Etiket arşivi: Astana Süreci

İDLİB KONUSUNDA BİRKAÇ UYARI

İDLİB KONUSUNDA BİRKAÇ UYARI

Prof. Dr. Selçuk Duman

PROF. DR. SELÇUK DUMAN
Giresun UniversityUluslararası IlişkilerFaculty Member

1- Türkiye Astana sürecinde maalesef yerine getiremeyeceği radikal unsurların silahsızlandırılması sorumluluğunu üslendi.

Bu görevi Türkiye yerine getiremez çünkü radikal islamcı guruplar için geçmişten günümüze Türk Müslümanlığı tehdittir ve küresel istihbarat örgütleri ile birlikte iş yaparlar. Bu nedenle Türkiye bu yapıları kontrol edemeyeceği gibi, Türkiye için de bu yapılar tehdittir.

2- Türkiye’nin İdlib’e yönelik bir operasyona kalkışması durumunda tereddütsüz Rusya Federasyonu ile karşı karşıya gelecektir.

Çünkü Rusya ulusal stratejik hedefleri bunu gerektirmektedir. 300 yıldır bu böyledir ve Lazkiye ve Tartus’ta elde ettiği imkanları sizin için terk etmeyecektir.

Türkiye ile savaşmak gerekirse onu da yapacaktır. Bakın bu konuda AB ve ABD’yi bile karşısına alma riskini göze alabildi.

3- Türkiye’nin Rusya Federasyonu ile bir savaşa girmesi durumunda NATO’nun 5. Maddesi devreye girmez.

Çünkü NATO savunma amaçlı bir teşkilattır ve Türkiye saldırıda bulunan olacaktır.

4- Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyindeki sünni guruplara siyasal organizasyon projesinden acil vaz geçmesi lazım.

Çünkü Arap dünyasında sünni demek; siyasallaşmış islam ve demokrasi karşıtı demektir.

Bunun Türkiye için risk olduğu gibi küresel güçler içinde kabul edilemez olduğu ortadadır.

Son söz : Türkiye, Rusya ve Suriye yönetimi ile M4 ve M5 karayolunun batı ve güneyinin Türkiye’nin denetiminnde sivillerin yerleştirilmesi için anlaşmalıdır ve Türkiye’nin gözlem noktaları bu hattın gerisine çekilmelidir.

NEYİN PAÇASI KURTARILACAK?

NEYİN PAÇASI KURTARILACAK?

Ahmet TAKAN
KORKUSUZ, 04.02.2020

(AS : Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

İdlib’den gelen  şehit haberleri ile pazartesi sabahına acı içinde uyandık. Dişlerimizi sıka sıka en hafif ifadeyle; Türkiye’yi şamar oğlanına çevirdiler!. Birinden tokadı yiyince öbürünün kucağına, ondan da şaplağı yiyince eskisinin kucağına koşan ülke haline geldik!.. Savruldukça savruluyoruz… Bedelini, Mehmetçik, onların masum ana, baba, eş ve çocukları ile günahsız bir millet ödüyor… Daha doğrusu; birilerinin paşa keyifleri için ÖDETTİRİLİYOR!..

Muhteremlerden her zamanki gibi içi boş hamasi nutuklar… Asla, aslı astarı olmayan dümenden efelenmeler… Sokak kabadayısı raconları ile yürütülen dış politika ve

  • hiçbir stratejik öngörüsü olmayan hesapsız kitapsız askeri hamleler…

Kod adı, “Yeni Türkiye” !..

Soruyu tekrarlıyorum : Ne oldu Barış Pınarı Harekatına?.. Neden durdurulmuştu?… Neden üstüne yatılmaya  çalışıldı?.. Neden birden bire o harekat hiç yapılmamış gibi oldu?..

Devam ediyorum : AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan, Afrika gezisi dönüşünde, ”Astana süreci diye bir şey kalmadı. Rusya, Astana’ya da Soçi’ye de sadık değil” dedi. Neden?.. Yeni miydi, Rusya ve desteklediği Suriye rejimin İdlib’de gerçekleştirdiği kanlı operasyonlar?.. Bir haftadır mı İdlib’de ortalık karışık?.. Ne ayları?.. Yıllardır bir tarafımızı yırtıyoruz!..

Dikkat edin; hani o muhteşem “dostum” hamaseti var ya… Erdoğan’ın Afrika dönüşü çıkışı sonrasında Rusya Devlet Başkanı Putin muhatap alıp da tek satır cevap vermedi. Erdoğan’a yanıtlar sağdan soldan, yanlardan geldi… Her 5 dakikada bir Putin ile yapılan telefon görüşmeler ile yapılan yalaka güzellemelerinin yerini yeller aldı!.. Şu satırların kaleme alındığı anda, ortalıkta bir telefon görüşmesi haberi yoktu. Şehitlerimiz var, telefon açıp da dostun Putin’e bir şeyler söylemeyeceksen ne zaman söyleyeceksin?.. Yoksa Putin telefonlara çıkmıyor mu?.. Peki, neden?..

FETÖ’den boşalan dış politika alanına oturan, Saray’da büyük ağırlığı ile bilinen SETA, son ABD gezisi dahil hemen hemen her dış gezide mutlaka olan başkanı Burhanettin Duran’ın 1 Şubat’ta Sabah Gazetesi’nde yazdığı makaleye bakalım. Esasında, “AB ve ABD, İdlib’de devreye girmeli” başlığı her şeyi izah ediyor;

“…Washington ve Brüksel’in harekete geçerek Moskova üzerinde baskı oluşturması lazım. Erdoğan-Putin diplomasisi sayesinde İdlib krizi bu zamana dek artısıyla eksisiyle bir şekilde yönetildi. Gelinen noktada ateşkes işlemiyor. Esad rejimi sadece sahadaki askeri güçten anlıyor. İdlib’deki çatışma halinin başka bölgelere sıçrama ihtimali de var. Bu haliyle Astana süreci durdu, Cenevre sürecinin adı bile edilemez. Erdoğan’ın önerdiği gibi önce Astana sonra Cenevre sürecinin canlandırılması için ABD ve AB’nin devreye girmesi gerekir. Gerekirse İdlib’den sürülen siviller için askeri güç kullanımı seçenekler arasında olmalı. Erdoğan’ın, ‘sınırdan 30-40 km içeride’ mülteciler için barınaklar yapma fikri bir tür güvenli bölge kurmak için başlangıç olabilir. Merkel elini çabuk tutmalı. İdlib’de Rusya’yı dengeleme yükünü sadece Ankara kaldıramaz. Denge çöktüğünde Avrupa da ciddi zarar görür.”

Kısacası; ABD ve NATO Türkiye’ye çağrılıyor!..

★★★
Uyarıları hep haklı ve doğru çıkan 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Başkanı Cahit Armağan Dilek’ten gelinen son durumu değerlendirmesini istedim. Dilek, son zamanlarda, ABD’den İdlib’de Türkiye’yi destekleyen Rusya’ya karşı çıkan açıklamaların içeriğine işaret etti. ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey’in, geçen hafta yaptığı “Erdoğan’ın yanındayız. Her türlü yardıma hazırız” mahiyetindeki açıklamasına dikkat çekti. Dilek, geçen hafta içinde bazı yerel kaynaklardan kendilerine ulaşan, “ABD, İdlib’de Türkiye’nin de desteklediği bazı yerel gruplara yeniden desteğe başladı”,  “İdlib üzerinde ABD İHA’ları uçuyor” haberlerini hatırlattı ve İncirlik üssüne ek ABD’lilerin geldiğini sözlerine ekledi. Cahit Armağan Dilek, “ABD, Türkiye’nin İdlib’de direnmesini istiyor “dedi. “Neden” diye sorunca da Dilek şunları söyledi;

  • “Esad’ın ve Rusya’nın kazanmasını istemiyorlar. Eğer Esad ve Rusya İdlib’i kontrol ederse ağırlığı bundan sonra Fırat’ın doğusuna verecek ve oradan ABD’nin çıkması için daha rahat hareket eder hale gelecek.

ABD, bizi yerel güç gibi kullanıyor. Neticede bir havuç uzatıyor. ABD’liler, Türkiye’nin kendilerine yardım isteyecek bir konuma düşmesini istiyorYarın bir gün, Suriye’den daha çok saldırı gelirse, doğrudan İdlib’e gelmeseler bile bizim sınırımıza yeni savunma sistemlerinin konuşlandırılması gündeme gelebilirİdlib’de stratejik önemi olan M-4 Karayolu’nun kuzeyini ‘güvenli bölge ilan ettik’ diyebilirler. Eğer amaç ABD ve NATO’yu bizim sınır hattımıza getirmekse, bu çatışmalar sürer. Hatay’da veya İdlib’in kuzeyinde bir yer verilebilir.

Cahit Armağan Dilek, Türk askerine son saldırının İdlib’in doğusunda bulunan İran’lı Şii milisler tarafından gerçekleştirilmiş olabileceğini belirterek, “Erdoğan’ın ‘Astana, Soçi bitti’ sözlerini İran tehdit olarak algıladı” dedi. Stratejist Cahit Armağan Dilek, “Türkiye bir daha nereye doğru savruluyor” soruma ise şu cevabı verdi;

Bu işin mantıklı cevabı şu an için yok”..

Küçük bir not düşme ihtiyacı hissediyorum!.. Ortadoğu bataklığında içinde bulunduğumuz bu kahredici durumun tek başına sorumlusu Tayyip Erdoğan ve SETA’cılar değil. 2002-2003 yıllarında bizzat benim de tanık olduğum, bildiğim gerçekler var.

  • Bugün gelinen feci tablonun baş mimarları, Tayyip Erdoğan’ın o zamanki akıl hocaları
  • Abdullah Gül, Ahmet Davutoğlu ve Ali Babacan..Şimdi kenara geçmişler particilik oynuyorlar. Bunlar, Türkiye’yi kurtaracak!.. Öyle mi?..
    ===============================
    Dostlar,

    SURİYE BUNALIMI ve
    AKP = ERDOĞAN REJİMİNİN
    AĞIR TARİHSEL SORUMLULUĞU

    Gelinen aşamada acı süreci irdeleyecek çeşitli değerlendirmeler yapılabilir.
    Türkiye’nin askeri birliklerinin egemen bir devlet olan Suriye topraklarındaki varlığı uluslararası hukuka, BM Andlaşması’nın 51 ve ilgili maddelerine dayandırılabilir.
    Ne var ki bu hukuksal dayanak biçimseldir.
    Özünde, Suriye’de Esad yönetimine karşı ABD – AB emperyalizminin başlattığı iç savaş vardır.
    Türkiye, ne yazık ki, kadim komşu Suriye’de emperyal planlara alet edilmiştir AKP = Erdoğan rejimi tarafından.

