Etiket arşivi: Siyasal muhafazakarlığını ekonomik liberalizmle eşleştireceğini

OĞUZ OYAN : YOL AYRIMI


Dostlar,

CHP İzmir Milletvekili Sayın Prof. Dr. Oğuz Oyan’ın bu günkü yazısı
AKP ile Cemaat arasındaki yol ayrımını işlemekte.

Altı çizilmesi gereken küçük bir bölümü şöyle :

  • “Cemaatin mensupları, en ileri gelenleri, bugüne kadar ne getirdiler de Tayyip Erdoğan bunları geri gönderdi? Üniversitelerin hazırlanması, verilmesiyle ilgili adımlardan tutunuz da birçok faaliyete yönelik yapabileceğimiz ne varsa bunları yaptık. Benden geri dönen
    hiçbir şey yoktur. Buna Rabbim şahittir.”(!)

Başbakan R.T. Erdoğan apaçık itiraf ediyor ki,
81 ilde üniversite açılması Cemaat’e teslim edilmesi içindir (ve edilmiştir!);
ülkenin yüksek yararı için değil; ..

Artık diliyoruz ki, AKP’ye oy veren aklı başında yurtsever yurttaşlar gerçekleri görsünler.

Değerli Oyan yazısını şöyle bağlıyor :

  • Silivri’nin düzmece iddianamelerinin
    AKP’nin gerçek yolsuzluk iddianameleriyle

karşılaştırılabilir olmadığına da bir başka yazımızda değinelim.”

Bu yazıyı da merakla bekleyeceğiz..

Sevgi ve saygı ile.
13 Şubat 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

===========================================

YOL AYRIMI

portresi_CHP'li

OĞUZ OYAN
13.2.14 

 

 

Asıl yol ayrımı 2002’den sonra Cumhuriyet çizgisinden sapma olarak kendini gösterdi. Kuşkusuz hazırlıkları çok daha önceye çıkıyor, kurumlara sızmalar onyılları buluyor (RTE bu haftaki Grup konuşmasında Cemaate yüklenirken onyılları bulan örgütlü bir hareketten bahsediyordu). Yerel yönetimlerden başlayan iktidar kullanımları, hatta 1996-97’de merkezi iktidar deneyimi de var. Amaa yol ayrımı AKP dönemiyle birlikte bütünlük, kararlılık ve ivme kazanıyor.

Cumhuriyet’ten sapma ve yerine “yeni bir rejim” inşa etme iddiası, çok büyük bir  lokmaydı. Nevzuhur (yeni ortaya çıkmış) bir partinin %34 oy oranıyla ve üstelik kurumlara sahip olmadan, yargıda söz sahibi olmadan, TSK’yı denetimine geçirmeden, yeni rejim inşa etmek bir yana Cumhuriyeti yıkım projesinde de çok mesafe alması beklenemezdi. AKP’ye müttefikler gerekliydi. İktidarını paylaşmaya mecburdu. Kuruluşundan başlayarak kendi dar çekirdeğinin dışına taşmaya yöneldi.
(Liberal oportünistler ise -bu kavram, “yararlı / kullanışlı salaklar“dan daha açıklayıcı gibi duruyor- gerçek anlamda iktidar paylaşmadan iktidar nimetlerinden nasiplenmek için gemiye atladılar).

AKP dış destek almayı da, içerideki siyasal konsolidasyonunun olmazsa olmazı olarak gördü. ABD desteği olmadan iktidar olunamayacağına veya iktidarda kalınamayacağına iman etmişti. Bu nedenle kuruluştan önce başlayan süreçlerde ABD nezdinde “meşruiyet” aradı.

AKP önce Refah Partisi pratiğinden gelen kamburları sırtından attı.
Siyasal muhafazakarlığını ekonomik liberalizmle eşleştireceğini cümle aleme duyurdu. Erbakan’ın “Adil Düzen” fantezilerine artık yer yoktu.
Milli Görüşçü bir Saadet Partisi‘nin eşanlı olarak kurulması da işini kolaylaştırdı.

AKP’nin başlangıç dönemlerinde iktidarını Cemaatle paylaşması
bir siyasal taban genişletme operasyonundan ziyade,

(i) kendi hakikat rejimini savunacak İslamcı-entellektüel kadroların ideolojik katkısına ve (ii) bürokraside/yargıda üst-orta düzey kadrolara olan yaşamsal ihtiyacıydı.

  • Cemaatin mülki idareye, yargıya, polise, çeşitli bakanlıklara, üniversitelere sızmış kadroları vardı. 

AKP bünyesinde ise, iktidar olanaklarını ele geçirmesine karşın, üst-orta bürokrasiye atanacak yeterli kadrolar bulunmuyordu. Cemaat kadrolarıyla ideolojik-kültürel yakınlık, başlangıçta sorunsuz bir işbirliğini sağlamıştı.

***

Ancak Cumhuriyetin yıkımında epey bir mesafe alındıktan sonra
yeni rejim inşasının rol paylaşımlarında anlaşmazlıklar ortaya çıkmaya başladı.
Yeni ama talî bir yol ayrımına gelinmişti.

– İhtiraslar dizginlenebilse,
– siyasal ve ekonomik iktidar paylaşımında büyük kol güreşlerine girişilmese,
– dünya hegemonuna sadakat çizgisinde kimi yalpalamalar olmasa,

belki kamuoyuna yansımadan sessizce yeni güç dengeleri oluşacaktı.

Tali yol ayırımının işaret fişekleri, Oslo görüşmelerinin basına sızdırılması,
birlikte savunulan 2010 referandumundan sonra HSYK ve yüksek yargıda aslan payının Cemaatin eline geçmesi, 2011 Genel Seçimlerinde Cemaatin milletvekili taleplerinin pek azının karşılanması, 2012 Şubatında MİT Müsteşarına yapılan operasyon, dershanelerinin kapatılması yani Cemaatin önemli bir etkinlik alanının budanması girişimleri vs., karşılıklı çekilen el enselerdi. Bunlar 17 Aralık öncesinde
hâlâ uzlaşma arayışlarıyla birlikte yapılıyordu: 24 Kasım 2013’te Erdoğan gazetecilere şunları söyleyebiliyordu:

  • “Cemaatin mensupları, en ileri gelenleri, bugüne kadar ne getirdiler de Tayyip Erdoğan bunları geri gönderdi? Üniversitelerin hazırlanması, verilmesiyle ilgili adımlardan tutunuz da birçok faaliyete yönelik yapabileceğimiz ne varsa bunları yaptık. Benden geri dönen
    hiçbir şey yoktur. Buna Rabbim şahittir.”(!)

Ama 17 Aralık 2013’teki yolsuzluk operasyonları, yeni kan dökmeler olmadan bir mütarekenin olamayacağını gösterdi. Rejim için talî olan yol ayrımı, şimdi AKP-Cemaat açısından aslî bir önem kazanmıştı. Öyle ki, AKP iktidarı geçmiş dönemdeki
yargı kumpaslarından söz etmeye zorunlu kaldı. Bu konuda niçin çok ileri gidemeyeceğine daha önce değinmiştik.

Silivri’nin düzmece iddianamelerinin
AKP’nin gerçek yolsuzluk iddianameleriyle
karşılaştırılabilir olmadığına da bir başka yazımızda değinelim.