Kategori arşivi: Hekim Saltık

‘Gezi’ şiddetinin En Yakın Tanıkları Hekimlerdir


‘Gezi’ şiddetinin En Yakın Tanıkları Hekimlerdir

TTB_logosu
27 Temmuz 2013 günü Emniyet Genel Müdürlüğü
Türk Tabipleri Birliği’ne (TTB) bir yazı gönderdi.

 

 

Yazıyla Gezi olaylarında 12 kişinin kör olduğu iddiaları üzerine araştırma yapıldığı, üç kişinin kimlik bilgilerine ulaşıldığı, diğerlerinin bilgilerine ulaşılamadığı, sorumlular hakkında işlem yapılması amacıyla TTB açıklamalarında
yer alan “12” kişinin bilgilerinin istendiği belirtiliyordu. Hastaların rızaları olmaksızın TTB’nin kişilerin kimlik bilgilerini vermesi elbette olanaklı değildi. TTB,
Emniyet Genel Müdürlüğü’ne bu durumu açıklayan bir yazı yazdı.

TTB’nin yanıt yazısı üzerinden ise kimi yayın organlarında TTB’yi ve hekimlik değerlerini hedef alan haberler yer aldı.

Konu ile ilgili TTB ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) tarafından 18 Eylül 2013 tarihinde TTB’de basın toplantısı düzenlendi. Basın toplantısına TTB 2. Başkanı
Prof. Gülriz Erişgen, TTB Genel Sekreteri Dr. Bayazıt İlhan ve
TİHV Genel Sekreteri Dr. Metin Bakkalcı katıldı.

18 Eylül 2013

Yaşananların En Yakın Tanıkları Hekimlerdir

  • Hepimizin gözü önünde gerçekleşmekte olan vahşi polis şiddetini görünmez kılmaya çalışanlara bu vahşete maruz kalanların
    en yakın tanıkları olan hekimler olarak sesleniyoruz!

Son dönemde salt ülkemizin değil tüm dünyanın tanıklığında vahşi bir polis şiddeti yaşanmaktadır. Polis, göz yaşartıcı kimyasal kullanarak barışçıl gösterileri hedef almış, milyonlar doğrudan ya da dolaylı olarak bu şiddetin hem mağduru hem de tanığı olmuştur.

Dahası, tazyikli su, gaz bombası kanisteri, plastik mermi ve türevleri gibi diğer şiddet araçlarının işkence ve kötü muamele uygulaması niteliğinde kullanımına bağlı olarak binlerce insan yaralanmıştır.

İçişleri Bakanlığı’nın kendisi 23 Haziran 2013 günü medya organlarına yansıyan
“Gezi Raporu”nda daha Haziran ortasında 4 bine yakın insanın yaralandığı söylemiştir.

Türk Tabipleri Birliği’nin olaylar sırasında hekimler ve tabip odalarından derlediği göstericilerin sağlık durumlarına ilişkin veriler çok değerli bilgi kaynağı olmuştur.
Bunun yanında Türkiye İnsan Hakları Vakfı’na yapılan başvurular hakkında bilgi vermek ayrıca aydınlatıcı olacaktır. 08 Eylül 2013 tarihi itibarıyla polis şiddetine maruz kalan binlerce insandan sadece Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın (TİHV) beş tedavi merkezine, ‘Gezi/Taksim sürecinde maruz kalınan işkence ve/veya kötü muamele ile ilgili tedavi/rehabilitasyon ve belgeleme amacıyla 297 kişi başvuruda bulunmuştur.
Bu başvurularımızda kafa travması, kırıklar (kafa kemiği, burun kemiği, göz çevresi kemikleri, el ve kol,  ayak bileği, kaburga, diş), vücudun çeşitli yerlerinde laserasyonlar (cilt yırtıkları), yumuşak doku travmaları, Akut Stres Bozukluğu başta olmak üzere çeşitli ruhsal tanılar söz konudur. Bu 297 başvurudan maalesef beşi “glob (göz küresi) kaybı” tanısı ile tam görme kaybıyla sonuçlanan polis şiddetine maruz kalmıştır.

Yine, iki kişi kafa travmasına bağlı olarak görme kaybı yaşamakta olup, tedavilerine devam edilmektedir. İki başvurumuz “glob perforasyonu (göz küresindende delinme)”, üç başvurumuz “retina dekolmanı (göz iç arka duvar ayrılması)” tanısı ile cerrahi operasyon geçirmiş olup, tedavileri sürmektedir. Bir başvurumuz ise ciddi kornea travması nedeniyle halen tedavi görmektedir. Yanı sıra, gerek tazyikli su nedeniyle gerekse kafa travmasına bağlı olarak onlarca başvurumuz geçici görme kaybı yaşamıştır. Görülmektedir ki, yalnızca TİHV’e yapılan başvurular, halen tedavileri ya da cerrahi işlemleri devam etmekte olduğu da göz önünde bulundurulduğunda,
maruz kalınan vahşi polis şiddetinin görünen yüzünün sınırlı bir tarafını temsil etmekte, bu haliyle bile 13 göz / görme kaybı olgusu ile karşımıza çıkmaktadır.

Görülmektedir ki, binlerce yaralanma olgusunun oransal olarak küçük bir bölümünü oluşturan TİHV’e yapılan başvurular içindeki görme kayıpları bile TTB verilerinin
çok üzerinde bir soruna işaret etmektedir.

Türk Tabipleri Birliği, ‘Kimyasal Gösteri Kontrol Ajanlarıyla Temas Edenlerin Sağlık Sorunları Değerlendirme Raporu’nda 11.155 yanıt üzerinden elde edilen bulgulara ve yanıtlara göre; zarar gören, sağlık sorunu yaşayan insanların hastaneye başvurma ya da götürülme oranları %5 düzeyindedir.   Bu durum aynı zamanda fişlenme, soruşturmaya uğrama vb. kaygılarla sağlık kuruluşlarından sağlık hizmeti alamayan/almayan önemli bir hasta grubu olduğunu ortaya koymaktadır.