    Suriye’nin içişlerine BM hukukunun (BM Ana Sözleşmesinin) en temel ilkeleri olan İÇİŞLERİNE KARIŞMAMA ve SINIRLARIN DEĞİŞMEZLİĞİ ilkeleri (1648 tarihli Westphalia Barışı gereği, devletler kesin sınırlara sahiptir ve sınırları içindeki ahali
    üstündeki iktidarları mutlaktır..) çiğnenerek müdahale edilmiş, Türkiye de Batı emperyalizmince kimi vaatlerle istismar edilerek kullanılmıştır. Oysa BM Antlaşması’nın  m. 1/2, 55 ve 76. maddeleri, bir ülkenin halkları içinde kendi geleceğini belirleme (self determinasyon)  hakkını kullanmaları durumunda bile sınırların değişmezliği ilkesini benimsemiştir.

    BM Antlaşması‘nın 1. ve 55. maddesinde; uluslararası alanda, halkların eşitliği ve kendi geleceklerini kendilerinin belirlemesi ilkesine saygı üzerine kurulmuş dostça ilişkiler geliştirmek ve dünya barışını güçlendirmek için gerekli uygun önlemleri alınması kararlaştırılmıştır. (Charter of the United Nations, https://www.un.org/en/charter-united-nations/, erişim 04.02.2020)

  • Dolayısıyla Suriye’nin nasıl yönetileceğine Suriye halkı dışında hiç kimsenin karar verme hak ve yetkisi yoktur.Karşımızda, egemen – bağımsız ve BM tarafından tanınan – BM üyesi bir ülke vardır. Kabul edilsin ya da edilmesin, gerçek budur. Ayrıca bu ülkenin topraklarında askeri varlığımız söz konusudur. Suriye resmi güçleri, bu varlığı işgal olarak kabul etmekte ve eylemlerini meşru görmektedir. Kuşku yok, Rusya’nın açık onayı olmaksızın Suriye bu saldırıyı yapamazdı. Dolayısıyla kritik kırılma noktası tam da buradadır. Salt İran ile şimdiki Suriye politikasını / düşmanlığını AKP = Erdoğan rejiminin sürdürme olanağı yoktur.****
    Şehit edilen asker ve sivil yurttaşlarımızın acıları yüreğimizdedir. Yakınlarına başsağlığı ve sabır dilemek klişedir ve kolaydır. Yaralılara acil şifa dilemek de öyle.. Hatta bu dilekleri dinci hamaset sözcükleri ile bezmek de.. Tıpkı iktidarın başı ve öbür kimi yetkililer ve yalaka basın gibi.. Asıl olan ise, Büyük ATATÜRK‘ün YURTTA BARIŞ – DÜNYADA BARIŞ ilkesini dış politikada şaşmaz eksen edinmek ve ulus üyelerinin burnunu bile kanatmamaktır.

Bu acı sonuç ile önceki Suriye operasyonlarında verilen şehitlerin, yaralıların, maddi yıkımların sorumlusu çok net ve tartışmasız biçimde AKP = Erdoğan iktidarıdır. Öylesine boş sözler ve hamasi, duygu sömürüsüne dönük girişimlerle bu yürek yakan sorumluluk perdelenemez.

Bahçeli‘nin, Suriye’de rejim değişmedikçe rahat yok… içerikli sözleri bir başka talihsizliktir. Suriye’de rejimi değiştirmek kimsenin haddi değildir. Suriye’de uluslararası hukuka göre egemen ve meşru bir devlet ve yönetim vardır. Onu beğenmeyebilirsiniz ama İHVANCI bir rejimi bu ülkede kurma heveslerinin bedeli işte böyle ağır olur..

Önemli bir nokta da İSTANBUL KANALI bağlantısıdır… Bu Kanal Rusya’nın güvenliğini olağanüstü düzeyde tehdit edicidir ve bu ülke tarafından kabulü olanaklı değildir. Dolayısıyla, bu Kanal girişimleri gündeme geldiğinden bu yana Rusya – Putin, Türkiye’ye açık – dolaylı iletiler vermektedir. Daha önceki bir yazımızda da konuya değinmiştik.

AKP = Erdoğan rejimi, kendi aklınca ABD – AB – Rusya’yı (+ İran’ı) yönlendirebileceği boş hayallerini kurmuştur. Sonuç hüsrandır. Yapılacak şey YURTTA BARIŞ DÜNYADA BARIŞ politikasına sarılmak ve büyük güçler arasında denge stratejisine yönelmektir.

AKP = Erdoğan rejimi, gelinen çok kritik yerde, bu ağır sorun üzerinden iç politikaya dönük gündem oyunları ve kısır oy hesaplarına asla ve asla girmemelidir. TBMM ivedilikle toplanarak kapalı oturumda ulusal politikalar belirlenmeli ve kamuoyu bilgilendirilerek, saplanılan bataklıktan geri çekilmeye çalışılmalıdır.

Erdoğan bunu yap(a)mayacaksa, bir biçimde çekilmeli / istifa etmeli ve ülkemizi hızla büyüyebilecek kanlı ve çok tehlikeli serüvenlere sürüklemekten kaçınmalıdır.

Batı’nın emperyal abanmaları, Rusya ile önemli ölçüde dengelenebilirdi..
Erdoğan’ın Ukrayna ziyaretinde açıkça Rusya’yı karşısına alan irrasyonel girişimleri, sorunun tuzu biberidir.
Çok yazık oldu..
Türkiye bir kez daha, çok dezavantajlı koşullarda, örneğin çok ağır borç yükü – ekonomik bunalım konjonktürü içinde… Batı emperyalizminin kucağına sürüklenmiştir.

SONUÇ                                             :

Siyasal tarihte bu denli akıl ve bilim dışı, ülkesine çok ağır zararlar veren bir dış politika örneği anımsamıyoruz..

Dinci – gerici -baskıcı AKP = Erdoğan rejiminin Türkiye’ye kestiği en ağır son fatura bu paralizi olsa gerektir. 17+ yıldır vahşetle dayatılan değerler erozyonu ve ekonomik talana ek olarak..

Sahi, 4+ milyon Suriyeli Türkiye’de iken ve bir o kadarı sınırın hemen güneyinde iken Suriye ile bir sıcak çatışma nasıl göze alınabilir ki??!

  • Bir kez daha yenildiniz..
  • Kabul edecek ve usulünce geri çekileceksiniz..
  • Masum vatan evlatlarının kanını daha fazla dökmeyeceksiniz..

    Sevgi, saygı ve ACI ile. 04 Şubat 2020, Ankara
    Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc

    Hekim, Siyaset Bilimci, Mülkiyeliler Birliği Üyesi
    Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı
    www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

2020 BAŞINDA AKP = ERDOĞAN’ın TÜRKİYE’yi SÜRÜKLEDİĞİ BATAKLIK

2020 BAŞINDA AKP = ERDOĞAN’ın TÜRKİYE’yi SÜRÜKLEDİĞİ BATAKLIK

 

Türkiye çok zor bir kavşağa giriyor 2020 ile birlikte..
Ülkenin pek çok göstergesi olumlu olmaktan çok uzak ve üstelik gerilemekte.
Örneğin dış borçlar 2002 sonunda 129 milyar $ iken AKP 17 yılda 450 milyar Dolara çıkardı, 3,5 kat büyüdü borçlar. Halkın bankalara borcu 2019 sonunda 583 milyar TL’ye yükseldi. 23 milyon hanenin her biri, ortalama 25.348 TL borçlu. Ulusal gelir 230 milyar $ idi, bu yıl 800 milyar $ olur mu bilemiyoruz. Olursa o da 3,5 kat büyümüş olacak yaklaşık..
Peki bu “büyüme” salt borçlanma ile mi oldu?

Ve en yeni haberlerden biri; Danıştay Dava Daireleri Kurulunun, ortaokulda türban serbestliği getiren yönetmeliğe (2014) itirazı oyçokluğu ile reddettiğini öğreniyoruz. (Davayı açan Av. Ömer Faruk Eminağaoğlu‘na teşekkür borçluyuz..) Oysa AKP Türbanı salt üniversitede okuyan kız öğrenciler için diye sunmuştu başlangıçta.. Artık anaokulu öğrencisi 4-5 yaşındaki çocuklar bile türbanlı!

  • Sahi, AKP’nin dilinden düşürmediği 2023 hedeflerini / davasını bilen var mı??

Bir yandan Laik rejimi her tür saldırı ile yıpratma, bir yandan dini siyasete hiç utanmadan alet etme, bir yandan

  • Türkiye İslamcılarının Batı emperyalizmi ile işbirliği ile ülkeyi emperyalizme peş keş çekmesi…

TEBLİĞCİLER denen bir cemaatin üyeleri, Beyoğlu’nda sarık ve cübbeleriyle dolaşarak insanlara Yılbaşı kutlamasının haram olduğuna ilişkin bildiri dağıtarak insanları taciz ediyor ama bu güruha polis hiç ses çıkarmıyor!? Oysa o bölgede kadınlar bile yürütülmeyip şiddet uygulanıyor!

17+ yıllık tek başına AKP iktidarı bu kaygı ve acı veren tablonun tek sorumlusu.
Ne var ki, kabahat samur kürk de olsa giyen yok. Temel sorun da burada.
AKP = Erdoğan, yineleyelim, 17+ yıldır tek başına iktidar ve gelinen kabul edilemez hazin tabloda sorumluluk üstlenmiyor! Bu olacak şey değil. Dahası, ortalığı güllük – gülistanlık gösterme çabasında her türlü algı operasyonlarını sergilemekten geri durmuyor.
Üstelik çok büyük ölçülerde yolsuzluklar, rüşvet, talan, peş keş, yandaş kayırma, rant dağıtımı.. suçlamalarından geçilmiyor..

Bir yandan da BASKI ve DİNCİ DAYATMA ile Laik rejimi dönüştürme sürecinde
DİNCİ FAŞİZME varan uygulamalar izliyoruz.

Dış politika başlıbaşına bir facia ve 5 milyonu aşkın Suriye + Irak + Pakistan + Afganistan + Sudan……. insanı ülkemizde.. Yol geçen hanı olduk; 250 bin $ parası olan T.C. Vatandaşlığı alıyor! Ülkemizdeki Müslüman yabancılar “muazzam” bir hızla üremeye devam ediyorlar.. Kestirimlere göre, böyle giderse, –ki gitmeyeceğine ilişkin veri yok–  2050’de, yaklaşık olarak 150 milyona varacak Türkiye nüfusunun 1/3’ü, 50 milyonu “yabancılar” olacak. Bu durum altından kalkılamaz ve geri dönüşümü olmayan çok yönlü sorunlar doğuracaktır. Bir kez demografik ve kültürel yapı, ULUS BÜTÜNLÜĞÜ alt üst olacaktır. Ülkemizin Laik – Batı’ya dönük çağdaşlaşma amaçlı ülküsü açısından taşınamaz bir yük oluşacaktır Türkiye’de.

  • AKP = Erdoğan’ın mutlaka ama mutlaka Esad rejimi ile uzlaşması ve ülkemizdeki milyonlarca “zoraki konuğun” ülkelerine gönderilmesi en doğal yoldur.

    Ancak iktidar gündem oyunları ile hem kendini hem kamuoyunu oyalamaya çalışmakta ve ürkünç (vahim) olanı da yaşamın gerçekliğinden (realiteden) kopmaktadır. Bu olgu, Türkiye için olağanüstü kırılganlık yaratan stratejik bir sorundur.

