Kategori arşivi: Hekim Saltık

TTB’den 5 Haziran Dünya Çevre Günü açıklaması:

TTB’den 5 Haziran Dünya Çevre Günü açıklaması:

Sağlıklı bir çevrede yaşam hakkımızı savunmaya devam edeceğiz

05.06.2020 786http://www.ttb.org.tr/605yi5l

Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi, bu yılki teması “biyoçeşitliliğin korunması” olarak belirlenen 5 Haziran Dünya Çevre Günü dolayısıyla açıklama yaptı.

Bugüne kadar Dünya Çevre Günlerinde yürütülen kampanyaların gerek dünyada gerekse ülkemizde olumlu sonuçlar verdiğini söylemenin zor olduğuna yer verilen açıklamada, pandemi günlerinde bile sermaye çevrelerince para uğruna doğal ve tarihi kaynaklara yönelik, anayasadan kaynaklanan “herkesin sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı”na sistemli saldırının sürdüğüne dikkat çekildi.

Açıklamada, TTB’nin dün olduğu gibi, bugün de, yarın da toplum ve kamu yararı ilkesinden ayrılmadan, çevre ve insan sağlığı mücadelesini sürdüreceği ve toplumun yanında olmaya devam edeceği vurgulandı. Açıklama şöyle:

  • SAĞLIKLI BİR ÇEVREDE YAŞAM HAKKIMIZI
    SAVUNMAYA DEVAM EDECEĞİZ

Bilindiği gibi Birleşmiş Milletler tarafından 1972 yılında Stockholm’de düzenlenen ‘İnsan Çevresi Konferansı’nda çevre sorunlarını küresel boyutta ele alarak, Birleşmiş Milletler Çevre Programının (UNEP) kurulmasına ve her yıl 5 Haziran tarihinin ‘Dünya Çevre Günü’ olarak belirlenmesine karar verilmiştir. 1973’den bu yana her yıl ayrı bir ülkenin ev sahipliğinde ve belirlenen çevre temaları ile sürdürülen Dünya Çevre Günü etkinliklerinin bu yılki teması ise ‘Biyoçeşitlilik’…

Ancak bugüne kadar Dünya Çevre Günlerinde yürütülen kampanyaların gerek dünyada gerekse ülkemizde olumlu sonuçlar verdiğini söylemek çok zor. Yaşadığımız pandemi günleri nedeniyle dünyanın çok sayıda ülkesinde uygulanan karantina koşulları; özellikle fosil yakıt tüketiminde azalmalara bağlı olarak hava kalitesinde düzelmelere, kimyasal ve tehlikeli atık miktarında azalmalara neden olmuş ve türleri tehlikede olan birçok canlının tekrar ortaya çıkmasını sağlamıştır. Ancak tüm bu yaşanan küçük olumlu gelişmelere karşın karantina günlerinin bitmesiyle birlikte dünya üzerinde başta hava kirliliği olmak üzere çevre sorunları dört ay önce kaldığı noktadan tekrar yaşanmaya başlamıştır. Nadir görülen ve bu dönem ortaya çıkan canlı türleri ise tekrar görülmez olmuştur.

  • Üstelik 2020 yılı için Dünya Çevre Günü için belirlenen tema biyoçeşitliliğin korunmasıdır.

Ülkemiz için ise durum çok daha iç karartıcıdır. COVID-19 salgını nedeniyle başta karantina olmak üzere ülkemizde alınan önlemleri ve tüm dikkatlerin salgın üzerinde toplanmasını fırsat bilen

  • sermaye çevreleri para uğruna doğal ve tarihi kaynaklara saldırılarını sistemli bir biçimde artırmışlardır.

Bu durumun çok sayıda örneği vardır. Pandemi günlerinde, meslek odaları tarafından açılan davalar sürerken, yangından mal kaçırırcasına maske ve eldivenli ihale komisyonları tarafından Kanal İstanbul ile ilgili çeşitli ihaleler yapılmaya çalışılmıştır. Çanakkale’de Kaz Dağları’nda Kirazlı altın madeni girişimine karşı aylardır ‘Su ve Vicdan Nöbeti’ tutan çevre gönüllülerine Çanakkale Orman Bölge Müdürlüğü tarafından 57 bin lira para cezası kesilmiş; bununla da yetinilmemiş; bölgede yeni altın madeni ruhsatları kamuoyunca çok iyi tanınan bazı mütteahitlere verilmiştir.

İzmir’de Çeşme ve Urla ilçelerinde acele kamulaştırma ile arazilere el konarak bazı ‘turizm yatırımcılarına’ devredilmek istenmiştir. Yine Çeşme’de bölgenin yaşadığı su sorununa rağmen, çok su gerektiren golf sahaları kurulmaya çalışılmaktadır. Selçuk ilçesindeki Meryem Ana Tabiat Parkı sit alanı olmaktan çıkarılmış ve yapılaşmanın önü açılmıştır. Ayrıca ülkemizdeki elektrik enerjisi arzı yeterliyken salgın döneminde de kömürlü termik santrallerin çevresel etki değerlendirme süreci hızlandırılmaya çalışılmıştır.

  • Yukarıda saydıklarımız yaşadığımız olağanüstü pandemi günlerinde bile sermaye çevrelerince para uğruna doğal ve tarihi kaynaklarımıza; insanlarımızın anayasamızdan kaynaklanan ‘sağlıklı bir çevrede yaşam hakkına’ sistemli saldırıların sürdürüldüğünü göstermektedir.

Dünya Çevre Gününde; 5 Haziran 2020’de bir kez daha uyarıyoruz :

  • Çevre ve insan yaşamı bir avuç insanın sömürüsüne kesinlikle terk edilmemelidir.Türk Tabipleri Birliği (TTB) olarak; tüm Tabip Odalarımızla birlikte tek vücut olarak ülkemizin her noktasında tıpkı 26 Ağustos 2019’da Çanakkale’de yaptığımız gibi yaşam ve çevre savunucularının yanında olacağız.

    TTB dün olduğu gibi; bugün de, yarın da üzerine düşenin toplum ve kamu yararından ayrılmamak olduğunun bilinci ile çevre ve insan sağlığı mücadelesinin içinde ve toplumun yanında olmaya devam edecektir.

Yaşadığımız pandemi günlerini fırsat bilerek; dikkatimizin dağıldığını düşünen ve doğa katliamına neden olan güçler önümüzdeki günlerde çevre ve insan sağlığı için geçmişten daha kararlı olarak bilimsel ve hukuksal mücadeleyi sürdürdüğümüzü göreceklerdir.

Her 5 Haziran Dünya Çevre Günü; çevre ve sağlıklı doğada yaşam hakkımızı savunma kararlılığımızı artırmamızı sağlamaktadır.

Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi

Salgını Yönetmek de Ülkeyi Yönetmek de Ciddiyet İster! Sağlığımızla, Aklımızla, Demokrasi İle Oynamayın!

İstanbul Tabip Odası

Salgını Yönetmek de Ülkeyi Yönetmek de Ciddiyet İster!
Sağlığımızla, Aklımızla, Demokrasi ile Oynamayın!

