Kategori arşivi: Hekim Saltık

Yargıtay’a çarpan Korona genelgesi; milyonların aleyhine

Yalçın Doğan

Yalçın Doğan
a.yalcindogan@gmail.com
14 Mayıs 2020

Yargıtay’a çarpan Korona genelgesi; milyonların aleyhine

Sağlık ordusunun ve milyonlarca çalışanın aleyhine bir genelge… Devletin, bu durumda SGK’nın, aynı zamanda iş verenlerin lehine bir genelge…

TIR şoförü… Trabzon’dan Ukrayna’ya mal taşıyor. O gün malını yine Ukrayna’ya bırakıyor ve iş yerinin bulunduğu Trabzon’a dönmek üzere Türkiye’ye giriş yapıyor.

11 Aralık 2009…

Trabzon’a dönerken, kendini iyi hissetmiyor, yol üzerindeki bir devlet hastanesine gidiyor. Hastanede “domuz gribi” tanısı konuluyor. İğne yapılıyor, ilaç veriliyor, taburcu ediliyor.

Şoför 15 Aralık’ta bu kez Trabzon’dan Samsun’a gönderiliyor. Giderken trafik kazası geçiriyor, Trabzon’a dönüyor.

Trafik kazasından iki gün sonra, 17 Aralık’ta “bir haftadır öksürük, halsizlik, iki gündür 40 derece ateş” şikayetiyle Karadeniz Tıp Fakültesi Hastanesi’ne gidiyor. Hastanede “domuz gribi ve zatürre” tanısıyla tedavi altına alınıyor. On gün yoğun bakımda kalıyor, 26 Aralık 2009 günü hayatını kaybediyor.

SSK’ya başvuru

Şoförün ailesi “ölümün iş kazasından kaynaklandığı” gerekçesiyle, Sosyal Güvenlik Kurumu’ndan (SSK) ölüm geliri bağlanmasını istiyor. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı müfettişi rapor veriyor:

“Trafik kazası iş kazasıdır ancak, ölüm nedeni trafik kazası değil, hastane raporuna göre, domuz gribidir.”

Adli Tıp ölüm nedenini kayıtlarına yine “domuz gribi” olarak geçiyor. Ancak…

“Yerel mahkeme şoförün ailesinin iş kazası iddiasını yerinde bulmuyor ve ölüm geliri talebini geri çeviriyor.”

SSK lehine bir karar. İş kazası halinde

Sigortalı bir işçi çalışırken hastalık ya da iş kazası nedeniyle hayatını kaybederse, onun eşi ve çocuklarına ölüm aylığı bağlanabilmesi için çalışanın en az beş yıldan beri sigortalı olması, 900 gün primin bulunması, Emekli Sandığı’na bağlı ise, en az 1800 gün priminin ödenmiş olması gerekiyor.

Ancak, ölümle sonuçlanan iş kazasında bu koşullar aranmıyor. Ölenin yakınlarına ölüm geliri bağlanıyor.

Ölen kişinin prim günleri ayrıca ölüm aylığı bağlanmasına yeterli ise, yakınlarına hem ölüm geliri, hem ölüm aylığı bağlanıyor.

SSK bundan dolayı “iş kazaları nedeniyle ölümleri” hiç sevmiyor, çünkü ölenlerin yakınlarına aylık bağlamak zorunda!.. Yerel mahkeme tam da SSK’nın ve ayrıca işverenin çıkarına bir karar veriyor. Yıl 2010…

Yargıtay geri çevirdi

Yıl 2020… Tam on yıl sonra… Mart başı… Ölen şoförün ailesi yerel mahkeme kararını Yargıtay’a götürüyor.  Yargıtay’dan on yıl sonra karar çıkıyor, iki ay önce:

* Ölen şoför işini iş veren tarafından sağlanan taşıtla yapmaktadır. Şoförün gidiş ve gelişi sırasında meydana gelen hastalığı sigortalıyı bedenen ve ruhen engelli hale getirmiştir. İş kazası ani bir olayla ortaya çıkabileceği gibi, hastalığın etkisinin bir süre devam ederek zaman içinde artması ve ölümün daha sonra gerçekleşmesi ile de mümkündür.

Dolayısıyıla, Ukrayna’ya yapılan sefer sırasında bulaştığı anlaşılan domuz gribi virüsüne bağlı olarak, sonradan gerçekleşen ölüm iş kazasıdır.”

Şimdi bu karardan sonra Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) ki, SSK arada SGK’ya dönüşüyor, şoförün ailesine ve yakınlarına aylık bağlamak zorunda, muhtemelen on yıllık faiziyle birlikte.  On yıl önceki bir ölümün, on yıl sonra gelen Yargıtay kararının günümüzle ne gibi ilgisi var?.. Çok ilgisi var!..

Koronavirüs nedeniyle, başta sağlık çalışanları, ayrıca milyonlarca çalışanla ilgisi var.

SGK, Sosyal Güvenlik Kurumu 7 Mayıs’ta, bir hafta önce, bir genelge yayınlıyor:

“Covid – 19 virüsünün bulaşıcı bir hastalık olduğu dikkate alındığında, söz konusu salgına maruz kalan ve sağlık hizmet sunucularına müracaat eden sigortalılara hastalık kapsamında provizyon alınması gerekmektedir.”  

Bu cümlenin Türkçesi şu: “Koronavirüs iş kazası değildir.”

Ya da: “Koronavirüs’ten ölen sağlıkçıların vefatını iş kazası saymayacağım, hastalık sayacağım.”

Sağlıkçılara hem alkış hem de…

Bu genelge sadece sağlıkçıları değil, milyonlarca çalışanı ilgilendiriyor. Öncelikle sağlık çalışanlarını, doktorları, hemşireleri, hastane personelini, sağlık ordusundan akla kim gelirse…

Sağlık ordusunun ve milyonlarca çalışanın aleyhine bir genelge… Devletin, bu durumda SGK’nın, aynı zamanda iş verenlerin lehine bir genelge…

İş kazası kabul edilse,  Koronavirüs’ten ölenlerin yakınlarına ölüm aylığı bağlanacak, o aylığın bağlanmasını önlemek amacıyla çıkartılan bir genelge… 

Şu hale bakın… Sağlık ordusuna her gün sabahtan akşama kadar teşekkür ediliyor, bütün halk sağlıkçıları alkışlarıyla kutluyor, başta Cumhurbaşkanı ve Sağlık Bakanı, bütün sorumlular sağlık çalışanlarını öve öve bitiremiyor, onların gösterdikleri özveriyi her gün vurguluyor…

Ama, SGK “Koronavirüs iş kazası değildir” diye kestirip atıyor. Neden?

Vefat eden sağlıkçıların yakınlarına ölüm aylığı bağlanmasın diye!..

İşverenler de seviniyor

Genelge, öyle “genel” ki, iş verenler de balıklama dalıyor genelgeye, çeşitli iş veren kuruluşları, kendilerine bağlı işletmelere acele bildiriyor:

“Koronavirüs iş kazası değildir haaa, ona göre…”

Tükçesi: “Koronavirüs’ten hayatını kaybedenlere sakın ölüm aylığı bağlamayın haaa…”

Sadece sağlık çalışanları değil, herhangi bir işte çalışanlar da, bu genelgeye dahil, onların da aleyhine. Oysa…

“Korona koşullarında çalışan insanlar iş yerlerinde koronaya rağmen çalışıyor. İş veren orada koronaya karşı önlem almakla yükümlü. Aldığı halde, çalıştığı iş yerinde koronaya yakalanırsa, bu açıkça iş kazası, çünkü çalışmasa, yakalanmayacaktı.”

Yargıtay’ın iki ay önce TIR şoförü ile ilgili verdiği karar, tam da bunu ifade ediyor.

Yargıtay kararı emsal bir karar.

Sosyal devlet nerede’

Anayasa başta, Yargıtay ve Danıştay’ın karar ve içtihadları gibi, pek çok iş yasasının da, çalışanları koruyan kuralları var. Ayrıca, “sosyal devlet” denilen bir kavram ve anayasal ilke var. Yargıtay’ın iki ay önceki kararı ortada iken, SGK genelgesi bunları hiçe sayıyor, kendi lehine, iş verenler lehine bir karar ilan ediyor.

Maksat, Koronvirüs’ten hayatını kaybedenlerin yakınlarına aylık bağlamayı önlemek. Bu en basitinden:

“Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir” gibi, o ilkel inanca bile aykırı!.. 

İptal etsinler

Şimdi ülkeyi yönetenlere düşen acil bir görev var:

“Genelgeyi acele iptal etmek, Koronavirüs’ü iş kazası saymak.”

Eğer, her gün attıkları nutuklardaki gibi, “aziz milletimizi düşünüyorlarsa”, her gün vurguladıkları gibi, “sağlıkçıların çalışmalarını gerçekten özverili buluyorlarsa”…

Koronavirüs mücadelesinde başarı kazanılıyorsa, bunu siyaseten her gün kullanıyorlarsa, onlara borçlu olduklarını unutmadan ve bunun gereğini yerine getirerek!..

Sosyal devleti düşünerek, iş verenleri memnun etmekten vazgeçerek…

YAZARIN TÜM YAZILARI
https://t24.com.tr/yazarlar/yalcin-dogan/yargitay-a-carpan-korona-genelgesi-milyonlarin-aleyhine,26606 

Korona Salgını Seyir Defteri : 13 Mayıs 2020, 64. GÜN….

Korona Salgını Seyir Defteri       :

13 Mayıs 2020, 64. GÜN….

 

 

 

 

 

 

 

blob:https://www.facebook.com/7b957ecc-05c7-4947-a600-e131522cd86f

Dostlar,

13 Mayıs 2020 günü akçam 20:00’de başladık, 2,5 saat sürdü…
Salgının seyir defterini 64. gününde görseller üzerinden, sayıları, grafikleri bilimsel olarak irdeleyerek ortaya koymaya çabaladık.

Çok sayıda soruyu yanıtladık dünyanın pek çok yöresinden gelen..

Mimarlar odası Ankara Şubesi Başkanı Tezcan Candan karakuş yönetti oturumu..

Facebook canlı yayın 2800 görüntüleme 6 bin üzeri erişilen kişi… diye bildirdi Sn. Karakuş.

