden Haberal davasında yargıçların mahkum edildiği tazminat devlet tarafından yasal düzenleme ile üstlenilmiştir. TBMM neden böylesine Yürütme’nin güdümüne sokulmuştur??

Bu yasal düzeneme Anayasa’nın 40.maddesine apaçık aykırıdır :

  • XV. Temel hak ve hürriyetlerin korunması

Madde 40 – Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlal edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkanının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir.
(Ek:3/10/2001-4709/16 md) Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.
(1) Bu fıkraya, 3/10/2001 tarih ve 4709 sayılı Kanunun 14 üncü maddesiyle “savunma” ibaresinden sonra gelmek üzere “ile adil yargılanma” ibaresi eklenmiş ve metne işlenmiştir.
Kişinin, resmi görevliler tarafından vaki haksız işlemler sonucu uğradığı zarar da, kanuna göre, Devletçe tazmin edilir. Devletin sorumlu olan ilgili görevliye 
rücu hakkı saklıdır.

İdarenin “rücu hakkından vazgeçmesi” Anayasada düzenlenmemiş, tam tersine
Anayasa, İdarenin rücu hakkını saklı tutarak İdareyi rücu ile yükümlü kılmıştır!

Başbakan R.T. Erdoğan bir de “Yargının kendilerine ayak bağı olduğundan” yakınabilmektedir! TBMM çoğunluğu zaten kendisinin 2 dudağı arasındadır; Yargıyı da güdümüne alarak nereye varacaktır ??

DİKTATÖRLÜĞE!

Bir kez daha net olarak ilgili yasa maddesini koyalım :

Ceza_Muhakemeleri_Yasasi_infazi_erteleme

İvedi bir gereksinim olarak ADLİ TIP KURUMU’nun yönetsel, akçal (mali) bakımlardan özerkleştirilmesi, bilimsel açıdan da özgürleştirilmesidir.

Bu bağlamda kurumsal kapasitesi de hızla iyileş(tiril)ecek olan Kurum;
adaletin gerçekleşmesinde bağımsız, hızlı, adil, güvenilir hizmet sunabilir.

ADLİ TIP KURUMU’nun Adalet Bakanlığı’na bağlı olmaktan çıkarılması yaşamsal önem taşımaktadır. HSYK’nın da Başkanı Adalet Bakanıdır ve Müsteşar Kurulun üyesi, Başkanvekilidir!?

Bu sistematik, “gözleri bağlı adalet perisi”nin kılavuzunun siyasal iktidar olması anlamındadır ve demokratik hukuk devletinde güçler ayrılığı ikesine aykırıdır.

Bu tablo, Anayasann pek çok maddesinde geçen fakat özellikle 2. maddede sayılan Cumhuriyetin temel nitelikleri açısından demokratik hukuk devleti adına bir ortaoyunu (tuluat) görüntüsünden öte değildir ne yazık ki!

İlk 3 maddenin değiştirilmesinin teklif bile edilemeyeceğinin 4. maddede yazıldığı da unutulmasın..

Çadır tiyatrosunun meddahları da orta yerdedir..

Türk Ulusu, bu traji-komik durumun daha çok sürdürülmesine izin vermeyecektir.

Son birkaç günde belirtiler (alametler!) arşa çıkmış durumdadır..

  • Başbakan RTE, tam bir çaresizlik içinde, adeta inleyerek nafile çığlıklar atmaktadır.

Muhalefet, halk yığınlarına “etkili siyasal önderlik” yapmak zorundadır .
Önümüzdeki birkaç ayın bu bağlamda iyi değerlendirilmesi yerel seçimlerin,
dolayısıyla siyasal iktidarın yazgısını büyük ölçüde belirleyebilecektir.

“11 yıllık AKP- RTE Fetret Devri” ayracının (parantezinin) kapatılması umudu
çok somuttur.

Yolun sonu görünmüştür.

Sevgi ve saygı ile.
18 Aralık 2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net 

==========================================

Teoman Koman’ın Vefatından
Alınması Gereken Dersler

Portresi_ATA_ile

Onur Öymen

 

Eski MİT Müsteşarı ve Jandarma Genel Komutanı Emekli Orgeneral Teoman Koman vefat etti.

Kendisine Allahtan rahmet, ailesine ve yakınlarına başsağlığı diliyoruz.

15 ay tutuklu kaldıktan sonra, 3,5 ay önce tahliye edilen Koman,
uzun zamandan beri ağır hastaydı.

