Etiket arşivi: Başbakan Erdoğan

AKP kurucusu Yalçınbayır : ‘Erdoğan, Yüce Divan’lık olacak’


Dostlar
,

Cumhuriyet‘in deneyimli yazarlarından ayın Leyla Tavşanoğlu, bu günkü Cumhuriyet‘te (8.9.13) oldukça önemli bir söyleşi gerçekleştirdi..

Sn. Ertuğrul Yalçınbayır, AKP’nin genel skreterliğini üstlenen,
Kabinede Başbakan Yardımcılığına dek yükselen bir ad..

Halen de bu partinin üyesi..

Dürütçe ve yüreklice, bir hukukçuya yakışır biçimde yalın gerçekleri dile getirmiş.
Tavşanoğlu ustalıkla sormuş, Yalçınbayır da açıklıkla yanıtlamış..

Örn. Suriye’de kimyasal silah kullanımı konusunda “kuşku” nun aşılamdığını belirttikten sonra, hukukçu kimliğinin gereğini yaparak, “Bundan Suriye yararlanır” diyor ve Ceza hukukunun evrensel bir ilkesini öne çıkarıyor.. (Kuşku sanığın lehinedir!)

Umut oldu bu söyleşi bizim için..
326 milletvekilinin tümünün RT Erdoğan’ın kulu – kölesi olduğu savlanabilir mi?

Elbet içlerinde çok iyi eğitimlilier, vcdan – namus sahibi yurtseverler, gerçek dürüst dindarlar vardır ve hatta pek çoktur.

Örn. Obama, Suriye politikası için Kongre üyelerini tek tek ararken, RTE’nin milletin seçilmiş vekillerine bile bu konuda konuşma yasağı koymasının parti disiplini vb. sudan gerekçelerle kabul edilemeyeceğini görmektedirler, göreceklerdir, içlerine simmez..

Sayın Yalçınbayır gibilerin öne çıkmasını, konuşmalarını, RTE’nin ülkemizi felaketlere sürükleyen politikalarını dizginlemelerini yaşamsal önemde buluyoruz.

Teşekkürler Sn. E. Yalçınbayır, dürüstlüğünüz ve yurtseverliğiniz için..

Siz de sağolun Sn. Leyla Tavşanoğu, çok değerli bir söyleşi oldu.

Tüm metni pdf olarak görmek için lütfen tıklayınız :

YUCE_DIVANLIK_OLACAKLAR_ERTUGRUL_YALCINBAYIR

Sevgi ve saygı ile.
Datça, 9.9.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=======================================

Leyla Tavşanoğlu söyleşisi                      :

‘Erdoğan, Yüce Divan’lık olacak’

AKP kurucularından eski Başbakan Yardımcısı Yalçınbayır’dan
hükümete ağır sözler:
Ertugrul_Yalcinbayir_AKP_kurucusu_8.9.13_Cumhuriyet
  • Acaba dünyada kuvvetler ayrılığını benimsemiş hangi parlamento, 
    mahkeme kararlarının bakanlar kurulu tarafından sonuçsuz ve etkisiz hale getirilmesine
    göz yummuştur?
    Bunlar Yüce Divan’lık suçtur.

 

Ertuğrul Yalçınbayır AKP’nin kurucularından. Partinin genel sekreterliğini ve başbakan yardımcılığıyapmış bir isim. İsminin üzerine Başbakan Erdoğan tarafından ilk çizik atılanlardan. Şimdi sade üye. Hükümetin icraatlarını çok sert bir dille eleştiriyor. Tayyip Erdoğan’ı halka şikâyet ediyor. Yüce Divan’lık suçlar işlendiğini söylüyor. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nu da halka doğruları söylemeye çağırıyor.

– Kurucuları arasında yer alıp programı ve tüzüğünün hazırlanmasında
emek verdiğiniz 2001’in AKP’siyle bugünkü AKP’yi kıyasladığınızda
nasıl bir resim görüyorsunuz?

E.Y.- Abdüllatif Şener başkanlığında bir ekiple yazdığımız Ak Parti programının referans noktası evrensel değerlerdi. İnsanoğlunun ortak aklıydı. Partinin tüzüğüyle ilgili Mehmet Ali Şahin başkanlığında bir ekip vardı. Ben zaman zaman oraya da girdim. Orada parti içi demokrasi hakem kurulu kurulması önerisini getirdim. Çünkü demokrasinin hem parti hem ülke içinde derinleştirilmesi ve genişletilmesi lazımdı. Bu kurul hem genel merkezde hem iller düzeyinde olsun nitelikli elemanların bulunduğu genel başkanlara karşı bağımsız ve tarafsız davranacak bir kurul olacaktı.

Biz başlangıçta bu kurulun başkan ve üyelerinin milletvekili adayı olamayacaklarını da tüzüğe yazdık. İlk kurul başkanı Burhan Kuzu’ydu. Kuzu bir gün bana aday olamamaktan yakındı. Ben de o sırada Ak Parti genel sekreteriyim. Bana aday olamamanın insan haklarına aykırı olduğunu söyledi. Ben de madem aday olmak istiyorsunuz, istifa edin, yedekler gelsin, dedim.

Burhan Kuzu hem kurul başkanı olarak kalmak hem de aday olmakta ısrar etti.
Daha sonra Tayyip Bey’i de ikna etmek suretiyle kurul üyelerinin aday olma engelleri kaldırıldı. Sade milletvekillerini kurula, milletvekillerini, bakanları, Tayyip Bey’i bile şikâyet etme hakkını veriyorduk.

– Siz kurula Tayyip Erdoğan’ı şikâyet etmiştiniz. Bunu anlatır mısınız?

E.Y.- O dönem kurul başkanı olan Nurdoğan Topaloğlu’na, “Size Tayyip Bey’i şikâyet edeceğim” dedim. Şaşırdı. Ben sözüme devam ettim: “Tayyip Bey parti programının
şu şu noktalarına muhalefet etmektedir. Bu nedenle onu şikâyet etme hakkımı kullanıyorum.”

Daha da ötesi var. Emin Şirin partiden istifa etmeye karar vermişti. Beni aradı. Şikâyetlerini anlattı. Söylediği hususları Parti İçi Demokrasi Kurulu’na iletmesini, bunların parti içinde düzeltilmesi hususunda demokratik haklarını kullanmasını öğütledim. Nitekim de öyle yaptı.

Emin Şirin daha sonra Ergenekon davasında yargılandı ve 7.5 yıl hapse mahkûm oldu. Emin Şirin demokratik hak arama mücadelesini parti içinde sürdürmüş birisi.

– AKP kurulurken hiçbir biçimde ayrımcılık yapılmayacağına
söz verilmemiş miydi?

E.Y.- Ak Parti’yi kurarken din, bölge, ırk, parti milliyetçiliği yapmamaya söz vermiştik. Yani, partizanlık yapmayacağız, demiştik. Partizanlık ve despotluk partimizin en yoğun mücadele alanları olacaktı. Ama olamadı.

İsyan hakkını kullanıyorlar

Gezi Parkı protestolarına katılanlar baskı altında olduklarını görmüşlerdir.

– Bu uygulamalar çağdaş bir zulümdür.

– İnsanlar BM İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ndeki isyan etme hakkını kullanmışlardır.

– Yıllarca Tayyip Erdoğan hakkında ağzına geleni yazıp söyleyen Yiğit Bulut’un Başbakanlık başdanışmanlığına getirilmesini nasıl karşıladınız?

E.Y.- Biz etik değerlere önem veren bir parti olarak kurulduk. Bu etik değerler dikkate alınmak suretiyle görevlendirmeler yapılmalıdır. Ben Ak Parti’nin bir üyesi olarak
Parti İçi Demokrasi Hakem Kurulu’na bu etik değerlere uygun olmayan tasarruflarla ilgili şikâyet etme hakkına sahibim. Ben şimdi, Sayın Bulut’un Tayyip Bey’in başdanışmanı olmasının partinin ilkelerine aykırı olması nedeniyle şikâyet ediyorum. Partimizin
genel başkanının, başbakan demiyorum, tasarrufu etik değerlerle bağdaşmamaktadır.
Türkiye’de etik değerlerin hem kamuda hem özel sektörde önde gelmesi lazım.
Bütün partilerin el birliğiyle çıkan kanun hemen kişiye özel düzenlemeler için değiştirilebiliyor. Böyle bir yasama meclisi olmaz. Bunlar Türkiye’nin itibarını favkalade zedeleyen hususlar. Bunu yapmaya kimsenin hakkı yok. Kamuda liyakatın ön plana çıkarılması lazım. Bunlar yapılmıyorsa daha kat edeceğimiz çok mesafe var.

– Güneydoğu için yapılan demokratik açılımı nasıl değerlendiriyorsunuz?

E.Y.- Demokratik açılım sadece bir yöreye yapılan özel düzenlemelerle olmaz.
Genel demokratik açılımlarla olur. Türkiye demokrasisi dünyada 88. sıradaysa bunun standardının yükseltilmesi hepimizin sorunudur. Yani Türkiye’nin sorunlarına el birliğiyle sahip çıkılması gerekir.

Onların (BDP) farklı düşünceleri olabilir. Ben Tayyip Bey ve Abdullah Gül’e 2005 ve 2015 yılları arası dönemin Türkiye ve dünyanın cebir ve şiddetten arınmış on yılı ilan edilmesini önermiştim. Sadece ilan etmek yetmiyor. Bu konuda çeşitli çalışmalar yapılmasını söylemiştim. Türkiye’nin zafiyeti sözler ve eylemler arasındaki uyumun sağlanamamasıdır.

– Hükümetin çevreye duyarlı olmadığını biliyoruz. Buna en güzel örneklerden birisi Gezi Parkı’nın yok edilmek istenmesiyle patlak veren ve insanların canlarına mal olan olaylar. Yöneticilerin rant uğruna çevreyi yok etme yerine çevreye olan duyarlılıkları nasıl sağlanır?

E.Y.- Türkiye bilgi edinme hakkını, çevreye saygıyı düzenleyen Aarhus Sözleşmesi’ni 2001’den beri imzalamamakta direniyor. Türkiye dışında Andorra ve Rusya bu anlaşmayı kabul etmiyor. Biz çevre mevre, çevrecinin daniskasıyım, yeşilin hastasıyım diyen başbakanlar gördük. Demokrasinin sandıktan ibaret olmadığı gibi çevrecilik de yeşili sevmekten ibaret değildir. Acaba dünyada kuvvetler ayrılığını benimsemiş hangi parlamento, mahkeme kararlarının bakanlar kurulu tarafından sonuçsuz ve etkisiz hale getirilmesine göz yummuştur?

  • Bunlar Yüce Divan’lık suçtur.

TBMM’de çevre hakkı ihlali nedeniyle hiç bakan ya da bakanlar kurulu hakkında gensoru verildiğini gördünüz mü? Bu seviyeyi, mahkeme kararlarına saygısızlığı gösteriyor.
Bu, toplam demokrasi ayıbımızdır. Gezi Parkı protestolarına katılan insanlar baskı altında olduklarını görmüşlerdir. Bu baskı çevrecilikte katılımın olmaması, mahkeme kararlarına uyulmaması, denetimin sağlanmamasıdır. Bu uygulamalar bana göre çağdaş bir zulümdür.