İzlenmesi, paylaşılması, anlaşılması ve BİLİMSEL AKILCILIĞIN GEREĞİ‘nin yapılması dileğiyle..

Sevgi ve saygı ile. 14 Mayıs 2020, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc

Hekim, Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı
Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (SBF-Mülkiye)

www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

TELE1 TV 10 Mayıs 2020 programımız..

10 Mayıs Pazar,

Saat 22:00’de… TELE1’de

Korona salgınını konuşmak üzere

Sn. Tuluhan Tekelioğlu’nun konuğu olacağım..

Bilgi ve ilginize sunarım.. Saygı ile.

Dr. Ahmet SALTIK
****
Program erişkesi (linki) aşağıda..

Tele1 ekranlarından yayınlanan ve Tuluhan Tekelioğlu’nun sunduğu ‘Hayatın Rengi’ programına katılan Prof. Dr. Ahmet Saltık, normalleşme kararlarını ve Sağlık Bakanlığı’nın yayınladığı verileri değerlendirdi.

HAYATIN RENGİ

Prof. Dr. Ahmet Saltık: “Sağlık Bakanlığı bir veri tekeli kurmuş durumda!”

Şehir hastaneleri hakkında sorular

Şehir hastaneleri hakkında sorular

Emre Kongar
ekongar@cumhuriyet.com.tr
Cumhuriyet, 07 Mayıs 2020

Cumhuriyet’te Tuncay Mollaveisoğlu’nun başlattığı, TELE 1’de İsmail Dükel’in sürdürdüğü “Şehir Hastanelerini sorgulama” sürecine bugün Balıkesir Milletvekili Op.Dr. Fikret Şahin’in Sağlık Bakanı Dr. Fahrettin Koca’nın cevaplaması için TBMM’ye vermiş olduğu soru önergesi ile devam ediyorum:

(Aslında bu konu, medya tarafından değil, COVID-19 sürecinde, doğrudan Cumhurbaşkanı tarafından gündeme getirildi; medya da bunun üzerine olaya yeniden ayrıntılı olarak eğildi.)
***
Sağlıkta Dönüşüm programının bir parçası olarak yapılan Şehir Hastanelerinin yatırım maliyetlerinin gerçek değerinin çok üzerinde olduğuna ve Devlet Bütçemize büyük oranda yük getirdiğine dair değerlendirmeler ve raporlar bulunmaktadır.

Ayrıca Şehir Hastanelerine ait sözleşmelerin Bakanlığınız tarafından “ticari sır” gerekçesiyle kamuoyu hatta Türkiye Büyük Millet Meclisi’yle paylaşılmaması bu kaygıları daha da artırmaktadır.

Kamu harcamaları şeffaflık ve hesap verilebilirlik ilkeleriyle yapılması gerekirken, Bakanlığınız tarafından Şehir Hastanelerine ait sözleşmelerin gizlenmesi, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin denetim yetkisini de engellemektedir.

Bu bilgilere istinaden;

1- Yabancı menşeli (ABD) yönetim danışmanlık şirketi Frost & Sullivan tarafından hazırlanan ve

https:// ww2.frost.com/frostperspectives/analysis-public-private-partnershipppp-hospital-campusesconstruction-programme turkey/

internet adresinde, Haziran 2015 tarihinde yayımlanan “An Analysis of Public-Private-Partnership (PPP) Hospital Campuses Construction Programme of Turkey” isimli raporda yer alan tabloda; ülkemizde yapılmış veya yapılması planlanan 15 Şehir Hastanesine ait yatırım maliyetlerinin miktarları belirtilmektedir.

Maliyet miktarları 255.000.000 – 1.232.000.000 USD arasında değişen bu 15 Şehir Hastanesinin tabloda yer alan yatırım miktarları doğru mudur?

2- Hastanelerin yatırım maliyetleri, yatak sayısına bölündüğünde her hastane için yatak başına düşen maliyet miktarının 255.148 USD (Kayseri Şehir Hastanesi) ile 459.358 USD (İstanbul İkitelli Şehir Hastanesi) arasında değişmekte olduğu görülmektedir.

Yatak başına düşen yatırım miktarında bu derece büyük oranda farklılıklar olmasının sebebi nedir?

3- Şehir Hastaneleri için yapılan yatırımlar; Kamu Özel İş Birliği modeli benimsenmeden doğrudan Sağlık Bakanlığı tarafından yapılmış olsaydı maliyetleri ne olacaktı? Bu konuda bir çalışmanız oldu mu?

4- Şu ana kadar sözleşmeleri yapılan ve işletilmekte olan Şehir Hastanelerine ödenen kira bedelleri nedir?

Hastanelerin gelirleri kira bedellerini karşılayabilmekte midir?

5- Şehir Hastanelerini işleten şirketlerle yapılan sözleşmelerde hasta sayısı garantisi ve tıbbi hizmet garantileri verildiği doğru mudur?

Verilen garantiler doğru ise hangi oranda garantiler verilmiştir?

6- Yabancı menşeli danışmanlık ve yatırım şirketlerinin bilgisi dahilinde olan şehir hastanelerine ait sözleşmelerin örnekleri daha önce istenmiş olmasına rağmen neden Milletin Temsilcileri olan Milletvekilleri ile paylaşılmamaktadır.

Bu sözleşmelerin açıklanmasının mahsuru nedir?

Sözleşmelerin açıklanmamasının nedeni aşırı kamu zararı barındırıyor olması mıdır?

7- Şehir Hastanelerine ait sözleşmelerin birer örneğini Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde paylaşılmak üzere tarafımıza göndermeyi düşünüyor musunuz?

***

Bu yazıyı yazmadan önce, Fikret Şahin’e yeniden, “Bir yanıt geldi mi” diye sordum ve hiçbir açıklama yapılmadığını öğrendim.

Gelirse açıklama metni ve kısa yorumlar yarınki yazıya!

Şehir hastaneleri: Birkaç görüş

Şehir hastaneleri: Birkaç görüş

Emre KONGAR
Cumhuriyet
, 08 Mayıs 2020

Sevgili okurlarım, CHP Balıkesir Milletvekili Dr. Fikret Şahin’in TBMM’deki soru önergeleriyle gündeme getirdiği, Tuncay Mollaveisoğlu’nun TELE 1’de ve Cumhuriyet gazetesinde irdelediği Şehir Hastaneleri sorunu hakkındaki üçüncü yazım.

Şehir Hastanelerini doğrudan Cumhurbaşkanı’nın gündeme getirmesi, konunun medyaya yansımasına yol açtı.  Bu yazıda bazı okur yorumlarını özetleyeceğim. İlk yorum, değerli mimar, yazar, düşünce insanı, Dr. Doğan Hasol’dan:

Şehir Hastaneleri yanlıştır.

Dünyada artık 1500-2000 yataklı hastane yapılmıyor. Elli yıl önce hastanede yatış süresi ortalama 14 gündü; şimdi bir buçuk gün. Bugün en uygun boyut 230 yatak. 200’ün altı, 600’ün üstü verimsizdir. Bu konuda Türk Tabipleri Birliği’nce hazırlanmış ciddi bir kitap var.

  • Hasta garantili yap-işlet-devret finansman modeli de yanlıştır.

Üstelik girişimcinin aldığı kredinin kefili de devlet.

Salgın hastalık durumlarında da bu hastaneler hiç uygun değildir.

  • Sağlık ve eğitimin ticaret aracı olması kabul edilemez.

***
Bir başka yorum İ.T. adlı okurumdan:

Dikkatimi çeken şey; bu hastaneler şehir dışında yapıldığından, oraya toplu taşıma araçlarını kullanarak gidenlerin bulaşıcı hastalıkların yayılması açısından risk oluşturması.

Bir eski öğrencim B.U. da şunları yazmış:

2005 yılında SSK hastaneleri Sağlık Bakanlığı’na devredildi, dispanserler ve sağlık ocakları kapatıldı, aile hekimliği kuruldu. İktidar kendi hastaneler sistemini kurmaya kalktı. Şehir hastanesi /devlet hastanesi ayrımı oluştu.

Sağlıkta büyük rant olduğu için, bu hastaneler üzerinden rant dağıtacak bir sistem kurdular. Kendi yandaşını besleyecek, devlet ihaleleri üzerinden yeniden üretilen bir iktidar düzeneğidir şehir hastaneleri.

Büyük hastane kurmak büyük yenileme yatırımı ve çok büyük oranda teknik eleman ister, böyle bir yapıyı yönetmek de kolay değildir.

  • Dünyada şehir hastanesi sistemi başarısızdır, bunlar derhal kamulaştırılmalıdır.

Böyle bir müdahale ekonomiye müdahale değildir, yani oyunun kuralından sapan bir sistemi yeniden üretmek için yapılan zorunlu bir müdahaledir.

Yap-işlet-devret modeli ve benzerleri modern düyun-u umumiye rejimidir hocam.

Hastaneye gelenden 50 gelmeyenden 250 TL isteyen bir iktidara sahip olmak her millete nasip olmaz. Beton yerine insana yatırım yapmak en son düşündükleri iştir. İhaleler üzerinden iktidarı sürdürmek temel hedeftir.
***
Sevgili okurlarım, bu Şehir Hastaneleri konusunda, çok vahim, benim söylenti olarak bile dile getirmek istemediğim bazı uygulamalar yapıldığına ilişkin iddialar var. İşin daha da vahim ve kuşku uyandıran yönü, Sağlık Bakanlığı’nın da Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın da, yapılan harcamalar ve maliyetler hakkında hiçbir soruya yanıt vermemiş olmalarıdır.

Bu sütunun her türlü yanıta açık olduğunu kendilerine bir kez daha anımsatırım:

  • Şehir Hastaneleri maliyet ve işletme sorunları, yanıt vermeden geçiştirilebilecek veya soru soranları hainlikle suçlayarak kapatılabilecek konular değildir.
    ==============================

    ŞEHİR HASTANELERİ = TALAN’dır!

    Dr. Ahmet SALTIK

Koronavirüs: Salgın grafikleri ne anlama geliyor, salgın eğrisini nasıl doğru yorumlayabiliriz?