  • Şizoid, şizofrenik yarılmalarla malul bir iktidarla hiçbir ülke yönetilemez!

    Somut örneklemek gerekirse, Batı emperyalizminin türlü oyunlarıyla TUTSAK ALINAN TEK ADAM ERDOĞAN;

    pek çok iç – dış politika sorunsalında manevra alanından yoksundur.

    Kanal İstanbul projesinde Erdoğan salt kamuoyu ile inatlaşmakla kalmamakta, aslında çaresizliğini – tutsaklığını haykırmaktadır..

  • “ABD Kongresinin Erdoğan ve ailesinin mal varlığını araştıracağız – araştırıyoruz.. açıklaması son derece kritiktir ve AKP = Erdoğan, bu “Şah” diyen politik hamle karşısında açıkça “mat” olmuştur, deyim yerinde ise “gıkını çıkaramamıştır”! Dolayısıyla, şaibe altındadır, “İspatlamazsanız müfterisiniz..” diye gürleyememiştir. Kanal İstanbul bu gelişmenin hemen ardından güncellenerek tutsak alınan Erdoğan eliyle ülkemize dayatılmıştır..

    Erdoğan çaresizdir. 2 arada 1 derede kalmak deyimi hafiftir. Uygun olanı belki de “40 katır mı, 40 satır mı?” olmalıdır..

Ancak gözden kaçırılmamalıdır ki; Rusya için Kanal İstanbul varlık / yokluk sorunu düzeyinde yaşamsaldır ve Suriye – Esad güçleriyle Erbil yöresindeki terörist ögeleri önceki hafta havadan – karadan vurmaya başlamıştır. Bu girişimle Türkiye sınırına ek olarak yüz bin dolayında insan yığıldığı öğrenilmiştir. Zaten Türkiye, güney sınırı ötesinde 3 milyon dolayında yerinden edilmiş (IDP) Suriyeliye kapsamlı yaşam desteği vermektedir. Ülkemizin sırtındaki yük 8,1 milyon insanı aşmıştır. Bu rakam Türkiye’nin resmi nüfusunun 1/10’u olup, kaldırılamaz bir yüktür, sorunun nedeni olan Batı emperyalizmi, Erdoğan eliyle Türkiye’yi oyalamaktadır. 2011 ilkyazından (ilkbaharından) bu yana AB’den gelen desteğin 4 milyar €’yu bulmadığını ancak 40 milyar $’ı aşan bir harcamanın Türkiye tarafından yapıldığını Erdoğan, bir anlamda “övünerek” (!?) söyleyebilmektedir. Ekonomik bunalıma sürüklenmiş bir ülkede bu tutar son derece büyüktür ve “ensar olduk – ensar olacağız” masallarıyla halka dayatılamaz. Fatura, halkımızın yoksullaştırılması ile Ulusa ödettirilmektedir. Harcanan muazzam kaynakların belgeleri nerededir? Hangi yasal dayanakla yapılmıştır bu harcamalar, hesabı verilmiş midir? Sayıştay denetim raporları var mıdır?

– Erdoğan, tek başına bunca muazzam harcama yapmaya yetkili değildir..

Nitekim yukarıda değindiğimiz İdlib yöresindeki yeni Rusya atakları Astana süreci dışındadır ve sanıyoruz Türkiye’ye bilgi bile verilmemiştir; Kanal İstanbul Projesiyle Montrö’yü boşa çıkarıp Karadeniz’e ABD – NATO donanmasını doldurma operasyonuna Rusya, bir başlangıç hamlesi ile yanıt vermiştir. AKP = Erdoğan iktidarı bu politik satranç hamlesini -doğru- okuyabilmiş midir? Karşı atak ne olmuştur, yapılabilmiş midir? Kocaman bir hayır..
****
Mustafa Kemal ATATÜRK döneminde dış politika, büyük güçler arasında taraf olmadan denge politikaları yürütmeye dayandırılmıştı. Kimsenin içişlerine karışılmıyordu. YURTTA BARIŞ, DÜNYADA BARIŞ temel ilke idi. 2011 baharında Suriye’de iç savaş çıkarıp petrol – doğalgaz yataklarına el koymayı hedefleyen ABD’nin maşası olmanın, 8,5 – 9 yıl sonra açıklanabilir yanı var mıdır? Komşu, çoğunluğu Müslüman ülke Suriye’ye bu kanlı emperyalist zulme araç – alet olmanın vebali ödenemez.

  • Türkiye, denetlenemeyen – sorgulanamayan – hesap sorulamayan bir TEK ADAMIN PEŞİNDE son derece tehlikeli serüvenlere sürüklenmemelidir, sürüklenemez. Bu sorunsala ivedi çözüm bulmak Türkiye’nin başlıca önceliklerindendir.

    2020’de ilk olarak yeniden Parlamenter rejime dönülmelidir.

    HDP’nin, 16 Nisan 2017 halkoylaması ile Anayasada yapılan kapsamlı – gerici değişiklikler için Anayasa Mahkemesine yaptığı başvuru hala bekletilmektedir!? Erdoğan için de bir fırsattır, en azından örtük bir “rıza” verirse, sorun çözülme yoluna girebilir.

    Yeryüzünde örneği olmayan ucube bir Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ile Türkiye, bataklığa saplanmıştır.

  • Türkiye’yi post-modern sömürge kılmak isteyen emperyal güçler,
    TEK ADAM REJİMİNİ apaçık kurgulamışlardır ülkemizde.

    Yukarıda da belirttiğimiz gibi, TEK ADAM türlü yollarla açığa düşürülmüş, hatalara – yolsuzluklara… bulaştırılmış ve tutsak alınarak her isteneni yapacak duruma düşürülmüştür.

    Hastalığın sağaltımı için önkoşul doğru tanıdır. Bir Tıbbiyeli ve Mülkiyeli olarak Türkiye’nin ağır – ciddi ve artık ertelenemez – ötelenemez duruma gelen hastalıklarına koyabildiğimiz tanıları ve uygun sağaltımları (tedavileri) 2020’nin ilk gününde kamuoyunun bilgi, ilgi ve sorumluluğuna sunuyoruz.

Sevgi, saygı ve umut ile. 01 Ocak 2020, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Siyaset Bilimci, Mülkiyeliler Birliği Üyesi, Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

 

ZOR BİR YENİ YILI, KALAN İSTANBUL PROCESİYLE AŞMA ÇILGINLIĞININ DAYANILMAZ HAFİFLİĞİ…

ZOR BİR YENİ YILI, KALAN İSTANBUL PROCESİYLE AŞMA ÇILGINLIĞININ DAYANILMAZ HAFİFLİĞİ… 

Dr. Noyan UMRUK
E. General

Eveeet… Gerçekten çok zorlanacağımız bir yeni yıla giriyoruz…
Tanrı hepimize Kuvayı Milliye güç ve kudreti versin…
Uluslararası platformda yönetenlerce giderek  marjinalleştirilen yalnız ve güzel ülkemin, dünyanın parmak ısırdığı, saygı duyduğu pırıl pırıl bir Cumhuriyetin yüzüncü yılının arifesinde getirildiği hale bakın… 

Vaziyetin durumu: 

*Yeni Osmanlıcılık düşleriyle Suriye’de batağa saplanılmış,
*Ülkenin içinde bulunduğu durumdan sıtkı sıyrılmış nitelikli insan gücünün kaçışı, beyin göçü lise düzeyine inmişken, ülke, Suriye’nin kuzeyinde bakıldığı söylenen 3 milyon Suriyeli dışında, ülkedeki 3.5-4 milyon Suriyeli’ye ek olarak yüz binlerce Afgan, Pakistanlı vb. için sığınmacı cennetine dönüşmüş,
*Suriye’nin, bombalayarak ülkesinden kovaladığı, içlerinde Halep’ten, Rakka’dan İdlib’e yollanarak temizlenmesi Astana süreci ile Türkiye yönetimine ihale edilen, fakat nedense bir türlü temizlenemeyen “yaramaz çocuklar”ın da bulunduğu 50 yetmez 80.000-100.000 kişi sınırlarımıza dayanmış,
*“Akdeniz’de en uzun sahile sahip ülke” yıllardır Suriye’de boğuşurken, D. Akdeniz, Mısır, İsrail, Kıbrıs Rum kesimi başını çektiği sahildar ülkeler ve çok uluslu petrol şirketlerince parsellenmiş,
*Milli Güvenlik Kurulu, Deniz Kuvvetlerimizin yıllardır süren uyarıları sonucu nihayet “Atı alan Üsküdar’ı geçtikten sonra” hayasızca parçalanmasına ortak olunan Libya’nın geleceği belirsiz bir parçasıyla, güvenliğini sağlanmasına yardımcı olmayı, gerekirse asker göndermeyi öngören bir mutabakatla nihayet “Münhasır Ekonomik Alan” oluşturulabilmiş, lakin bu kez Libya’daki iç savaşa bulaşmamız tehlikesi ortaya çıkmış,
*Bu arada Rusya Astana, Soçi gösterileri bir yana durmadan silah, nükleer santral, giderek buğday falan satarak yolunu bulurken, Reza davası ve mal varlıkları ile ipleri iyice eline geçirmiş olan ABD, istedikleri yapılmazsa ekonomik yaptırımları uygulama noktasına gelmiş… 

İşte uluslararası ilişkiler alanında durum bu… Pekiyi kabahat kimin? Haydaa, sorulur mu bu… Pek tabii ki monşerlerin… 

Gelelim ekonomiye… 

Aslında söylenecek pek fazla şey yok… Zaten yaşıyoruz… 

*Bütün milli varlık, kaynaklar, olanaklar rantiye kesim ve inşaat sektörüne yönlendirilmiş,
* Voksvagen de tüm teşviklere rağmen gelmekte tereddüt edince, son yıllarda herhalde prototip İtalya’da üretilen “yerli binek aracı” dışında, bir tane reel üretime yönelik, istihdam sağlayacak ciddi bir yatırım, fabrika yok,
*Tarım çökmüş durumda… Konya, Polatlı ovalarıyla tahıl ambarı Türkiye Rusya’dan buğday ithal ediyor… Tarımsal nüfus%13’e düşmüş… Tüm Avrupa ülkeleri tarıma büyük destek sağlarken, Türkiye’de yasal olarak GSMH.nın %1’i ile desteklenmesi gereken tarım kesimi mazot, gübre vb. fiyatlarıyla ağırlaşan koşullarına karşın bu tutarın yarısını bile almamış

  • Sonuç : Millet ekip biçmekten vazgeçmiş… Tarımsal nüfus %13’e düşmüş…  

*Sıra şeker fabrikaları, Tank-Palet fabrikasından sonra 3 üncü köprünün de Çin’e satılmasıyla hızla devam eden süreçle müflis tüccarlar gibi elde ne kalmışsa satılarak, özelleştirilerek, kiralanarak 450 milyar dolara varan borç ve 150 milyar TL’yi aşan bütçe açığıyla arasına çomak sokulan ekonomi çarkı panik içinde döndürülmeye çalışılıyor.
*İthalat – ihracat arasındaki fark 1 trilyon 50 milyon doları bulmuş,
*2020 bütçesinde çoook karşı olunan faiz ödemeleri kalemi 139 milyar TL’na ulaşmış,
*Bir zamanlar Suriye’li sığınmacıların maliyeti olarak açıklanan 40 milyar dolar, herhalde aradan geçen sürede katlanmış,
* Gerçek enflasyon %20’leri aşmış, işsizlik oranı %15’lerde, Her üç- dört gençten biri işsiz, en son değerli konut-varlık vergisi garabetiyle taçlanan ağır vergiler ne gam… Yeter ki rant-inşaat ekonomisinin kaymağını yiyenler ve sebeplenenler üzülmesin… 