Bu anti-demokratik ve bilim dışı uygulamaların başta biz hekimler olmak üzere  demokrasiye  ve özgürlüklere inanan milyonlarca yurttaşımızı derinden yaralayacağı bilinmelidir.

Bin yıldır bu topraklarda şifa dağıtan, Covid-19 pandemisinde en ön safta mücadele eden biz hekimler;

  • ne bilim dışı akıl tutulmalarına
  • ne de anti-demokratik baskıcı uygulamalara  sessiz kalamayız. Aksine  gerek salgın döneminde gerekse salgın sonrasında başta sağlık hakkı olmak üzere temel kamusal hakların korunmasındaki kararlılığımızdan ve demokratik, laik bir ülkede barış içinde yaşama talebimizden vazgeçmeyeceğimizin bilinmesini istiyoruz.

Türk Tabipleri Birliği
Merkez Konseyi

 

TTB : Pandemide yaşanan hızlı açılma sürecinden kaygılıyız, endişeliyiz

Pandemide yaşanan hızlı açılma sürecinden kaygılıyız, endişeliyiz

TTB Merkez Konseyi 5 Haziran 2020’de bir açıklama yaparak, salgın yönetiminde başarının ana ölçütünün sağlıklı kişilerin hastalanmasının önlenmesi olduğunu ve bunun da ancak bilimsel bilgiye dayalı ve saydam bir salgın yönetimiyle gerçekleştirilebileceğini daha önce kezlerce dile getirdiklerini hatırlattı. Açıklamanın tam metni şöyle:

PANDEMİDE YAŞANAN HIZLI AÇILMA SÜRECİNDEN KAYGILIYIZ, ENDİŞELİYİZ

Dünyada Haziran ayının içinde bulunduğumuz ilk haftasında 216 ülkede altı milyondan çok vaka görülmesine ve 400 bine yaklaşan ölüme yol açan COVID-19 pandemisi devam ediyor. Ülkemizde aralarında onlarca sağlık çalışanı da bulunan dört bin beş yüzden çok insanımızı yitirdik.

Salgın devam ediyor, Türkiye henüz ilk dalgayı tam olarak atlatamamışken kamuoyunda adına “normalleşme” denilen hızlı bir süreci yaşıyor. Vaka sayıları dalgalı bir seyir göstererek azalsa da salgının sürdüğü bir ortamda içinde bulunduğumuz haftadan başlayarak kısıtlamaların birçoğunun kaldırıldığını gördük.

Türk Tabipleri Birliği (TTB) olarak sürecin çok erken aşamalarında salgın yönetiminde başarının ana ölçütünün sağlıklı kişilerin hastalanmasının önlenmesi olduğunu, bunun da yolunun salgın yönetiminin öncelikli ve bilimsel bilgiye dayalı olarak, Sağlık Bakanlığı’nın sorumluluğu ve koordinasyonunda sürecin tüm bileşenlerinin katılımıyla ve saydam olarak yaşama geçirilmesi olduğunu vurguladık.

5 Mayıs’ta yaptığımız açıklamayla “yeniden açılma” sürecinin planlanmasına ilişkin bilimsel bileşenleri sıraladık. Bu bileşenler esas olarak 4 başlıkta sıralanmaktaydı:

  1. Karar süreçlerinin Halk Sağlığı bilimi ve Epidemiyolojik verilerle ile yönlendirilmesi,
  2. Sağlık hizmetlerinin COVID-19 hastalarının gereksinimi olan koruyucu, tanı, izolasyon ve tedavi hizmetlerinin sunumu ile salgın sürecinde ertelenmiş, birikmiş olağan sağlık sorunlarına sahip hastaların başvurularına yanıt verilmesi gibi iki ana kulvarda yönetilmesi
  3. Salgının sosyal ve davranışsal etkilerinin, boyutunun önemsenmesi
  4. Salgının bireyler, aileler ve topluluklar üzerindeki yıkıcı etkisini azaltmak için sosyal ve ekonomik destek verilmesi.

TTB COVID-19 İzleme Kurulu’nca hazırlanan COVID-19 Pandemisi İki Aylık Değerlendirme Raporu’nda  (https://www.ttb.org.tr/kutuphane/covid19-rapor.pdf) belirtildiği gibi yeniden açılma süreci piyasa baskısından uzak, epidemiyolojik verilere dayanmalı, sürekliliği ve bütünlüğü olan bilimsel bir koordinasyonla uyumlu olmalıdır. Şu ana kadar Sağlık Bakanlığı tarafından salgının en temel epidemiyolojik verilerinin açıklanmamış olması, kararların özellikle COVID-19’un bulaşmasının denetim altına alınmış olduğuna ilişkin kanıtlara dayanıp dayanmadığının bilinmemesi, kararların Bilim Kurulu önerileri doğrultusunda alınıp alınmadığına dair soru işaretleri, “hızlı açılma” sürecindeki endişelerimizi artırmakta ve “epidemiyolojik verilere dayanması, sürekliliği ve bütünlüğü olan bilimsel bir koordinasyon” sağlanması gereken bu sürecin bu şekilde ilerlemediğini düşündürmektedir.

Yeniden açılma sürecinin Bilim Kurulu üyelerince hazırlanan rehberler ve bu rehberlerde belirtilenlerin ilgili kamu kurumlarınca uygulamaya geçirilerek kanıta dayalı ve “ihtiyatlı” yürütülmesi yeni dalgaları önlemek açısından önemlidir. Tüm ülkeye yayılmış ve her ilde ve bölgede farklı dinamiklerle ve sayılarla seyreden salgında kısıtlamaların tüm ülkede serbestleştirilmesi kaygı uyandırmaktadır. Sürecin işleyişi AVM’ler açıldıktan iki hafta sonra Bilim Kurulu’nun AVM’lerde alınması gereken önlemleri içeren rehberin yayımlanmış olması örneğinde de görüldüğü gibi olması gerekenden uzaktır.

Adına “normalleşme” denilen bu sürecin önümüzdeki dönem için kaygılarımızı ve endişelerimizi artıran bir şekilde ilerlediği görülmektedir. Dünyada ve ülkemizde uzun bir süre gündemimizde kalacak bu hastalık pandemisi ile ilgili hastalığın yayılımını denetim altına almaya devam edecek stratejiler aksatılmadan sürdürülmelidir. Bu konuda geçiş sürecinde göz önüne alınması gereken kriterli tekrar hatırlatıyoruz.

  • COVID-19’un bulaşmasının kontrol altına alınmış olduğu kanıtlanmalıdır.
  • Sağlık sistemi her vakayı tespit edebilmeli, izole edebilmeli, test uygulayıp, tedavi etmeli ve her temaslı kişiyi izleyebilmeli ve karantinaya alabilmelidir.
  • Huzurevleri, rehabilitasyon merkezleri, bazı hastaneler, cezaevleri gibi duyarlı nüfusun toplu olarak bulunduğu yerlerdeki ve mülteciler gibi dezavantajlı topluluklardaki salgın riski en düşük düzeye indirilmelidir.
  • Okullar, fabrikalar, işyerleri fiziksel mesafe, el yıkama olanakları, solunum hijyeni ve beden ısısı izlemleri vb. gerekli korunma önlemlerini oluşturmalıdır.
  • Bulaş riski yüksek topluluklara yeni vakaların girişi ve bu topluluklardan dışarıya vaka çıkışının riski yönetilebilir olmalıdır
  • Toplumların geçiş süreci konusunda bilgilendirilmiş, bu sürece katılımları sağlanmış olmalıdır.