Sıradan bir internet taramasında ilgili kayıtlara ulaşabilmenin ötesinde, yaşanan
bu şiddetin her bir karesi, görüntüsü pek çoğumuzun hafızasına da kaydedilmiştir.

Hal bu kadar açık iken, ‘Gezi / Taksim sürecinin başından beri gelişmeleri doğru,
yansız ve objektif olarak aktarmaktan, dahası polis şiddetini ve yaşanan hak ihlallerini dile getirmekten kaçınan kimi medya organları, son günlerde “Tabip Edebiyatı”
“Gezi Suskunluğu” “Türk Tabipleri Birliği’nin gezi yalanı” gibi başlıklarla arka arkaya yayınlar yapma cesaretini gösterebilmektedir.

Bu yayınlarda olduğu gibi vahşi polis şiddetini ‘görünmez kılma’, ‘meşrulaştırma’ amacı ile konuyu gayri-ahlaki, gayri insani bir şekilde ölen ve yaralanan insanlarla ilgili ‘basit’ bir rakamsal tartışmaya boğmaya çalışmak değerler yitimindeki tehlikenin geldiği boyutu göstermektedir.

Bir meslek örgütü sorumluluğunun gereği TTB’nin toplumsal olaylarda yaralanan,
zarar gören insanlarla ilgili verdiği tarafsız ve güvenilir bilgiler mesleğimizin temel ilkelerine azami özen gösterilerek kamuoyu ile paylaşılmaktadır. Zarar vermeme, yararlı olma, aydınlatılmış onam ve mahremiyet/hasta hekim ilişkisinde hekimin sır saklama yükümlülüğü ile korunan özerklik ve adalet hekimlik meslek uygulamalarının tümü için geçerli dört temel etik ilkedir. Bu nedenledir ki, bu süreçte de TTB tarafından toplanan bilgiler hastaların kimlik bilgilerinden arındırılmış olarak toplanmaktadır.

Varlık nedeni insan yaşamını korunması ve geliştirilmesi olan biz hekim ve sağlıkçılar son dönemdeki vahşi polis saldırısına maruz kalanların ülke sathında en yakın tanıkları olduk. ‘Olağandışı koşullar’ olarak adlandırılan bu ortamda mesleğimizin gereklerini yerine getirdik.

İnsan eliyle oluşturulmuş fiziksel ve ruhsal travmaya maruz kalan binlerce kişinin
adalete erişebilmesi önündeki engelleri kaldırmakla sorumlu olan siyasal iktidar;
bu süreçte bütün saldırılara rağmen, tıbbi etik ilkeler gereği sağlık hizmeti sağlayan hekimler ve TTB’yi, toplumun gerçeğe erişim hakkını da çiğneyerek, Sağlık Bakanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü, bazı basın ve medya organları vasıtasıyla hedef haline getirmeye çalışmaktadır. Bu girişimlerden önce de TTB ve Ankara Tabip Odası (ATO) Ankara Emniyet Müdürlüğü tarafından bir anlamda “fişlenmiştir”. Dava dosyaları üzerinden kamuoyuna da yansıdığı üzere Ankara Emniyet Müdürlüğü tarafından hazırlanan fezlekede birçok meslek örgütü ve sendika ile birlikte TTB ve Ankara
Tabip Odası  “hükümet muhalifi sivil toplum örgütleri” olarak ilan edilmiştir.

Söz konusu fezlekede TTB ve Ankara Tabip Odası’na yöneltilen suçlamalar eylemci gruplara kamuoyu desteği sağlamak, Yargı ve Ankara Emniyet Teşkilatı üzerinde psikolojik baskı oluşturmak,“Polis tarafından yapıldığı iddia edilen orantısız güç kullanımı ile ilgili, savcılığa bireysel olarak suç duyurusu yapılması yönünde
teşvik etmektir. Ne 
yazık ki, aynı anlayışın devam ettiği, hekimler ve TTB üzerinde
polis ve medya baskısı oluşturulmaya çalışıldığı görülmektedir.

TTB ve TİHV bu tür baskılarla ilk kez karşılaşmamaktadırlar. Bu kurumlar tüm dünyadaki saygın konumlarını böyle zamanlardaki tutarlı, ahlaki duruşları ile uluslararası insan hakları kuruluşları ve Dünya Tabipler Birliği’nin yayınladığı tutum belgelerine
uygun davrandıkları için kazanmışlardır.

Bilinmelidir ki, hekimlik hizmeti etik ilkelerle yürütülür. Hasta-hekim ilişkisindeki güvenin korunmasında sır saklama yükümlülüğü önceliklidir. Hiçbir tıbbi bilgi, insan onuruna ve değerlerine aykırı olarak kullanılamaz. Basın da, özellikle bu tip olağandışı dönemlerde sorumlu habercilik yapmakla yükümlü olup, taraflı davranmaktan kaçınmalıdır.

Bütün toplum kesimlerini etkileyen bu ağır ihlallerin gerçekleştiği ortamda siyasal iktidar insanların esenliği için çalışan kurumlardan elini çekmeli ve üzerine düştüğü üzere, hele de başvurusu yapılmış yüzlerce suç duyurusunun varlığında traji-komik Emniyet Genel Müdürlüğü yazışmaları ile değil Birleşmiş Milletler’in Paris Prensipleri‘ne dayalı etkili, tarafsız, bağımsız soruşturma yürütülmesini ve faillerin yargılanmasını sağlamalıdır.

Türk Tabipleri Birliği
Türkiye İnsan Hakları Vakfı

==============================================

Dostlar,

TTB, Gezi direnişi ve ülke genelinde demokratik direnişler kapsamında son derece başarılı hizmetler verdi ve hekimlik mesleğinin onuruna yaraşır bir bilimsel örgüt duruşu sergiledi.