Üzerler mi hiç… Aksi takdirde kendileri de çoook üzülür… O halde ne pahasına olursa olsun yeni sahte cicilerle oyunun devam etmesi lazım 

Senaryo yeni havaalanı, köprü, otoyollar vb. olduğu gibi bir yandan yap -işlet-devret mantığıyla nüfusu 20 milyona giden, sorunlarıyla boğuşan İstanbul’a 3 milyonluk yeni bir kent eklemleyerek ve de istihdam kartı kullanılarak halkın sırtından özel şirketlere kâr ve sermaye transferi ile ekonomik ve siyasi rant oluşturmak, öte yandan Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nden hareketle yeni bir pazarlık fırsatı yaratarak küresel arenada siyasi dengeleri hareketlendirmeye dönük bir politik ortam yaratmak…

Nereye kadar varırsa… Sonrası Allah kerim…   

Kalan İstanbul Procesi“nin göz yumulamayacak günahları:

*ÇED raporunun öngörülerinin aksine, gemi trafiği boru hatları nedeniyle yıllar içinde giderek azalırken bu cici proje ile bir kez “Kalan İstanbul“un ekosisteminin köküne kibrit suyu ekilmiş olacak, deniz yaşamı ve ekonomisi son bulacak, hafriyatın yaratacağı kargaşa ve çevre kirliliği yıllarca sürecek, Marmara denizi ve K. Çekmece gölü ölecek, 

*DSİ raporuna rağmen Terkos gölü ve Durusu, Sazlıdere barajlarından tonlarca suyun heba edilmesi ve deniz suyunun yer altı suyuna karışması nedeniyle “Kalan İstanbul“un su sorunu içinden çıkılmaz hale gelecek…
*Tarım alanları, ormanlar, çevre bir yeni havalimanından sonra bir kez daha inşaat sektörünce yutulacak,
*Olası depremde “Kalan İstanbul” için risk maksimize edilmiş (AS: tavan yapmış)  olacak…
*THY raporuna göre yapılaşma, aydınlatmasının yoğun trafiğe ulaşması öngörülen yeni havaalanı için sakıncalar yaratacak,
*Sözün kısası “Kalan İstanbul“un yaşam damarları tıkanarak, doğal yaşam döngüsüne geri dönüşü olmayan biçimde son verilecek,
* Trakya’nın tam, II. Dünya Harbinde Alman tehdidine karşı oluşturulan Çatalca müstahkem mevki-Çakmak Hattından ikiye bölünmesi, tüm asker uzmanlara göre, ciddi güvenlik sorunları ve jeo-politik sakıncalar yaratacak,   

Gelelim zurnanın zırt dediği yere… 

Bir asırdır ülkenin bağımsızlık ve egemenliğini tapusu Lozan Anlaşması yanında, Boğazlar ve Karadeniz üzerindeki egemenlik hakkının ve barış ortamının tapusu da 1936’da imzalanan ve Türkiye dahil tarafların uygulanışına dair bir itiraz beyan etmediği, en uzun süre yürürlükte kalan anlaşma sayılan Montrö Anlaşmasıdır. 

Giderek olaya gelir temelli bakıldığında ülkenin Boğaz geçiş ücretlerinden yararlanması da tümüyle kendi tasarrufundadır. Ayrıca, Montrö sözleşmesi yürürlükteyken zaten hiçbir ticari veya askeri gemi kanalı kullanmaya zorlanamayacağı için, kanal geçişlerinden iddia edildiği gibi astronomik gelirler elde etmek de mümkün değildir. Bu durumda şu anda 75 milyar doları bulacağı söylenen bu yatırımın ülkenin içinde bulunduğu ekonomik yapı, durum ve de gelecek kuşaklar için ne denli ağır ve taşınması mümkün olmayan bir külfet oluşturacağı ortadadır.    

Taraf ülkelerin (Bulgaristan, Fransa, Büyük Britanya, İrlanda ve Denizaşırı Britanya Ülkeleri, Hindistan, Elenler Krallığı, Japonya, Romanya, Rusya, Yugoslavya ve Türkiye) sözleşmeyle ilgili bir derdi yoktur!

Sözleşme kapsamı dışındaki ülkeler için ise ticari gemiler için serbest geçiş, savaş gemileri için ise 18. madde ile “Karadeniz’e kıyıdaş olmayan Devletlerin savaş gemileri bu denizde 21  günden çok kalamayacak”; 19. madde ile de “savaş zamanı savaşan herhangi bir Devletin savaş gemilerinin Boğazlardan geçmesi yasak olacaktır.” hükümleri yürürlüktedir.

 Kalan İstanbul procesi“nin bir ipte oynayan cambazların sayısını artıracağı açık… Balyoz operasyonunun Deniz Kuvvetlerine bulaştırılması ile yol açtığı ileri sürülen Karadeniz’e kıyıdaş olmayan ülkelerin örneğin ABD savaş gemilerinin Karadeniz’e çıkışı kuşkusuz Rusya’yı küplere bindirecek, içinden çıkılmaz onlarca sorunla boğuşan bölgede bu kez çok büyük bir küresel sorun oluşacak,

ama sessizce ve akıllıca “mal varlığı” başta olmak üzere
ekonomik ve siyasal yaptırımlarla sıkıştırılan Türkiye yönetimi,
ABD’nin bu sayede tarihsel emellerine ulaşmasıyla, belki bir ölçüde rahatlamış olacaktır. 

Sonuç: 

Kalan İstanbul Procesi“,  İstanbul’u mahvetmesinin olduğu kadar, yıllardır giderek artan hukuksuzluğun, anti-demokratik uygulamaların, “ben yaptım olducu” yönetim anlayışın mağduru geniş toplum kesimlerinin kitlesel tepkileriyle müdahalesini gerektiren bir demokrasi sorunudur. Bu nedenle; 

*Mckinsey danışmanlık firmasına ekonomiyi denetleme yetkisini vermekten geri adım atılması,
*Termik santrallerin filtresiz çalıştırılmasına verilen onayı geri alınması,;
* Ziraat Bankası’nın Simit Sarayı’nı kurtarma kararını geri çekmesi,

gibi örneklerde elde edilen sonuçlardan hareketle, çok daha ciddi, geniş ve yaygın olarak, çevre hareketinden emek hareketine, su hakkı savunuculuğundan temiz hava hakkı, hayvan hakkı, insan hakkı savunuculuğuna değin toplumsal muhalefetin, tüm demokratik kurum ve meslek örgütlerinin katılımıyla yükseltilecek bir karşı çıkış, Cebelitarık’ı kanal sananların olayın ciddiyetini idrak edebilmesi için öbr örnek olaylarda yaşandığı üzere kaçınılmaz bir görev durumuna gelmiştir… 

Karşı çıkışın yeni yılı kutlu olsun…

Ankara zirvesi: Dönüm noktası

Ankara zirvesi:
Dönüm noktası

Ahmet Yavuz
E. Tümg.
Cumhuriyet, 19.9.19

  • Barış yapmak savaş yapmaktan zordur. Türkiye’nin bugün tanımadığı Esad’la birlikte adımlar atması, sorunun çözümüne en büyük engel olan ABD üzerinde baskı oluşturabilecek yegâne vasıtadır.

Suriye’nin geleceği noktasında 16 Eylül 2019 günü Ankara zirvesinde atılan adımı önemsemeliyiz. Zira bıçak kemiğe dayandı. Artık meseleyi başka türlü ele almak gereği devletin zirvesinde de anlaşılmışa benziyor gibi…
“Gibi” diyorum çünkü benimki bir izlenim. Biraz da temenni, tam bir çıkarım değil.
Bir süre önce Fırat’ın doğusunda hayata geçirilmeye başlanan güvenli bölge sevdasının içinin boş olduğu görüldü. Birileri için sürpriz oldu! Münbiç’te yaşananları başkası yaşamış gibi…
Cumhurbaşkanı Erdoğan, bir süre önce bu konuda memnuniyetsizliğini belirtti. Bununla kalmadı. Zirve açıklamaları esnasında 15 gün sonrasına miat verdi. Sanırım, Birleşmiş Milletler toplantısı fırsatıyla Trump’la yapacağı görüşmede, gidişattan hoşnut olmadığını ifade edecek…
Alacağı cevabı kendisi de öngörüyor olmalı ki, konuşması esnasında, Suriye’de en doğru işleyişin “Astana süreci” olduğuna vurgu yaptı.
Bu sefer Suriye’nin siyasal birliği, toprak bütünlüğü ve istikrarı vurgusu farklı bir tondaydı. Sanki ayaklar suya değmiş gibi…

Israr gereksiz
Çünkü ABD’nin rotasında değişiklik yok: Suriye’yi bölmek.
Türkiye’nin rotası ise tersi olmalı: Bölünmemiş Suriye.


Türkiye’nin tek başına bunu sağlama gücü yok. Rusya ve İran ile birlikte olarak dahi sorun ancak dengede tutulabiliyor. Türkiye bugüne kadar ikircikli tutumlarla geldi: “Fırat’ın batısını Rusya, doğusunu ABD ile götürürüm, kontrol altına aldığım alanları da gerekiyorsa topraklarıma katarım,” yaklaşımını zihinsel arka planında muhafaza etti. Dolayısıyla bugüne kadar ifade ettiği “Suriye’nin toprak bütünlüğü vurgusu” günü kurtarmaya yönelikti. Ancak bunun işlemeyeceğini görmüşe benziyor. Çünkü hesap yanlıştı. Israr gereksizdi. Bağdat’a kadar gitmeye gerek yoktu. Oradan dönülüyor olması evladır.

Öte yandan ABD ile Fırat’ın doğusunda gerçekleştirilmeye çalışılan güvenli bölgeden, kendisi başka bir şey, ABD’nin başka bir şey anladığını yeniden öğrendi.
Aslında herhalde bir başka hususu daha gördü: Fırat’ın doğusunda 50 km. lik bir derinliğe kadar olan alanı tamamen kontrol altına alsa bile, daha güneyde bir devletçiğin ortaya çıkmasına mani olamayacağı gibi, onun kurulmasına ve meşruiyet kazanmasına hizmet edeceğinin de ayırdına vardı.