Bütün salgınlarda olduğu gibi sağlık çalışanları için en riskli dönem yöneticilerin kendilerini övmeye başladığı, topyekün sağlık mücadelesinden siyasal rant devşirmeye odaklandığı ve toplumun normalleşme adı altında korunma reflekslerinin zayıfladığı anlardır.

Kişilerin pandemi tedbirlerine uymasını tekrarlamanın yetmeyeceği, yaşamın her alanının ve anının pandemi tedbirlerine göre planlanması ve topluma hem örnek hem de yol gösterici olunması gereklidir.

Bu tedbirlerin yanı sıra büyük bir özveri ile gece gündüz emek vererek pandemide daha az insanımızın hastalanması ve hastalanan yurttaşlarımızın şifa bulması için tedavisini üstlenen ve pandemi dışındaki bütün hastalıklarla boğuşan hekimler ve tüm sağlık çalışanları için gerekli tedbirlerin alınması ve sağlığının korunması çok önemlidir. Bu nedenle sağlık kurumlarında;

  1. Hastanelerden Aile Sağlığı Merkezlerine, işyeri hekimliği birimlerinden filyasyon ekiplerine kadar bütün sağlık hizmetlerinin pandemi koşullarına göre ve  hekimlerin – sağlık çalışanlarının ve halkın sağlık hakkının korunacağı bir anlayışla düzenlenmesi zorunludur.
  2. COVID-19 hastalarının ve COVID-19 dışı hastalıklara sahip hastaların tedavisi büyük bir dikkatle planlanmalıdır.
  3. Pandeminin bitmediği gerçeğinden hareketle en büyük temas riskine sahip olan hekimlerin ve sağlık çalışanlarının korunması için “kişisel koruyucu ekipman” temininde ve ekipman kalitesinde en küçük bir aksamanın yaşanmaması sağlanmalıdır.

Bu nedenle salgın konusunda alınacak kararların popülizmden etkilenmemesi, ayrım yapılmadan insan odaklı olması ve toplumun sağlığı başta olmak üzere bütün insani ekonomik ve sosyal gereksinimlerinin sosyal devlet anlayışıyla karşılanacağı adımları içermesi gerektiğini ısrarla hatırlatmak istiyoruz. Unutulmamalıdır ki COVID-19 salgınının her aşamasında; ancak bilimsel veriler ışığında, hekimlerin ve sağlık çalışanlarının büyük çabası ve toplum katılımı sağlanarak başarı sağlanabilir!

Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi

31 Mayıs Tütünsüz Bir Dünya Günü: Gençleri tütün endüstrisinin taktiklerinden korumalıyız!

31 Mayıs Tütünsüz Bir Dünya Günü:

Gençleri tütün endüstrisinin taktiklerinden korumalıyız!

Dünya Sağlık Örgütü (World Health Organisation – WHO)

  • 31 Mayıs Tütünsüz Bir Dünya Günü’nün

bu yılki temasını “Gençlerin tütün endüstrisinin taktiklerinden korunması” olarak belirledi.

Dönem başkanlığını Türk Tabipleri Birliği’nin (TTB) yürüttüğü Sigara ve Sağlık Ulusal Komitesi, (SSUK), 31 Mayıs Tütünsüz Bir Dünya Günü dolayısıyla yaptığı açıklamada, tütün kullanımının bir bağımlılık olduğuna dikkat çekerek, gençlerin tütün endüstrisinin oyunlarının farkında olmaları için ortak çaba gösterilmesinin önemine dikkat çekti.

Açıklamada,

  • “Gençler geleceğin güvencesidir.
  • Sağlıklı gelecek kuşaklar için tütünsüz yaşamdan başka seçenek yoktur.
  • Gençleri tütün endüstrisinin taktiklerinden koruyan her türlü yaklaşım hekimlerin önceliğinde olmalıdır.” denildi.

SSUK’un açıklamasının tam metni için tıklayınız.

TTB Merkez Konseyi’nin konuyla ilgili olarak Tabip Odalarına gönderdiği yazı için tıklayınız.

Hekimler normalleşmeyi hızlı buldu başa dönebiliriz uyarısında bulundu

Hekimler normalleşmeyi hızlı buldu
başa dönebiliriz uyarısında bulundu

Uzmanlar, salgının tam anlamıyla  denetim altına alınmadan AVM’ler, spor salonları, kreşler gibi toplu yaşam alanlarının açılmasının sakıncalı olduğunu açıklarken, normalleşme adımlarının bu kadar hızlı atılmasının süreci başa döndürebileceğinin uyarısında bulundu.

Sena Yaşar
Cumhuriyet, 30 Mayıs 2020

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Koronavirüs Bilim Kurulu üyesi Prof. Dr. Levent Yamanel, “Kreşlerde sosyal mesafeyi korumak mümkün değil. Çocuklar eve geldiğinde evdeki bireylerden ve özellikle yaşlılardan uzak durmalı” derken, Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Tuğrul Erbaydar, “Salgın henüz tamamıyla kontrol altına alınmamışken AVM’ler, spor salonları, kreşler gibi toplu yaşam alanlarının açılması büyük sakınca oluşturuyor. Normalleşme adımlarının bu kadar hızlı hayata geçirilmesi durumunda, aylardır ağır bedeller ödeyerek aldığımız yolun en başına dönebiliriz.” uyarısında bulundu.

Hekimler, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın kabine toplantısının ardından açıkladığı 1 Haziran’dan sonraki “normalleşme planına” ilişkin Cumhuriyet’e değerlendirmelerde bulundu. Bilim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Yamanel, seyahatlerin vaka sayısını artırmadan yapılabilmesi için araçlarda yanlar boş bırakılarak “çapraz oturma düzeniyle” yapılmasının çok önemli olduğuna dikkat çekti.

Yamanel, “Seyahat işletmelerinin oturma düzenine ve araç içi hijyene çok dikkat etmesi lazım. Vatandaşlarımız da yolculuk esnasında el hijyenine dikkat etmeli. Maske ise yolculuk boyunca çıkarılmamalı” dedi.

Yamanel, uçakların havalandırma sistemlerinin daha iyi olduğunu belirtse de, karayolu veya havayolu arasında hijyen açısından çok fark olmadığını vurguladı.

SPORDA 2 METRE

Spor salonları için sosyal mesafe artırılmalı, 2 metrelik mesafeler uygun olabilir. Spor yaparken maske takmak biraz zor. Mümkün olan sporlarda maske kullanılmalı. Salonlardaki hijyene çok dikkat etmek lazım. Kreşlerde ise sosyal mesafeyi korumak çok zor, hatta mümkün değil.

ÇOCUKLA MESAFE

Virüs çocuklar için pek sorun olmuyor ama çocukların eve dönünce bulaştırma ihtimali yüksek. Çocuklar kreşten eve dönünce, anababaların ve yaşlıların onlardan biraz uzak durmaları gerekir. Virüs gündemi herhalde uzun süre daha devam edecek. Bu noktada yapılması gereken, çocukları kreşe gönderip evdeki yaşlılardan uzak tutmak.