  • Bu (Gezi direnişi), işkenceye karşı duran insanlar BM İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ndeki isyan etme hakkını kullanmışlardır.

Halkın görüşlerini almadan karar verirseniz, bu demokrasi bakımından maluldür.
3. Boğaz köprüsü, 3. havaalanında halkın katılımı, bilgilendirilmesi tam olarak sağlanmalıdır. Bunları yapmamak apaçık insan hakkı ihlalidir.
İyi yönetime ulaşamazsanız kaliteyi yakalayamazsınız.

Davutoğlu gerçekleri itiraf etsin

– AKP, milyonlarca Müslümanın katledilmesine yol açan Irak işgaline hiç ses çıkarmadı. Mısır’da Müslüman Kardeşler’e yakınlığıyla bilinen Mursi’yi iktidara getiren darbeyi neredeyse kutsarken, Mursi’yi deviren darbeye karşı çıkıyor. Türkiye’yi bir maceraya sürüklediğini düşünmeden Suriye’de Esad rejiminin devrilmesi için çırpınıyor. Acaba bunları neden yapıyor?

E.Y.- Mısır’la, Irak’la ve diğer komşularla “sıfır sorun” derken “sırf sorun” haline gelindi. Buradan Sayın Davutoğlu’na şunu söylemek istiyorum:

Sevgili Davutoğlu, 1 Mart (2003) tezkeresi öncesindeki gece Sayın Başbakan Gül’le görüşmeye girmeden önce elime sarılmıştınız. ‘Abi, ne olur görüşlerinde ısrarlı ol. Israrla Irak’a girilmemesini söyle’ diyen sizdiniz. Bu sadece Irak değildi. Sizin barışla ilgili düşüncelerinizdi. Ya da ben öyle algıladım. O zamanki samimiyetinizi niye şimdi devam ettirmiyorsunuz? Şu anda yapılmak istenenler anayasaya aykırıdır. Uzun yıllar onarılması güç zararlar verir. Sizin, Irak’ın ya da bundan sonra Suriye’nin inşasında kârınız olmaz. Sizin büyük bir zararınız var. Tarihe not düşürüyorsunuz.

  • Demokrasinin en önemli hususu halka bilgi vermektir.”

Erdoğan, Gül ve Davutoğlu vebal altında

– Siz Irak işgali öncesi de ABD’ye uyarıda bulunmamış mıydınız?

E.Y.- Hukuka uygun olmadan, halkları yanıltarak, yalan söyleyerek iş yapıyorsunuz, dedik. O kimyasal silahlar kim tarafından kullanıldı? Onu bilemeyiz ki. O şüpheden Suriye istifade edecektir.

Siz bir taraftan Özgür Suriye Ordusu’nun (ÖSO) Suriye’nin toprak bütünlüğüne yönelik toplantılarını, eğitim çalışmalarını burada yapacaksınız…
Siz gelip geçeceksiniz. Ne iktidarlar geldi, geçti. Ama bizim o halklarla ilişkilerimiz
hep oldu ve olacak. Bunları zedelemeye hakkınız yok. Burada hem Tayyip Bey’in,
hem Davutoğlu’nun hem Sayın Gül’ün büyük veballeri var. Bu vebalin altından kalkabilmek zordur. Kendilerini tatmin etmeye kalkmasınlar. Halkın seçilmiş temsilcileri onların değil bu milletin vekilleri. Onlar özgürleşmedikçe bu ülke de özgürleşmez.

  • Barack Obama tek tek kongre üyelerini arayıp görüşlerini alıyor.
    Bizimki ise nasıl bir yönetim anlayışıdır?

Geri demokrasi böyle olur

– AKP Hükümeti’nin işine gelmeyen herkes hemen kara listeye alınıyor.
En son da İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu’nun boy hedefi haline getirilmesini nasıl karşılıyorsunuz?

E.Y.- Sayın Gül’le 2004 ya da 2005’teki bir konuşmamızda; iyi ki Irak’a gitmemişiz, Sayın İhsanoğlu, seçimle işbaşına gelen ilk İİT genel sekreteridir. Büyük çoğunlukla seçilmiştir. Bizim için İslam ülkeleriyle diyaloğumuz bakımından bir şanstır, dedim. Birkaç defa Suriye’ye iyi ki müdahale edilmediğini söyledi. Yani, kendi çıkarımıza geldiği zaman öyle, gelmediği zaman böyle. Hiçbir demokratik ülke sürpriz bir kararla başka bir ülkeye saldırı ilan edemez; sürpriz bir kararla kendi topraklarının kullanılmasına
izin veremez. Sürpriz bir kararla kendi ordularını başka bir ülkeye gönderemez.
Bu demokrasinin evrensel standardıdır. Biz bunlara ulaşamadığımız için demokraside çok gerilerdeyiz.

PORTRE : ERTUĞRUL YALÇINBAYIR

Hasköy, Bulgaristan, 1946 doğumlu. Dört yaşında ailesiyle birlikte Türkiye’ye
göç etti. Ortaöğrenimini Bursa Erkek Lisesi’nde, yükseköğrenimini İ.Ü. Hukuk Fakültesi’nde yaptıktan sonra avukatlığa başladı. Bursaspor genç takımında
futbol oynadı. 1970’lerde bir süre CHP içinde yer aldı. 1980’li yıllarda Milli Görüş Hareketi’ne yakınlık duydu. 1995’te RP’den Bursa milletvekili olarak TBMM’ye girdi. Kısa sürede parti yönetimini eleştirince RP’den koptu. 1999’da ANAP’tan
Bursa milletvekili olarak yeniden seçildi. ANAP yönetimiyle de sorunlar yaşayınca 2001’de partiden istifa etti. AKP’nin kurucu kadrosu içinde yer aldı. Bir dönem
AKP Genel Sekreterliği’ni yürüttü. Kasım 2002 seçimlerinde AKP’den
Bursa milletvekili seçildikten sonra Abdullah Gül başkanlığında kurulan
58. hükümette başbakan yardımcılığı görevini üstlendi. Ancak parti içi muhalefet yapması nedeniyle ismi Tayyip Erdoğan tarafından çizilerek 2007
genel seçimlerinde aday gösterilmedi.
(Cumhuriyet portal, 8 Eylül 2013)

KÜRT KUŞAĞI SAVAŞI ve YENİ SEVR

Dostlar,

Sayın Ahmet Kılıçaslan AYTAR‘dan müthiş bir yorum ulaştı.

Mutlaka paylaşılmalı..

Sayın Aytar’ın son derece çarpıcı belirlemeleri ve kritik soruları var :

– Mısır’da Müslüman Kardeşler örgütünün tasfiyesi sürdürülmektedir.
– İslamcı radikalizmin tasfiye edilmesi,
– Erdoğan iktidarının desteğinde Cihadçı İslamcı radikal örgütlerin tasfiyesi,
– Kim, NATO’nun 6 adet Patriot bataryalarına güvenebilir? 
– PKK hükümetin adım atması için 1 Eylül’e kadar süre vermiş,
Türkiye’yi tehdit etmektedir
.

– Kim PKK ile yeniden çatışmaların başlamayacağını söylüyor?
– Türkiye yeni bir Sevr’e tabi tutulmaktadır…
………………..

Sayın Aytar’ın bu önemli makalesi özenle okunmalı ve üzerinde fikir jimnastiği yapılmalı.

Teşekkür ederiz Sayın Aytar..

Sevgi ve saygı ile.
Tekirdağ, 29.8.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

===========================================

KÜRT KUŞAĞI SAVAŞI ve YENİ SEVR

Fotoğraf

Ahmet Kılıçaslan AYTAR
ahmetkilicaslanaytar@gmail.com,
29.8.13

ABD liderliğinde bir koalisyon caydırıcılığını azmettirmek, Suriye’de rejimi değiştirme değil, rejimin kimyasal silah kullanımına askeri yanıt vermenin görüntüsünde
geri sayımdadır.

ABD Dışişleri Bakanı J. Kerry ile Rusya Dışişleri Bakanı S. Lavrov‘un telefon diplomasisi, saldırının Haziran’da Kuzey İrlanda/Enniskillen’de G8 Zirvesi‘ndeki mutabakat çerçevesinde yapılacağını gösteriyor.

Destek istenmesi halinde Türkiye’nin vereceği desteğin muhariplik değil, Hava Kuvvetleri’nin koalisyon güçleri uçaklarına eskortluk yapma (High Asset Value Combat Air Patrol) ile sınırlı olacağı bildiriliyor.

*
G8 Zirvesi’nde iç savaşı komşu ülkelere ya da dünyaya yayılma potansiyeliyle Suriye sorununu çözümlemek ve Suriyelilere istedikleri değişiklerde yardımcı olmak kararı alınmış,

İngiltere Başbakanı David Cameron kararı,

  • “Geçici bir yönetimi sağlayacak Cenevre sürecini desteklemek; Irak’tan dersler çıkararak devletin temel kurumlarının geçiş sürecinde korunmasını sağlamak; Suriye’yi islamcı teröristlerden ve aşırılık yanlılarından arındırmak için çalışmak; kimyasal silah kullanımını önlemek; Sünni, Şii ya da Alevi değil tüm Suriyelilerin onayını alan bir Suriye hükümetini desteklemek”
    ifadesiyle açıklamıştı.
*
Kararın açılımı; ABD’nin küresel, Rusya ve Çin’in bölgesel lider olarak çıkarları bileşkesinden Üçüncü Dünya Savaşına yol açmadan,Suriye’de iç savaşın yayılma olasılığının önüne geçilmesi -sonuçta, lider ülkelerin memnuniyeti doğrultusunda Kuzey Irak-Kuzey Suriye hidrokarbon kaynaklarının, suyun ve tarım topraklarının küresel ekonomiye entegrasyonuyla küresel istikrar, güvenlik ve gelişmenin sağlanmasına yönelik adımlar atılmasıdır.
*

Nasıl? Prensipte ABD; Rusya ve Çin’in küresel barış, istikrar ve gelişmeye katkı sağlayacağı iddiası ve yeni bir uluslararası hukukun BM merkezinden küresel sistem ağlarına yansıtılmasıyla yeni dünya statüsünün oluşturulması şartında,
Rusya ve Çin; ABD’nin başlattığı İsrail-Filistin arasında yeni bir barış planında İsrail’e güçlü bir teşviği teminen Suriye iç savaşının önlenmesi ve yeni Suriye’nin kurulmasından -giderek, öbür sorunlar için stratejik müttefikliğin geliştirilmesinde hemfikirdir.

Üstelik ABD ve Rusya, kanıtlanması durumunda Suriye’de kimyasal silah kullanımına sert bir tepki vermek konusunda da anlaşmıştır!

*
O yüzden Batı’da uluslararası camiayı, Kuzey Kafkasya ve Orta Asya’da  Rusya’yı tehdit eder duruma yükselen İslamcı radikalizmin tasfiye edilmesi,
Geliştirilen stratejik ortaklıkla  İran’ın nükleer programı konusunda işbirliğinde olunması,
ABD’nin füze savunma sisteminde Rusya ve Çin ile işbirliği yolundaki engelleri kaldırarak NATO’nun Soğuk Savaş mantığından uzaklaşması ve Stratejik Silahların Azaltılması Andlaşmasının devamına ilişkin adımlar atılacaktır.