Bakanlıklar arası zıtlık

Bunu, Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu ile Milli Savunma Bakanı Akar’ın birbirine zıt ifadelerinin basına yansımasından çıkarmak mümkün.
Geçmişte örneğine az rastlanır bir duruma tanıklık ediyoruz: Milli Savunma Bakanı gidişatın sonuç alıcı olacağı gibi iyimser bir tutum sergilerken Dışişleri Bakanı hoşnutsuzluk belirtiyor. Genelkurmay bu konuda ne düşünüyor, bunu bilen de yok, ilgilenen de… Oysa bilmeliyiz. Gerçi bu konuda Genelkurmay görüş belirtse, alçılar salçalar “askeri vesayet hortladı” diye ortaya çıkar. Oysa sivil-asker ilişkilerinde ABD’yi örnek gösteren bu tipler Trump’a direnen CENTCOM’ un bunu nasıl yaptığını sorgulamaz. Neyse, bu konuyu geçelim ve konumuza dönelim…
Bu noktada ABD’ye bakış ve gelecek perspektifi açısından da anlamlı bir durum söz konusu. Cumhurbaşkanı daha ziyade Dışişleri Bakanına’da yakın duruyor.

Başka yol yok!

Bu konunun yukarıda zikredilen, iktidarın Suriye’nin toprak bütünlüğü konusundaki tavrının sonuna yaklaşması bağlamında anlamı var. Çünkü Suriye’nin toprak bütünlüğünü sağlamaktan başka bir yolun, Türkiye’ye huzur getirmeyeceği gerçeği bilinçlere yansımaya başladı. Rusya ve İran’ın da bunu onaylamayacağı, zirvede bir kez daha ortaya çıktı.

Türkiye Suriye’nin toprak bütünlüğünün sağlanması stratejisini benimseyen adımları kararlılıkla atarsa ne gibi değişiklikler olabilir?

Öncelikle İdlib’de durum farklılaşır. Zira İdlib’de atılacak adımlar mihenk taşı özelliği taşıyor. Eğer Türkiye, daha önce açılması yükümlülüğünü üstlendiği M4 ve M5 karayollarının (Halep-Lazkiye yolunun) güneyi ve doğusunda bulunan 5, 6, 7, 8, 9, 10, 11 numaralı gözlem noktalarını, anılan yolun batısı ve kuzeyine çeker ve yeni yerlerinde tesis ederse meseleyi farklı bir şekilde ele aldığı sonucuna varabiliriz.

İlişkilerde güven artar

Bu, Rusya ve İran hatta Suriye ile olan ilişkilerde güven yaratır. İlave olarak İdlib’den göçü sınırlar. Ayrıca bu bölgede sıkışmış olan teröristlerin Suriye ordusu tarafından imhasına zemin yaratır. Tabii bütün bunların kolay olmayacağı açıktır.
İyimser bir senaryoyla, bir süre sonra Suriye devleti, Fırat’ın doğusu hariç ülkesine tamamen hâkim olduğunu ileri sürebilir. Türkiye’nin kontrolü altındaki bölgelerde Adana Mutabakatı çerçevesinde bulunmasını benimsediğini açıklayabilir. Ordusunu da Fırat’ın doğusuna yönlendirme olanağına kavuşur.
Ortaya çıkması muhtemel yeni durum, diplomatik yollardan AB ülkelerinin de devreye sokulmasını mümkün kılabilir. Yeni anayasal süreç de bunlara paralel yürütülebilirse, ABD’nin Suriye’yi bölme planına sınır getirilebilir, engel olunabilir.
O takdirde Astana süreci daha büyük bir dalgaya yol açacaktır.
Bu yönde atılacak adımların arzu edilen ve yukarıda tasvirine çalıştığım son durumu sağlaması mümkün olmayabilir. Ancak mevcut güç dengesi, elimizde bu seçeneği devreye sokmaktan gayrı bir yolun varlığına işaret etmiyor.

Esad’ı tanımak şart

Öte yandan ancak böyle bir tercih Suriyeli sığınmacıların ülkelerine dönme heves ve arzusunu açığa vurmalarını sağlayabilir.
Barış yapmak savaş yapmaktan zordur. Savaşanların birbirlerini tanıması gerekmez. Ancak taraflar birbirlerini tanımadan barış yapamaz. Türkiye’nin bugün tanımadığı Esad’la birlikte adımlar atması, sorunun çözümüne en büyük engel olan ABD üzerinde baskı oluşturabilecek yegâne vasıtadır.
İyimser bir bakış açısıyla Ankara zirvesinden böyle bir çıkarımda bulunmak, içinde birtakım riskleri barındırsa da ülkenin uzun zamandır unutulan ulusal çıkarının gereğidir.

Çözüm Atatürk politikaları

Zirvenin Çankaya’da yapılması farklı yorumlara yol açtı. Sembolik boyutu açısından şunu ileri sürmek mümkün:

Çankaya, Sovyet Rusya ve İran ile dostluğun ilmek ilmek örüldüğü yerdir.

Kurucu atamız Mustafa Kemal Atatürk, sadece bu iki ülkeyle değil, aynı zamanda bütün komşularımızla iyi komşuluk ilişkilerinin temellerini Çankaya’da atmıştı. Hatay sorununa rağmen Suriye bile bu yaklaşımın kapsama alanı içindeydi. Verilmek istenen mesaj,

  • Atatürk’ün “Yurtta sulh, cihanda sulh” politikası

hayata geçirmenin bir adımıysa; buna sadece ve sadece alkış tutulur.
Çünkü Türkiye’nin ihtiyacı, iç cephesini kuvvetlendirmek ve yeniden bütün boyutlarıyla Atatürk’ün politikalarına dönmektir. Başka geçerli yol yoktur.

Hayat her gün bu gerçeği kafamıza vura vura öğretiyor.

Birileri bunu geç öğreniyor diye kınayacak halimiz yoktur. Ancak seviniriz.

ABD’nin İran hesabı tutmadı

ABD’nin İran hesabı tutmadı

Barış Doster
Cumhuriyet,
18.9.19
Astana sürecinin üç bileşeni olan Türkiye, Rusya ve İran’ı buluşturan zirve, önceki gün Çankaya Köşkü’nde yapıldı. Zirvenin sonuç bildirisinin içeriği, Suriye’nin bağımsızlığı, bütünlüğü, egemenliğine yönelik duyarlık ve ABD’ye verilen mesajlar önemli. Çünkü
ABD’nin Türkiye’yi Rusya ve İran’dan koparmak, bunun ötesinde Türkiye ve İran’ı karşı karşıya getirmek için oldukça çaba gösterdiği unutulmamalı.
Ayrıca, Ortadoğu’da etnik ve mezhepsel duyarlıkları kaşıyan, bunlar üzerinden yeni çatışmalar çıkarmak isteyen ABD’nin İran’la zaten gergin olan ilişkileri, son haftalarda daha da geriliyor.
Suudi Arabistan’daki petrol tesislerinin vurulmasından İran’ı sorumlu tutan ABD, kendi çıkarları ve İsrail’in güvenlik ihtiyaçları açısından Arap – Fars, Sünni – Şii, Türk – Fars, Türk – Kürt, Türk – Arap çatışması çıkması için çalışıyor. Türkiye’nin İran ile arasında bölgesel düzlemde tarihsel, kültürel, toplumsal, siyasal, jeopolitik, stratejik, ekonomik boyutları olan dengeli rekabeti, işin içine mezhepsel boyutu da katarak keskin, tehlikeli bir rekabete dönüştürmek istiyor. İki ülkenin rekabetini, aynı zamanda Atlantik – Avrasya rekabeti olarak da yorumluyor. Ankara ve Tahran’ın, Suriye sorunu başta olmak üzere, bölgesel konularda işbirliği yapmalarını engellemeye çabalıyor.
ABD İran’da nelerin farkında?
İran’ın nüfusu, yüzölçümü, coğrafi yapısı, savaş deneyimli ordusu, ulus bilinci, tarihsel birikimi, bölgesel nüfuzu; bu ülkenin Irak veya Suriye’ye benzemediğinin en başta gelen kanıtları. Dahası var. Diplomatik belleği güçlü, diplomatları yetkin. Nükleer güç sahibi olmak; siyasi partilerin olmadığı, seçimlerde blokların, cephelerin yarıştığı ülkede, ideolojiler üstü bir hedef. Köktendinci mollalar da, solcular da, milliyetçiler de, her iki cihan harbinde de, hem Rus hem İngiliz işgaline uğrayan ülkelerinin, nükleer silah sahibi olmasını istiyorlar.

Tahran, dış politikada Şiiliği de, İslamcılığı da, ABD ve İsrail düşmanlığını da, Siyonizm ve emperyalizm karşıtı söylemi de, Fars milliyetçiliğini de yerinde, zamanında, dozunda, muhatabına göre kullanıyor. Örnek, Rusya ile olan ilişkilerinde laik tavır alırken, Irak’ta başka türlü davranıyor. Çin ve Rusya’yla ilişkilerini geliştirirken, ABD’nin İran’a yönelik yaptırımlarını, Almanya ve Fransa’nın öncülük ettiği bir finansal mekanizma yoluyla hafifletmeye çabalıyor. Bu yolla yalnızca ticaret yapmıyor, aynı zamanda, ABD ile Almanya arasındaki çatlağı da büyütüyor.

Ekonomisi enerji ihracatına bağımlı olan ve ABD yaptırımlarından oldukça etkilenen İran, ABD’nin Ortadoğu’ya yönelik saldırılarından, ABD hiç arzulamadığı halde kazanan taraf olarak çıkıyor. ABD’nin Irak ve Suriye’ye ilişkin politikaları, hem bu ülkelerde hem bölgede İran’ın etkinliğini artırıyor. Nitekim Suudi Arabistan’la yaşadığı gerilim, Irak ve Suriye’den başka, Lübnan’dan Yemen’e, Bahreyn’den Katar’a dek çok geniş bir alanda gözleniyor.

Sözün özü : Türkiye’nin de içinde bulunduğu bölgesel ittifakların gelişmesi, bölgede ABD’nin manevra sahasını daraltıyor. O yüzden Türkiye’nin bölge ülkeleriyle ilişkilerini geliştirmek için daha cesur ve kararlı adımlar atması gerekiyor.

Ne “Dava”ymış be!

Ne “Dava”ymış be!

Ahmet GÜRSOY
07.09.2019, YENİÇAĞ

Ege’de, 18 Türk adasına Yunanistan asker çıkarıp bayrak dikerken gıkı çıkmayan AKP iktidarları ve bağlı olarak Cumhur İttifakı korosu, kendi dışında kim varsa hepsini neredeyse “hain” ilan ediyor. Türkiye’nin Ege ve Akdeniz’deki hakları birer birer elinden kayarken onlar, “asarız”,keseriz” nutukları atmanın ötesinde somut hiçbir kazanıma imza atamıyor.
Tam bir tiyatro.

Gelin Suriye’ye..
Orada da benzer bir açmazın içindeyiz ve maalesef kayıp ettik.
Türkiye, Suriye’de kesinlikle başarısız bir dış politika yürütüyor ve bu yanlışında da ısrar ediyor. Üstelik sadece Türkiye kayıp etmedi. Aynı zamanda Suriye’deki Türk (Türkmen) varlığına da kayıp ettirdik. Belki kendi başlarına hareket etselerdi daha kazançlı çıkacaklardı.

Türkmenler, Suriye içinde kelimenin tam anlamıyla savruldular.

Peki, neden kayıp ettik ya da ettirildik? Çünkü Türkiye’nin dış politikası, AKP’nin “davam” dediği içeriği tam olarak bilinmeyen bir meçhul üzerine inşa edilmeye çalışıldı da ondan.