DÖRT KURAL

Yeni normale bütün dünyanın olduğu gibi bizim de alışmamız gerek. Yeni normalin de 4 kuralı var: Kalabalık oluşturmamak, sosyal mesafeye uymak, maske takmak, hijyene dikkat etmek. Hazirandan sonra da bu 4 kurala mutlaka uymamız ve alışmamız lazım.

‘SORUMLULUK BİREYE YÜKLENİYOR’

Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Erbaydar ise, salgında yeniden alevlenmenin önlenmesi için devletin ve bireylerin alacağı önlemlerin birbirini tamamlaması gerektiğine dikkat çekti. Erbaydar, “Sağlık Bakanı son günlerde sürekli olarak vatandaşların tedbirli davranmaları gereğini vurguluyor. Vatandaşın tedbirli davranması elbette gerekli ama devletin acele bir şekilde tedbirleri kaldırması bununla çelişiyor. Adeta bütün sorumluluk bireylerin sırtına yükleniyor.” dedi. Bakanlığın toplu yaşam alanları ve işletmeler için rehber oluşturduğunu anımsatan Erbaydar, şu uyarılarda bulundu:

“Bunlar işletme maliyetlerini artıracak uygulamalar ve işletmelerin inisiyatifine bırakılmamalı. Bu aşamada, salgın henüz kontrol altına alınmamışken, AVM’ler,  spor salonları, kreşler gibi toplu yaşam alanlarının açılması büyük sakınca oluşturuyor.  Normalleşme adımlarının bu kadar hızlı hayata geçirilmesi durumunda, aylardır ağır bedeller ödeyerek aldığımız yolun en başına dönebiliriz.  Bunun olmaması için sağlık, adalet, belediyecilik, gıda ve enerji gibi yüksek öncelikli alanlar dışında toplu yaşam alanlarına yönelik kısıtlamalar sürmeli, izin verilecek alanlarda kısıtlamalar birer birer, geniş zamana yayarak ve sonuçları dikkatle izleyerek kaldırılmalı. Faaliyete açılan alanlarda tesis atık sularında virüs araştırılması, çalışanların ve ziyaretçilerin temaslılık durumlarının takip edilmesi, havalandırma sistemlerinin, dezenfeksiyon işlemlerinin, maske ve fiziksel mesafe tedbirlerinin sıkı denetlenmesi, sorun tespit edilen yerlerde derhal yeniden kısıtlamaya gidilmesi gerekiyor. Bunlar olmaksızın vatandaşa kurallara uymayı tavsiye etmek anlamlı değil.”

KAMU SPOTU YANLIŞ BİLGİ İÇERİYOR

Erbaydar, Bakanlığın kamu spotlarında virüs taşıyan kişilerin ve onların çevresinde mavi noktalarla belirtilen virüslerin yer aldığına dikkat çekerek, şöyle konuştu:

“Ancak bu virüsler ilginç şekilde hasta kişilerin vücudundan uzaklaşmıyor ve etrafında dolanıp duruyor. Oysa enfekte kişinin ağzından havaya saçılan ve içinde virüslerin bulunduğu damlacıkların etrafa kolayca yayıldığını ve özellikle kapalı alanlarda bu damlacıkların saatlerce havada asılı kalabildiğini biliyoruz.  Bu kamu spotlarında fiziksel mesafenin koruyucu etkisi gerçekte olduğundan çok fazla görünüyor. Bununla, adeta, AVM’ler, spor salonları gibi toplu yaşam alanlarının açılması ile ortaya çıkacak tehlikeler basit bireysel önlemlerle aşılabilirmiş gibi algılanıyor.

Sosyal ortamlarda fiziksel mesafeyi korumak, doğru biçimde maske kullanmak, emin olmadığımız her temastan sonra el yıkamak çok önemli; ancak bütün bunlar zorunlu olarak evden çıktığımızda geçerli önlemler. Bunlardan önce, AVM’ler, marketler gibi herkese açık kapalı alanları zorunlu gereksinimler dışında kullanmamak temel yaklaşım olmalı.”
=====================================

Dostlar,

Her 2 meslektaşımızın da açıklama ve uyarılarına katılıyoruz.

Sağlık Bakanlığı’nın / Erdoğan’ın söylem e eylemleri örtüşmüyor.
Bu tablo halkın kafasını karıştırıyor, buna hakkımız yok.
TV vb. ortamlarda yapılan halka dönük SAĞLIK EĞİTİMİ ciddi bir iştir.
Alan bilgisi sahibi uzmanlara ek, sağlık eğitimi alanında uzmanlaşmış takımlarca (ekiplerce) hazırlanmalı ve tüm kamuoyuna sunulmadan önce sınırlı toplum kümelerinde öndenemeleri yapılmalıdır.

Ayrıca, koronavirüs bulaşının hava yoluyla havada asılı parçacıklar (aeorosol ve droplet) ile yayılıp taşınması süreçlerinin bilimsel olarak tam anlamıyla açıklanması son derece önemlidir. Bilindiği gibi bir bulaşıcı hastalık zincirinin 3 temel halkası vardır :

1. Kaynak : COVID-19’da hasta / taşıyıcı insanlar
2. Bulaşma yolu : Başlıca hava yolu, bulaşlı yüzeylere el değinimi ile ağız – burun – göz taşınması
3. Duyarlı konakçı : İnsanlar; özellikle yaşlılar, ek süregen hastalığı olanlar…

Olanak ölçüsünde  bu 3 halkaya da hücum ederek bulaş zincirinin 1’den çok halkadan kırılmasına çalışarak salgını durdurmak temel yolaktır (stratejidir). Her halkaya dönük, hastalığa göre özelleşen önlemle ve girişimler söz konusudur.

Öksürük, aksırık, konuşma, sporda artan solunuma bağlı olarak taşıyıcılar virüsü ne ölçüde ve nasıl bulaştırmaktadırlar, sorunun aerodinamik boyutları tam olarak bilinmemektedir. 100 nm boyutlu korona virüsler hangi uzaklıklara hangi STP (standard temperature and pressure) koşullarında taşınabilmekte, havada ne denli askıda (suspended) kalabilmekte, yere çöküş dinamikleri nasıl gerçekleşmekte, taşınabilidikleri uzaklık ve havada – ortamlarda hastalık yapma yeteneklerini ne ölçüde sürdürebildikleri yeter ayrıntı ile bilinmemektedir.

Özellikle akışkanlar mekaniği / aerodinamisi alanı araştırılma gereksinimlidir..  Zincirin en önemli halkası BULAŞTIRMA YOLU’dur. Bu bağlamda TÜBİTAK’ı, değindiğimiz sorunsal (problematik) alanlarda proje çağrısı yapmaya davet ediyoruz. Tıp Fakültelerinin Biyofizik Anabilim Dalı öncülüğünde Makine Mühendisliği, Fizik ve Bilgisayar Modellemeleri uzmanları birlikte çalışarak bu temel sorunun aydınlatılmasına katkı vermelidirler. Türkiye bu bağlamda ön alabilecek insangücü ve teknik donanım birikimine sahiptir.