*
İşte, İsrail ve Filistin arasında 1967 sınırlarına harfiyen uymak yerine aralarında toprak değişimi yapabilmeleri, İsrail Devleti’nin Yahudi devleti olarak tanınması, yerleşim inşasının dondurulması ve mahkûmların serbest bırakılması gibi konularla barış görüşmelerine başlanmıştır.

Arap Baharı‘nda ABD’nin adına çalışan cihadçı radikal örgütlerin küresel istikrara tehditkâr karakterinin anlaşılması ve İsrail’e güçlü bir teşvik sağlamak üzere -mesela, Mısır’da Müslüman Kardeşler örgütünün tasfiyesi sürdürülmektedir.

*

Geriye, G8 Zirvesi mutabakatı çerçevesinde ABD liderliğinde bir koalisyonun Suriye rejiminin kimyasal silah kullanımına askeri yanıt vermek üzere  bir saldırının yapılması kalıyor.
*
Saldırının ardından oluşan keşmekeşte Erdoğan iktidarının desteğinde Cihadçı İslamcı radikal örgütlerin tasfiyesi,
Yeni Suriye kurulması yolunda güçlü Esad rejimi ordusuna karşı üstünlük sağlayamayan dağınık ve zayıf Özgür Suriye ordusunun müzakerelere güçlü olarak katılmasının sağlanması,
Nihayet  Suriye ve Irak Kürdistan’ında  hidrokarbon kaynaklarının, suyun ve tarımın küresel ve bölgesel liderler arasında  herhangi bir hır-güre mahal vermeden;
Türkiye güneyinde Kürtlerin oluşturduğu tampon bölgenin paralelinde İran’ın batısından, Kuzey Irak ve Kuzey Suriye’de Büyük Kürdistan’dan Doğu Akdeniz’e akıtılması işi kalıyor -ki;
*
Türkiye iktidarı -elbette, toplam 910 km’lik sınır hattı nedeniyle, Suriye ile yaşanabilecek olası askeri gerginliğin yaratabileceği güvenlik kaygılarının farkındadır.
Hava Kuvvetlerinin dost ülke uçaklarına yapacağı eskortluk dışında yaşanacak gelişmeler doğrultusunda 
TSK’nın gerekli göreceği her türlü  adımı atacağından da endişe edilmiyor, fakat,

Kim, ABD liderliğinde bir koalisyonun -şu sıralarda,yukarıdaki amaç için bir askeri operasyon hazırlıkları içinde olmadığını söyleyebiliyor?
Ya da kim, bu operasyon sırasında  Türkiye’nin vereceği desteğinin sınırlı kalacağından emindir?
  • Kim, NATO’nun 6 adet Patriot bataryalarına güvenebilir? 
*
Halbuki, Suriye Dışişleri Bakanı Valid Muallem, muhalefeti destekleyen ülkelerin kimyasal saldırı bahanesiyle ülkesine saldırmak üzere olduklarını söylüyor.

“Suriye’ye saldırmak hiç de kolay olmayacak. Teslim olmayacağız ve elimizdeki
tüm araçlarla kendimizi savunacağız. Herkesi şaşırtacak savunma araçlarına sahibiz.
Dış askeri müdahalenin amacı güç dengesinin kurulması ise bu bir yanılgıdır”diyor.
Kim, Suriye’nin Türkiye’ye saldırıda bulunmayacağını söylüyor?

 
*
Halbuki Türkiye iktidarı, Kuzey Suriye’de 1954’te yapılan nüfus sayımından sonra yüz binlerce Kürt’ün kimliklerinin ellerinden alınması ve vatansız sayılmaları ya da BAAS partisinin iktidara gelmesiyle uyguladığı sınır boyunda yaşayan Kürtlerin sınırdan 50 kilometre uzaklaştırılıp yerlerine Arapların yerleştirildiği  uygulamayı -bu kez, uluslararası çevrelerin tasfiyesine karar verdiği El Kaideci radikal örgütler eliyle tekrar ediyor, bölgeyi boşaltmaya yönelik ambargo uyguluyor ve  bölgeye Arapları yerleştiriyor.
Kim, Suriyeli Kürtlerin bu uygulamaya kayıtsız kalacağını söylüyor?

*
Halbuki PKK, Türkiye iktidarının Demokratik Çözüm süreciyle ilgili herhangi bir hazırlığının olmadığı -aksine,büyük bir savaş hazırlığı içinde olduğu kanaatindedir.

  • PKK hükümetin adım atması için 1 Eylül’e kadar süre vermiş, Türkiye’yi tehdit etmektedir.
  • Kim PKK ile yeniden çatışmaların başlamayacağını söylüyor? 
*
Doğrusu  Başbakan Erdoğan‘ın, eğitildiği
“La şarkıyye la garbiyye illa İslamiyye illa İslamiyye’ hacı cavcav”
kültürüyle, Türkiye’yi Müslüman Ortadoğu’nun bir parçası olarak algılamasının, İslamiyet’in yalnızca bir din değil topyekün bir hayat tarzı olduğu, onun emirlerinin ancak mutlakiyetçilikle uygulanabileceği algısı ve nın dünyanın yeni macerası olduğu anlaşılmıştır -ki,
 Müslüman dünyasına lider olmak hırsı
*

Mısır’dan sonra -şimdi, o hacı cavcav kültürün  Türkiye’den de tasfiye edilmesine gidiliyor.


  • Türkiye-Kürdistan-Suriye üçgeninden çıkarılacak dersle uluslararası hukuk zenginleşecek ve yeni dünya statüsü oluşturulacaktır.
*
Bay Erdoğan, savaş ekonomisinin sürdüğü kanlı günlerde, Gezi Direnişçilerinden bir çığ gibi büyüyen ve

“Duyuyor musun sesi, işte bu halkın öfkesi
Olmayacak hiçbir zaman bir başkasının kölesi
Sanki kalp atışları karışıyor davullara
Yürüyoruz gururla yeni bir yarına
Sen de gel katıl bize, diren bütün bu baskıya
Durur; koca dünya barikatın arkasında
Sen de özgürlüğün için diren omuz omuza
Duyuyor musun bizi, işte çapulcunun sesi”

diyenlerin insafına terk edilmiş olacaktır -fakat, 
Türkiye yeni bir Sevr’e tabi tutulmaktadır…

 
*
Ne kıymeti var?
Ey Recep Tayyip Erdoğan, Hey Davutoğlu, Alo Necdet Paşa! 
*

Aynı sonuca çıkan başka bir alternatif daha vardır :

  • Ya kimyasal silahlar Türkiye’nin desteklediği İslamcı terör örgütlerince kullanılmışsa ve faturasından Erdoğan sorumlu sayılacaksa?  

 

*

Ne kıymeti var?
Ey Recep Tayyip Erdoğan, Hey Davutoğlu, Alo Necdet Paşa! 
29.8.2013
 
Ahmet Kılıçaslan AYTAR
ahmetkilicaslanaytar@gmail.com

Musa Kart Çizimi : Davutoğlu; Yelkenler fora !!?

Musa Kart Çizimi : Davutoğlu; Yelkenler fora !!?

Musa_Kart_cizimi.21.8.13

İsrail ciddiye almadı ABD ağır yanıt verdi

Başbakan Erdoğan, “Mısır’daki darbenin arkasında İsrail olduğunu” iddia ederek ellerinde belge olduğunu söyledi.

İsrail, “Üzerinde yorum yapmaya değmeyecek o açıklamalardan biri.”
diyerek Başbakan Erdoğan’a yanıt verdi.

Beyaz Saray Sözcüsü Josh Earnest ise,

“Erdoğan’ın sözleri saldırgan, kanıtsız ve yanlış.” değerlendirmesini yaptı. (Cumhuriyet, 21.8.13)

AB sevdasının faturası: 221 milyar dolar

Dostlar,

“AB emperyalist bir tasarımdır”.. diye yıllardır yazıyor ve konuşuyoruz.
Başta Prof. Erol Manisalı olmak üzere ne çok emek verildi bu tema için..
ATO Başkanı Sinan Aygün de çok çaba gösterdi.

Biz “Türkiye Gümrük Birliği ile anatılıyor..” söyşemini kullandık.

“Kanayan bir organizma er ya da geç mutlaka ölür!” diyerek çırpındık.

Günümüzde gelinen yer artık teknik deyişle “sürdürülemez” bir noktadır.
Halk deyişiyle artık mızrak çuvala sığmamaktadır.
Fatura hem ekonomik hem de siyasal olarak çok ağırlıklıdır.
DP – Menderes döneminde Kuyuya atılan bu taşı (1959) hangi akıllılar çıkarabilecektir. Ülke tam bir çıkmaza sokulmuş, ekonomik olarak bititilmiş ve geleceği ipotek edilirken siyasal bağısızlığını da büyük ölçüde yitirmiş, yarı sömürge olmanın ötesine geçmiştir. Hem de AB üyeliği
sözde Atatürkçülüğün bir muradı olarak çarpıtılarak takdim edilmiştir.

Sorun ivedidir ama AKP’nin de işi değildir..

Van Atatürk lisesinden devre arkadaşımız sevgili Mustafa Sönmez’in de baelirttiği gibi;

“…Çok yüksek dış kaynak gereksinimi ve dış borcu var, sanayisi gerilemiş, ihracat gücü yok, daha çok inşaata odaklı, burnunun ucunu göremeyen bir ekonomisi var. Bunun da ötesine geçebilecek bir iktidarı yok AKP’nin çünkü rejim tesis etme, diktatörlük tesis etme niyeti ön plandadır. Bir ekonomik güç olma vizyonu da yok. Hem ekonomik hem de siyasi olarak tükeniş halindedir (AKP).”

Haydi bakalım Türkiye kapitalizmi.. Umurunuzda mı acaba?

AB'ye_kosan_zavalli_Turkiye

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 22.8.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

================================================

AB sevdasının faturası: 221 milyar dolar

Türkiye’nin 1996’da üye olduğu Gümrük Birliği’nin bugüne dek ülkemize verdiği zarar, 221 milyarı doları aşmış durumda.

AKP döneminde fatura daha da kabardı. Salt son 5 yılda ülkemizin Avrupa Birliği’yle ticarette karşılaştığı açık, 100 milyar dolardan fazla. Bunun değişeceğine ilişkin hiçbir belirti yok.

İstanbul Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odası (İSMMMO), Türkiye’nin Avrupa Birliği (AB) tam üyelik sürecinde Eylül ayında yarım yüzyılı geride bırakmaya yaklaştığını (A. Saltık : 1963 Ankara Antlaşması), üye ülkelerle Türkiye arasındaki Gümrük Birliği sonrası gerçekleşen dış ticaret açığının toplamda 221 milyar doları geçtiğini bildirdi.