Bu tutumu tümüyle destekliyoruz.

Konuya ilişkin web sitemizde epey yazı yer almıştır.

  • Bu basın açıklamasına da açık desteğimizi belirtiyoruz.

Sevgi ve saygı ile.
20.9.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

İşyeri Hekimliği Yönetmeliğinin iptali istendi


İşyeri Hekimliği Yönetmeliğinin iptali istendi

TTB_logo

Hatırlanacağı üzere 6331 sayılı
İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası’nın TBMM’de görüşülmesinde de
Türk Tabipleri Birliği çalışanların sağlıklarının korunması için işyeri hekimliği hizmetlerinin etkin biçimde sunulmasını sağlamak ve işyeri hekimlerinin özlük haklarını korumak için gerekli önerileri TBMM’ye sunmuştu.

Bu öneriler dikkate alınmaksızın, Meclis’teki sayısal çokluğa dayanılarak, etkin bir tartışma yürütülmeksizin çıkartılan Yasa halen Anayasa Mahkemesi önündedir.

Bu Yasa’ya dayanılarak 20 Temmuz’da çıkartılan “İşyeri Hekimi ve Diğer Sağlık Personelinin Görev, Yetki, Sorumluluk ve Eğitimleri Hakkında Yönetmelik” ile ilgili olarak da hazırlık sürecinde Bakanlıkla yaklaşım ve önerilerimiz paylaşılmıştır. Ancak, yalnızca demokratik görüntü vermek adına yapılan toplantıda konuşulanların hiçbiri metne yansıtılmaksızın ilgili yönetmelik aynı biçimde yürürlüğe konulmuştur.

Yönetmelik bu durumuyla işyeri hekimliğini bütünüyle taşeronlar eliyle verilen hizmete dönüştürmektedir. Ayrıca, işçi başına ayda 4 dakikada üç sayfa boyunca sıralanan görevlerin yapılması beklenmekte; eksik olduğunda ise işyeri hekimliği belgesinin iptaline varan yaptırımların uygulanabileceği düzenlenmektedir.

Pek çok açıdan hukuka aykırı olan Yönetmeliğin, işyeri hekimliği hizmetinin taşeron şirketten hizmet alımı suretiyle karşılanması, işyeri hekimliğini işverenin üstlenmesi, işyeri hekimlerinin çalışma süreleri ve tam gün işyeri hekimi çalıştırılması gereken
işçi sayıları, Halk Sağlığı Uzmanlarına işyeri hekimliği ve eğiticilik belgesi verilmemesi, kamuda görevli hekimlerin kurumlarında işyeri hekimi olarak görevlendirilmelerinde
ve tam gün tek hekim olarak vardiyalı işletmelerde çalışanların çalışma sürelerinin bölünememesine ilişkin kuralların yürütmesinin durdurulması ve iptali istemiyle
Türk Tabipleri Birliği tarafından dava açıldı.

Gelişmeler ayrıca paylaşılacaktır.
(http://www.ttb.org.tr/index.php/Haberler/yonetmelik-4022.html, 19.9.13)

Sağlıkçılar Gezi’yi anlattı

Sağlıkçılar Gezi’yi anlattı

ANKARA – Tüm Türkiye’ye yayılan Gezi Parkı Direnişi’nde hekimlerin olaylara
nasıl baktığı “Gezi ve Sağlık” paneliyle masaya yatırıldı.

Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezi Konferans Salonu’nda gerçekleşen ve Türk Tabipleri Birliği (TTB) ile Ankara Tabip Odası’nın (ATO) ortaklaşa düzenlediği panelde, TTB Halk Sağlığı Kolu üyesi Prof. Dr. Feride Aksu Tanık ve TTB Merkez Konsey üyesi Dr. Arzu Erbilici olaylarda hekim ve eylemci olmanın etkilerini konuklarıyla paylaştılar.

TTB_Gezi_ve_saglik_paneli

 

 

 

 

Hekimlerin kadro adaletsizliğinden, cebi ile vicdanı arasında gösterilerek mesleğin itibarsızlaştırıldığından dert yanan Dr. Erbilici, hekimlerin daha çok özgürlük ve demokrasi diyen eylemcilerin yanında yer alarak, onlara güven verdiklerinin altını çizdi.

Erbilici, savaşta bile korunaklı olan revirlere olaylar sırasında saldırılar olduğunu,
bu süreçte 11 tıp öğrencisinin gözaltına alındığını aktardı.

Bu olaylar sonucunda haklarına ve özgürlüklerine sahip çıkan ve daha yaşanabilir bir dünya için mücadele eden hekimler topluluğunun oluştuğunu ifade eden Prof. Dr. Feride Aksu Tanık da;

Tüm Türkiyeyi etkisi altına alan olaylarda 2,5 milyon insan sokaklara çıktı.
Biz TTB olarak bir sorumluluk duygusuyla resmi internet sayfamızda olaylarda kullanılan
biber gazı ve benzeri silahlarla ilgili değerlendirme formu hazırladık ve amacımız da
bu denli
yaygın kullanılan silahların sağlık etkilerini görünür kılmaktı.
İlk haftada 11 bin 155 kişi bu soruna duyarlı kalarak formu doldurdu.
Olaylara katılanların %69
u gazdan çok yoğun etkilendiğini ve Birlik olarak oluşturduğumuz Bilimsel Danışma Kurulu raporuna göre profesyonel maskelerin de yeterince koruyucu olmadığı gerçeğine ulaştık.” diye konuştu.

Çankaya Belediye Başkanı Bülent Tanık ise Çankaya Belediyesi hekimlerin duyarlılığıyla koşut olarak halkın yanında olmaya devam edecektir.
Atatürk’ün ‘Beni Türk hekimlerine emanet ediniz’ sözü yabana atılacak
bir söz değildir.
“Her şeyden önce yaşam!” diyen sağlık çalışanlarımız iyi ki varlar. Onlar emanet edilecek yaşamın, emanet edilecek olan kişiler için her zaman
gurur duyduğumuz insanlardır.
 dedi. (Cumhuriyet, 19.9.13)

Gördes Karayağcı köyünde sularda yüksek arsenik!