Yöneticiler, ülkemizin bu özkaynağını (potansiyelini) harekete geçirmelidir.

Sevgi ve saygı ile. 30 Mayıs 2020, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı,
Kamu Yönetimi Siyaset Bilimci (Mülkiye)

www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

 

KRT TV Programımız : CORONA İLE MÜCADELEDE NEREDEYİZ? NORMALLEŞEBİLİR MİYİZ?

CORONA İLE MÜCADELEDE NEREDEYİZ?
NORMALLEŞEBİLİR MİYİZ?

Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi
Prof. Dr. AHMET SALTIK
@krtkulturtv Akşam Haberleri‘nde Zafer Arapkirli‘ye değerlendirdi. 28 Mayıs 2020

Asıl tehdit virüs değil, uygulanan “sağlık” sistemidir!

Asıl tehdit virüs değil,
uygulanan “sağlık” sistemidir!

Yeniçağ: Asıl tehdit, virüs değil, uygulanan “sağlık” sistemidir! – 

Küresel salgın, nasıl oluşur hiç düşündünüz mü? Küresel bir salgının, bütün ülkelerde neredeyse eş zamanlı olarak başlaması mümkün müdür? “Çin’de başladı İran’a geçti” deniyor ama bu doğru değil. ABD, İtalya, İngiltere, Fransa, Almanya ve Türkiye dahil bütün dünyada 2019’un Eylül, Kasım, Aralık aylarında, boğazda tahriş ve hırıltı ile başlayan bir hastalık var! Peki bu hastalığa sebep olan virüs, Güney Amerika’da, Amazon ormanlarında yaşayan ve şehirlerle teması olmayan yerli kabilelere rüzgârlarla mı ulaştı?

“Virüsün DNA şeması çıkarıldı” (AS: bu virüs için RNA olacak) deniyor ama ortaya çıkarılan virüs resmi bilgisayarda çizilmiş bir figürden ibaret! Üstelik virüs resmi diye çizilen bu figür, insan ve hayvan hücresinde bulunan eksozomlar ile aynı! En azından böyle bir iddia var! Yani bize virüs diye gösterilen resim, insan vücudunda doğal olarak bulunan, hücre içindeki bir maddenin resmi olabilir! (AS: Virüs RNA’ları kesin olarak elde edildi) Bu maddenin elektromanyetik dalga etkisiyle dış etkiyle, hücreyi patlatarak (hücre içinde çoğalıp mekanik olarak hücreyi patlatıyor) dışarı çıktığı ve kanı zehirlediği (kanda çok az bulunuyor), önce akciğerleri etkilediği için solunum yoluyla temasta bulunulan diğer insanlara da bulaştığı belirtiliyor.

İnsan metabolizmasını değiştiren ve doğal hücre ölümlerinin dışında “programlanmış hücre ölümü”ne yol açan bir dış etken var ama Türkiye’de şu günlerde bu konuları tartışan ve halkı bilgilendiren bir bilim adamı yok! Daha önceleri, bu konularda bilimsel çalışma yapan, bilimsel makale ve kitap sahibi olanlar ise hiçbir TV kanalında konuşturulmuyor.

Neden? Çünkü Türkiye’de sağlıkla ilgili bilimlerde araştırma yapmak bile artık Bakanlık iznine bağlanmıştır. Sağlık Bakanlığı ise Dünya Sağlık Örgütü’nün kurallarına göre çalışıyor. (COVID-19 kodlamasında tersine!) Peki Dünya Sağlık Örgütü kimin kurallarına bağlı? Bir defa DSÖ’nün kuruluş sermayesini veren Rockefeller Vakfı’dır. Dolayısıyla DSÖ, ilaç kartellerinin örgütüdür. Türkiye’deki sağlık sistemi de bu kartellerin istediği şekilde düzenlenmiştir. İtiraz eden sistemin dışında kalır, doktorsa ruhsatı bile elinden alınır!
***
Gazeteler sokağa çıkma yasağı günlerinde çıkmıyor. Dolayısıyla bu yazı kâğıda basılı gazetede yayınlanmayacak. Yazı biraz uzun olacak ama İnternet’te yer sıkıntısı yok. Bu itibarla, sağlık sisteminin ne halde olduğunu, uzman tespitiyle bilginize sunmak istiyorum.

Emekli genel cerrah Uğur Yılmaz’ın “Sağlığın Karanlık Yüzü” diye 700 sayfalık bir kitabı var. Yılmaz daha kitabın girişinde Ivan Illich imzalı bir söze yer veriyor:

  • Sağlık kuruluşları insan sağlığı için büyük bir tehdit haline gelmiştir. Tıbbi uygulamalar üzerinde mesleki denetimin sakatlayıcı etkisi, bir salgın hastalık boyutlarına ulaşmıştır.”

Mesele bu kadar vahim aslında… Uğur Yılmaz devam ediyor:

*Sağlık sistemi deyince toplum hekim ve hasta arasında olan ve hastanelerde verilen bir hizmeti anlamaktadır. Soruna böyle yaklaşıldığı zaman ‘sistem’ anlaşılamaz. Sistemin ön planında ABD’nin emperyalist küreselleşme stratejilerine uygun olarak ülkelerde uygulanacak sağlık sistemlerini belirleyen DTÖ, Dünya Bankası, OECD, IMF gibi küresel örgütler vardır.

*Türkiye cephesine baktığımız zaman sağlık politikaları ile ilgili bütün kurum ve kuruluşların yöneticileri sistemin içindedir. Sağlık sistemi, hiç de bilimsel ilkelere göre, hasta veya insan yararına, kusursuz ve düzgün işleyen bir sistem değildir.

*Aksine sistem, arkasında Dünya Bankası gibi ABD’nin küresel egemenlik örgütlerinin olduğu, her düzeyde ilgili kişilerin ve çalışanların bu kirli ilişkilerde kendilerine verilen rolleri oynadıkları, kirli, mafyatik, nitelikli dolandırıcılık ve soygun sistemidir.

*Bu kişiler toplum karşısında, TV ve basında yüzlerine masum-temiz bir maske geçirmektedir. Sağlık sisteminin bir de bilinmeyen, bilinmek ve görülmek istenmeyen, değiştirilmek istenmeyen karanlık bir yüzü vardır.

*Kovid-19 salgını münasebeti ile Türkiye’nin sağlık sistemi bütün toplumu aldatacak bir şekilde övülmektedir. Bu sistemin Atatürk‘ün kurduğu sistemin devamı olan kamucu bir sistem olduğu propagandası yapılmaktadır.

*Sağlık haberciliği yalan haberciliğin en fazla uygulandığı bir habercilik şeklidir. Bu şekilde kitleler yönlendirilir, aldatılır, belli bir hedefe doğru yönlendirilir. Medyada maalesef sağlık ile ilişkili konularda doğru haberlere rastlamıyoruz. 