 

Covid-19 hastalığına yol açan yeni tip koronavirüs salgını devam ederken, her gün açıklanan vaka ve ölüm sayılarını gösteren grafikler, günlük hayatımızın adeta bir parçası.Salgının yayılımıyla ilgili eğriyi düzleştirmek, zirve (pik) noktası, plato, R0 gibi kavramlar sıklıkla karşımıza çıkıyor.

Örneğin, koronavirüs tedbirlerinin sıkılaştırılıp gevşetilmesi aslında R0 değeriyle doğrudan ilişkili. Peki R0 değeri nedir ve nasıl hesaplanır biliyor muyuz?

Gelişmeleri ve grafiklerin anlattıklarını doğru anlayıp yorumlayabilmek için öne çıkan kavramları derledik.

Salgının gidişatını gösteren SIR modeli

Onlarca milyon insanın hayatına malolan İspanyol gribi salgınının ardından bilim insanları, 1920’lerde bir istatistik modeli geliştirdi.

SIR modeli adı verilen bu model, nüfusu hastalıkla olan ilişkilerine göre üç gruba ayırıyor:

  • S: Hastalığa yakalanma potansiyeli sağlıklı kişiler
  • I: Hastalığa yakalanmış ve bulaştırıcı olanlar
  • R: İyileşerek bağışıklık kazanan veya hayatını kaybedenler

© BBC

Bu üç grubun zaman içindeki değişiminden yola çıkılarak, hastalığın ortalama ne kadar zamanda bulaştığı, bir kişinin ortalama kaç kisiye bulaştırdığı ve hastalık bulaşan kişilerin ortalama ne kadar zamanda iyileştiği tahmin edilmeye çalışılıyor.

© BBC

‘Üreme katsayısı’ denilen R0 ne anlama gelir?

Bu hesaplanan veriler arasında en kritik olanı R0 diye adlandırılan virüsün “üreme katsayısı”.

Bir kişinin hastalığı kaç kişiye bulaştırdığını ifade eden R0 her hastalığa göre değişiklik gösteriyor.

Zika virüsü icin bu değer 3-4 arasında iken; Ebola için 2, kızamık için ise 12.

© BBC

Örneğin Ebola virüsü bulaşmış bir kişiyi ele alalım.

Bu kişi 2 kişiye daha bu hastalığı bulaştırıyor, artık hasta olan bu iki kişi de bir diğer iki kişiye bulaştırıyor.

Böylece kısa bir süre içinde hastalık yüzlerce, binlerce kişiye yayılıyor ve aşağıdaki salgın eğrisi ortaya çıkıyor.

R0 değerindeki en ufak fark bile çok kritik.

Örneğin ebola 2 degil de 2.1 olsaydı bu fark aynı zaman diliminde enfekte olan kişi sayısıni binlerce kişi artırabilirdi.

© BBC

R0’ın 1’den büyük veya küçük olması ne anlama geliyor?

R0 değerinin 1’den küçük olması, her seferinde bulaşan kişi azaldığı için, salgının bir süre sonra sona ereceği anlamına geliyor.

İskoçya St. Andrews Üniversitesi’nden Enfeksiyon Hastalıkları ve Viroloji Uzmanı Dr. Müge Çevik R0 sayısının alınan önlemlerle doğrudan bağlantılı olduğunu söylüyor:

“R0 aslında ölüm oranları gibi bulunduğunuz yere özel. R0 şu anda Wuhan’da birin altında. Bu tamamen aldıkları önlemlerden kaynaklı. Eğer o önlemleri kaldırırlarsa birin üzerine çıkabilir. R0 birin üzerinde olduğunda, bir kişi birden daha fazla kişiyi enfekte ediyor demek ve bu enfeksiyonun yayıldığı anlamına geliyor.”

Koronavirüs için hala kesinleşmiş bir sayı olmamakla beraber, Dünya Sağlık Örgütü, virüsün R0’ının 2 ila 2,5 arasında olduğunu hesaplıyor.

Grafikleri nasıl okuyabilir ve yorumlayabiliriz?

Gördüğümüz salgın grafiklerinin çoğunda yatay eksen zamanı, dikey eksen ise vaka veya ölüm sayılarını temsil ediyor.

Sayıların en yüksek değere ulaşmasına zirve yapmak, (İngilizce “peak”ten türetilerek de “pik yapmak”) deniyor.

Grafiğin, zirve değerinden sonra durağan devam etmesine ise “plato çizmek” deniyor.

© BBC

Zirve noktasının önemi, o noktadayken tedaviye ihtiyaç duyan kişi sayısının mevcut sağlık sistemi kapasitesine göre ne durumda olduğunu görebilmek.

Eğer zirve noktasında tedavi gereksinimi olan hasta sayısı, ülkedeki yatak kapasitesinden daha fazla olursa bu kişilerin bir kısmı sağlık hizmetinden mahrum kalabilir ve aslında önlenebilecek can kayıpları yaşanabilir.

© BBCİşte bu yüzden, alınan önlemlerle zirve noktası aşağıya çekilmeye çalışılır.

Salgın grafikleri neden logaritmiktir?

Aynı ülkeye ait iki koronavirüs vaka sayısı grafiğini inceleyelim.

Soldaki grafik daha dik iken sağdaki daha eğik.

Bunun sebebi soldaki grafiğin doğrusal, sağdakinin logaritmik ölçek kullanması.

Dikey eksenleri karşılaştırdığımızda soldaki grafikte vaka sayılarının 10’un katları, sağdakinde ise 10’un kuvvetleri şeklinde arttığını görüyoruz.

© BBC

Matematikçi Dr. Salih Durhan, bunun sebebinin doğrusal grafiklerin ilk günlerdeki vaka sayılarını görmek ve zaman içerisindeki artış hızını doğru yorumlayabilmek için kullanışlı olmamasından kaynaklı olduğunu söylüyor:

“İlk günlerde bir günde yaşanan ufak artışlar, son günlerdeki binlerce artışla karşılaştırıldığında çok küçük ve önemsiz gelebilir. Ancak artış hızlarını karşılaştırdığımızda ilk günlerdeki vaka artış hızının son günlere göre çok daha yüksek olduğunu görebiliriz. Artış hızının nasıl değiştiğini kolayca görmenin yolu logaritmik tablolara bakmaktır. Böylelikle çok büyük sayılarla küçük sayıları aynı grafik üzerinde rahatça görebiliriz.”

Alınan önlemler grafikleri nasıl etkiliyor?

R0 hastalığın başladığı zamandakiyle aynı değerde giderse çok kısa sürede hastalık milyonlara ulaşabilir.

Ancak alınacak tedbirlerle bu gidişat değiştirilebilir.

Salgınlarınla mücadele ederken esas amaç; R0 sayısını, yani virüsün üreme hızını azaltmaktır.

Matematikçi Dr. Salih Durhan, grafiklerin hangi önlemlerin nasıl işe yaradığına dair bize fikir vererek önlemlerin arttırılması ya da kademeli olarak esnetilmesi gibi kararlarda faydalı olabileceğini söylüyor:

“Bütün bu modelleme çalışmalarının amacı R0 sayısını doğru şekilde ölçmek, alınacak önlemlerle R0 sayısını doğal değerinden daha küçük hale getirmek ve alınan önlemlerin R0 üzerindeki etkilerini gözlemleyebilmek.”

Evde kalmak kadar sosyal mesafe önemli

Dr. Durhan, BBC Türkçe için hazırladığı simulasyonlarda evde kalmak kadar, dışarı çıkıldığında sosyal mesafe kuralına uyulmasının da kritik önem taşıdığını ortaya koydu.

Dr. Durhan’ın çalışmaları, İstanbul’un Kadıköy ilçesindeki bir deney grubuna uyguladığı farklı kriterler sonucunda salgının nasıl farklı şekillerde yayıldığını gösteriyor.

© BBC

Salgını denetim altına aldığımızı nasıl anlarız?

Koronavirüs salgınının ne zaman biteceğini bilmek, şu an elimizdeki verilerle imkansız.

Bir salgının sona ermesi için ya aşısının bulunması ya da toplumun belli bir kısmının enfekte olarak bulaş zincirini yavaşlatması gerekiyor.

Bu aşamada, salgını ne zaman kontrol altına alabileceğimiz konusunda sadece tahmin yürütebiliyoruz.

Matematikçi Dr. Durhan bu konuda temkinli. “Sadece sayılara bakıp salgının neresinde olduğumuzu söylememiz mümkün değil. Sadece matematiksel değil, tıbbi boyutu da olan bir konu. Kliniklerdeki durum, halk sağlığı uzmanlarının tecrübeleri ve sayıları beraber incelemek lazım.”

Ne olursa salgın biter?

Enfeksiyon Hastalıkları ve Viroloji Uzmanı Dr. Müge Çevik, salgının tamamen kontrol altına alınması için toplumun %80’inin bir şekilde bağışıklık kazanması gerektiğini söylüyor ve ekliyor:

“Bu ya aşıyla yapılabilir ya da enfeksiyonu geçiren kişiler bu enfeksiyona karşı bağışıklık kazanmasıyla olabilir. Fakat şu anda elimizde hastalığı geçiren insanların tamamen bağışıklık kazandığına dair yeterli bilgi yok.”

Grafikleri incelerken bir diğer aklımızda tutmamız gereken nokta da grafiklerin aslında ülkelerdeki nihai vakaları değil, tespit edilmiş vakaları gösteriyor olması.

© BBC

Dünya çapında kabul gören yaklaşım, sayıların tespit edilenden daha çok olduğu yönünde.

İkinci dalga nasıl önlenebilir?

Birçok ülkede vaka eğrisi düzleşmeye hatta düşmeye başlamış olsa bile, tedbirlerin doğru şekilde düzenlenmemesi daha önceki salgınlarda olduğu gibi ikinci bir yükselmeye sebep olabilir.

Eğride böylesi bir yükselişe “ikinci dalga” deniyor.

ABD’nin önde gelen salgın uzmanları tarafından kaleme alınan bir raporda, koronavirüs salgınının 18 ay ile iki yıl arasında bir süre daha devam edebileceği, sonbahar ya da kış mevsiminde daha büyük ikinci bir dalganın gelebileceği uyarısı yapıldı.

© BBC

Tarihte böylesi bir dalga, yüzyılın başında İspanyol Gribi olarak bilinen salgınla ilişkili olarak yaşanmıştı.