İSMMMO’nun

    “Türkiye-AB: Bitmeyen Senfonide 50 Yıl”

adlı raporuna göre, AB yolunda en heyecan verici gelişme olarak görülen Gümrük Birliği ile dış ticarette verilen açık son beş yılda 100 milyar dolara yaklaştı, toplamda ise 221 milyar doları 
aştı.

Avrupa Birliği üyeliği, Türkiye kapitalizminin yarım asırlık hedefi.

12 Eylül darbesi sonrasında tüm iktidarların paylaştığı neoliberal politikalar, 1996’da Türkiye’nin Gümrük Birliği’ne girmesiyle sonuçlandı. Türkiye’de sol, uzun yıllar boyunca “Onlar ortak biz pazar” diyerek
bu politikaya karşı çıkmıştı.

Bugünden geriye bakıldığında, solun itirazının ne denli haklı olduğunu gösteren
bir tablo karşımıza çıkıyor.

İSMMMO’nun raporuna göre Türkiye, Gümrük Birliği’nin imzalandığı (A. Saltık : İmza 1995, yürürlük 1.1.1996) 1996 yılını izleyen dönemde AB’ye dışsatımda (ihracatta) patlama bekledi, ancak açıklanan verilerde tam tersi bir görüntü ortaya çıktı.

Türkiye, AB ülkeleri arasındaki ticari ilişkide sürekli eksi denge verdi.

Dış ticaretteki negatif denge, son beş yılda hızla arttı. 1996-2009 arasında yıllık ortalama 10 milyar $ düzeyinde açık verilirken, 2010’da bu açık 19,5 milyar $, 2011’de 28,8 milyar $, 2012’de 28,2 milyar $ oldu. Son beş yılın toplam açığı 100 milyar dolara yaklaşırken 2013’ün ilk 5 aylık döneminde açık 12 milyar doları buldu.

1996’dan 2013’ün Mayıs sonuna dek verilen açık ise

    221 milyar doları aştı

.

Ticarette 
paylar düşüyor

Rapora göre; Türkiye ile AB arasındaki ticari ilişkilerin çarpıcı bir göstergesi de
hem dışalımda (ithalatta) hem de dışsatımda (ihracatta), AB ülkelerinin payının göreceli olarak azalması. Türkiye, Gümrük Birliği Anlaşması’nı imzalarken AB ile ticaretin artacağı ve taraflar arasındaki ekonomik ve ticari ilişkilerin en üst düzeye çıkacağı varsayılıyordu. Oysa veriler karşılıklı bağımlılığın giderek azaldığını da ortaya koydu.

Rapora göre, Gümrük Birliği Anlaşması’nın imzalandığı 1996’da Türkiye’nin toplam ithalatı içinde AB ülkelerinin payı yaklaşık % 56 düzeyindeydi. 2012’ye gelindiğinde, bu oran % 37’ye düştü. Aynı şekilde, Türkiye’nin dışsatımı (ihracatı) içinde de AB’nin payı düşüş gösterdi. Rapora göre, Türkiye her 100 dolarlık dışsatımının (ihracatının) 54 dolarını AB ülkelerine gerçekleştirirken, bu oran 2012’ye gelindiğinde % 38,8’e dek düştü.

    Gümrük Birliği ihanetinin öyküsü

Avrupa Birliği, bugüne dek kendi üyeleri dışında 4 ülkeyle Gümrük Birliği anlaşması imzaladı:

1. Andorra,
2. Monako,
3. San Marino ve
4. Türkiye.

Türkiye dışındaki üç ülkenin çok küçük ekonomiye ve nüfusa sahip olmaları, anlamlı bir üyelik dışı Gümrük Birliği anlaşmasının yalnızca Türkiye ile yapılmış olduğunu gösteriyor. Türkiye dışındaki hiçbir AB adayı ülkenin böyle bir anlaşmaya yanaşmamasının nedeni, tek taraflı olarak AB’nin gümrük politikalarına tabi olunması ve bu nedenle ticaret hacminde büyük açık oluşması.

Türkiye’nin 1959’da başlayan AB üyelik sürecinin

başından beri gündemde olan Gümrük Birliği’nin üyelikten önce başlatılması, Tansu Çiller başbakanlığındaki DYP-SHP hükümetinin kararıyla gerçekleşti. Dönemin hükümeti, Gümrük Birliği’nin ardından tam üyelik sürecinin yakınlaşacağı mesajı vererek kamuoyunda beklenti oluşturmuştu. Sonuçta kamuoyunda “Gümrük Birliği Kararı” olarak bilinen ve 6 Mart 1995 tarihinde kabul edilen Ortaklık Konseyi Kararı’nın altına, DYP-SHP koalisyon hükümeti imza attı.

Asıl maliyet bundan sonra

Türkiye’nin AB ile yaptığı Gümrük Birliği anlaşmasının maliyetinin önümüzdeki dönemde giderek artması bekleniyor. Özellikle AB ile ABD arasında görüşmeleri sürdürülen Serbest Ticaret Anlaşması’nın yaşama geçmesi durumunda, Türkiye’nin ticaret açığında büyük bir artış olacak.

ABD ve AB arasında görüşmeleri sürdürülen Serbest Ticaret Anlaşması’nın imzalanması durumunda, bunun tarafların ticaret hacimlerine yaklaşık 100 milyar avro düzeyinde artış sağlaması bekleniyor.

Ancak Türkiye’nin AB ile yaptığı Gümrük Birliği Anlaşması hükümleri gereği, AB’nin serbest ticaret anlaşması yaptığı ülkeler Türkiye’ye gümrüksüz ürün satma hakkı kazanırken, Türkiye aynı haktan 
yararlanamıyor.

AKP’nin 
çaresiz adımları AKP hükümeti, şimdiye kadar, zaten kırılgan olan ekonomiyi uçuruma sürükleyebilecek bu durum karşısında başarısız girişimlerde bulundu. AB-ABD görüşmelerinde Türkiye’nin de
yer almasını isteyen hükümet, bu konuda her iki taraftan da olumsuz yanıt aldı. Başbakan Erdoğan, Mayıs ayındaki ABD gezisinde Başkan Barack Obama ile yaptığı görüşmede bu konuyu gündeme getirdi ve eli boş döndü.

Erdoğan’ın 100’e yakın işadamıyla yaptığı ziyarette, görüşmelere Türkiye’nin de dahil edilmesi veya bu olmazsa, ABD ile Türkiye arasında serbest ticaret anlaşması yapılması gibi öneriler sunulmuş, ancak bu öneriler Obama tarafından reddedildi. Bunun yerine alınan tek karar,
iki ülke arasında konuyla ilgili çalışacak ortak bir komite kurulması oldu.

Çağlayan’dan 
içten itiraflar

Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’ın konuyla ilgili önceden yaptığı açıklamalarda ise sürecin Türkiye’ye maliyetiyle ilgili önemli itiraflar bulunuyor. Türkiye’nin bu anlaşma dışında kalmaması için gerekli çabayı gösterdiğini belirten Çağlayan, şu ifadeleri kullanmıştı:

“AB de bu çabalarımız karşısında her türlü ikiyüzlülüğü göstermeye devam ediyor. Tekrar ediyorum, AB ikiyüzlüdür

.

AB, Türkiye’ye karşı içten değildir, AB’nin başkentinde özellikle bunları söylüyorum.

Türkiye, 18 yıldır Gümrük Birliği çerçevesinde,
AB’ye tam üyelik müzakeresini 50 yıldır sürdüren bir ülke.”

AB-ABD görüşmelerine koşut (paralel) olarak Türkiye ile de görüşmelerine başlatılmasını umduklarını belirten Çağlayan, açıklamasında ayrıca şu verileri sunmuş ve mevcut durumun sürdürülemez olduğunu itiraf 
etmişti:

“Türkiye serbest ticaret anlaşmasının dışında kalırsa, bizim Amerika ile zaten olumsuz olan ticaret hacmimiz daha olumsuza gidebilir. Biz Amerika’ya 1 satıyoruz, 3 alıyoruz. 5,6 milyar $ ihracatımız var karşılığında 14,1 milyar $ ithalat yapıyoruz. Tabii bu sürdürülebilir değil. 50 yıllık müttefikliğe yakışan bir olay, bir sonuç değil. Böyle bir şeyde Amerikan malları Avrupa üzerinden gümrüksüz girecek, benim ülkemin ürünü Amerika’ya giderken engelle karşılaşacak. Avrupalıların yapmış olduğu vurdumduymazlığı umut ediyorum ki ABD yapmayacaktır, samimi olacaktır. Umarız ki Amerika, Avrupa’nın yaptığı bu hatayı 
yapmaz.”

‘Türkiye şaşaalı görüntüsüne rağmen aslında kof bir ülke’

Ekonomist Mustafa Sönmez, AB’yle ekonomik ilişkileri soL’a değerlendirdi:

AKP’nin bunu sürdürmekten başka çaresi yok. Ancak blöf yaparlar.

İstanbul Serbest Muhasebeci ve Mali Müşavirler Odası’nın raporuna göre, Gümrük Birliği’nin 1996’dan bugüne ülkemize faturası 221 milyar doları aşmış durumda. Ne anlama geliyor Gümrük Birliği ülkemiz için?
Niye içindeyiz bu birliğin?

AB’nin kamu birliği olan ülkeleri kendi dışındaki ülkelere nasıl bir birlik ilişkisine sahiplerse, Türkiye de aynı formatı kabul ediyor.
AB ülkeleri Asya’dan özellikle giyim, dayanıklı tüketim malları ithal ediyorlar. Dolayısıyla bu ürünleri ithal etmekte gümrük uygulamıyorlar, malları oradan almak istiyorlar. Bu malların AB’de üretilmesi kârlı olmaktan çıktığı için Asya’da üretilen ve “sizden alırız” dediği ürünler. Türkiye bu ürünlerin kendi pazarına girişini de kabullenmiş oluyor.
Kendisine ciddi bir rakip yaratıyor.

Gümrük Birliği’nden dolayı Türkiye’nin kaygısı var

Türkiye için o zaman da yanlıştı, bugün de. Asya ülkelerinin ürünlerine karşı bir tedbir alamıyoruz, kendi ipliğimizi kumaşımızı bile koruyamıyoruz, bundan dolayı Türkiye zarara giriyor.

Gümrük Birliği, Avrupa’nın kendisi için geliştirdiği gümrüğe
Türkiye’nin hesapsız şekilde onay vermesidir. Yıkıcı etkisinden
kendisini koruyamamasıdır.

Gümrük Birliği baştan beri eleştiriliyordu ama her gelen iktidar sahip çıktı.

Avrupa bunu tam üyeliğe geçişi gibi takdim etti. Türkiye de pazarlık konusu yapamadı. Üyeliği, adaylığa giden yolda bir istasyon gibi gördü ve sonucu Türkiye’ye ağır oldu. Türkiye Asya ülkelerinin yıkıcı rekabetine engel olamıyor. Sanayi kapısını kapatmak zorunda kaldı, insanlar işsiz 
kaldı.

AKP ise son dönemde Avrupa Birliği’ne karşı kimi eleştirel çıkışlarda bulunsa da bunlar daha ziyade günlük konuşmalarda dile getirilen değerlendirmelerden ibaret. Uygulamada ise ülkemize zararlı olan ilişki tümüyle korunuyor.