Dostlar
,

Çok sevimsiz bir çevre sorunu daha.. Manisa / Gördes Karayağcı köyünde

Anayasa md. 56 çok net :

  • “Herkes sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir.
    Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek
    Devletin ve vatandaşların (ortak) ödevidir…”

AKP hükümetini bir an önce, Halkın sağlığına gereken hürmeti göstermeye çağırıyoruz..

Söz konusu suyu içmemek yetmez..
Arsenik sıcakla da bozulmadığından çay ve yemekte de kullanılmamalıdır.

Dahası; deri yoluyla değinim (temas) durumunda da deri kanseri riski vardır.
Bu bakımndan el yıkama ve banyoda da kullanılamaz..

Sorunun çözümü İVEDİdir..

Haydi bakalım, “KİRLETEN ÖDER” retoriğinin (sözel tuzak) gereğini yapın..

Kirleten neyi ödeyecek?
Oluşan zararın telafi olanağı yok ki??

Artık “sürdürülebilir kalkınma” aşaması / anlayışı geride kalmıştır.

Zorunlu ilke, “Kirletmemek asıldır hatta zorunludur!” olmalıdır.

Sevgi ve saygı ile.
20.9.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=======================================

Zehir içiriyorlar!

  • Madencilerin gözdesi haline gelen Gördes’in içme sularında arsenik çıktı

Dünya Sağlık Örgütü’nce (WHO) kabul edilen arsenik değerinin litrede 10 mikrogram olduğu belirtilmesine karşın Gördes Karayağcı köyündeki suların litresinde
274 mikrogram arsenik çıktı. Köyün bağlı olduğu Kayacık Belde Belediye Başkanı Ramazan Koyunlu, yaklaşık 2 yıl çabalamasının ardından arsenik değerlerine ulaştıklarını söyledi.

Nikel madeni tehdidi altındaki Gördes’te, içme suyu kuyularında yapılan analizlerde yüksek oranda arseniğe rastlandı. Kayacık Belediyesi’nin kurmak istediği arıtma tesisine ise İçişleri Bakanlığı izin vermedi.

  • AKP hükümetinin arıtma tesisi yapmak yerine, bölgede içme suyunu
    tehdit edecek maden faaliyetlerini onaylaması ise yurttaşları isyan ettirdi.

Gördes Çevre Derneği’yle Kayacık Belediyesi’nin, Manisa İl Halk Sağlığı Müdürlüğü’nden talep ettiği arsenik oranları yurttaşların “zehirli su” içtiğini ortaya koydu.

Manisa Valiliği’nin, yurttaşları bu sulardan içmemeleri ve yemeklerde kullanmaları konusunda uyarmasına karşın İçişleri Bakanlığı, arıtma tesisi yapılması için borçlanmak isteyen Kayacık Belediyesi’ne, “bütçesini aşacağını” gerekçe göstererek onay vermedi.

‘Yemeğe koymayın’

Kayacık Belde Belediye Başkanı Ramazan Koyunlu, Manisa Vali Yardımcısı
Salih Gürhan 
imzasıyla kendilerine gelen yazıda, bu suyu içmemeleri ve yemeklerine koymamaları konusunda uyarıldıklarını bildirdi. Koyunlu,

“Beldemizde 1100 kişi yaşıyor. Bunların yaşam hakları tehlikeye atılıyor.
Bakanlığı mahkemeye vermekten başka çıkar yolumuz kalmadı” 
dedi.

Ege Üniversitesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı’ndan Prof. Dr. Fethi Doğan da,
bir litre suda 50 mikrogram arsenik çıkması durumunda bile
bu suyun kullanılamayacağını vurguladı. (Cumhuriyet, 19.9.13)

Emre KONGAR : Empati


Dostlar
,

Kas Hastalıkları Derneği‘ni Yeşilköy’deki mütevazi kiralık binasından çıkarma girişiminin yerindesizliğine ilişkin olarak biz de sitemizde yazı yazdık..
(http://ahmetsaltik.net/2013/09/13/kas-hastaliklari-dernegine-destek-olalim/, 13.9.13)

Şimd, ne diyelim, “Yetmez ama EVET” mi??

Yerel yönetimlerin en temel görevlerinden biri de halk girişimlerini desteklemektir.
Bu bağlamda, biz de Başkan Sn. Kadir Topbaş‘ın sağduyusundan
doğrusu pek kuşku duymak istemiyoruz.

“Empati”, yapılabildiği, kurulabildiği ölçüde çözümleri mükemmelleştiricidir.
Haydi Sayın Topbaş, biraz daha empati lütfen..

*****

Empati için birkaç söz..

Empati : Özdeşim
Empati : Diğerkâmlık; diğergamlık
Empati : Hemhal olma
Empati : Birbirini yaşama 
(Fazıl Hüsnü Dağlarca)

En empatik tanımı : Birbirini yaşama (Fazıl Hüsnü Dağlarca)

Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın KÜRESELLEŞME şiiri

Küreselleşme madensel bir yürektir
Yer yuvarlağını
dolarla tartabilmek, değerlendirebilmektir,
Bankalara kilitleyebilmektir.

Oysa yeryüzüleşmektir
birbirimizi sevmemiz
Birbirimizi düşünmemiz
Birbirimizin yardımına koşmamız,
Birbirimizi yaşamamız. (=Empati!)

Sevgi ve saygı ile.
20.9.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

====================================

Empati

portresi_resmi

Prof. Dr. Emre KONGAR

Empatiyi genellikle sadece farklı kimlikler,
farklı düşünceler, farklı siyasal tavırlar bağlamında düşünüyoruz…

 

Eksik!
Mutlaka ama mutlaka hastalarla ve engellilerle de empati kurmalıyız!