*Sağlıkta Dönüşüm sistemi, ABD’nin kurmak istediği yeni dünya düzeninin sağlık alanında uygulamasıdır. Atatürk’ün kurduğu sistemle bir ilgisi yoktur. Bu uygulama devletin sağlık alanından tasfiyesi, ABD emperyalizmi tarafından düzenlenen işletim sistemi ile tıp kartelinin çıkarlarına uygun bir sağlık piyasası oluşturulması, sağlık kuruluşlarının özelleştirilmesi ve bu iş tamamlanıncaya kadar mülkiyeti devlete ait olan sağlık tesislerinin işletmesinin SGK sistemi vasıtası ile oluşturulan sağlık piyasasına dâhil edilmesidir.

*Devletin elinde gibi görülen sağlık tesislerine de kartelin ürünlerinin daha fazla satılması ve pazarlanması görevi verilmiştir. Bu amaca ulaşmak için tıbbi hizmet, tedavi, girişim, ürün ve cihazların satılması ve pazarlanmasında diğer komisyonculuk işlerinde olduğu gibi kâr payı dağıtılmaktadır. 

  • Şu anda Türkiye’de uygulanan sağlık sistemi,
    Dünya Bankası tarafından kurulmuş ve yönetilmekte olan bir sistemdir.
  • Milli bir sistem değildir.
  • En son “Başakşehir Şehir Hastanesi”nin açılışı vesilesi ile “Sağlıkta Dönüşüm”ün
    bu son uygulaması da tüm halka kamucu bir uygulama olarak yedirilmiştir.
  • Başakşehir Şehir Hastanesi bir devlet hastanesi ve yatırımı değildir.

*Bu hastane Dünya Bankası ile ticari ortaklığı olan uluslararası Rönesans Holding‘in Japon ortağı ile yap-işlet-devret yöntemi ile yaptığı bir hastanedir. Bu gibi hastanelerin milletin sırtına bindirdiği yük sıradan bir özel hastaneninkinden çok fazladır. Çünkü şehir hastanelerine gelir ve kâr garantisi de verilmektedir. Hastane belirlenen geliri sağlayamazsa aradaki fark Orhangazi köprüsünde ve benzerlerinde olduğu gibi devlet tarafından ödenecektir.  

MEDYASCOPE Programımız : Koronavirüs Salgınının Türkiye’deki Seyri

Değerli site okurlarımız,

Koronavirüs Salgınının Türkiye’deki Seyri

25 Mayıs 2020 Pazartesi günü MEDYASCOPE ile Koronavirüs Salgınının Türkiye’deki gidişini / seyrini konuştuk.. 33 – 49. dakikalar arası 16 dk. bizim konuşmamız..

Gökçe Çiçek Kösedağı’na ve MEDYASCOPE‘a bu söyleşi için teşekkür ederiz. (Güne Bakış)

AVM’lerin açıldığı gün 1114 yeni olgu tanısı konmuştu. O akşam uyardık, önümüzdeki 5-6 günde bu kabak çiçeği gibi açılmanın faturasını ödeyeceğiz diye.. Günlük olgu sayısı 5 gün sonra 15 Mayıs’ta 1708’e, 6. günde 1610’a fırladı.. %50 dolayında arttı. Bunu Bilim Kurulu öngörmemiş iktidarı uyarmamış olamaz. Biz elimizdeki çok sınırlı veri ile bu öngörüyü yaptığımıza göre..

Geriye “siyasal tercih” kalıyor! AKP iktidarı bu sonucu, büyük sermayenin baskısına boyun eğerek göze almıştır.

  • Halkın can güvenliği ve yaşam hakkı, kapitalizmin kör kâr güdüsüne feda edilmiştir.

İktidar salgını ne yazık ve ne acı ki, Epidemiyoloji bilimi ilkelerine göre değil, Anonim Şirket yönetircesine CEO mantığı – dürtüsüyle yönetmeye çalışmaktadır!
AVM’lerin açılışını izleyen 14 gün sonra (COVID-19’un en uzun kuluçka süresi) olan 24 Mayıs’ta yeni olgu sayısı 1141 olup, salgın eğrisi anlamlı biçimde bastırılamamıştır, 2 hafta yerinde saydık adeta;  11 Mayıs rakamı 1114 idi. Sağlık Bakanı, verilerin öngörülebilir sınırlarda olduğunu söyleyebilmiştir! Evet, öngörülebilir sınırlardadır, böyle olacağı öngörülmüş ve sonuç göze alınmıştır; bilinçli siyasal tercihtir!

Bu tablo çok hazindir ve ortalama insanlarımız vahim / ürkütücü gerçeğin ayırdına varamadan hastalanmakta yaşamlarını yitirmektedir. Oysa hükümetin 1 numaralı görevi yurttaşların can güvenliğini sağlamaktır.  O gün ve sonrasında uyarmıştık hep : Salgın eğrisi daha hızlı dolayısıyla daha kısa sürede sönümlendirilebilecek iken, bu tür hatalı politik tercihlerle uzayacaktır, uzamaktadır. Eğrinin altında kalan alan daha da büyüyecektir, büyümüştür ? Bunun çıplak anlamı daha çok hasta ve daha çok ölümdür.. Ama kimileri para kazanacaktır! Bu hatalar / politik tercihler yüzünden uzayan salgın, “yavaş yavaş iniyor / indiriyoruz” söylemleriyle maskelenip saklanabilecektir (kamufle edilip üstü örtülebilecektir), öyle de yapılmaktadır. Ölüm ve hasta sayılarını da gerçek boyutuyla bilmiyoryuz!

  • Halktan / insandan yana bir iktidar değil, sermayeden yana açık – net seçim yapan bir kadro.

Kuşkusuz tarihler bu yakıcı olguyu not edecektir ancak yaşanırken algılanması ve engellenmesi, en aza indirilmesi asıldır bu tür irrasyonel ve insancıl olmayan politikaların..

  • Bu bir suçtur, hem de İNSANLIĞA KARŞI SUÇTUR! Notunu düşelim ilgililere ve tarihe..

****
Ek olarak, 10 Nisan 2020 günü yapılan bir başka sorumsuz uygulama, saat 22:00’de duyurulan ve 2 saat sonra başlatılan sokağa çıkma yasağıdır. Biz o sırada HALK TV’de Cevizkabuğu programında Sn. Hulki Cevizoğlu’nun konuğu idik. 300 bin dolayında insanın kuralsız olarak sokağa hücumunu dikkate alarak (İçişleri Bakanı 250 bin dolayında dedi ve önemsemedi!) bir matematiksel öngörü yaptık ve 1 hafta içinde 28 dolayında fazladan ölüm olabileceğini HALK TV ekranında duyurduk.. 10 Nisan günü 96 ölüm kayda girmişti, 6 gün sonra (hastaların %80’i 5.-6. günde bulaştırıcı oluyor) 16 Nisan’da ise 125 ölüm! Tam 29 fazlalık!

  • Bu ölümlerin sorumlusu kimdir, kimlerdir? Hesabı kimlerden sorulacaktır?

***
Bilim Kurulu kararları aynen açıklanmalıdır.
TBMM çalışmalı ve salgın yönetiminde iktidarı denetlemeli, gerekli yasal düzenlemeleri yapmalıdır.

Muhalefet, Anayasa’nın 98. maddesindeki “bilgi edinme ve denetleme” hakkı ve yetkisini kullanmalıdır.