Özellikle sosyal mesafe kurallarının uygulanmadığı Amerika Birleşik Devletleri’nin Denver, St. Louis ve Kansas City şehirlerinde yaşanan ikinci dalga, ilk dalgaya göre daha fazla hayata malolmuştu.

İkinci dalganın yaşanmaması için grafikler ve doğru gözlemlenen R0 sayısı, doğru zamanda doğru önlemleri alabilmemiz ve gerektiğinde gevşetebilmemiz için yardım etmeye devam edecek.

(0605.2020, https://www.msn.com/tr-tr/haber/gundem/koronavir%c3%bcs-salg%c4%b1n-grafikleri-ne-anlama-geliyor-salg%c4%b1n-e%c4%9frisini-nas%c4%b1l-do%c4%9fru-yorumlayabiliriz/ar-BB13GHJX?ocid=chromentp)

 

Dünya Sağlık Örgütü’nden ‘geçiş dönemi’ uyarısı

Dünya Sağlık Örgütü’nden ‘geçiş dönemi’ uyarısı

DSÖ Genel Direktörü Dr. Tedros Adhanom Ghebreyesus, düzenlediği basın toplantısında, koronavirüs salgınında normalleşme sürecine geçen ülkelere uyarılarda bulundu. Ghebreyesus, sürecin yönetilemediği takdirde tecrit dönemine tekrar dönüleceği uyarısında bulundu

Ghebreyesus, DSÖ’nün İsviçre’nin Cenevre kentindeki merkezinde, video konferans yöntemiyle basın toplantısı düzenledi.

Her geçen gün daha fazla ülkenin Covid-19 nedeniyle getirilen kısıtlamaları gevşetme konusunda değerlendirmeler yaptığını aktaran Ghebreyesus, DSÖ’nün bu konuda ülkelere önerdiği kriterlerin (AS: ölçütlerin) dikkate alınması gerektiğini vurguladı.

Ghebreyesus, bu kriterlerden bazılarını,

– Covid-19 taşıyıcılarının etkin gözetimi,

– izolasyon,
– temaslı takibi ve
– tedavi

için sağlık sistemi kapasitelerinin mevcut olması, okul, işyerleri ve insanların zorunlu olarak gittiği diğer alanlarda

– salgın riskinin en aza indirilmesi,
– riskin yönetilebilir olması ve
– toplumun salgın konusunda eğitilmesi olarak sıraladı.

Ülkelerin aldığı önlemlerin esnetilmesi konusunda uyarıda bulunan Ghebreyesus,

  • “Ülkeler, geçiş dönemini son derece dikkatli bir şekilde ve aşamalı olarak yönetemezlerse, tecrit dönemine dönüş riski zorunlu olacaktır” dedi.

Dr. Ghebreyesus, Örgüt’ün, 14 Ocak’ta virüsün insandan insana bulaşmadığını duyurmasına ilişkin bir soruya verdiği cevapta, virüs konusunda dünyayı 14 Ocak’tan önce uyardıklarını söyledi.

DSÖ Direktörü, bu tarihten önce hazırladıkları rehberde virüsün insandan insana bulaştığına dair bilginin eklendiğini bunun da ülkelerin virüse karşı hazırlık yapmasında etkili olduğunu savundu. (https://www.birgun.net/haber/dunya-saglik-orgutu-nden-gecis-donemi-uyarisi-299892, 7.5.20)

COVID-19 Salgını Hakkında Bilimsel Araştırmalarda; Haklar, Yetkiler, Görevler

COVID-19 Salgını Hakkında Bilimsel Araştırmalarda Haklar, Yetkiler, Görevler

COVID-19 salgını nedeniyle, daha önce tanık olmadığımız günleri yaşıyoruz. Bir virüsün neden olduğu salgından korunabilmek, onunla baş edebilmek hepimizin temel gündemi haline geldi. İnsanlık, virüsün, tanınması, yayılımı, etkileri, korunma yolları ve tedavisi hakkında bilgilere ulaşmak için çaba gösteriyor. Dünyada, pek çok üniversite, hastane, merkezde görev yapan hekimler, bilim insanları bu alanda bilimsel çalışmalar yapıyorlar, çalışmaların ara aşamalarını, yöntemini, ulaştıkları bilgileri bütün dünya ile paylaşıyorlar.

Salgına gerekli Halk Sağlığı yanıtlarının verilebilmesi için, bilimsel araştırmaların önünün açılması, teşvik edilmesi gerekliliği tartışılmayacak açıklıktayken geçtiğimiz günlerde, ülkemizdeki COVID-19 salgınına ilişkin bilimsel araştırmalar konusunda, Sağlık Bakanlığı’nın kimi yazışmaları kamuoyuna, hekimlere yansıdı. Bu yazılar, kollektif bilgiye katkı sağlamak isteyen meslektaşlarımızda kaygı yarattı; çünkü özendirme bir yana, engelleyici bir tutumu içeriyordu.

Sağlık Bakanlığı’nın, COVID-19 salgınına ilişkin bilimsel çalışmalar konusunda yazıları ile tesis ettiği işlemlerin içeriği aşağıdaki biçimde özetlenebilir:

  • Bakanlığa bağlı bütün sağlık kurum ve kuruluşlarındaki COVID-19 hasta verilerinin değerlendirmesine ilişkin bir araştırma projesine izin verilmiş, bu projenin finansmanı Sağlık Bakanlığı tarafından sağlanmıştır.
  • Hekimler ve sağlık personelinin kendi baktıkları hastalara ait  COVID-19 ile ilgili kayıtlar üzerinden bilimsel araştırma yapabilmek, araştırma ekiplerine katılabilmek için İl Sağlık Müdürlüğü’nden izin almaları koşulu getirilmiştir. İzin koşulu getirilmesinin gerekçesi açıklanmamış, hangi tür çalışmalara izin verileceği, hangi durumlarda izin verilmeyeceğine  ilişkin kriterler açıklanmamıştır. Hâlihazırda izin verilmiş olan çalışmaya katılmak isteyen hekimlerin izin koşulundan muaf oldukları bildirilmiştir. Böylece iki farklı uygulama biçimi oluşturulmuştur.
  • COVID-19 hastalarının tedavisine ilişkin kaydedilen sağlık verileri üzerinden yapılacak bilimsel çalışmalarda, yayın etiği ilkelerine aykırı olarak, araştırma ekibine, tedaviyi yürüten hekim ya da hekimlerin katılması zorunlu tutulmuştur. Ancak hâlihazırda izin verilmiş olan araştırma için böyle bir koşul getirilmemiştir.

Burada göze çarpan en temel sorun verilerin izne tabi tutulmasıdır. Sağlık Bakanlığı hukuki düzenlemelerle güvence altına alınan bilimsel araştırmalar ile ilgili haklara rağmen, toplum sağlığını ilgilendiren böylesi bir sorunda, toplumun sağlık hakkı ile çelişecek biçimde, tedavi bilgileri üzerinden yürütülecek bilimsel araştırmaları kurum iznine tabi tutmaktadır.  Zaman zaman doğrudan zaman zaman dolaylı olsa da geçmişten beri var olan bu hatalı kısıtlayıcı uygulama, pandemi durumunda gerek sağlık hakkı, gerekse de kamu yararına bilimsel bilgi üretme özgürlüğü ve yükümlülüğü adına  son derece sakıncalıdır.

Dikkat çeken ikinci temel sorun ise, TTB’nin Sağlık Bakanlığı’na yönelttiği 21 soru ile somutlaştırdığı veriler kamuoyu ile paylaşılmaz iken, bir bilim kurulu üyesine tüm verilerin açılmasıdır. Diğer araştırmacılar için zorunlu kılınan idari iznin bu araştırmaya katılacaklar için aranmayarak bir ayrıcalık tanınmaktadır.

Uluslararası düzenlemeler, Anayasa  ve Hekimlik Meslek Etiği Kurallarına göre,  akademisyen olan ve olmayan hekimlerin, çalıştıkları yerlere bakılmaksızın, kişilerin hüviyetlerinin anlaşılmamasına özen göstererek, COVID-19 ile ilgili sağlık hizmeti sırasında elde edilen kişisel verilerden yararlanarak, bilimsel araştırma yapma hakkı bulunmaktadır. Sağlık Bakanlığı’nın yetkisi dışına çıkarak, bu tür araştırma yapma hakkını izne tabi tutması kabul edilemez. Bu tutum hukuka aykırı olduğu gibi COVID-19 gibi insanlığın geleceğini  ilgilendiren uluslararası bir halk sağlığı sorununa çözüm getirebilmesi çalışmalarını engelleyici bir işlev görecek ve kamu sağlığının zararına sonuçlar üretebilecektir.

Bakanlığın bu tutumu karşısında COVID-19 bağlamında, salgınlara, bilimsel araştırmalara, bilim özgürlüğüne ilişkin hukuksal ve etik kuralların hatırlatılması, uygulamaların buna göre şekillendirilmesini istemek bir zorunluluk haline gelmiştir.

Sağlık Bakanlığının COVID-19a İlişkin Bilimsel Araştırmalar Konusundaki Yükümlülükleri

SARS salgınından çıkarılan derslerden yola çıkarak hazırlanan Uluslararası Sağlık Tüzüğü (UST), Dünya Sağlık Asamblesi tarafından Mayıs 2005’te kabul edilmiştir. Taraf devletler, UST Ek 1’de belirtildiği üzere belirlenmiş giriş noktalarında önleme, sürveyans, kontrol ve müdahale için halk sağlığı çekirdek kapasitelerini geliştirmeyi, güçlendirmeyi ve idame ettirmeyi kabul etmiştir. UST ile Dünya Sağlık Örgütü’ne (DSÖ) Taraf Devletlerle istişare ederek halk sağlığı sürveyansı ve müdahale kapasitelerinin geliştirilmesine ilişkin kılavuzlar hazırlayıp yayınlama sorumluluğu verilmiştir.

UST’nin “Tanımlar” başlıklı birinci maddesinde “sürveyans”; “verilerin, halk sağlığı amaçları için sistematik ve sürekli bir şekilde toplanması, karşılaştırılması ve çözümlenmesi ve halk sağlığı bilgilerinin değerlendirilmesi ve gerektiğinde halk sağlığı yanıtını verme için zamanlıca neşredilmesi anlamındadır.” şeklinde tanımlanmıştır.