O “davaya” göre, Esat Alevi. Ancak iktidar sahipleri “Esat Alevi olduğu için biz onunla bağ kurmuyoruz” demiyor. Onlar, “Esat kendi yurttaşlarını öldüren bir zalim ve katil. Bu sebeple biz onunla siyasi ilişki kurmuyoruz” diyorlar. Yoksa katil kimsenin umurunda değil. Mesela, Sünni olduğu için El Beşir gibi canilerle temas kurmakta bir sakınca görmüyorlar. Bu durumda Suriye’deki dış politikayı belirleyen “davanın” İhvancılıkla ilişkisi olduğunu söylemek zor olmasa gerek.

Önümüzde çok net bir biçimde duran İdlib meselesinde neyi, kimi koruyoruz? Niye oradayız? Oradayız çünkü Astana sürecinde, “İdlib’teki Sünni terör örgütlerini ikna ederek oradan biz çıkaracağız, silahlarını bıraktıracağız” dedik.

Bunun için güvenli bölge oluşturduk.
Yapabildik mi?
Yapamadık.
Geldiğimiz noktada Esat orayı bombaladı.

Rusya da bombaladı.

En son hiç ummadığımız sırada birkaç gün önce de ABD bombaladı.
Sonuçta olan Türkiye’ye oldu. Yalnız kaldık.

Rusya, Esat’ın yanında.

ABD’de, İdlib’i bombalayarak Esat’ın yanında olduğunu gösterdi.
Geriye İdlib’de bombalanan terörist İslamcı gruplarla biz kaldık.
İşte size “davam” sarmalında Türkiye’nin savrulduğu yer.
İşte size Cumhuriyet’in başlattığı dış politikadan sapmanın bedeli.

Ege adalarından, Kıbrıs’a, oradan Suriye’ye derken Mısır’a bakalım. Durum aynı.
Mısır’da Müslüman Kardeşler’in lideri Mursi’nin ölümünde neden bu kadar çok acı hissetti bizimkiler?
İşin içinde “dava” olduğu için.
Halen daha Mısır yönetimiyle siyasi temas kurmuyoruz.
Nedeni nedir? Gene bu “dava” denilen şeydir.
Peki, gerekçe ne?
“Efendim biz darbecileri sevmeyiz. Onlara prim vermiyoruz.”
Sahi mi?
Öyle ise İran yönetimiyle Astana’da işiniz ne? İran’da rejim, Humeyni darbesiyle gelmedi mi?
Uluslararası hukukun suçlu ilan ettiği El Beşir darbeci değilse nedir?
Demek ki neymiş..

Mesele darbecilik veya zalimlik değilmiş.

Mesele içeriğini herkese net olarak açıklamadıkları o hepimizin başını belaya sokan, ülkemizi Suriye’de içinden çıkılmaz hale getiren gizli zihniyet “dava“dır…
O zihniyetin, içinde saklı tuttuğu “dava” sebebiyle ocağımıza kar yağdı.
Türkiye’de rejim değişti.
Tarım bitti.
Sanayi geriledi.
Ülkemiz, Murat Ağırel arkadaşımızın anlata anlata bitiremediği yolsuzluklara gömüldü.
Adalet sistemi dibe vurdu.
Hatta enflasyon rakamlarına bile hile yapar hale geldi.
İşsiz kaldık…

Ne “davaymış” be..

 

Fırat’ın doğusundaki asıl düşman

Fırat’ın doğusundaki asıl düşman

Barış Doster
Cumhuriyet
, 15.12.18
(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Türkiye, bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ağzından, günlerdir Fırat Nehri’nin doğusuna ve Münbiç’e yönelik tutumunu açıklıyor. ABD ise kendi ifadesiyle, “Suriye’nin kuzeydoğusuna yönelik tek taraflı bir askeri eyleme” itiraz ediyor. Yani Türkiye’nin, ABD’nin bölgedeki en önemli araçlarından olan PKK terör örgütüne ve onun Suriye uzantısı PYD – YPG’ye yönelik askeri harekâtını önlemeye çalışıyor. Kısacası, Irak’ın kuzeyinde yaptığını, Suriye’nin kuzeyinde de yapıyor. Bu, ABD emperyalizmini bilenler, Ortadoğu’daki gelişmeleri izleyenler için şaşırtıcı değil. 

  • Asıl şaşırtıcı olan, Türkiye’nin gerçekte ABD ile cepheden karşı karşıya geldiğini bir türlü kabul etmemesi.
  • Irak ve Suriye’de asıl düşmanın, emperyalizmin güdümündeki terör örgütleri olmanın ötesinde, emperyalizmin ta kendisi olduğunu kavramaması.

Dört bölge ülkesini (Irak, Suriye, İran, Türkiye) bölmek isteyen, bunları bölerek, denize kıyıdaş bir Kürt devleti kurmak isteyen ABD’ye karşı, aynı tehditle boğuşan bölge ülkelerini bir araya getirecek bölgesel ittifaka öncülük etmemesi. Atatürk’ün, bölge merkezli dış politikasını bir türlü gündemine almaması…

Yığınakta yapılan hata
Askerler sıkça, “Yığınakta yapılan hata, cephede telafi edilmez” derler. Türkiye, Suriye konusunda öyle çok hata yaptı ki; kimi eksikler içerse de, son birkaç yıldır atılan doğru adımlar, Astana süreci ile birlikte Rusya ve İran’la birlikte savunulan politikalar, kesin sonuç almaya yetmiyor.

  • Çünkü ABD bağımlılığı, NATO üyeliği açıkça, yüksek sesle sorgulanmıyor.

Hassas anlarda ikircikli tutum alınıyor. Rusya ve İran aracılığıyla değil, doğrudan Suriye ile temas kurulmuyor. Dahası var… 

1) İktidarın çok iddialı olduğu, iyi bildiğini söylediği Ortadoğu hakkında bilgisi sınırlı.
2) Sahaya ilişkin bilgi kısıtlı. Bilgilerin çoğu da yanlış, çarpık.
3) Emperyalizme bağımlılık; cesur, özgün, özgür düşünebilme kabiliyetini aşındırıyor.
4) Yersiz, gereksiz bir özgüven patlaması içindeki kadrolar, başkalarının dediklerini, önerdiklerini dinlemiyorlar. Önemsemiyorlar. Hatta küçümsüyorlar.
5) Osmanlı Devleti’nden beri bürokraside seçkin yeri olan Dışişleri kadroları dışlandı. Yetkin hariciyeciler “monşerler” diye azarlandı. Yerlerini danışmanlar aldı.
6) İdeolojik ve mezhepsel önyargıların da etkisiyle Suriye’de Baas rejimi küçümsendi.
Esad hafife alındı. Rejimin toplumsal desteği, güç aldığı sınıflar, tabanı doğru tahlil edilmedi. Sadece Nusayrilere dayandığı sanıldı. Sünniler, Hıristiyanlar arasındaki, esnafta, burjuvazideki kökleri dikkate alınmadı. Sadece orduya, polise, bürokrasiye, istihbarat teşkilatına dayandığı öne sürüldü. 

Oysa Suriye’de iç dinamikler güçlü olmasa, toplumun farklı ve geniş kesimleri, katmanları, sınıfları rejimi desteklemese, 2011 Mart ayından beri ülke direnemezdi. Sadece dış dinamiklerle, İran’ın, Rusya’nın, Lübnan merkezli Hizbullah örgütünün, cephe gerisinde Çin’in desteğiyle açıklanamayacak bir direnç söz konusu.
Halkın büyük bölümünün gözünde mesele rejim, Baas, Esad meselesi değil, vatan meselesi. Türkiye’nin de bu gerçekler ışığında politika geliştirmesi, hedeflerini, önceliklerini sıralaması gerekiyor.
Kıssadan Hisse: Ortadoğu’da bizim ve tüm mazlum milletlerin asıl düşmanı bellidir.

  • Atatürk’ün dediği gibi; emperyalizmle mücadele etmek, vicdanı olan tüm insanlar için görevdir.
    =======================================
    Dostlar,

    Fırat’ın doğusuna yöneltilecek bir askeri operasyona ilişkin ciddi soru işaretleri var.
    Bizim de ciddi kaygımız.
    Özellikle zamanlaması düşündürücü ve rastlantısal olduğunu hiç sanmıyoruz..
    Klasik siyaset yöntemlerinden biridir; iç politikada bunalan iktidarlar halkın dikkatini çelmek ve dağıtmak için ulusal duyarlıklara dayalı oyunlara yönelebiliyor.
    Kış ortasında bağıra – çağıra “geliyoruz” diye ünlemenin mantığını açıklamak kolay değildir. Böylelikle kendi tabanını ve ve milliyetçi kesimleri birarada ve diri tutma (konsolide) etme politikası kısa bir süre güdülebilir. Ardından “sıcak operasyon” gelmezse bu kez o kitleler kopabilir.
    Üstelik yerel seçim öncesi böylesine bir “Rus ruleti” çok pahalı bir fatura çıkarabilir AKP = Erdoğan’a ve ülkemize..
    Mehmetçiğin kanı – canı en kutsal değerlerimizdendir. Hiçbir çıkara ve güdük ve gündelik parti politikalarına asla alet ve kurban edilemezler.
    Biricik (yegane) istisna, Büyük ATATÜRK‘ün çok yerinde belirlemesiyle,

  • “.. milletin yaşamı tehlikeye girmedikçe savaş bir cinayettir..”

    Üstelik çok ağır bir ekonomik bunalım yaşanırken, %7,24 gibi olağanüstü yüksek tefeci faiziyle (FED faizi %0,5!) borç ve faizini ödemek üzere birkaç milyar Dolar borçlanmak için çırpınılırken, tasarlanan askeri operasyonların küçümsenemeyecek akçalı (mali) yükü gözardı edilemez. Hele hele şehit tabutları…

    Bir de iktidarın gözünü karartarak yapacağı seçim harcamaları – seçim ekonomisi sorunu var..

31 Mart 2019 sonrasında çok daha sıcak ve bunaltan bir iklim (konjonktür) bekliyor ülkemizi..
Hem de pek çok bakımdan..  Ne yazık ki böyle; ama her kaosun barındırdığı çözümler de var!

AKP=Erdoğan iktidarının olağanüstü sağduyulu davranması gereği tüm zamanlardan daha çok!

Başta Suriye yönetimi ile doğrudan iletişim ve etkin işbirliği olmak üzere İran, Irak ve Rusya ile eşgüdümlü, bölge temelli, dengelere odaklı dış politika dışında seçeneği yok AKP=Erdoğan‘ın.

Sevgi ve saygı ile. 18 Aralık 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Halk Sağlığı Uzmanı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

İdlib ve Suriye’de siyasal çözümden ne anlıyoruz?

İdlib ve Suriye’de siyasal çözümden ne anlıyoruz?

Konuk yazar : 
Bülent ESİNOĞLU
16.9.2018, bulentesinoglu@gmail.com

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır.)

Yedi Eylül’de, Tahran’da yapılan Zirveden çıkan ortak bildirinin 2. maddesi, Suriye’nin toprak bütünlüğünü garanti etmektedir.