***
Kas Hastalıkları Derneği için yazdığım yazıya aldığım tebrikler beni şaşırttı!

Hangi mektuplar hastalardandır, hangileri hasta sahiplerindendir bilemiyorum…
Ama pek çok insan bu konuda çok duyarlı ve bu duyarlılıklarını ifade etmekten
onur duyuyorlar.

***
Benim iflah olmaz bir romantik ve fıtraten (yaradılıştan) iyimser olduğumu
bu sütunun okurları bilir!

Bildiklerini çok iyi biliyorum, çünkü Silivri davalarının Yargıtay’da düzeleceği beklentime pek çok okurum “fazla iyimser” olduğum biçiminde tepki gösterdi…
Ama olsun ben iyimserliğimi (Yargıtay’daki yargıçların namusları ve vicdanları adına) koruyorum!
Salı günü bu sütunda, Kas Hastalıkları Derneği’nin İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından sokağa atılmaları sorununu Başkan Kadir Topbaş’ın çözeceğine inandığımı belirtmiştim…
Haklı çıktım!
Tahliye tebligatı bu eğitim yılı sonuna kadar ertelenmiş!
Dernek şöyle diyor:

Gelinen bu noktada, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin geç de olsa tahliye sürecini durdurması sevindirici bir adım olmakla birlikte yeterli değildir.
Bu vesileyle, Türkiye’deki yüz bine yakın hastamız ve kamuoyu adına
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni: 

Derneğimizi bulunduğu binadan tahliye etmek düşüncesinden vazgeçmeye…
Yargıya intikal etmiş tüm davaları geri çekerek bir türlü yenilenmeyen
kira sözleşmemizi yenilemeye…

Hasta ve üyelerimize daha kaliteli hizmet vermek için destek olmaya ve
işbirliği yapmaya davet ediyoruz.
” deniliyor.

***
Kas hastalıklarının iki yüze yakın çeşidi var.

Bu hastalıkların çoğunda hastalar tekerlekli sandalye ile yaşamlarını sürdürmekte,
bir kısmı evde bakıma ihtiyaç duymaktadır.
Kas hastalıklarına duçar olanlar başta olmak üzere, bütün hasta ve engelli insanlarla empati kuralım:

Kendimizi onların yerine koyalım…
Onları anlamaya çalışalım…
Bizi birbirimize düşüren, kardeşi kardeşe düşman eden siyasetin yıkıcı etkilerinden sıyrılıp insanlığımızı anımsayalım!
(Cumhuriyet, 19.9.13)

Van’da Trafik Kazasında ölen hemşire ve aile hekiminin yürek burkan öyküsü


Van’da Trafik Kazasında ölen hemşire ve aile hekiminin yürek burkan öyküsü

Adnan Yüce 
yuceadnan@gmail.com, 17 Eylül 2013
 
  • Van’ın Saray ilçesinde geçirdikleri trafik kazasında yaşamını yitiren
    Dr. Sezer Yunus Kaya ile hemşire Tuğçe Killi‘nin,
    köydeki son görevlerinden döndükleri öğrenildi.
Sağlık taramasından dönen aile hekimi ve hemşire yaşamını yitirdi.
VAN – Örenburç Aile Sağlığı Merkezinde görev yapan Dr. Sezer Yunus Kaya ile hemşire Tuğçe Killi’nin dün akşam saatlerinde geçirdikleri trafik kazasında yaşamını yitirmesi, ilçe merkezi ve görev yaptıkları köyde büyük üzüntüye neden oldu.
Meslektaşlarını yitirmenin acısını yüreklerinde yaşayan Saray Aile Sağlığı Merkezi çalışanları, sağlık hizmetlerinin aksamaması için görevlerine devam eden arkadaşlarının yaşamını yitirmesinin üzüntüsünü yaşıyor.
Kaya ve Killi’nin 1,5 yıldan bu yana ilçede zor koşullarda görev yaptığını anlatan
aile hekimi Dr. Burak Yurtseven, yaşadıkları tüm zorluğa karşın büyük bir özveri ile görevlerine sürdüren Kaya ve Killi’nin, bu özverilerinden dolayı hem görev yaptıkları köydeki vatandaşlar hem de meslektaşları tarafından sevilen insanlar olduklarını söyledi.
İki sağlık personelinin de ilçede son günleri olduğunu vurgulayan Yurtseven,
şöyle konuştu:
“Tuğçe hemşire üniversiteyi kazandığı için Eskişehir’e gidecekti. Bize istifa dilekçesini de vermişti. İlçede annesiyle birlikte yaşıyordu ve eğitim durumundan dolayı Eskişehir’e gideceklerdi. Ancak kader tecelli etti. Dr. Kaya da uzun zamandır köyde görev yapıyordu. Tek doktor olduğu için de düzenli izin kullanamıyordu. En son izin aldı
ve dünkü görevden döndükten sonra izne ayrılacaktı. Ancak iznini kullanamadı.
İki arkadaşımız da güleryüzlü insanlardı. Görev yaptıkları köyde de seviliyorlardı. Kimseye karşı kötü bir muameleleri olmadı.
Buradaki arkadaşların iş yükünü hafifletmek için nöbet tutuyorlardı. Köylere sağlık taramalarına kendi aracı ve olanaklarını kullanarak giderlerdi. Şu anda görev yaptıkları köy Türkiye’nin en zorlu bölgelerinden biriydi. Ancak bu onların hizmet aşkına engel olmadı. En kötü ortamlarda bile hizmet etmeye devam ettiler. Umarım Örenburç köyü halkı da onlara dualarıyla vefa borçlarını öder.”
Aile sağlığı merkezinde hizmetli olarak görev yapan Nevzat Gürsoy ise Kaya ile Killi’nin sürekli araçlarıyla köylere gittiğini, ev ev dolaşarak insanlara sağlık hizmeti verdiklerini bildirerek, çalışma arkadaşlarıyla hep iyi geçindiklerini ve kimsenin onlardan yakınmacı olmadığını ifade etti.
-Köylülere veda
Görev yaptıkları Örenburç Aile Sağlığı Merkezindedünkü mesailerinin ardından hastalarla vedalaşan Kaya ile Killi’nin, sıcakkanlı insanlar olduğunu anlatan köylülerden Durmuş Eren de “Hepimizin başı sağ olsun. En son geldiklerinde bize son görevleri olduğunu söyleyerek vedalaştılar. Görevlerini iyi yapıyorlardı. Bizim evlerimizi tek tek dolaşarak sıkıntılarımızı dinliyor, çocuklarımızın aşılarını yapıyorlardı. Tuğçe hanım annesiyle gelmişti ve annesi bize kızıyla birlikte başka bir ile gideceğini söylemişti. Ancak gidemediler. Buradan ayrıldıktan sonra kaza yaptıklarını duyduk. Çok üzüldük. Hepimizin başı sağ olsun. Ailelerine sabır diliyorum.” diye konuştu.
Köylülerden Sakine Keleş ise kazayı duyduklarında çok üzüldüklerine değinerek,
“Biz onlardan çok razıydık. Evimize kadar gelerek bizim sağlık sorunlarımızı dinliyorlardı. Köy halkı olarak çok üzgünüz. Hepimizin başı sağ olsun.
Birçoğumuz onları kaybettiğimiz için ağladık. Gerçekten çok iyi insanlardı.” dedi.