Gümrük Birliği, tam üyelik beklentisiyle kabul edildi. AKP de buna dokunmadı. AKP iktidar olduktan sonra yeni bir uluslararası ilişkiler politikası kurmadı, 2001 krizinde başlatılan programı sürdürdü. Dış kaynakları Avrupa’dan buluyorsunuz, ihracatınızı % 50-60 Avrupa’ya yapıyorsunuz… AKP bunu değiştirebilecek niyette ve kapasitede değildir. Bunu sürdürmekten başka yapacağı bir şey yok. Ancak blöf yaparlar.

Bu gelişmeleri ele aldığımızda, sizin öngörünüz ve değerlendirmeniz nedir?

Türkiye bu ilişkileri içinde Avrupa’yla ne yeni bir müzakereye oturabiliyor ne de yeni bir anlaşma sunabilecek durumdadır. Avrupa’ya muhtaç bir ülkenin bunu yapabilmesi için ayaklarının üzerinde durabilmesi, müzakere gücüne sahip olması gerekir.

Türkiye son 10 yılda Avrupa’yla hem dış kaynak kullanma
hem de dış pazarda mutlak bir bağımlılık ilişkisi geliştirdi.

350 milyar dolar dış borcu olan ülkenin kalkıp da AB’ye “bu birlikte olmak istemiyorum” deme gücü yok.

Kendini de mecbur bırakıyor çünkü dış yatırımcılar sizi belli bir kulübün içinde, belirli bir çıtada görmedikleri takdirde serseri mayına benzetirler. Dış kaynağın girmemesi halinde ekonomi çarkı da dönmüyor,
AKP dış yatırımcılara “bizim bir yol haritamız var” diyebilmek için bu kulüpten ayrılmıyor.

Bağımsız olmanız ve gücünüzün olması gerekiyor. Güya bölgesel güç, sıfır sorun, Ortadoğu’da oyuncu havasına girdiler ama boylarının ölçüsünü aldılar. Böyle bir şey yok. Avrupa’ya karşın yapabileceği bir şey yok, pazarlık gücüne sahip olmak için bağımsız güç olmak gerekiyor. Daha kendi kaynaklarını kullanan bir ülke olması gerekiyor.

Türkiye, şaşaalı görüntüsüne rağmen kof bir ülkedir.

Çok yüksek dış kaynak gereksinimi ve dış borcu var, sanayisi gerilemiş, ihracat gücü yok, daha çok inşaata odaklı, burnunun ucunu göremeyen bir ekonomisi var.

Bunun da ötesine geçebilecek bir iktidarı yok AKP’nin çünkü rejim tesis etme, diktatörlük tesis etme niyeti ön plandadır. Bir ekonomik güç olma vizyonu da yok. Hem ekonomik hem de siyasi olarak tükeniş halindedir.

(http://haber.sol.org.tr/devlet-ve-siyaset/ab-sevdasinin-faturasi-221-milyar-dolar-haberi-78236, 21.8.2013)

Türker Ertürk : ERGENEKON

Dostlar,

Sayın Türker Ertürk, amiralliğe dek yükselmiş bir kurmay deniz subayı olarak, strateji eğitimi almış olmasının da avantajı ile zekası ve birikimini harmanlayarak ülkemizin önünü açabilecek yazılar yazmakta.

Bu uğurda, belki de Deniz Kuvvetleri Komutanlığı ile sonlanacak
mesleksel kariyerini feda etmiş durumda.. İstifa ederek bu yolla savaşımı seçerek.

Kendisini dikkatle izlemekte yarar var. Aşağıdaki yazı da bu nitelikte.
Örn. şu “Ergenekon tertibi” tanımına bakar mısınız ??

  • Ergenekon, Türkiye Cumhuriyeti’ni kurucu ilkelerinden, ideolojisinden, kırmızı çizgilerinden uzaklaştırmak ve rejim değişikliği yapmak için planlanan darbe sürecine yönelik muhalif siyaseti baskı altına almak ve sindirmek gerekçesiyle emperyalizm tarafından planlanmış ve işbirlikçisi AKP ve Cemaat vasıtası ile kotarılmıştır. Balyoz ve Casusluk gibi davalar ise bu sürece
    itirazı olacak Türk Silahlı Kuvvetleri için sahneye konulmuştur.

Ergenekon_tanimi
İyi bayramlar..

Sevgi ve saygı ile.
Tokat, 9.8.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==========================================

ERGENEKON

Türker ERTÜRK

portresi_sade

Silivri’ye halkın toplanmasını istememişlerdi.
Çünkü kararların büyük bir infiale ve önü alınamayacak bir halk hareketine döneceğinden korkuyorlardı. Ergenekon denen operasyonel dava daha başlarken sonucu kurgulanmıştı. Bu nedenle
gayri hukukilik, masumiyet karinesi, delil, kanıt
ve adalet kimsenin umurunda değildi.

O gün orada gözlemledim, bunlar halkın üzerine ateş bile açabilirler!
Ne yazık ki, bugün ülkemiz, kindar, dinci, faşist, acıma duygusu olmayan, Cumhuriyetimize ve Aydınlanmaya düşman olan, yaşamı bir getirim paylaşımı olarak gören, demokrasiden zerre kadar nasibini almamış ve iktidarda kalmak için her türlü melaneti yapabilecek insanlar tarafından yönetilmektedir.

“ Oh olsun “ demişlerdir

Sanıyorum gözlerinizden kaçmıyordur, komşumuz Suriye’de kutsal ay Ramazan’da bile bombalar patlıyor yüzlerce masum canlar yok oluyor ama bizden bir üzüntü mesajı bile gitmiyor. Biliyorsunuz daha önce Suriye’de bir terör saldırısı sonucunda bu ülkenin bakan seviyesinde üst düzey dört temsilcisi havaya uçurulmuştu.
Fakat ne Başbakan Erdoğan, ne de başka bir yöneticimiz terörden çok çekmiş
ülke olarak komşumuza bu nedenle de baş sağlığı dilemedi ve geride kalanlar için “Allah sabır versin” demedi. Ne dersiniz belki de “ Oh olsun “ demişlerdir.

Bu ruh halinin Türk’ün ve ecdadımız diye övündükleri Osmanlı’nın savaşta düşmanına bile reva görmediği ruh hali ile benzeşir durumu var mıdır?

“Ergenekon davası Cumhuriyet tarihinin en büyük hukuki hesaplaşmasının adıdır.”

diyen Başbakan Danışmanı Yalçın Akdoğan; 

“Bu dava ile 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat ve 27 Nisan’dan süzülüp gelen müdahale ruhundan hesap sorulmuştur. Bu Türk demokrasisinin
geleceği açısından önemli bir dönüm noktasıdır.“
açıklamasında bulunmuştur.

Asker istedi diye darbe olmamıştır

Bu açıklamanın en büyük çelişkisi, demokrasiyi arzu edilen durakta inilecek tramvay olarak gören zihniyetin demokrasiye referans yapmasıdır.

Geçmişte yapılan askeri darbelerin demokratik bir ülke olma yolunda ilerlemeye çalışan Türkiye’de acılar çektirdiği ve bu süreci olumsuz olarak etkilediği bir vakadır. Ama şu da bilinmelidir ki, bu ülkede asker istedi diye darbe olmamıştır.
Dış ve iç dinamikler Türkiye’yi belli hedeflere doğru yönlendirmek
için darbelerin alt yapısı hazırlanmıştır.

Ayrıca demokrasi ve iktidarın darbe yolu ile değil normal yollarla el değiştirmesi uzun süreli bir birikimin ve kültürün işidir. Türkiye Cumhuriyeti aydınlanma ve demokrasi projesidir ama teslim aldığı miras bunun tam zıttıdır.

Tecavüz etmek bile var

Osmanlı tarihi neredeyse bir darbeler tarihidir. Üvey ananın oğula, kardeşin kardeşe, oğulun babaya, babanın oğula darbesi vaka-i adiyedendir.

  • Darbelerden sonra Padişah ve Halife konumundaki insanı katletmek
    hatta tecavüz etmek bile vardır Osmanlı’da!

Bu açıdan bakıldığında Türkiye Cumhuriyeti çok masum kalır.

Peki, Yalçın Akdoğan’ın dediği gibi Ergenekon davası darbeler ile bir hesaplaşmadır..” denebilir mi? Kesinlikle hayır!

  • Ergenekon, Türkiye Cumhuriyeti’ni kurucu ilkelerinden, ideolojisinden, kırmızı çizgilerinden uzaklaştırmak ve rejim değişikliği yapmak için planlanan darbe sürecine yönelik muhalif siyaseti baskı altına almak ve sindirmek gerekçesiyle emperyalizm tarafından planlanmış ve işbirlikçisi AKP ve Cemaat vasıtası ile kotarılmıştır.
  • Balyoz ve Casusluk gibi davalar ise bu sürece itirazı olacak Türk Silahlı Kuvvetleri için sahneye konulmuştur.
  • Bugün ülkemiz, “darbecilerle hukuken mücadele ediyoruz” diyen, gerçekte kendileri darbeci olan emperyalist işbirlikçilerle karşı karşıyadır ve gerçek darbe süreci devam etmektedir.

Bu darbenin askeri darbeler gibi kısa sürede tamamlanmamasının ve
uzun sürmesinin nedeni, demokratik görünümlü ve ana operasyonel silahının
hukuk olmasıdır.

AKP ve Cemaat ikilisi

Bu darbenin arkasında esas güç emperyalizmdir.

Nedeni ise ülkemize ve bölgemize yönelik çıkarları ve planlarıdır.
Bu dış dinamiği görmeden olayın sorumluluğunu AKP ve Cemaat ikilisine indirgemek saflık veya en hafif deyimi ile büyük analiz hatası olur.

O zaman bu kötüye gidiş nasıl durdurulur? Bunun için iki çözüm var. Birincisi emperyalizmle anlaşmak “ Aynı projeleri ben de yaparım, merak etme “ demek. Adlarını şimdilik vermeyeyim ama bu seçeneğe oynayanlar var.

ABD’nin onayı var

İkincisi ise, Ekim’den sonra yükselecek halk hareketini de arkasına alan
geniş cepheli bir siyasal hareketle AKP’ye sandıkta hasar aldırmak ve süreç içinde iktidara gelmek. Ben bu seçeneğin geçer akçe olduğunu değerlendirmekteyim.
Aksi emperyalist projenin ekmeğine yağ sürer!

Halen yaşadığımız bölünme ve iç savaş sürecini durdurmak için Mısır’da yaşananlar Türkiye için farklı koşulları, tarihsel geçmişi ve deneyimleri nedeniyle
iyi bir örnek olamaz. Ayrıca Mursi’nin devrilmesinde bir şekilde de olsa
ABD’nin onayı olduğunu değerlendirmek gerek.

Hiç değilse bugün size daha iyi şeyler yazabilseydim. Ama olmadı!
Bulunduğumuz coğrafyada yaşamanın maliyeti ne yazık ki, çok yüksek.

İyi bayramlar diler saygılar sunarım.  (8.8.13)

Alkollü içki yasağı Anayasa’nın 58. maddesine dayandırılamaz!