Yani COVID-19 ile ilgili verilerin toplanması, karşılaştırılması, çözümlenmesi, bu verilerden yola çıkarak halk sağlığı bilgilerinin değerlendirilmesi, elde edilen bilgilerin yürütülen halk sağlığı hizmetlerine yansıtılabilmesi için vakit geçirilmeksizin paylaşılması, halk sağlığı hizmetlerinin amaçları için zorunlu bir süreç olarak tanımlanmıştır.

Dolayısıyla COVID-19 ile ilgili sağlık hizmetleri sonucu elde edilen verilerin, özel hayatın korunması hakkına saygı gösterilerek, bilimsel çalışmalara açılması, bu alandaki araştırmacıların bilimsel çalışmalarının teşvik edilmesi UST’nin hükümleri uyarınca insanlığa karşı yerine getirilmesi gereken bir görevdir.

UST’nin “İlkeler” başlıklı üçüncü maddesi uyarınca Tüzük hükümleri:

  • Kişilerin onuruna, insan haklarına ve temel hak ve özgürlüklerine saygı gösterilerek uygulanacaktır.
  • Birleşmiş Milletler Şartı ve Dünya Sağlık Örgütü Anayasası rehberliğinde uygulamalar yapılacaktır.
  • Bütün insanlığı, hastalığın uluslararası düzeyde yayılmasından korumak üzere evrensel çapta tatbik edilme hedefi rehberliğinde uygulanacaktır.
  • Devletler, iç düzenlemelerini ve uygulamalarını Birleşmiş Milletler Şartı ve uluslararası hukuk ilkelerine uygun olarak, UST’nin amaçlarını göz önünde bulundurarak yapacaklardır.

UST’nin “Bildirim” başlıklı altıncı maddesinde taraf devletler, kendi ülkelerinde, uluslararası önemi haiz  halk sağlığı acil durumuna yol açabilecek, tüm olayları ve aynı zamanda bu olaylara yanıt olarak uygulanan herhangi bir sağlık önlemini, halk sağlığı bilgilerinin değerlendirildiği 24 saat içinde, mümkün olan en etkin haberleşme araçları ile DSÖ’ye bildirecektir. Yine bu bildirimi takiben mümkün olduğu hallerde, vaka tanımları, laboratuvar sonuçları, riskin kaynağı ve tipi, vaka ve ölümlerin sayısı, hastalığın yayılmasını etkileyen koşullar ve uygulanan sağlık önlemleri dahil olmak üzere, bildirimde bulunulan olayla ilgili olarak elde edilen halk sağlığı bilgilerini, zamanında, doğru ve yeterince ayrıntılı biçimde, DSÖ’ye iletmeyi  sürdürecek ve gerekli hallerde, karşılaşılan zorluklar ve uluslararası önemi haiz potansiyel halk sağlığı acil durumuna yanıt vermek için duyulan destek ihtiyacı hakkında rapor verecektir.

“Halk Sağlığı Yanıtı” başlıklı 13 üncü maddesinde ise ülkeler, uluslararası önemi haiz halk sağlığı acil durumlarına ve halk sağlığı risklerine, hızlı ve etkili bir şekilde yanıt vermeye yönelik kapasitelerini geliştirecekler, halk sağlığı riskleri ve diğer olaylara yanıt için işbirliğinde bulunacaktır.

DSÖ Anayasasında da sağlığa tam anlamıyla erişmek için tıp, psikoloji ve ilgili bilgi olanaklarının tüm milletlere ulaştırılması gerekliliğine, halk sağlığının geliştirilmesinde kamunun bu konuda aydınlatılması ve aktif işbirliğine vurgu yapılmıştır. Bu kapsamda Örgütün uluslararası sağlık çalışmalarında işbirliği yapacağı kuruluşlar arasında yalnızca devletler değil, ihtisas kuruluşları, hükümetlere bağlı sağlık yönetimleri, bilimsel ve mesleki gruplar tanımlanmış, sağlık alanında araştırmalar yapmak ve araştırmaları hızlandırmak görevler arasında belirlenmiştir.

UST uyarınca taraf ülkelerin hükümetlerine verilen görevlerin ülkemizde yerine getirilmesine ilişkin temel kolluk, Sağlık Bakanlığı’dır.

Bilimsel Araştırmalarla İlgili Hukuksal Düzenlemeler

Ülkemizin de tarafı olduğu Birleşmiş Milletler Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi’nin 15 inci maddesinde,  sözleşmeye taraf devletler, “bilimsel araştırma ve yaratıcı faaliyetler için gerekli özgürlüğe saygı göstermekle yükümlü” tutulmuştur.

Anayasa’nın “Bilim ve Sanat Hürriyeti” başlıklı  27 nci  maddesi uyarınca;   “herkes, bilim ve sanatı serbestçe öğrenme ve öğretme, açıklama, yayma ve bu alanlarda her türlü araştırma hakkına sahiptir”.

Temel Hak ve Hürriyetlerin Sınırlanmasına ilişkin Anayasa’nın 13. maddesi uyarınca,  temel hak ve hürriyetler içinde yer alan bilimsel araştırma ve yayın hakkı, yalnızca Anayasa’nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir.

İlgili madde olan 27 nci maddede belirtilen haklara ilişkin yalnızca yayma hakkı bakımından Anayasanın 1 inci, 2 nci ve 3 üncü maddeleri hükümlerinin değiştirilmesini sağlamak amacıyla kullanılamayacağına ilişkin özel bir sınırlama sebebi düzenlenmiştir. Bu sınırlama da, Anayasa’nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacaktır. Görüldüğü üzere bilimsel araştırma hakkı yönünden, maddede başkaca  bir sınırlama sebebi sayılmamıştır.

Bilimsel araştırma yapmak, Anayasa’nın 27 nci maddesi uyarınca herkesin temel hakkı olduğu gibi; insanlığa ve ülkeye hizmet etmek üzere bilimsel araştırma yapma görevi, Anayasanın 130 uncu maddesi ile üniversitelere özel olarak verilmiştir. Üniversiteler bu görevlerini bilimsel özerklik içinde yerine getirecektir. Aynı maddede “Üniversiteler ile öğretim üyeleri ve yardımcıları serbestçe her türlü bilimsel araştırma ve yayında bulunabilirler” cümlesi ile ikinci kez, bilimsel araştırmalardaki özerkliğin “serbestçe” yapabilmek anlamına geldiği, bu tür çalışmaların her alanda yapılabileceği ve üniversiteler yanında, birey olarak öğretim üyeleri ve yardımcılarının da bu serbestiye sahip olduğu açıkça gösterilmiştir.

Bilimsel araştırmalar insanlar, diğer canlı ve doğal varlıklar üzerinde yapılacak ise bazı sınırlama sebepleri  değişik maddelerde yer almıştır. Bu kapsamda, Anayasa’nın 17 nci maddesinde kişilerin yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı düzenlenirken; ikinci fıkrasında yer alan tıbbi zorunluluklar ve kanunda yazılı haller dışında, kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve tıbbi deneylere tabi tutulamaz” hükmüne yer verilmiştir. Bu Anayasa normunun bir uzantısı olarak bilimsel araştırmalar, 3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Kanunu’nun Ek 10uncu maddesinde düzenlenmiştir. Maddenin kapsamına giren araştırmalar “Herhangi bir tedavi yöntemi veya araçlarının veyahut ruhsat veya izin alınmış olsa dahi ilaç ve terkiplerinin, tıbbi ve biyolojik ürünler, bitkisel ürünler, kozmetik ürünler ve hammaddeleri ile tıbbi cihazların bilimsel araştırma amacıyla insanlar üzerinde kullanılabilmesi için Sağlık Bakanlığı veya bağlı kuruluşlarından izin alınmasının yanında” Sağlık Bakanlığı veya bağlı kuruluşlarından ve yine madde kapsamında kuruluşu tanımlanan Etik Kurullardan izin alınması gerekmektedir.

Eğer araştırma ilaç, ürün ve cihazların insanlar üzerinde kullanılabilmesi için yürütülmüyor ise, COVID-19 salgını nedeniyle hastanelerde verilen sağlık hizmetlerine ilişkin hastaların sağlık verileri üzerinden yürütülen bir araştırma ise, 3359 Sayılı Kanunun Ek 10 uncu maddesi ve bu madde uyarınca çıkarılan İlaç ve Biyolojik Ürünlerin Klinik Araştırmaları Hakkında Yönetmelik gereğince Sağlık Bakanlığı veya bağlı kuruluşları ile bu mevzuat uyarınca oluşturulan Etik Kurul’dan izin alınması zorunluluğu bulunmamaktadır.

Sağlık Bakanlığı’na, klinik araştırmalar dışında kalan bilimsel araştırmalara sınırlama getirme, izne bağlama yetkisi veren yasal bir düzenleme bulunmamaktadır.  Anayasa’da temel haklar içinde düzenlenen bilimsel araştırma özgürlüğünün, Sağlık Bakanlığı tarafından, kaynağını Anayasa ve Yasa’dan almayan bir işlemle sınırlandırılması işlemi açıkça hukuki dayanaktan yoksundur.

Anayasanın 8 inci maddesi uyarınca, yürütme yetkisi ve görevinin Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılması zorunludur. Anayasanın 11 inci maddesine göre Anayasa hükümleri, yürütme organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır. 124 üncü maddesinde ise bakanlıklar ve kamu tüzelkişilerinin, kendi görev alanlarını ilgilendiren kanunların ve Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin uygulanmasını sağlamak üzere ve bunlara aykırı olmamak şartıyla, yönetmelikler çıkarabileceği düzenlenmiştir.

Üstelik kamu sağlık kuruluşlarında verilen COVID-19 sağlık hizmetleri esnasında kaydedilen sağlık verileri üzerinde çalışmak için bir kişiye yetki verilmesi, bu projeye katılmak isteyen hekimlerin idari izinden muaf tutulması, diğer bütün araştırmacıların ve bu araştırma ekiplerine katılacak hekimlerin çalışmalarının Sağlık Bakanlığı’nın iznine tabi tutulması, ayrıca Anayasa’nın 10. maddesinde düzenlenen kanun önünde eşitlik ilkesine ve Devletin bu eşitliğin yaşama geçirmesi yükümlülüğüne de aykırıdır.