Dostlar
,
Görev şehidi meslaktaşımız
Dr. Sezer Yunus Kaya ile hemşire Tuğçe Killi’ye
özverili hizmetleri için şükran borçluyuz..Toprakları bol olsun..

Dileriz geride kalanlarına aylık bağlanır, hiç olmazsa maddi bakımdan
yoksun (mahrum) kalmazlar..

Mevzuat hazretleri izin verir mi acaba??

Örn. prim ödeme gün sayıları tutar mı??


Sevgi ve saygı ile.
19.9.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Rektör İçin 5001. İmza…


Rektör İçin 5001. İmza…

Prof. Dr. TÜLAY ÖZÜERMAN 

Cumhuriyet 13.09.2013


Ergenekon davası
nedeniyle 17 Nisan 2009’dan başlayarak 4.5 yıldır tutuklu olan ve yapılan son duruşmada (5 Ağustos 2013) 23 yıl hüküm giydirilen İnönü Üniversitesi

eski Rektörü Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu davasında kesin sonuç, Yargıtay tarafından verilecek…

Ancak değerli bilim insanımız kanser hastasıdır ve cezaevi koşullarından
bir an önce çıkarılarak tedavi görmesi gerekmektedir.

Duyarlı vatandaşlar tüm yetkililere “Fatih Hilmioğlu’na Özgürlük Kampanyası” adı altında topladıkları 5000 imza ile sesleniyorlar; tedavisi için vicdani ve haklı gerekçeler ile özgür bırakılmasını talep ederken, rahmetli Kuddusi Okkır’ın trajedisinin tekrar yaşanmaması için çaba gösteriyorlar. Ergenekon tutuklularını ziyaret eden
CHP’li milletvekillerine Hilmioğlu durumunu şu sözlerle özetlemişti.

Fatih_Hilmioglu_portresi

 

  • Darbeye eksik teşebbüs suçundan 16 yıl ceza aldım. Bizi suçladıkları iki şey, 2003’te Jandarma Genel Komutanı’nı ziyaret, bir diğeri de Kent Otel’deki tesadüfi yemek. Düşünebiliyor musunuz, 10 general, 10 rektör yemek yiyor, 3 rektör ve 1 generale ceza veriliyor. 2003 yılında YÖK tasarısı tartışılırken YÖK Başkanı’nın da içinde olduğu bir heyetle her yeri geziyorduk. Askeriyenin de 23 eğitim kurumu var. Onlar da
    söz konusu tasarının paydaşı. Her kuruma gittiğimiz gibi oraya da gittik.
    Biz 7 rektördük ve 10 general vardı. Şimdi bu toplantı örgüt toplantısı olarak değerlendiriliyor. 7 rektörden 3 sanık, 10 komutandan ise sadece
    Şener Eruygur suçlanıyor. Eğer ortada bir suç varsa hepsinin suçlanması lazım. Toplam 17 kişiyiz. 4’ü suçlanıyor, 13’üne kimsenin bir şey dediği yok.
    Bu nasıl eşitlik, bu nasıl adalet?
  • Bir diğer suçlama ise, 3 Mart 2004’te Kent Otel’de yenilen bir yemek.
    Ankara Ticaret Odası’nda bir panele katıldık. Panelde konuşmacıydım. Panelden sonra hep beraber Kent Otel’e gittik, yemek için. Orada da
    Mustafa Balbay, rahmetli İlhan Selçuk ile yemek yiyormuş, masaları birleştirdik, bu yemek örgüt toplantısı oldu. Baştan hükmümüz verilmiş,
    5 yıl boşuna yatmışız. Ayrıca, İnönü Üniversitesi öğrencilerini fişlemek suçundan cezalandım. Suçlama 2003 tarihli, belgesi ise 2006’ya ait.
    Böyle bir şeyle ilgim olmadığını kanıtladığım halde bundan 7 yıl ceza verdiler.”