Dostlar,

Alkollü içkilerle ilgili sıkı yasaklar getiren yasal düzenleme sessiz sedasız TBMM’den geçirildi ve NOTER gibi çalışan makamca da 15. günde onandı, RG’de yayımlandı, yürürlüğe girdi. Dehşet verici olan, Başbakan RTE‘nin bu yasanın “Dinin gereği” olduğunu savunması idi.

  • Yani topluma artık din kuralları apaçık dayatılmaktadır.

Toplumun değerleri pervasızca aşağılanmakta, bu yasaya itirazlar ise
“2 ayyaşın yaptığı yasa oluyor da bizimkisi niye olmuyor?”
biçiminde karşılanmaktadır.

“2 ayyaş” ile adreslenenler bellidir ve Gezi Direnişinin patlamasında bardağı taşıran
“2 damla” olmuştur.

  • Bu davranış, anayasa korumasındaki laik rejime meydan okumaktır.

Üstelik, laikliğe karşı eylemleriyle odak olduğu Anayasa Mahkemesi kararı ile perçinlenen bir siyasal parti (AKP), kör kör parmağım gözüne örneği inatla
böylesi bir eylemle bilmem kaçıncı kez laik rejime meydan okumaktadır.

  • Yargıtay C. Başsavcılığının sesi niçin çıkmamaktadır!?

Anamuhalefet CHP yasayı Anayasa Mahkemesi’ne götürmeyeceğini bildirmiştir?
Niçin?

Anayasa Mahkemesi’nin yetkin emekli raportörü Sayın Bülent Serim dostumuzun
sıkı yazısı aşağıdadır. Bu özlü yazı bile davayı açıp savunmaya yeter.

CHP bu yanlış kararından dönmelidir.

Değerli dotumuz deneyimli Gazeteci – Yazar Sayın Ahmet Mümtaz İDİL,

HABERARTITÜRK adlı yeni bir site yayına soktu : http://haberartiturk.com

Bu yazı da orada yer aldı. (http://haberartiturk.com/Makale/alkollu-icki-yasagi-anayasa-nin-58–maddesine-dayandirilamaz.html. 24.6.13) Biz de biraz toz duman hafiflesin diye bu konu hakkında bir değerlendirmeyi ertelemiştik. Yazacaktık ama Sn. Serim mükemmel toparlamış sağolsun.

Sayın İdil’i yeni sitesi iin kutlarız, başarı dileriz.
Yazar arkadaşlarımıza da en iyi dileklerimizi sunarız.
Sayın İdil, yaraşır bulurlarsa bizim sitemizden de yazılar koyabilirler web sitelerine.
Biz de yazmaya çabalarız kendi sitelerine..

Sevgi ve saygı ile.
5.7.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==========================================

Alkollü içki yasağı Anayasa’nın 58. maddesine dayandırılamaz!

Alkollü içki yasağı Anayasa'nın 58. maddesine dayandırılamaz

Bülent Serim
Anayasa Mahkemesi
Emekli Raportörü
http://haberartiturk.com/Makale/alkollu-icki-yasagi-anayasa-nin-58–maddesine-dayandirilamaz.html, 24.6.13)

  • Dünya Sağlık Örgütü ve OECD verilerine göre Türkiye’de toplumsal ve bireysel ölçekte bir alkol düşkünlüğü ve tehlikesi yoktur. Türkiye, yıllık alkol tüketiminde
    193 ülke arasında 143. sıradadır ve Avrupa’nın en az içki tüketen ülkesidir.

Başbakan Erdoğan, İstanbul’da 31 Mayıs 2013 günü katıldığı bir toplantıda yaptığı konuşmada, alkollü içki yasaklarını, Anayasa’nın 58. maddesine dayandırma
bilinçli çarpıtmasını ve bu konudaki ısrarını sürdürmüştür.

Öncelikle vurgulamak gerekir ki, Anayasa’nın “Gençliğin korunması” başlıklı
58. maddesi, yalnızca gençlerle ilgilidir. Oysa yasaklar tüm halkımızı kapsamaktadır.
İkincisi; bu maddede Devlet’e, gençleri “alkol düşkünlüğünden” korumak için
gerekli önlemleri alma görevi verilmiştir. Yani gençlerin “alkollü içkiden” değil,
“alkollü içki düşkünlüğünden” korunmasından söz edilmektedir.

Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlüğü’ne göre, “düşkünlüğün” eski Türkçe’deki karşılığı “müptelâ olma” durumudur; “bir şeye kendini aşırı vermiş, o şeye çok bağlı duruma gelmiş olan” anlamına gelmektedir.

Peki acaba Türkiye’de gerçekten alkol düşkünlüğü var mıdır?
Dünya Sağlık Örgütü ve OECD verilerine göre Türkiye’de toplumsal ve bireysel ölçekte bir alkol düşkünlüğü ve tehlikesi yoktur. Türkiye, yıllık alkol tüketiminde
193 ülke arasında 143. sıradadır ve Avrupa’nın en az içki tüketen ülkesidir.
Bireysel içki tüketiminde de durum farklı değildir. OECD 2010 verilerine göre,
birey başına alkollü içki tüketiminde Avrupa ülkeleri yıllık ortalaması 10.8 litre iken Türkiye’de bu tutar 1.4 litredir ve son sıradadır. İlk beş sırada Lüksemburg (15.5 lt), Estonya (14.0 lt), Macaristan ve Fransa (12.6 lt), Litvanya ve Avusturya (12.5 lt) ile İrlanda (12.4 lt) vardır.

Başbakan Erdoğan’ın “Gece gündüz içen, kafa kıyak dolaşan bir nesil istemiyoruz.” dediği Türkiye’de, 15 – 19 yaşlarındaki gençlerde alkol tüketimi % 1.4’tür. Bu oran Danimarka’da % 62, İngiltere’de % 30, İrlanda’da ve Polonya’da % 31, Macaristan’da
% 27.5, İsveç’te % 17, Avustralya, Bulgaristan ve ABD’de % 10.7’dir.

  • Türkiye zaten içkiden alınan vergide dünya şampiyonudur.

Ulaştırma Bakanı’nın söylediği gibi “İnsanların ayık gezmesi” için vergi yüksek tutularak tüketim daha da azaltılmıştır.

Görüldüğü gibi Türk Gençliği’nin ve halkının, bırakınız yasaklamayı,
önlem almayı bile gerektiren bir alkolizm sorunu yoktur.

Economist Dergisi’nde de vurgulandığı gibi Türkiye’de Avrupa’nın “en ayık” halkı yaşamaktadır.

Demek ki, yasayla getirilen; ibadethane ve eğitim kurumlarına en az 100 metre uzaklıktaki alan içinde içki satışı ve servisi yapılmaması, gazete, dergi ve televizyonlarda içki reklamı yayımlanmaması, içki şirketlerinin spor ve kültürel etkinliklere sponsorluk yapmaması, gece saat 22.00’den sonra içki satılmaması gibi yasaklar 58. madde kapsamına girmemektedir.

Bir Başbakan Yardımcısı, alkollü içkiye yasak getirilmediğini açıklamış,
bunu söyleyenleri yalancılıkla suçlamıştır. Ne yazık ki bu açıklamayı yaparken
her kısıtlamanın aynı zamanda bir yasak olduğunun ayırdında bile değildir.
Üstelik 11 yıldır gündeme getirilmeyen bu kısıtlamalara acaba şimdi neden
gerek görülmüştür?

  • Başbakan Erdoğan’ın dediği gibi,
    artık dinin emrettiği ayrıntılara sıra gelmiştir de ondan.

Alkollü içki yasağının daha ileri noktalara götürüleceğinden kimsenin kuşkusu olmaması gerekir. 11 yıllık AKP iktidarı, yasakların nasıl adım adım getirildiğinin örnekleri ile doludur.

Öte yandan, Anayasa’nın 13. maddesinde, temel hak ve özgürlüklerin
nasıl sınırlandırılacağı kurala bağlanmıştır.

Maddeye göre temel hak ve özgürlükler, ancak,

  • özlerine dokunulmadan”, 
  • “anayasanın sözüne ve ruhuna uygun olarak”, 
  • “demokratik toplum düzeninin gerekleri çerçevesinde” ve
  • “ölçülülük ilkesi gözetilerek” sınırlandırılabilir.

Bu maddeye göre de alkollü içkinin yasaklanması, anayasayla bağdaşmamaktadır. Çünkü bu yasak, özel yaşama ilişkin hak ve özgürlüğün “özünü” yok etmektedir.

Tümüyle yasaklanamayacağı gibi, getirilen yasağın “ölçülük” ilkesine aykırı
olmaması da gerekmektedir. Yani, “amaç” ile bu amaca ulaşmak için kullanılan “araç” arasında makul bir denge bulunması kaçınılmazdır. Yasaklama yasasında böyle bir dengenin bulunduğundan söz etmek olanaksızdır.

Bu durumda Başbakan Erdoğan’ın alkollü içki yasağını ısrarla Anayasa’nın
58. maddesine dayandırması gerçeği yansıtmamaktadır. Kendisi de daha sonraki konuşmasında alkollü içkiyi, “dini kurallar” gerektirdiği için yasakladığını itiraf etmiştir.
Aslında yasadan önce YÖK, valilik, rektörlük, Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurulu, yerel yönetim kararlarıyla başlatılan içki satış ve servis yasağı da,

  • Anayasa’nın 24. maddesine aykırı olarak dünya işlerinin
    “din kurallarıyla” düzenlenmesi
    nden başka bir şey değildir.

Kaldı ki 58. maddede Devlet’e, öncelikle, “istiklâl ve Cumhuriyetimizi
emanet ettiğimiz gençleri”,
 müspet ilmin ışığında, Atatürk ilke ve inkılâpları doğrultusunda, devletin ülkesi ve ulusuyla bölünmez bütünlüğünü ortadan kaldırmayı amaç edinen görüşlere karşı yetiştirme görevi verilmiştir. Devlet yönetimini ellerinde bulunduranlara, “Bu konuda ne yaptınız ?” diye sormak gerekir.

Tam tersine siyasal iktidar, bu kurala aykırı olarak Atatürk’ü, ilke ve devrimlerini gençlerin eğitimine ve yetiştirilmesine ilişkin tüm yazılı kurallardan çıkarma peşindedir ve
özellikle 4+4+4 dinci eğitim yasasıyla bunu büyük ölçüde başarmıştır.

O Müezzin Konuştu: Din Adamıyım Yalan Söyleyemem


Dostlar,

Egemenler sıkışınca yalanda da sınır tanımıyorlar.
Kitle – toplum psikolojisinin (sosyal psikoloji) inceliklerini kötüye kullanarak,
kitlelerin değer verdiği mitloslar üzerinden duygu ve inanç sömürüsü yüklü
gerçek dışı anlatımlarda bulunabiliyorlar..

Yeri geliyor “komünistler camiyi bombalıyor” (!)

Yeri geliyor “komünistler Reichstag“ı (Alman parlamento binası) yakıyor.. (!)

Yeri geliyor, TSK kendi uçağını düşürerek kargaşa çıkarmayı tasarlıyor (!)