Benzeri davalarda kimilerinin yargılanmasını önlemek için birkaç gün içinde yasa çıkartabilen bir Meclis‘in, şimdiye dek ağır hasta ve yaşlı tutukluların tahliyesini sağlayacak bir yasa çıkartamamış olması düşündürücüdür.

Uzun tutukluluk kararlarının verilmesindeki yanlışlığı, büyük gecikmeyle de olsa saptayan Anayasa Mahkemesi’nin kararından sonra kimi tutukluların tahliyesinin
hâlâ sağlanamamış olması da bir hukuk devletinde rastlanamayacak bir durumdur.

Öncelikli göevlerinden biri hukukun üstünlüğünü sağlamak olan Meclisin,
bu konuda harekete geçememesinin açıklaması zordur.

Koman’ın ölümü bu konuların bir an önce yasal düzeyde ele alınıp karara bağlanması için bir gerekçe olmalıdır.

SAĞLIK BAKANLIĞINDA BÜROKRAT-DERNEK-ŞİRKET ÜÇGENİ


Dostlar,

Bizim de üyesi olduğumuz Ankara Tabip Odası Genel Yazmanı değerli meslektaşımız Dr. Selçuk ATALAY, Cumhuriyet gazetesinden 2 kesi (kupür) göndermiş..

Sağlık Bakanlığında saadet (sefalet!) zinciri sürüyor..
Başbakan R.T. Erdoğan ise, bu sefaletin en büyük halkalarından biri olan onmilyarlarca dolarlık ŞEHİR HASTANELERİ projesi için “Fakir’in rüyası” (!) masalları anlatmayı sürdürüyor.. Talan perdeleniyor..

Bugünkü SÖZCÜ Gazetesi kapağı da çok sarsıcı bir habere yer veriyor..
Uğur Dündar gene bir araştırmacı – gazetecilik klasiği yarattı ve yazdı..
Biz de bu gün sitemizde yer verdik bu haberlere..
(http://ahmetsaltik.net/2013/12/13/ugur-dundar-kayinpeder-eniste-rusvet-var-bu-iste%EF%BB%BF/, 13.12.13)

Kayınpeder-enişte rüşvet var bu işte!

http://sozcu.com.tr/2013/yazarlar/ugur-dundar/kayinpeder-eniste-rusvet-var-bu-iste-423107/

Katki_paylari_carcur_ediliyor1

  • Bakanlık bürokratları, yurttaşın parasıyla lüks otellerde kurultaylar yapıyor..

Katki_paylari_carcur_ediliyor2İktidardaki siyasal partinin adı “Adalet” ve “Kalkınma” Partisi..

Pek çok toplumun hülyası olan 2 hedef..

  • Adalet ve Kalkınma..

Bu 2 sözcük, çekimine dayanılmaz bir metafor oluşturuyor ve gelmiş geçmiş
en büyük retorik tuzaklardan (takiyye!) birini Türk halkına kuruyor;
11+ yıldır da acımasızca yaşatıyor..

Elbet bu “kan uykusu” sonsuza dek sürmeyecek..

Halkın uyanışı da kendisine kurulan hain tuzağa denk bir silkiniş olacak.
Sorumluları hesap vermekten kurtulamayacak..

TBMM’de dehşet ve ibretle izlediğimiz son günlerin iyice tırmanan akıl almaz hırçınlığı – kör öfkesi, boz bulanık bilinç durumu (konfüzyon mental, bilinçsizliği!) başka nasıl açıklanabilir..

AKP ve aymaz kadroları, artık durdurulamaz eğik düzlemdedirler;
sonucuna katlanacaklardır..

AKP Kütahya Milletvekili Sayın Prof. İdris Bal, istifa ederek,
bu kahredici sonucu görece “erken” ayrımsayabilen vicdan ve zeka sahibi
bir örnek olmuştur.

AKP içinde başkaca “İdris Bal feraseti” gösterecek kimsecikler kalmamış mıdır?? Vardır vardır.. Ama bizce zaman zannettiklerinden çok daha hızlı akıyor.. Bizden anımsatması..

AKP kurucularından ve Başbakan Yardımcılığı yapmış
Sn. Abdüllatif Şener de bu sabah Halk TV’de;

  • “Başbakan Erdoğan, bu ölçüsüz üslubu ile Türkiye’nin başındaki en büyük felaketttir..” saptaması yaptı.

Aşkolsun Türkiye’ye ki, mazohistçe, Stokholm sendromu çağrıştırıcasına
bu siyasal kadrolara katlandı 11+ yıldır.. Artık kara görünüyor..