Kamuoyu Hilmioğlu’nu; rektörlüğü sırasında İnönü Üniversitesi kütüphanesinin girişine yazdırdığı “Atatürk Türkiye’dir; Türkiye Atatürk” yazısıyla ve türbana mesafeli duruşu ile tanımıştı. O süreçte Sayın Hilmioğlu daha sonra başına gelecekleri hayal bile edemezdi, pek çok yurttaşın T.C. ibaresinin kaldırılacağını aklına getirmediği gibi…

Benim en büyük eserim Cumhuriyettir” diyen Atatürk’ü ve Cumhuriyeti kucaklayan bu söz kendisinden sonra kaldırılmış; -yeri boş bırakılırsa tepki daha çok olacağı için şimdilik- Atatürk’ün “Benim manevi mirasım bilim ve akıldır” deyişine yer verilmiştir. Atatürk’ü sahipleniyor gibi yapanların, gerçek sahiplenicileri gönderdiği günümüz sürecinin çarpıcı örneklerinden biridir bu. Bugün Atatürkçü söylemlerle kendilerini alkışlatarak Atatürkçü kadroları tasfiye eden bazı rektörlerin nasıl baş tacı edildiklerini, hatta bazılarının AKP kadroları ile yakın temasta olup, vekillik hayalleri içinde olduklarını duyuyoruz… Atatürkçü kadroları tasfiye için üzerlerinde kurulan baskıya direnemeyenler, telkinle yola getiremedikleri öğretim üyelerini kaçırtmak için kurumlarında onlarla uğraşacak kişilerle işbirliği yaparak tasfiye etme yoluna gidiyorlar.

Kimin ne dediği değil, ne yaptığı önemli… Ne mi diyorum: “Söylediğiniz değil, yaptığınızsınız… Sözleriniz yalnızca sizi kandırır, bizleri değil…” diyorum.
Bugünün konjonktürüne göre uydurulmuş “suç” kavramı ile suçlu muamelesine
tabi tutulanların, hukukun ve adaletin geri çağırılacağı gelecek süreçlerin kahramanları olacağını en iyi Atatürk’ün akıl ve bilimi önceleyen sözlerini yansıtan kurumlarda
yer alanların bilmeleri gerekir. Sayın Hilmioğlu’na, düşüncesi, söylemi, eylemi bir oluşunun vebali ödetilirken seyirci kalarak Atatürkçü olunmaz. Rektörlerin bir araya gelerek, rektörlük yapmış meslektaşlarının göz yumulamayacak durumda bırakılmasına insani ve vicdani olarak itiraz etmeleri gerekmektedir. Bu görev hepsine, (yurttaş olarak hepimize) ama en çok hekim kökenlilere düşmektedir.

Hasta bir insana bugünkü konjonktürü onaylamayan düşünceleri nedeniyle mesafeli durmak, ölüme ilerleyişine göz yummak insanlıkla bağdaşmaz;
hekimlik mesleği ile hiç bağdaşmaz.

  • Yapılması gereken, Sayın Hilmioğlu’nun hastalığının daha fazla ilerlemesinin durdurulması için özgürlüğüne kavuşturulmasıdır.

Bu yazı ile bana ulaştığında 5000 olan imza listesine 5001. imzayı atarken;
durumdan haberdar olup böyle bir talebi haksız bulacak tek bir vicdan sahibi olamaz diye düşünüyorum.

Umarım yanılmıyorum.

12 Eylül Darbesinin Yıldönümünde SAĞLIK KONSORSİYUMLARA KURBAN EDİLİYOR!


Dostlar,

Sağlık hizmetlerinin binası ve personeliyle birlikte tümüyle yerel (ulusal diyemiyoruz!) ve uluslararası sermaye ortaklıklarına (konsorsiyum) devri, SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM masallarının AKP eliyle adım adım uygulamaya konduğu Haziran 2003’ten bu yana 11. yılına girdi. AKP, kendisini iktidar yapan uluslararası güçlerin istemlerini sadakatle yerine getirmeye çabaladı. Politik alanda yer yer başarılı olamadı.. (Kürt açılımı, Suriye’ye savaş açma, 1 Mart 2003 Tezkeresi vb.). Ama ekonomik düzlemde =
rant dağıtımı alanında (yandaşlarına ve uluslararası ortaklarına) doğrusu
son derece atak ve “başarılı” (!) oldu.

11 yılda sağlık giderleri katlanarak büyüdü, devasa SGK açıkları borçlanılarak sübvansiyone edildi. Kamu eliyle yerli – yabancı yandaş sermayeye on milyarlarca dolarlık kaynak aktarıldı, haksız kazanç sağlandı. Ama halkımızı sağlık düzeyi
90. sıralarda kaldı, kıt ulusal kaynaklar talan edildi.

Artık finale gelindi bu alanda. “Tarikatlar koalisyonu”nun, aç kurtları doyurması gerekiyor. İktidarda kalabilmesinin ağır diyetini yine bu yoksullaştırılan halk ödeyecek, ödüyor. Prof. Erinç Yeldan’ın şu saptaması ne denli acı ve yerindedir :

  • “…Sağlıkta Dönüşüm Programı özünde, gerek IMF’ye gerekse ulusal ve uluslararası sermaye çevrelerine aktarılacak yeni kaynak arayışı içinde olan tarikatlar koalisyonu AKP‘nin kısa dönemde gerçekleştirmeye çabaladığı
    bir
    rant transferi ve güven tazeleme operasyonu olarak değerlendirilmelidir.”
    (Sağlıkta Dönüşüm Programı ve Gerçekler. Prof. Dr. ErinçYELDAN,
    Ekonomi Politik,
    www.cumhuriyet.com.tr, 12.01.2005)

Kamu – özel ortaklığı hakkında bu sitede epey teknik yazı yer aldı.
Uygun anahtar sözcüklerle tarandığında erişilebilir.

TBMM’deki muhalefetin halka bu sorunu etkili biçimde aktarabilmesi gerekiyor.

TTB, doğrusu son derece başarılı bir karşı duruş, halkın sağlığından yana tavır sergilemekte. Ancak kuşatılmış, satın alınmış yandaş (besleme!) basın
bu kritik uyarıları görmezden geliyor.

Eski deyimle; bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete..

  • AKP iktidarından bir “an” önce kurtumak,
    Türkiye için acil bir stratejik öncelik durumuna gelmiştir.