Kitleleri en nazik yerlerinden vurarak algılarını yönlendirmek..
Sürü psikolojisi mantığı ile..

  • “Malzeme” gene eğitimisiz – az eğitimli yığınlar.

İyi eğitilmiş, her duyduğuna – gördüğüne hemen inanmadan aklın süzgecinden geçiren, eleştirel akıllı insanların çoğunlukta olduğu yerlerde siyasetçiler bu tür yalanları söyleyemiyorlar..

Belki bunun da payı vardır;

– Türkiye’de ailelerin en az 3-4 çocuk yapmalarını istemenin.
Kalabalık, niteliksiz bir sürü toplum yaratmak istemenin..

Bir yandan da polisi sayıca (ve donanımca) artırırken, buna karşılık sıra Ordu’ya gelince ateş gücü yüksek, sayısı azaltılmış profesyonel – Ordu’yu (!), paralı askerliği  dayatanlar..

Bunca çelişki önce sahiplerini uyarmak gerekirken, tersine bir paralizi (felç) gelişiyor
ve bakar kör (mental konfüzyon) durumuna geliyorlar.. Topluma gelince :

İnsan idraki sonsuza dek teslim alınabilir mi?
Belki bir süre..
Sonra?

“Camide içki içtiler..” dahil, seri yalanlar günışığına çıkar yalancının mumunun
yatsıya dek yanması gibi…

AB Büyükelçileri ilgili Bakanı (Egemen Bağış) yalanlarlar izletilen video üzerine…
Aradan 10 gün gibi zaman geçer, hala varolduğunu savladığınız kamera kayıtlarını toplumun önüne koyamazsınız.. Montajı da gözünüz kesmez bereket..

Her tarafa saldırırsınız..
Aile planlamasına, kürtaja, çocuk sayısına, sezeryana, yatak odasına dalarsınız insanların..

Hekimlere de.. Bir iğne bile yapmayı bilmediklerini söylersiniz, sonra doğum kontrol yöntemleri ve sezeryanla toplumu kısırlaştırdıklarını bile ileri sürecek ölçüde kendinizden geçersiniz; gündem oyunları adına..

Derken bir namuslu din adamı çıkar, iskambilden şatolarınız göçer..

Böyle böyle de “gidersiniz”…

Teşekkürler Dolmabahçe Bezm-i Alem Valide Sultan Camisi Müezzini
Fuat Yıldırım din kardeşimiz ve de atma Recep, seninle de din kardeşiyiz..

Sevgi ve saygı ile.
27.6.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=====================================

O Müezzin Konuştu: Din Adamıyım Yalan Söyleyemem

Başbakan Erdoğan‘ın dilinden düşürmediği “camide içki içildi” yalanına açıklamalarda bulunan Dolmabahçe Bezm-i Alem Valide Sultan Camisi Müezzini
Fuat Yıldırım,

  • “Ben camide içki içen görmedim, din adamıyım yalan söyleyemem.” dedi.

AKP polisinin vahşi saldırıları sonucunda ağır şekilde yaralanan birçok yurttaş Dolmabahçe Bezm-i Alem Valide Sultan Camisi’ne sığınıp burada tedavi görmüştü.

Halkın üzerine polislerini saldırtan ve binlerce kişinin yaralanmasına neden olan Başbakan Erdoğan‘ın “camide içki içildi” yalanına müezzinden bir yanıt daha geldi.
Daha önce içki içilmediğini söylediği için tatile gönderilen müezzin, Yurt gazetesinden Caner Taşpınar’a açıklamalarda bulundu.

İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde 6 saat ifade veren Müezzin Yıldırım,
ifadesinde din adamı olduğunu ve bu nedenle yalan söyleyemeceğini belirtti.

Müezzin,

  • “Ben cami içerisinde içki içen ya da elinde içki şişesi olan birini görmedim. Görmediğim şeyi söylemem. Belki de içen olmuştur. Onu da bilemem.
    Ben sadece cami dışında camın önünde bira şişesine benzer bir şişe gördüm. Ama içeride görmedim.”

diye konuştu. Biber gazından etkilenenlere cami içinde ilk yardım uygulandığını söyleyen Yıldırım, polis ile eylemciler arasında iletişim sağladığını ifade etti.

Soruşturmayla ilgili olarak camide yer alan bütün kamera kayıtları toplandı.
Polisler, kamera görüntülerini incelemeye aldı. Başbakan Erdoğan’ın yaptığı mitinglerde bu iddialardan bahsetmesi üzerine İstanbul Müftülüğü de bir inceleme başlatmıştı. İnceleme kapsamında Beyoğlu İlçe Müftüsü Recai Albayrak da camiye gelerek müezzin Fuat Yıldırım’ın bilgisine başvurmuştu. Müftü Albayrak,
“Şu anda bilgi veremem. Görevli bizim görevlimiz, kendisinden bilgi aldık.”
diye konuşmuştu.
http://haber.sol.org.tr/devlet-ve-siyaset/o-muezzin-konustu-din-adamiyim-yalan-soyleyemem-haberi-75336http://haber.sol.org.tr/devlet-ve-siyaset/o-muezzin-konustu-din-adamiyim-yalan-soyleyemem-haberi-75336(26.6.13)

Açıkla Başbakan

Açıkla Başbakan

ÜLKEDE bir polis terörü esiyor.

Başbakan Erdoğan’ın;
“Benim polisim görevini yaptı”,
“Dünyanın her yerinde yapılıyor, gaz atmak polisin görevi” ya da
“Ben polisimi ezdirmem”..
gibi sözlerinden sonra polis şiddeti görülmemiş ölçüde artı.

Erdoğan’ın bu tutumundan sonra polislerin göstericilere,

  • “Allah Allah” diye bağırarak veya
  • “Ya Allah Bismillah, Allahuekber” şeklinde slogan atarak saldırdığı görülüyor.
  • Emniyet; hızla Cumhuriyetin polisi olmaktan çıkıyor ve
    belli bir siyasal grubun milis gücüne dönüşüyor.

Başbakan Erdoğan dün Polis Akademisi’nde yaptığı konuşmada da
polis terörünü insanın kanını donduracak bir ayrımcılık ve kışkırtıcılıkla savundu.

Bir süredir bazı Taksim ve Beyoğlu kafelerine giren hırpani kıyafetli sivil polisler “Emniyetteniz” diyerek ortalığı dağıtıyor.

Taksim’deki Makine Mühendisleri Odası’na kapıları kırarak giren polis,
yaralılar için kurulan ve gönüllü hekimlerin hizmet verdiği reviri yıkıyor.

Ankara’da üç haftadır ortalığı savaş alanına çeviriyor.

Erdoğan’ın savunduğu tablo budur.

Üstelik başına nişan alınarak öldürülen Ethem Sarısülük cinayeti ortadayken,
“Polis kendisine kurşun sıkana su sıkıyor” diye yine yalan söylüyor.

Buradan çağrı yapıyoruz :

  • Tayyip Bey, hemen açıklayın kim ya da kimler, nerede polise ateş etti?
    Yaralı polisin ismi nedir?

Kentlerin her köşesi kameralarla dolu olduğu halde, neden tek kare görüntü yok?

  • Unutmayın, copla insanları belki bir süre dövdürebilirsiniz,
    ama copların üzerine iktidar kuramazsınız.

Yurt’un Sesi 25.06.2013

http://www.yurtgazetesi.com.tr/yurtun-sesi/basyaziacikla-basbakan-h37278.htmlhttp://www.yurtgazetesi.com.tr/yurtun-sesi/basyaziacikla-basbakan-h37278.html

Yeni Türkiye’yi kuracak güç


Yeni Türkiye’yi kuracak güç

 portresi
Merdan Yanardag
Beklediğimiz gibi, Gezi Parkı direnişi karşısında yenilgiye uğrayan AKP Hükümeti
sürek avı başlatarak toplumsal muhalefeti ezmeye çalışıyor. Bütün diktatörlerin yanılgısını tekrarlayarak halkın isyanını polisiye tedbirlerle bastıracağını sanıyor.
Gerici faşizan AKP iktidarı, polis ve adliye üzerinden siyasal şiddet şiddet kullanarak Gezi Direnişi‘nin yarattığı siyasal, toplumsal ve psikolojik iklimi dağıtmaya çalışıyor. Uğradığı yenilginin sonuçlarını ortadan kaldırmak, hatta direnişçileri lekeleyerek durumu lehine çevirmenin yolunu arıyor. Diktatör ve onun hükümeti eğer polis ve adliye zoruyla bu direnişi bir süre için bastırsa, hatta cihatçı ya da siyasal İslamcı militanlarını
sokağa sürerek saldırtsa bile, uğradığı yenilginin siyasal sonuçlarını değiştiremeyecek. Bu durumu sezdiği için olsa gerek, ideolojik ve siyasal inisiyatifi yeniden ele geçirmek için üst üste kışkırtıcı mitingler yapıyor. Toplumun en geri yanlarına sesleniyor.
Ancak, geçmişte sağ ve sol liberallerin paha biçilmez desteği ile sağladığı
ideolojik inisiyatifi bir daha ele geçirmesi mümkün değil.

Çünkü Gezi direnişi, entelektüel ortamı da yeniden belirledi.Bu nedenle AKP Hükümeti toplumu kutuplaştırarak, çoğunluk mezhebi üzerinden yeniden hegemonya oluşturmaya çalışıyor. Erdoğan yeniden o bildik ‘seçkinler mazlum kitleler’ ya da ‘inananlar inanmayanlar’ karşıtlığını kurmaya ve kendi cephesini tahkim etmeye kalkışıyor.Bu amaçla yüz kızartıcı şekilde yalana, demagojiye ve çatışmacı bir kışkırtıcılığa başvuruyor.

***

Gezi Direnişi ne Türkiye’de ne de dünyada sıradan bir ‘tolumsal patlama’ değil.
Üzerinde yıllarca tartışılacak, sosyolojik ve siyasal araştırmalar yapılacak
çok farklı ve önemli bir tarihsel olayla karşı karşıyayız.

Tarihte çok az görülen bu durum gerçekleşti ve bütün toplumsal, siyasal, kültürel
çelişki ve çatışmalar bir parkın içine yığıldı. Tarihsel hesaplaşma da siyasal çatışma da kültürel kapışma da o parkta ve kurulan barikatların önünde gerçekleşti.

Bu nedenle olayı “iki ağaç meselesi” olarak görenler büyük bir şaşkınlık yaşıyor.

Yine tarihte çok az görülen bir durum yaşandı ve toplumun farklı kesimleri ve farklı sınıfları aynı politik ve kültürel talepler çevresinde buluştu.

Onları birleştiren asgari zemin modernite ve aydınlanmanın kazanımlarıydı.

Gazi Mahallesi, Ümraniye, Şişli ve Bağdat Caddesi çevresini aynı alanda,
aynı sokakta ve aynı barikatın arkasında buluşturan olgu budur.

Kimi kendi yaşam tarzını tehdit altında gördü, kimi derinleşen gelir adaletsizliğine
ve ağırlaşan sömürü düzenine isyan etti, kimi laik eğitim düzeninin yıkılmasını ve Cumhuriyetin kazanımlarının tasfiye edilmesini reddetti. Bu kesim ve sınıfların
tamamına yakını AKP’nin iktidar küstahlığına isyan etti.