Bilimsel Çalışmalarla İlgili Hekimlik Meslek Etiği Kuralları

Tıbbi Deontoloji Tüzüğü’nün 4. maddesinin ilk cümlesinde hekimlerin ve diş hekimlerinin mesleklerini uygularken hasta ile ilgili öğrendikleri bilgileri yasal bir zorunluluk olmadıkça ifşa edemeyecekleri belirtilirken; ikinci cümlesinde hastanın kimliği açıklanmadan, sağlıkla ilgili bilgilerinin tıbbi toplantılarda ve yayınlarda kullanılabileceği belirtilmiştir. Yayınlar, bilimsel çalışmaların sonucu olduğuna göre; hekimler kimlikleri anlaşılmayacak biçimde hastalarının sağlık bilgilerini, tıbbi toplantılarda ve tıbbi ilerlemeye dönük olarak bilimsel çalışmalarda kullanabileceklerdir.

Benzer yönde hüküm Türk Tabipleri Birliği Hekimlik Meslek Etiği Kurallarının Hastayla İlgili Bilgilerin Hastaya Verilmesi ve Kullanımı başlıklı 31. maddesinde yer almaktadır: “Hekim, hastanın kimlik bilgilerini saklı tutmak koşuluyla, bu bilgileri dosya üzerinden yapacağı araştırmalarda kullanabilir.”

İnsan Hakları ve Biyo-Tıp Sözleşmesinin 4. maddesinde araştırma dahil sağlık alanındaki herhangi bir müdahalenin ilgili mesleki yükümlülükler ve standartlara uygun olarak yapılması gerektiği belirtilmiştir. Bu bölümde değinilen mesleki yükümlülükler ve standartlar uyarınca hekimler, hastalarının sağlık bilgilerini, kimlikleri anlaşılmayacak bir biçimde dosya üzerinden yapacakları araştırmalarda kullanmaya yetkilidirler.

Kişisel Sağlık Verileri Mevzuatı Uyarınca Sağlık Verilerinin Bilimsel Araştırmalarda Kullanılması

6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu’nun 3 üncü maddesinde,

İlgili kişi: Kişisel verisi işlenen gerçek kişiyi,

Kişisel veri: Kimliği belirli veya belirlenebilir gerçek kişiye ilişkin her türlü bilgiyi,

Kişisel verilerin işlenmesi: Kişisel verilerin tamamen veya kısmen otomatik olan ya da herhangi bir veri kayıt sisteminin parçası olmak kaydıyla otomatik olmayan yollarla elde edilmesi, kaydedilmesi, depolanması, muhafaza edilmesi, değiştirilmesi, yeniden düzenlenmesi, açıklanması, aktarılması, devralınması, elde edilebilir hâle getirilmesi, sınıflandırılması ya da kullanılmasının engellenmesi gibi veriler üzerinde gerçekleştirilen her türlü işlemi ifade eder denilmiştir.

Kanunun 5. maddesinde kanunda açıkça öngörülmesi halinde, ilgili kişinin açık rızası aranmaksızın, kişisel verilerinin işlenmesinin mümkün olduğu düzenlenmiştir. Kanunun 6 ncı maddesinde sağlık verileri özel nitelikli veriler içinde sayılmakla birlikte; (3) Sağlık ve cinsel hayata ilişkin kişisel veriler ise ancak kamu sağlığının korunması, koruyucu hekimlik, tıbbî teşhis, tedavi ve bakım hizmetlerinin yürütülmesi, sağlık hizmetleri ile finansmanının planlanması ve yönetimi amacıyla, sır saklama yükümlülüğü altında bulunan kişiler veya yetkili kurum ve kuruluşlar tarafından ilgilinin açık rızası aranmaksızın işlenebileceği düzenlenmiştir.

Kanunun “İstisnalar” başlığı altındaki 28 inci maddesinde ise kanun hükümlerinin uygulanmayacağı haller içinde; (c) Kişisel verilerin millî savunmayı, millî güvenliği, kamu güvenliğini, kamu düzenini, ekonomik güvenliği, özel hayatın gizliliğini veya kişilik haklarını ihlal etmemek ya da suç teşkil etmemek kaydıyla, sanat, tarih, edebiyat veya bilimsel amaçlarla ya da ifade özgürlüğü kapsamında işlenmesi hali sayılmıştır.

21 Haziran 2019 gün ve 30808 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe konan Kişisel Sağlık Verileri Hakkında Yönetmelikte de konuya ilişkin bazı düzenlemeler bulunmaktadır. Yönetmeliğin “Bilimsel Amaçlarla İşleme” başlıklı 16 ncı maddesinde  Kişisel Verilerin Korunması Kanunu’nun 28 inci maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamında, kişisel sağlık verileri, ilgili kişilerin özel hayatın gizliliğini veya kişilik haklarını ihlâl etmemek ya da suç teşkil etmemek kaydıyla alınacak teknik ve idari tedbirler çerçevesinde, bilimsel amaçlarla işlenebilir düzenlemesine yer verilmiştir.

(https://www.ttb.org.tr/haber_goster.php?Guid=a95cb434-8932-11ea-911b-f85bdc3fa683, 3.5.20)

Salgında başarı, bulaşı-hastalanmayı önlemektir; mücadelede doğru yöntem Epidemiyoloji bilimine uymaktır!

Salgında başarı, bulaşı-hastalanmayı önlemektir; mücadelede doğru yöntem Epidemiyoloji bilimine uymaktır!

TTB’den 30 Mart 2020 tarihinde yapılan açıklamada, Türkiye’de ilk doğrulanmış olgunun duyurulduğu günden bu yana salgın eğrisi incelendiğinde, başlangıçta salgını baskılama stratejisi uygulanacakmış gibi gözlenirken, sonrasında İran’da salgın ortaya çıktığında sınırın etkin şekilde kapatılmaması ve gelenlere karantina uygulanmaması, salgının var olduğunun bilindiği dönemde sınır kapılarının açılarak mültecilerin sınıra gitmesine izin verilmesi, sonra da geri götürülmeleri, Umre’den dönenlerin karantinaya alınmaması gibi yaklaşımlar nedeniyle, Türkiye’nin göz göre göre enfekte hale getirildiği kaydedildi.

Karantina ve tecrit uygulamalarının epidemiyolojik veriler ışığında yerel/bölgesel olarak halen hızla ve kararlılıkla uygulanabileceğine yer verilen açıklamada, ancak gelinen noktada risk grupları dışında ülke çapında tecrit uygulamasının da bir anlamı kalmadığı belirtilerek, “Bugün ve sonrasında yapılması gereken Dünya Sağlık Örgütü’nün de önerdiği gibi çok sayıda test yaparak, katı bir izolasyon uygulamaktır. Suriyeli sığınmacılarla birlikte 90 milyona yakın kişinin yaşadığı ülkemizde, günde 30 binin üzerinde test yapılarak, test sonuçları pozitif olan olgular ile temaslıları ivedi olarak sağlıklı kişilerden ayrılmalıdır. İzolasyon, kişilerin evlerinde yapılacağı gibi, evlerde yapılamayacağı durum ve koşullarda İzolasyon için seçilen yurtlar ve oteller gibi mekânlar da kullanılabilir” denildi.

TTB Merkez Konseyi, gelinen noktada yapılabilecekleri şöyle sıraladı:

  • Geldiğimiz aşamada, epidemiyolojik veriler ışığında belirlenecek bir süre için toplum hareketliğinin kısıtlanması yaygınlaştırılarak sürdürülmeli, aktif sürveyans ve filyasyonun yanı sıra, endikasyonu olan herkese test uygulanabilmesi sağlanmalı, hastane tedavisi gerekmeyen hastaların izolasyonuna ağırlık verilmelidir. Ayrıca olgu sayıları ve sağlık hizmeti kapasitesi iller bazında değerlendirilerek, gerektiğinde, çalışma koşulları ve fizik mesafeyi korumayı sağlayacak önlemler il bazında alınmalıdır.
  • Düzenli geliri olmayanların, günlük kazanabilenlerin, yoksulların günlük zorunlu gereksinimlerinin karşılanmasının mümkün olmadığı koşulları değiştirilmeden; toplum hareketliliğinin kısıtlanması başta olmak üzere tek başına salgına karşı alınması gereken önlemleri tartışmak yeterli değildir.
  • Bugün yapılması gereken kamusal bir sağlık sisteminin gerekliliğini akıldan çıkarmadan; işçilerin, işsizlerin, yoksulların yaşamlarının ve sağlıklarının olumsuz etkilenmesini engelleyecek desteklerin (Ücretli izin, işsizlik ödeneğinin kapsamının genişletilmesi ve tutarının artırılması, önümüzdeki üç ay boyunca ücretsiz su-ısınma-elektrik verilmesi vb.) ivedi olarak sağlanmasıdır. Türkiye’nin kaynakları bu destekler için yeterlidir.

Açıklamanın tam metni şöyle:

SALGINLA MÜCADELEDE DOĞRU YÖNTEM, EPİDEMİYOLOJİ BİLİMİNE UYMAKTIR

Tedavi etmek önemli ama salgında başarı, bulaşı-hastalanmayı önlemektir

Bugüne kadar 198 ülkede, 700 binden fazla insanı hastalandırdığı saptanan ve 33 bin insanın ölümüne yol açan SARS CoV-2 daha önce insanları hastalandırdığı bilinmeyen bir etken. Henüz, hastalığı (COVID-19) geçirip sağlığına kavuşanlarda kalıcı bağışıklığın gelişip gelişmediğinin tam olarak bilinmemesi bir yana, hastalığı geçirmemiş herkesin risk altında olduğu bir dönemdeyiz. Hastalığın benzerlerine göre bulaşıcılığı oldukça yüksek (RO=2-3), epidemiyolojik verilerle hazırlanan senaryolara göre herhangi bir kontrol yönteminin uygulanmaması halinde toplumun yarısından fazlasının enfekte olması, hastalığın üç ay içinde zirveye ulaşması ve çok sayıda ölümün gerçekleşmesi olasıdır.