Sevgi ve saygı ile.
13.12.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net 

Necip Fazıl Kısakürek’in KADIN BACAKLARI adlı şiiri

Dostlar,

Başbakan R.T. Erdoğan konuşmalarında zaman zaman “üstad” diye niteleyerek
Necip Fazıl Kısakürek’ten şiir alıntıları yapar..

Acaba “Üstad” ın aşağıdaki şiirinden de haberli midir??

Ya “dindar gençlik”?? İdol olarak kendilerine sunulan Kısakürek’in,

  • Necip Fazıl Kısakürek’in bir kadın bacağını İsa’nın kör gözleri açan şifalı eline tercih edecek ölçüde putlaştırdığını

biliyorlar mı??

Demek ki, aklı – vicdanı birilerine kulaktan dolma, gözü kapalı teslim etmek
çok tehlikeli bir işmiş.. Araştırıp sıkı sıkı okumak gerekirmiş pek çok kaynaktan..,

Sevgi ve saygı ile.
9.12.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

===============================================

Necip Fazıl Kısakürek

portresi

divider_yesil_fiyonk

KADIN BACAKLARI

Her ayağın bastığı yerde sanki kalbim var,
kalbim ki vahşi bir zevk alır ezilişinden.
Ömrümün geçtiği yolda bana sorsalar,
gidiyorum bir kadın bacağının peşinden.

Bir kadının içinden ağlayışı, gülüşü,
gözlerinden ziyade bacaklarına yakın,
bir lisandır onların duruşu, bükülüşü,
Kadınlar! Onlar varken konuşmayınız sakın.

İnce sütunlardaki ilahi güzelliğe
bacakların ruhudur şekil veren diyorum
bacakları bir kalın örtüde saklı diye
mermerde kalbi çarpan Venüs’ü sevmiyorum.

Boynuma doladığın güzel putu görseler
insanlar öğrenirdi neye tapacağını.
Kör olsam da açılır gözüm, ona sürseler
İsa’nın eli diye, bir kadın bacağını.

divider_yesil_fiyonk

‘Dindar Gençlik’ ve Necip Fazıl Kısakürek’in KADIN BACAKLARI adlı şiiri.……. kolay gelsin;
http://turkspace.com/blog/id_69087-ve-necip-fazil-kisakurek-8217-in-kadin-bacaklari.html, 9.12.13

10. YILINDA SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM : ÇIKMAZ SOKAK!


Dostlar
,

Aşağıdaki adla kapsamlı bir makale yazdık..
Dolu dolu 6 A4 sayfa (11 p calibri)

  • 10. YILINDA SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM : ÇIKMAZ SOKAK!

En_Birinci_Gorev_Saglik_ATATURK

Şöyle başlıyoruz :

Bugünlere nasıl geldik ??

“Sağlıkta Dönüşüm” Programı adıyla gündeme getirilen (Haziran 2003)
“reform paketi”, temelde 3 ayak üzerinde yükseliyor.

  • İlk olarak, 3 sosyal güvenlik kurumunun (Emekli Sandığı, Bağ-Kur, SSK)
    Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) çatısı altında birleştirilmesi sağlandı.
    SGK, finansman rejimi olarak zorunlu Genel Sağlık Sigortası’nı (GSS)
    gündeme koydu.
  • Sağlıkta Dönüşüm” ün 2. temel ayağını, Aile Hekimliği sistemine geçiş oluşturuyor.

 SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM (Health Transformation) politikası Haziran 2003′te
ilk AKP hükümetince yürülüğe kondu. DB ve IMF politikası olduğunu artık bilmeyen yok, reddeden de.. AKP hükümeti 14.11.2002′de kuruldu ve 6 ay sonra kolları sıvayarak,
Atlantik ötesinin istemlerini, onların uzmanlarının açık yönetiminde uygulamaya girişti. Prof. Dr. Recep Akdağ, 10 yılı aşkın süre Cumhuriyetin en uzun Bakanlığını yaptı ve
bu programa siper oldu. Gözü kara uyguladı ve savundu.
Başbakan R.T. Erdoğan’ı da ikna etti. Ulusal uzman ve kurumları hiç ama hiç dinlemedi. “Program” IMF-DB-AB-ABD güdümünde kaskatı uygulandı ve 11. yılına girdi. “Sağlıklı Toplum” başlığı altında AKP’nin “Acil Eylem Planı” nda yer alan SP 30-38 kodları altında 9 alt başlıkta toplanan politikalar hemen tümüyle yaşama geçirildi.