Salgın yönetiminde biricik ilke BİLİMSEL AKILCILIK olmalıdır. Örneğimizde (korona virüs salgını) Epidemiyolojik salgın yönetim stratejileridir; hepsi bu!

Bilim dışına çıkılırsa faturası hayal edilemeyecek ölüd büyük olabilir. Rusya kaynıyor, İran’da yeniden yükselme var. Irak Suriye kara kutu! Salgın dünya genelinde hala tırmanma eğiliminde.

Kurtuluş yok tek başına! Küresel işbirliği, eşgüdüm zorunlu, Sabır ve bilimsel ihtiyatlılık da!

Sevgi, saygı ve DERİN KAYGI ile. 25 Mayıs 2020, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Halk Sağlığı Uzmanı, Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı
Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (SBF-Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

 

 

COVID-19 AŞILARI ve Hastalıktan Korunma İçin 10 Temel Öneri

COVID-19 AŞILARI ve Hastalıktan Korunma İçin 10 Temel Öneri

  • Aşılar ilaçlardan daha GÜVENLİ biyolojik moleküller olmalıdır
    çünkü hastaya değil sağlıklı insanlara yaygın olarak uygulanmaktadır.

Aşıların komplikasyolarını en aza çekerek tersine koruyucu etkisini en üst düzeye çıkarmak gibi ikili bir sorumluluk söz konusu Vaksinolojide (aşı bilimi).

Aşı redcileri, aşıdan çekinenler… açısından ellerine bir koz vermemek gerek. Risk – yarar dengesinin böylesine kritik olduğu durumlar aşı üretimi ve yaygın uygulanması. Öte yandan milyarlarca doz aşının kısa sürede üretilebilmesi de ciddi bir lojistik kapasite sıkıntısı.. Üstelik Türkiye, KOVID-19 için aşı üretmek üzere uluslararası konsorsiyuma henüz akçalı (mali) katkıda bulun(a)madı öğrenebildiğimiz ölçüde..

Genel ve özel koruyucu önlemlerle korunmayı özenle sürdürelim :

1. Kalabalık ortamlara zorunlu olmadıkça girmeyelim, girilecekse fiziksel uzaklığı koruyalım ve uygun maske takalım; bu mekanlar kapı – pencere açık havalansın.
2. Genel hijyen, özellikle el yıkama alışkanlığını sürdürelim.
3. Beden direncini yüksek tutacak davranışları alışkanlık edinip sürdürelim.. Yeterli – dengeli beslenme, spor, uyku, hobiler ve dayanışma..
4. Kamusal sağlık politikaları ile koruyucu sağlık hizmetlerini kesin bir öncelikle, sosyal devlet sorumluluğu sayalım yeniden.
5. Toplumda yoksulluğu, işsizliği, sosyal güvencesizliği en aza indirelim; gelir dağılımını iyileştirelim; yabanıl Küreselleşmeye son verelim.
6. Küresel işbirliği ve eşgüdüm içinde olalım Dünya Sağlık Örgütü ile.
7. Tıp ve sağlık bilimlerine yatırım yapalım, betona değil.
8. Ulusal Hıfzıssıhha (Koruyucu Sağlık) Kurumunu bilimsel olarak özgür, yönetsel ve akçalı (mali) bakımlardan özerk (otonom) kılalım; afet planları yapsın, temel aşıları ve ilaçları üretsin.
9. Çevreye saygılı olalım, onu fahişe gibi görmeyelim, birlikte barış içinde yaşamak (peaceful co-existence) zorunda olduğumuzu, yeryüzünün biyolojik anlamda “zorunlu paraziti olduğumuzu” hiç unutmadan, “sürdürülebilir kalkınma” (sustainable development) yerine “sürdürülebilir yaşam (sustainable life) ilkesini (paradigmasını) koymak zorunda olduğumuzu görelim.
10. Bunca devasa / yersiz / gereksiz / kaldırılamaz nüfus sorunu ile yüzleşelim ve Yeryüzünün kaldıramadığı 7,8 milyar nüfusu artık üst sınır görelim ve demokratik yollarla insanları kazanarak – ikna ederek

HER AİLEYE 1 ÇOCUK ilkesini zorunlu genelgeçer kılalım.

  • Kuşkusuz tüm önlemlerin genel çerçevesi BİLİMSEL AKILCILIK!

Sevgi ve saygı ile. 24 Mayıs 2020, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Halk Sağlığı Uzmanı, Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı
Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (SBF-Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

Covid-19 aşıları film kahramanları değildir

Covid-19 aşıları film kahramanları değildir

Her şeyi düşünebilir, ancak gelecekte virüse bağlı ölümleri engellemek için insanların bireysel yaşam özgürlüklerinden tümüyle vazgeçebileceklerini düşünemezdim. Ancak anlaşılan o ki, birileri toplum psikolojisini bizlerden çok daha iyi biliyorlar ve sağlam oyunlar kurguluyorlar. Bu oyun kurucular, bizlere rehber bir yaşam şeması çizdiler ve dediler ki “Ya sonsuza kadar bireysel özgürlüklerinizden vazgeçeceksiniz ya da aşı yaptıracaksınız!” Ancak sunulan bu yaşam rehberinin doğruluğu gibi, muhtemel zorunlu olacak aşıların etkinliğini ve güvenilirliğini tartışmak zorundayız. Zaman bizlere bu aşıların doğruluğunu veya yanlışlığını elbette gösterecek ancak aslolan daha yolun başında doğruları ve yanlışları sorgulamak ve global bir yıkım olmadan “dur” diyebilmek.

Dünya’da sınırlı sayıda medeni ülke sunulan bireysel izolasyon rehberinin doğru olmadığını savlayarak diğer ülkelerden farklı bir yol izledi. İsveç hükümeti, coronavirüs salgınında toplumu doğal bağışıklık sürecine bıraktı. İngilizler ise sözle telaffuz etse de Başbakan Boris Johnson’ın dünya medyasına yansıyan görüntüleri sonrası genel yaklaşımlara uydular. Dünyadaki birçok ülke aşı bulunana kadar, kitlesel bir yaşam kısıtlaması propagandasıyla etkin bir şekilde manüple edildiler ve adeta düzenli yaşama geçebilmek için zorunlu olacak aşı seçeneğini kabul ettiler. Ülkelerin aşının reddi veya kabulü konusundaki tavrını da zaman içinde göreceğiz ancak öncesinde Covid-19 aşıları hakkında konuşacaklarımız var.

AŞI ÜRETİCİLERİ COVİD-19 AŞISINI ÜRETMEK İÇİN YARIŞTALAR

Aşı üretiminde elzem iki ölçüt vardır. Birisi aşının etkinliği yani koruyuculuk oranı, ikincisi de güvenilirliğidir. Aşı üreticilerinin yarış halinde olduğu mevcut durumda bu iki ölçüt de dikkate alınmamakta. COVID-19 aşısı tarihe en hızlı üretilen aşı olarak geçecek ve muhtemel zorunlu hayvan testleri yapılmadan global olarak piyasaya verilecek.