***

Başta İstanbul ve Taksim olmak üzere Türkiye’nin dört bir yanında Başbakan’ın emriyle halka, direnişçi gençlere, kadınlara yapılan insanlık dışı, barbar ve hukuksuz saldırı, AKP Hükümeti’nin bütün meşru dayanaklarını yıktı.

Bu nedenle AKP Hükümeti, kendisi için uygun bir zamanda tıpkı
Ergenekon tertiplerinde olduğu gibi, düzmece soruşturma ve davalarla
Gezi Parkı Direnişi’ni lekelemeye, prestijini ve toplamda yarattığı etkiyi kırmaya ve
bir suça çevirmeye çalışacak.

Polis operasyonlarına başladılar. Tutuklu sayısı otuz kişiyi aştı.
Yandaş medyada ve daha önce Ergenekon ve Balyoz tertibini kurduğunu
bildiğimiz malum karargâhlarda çeşitli senaryolar üretilmeye başlandı.

Öyle anlaşılıyor ki, 1 Haziran Direnişi’ni de bir “darbe” girişimi olarak yaftalamaya çalışacaklar.

Tıpkı Cumhuriyet mitinglerinden sonra yaptıkları gibi…
Tek bir camın bile kırılmadığı, kimsenin burnunun kanamadığı,
temel bildirisi “Ne darbe ne şeriat” olan, Türkiye tarihinin en büyük barışçıl
kitle eylemlerinden 2007 Cumhuriyet mitinglerini nasıl “darbeci eylem” diye lekeledilerse, şimdi de aynı şeyi Gezi Direnişi için yapmaya çalışacaklar.

Ancak, bu kez başaramayacaklar. Bu halk aynı derede iki kez yıkanmayacak.
Fiyakası bozulan AKP hızla kendi sonuna doğru koşuyor.
Artık bürokrasiye bile eskisi gibi hâkim olması çok zor görünüyor.

Bu nedenle Erdoğan bütün mitinglerinde Türk bayrağı yakıldığı yalanını tekrarlıyor.

Kürt düşmanı olmadıkları da ortaya çıkan geniş cumhuriyetçi kesimlere
“Siz nasıl ulusalcısınız?” diye sesleniyor.

Böylece sosyalist sol, sosyal demokratlar, cumhuriyetçi kitleler ve Kürt solu arasında sokakta, eylem alanlarında kurulan bağı koparmaya çalışıyor.

***

Daha önce de yazdığım gibi, faşizmin ve gericiliğin elinden alınan bayrak,
yeniden yurtseverlerin, devrimcilerin ve halkın elinde bir direniş sancağına dönüştü. Bütün dünya da olayı böyle algıladı, Brezilya’da büyük toplumsal direnişi gerçekleştirenler, Gezi Parkı direnişi ile dayanışmalarını göstermek için
pankartlarına ay yıldız çizdiler.

  • Direnişe Türkiye genelinde 10-11 milyon insanın katıldığı kestiriliyor.

Bu sayı bütün grup ve partileri aşan çok önemli bir kitlesellik.
Erdoğan bu büyük kitleyi tuzu kuru “seçkinler” diye nitelendiriyor.
Bu genişlikte bir toplumsal eyleme katılanları böyle değerlendirmek için,
basit bir tarih coğrafya bilgisinden dahi yoksun olmak gerekiyor.

Hâlâ devam eden Gezi Parkı ya da 1 Haziran Direnişi sırasında sokaklarda, alanlarda, barikatların arkasında oluşan birlik, o toplumsal çeşitlilik,
eylem içinde kurulan fiili cephe Türkiye’nin geleceğini kuracak güçtür.

Direnişin dinamosu olan gençler, bu toprakların yeni devrimci kuşağıdır.

İnsanlığın ilerici birikimini koruyup daha ileriye taşıyacak ve yeni Türkiye’yi kuracak güç onlardır. (23.6.13)

KRİKET SOPASI


KRİKET SOPASI

portresi_sade

 

E. Amiral Türker ERTÜRK

 

 

Erdoğan ve AKP iktidarına karşı tepkili olan demokratik halk hareketi hem yayılıyor
hem de daha pasifist ve barışçıl eylemlerle tüm dünyayı kendisine hayran bırakıyor.

Bu eylemler Türklerin yoğun olarak yaşadığı yer kürenin her yerinde de yayılmaya devam ediyor. Bugün Londra’da eylem var. İngiltere Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD)

  • “Değerli Yurtseverler, Türkiye’de AKP diktatörlüğüne karşı direnen milletimize destek amacıyla 21 Haziran Cuma günü Londra’da İngiliz Parlamentosu önünde toplu bir şekilde duran adam’ oluyoruz. Eylem saat 6’da başlayacak
    ve gün batımında bitecektir.” 
    duyurusu yapmış.

Sevgili okurlar,

Önünde “Duran adam“ eyleminin yapılacağı İngiliz Parlamentosu geçmişi, tarihi ve özellikleri ile bizimki de dahil olmak üzere öbür parlamentolardan epeyce farklıdır.

Dünyada demokratik sisteme sahip devletlerin hemen hepsinde anayasanın üstünlüğü ilkesi geçerlidir. Örneğin ABD, Fransa, Almanya ve İtalya gibi ülkelerde parlamentolar anayasalarının çizdiği sınırlar içinde ve kurucu ideolojilerinin çerçevelerine göre yasama yetkisini kullanırlar. Ülkemizin parlamentosu olan TBMM’de bu sınıflandırmaya dahildir.

Yani bunun anlamı şudur; Meclisimiz kurucu ideolojimizi, tekil yapımızı, Türk kimliğini, hukukun üstünlüğü ilkesini, egemenliğin kaynağını değiştiremez ve toplumsal yaşamı
dini referans yaparak düzenleyemez. Bunlar Anayasamızın değiştirilemez maddelerinde özetlenmiş olup bunları değiştirmeye çalışmak çatışmadır, savaştır, kandır ve gözyaşıdır. Aynı şey ABD ve Fransa için de geçerlidir.

Kadını erkek, erkeği kadın yapmak

İngiltere’de ise bu sistemin tam karşıtı vardır. İngiliz Parlamentosu hukuken sınırsız yasama yetkisine sahiptir. Bugün önünde eylem yapılacak Parlamentonun, maddeten olanak içinde olan her şeyi yapabileceğine inanılır. Hatta bunu daha iyi anlatabilmek için “İngiliz Parlamentosu’nun kadını erkek, erkeği kadın yapmak dışında her şeyi yapabileceği“ söylenir.

İngiliz Parlamentosu’nun yetkisi hukuksal olarak sınırsız gözükmesine karşın ve üzerinde onu bağlayacak bir anayasa olmamasına karşılık, eylemsel olarak durum
böyle değildir. O’nu sınırlandıran görünmez kurallar vardır. Halkın duygularını,
ülkenin tarihini, geçmişini ve geleneklerini dikkate almak zorundadır.

Biliyorsunuz İngiltere’de trafik bize ve tüm Avrupa’ya göre terstir ve soldandır.
Örneğin Parlamentoları, bu tersliğe ve Avrupa ile uyumsuzluğa son vermek maksadı ile trafik düzenini değiştirip sağa alabilir. Bunu yapmaya hakkı vardır. Ama yapamaz!
Daha açık olarak ifade etmek gerekirse, İngiltere’de iktidar sahipleri son 11 yılda AKP’nin ülkemizde yaptıklarının yüzde birini yapsalar halk onları Londra’nın içinden geçen Thames nehri boyunca kriket sopası ile kovalar.

Dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde sandıktan çıkarak iktidara gelenler ülkelerini keyfince yönetmek ve her istediklerini yapmak hakkına sahip değildir.

Demokrasi salt sandık demek değildir!

Demokrasinin olmaz ise olmazlarının başında basın özgürlüğü ve düşüncelerin özgürce açıklanabilmesi gelir. Bu anlamda ülkemiz AKP iktidarında çok gerilere gitmiş ve sınıfta kalmıştır. İkide bir referandum diyor ne kadar demokrat olduğunu anlatmak için. Bu yaklaşım bile diktatör olduğunu ve Hitler’e özendiğini gösterir.
O da başı sıkışınca referandum yapardı.

Geçende Arınç, “Duran adam” eylemleri ile ilgili açıklama yaparken aklınca dalga geçmeye çalışıyor. Bu eylemlerin nedeni sizsiniz! Erdoğan ve AKP iktidarının ülkemize, değerlerine, özgürlüklerimize, yaşam tarzlarımıza, kahramanlarımıza olan düşmanlığınız ve emperyalist işbirlikçiliğinizdir. Sorun sizsiniz! Siz gitmeden bu ülkeye ne yazık ki
huzur gelmeyecek.

AKP Genel Başkan Yardımcısı ve Sözcüsü Hüseyin Çelik açıklama yapıyor,
sosyal medyada etik değerlerden sözediyor ve tehditler savuruyor. Ayrıca sosyal medya aracılığı ile “İnsanların isyana teşvik edildiğini, öfkenin kabarmasına yol açıldığını, kin ve nefret duygularının körüklendiğini..“ söylüyor.

Erdoğan’ın sicili bozuk!

İnsanda biraz utanma duygusu olması gerek. Etik değerlerden sözedebilmek için
etik değerlerin ne olduğu bilmek ve bunları içselleştirmek gerek. Ayrıca kin ve nefret duygularını körüklemek suçunun işlendiğinden sözetmeden önce lütfen çevresine ve biat ettiğine baksın bir kez!

Başbakan Erdoğan halkı sınıf, ırk, din, mezhep ve bölge farklılığını göstererek
kin ve düşmanlığı açıkça tahrik etmek suçunda dolayı hüküm giymiş, hapis yatmış olup sabıkalıdır. Sayın Erdoğan’ın bu konuda sicili bozuktur. Temiz kağıdı vermezler!

Ayrıca cezasını çekmiş bunlar geride kalmıştır diyebilir miyiz? Kesinlikle hayır.
Bu olaylar başladığından beri açıklamalarına, söylemlerine bakın notu verin.

“Eylemciler Cami’ye girdiler ve içki içtiler!“ açıklamasını nasıl izah edeceğiz.
Yalan olduğunu bile bile söyledi! Bu halkı birbiri ile kapıştırma gayreti değil mi?
Normal bir ülkede olsak böyle bir başbakan ya istifa ettirilir ya da görevden alınır.

Eylemlerde dikkati çeken şey, taşınan Türk Bayrakları, Atatürk posterleri ile Erdoğan ve AKP’ye yönelik nefret içeren dövizlerdir. Sanırım bunun anlamı Milli değerlerimizin, özgürlüklerimizin tehdit altında olduğu ve bu tehdidi gerçekleştirenin de Erdoğan ve
AKP iktidarı olduğudur. Bunu anlamaz veya anlamamakta direnirseniz sorunu çözemeyiz.

Sanırım İngilizlerin kriket sopası ile yapacağını biz kızılcık sopası ile yapmalıyız.

Saygılar sunarım. (21.6.13)