Etken, solunum ve ağız yoluyla ulaşıyor. Hasta kişilerin öksürmesi ve solunumu sırasında havaya yayılan küçük damlacıklarla, bunların düştüğü yüzeylere ve hasta elleriyle temas eden ellerin yüze, ağıza götürülmesiyle bulaşıyor. Bulaşmadan sonraki 2-14 gün içinde ateş, öksürük ve solunum sıkıntısı gibi belirtilerle hastalık ortaya çıkıyor. Hastalanan 100 kişiden 30’u belirti vermeden hastalığı geçirirken, yaklaşık 50’si hafif bulgularla ve herhangi bir sağlık kuruluşuna başvuru gereği duymaksızın hastalığı geçiriyor. Geriye kalan 20’si tıbbi bakım ve tedaviye gereksinim duymakla birlikte, yalnızca 4-7’sinin solunum desteği ve yoğun bakım tedavisi gerektiren bir tablo oluşturduğu biliniyor. Bununla birlikte, hemen tüm virüs hastalıklarında olduğu gibi, COVID-19’a özgün olan bir ilaç ve tedavi henüz mevcut değil.

Bu durum göz önüne alındığında, hastalıktan korunma başka bir ifadeyle, sağlıklı kişilerin hastalanmasının önlenmesi öncelik ve büyük önem taşıyor. Bunun da yolu; SALGIN YÖNETİMİ’nin öncelikli ve bilimsel bilgiye dayalı olarak, Sağlık Bakanlığı’nın sorumluluğu ve koordinasyonunda sürecin tüm bileşenlerinin katılımıyla ve şeffaf olarak hayata geçirilmesidir.

COVID-19 pandemisine karşı temel yaklaşım, insanların birbirleriyle temas oranlarını azaltarak virüsün hasta kişiden sağlıklı kişiye bulaşmasını azaltmak olmalıdır.

Salgın yönetiminin birinci aşaması AKTİF SÜRVEYANS SİSTEMİNİN kurulması ve sistematik bir biçimde FİLYASYON (bilinen hastalarla temaslıları, hastaları bulma) uygulanmasıdır. Öte yandan, salgın yönetiminde birbirini tamamlayan, evrenselleşmiş hatta edebiyat dünyasının önemsediği romanlara da konu olmuş üç ayağının da doğru zamanda ve doğru içerikle uygulanması önemlidir.

Bunlardan ilki, KARANTİNA (Quarantine)’dır. Hastalık şüphesi olanların, hastalarla temas etmiş olduğu bilinen ya da düşünülen kişilerin, o hastalığın etkeninin en uzun kuluçka süresi kadar bir zaman diliminde, uygun koşullarda, sağlıklı kişilerle temasının önlenmesi, onlardan ayrı yerlerde tutulmasıdır. Sağlık Bakanlığı’nın Çin’den özel uçakla getirip, muayene ve tetkiklerinde hastalık belirtisi bulunamamasına karşın, 62 yurttaşımızı Ankara’da Şehir Hastanesi nedeniyle hizmet sunmaya kapatılmış bir devlet hastanesinde 14 gün süresince misafir etmiş olması karantina uygulamasının bir örneğidir. Umre’den gelenlerin sadece son grubunun öğrenci yurdunda hep beraber misafir edilmesi ise karantina uygulanmasında bilimsel, sistematik ve bütünsel bir yaklaşımın olmadığını göstermiş, bununla birlikte, karantina uygulaması birçok durumda gerekli olmasına karşın, Bakanlık tarafından bir daha uygulanmamıştır.

İkincisi İZOLASYON-AYIRMA (İsolation)’dur. Hastalık tanısı konanların, hastalığın bulaşıcılık süresi kadar bir zaman dilimi için ayrı tutulmasıdır. Böylece hasta kişinin etkeni sağlıklı kişilere doğrudan ya da dolaylı olarak bulaştırmasının engellenmesi sağlanmaya çalışılmış olur. COVID-19 tanısı konmasına karşın, hastanede tedavisi gerekmeyen olguların, uygun koşullar sağlanarak, ailenin diğer üyelerinin korunması için gerekenler yapıldıktan sonra evlerinde tutulmaları bir izolasyon uygulamasıdır. Evde izolasyon koşullarının sağlanamadığı durumlar için yerel yönetimlerle birlikte barınma olanakları sağlanmalıdır.

Sonuncusu TECRİT-AYRI TUTMA (Segregation)’dır. Tecrit, izolasyonun tersidir. Hastalanmamış, sağlıklı olduğu ve hastalanma riski olduğu bilinen kişilerin ayrı tutulmasıdır. Amaç hastalık riski taşıyanların hastalanmasını önlemektir. Günümüzde COVID-19 hastalığı riski yüksek olduğu bilinen 65+ yaş grubu yurttaşlarımızın uygun koşullar sağlanarak, dışarı çıkmalarının istenmemesi bunun bir örneği olarak kabul edilebilir. Unutulmamalıdır ki çocukları ve torunlarıyla birlikte yaşamakta olanlar için, özel tedbirler alınmamışsa, bu uygulamanın gerçekliğinden-başarısından söz edilemez.

Bunların dışında salgına karşı genel bir önlem olarak, toplumun hareketliliğinin sınırlanması (Community containment) söz konusu olabilir. Toplumun büyük bir çoğunluğunun uyması koşuluyla, kişisel etkileşimleri ve hareketliliği azaltmak için bütün toplantıların iptali, okulların kapatılması, evden çalışmanın benimsenmesi ve bakkaldan yiyecek almak gibi zorunlu karşılaşmalarda 2 metrelik fiziksel uzaklığın korunması gibi uygulamalar yürürlüğe konabilir. Ancak ülkemizde olduğu gibi özel sektörde çalışanların ücretli izin verilmeksizin çalışmaya devam etmek zorunda kaldığı koşullarda, bu uygulamanın etkili olması beklenemez.

Salgının dünyaya ilân edilmesinden sonra Türkiye’de;

  1. İran’da salgının olduğu öğrenilmesine karşın, sınır kapıları tedricen kapatıldı, gelenlere etkin karantina uygulanmadı.
  2. Salgının varolduğu bilinen Avrupa ülkelerinden gelen 300 bini aşkın kişiye ateş taraması dışında herhangi bir kısıtlayıcı uygulama neredeyse yapılmadı.
  3. AB ile ilişkiler gerginleştiğinde ülkenin çok farklı kentlerinde yaşamakta olan göçmenler-sığınmacılar-mülteciler araçlarla, kitlesel olarak Yunanistan sınırında olan illerimize taşındı. Yaklaşık bir hafta sonrasında yeniden, yine kitlesel olarak araçlarla eski ikametlerine taşındı. Böylece, yetkililer sorumluluklarının tam tersi bir uygulama ile etkenin yayılma riskini arttırmış oldu.
  4. Suudi Arabistan’da da salgın olduğu ve Umre’de çok farklı ülke yurttaşlarıyla temas olacağı biliniyor olmasına karşın, Umre’den dönen milletvekilleri, bürokratlar başta olmak üzere, yirmi binin üzerindeki kişinin önemli bir bölümüne karantina uygulanmadı. Bu kişiler, ülkemizin hemen bütün illerinde bulunan evlerine gittiler. Olağan dönemlerde olduğu gibi akrabalarının, komşularının vb. kutlamalarını yakın temaslarla kabul ettiler.
  5. Okullar ve üniversiteler tatil edilmesine karşın, eş zamanlı olarak askere alımlar/terhisler ile toplu ibadetler engellenmedi.

Sağlık Bakanı tarafından yapılan açıklamaya göre 29 Mart 2020 tarihi itibariyle test yapılan olgu sayısı ancak 65 bine ulaştı. Hastalık belirtisi olanların büyük bölümüne, temaslılara, sağlık kurumlarında hasta ve olası COVID-19’lularla teması olan sağlık emekçilerine sistemli olarak test yapılmadı. Filyasyon için hâlâ hangi adımların atıldığını bilmiyoruz. Bu nedenlerle, BİLİNEN/TANISI KESİNLEŞMİŞ hasta sayımız gün itibariye yalnızca 9 bin 217 kişi olarak açıklanabiliyor.

Oysa, etkenin bilinen özellikleri ve olası hastalar ve/veya temaslılarla ilgili uygulamalar göz önüne alındığında, sayılarını söyleme olanağımız olmasa da hastalığın ülkenin hemen her yerinde ve yaygın olduğunu söyleyebiliriz.

İlk doğrulanmış olgunun duyurulduğu günden bu yana salgın eğrisi incelendiğinde, başlangıçta salgını baskılama stratejisi uygulanacakmış gibi gözlenirken, sonrasında yukarıda beş maddede açıklanan yaklaşımlar yüzünden fiili olarak salgının etkisini azaltma stratejisine dönülmüş olması nedeniyle, ülkemiz göz göre göre enfekte hale getirilmiştir. Olgular ve temaslılar neredeyse hemen her yerdedir. Bu aşamadan sonra ülke çapında karantina uygulaması fırsatı kaçırılmıştır. Karantina ve tecrit, epidemiyolojik veriler ışığında yerel/bölgesel olarak halen hızla ve kararlılıkla uygulanabilir. Ancak geldiğimiz noktada risk grupları (Çocukları ve torunlarıyla birlikte yaşamayan, çalışmak zorunda olmayan 65+ yaştakilerden yalnız ve/veya eşiyle yaşayanlarla, kanser, şeker, tansiyon, bağışıklık sistemi bozukluğu olan hastalar) dışında ülke çapında tecrit uygulamasının da bir anlamı kalmamıştır.

Bugün ve sonrasında yapılması gereken Dünya Sağlık Örgütü’nün de önerdiği gibi çok sayıda test yaparak, katı bir izolasyon uygulamaktır. Suriyeli sığınmacılarla birlikte 90 milyona yakın kişinin yaşadığı ülkemizde, günde 30 binin üzerinde test yapılarak, test sonuçları pozitif olan olgular ile temaslıları ivedi olarak sağlıklı kişilerden ayrılmalıdır. İzolasyon, kişilerin evlerinde yapılacağı gibi, evlerde yapılamayacağı durum ve koşullarda İzolasyon için seçilen yurtlar ve oteller gibi mekânlar da kullanılabilir.