The New York Times 5 Mayıs 2020 haberine göre, Pfizer, BioNTech ile birlikte, Nisan’dan başlayarak COVID-19 aşısının insan testlerine başladı. Testler başarılı olursa FDA, acil durumlara münhasır yetkisini kullanarak, Eylül 2020 gibi aşıyı global olarak kullanıma sunacak. Öbür aşı üreticileri de Eylül ayını işaret ediyorlar. Zaten Gates, Fauci gibi otoriteler, bu pandeminin başlayacağını bile tahmin etmişlerdi. Eylül ayı aşılar için kritik karar anı gibi görünüyor.

23 Nisan’da 18-55 yaş arası bir düzine sağlıklı Alman vatandaşı, Pfizer’ın BNT162 adıyla bilinen aşısını oldular. Çalışmanın 200 kişiye genişletileceği söyleniyor. Bu çalışmanın önemli bir sınırlılığı deneklerin yaş aralığı! Hani Covid-19 komplikasyonları ile en çok yaşlı kesimi etkiliyordu, nerede yaşlı grup diye sormak gerekmez mi? Yaşlı gruplarda bilinen aşı komplikasyonları nedeniyle çalışma sonuçları etkilemesinden korkarak bu grubun çalışmadan çıkarıldığından kuşkulanmak gerekmez mi?

Ancak bu soruları kim soracak? Çünkü bu çalışmaların dizaynından (AS: tasarımından) haberdar olan kişi sayısı parmakla sayılabilecek kadar az. Ülkelerin sağlık otoriteleri aşı senaryolarının içinde oynadığından beridir aşının bir film kurgusu kıvamında halka anlatıldığını biliyoruz. Halk için AŞI şık ambalajlı bir film kahramanı rolünde bekletilmekte. Ya da bir mesih! Gelecek ve bizleri kurtaracak. Ancak böyle bir dünya gerçek değil.

ABD’deki çalışmaya, ilk aşamada 360 sağlıklı kişi dahil edildi. İkinci evrede 8000 kişinin dahil edileceği söyleniyor. Gönüllüler dört gruba ayrıldı ve her bir grupta dört farklı aşı dizaynının birisini test için kullandılar. Çalışma New York University’s Grossman School of Medicine, the University of Maryland School of Medicine, the University of Rochester Medical Center ve the Cincinnati Children’s Hospital Medical Center’da yürütülmekte. Aşı firmaları, aşının etkin ve ciddi yan etkisinin olmadığını gösterirlerse doktorlar talep edenlere uygulayacaklar. Ancak toplumsal kullanım için otoriteleri ikna etmede var olan sıkı kuralları aşmaları da gerekiyor. Aşacaklar mı bilmiyoruz…

COVİD-19 AŞISI DİĞER AŞILARDAN FARKLI OLACAK

Pfizer/BioNTech’in ürettiği aşı messenger RNA (mRNA) kullanmakta. Bu aşı, hayvan dokularında üretilen canlı veya zayıflatılmış aşılardan farklı. Aşı adayları arasında, uridine içeren mRNA (uRNA), nükleoside-modifiye mRNA (modRNA) ve self-büyütülmüş mRNA (saRNA) gibi seçenekler mevcut.

Messenger RNA, hücrelere protein üretmek üzere talimat veren bir aracıdır. Spesifik olarak dizayn edilen bu messenger RNA’lar hücrelere verilerek coronavirüsün insanların hücrelerinde hastalık yapan coronavirüsün spike proteinini sentezlemesi amaçlanıyor. Sonrasında insan vücudunun kendi ürettiği bu proteine karşı antikor üretmesi hesabı güdülüyor. Anlayacağınız ilk defa bu teknoloji ile aşı üretiliyor…

Anlayacağımız diğer bir şey de şu: Biz yalnızca yeni bir virüsle uğraşmıyoruz; aynı zamanda yeni bir teknoloji ile de uğraşacağız. Aşının mekanizması tam olarak oturmuş değil, kimi otoriteler bu yeni genetik aşının insanın kan hücrelerine de saldıracağını savlıyorlar. Peki bu aşılamalar sonrası ne olabilir? Her şey olabilir. Global, daha önce yaşanmamış bir yıkım da olabilir…

Robert Kennedy Jr ile coronavirüs aşı çalışmaları konusunda yapılan bir görüşmede aşıya daha temkinli yaklaşmamızı söylüyor. Kennedy, SARS epidemilerinden başlayarak 2002’den beridir süren coronavirüs aşı çalışmaları hakkında oldukça kapsamlı bilgiler veriyor. Çin, Amerika ve Avrupa’nın 2012’den beri coronavirüs aşı çalışması yürüttüğünü ve 30 dolayında aday aşı olduğunu söylüyor.

Kennedy, daha önce üretilen 4 farklı ümit verici aşının gelincikler üzerinde yapılan çalışmasının öyküsünü anlatıyor. Diyor ki: “Gelinciklerde olağanüstü mükemmel bir antikor yanıtı oluştu ve biz bunu görünce altın bir vuruş yaptığımızı düşündük. Sonra aniden durum kötüye gitti; bütün gelincikler yabani virüse maruz kaldılar ve hepsi öldüler. Bütün organlarında inflamasyon gelişti, akciğer fonksiyonları sıfırladı ve öldüler. Aynı şey 1960’lı yıllarda coronavirüs gibi üst solunum yolu enfeksiyonu yapan RSV (Respiratory Syncytial Virus) virüsüne karşı yapılan aşı çalışmalarında da gözlenmişti. O zamanlar da hayvan testleri yapmadan doğrudan insanlar üzerinde testleri başlatmışlardı. 35 çocuk üzerinde test yapmışlardı. Aynen gelincikler gibi 35 çocukta da güçlü bir antikor yanıtı oluşmuş ancak sonra hepsi yabani bir virüse yakalanmış ve hasta olmuşlardı. Tabii ki hemen aşıyı iptal ettiler. Bu olay FDA ve NIH için büyük bir utançla hatırlanmaktadır”.

mRNA, tipi aşılara ilişkin çekinceleri anlatan bir başka virolog Dr. Meryl Nass! Diyor ki: “mRNA tipi aşıların hedefi hücrelere SARS-CoV-2 spike proteinini (S protein) üretme talimatı vermek. Yani amaç, insanın kendi hücrelerinde virüsün ACE2 resptörüne bağlanan proteinini ürettirmek. Ancak burada dikkat edilmesi gereken şey şu: Bu süreç sonrası iki tip antikor oluşuyor. Bir grubu virüsü öldürürken diğer grup antikorlar ise ( binding / nonneutralizing antikorlar) genel bir inflamasyona neden oluyor. Özellikle yaşlılarda bu etkinin daha yıkıcı olabileceğini düşünüyorum. Aşı sonrası antikor yanıtını test etmenin yeterli olmayacağını düşünüyorum…”.

Anlayacağınız hayvan çalışmaları yapılmadan piyasaya çıkarılabilecek hızlandırılmış aşılara ilişkin çok büyük çekinceler var. Bütün devletlerin bu çekinceleri halka anlatması gerekiyor. Aşıyı bir film kahramanı gibi anlatmak ve hele hele halka zorunlu uygulatmak toplu yıkımlara, genetik değişimlere ağrı çıkarabilir.