Bilindiği gibi Cumhurbaşkanı ortak bildirinin dışına çıkarak, İdlib’de ateşkes istedi.

O günden bu yana yandaş medya Katil Esad yaygarasını yükselti.

Geride kalan on gün içinde başta Amerika olmak üzere Avrupa ülkeleri de İdlib’de barışçı çözüm istedi.

Konu Birleşmiş Milletler Güvenlik Kuruluna (AS: Konseyine) taşındı. Rusya İdlib’deki terör guruplarını vurmakta kararlı olduğunu açıkladı.

ABD ve Suudi Arabistan, eğer Türkiye İran ambargosuna katılırsa, Türkiye’ye 65 milyar $ kredi verebileceklerini Türkiye’ye teklif ettiler. (Yeniçağ Gazetesi)

Amerikalı General, Türkiye’nin Membiç’in merkezine giremeyeceğini, yalnızca çevresinde devriye alabileceğini ifade etti.

Erdoğan ABD’nin Fırat’ın Doğusuna yirmi bin TIR’lık yığınak yaptığını açıkladı.

Türkiye İdlib sınırına görülmemiş askeri yığınak yaptı.

Putin, İdlib için çok endişeliyim dedi.

Birleşik Arap Emirliği Türkiye Suriye’den çıksın dedi. (Tabii Suudilerin talimatıyla)

İsrail, Şam havaalanını füzelerle vurdu. Yandaş medya sevindi.

Erdoğan Wall Street Jurnal Gazetesine köşe yazısı yazdı. Amerika’nın Rusya’nın İdlib’de yapacağı katliamı durdurmasını istedi. Arkasından Kalın ve Çavuşoğlu Amerikan gazetelerinde köşe yazarlığı yaptılar.

İdlib‘de silahsız çözüm yok. Orada herkes silahlıdır. Çünkü bunların hepsini, zamanında, ABD ile birlikte eğit-donat programıyla yapmıştık.

HTŞ, El Nusra, El kaide ve Suriye dışından gelen silahlı teröristler.

Silahlı ÖSO, Türkiye’ye muzahir silahlı örgütleri korumak ABD’yi yanımıza alabilmek için bize kaldı.

Çıkmaz bizim çıkmazımız. Katil Esad sloganı, inşallah Katil Putin’e dönüşmez.

Amerika bize İdlib’de havuç veriyor ve diyor ki;

  • İdlib sizin bünyenizde kalsın, ileride halk oylaması yapılır. Halk Türkiye tarafını isterse Türkiye’nin bünyesinde kalır.

Siyasi iktidar Suriye’de Suriye Arap Cumhuriyeti ile anlaşıp, Türkiye sınırlarını birlikte güvenliğe almak yerine, İdlib’de otonom bir örgütlenmeye gidelim diyor. En azından oradaki silahlı örgütleri savunması bunu gösteriyor.

Böyle bir durumda, biz nasıl olur da Suriye’de otonom bölgeleri savunuruz?

Böyle bir durumda, Fırat’ın doğusunun, Amerika ve PKK’ya bırakılacağı anlamı çıkmaz mı?

  • Amerika ile yapılacak her anlaşmanın çıkacağı yer; Kürdistan’dır.

Türkiye Putin’i ikna ederek, İdlib’deki silahlı örgütleri korumaya çalışıyor.

Putin ile Soçi’de yapılacak görüşmeden hiçbir sonuç çıkmayacağı baştan bellidir.

Putin diyecek ki; “Git Suriye Arap Cumhuriyeti ile anlaş. İdlib Rusya toprağı değil, ben nasıl karar vereyim” diyecektir.

Hem ABD hem Rusya, İran tarafında ikili oynamanın sonuna gelinmiştir.

Astana Sürecinin sonlanması demek olan İdlib dayatması; çıkmazın kendisidir.

Bu gelişmeler olurken Yandaş İktidar Medyası Katil Esad türküsünü söyleyerek rahatlayacağını ve Türk halkını, sonu belirsiz bu İdlib siyasetine ikna edeceğini sanıyor.

Zaman tükendi, ikili oynamanın olanaksız olduğu bir dönemece girdik.
=================================
Evet dostlar,

İdlib sorunu Türkiye’nin başını daha çooook ağrıtacağa benziyor.
Mart 2011’de başlatılan AKP = Erdoğan‘ın, yanlış = ABD güdümlü maşa Suriye politikası ile bugünlere geldik. Bir yandan ülkemizde olağanüstü ağırlıkta – yakıcılıkta bir ekonomik bunalım – yığınların ve Türkiye’nin yoksullaştırılması süreci yaşanmakta, bir yandan da İdlib sorunu giderek kördüğüme dönüşmektedir.

Türkiye, İdlib’te toplanan ağır silahlı ve çok iyi eğitilmiş farklı ülkelerden (Çin, Afganistan, Çeçenistan…) on binlerce cihatçı militanı, Putin’in çok haklı isteği doğrultusunda sivil halktan ayrıştırmak ve geldikleri / getirildikleri ülkelere dönmelerini sağlamak zorundadır. Bu süreç zaman alabilir ama önce bu yükümü üstlenmeniz ve açıkça belirtmeniz gerekir. Öte yandan ne İran’ın, ne Suriye’nin ne de Rusya’nın çok fazla sabrı yoktur. Rusya, bölgedeki üslerinin, askeri yapılanmasının zarar görmemesinde titizdir kendince. İran, Suriye’nin toprak bütünlüğünü derin bir empati ile savunmaktadır; çünkü çok iyi bilmektedir ki, sıra kendisine gelecektir.

Türkiye’nin de İran sonrası parçalanma – bölünme sırasının BOP kapsamında kendisine geleceğini ar-tık kavramak zorundadır. BOP haritaları yayınlanmış ve sınırları değiştirilecek 22 ülkeyi ABD’li C. Rice açıkça duyurmuştu.

Suriye’de Erdoğan’ın bir kez daha iflas eden politikasının ülkemize yükü çok ağırdır. Askeri harcamalar, şu ekonomik çöküş döneminde sürdürülebilir değildir. Hele sıcak çatışmalar olursa, güvenlik güçlerimiz şehitler verecektir.

  • Bütün yollar Şam’a çıkıyor AKP = Erdoğan için!

Silahlandırılıp eğitilen – desteklenen – aylık bağlanan militanlarla Suriye’yi istikrarsızlaştırma (de-stabilize etme) ve sonrası … kimi hesapların gerçekleştirilebilirliği yok-tur. Şam’a – Esad’a el uzatmak ve Suriye ile boğuşmak değil, iç savaşı bitirmesi için Suriye rejimine destek vermek gerekir. Böylelikle Rusya – İran – Türkiye’nin açık, Çin vd. nin yarı açık – örtük desteği ile Suriye’de hızla düzen yeniden sağlanabilir.

Fırat’ın doğusunda Kürdistan – PYD – PKK yapılanmasını engellemeye, Batısında İdlib sorununu Suriye ile çatışarak değil dayanışarak çözdükten sonra enerji kalabilir. Çünkü orada muazzam silahlandırma ile ABD – İsrail var.

Sitemizde son günlerde İdlib sorununu hep işliyoruz. Daha önce de yazdık; AKP = Erdoğan‘ın hiç olmazsa 1 cambazın 2 ipte oynayamayacağını olsun artık görmesi gerektiğini vurguladık. Karşınızdaki güçlerin stratejik akıllarını – deneyimlerini – çıkarlarını ve güçlerini çok ama çok iyi değerlendirmek zorundasınız.. Bu işler Tahran’da 12 maddelik anlaşmaya imza koyarken son anda “ateş kes olsun” deyip Putin tarafından haşlanma ile yürütülemez.

Yine bu çok çetrefil sorunlar, Atlantik ötesi ülkede kimi gazetelerde yazana / yazdırana post-modern entellektüel doyum (!) sağlayabilme ötesinde hiçbir yarar sağlamaz.

  • Bu arada yandaş basının bağışlanmaz bir tarihsel hata, ahlak sorunu içinde olduğunun altını çizmek istiyoruz. Kitleleri “sürü psikolojisi” yöntemleriyle yönlendirmek salt etik dışı olmakla kalmayıp, ayı zamanda ciddi bir stratejik güvenlik sorunudur.

Böyle biline ve artık lütfen saaddede geline..

Sevgi ve saygı ile. 17 Eylül 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Konuya ilişkin sitemizde daha önce yayınladığımız yazılara da bakılması önerilir..

– İŞİD ve EL NUSRA AKP’nin Askeri Kanadıdır

ERDOĞAN’IN DIŞ POLİTİKASI DA ÇÖKTÜ

ERDOĞAN’IN DIŞ POLİTİKASI DA ÇÖKTÜ

ERDOĞAN’IN
DIŞ POLİTİKASI DA ÇÖKTÜ


Ahmet Kılıçaslan Aytar

08.09.2018, Özgür Gündem

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

07 Eylül’de 2 Suriye ve 3 Rus uçağı ile Suriye topçusu İdlib’in güneyindeki  mevzilerinde  İslamcı terör örgütlerini vurdu. O sırada teröristerin tabutuna son çiviyi takmakta kararlı görünen Rusya Devlet Başkanı V. Putin ve İran Cumhurbaşkanı H. Rouhani, bir saldırı halinde ne yapacağı öngörülemeyen Erdoğan ile birlikte, Suriye ihtilafını sona erdirmek ya da İdlib’in Suriye rejimi kontrolüne geçmesi ardından “Suriye Savaşı’nın galibi olarak Beşar Esad‘ı” ilan etmek için; düzenlenen Tahran Zirvesi başlamak üzereydi…
*
Rusya ve  İran, Şam’ın başlıca müttefikleri olarak hükümetin lehine yedi yıllık savaşın dengesini sağladılar. Türkiye hükümeti ise hâlâ Şam rejimini devirmek isteyen isyancıları destekliyor.