Dünyada ve ülkemizdeki salgınlar tarihi incelendiğinde, salgın yönetiminde bilimsel bilginin yol göstericiliğine güven ve sürekli kullanımı ve bu alanın kavramlarıyla tanımlanmış uygulamalar kullanılarak salgınla mücadelede başarı kazanmak mümkündür.

Geldiğimiz aşamada, Epidemiyolojik veriler ışığında belirlenecek bir süre için toplum hareketliğinin kısıtlanması yaygınlaştırılarak sürdürülmeli, aktif sürveyans ve filyasyonun yanı sıra, endikasyonu olan herkese test uygulanabilmesi sağlanmalı, hastane tedavisi gerekmeyen hastaların izolasyonuna ağırlık verilmelidir. Ayrıca olgu sayıları ve sağlık hizmeti kapasitesi iller bazında değerlendirilerek, gerektiğinde, çalışma koşulları ve fizik mesafeyi korumayı sağlayacak önlemler il bazında alınmalıdır.

Düzenli geliri olmayanların, günlük kazanabilenlerin, yoksulların günlük zorunlu gereksinimlerinin karşılanmasının mümkün olmadığı koşulları değiştirilmeden; toplum hareketliliğinin kısıtlanması başta olmak üzere tek başına salgına karşı alınması gereken önlemleri tartışmak yeterli değildir.

Bugün yapılması gereken kamusal bir sağlık sisteminin gerekliliğini akıldan çıkarmadan; işçilerin, işsizlerin, yoksulların yaşamlarının ve sağlıklarının olumsuz etkilenmesini engelleyecek desteklerin (Ücretli izin, işsizlik ödeneğinin kapsamının genişletilmesi ve tutarının artırılması, önümüzdeki üç ay boyunca ücretsiz su-ısınma-elektrik verilmesi vb.) ivedi olarak sağlanmasıdır. Türkiye’nin kaynakları bu destekler için yeterlidir.

Türk Tabipleri Birliği
Merkez Konseyi

SALGININ RESMEN 50. GÜNÜNDE NE SÖYLEMEK İSTİYORUZ?

SALGININ RESMEN 50. GÜNÜNDE
NE SÖYLEMEK İSTİYORUZ?


Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc

Hekim, Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı
Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (SBF-Mülkiye)

www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

KRT TV HABER SUNUCUSU SAYIN ZAFER ARAPKİRLİ’den İLETİ

ile başlayalım… Prof. Dr. AHMET SALTIK, Corona ile mücadelede yapılanları, yapılmayanları, tehlikeleri ve Sağlık Bakanı’nın açıklamalarını @krtkulturtv Akşam Haberleri‘nde (29.4.2020) değerlendirdi.

21 dakika dünkü katılımımız.. Bir haber programı içinde uzunca bir süre.. Sn. Arapkirli’ye ve KRT TV’ye, COCID-19 salgını boyunca bizi kezlerce programlarına konuk alarak mütevazi birikimlerimizi paylaşmamıza olanak verdikleri için teşekkür ediyoruz.

Bu programda özellikle test sayılarına değindik.. S. Bakanlığı neden “çok kıskanç” test yapmada?? Bir gün 40 bin, ertesi gün 30 bin, izleyen gün 20 bin, sonra gene 30+ bin test?? Oysa günlük kapasitenin 50 bin olduğunu Sn. Bakan açıklamıştı daha önce. Nedir bu dalgalanmanın kuralı / kuralsızlığı?? Kimler ve hangi ölçütlerle karar verirler bu test sayılarına? Nihayet dün S. Bakanı Koca‘nın ağzından öğrendik ki, verilen sayı “test yapılan kişi” sayısı imiş.. Acaba neden günümüze dek bu konu netleşmedi? Tabii yine testin aynı kişide yinelenmesi (aynı kişide mükerrer test) sayılarını bilmiyoruz.

DSÖ geçtiğimiz günlerde Dünyanın bir an önce platoyu görmek istiyorsa günlük 40 milyon test yapması gerektiğini açıkladı. Türkiye, 88 m / 7,8 Bn dünya nüfusu içinde %1,1 pay sahibi (toprakları ise 0,8 / 144 m km2= % 0.55!) ve 40 m X .011 = 440 bin test yapması gerek ülkemizin her gün! Oysa en çok 40 bin test/gün yaptık şimdiye dek.. Gerekenin 11’de 1’i!

Az test, yeteneği sınırlandırılmış test ve az olgu (hasta) kaydı! Şeytan üçgeni tam da burası.

  • Bastırılmış rakamlarla algı yönetimi ve kamuoyunu,
  • FACİAYA karşın BAŞARI MASALINA KOŞULLAMA!

ABD’de ise ekonomiyi yeniden açmada en etkili anahtarın HERKESE TEST YAPMAK olduğu tartışılmakta yaygın olarak.. Buyurun 2 önemli makale :

Dikkate sunalım, “Ubiquitous Testing” herkese test anlamında.

Bu arada PCR testinin duyarlığı (sensitivity), COVID-19 olgularını yakalama yeteneği %60-70’i geçmiyor. S. Bakanlığı tüm laboratuvarlara PCR testinin “primerini” / gerekli çözeltiyi kendisi yolluyor ısrarla! Dolayısıyla testin duyarlığı %60-70’i geçemiyor bir türlü!? Burası olgu sayısını sınırlamada kritik bir nokta!?

S. Bakanlığı sağaltımda (tedavide) “çığır açtıklarından” (!) dem vurmakta?? Anlayamıyoruz, Dünyada kullanılan ilaçlar ne ise bizde de o.. Hepsi birkaç kalem. Endikasyon Dışı İlaç Kullanma Kılavuzu bağlamında, daha önce başka endikasyonlar için ruhsat verilmiş ilaçlar, bu salgında “acaba iyi gelir mi?” sorusuna yanıt olarak deneme – yanılma süreçleri içinde ampirik olarak uygulanmakta..

Dikkat çekelim; bu birkaç ilacı öylesine sınırsız deneyerek insanları deneme tahtasına dönüştürme olanağı da yok! Helsinki Bildirgesi temel kuralları koymakta.. “İLAÇ VE BİYOLOJİK ÜRÜNLERİN KLİNİK ARAŞTIRMALARI HAKKINDA YÖNETMELİK” de.. İknicisi ilkini temel almakta.

Sınırlar belli. Haydi çokkkkk başarılı olduk bir biçimde; bu verilerin uluslararası yazında (literatürde) yayınlanması gerek, bilim dünyasının irdelemesine açılması gerek. Bunları da bekliyoruz, herkes yararlansın ve Türkiye’den öğrensin çığır açan başarılarımızı, ödül alalım.

Sn. Bakan ölüm sayılarını saklamadıklarını belirtti.. Karmaşık ve anlaşılmaz tümcelerle savunma yaptı, kendisi de süreci anlamış değil anlaşılan ya da bilinçli karmaşa sürdürülüyor.. Ama mızrak çuvala sığmıyor… Açıkça kanıtlandı ki;

  • Çok net olan o ki, hasta sayısı da ölüm sayıları da şöyle ya da böyle GERÇEK DEĞİL!

Lütfen tıklayın : Turk_Toraks_Dernegi_COVID19’a_bagli_olumlerin_yuksekliginden_endise_duyuyır

Salgın iyi yönetil(e)miyor; AKP bu sürece de siyaset bulaştırdı ve başarı öyküsü yaratma peşinde halka masallar anlatılması sürdürülüyor! Şehir efsaneleri bile kurgulanıyor.. Bir gün dünyanın bir köşesinden, öbür bir başka ülkeden ambulans uçaklarla hastalar getirip, yüksek teknolojimizle tedaviye alıp 1-2 gün içinde toparlıyoruz..

Ancak kritik olan bir başka konu şu       :

  • Bilim Kurulu‘nun önüne de halka açıklanan bu veriler geliyorsa, son derece eksik – yanlış – çarpık bu verilerle SALGIN YÖNETİLEMEZ! İlk koşul uluslararası bilimsel kurallara uygun SÜRVEYANS.. (veri toplama diyelim kısaca..)

Ek olarak, halka başka, Bilim Kurulu masasına başka veriler konuyorsa, bunu etik – moral – hukuksal – politik – bilimsel …  olarak Bilim Kurulu üyeleri içlerine sindirebiliyorlar mı??

Ülkemiz bilimsel olarak ÖZGÜR, yönetsel (idari) ve akçalı (mali) olarak ÖZERK KURUMLARA sahip olmadığından (Almanya’da R. Koch, Fransa’da L. Pasteur Enstitüsü gibi), AKP bunları -TBMM dahil- birer birer çökertip – işlevsizleştirip – göstermelikleştirip TEK ADAM REJİMİ kurduğundan, yangın çıkınca iş KURULLARA düşüyor..

  • KURUM yerine KURUL…

Kaçınılmaz olarak bu Kurullar ne bilimsel olarak ÖZGÜR, ne akçalı – yönetsel açıdan özerk! Tersine siyaset güdümlü.. Bu kaçınılmaz, daha oluşturulurken siyasetin mutlak belirleyiciliği ile malul! Ve alaturka ve dramatik hatta yer yer traji – komik..

Üstelik içselleştirilen bir “usluluk” da gündemde.. Sn. üyeler koro halinde bir armoni ile kendilerinin “bir danışma kurulu” olduklarını derinden ve taaa en başından uysalca benimsemişler.. Ya da varsa karşı oy yazıları, bilmiyoruz. Kurulun çalışma ve karar alma yönergesini de..

Çare; her akşam Bilim Kurulu sözcüsünün alınan kararları açıklamasıdır. Siyaset kurumu da gereğini yapmalıdır, yap(a)madıklarının gerekçelerini kamuoyuna açıklayarak..

Buradan bir siyasal başarı öyküsü çıkarılamaz; yazıktır, günahtır bu ülkeye ve insanımıza.

Yitirilen canlarımızdır, insanlarımızdır, çöken ülke ekonomisidir ve karartılan da geleceğimiz..

Biricik yol BİLİMSEL AKILCILIKTIR.. asla ve hiçbir koşulda bu yoldan en küçük sapma göstermeyelim.. Yukarıda erişkesi verilen 21 dakikalık değerlendirmemizi dikkate alın..

Sevgi ve saygı ile. 30 Nisan 2020, Ankara