*****

Devamla :

Sağlıkta Dönüşüm” Projesinin Bileşenleri

—  Sağlık Bakanlığı’nın yeniden yapılandırılması, sağlık hizmeti sunucusu olmaktan çıkarılması :
Denetleme + düzenleme? ile sınırlandırma.. (1982 Anayasası md. 56 zorlanarak, çiğnenerek)

—  Hastanelerin işletmeleştirilmesi, sonunda satılması..

—  Birinci Basamak’ın Aile Hekimliği modeli aracılığıyla özelleştirilmesi.

—  Sağlık hizmetlerinin bedelinin büyük ölçüde kullanıcıya yüklendiği ama zorunlu
Genel sağlık sigortası (GSS) ile finansman modeli. GSS trafik sigortası gibi dar.. Kasko isteyene özel tamamlayıcı – destekleyici sigorta!

—  Çalışanların istihdamında değişim : “Sözleşmelilik”, kamu personeli olma,
istihdam güvencesinin kaldırılması..

—  KAÇINILMAZ SONUÇ : Sağlık alanının “kamusal alan” olmaktan çıkarılması.
Türban vb. sorunun “cince” aşılması (!) [Ancak bu dönüşüm de beklenmeden,
30 Mart 2014 yerel seçimleri öncesinde, üstelik bir “yönetmelik” değişikliğiyle hemen tüm kamusal alanlarda (savcı-yargıçlar, polis ve asker dışında) türban serbest bırakıldı; 08.10.2013 tarih ve 28789 sayılı RG’de yayımlanarak yürürlüğe giren; Kamu Kurum ve Kuruluşlarında Çalışan Personelin Kılık ve Kıyafetine Dair Yönetmelik ile 02.09.1925 tarih ve 2413 sayılı Bakanlar Kurulu Kararında değişiklik yapılmasına dair 04.10.2013 tarih ve 2013/5443 sayılı Bakanlar Kurulu kararı]

****************

Ve bağlarken  ;

Sağlıkta piyasa ekonomisinden vazgeçeceksiniz!
Sağlık hizmetleri kamusal olacak.
Aslı – özü KORUYUCU SAĞLIK HİZMETLERİSAĞLIKLI TOPLUM olacak.  O zaman çoook pahalı olan sağaltıcı sağlık hizmetlerine gereksinim azalacak.  Bunu da büyük ölçüde bütçeden karşılayabileceksiniz.
Özel sağlık sektörüne yersiz ve haksız ayrılan kaynaklar ekonominin öbür kulvarlarına kaydırılarak daha verimli kullanılabilecek.. Kalkınma hızlanabilecek;
hem de ek olarak, yaratılan “sağlıklı toplum” itkisiyle (çok istiyorsanız win win!?)..
Peki bu kokuşmuş ve usdışı (irrasyonel), gözü doymaz talan düzenini ne adına sürdüreceğiz? Kapitalizmin ve ağababası Adam Smith’in gül hatırı ve aziiiiiz ruhları hatırına mı?  Hiç gerek yok, olanak da yok! Yukarıda yazdık, Adam Smith’ten bile
sağlık hizmetlerinin piyasalaştırılmasına vize yok:

  • “SAĞLIK HİZMETLERİ,  PİYASAYA BIRAKILAMAYACAK DENLİ ÖNEMLİ, KRİTİK HİZMETLERDİR.” diyor.

Neo-liberal tosuncukların keyfi kaçacak ama tarihsel gerçek böyle..
Büyük büyük dedenizin kemiklerini sızlatıyorsunuz haberiniz ola.
Yolunuz SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM çıkmaz sokaktır!

Salt parasal (moneter) yöntemlerle çıkış yok bu yolda. Herkes aklını başına almalı ve Türkiye,  koruyucu sağlık hizmeti omurgalı, kamusal ağırlıklı sosyal sağlık hizmetlerine geri dönmelidir. 1961’de Prof. Dr. Nusret Fişek‘in öncülüğünde
27 Mayıs Devrimcilerinin getirdiği  SOSYALLEŞTİRİLMİŞ SAĞLIK HİZMETLERİNE.. 224 sayılı Yasa düzenine.. Önünde sonunda oraya dönülecek, geciktikçe sermayeye aktarılan kamu kaynakları (vergilerimiz!) büyüyecek,
halkın yoksullaş(tırl)ması ve sağlıksızlaş(tırlıl)ması da!

  • Türk Ulusu bu harami düzene izin vermeyecek.

********

Kapsamlı makalenin tümünü okumak için lütfen aşağıdaki erişkeyi (linki) tıklar mısınız??

10._YILINDA_SAGLIKTA_DONUSUM_CIKMAZ_SOKAK

Sevgi ve saygı ile.
4.12.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net