Türkiye ancak 2016 sonundan bu yana, Suriye’deki denklemden dışlanan Suudi Arabistan ve Katar’ın kaderinden kaçınmak, esasen Osmanlı’nın eski toprakları olan bu coğrafyada ağırlıklı olarak İslam din ve gelenekleri ile uyumlu bir ekonomik ve siyasi düzeni oluşturarak bölgede ekonomik kaynaklar üzerinde egemen olacağı bir stratejiyi yürütmek için Rusya ve İran ile yakın bir şekilde çalışıyor.
*
Türkiye İdlib de-eskalasyon bölgesindeki görevini, görünürde Suriye toprak bütünlüğü ve bölgedeki nüfusunun artacak olmasıyla sağlanabileceği öngörüsünde bir strateji ile yürüttü. Yani Türkiye bu görevi aldığı andan itibaren (AS: başlayarak) bölgeye çok sayıda Sünni Arap taşıyacağını ve yeni bir demografik yapı oluşturacağı bildirdi! Ama esas stratejisi, bu bölgede Türkiye’ye  ile uyumlu bir ekonomik ve siyasi düzeni oluşturmaya dayanıyordu. Şimdi Türkiye, bölgeye bizzat taşıdığı Sünni Arap nüfusun yol açacağı büyük mülteci akınından korkuyor!
*
Üstelik Türkiye, İdlib’deki isyancı ve İslami Cihad milislerinin çoğunu, Esad rejimi ile müzakere etmek ve her iki tarafın da kabul ettiği bir barış anlaşmasını destekleyerek silahların bırakılmasını sağlamak üzere eğitmiş ve donatmıştır!Öyle ki, Türkiye; İdlib’i işgal altında tutan El Kaideci Hayet Tahrir el-Şam (HTS) örgütünü daha 3 gün önce terör listesine aldı! Ama şimdi İdlib’teki isyancılarda ve teröristlerde patronları tarafından terk edilmeyeceklerine ilişkin pekişmiş  bir inanç vardır! Bu noktada İdlib’deki terörist varlığının, sivil halka olabildiğince az zarar gelecek şekilde yok edilmesine yönelik çabalar konusunda; Rus ve Türk yetkililer ile Suriye’de yerlerinden edilmiş olan mültecilerin geri dönüşü ya da teröristlerin Türkiye sınırlarından girmelerinin önüne geçilmesi de dahil olmak üzere birçok detay (AS: ayrıntı) görüşülüyor.
*
Ahh İdlib! Zavallı kentin gerçeği Türkiye’nin kuzeybatı Suriye’nin kontrolünü ele geçirme konusundaki işbu riskli yatırımlarından kaynaklanıyor…. Erdoğan’ın bugün tamamıyla çökmüş dış politikası, Türkiye’nin durumunu özetliyor… Bu yüzden Suriye, Rusya ve İran’ın İdlib’e  saldırılarının başlaması,Türkiye’nin ne yapacağı konusunu gündeme taşımıştır.. Çünkü Ankara’nın İdlib’in devrilmesine izin vermesi tehlikeli bir örnek teşkil edecek; bu kez Suriye rejimi kuzey Suriye’deki diğer bölgeleri yeniden ele geçirmek için bir saldırı kampanyası açacaktır… Halbuki Türkiye, Suriye’de halihazırda kontrolü altında bulunan bölgeleri “kırmızı çizgisi” olarak ilan etmiştir! Ama bu bölgeleri ne kadar kırmızı gördüğü konusu tartışmalıdır…
*
Üstelik Türkiye bu senaryoyu desteklemek için Kürt YPG’yi denklemin merkezine yerleştirmiştir. Ama Suriye rejimi şu sıralarda YPG’nin liderliğindeki Suriye Demokratik Konseyi ile başlattığı resmi diyalogda; Kürtlerin taleplerinin (AS: istemlerinin) karşılanmasını, aynı zamanda bölünmeyi engelleyecek önlemleri garanti etmek üzere  yönetimsel ve kültürel otonomiyi tartışıyor…

Üniter desantralize” sistemi müzakere ediliyor. Bu yüzden YPG’nin de İdlib’deki bir rejim kampanyasına yardım etmeye istekli olma olasılığı; Türkiye’nini affedersiniz Erdoğan’ın çıkarlarını daha da yükseltmesine neden oluyor… Bu nedenlerle Türkiye, rejimin saldırılarına başlamasını engellemek için olağanüstü riskler almaya istekli olabilir! Hatta Türkiye’nin İdlib’e yapılacak hava saldırılarına karşı taşınabilir hava savunma sistemleri kullanabileceği dahi (AS: bile) öngörülüyor. Rusya’nın  bu hususu iyi bildiği ve hava varlıklarına yönelik herhangi bir tehdite karşı büyük ölçüde duyarlı olmanın hazırlığını yaptığı da bildiriliyor.
*
Türkiye, kuzeybatıdaki silahlı grup birleşmeleri için yeni yoğunlaştırılmış müzakereler düzenliyor. “Esed’e Hayır, Erdoğan’a evet” kampanyaları doludizgin düzenleniyor. Bölgeye yoğun olarak askeri takviyeler yapılıyor. İdlib’deki gözlem mevkilerine yapılan yapısal ve savunmacı gelişmeler de Türkiye’nin ısrarını  gösteriyor. Bu durumda Türkiye, İdlib’te kırmızı çizgisi tehdit altına girerse, bölgedeki isyancı silahlı grup vekillerine tam destek vermeye devam edecek ve Astana sürecinden tamamen çekileceği yönünde bir görüntü vermekteydi ki; Türkiye’nin bu çerçevede katıldığı Tahran Zirvesi’nde yayınlanan ortak bildiride;

Astana formatının devam ettiği: Suriye’nin egemenliği, bağımsızlığı, birliği ve toprak bütünlüğünün teyid edilmesi: Üçlü eşgüdümün devamı: BM’in terörist olarak tanımladığı IŞİD, Nusra Cephesi ile El Kaide veya DEAŞ‘la bağlantılı tüm diğer bireyler, gruplar, teşebbüsler ve oluşumların tamamen (AS: tümüyle) ortadan kaldırılmasında işbirliği : Suriye ihtilafının yalnızca müzakere edilen bir siyasi süreçle çözülebileceği: Anayasa Komisyonun kurulmasının desteklenmesi: Sivillerin korunması ve insani yardımlara ilişkin maddeler yer aldı.
*
Sonuçta Tahran Zirvesi’nde İdlib İhtilafı ile ilgili şu sonuç çıktı:

Erdoğan, “Türkiye baştan beri Suriye’de akan kanın durması için mücadele etti. Büyük çileler çekmiş İdlib halkının yeni felaketlere maruz kalmasını asla arzu etmeyiz. Bugün burada bulunma sebebimiz yaşanan insani drama son vermenin yollarını aramaktır. Şu anda atacağımız adım, birlikte İdlib’te olabilecek göçü engellemektir. Bunun için de terörle mücadelede başarılı olmamız lazım. Özellikle silahların bırakılmasını sağlamaya yönelik buradan çıkan mesaj, terör gruplarına da çok kararlı bir duruşun ifadesi olacaktır.. Bunu başarmamız gerekiyor. ” dedi.
*
Ama İran Cumhurbaşkanı H. Rouhani‘nin, “Bölgedeki bazı ülkelerin terörizmle ilgili endişelerini anlıyoruz. Ama bu endişeler için en iyi çare Suriye hükümetiyle organize olmaktır. Suriye’nin geleceği için her türlü rol Suriye’ye aittir. Suriye krizinde işbirliğimiz bölgedeki diğer krizlerin çözülmesi için rol oynayabilir.” ifadesi;

Rusya Devlet Başkanı V. Putin‘in ise “Koşulsuz önceliğimiz, Suriye’de terörizmin bitirilmesidir. Şu anda en önemli olansa, İdlib’deki militanların buradan kovulmasıdır. İdlib’de diyalog kurmak isteyenlerle barış anlaşması yapılması imkanı değerlendiriliyor. Sivilleri korumak bahanesiyle teröristlerin saldırılardan kurtarmak istenmesi bizim için kabul edilemez. Silahlı muhaliflerin teröristlerle mücadeleye dahil edilmesi, Suriye’deki çatışmanın tarafları arasında güven seviyesinin artmasına yardımcı olacaktır. Suriye hükümeti 1 milyon göçmenin ayrımcılık yapılmadan ülkelerine geri dönmesi için gereken koşullar oluşturduğuna ilişkin garanti vermiştir.” ifadesi;
*
Zirvede ortaya çıkan iyi ile kötüyü dünya kamuoyu aklı ve vicdanı önüne serdi…
Erdoğan’ın başka ne politikaları vardı?
======================================
Dostlar,

TAHRAN DORUĞUNDA ERDOĞAN’ın TÜKENİŞİ

İçeride çok ağır ekonomik bunalımla boğuşurken, can – mal – hukuk… güvenliği bırakılmamışken, bir de ŞARBON belasıyla Ulusun gıda güvenliği – güvencesi ağır yara aldı.

  • Sanırız uygarlık tarihinde Türkiye’nin son 16 yılında olduğu gibi kötü hatta berbat yönetilen bir ülke örneği daha gösterilemez. Bunca ağır çelişki birikimi, eytişimsel (diyalektik) bakımdan sonu yaklaştırsa da, fatura olağanüstü ağır ve acılıdır.

Öte yandan, Tahran’daki 3’lü doruk toplantısı tam bir fiyasko Türk dış politikası bakımından!

Binlerce yıllık devlet geleneği, birikimi, ağırlığı ve terbiyesi olan Türkiye bu duruma mı düşecekti! Karşınızda asla hafife alınamayacak 2 dev uygarlığın, Pers ve Rus uygarlıklarının temsilcileri var.. Bir kez bu gerçekliği aklınızdan çıkarmayacaksınız. İkincisi, Mart 2011’den bu yana 7,5 yıldır süren Suriye politikasındaki hatalar zincirinden, gelgitlerinizden… ders çıkaracaktınız.

Ülkemizin uzun yüzyıllarda yetişen değerli Dışişleri kadrolarını ‘monşer‘ diyerek dışlayıp, nepotizm batağında liyakatsizlik hastalığı ile badem bıyıklı – çember sakallı güruh ile doldurmayacaksınız.. Ve de nefsinizin – egonuzun kölesi – tutsağı olmaktan mutlaka çıkacak ve Türkiye’nin – ulusumuzun yüksek çıkarlarını birincil tutacaksınız.. Emperyalizm adına uydu – maşa politikalar ve vekaleten savaşlarla (proxy wars) varacağınız yer çok yönlü çaresizlik ve teslimiyettir; tam da yaşadığımız gibi..

AKP = Erdoğan‘ın tüm bu vahim – çıplak gerçeklere karşın rasyonaliteye döneceklerine ilişkin ne yazık ki, en küçük bile olsa bir ipucu gözükmüyor.

Öte yandan İran – Rusya karşısında çaresiz kalıp engellenmişlik psikolojisine kapılınması durumunda, AKP = Erdoğan‘ın göze alamayacağı şey –benzersiz narsisistik kişilik yapısı nedeniyle– yoktur..

Asıl tehlike budur ve dileriz başta AKP kâmilleri olmak üzere dış alem bu olasılığı değerlendirmekte ve önlem almaktadırlar.. Üstelik Atlantik ötesinin böylesi bir çılgınlığı özendirme – hatta teşvik etme riski ortadayken.

AKP = Erdoğan, kendi kozasını ördü göz göre göre ancak, algı körleşmesi yaşayan ranta tutsak müritlerin biat kültürü acı sona engel olamadı.. Çare parti içi demokrasi ve özgür tartışma idi.. ne gezer! Dağlarca kibir hepsini dışladı.

Bir cambazın 2 ipte birden oynayamayacağı çırılçıplak gerçekliği bile görülemedi!?

  • Yoksa kimi ‘rasyonel’ AKP’liler ve dış uzantıları ‘böylesini‘ mi daha ‘hayırlı’ gördü!??

Sevgi ve saygı ile. 08 Eylül 2018, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Not : Ne yazık ki, başta TRT, yandaş basın bu hazin tabloda bile, ‘.. Tahran doruğuna Erdoğan’ın sözleri damga vurdu…’ gibisinden gerçek dışı algı yönetimiyle halkı kandırmayı sürdürüyor..