Tüm ulusal çıkarlar, dönüşü çok zor biçimde talan edilmektedir.

Öyle ki, Maliye Bakanı Mr. Mehmet Simsek, “SATILACAK DEVLET MALI KALMADI” buyurmuşlardır.

  • Gelinen yer; ülkenin tam da bekasıyla ilgilidir!
    Asimetrik küresel tehdit yaşamın her alanındadır..
    Tek çare TOPYEKUN SAVUNMADIR..
    Hattı müdafa yok, sathı müdafa vardır, o satıh tüm vatandır (ATATÜRK).
    TBMM’deki muhalefet olayın ciddiyetinin ayrımında mıdır?
    Topyekun toplumsal muhalefeti örmek ve örgütlemek zorundadırlar..

Bu son tümcemiz son derece kritik bir belirleme, uyarı ve çağrıdır..

Duyuluyor mu acaba??

Sevgi ve saygı ile.
Datça, 13.9.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

TTB’nin çok önemli basın açıklaması – uyarısı aşağıda, tarihe not düşüyor..

=========================================================

12 Eylül Darbesinin Yıldönümünde SAĞLIK (Eski Sütlüce Mezbahası’nda)
KONSORSİYUMLARA KURBAN EDİLİYOR!

alt

Sağlık Bakanlığı, 12 Eylül günü (bugün) Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın da katılımıyla İstanbul’da Haliç Kongre Merkezi’nde (Eski Sütlüce Mezbahası) yapılan törenle 14 ilde inşa edilecek 15 “Şehir Hastanesi” ile Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Binası inşaatı için, 25 yıllığına hem şirketlerin kiracısı olması hem de tüm hizmetleri taşerona devretmesinin altına imza attı!

TTB Merkez Konseyi tarafından ise törenin yapıldığı gün ve saatte İstanbul Tabip Odası’nda basın toplantısı düzenlendi. Toplantıda yapılan basın açıklamasında;

  • “12 Eylül darbesinin 33. yıldönümünde, bugün, AKP hükümeti tam da
    12 Eylül’cülerin açtığı yolda önemli bir adım atıyor.”

denilerek, AKP hükümetine “Kamu Özel Ortaklığı adı altında ‘torunlarımızın bile ödeyemeyeceği’ katrilyonlarca liralık borçların altına imza atıp sağlığı uluslararası konsorsiyumlara kurban ederek, kime hizmet ediyorsunuz?” sorusu yöneltildi.

TTB_logosu

12.09.2013
Basın Açıklaması

12 Eylül Darbesinin Yıldönümünde
SAĞLIK (Eski Sütlüce Mezbahası’nda) KONSORSİYUMLARA KURBAN EDİLİYOR

Bugün Türkiye’de, ABD yapımı 12 Eylül askeri darbesinin otuz üçüncü yıldönümü.

(Dün de, Şili’de halkın oylarıyla seçilmiş ilk sosyalist Devlet Başkanı’nı deviren,
gene ABD yapımı askeri darbenin kırkıncı yıldönümüydü. Aynı zamanda meslektaşımız olan Salvador Allende’yi sevgiyle, saygıyla anıyoruz.)

Otuz üç yıl önce bugün yönetime el koyan CIA’nın “Bizim Çocuklar”ı siyasal partileri, sendikaları, aralarında Türk Tabipleri Birliği’nin (TTB) de bulunduğu meslek odalarını kapattılar; işçilerin-emekçilerin haklarını gasp ettiler / sofralarındaki ekmeklerini çaldılar; toplumu büyük bir terör dalgasıyla susturdular ve piyasacı-özelleştirmeci düzenlemeleri içeren 24 Ocak “Acı Reçetesi”ni halka zorla içirdiler.
(A. Saltık’ın notu; 24 Ocak 1980 kararları için sitemizde yer alan dosyaya bakılabilir.. http://ahmetsaltik.net/2013/01/28/24-ocak-1980-kararlari/, 28.1. 2013)

12 Eylül darbesinden sağlık da nasibini(!) aldı.

1961 Anayasası’nda sağlık hizmetini devletin görevi olarak düzenleyen madde
(A.S. md. 49) kaldırıldı, sağlıkta özelleştirmenin önü açıldı.

12 Eylül darbesinin 33. yıldönümünde, bugün, AKP Hükümeti tam da 12 Eylül’cülerin açtığı yolda önemli bir adım atıyor.

Sağlık Bakanlığı bugün saat 14.00’de geniş katılımlı bir imza töreni yapılacağını duyurdu. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın katılımıyla İstanbul’da Haliç Kongre Merkezi’nde (Eski Sütlüce Mezbahası) yapılacak törende, aralarında Ankara, İstanbul ve Kayseri’nin de bulunduğu 14 ilde inşa edilecek 15 “Şehir hastanesi” ile Türkiye
Halk Sağlığı Kurumu binası inşaatı için Sağlık Bakanlığı’nın 25 yıllığına hem şirketlerin kiracısı olması hem de tüm hizmetleri taşerona devretmesinin altına imza atılacak.

Protokolü imzalanacak şehir hastaneleri şunlar:

Adana,
Ankara Bilkent, Ankara Etlik,
Elazığ,
Gaziantep,
İstanbul İkitelli,
Kayseri,
Mersin,
Yozgat,
İzmir Bayraklı,
Konya-Karatay,
Manisa,
Bursa,
Kocaeli,
Isparta ve
Türkiye Halk Sağlığı Kurumu binası.

İmzalanacak sözleşmelerin konusu Kamu Özel Ortaklığı ile yapılacak şehir hastaneleri.

Peki nedir bu Kamu Özel Ortaklığı?

Geçmişi eski. Kamu Özel Ortaklığı teorisinin müellifi Milton Friedman, 70’li yıllarda olgunlaştırdığı bu yapının “hızla” ve “kitleler uyanmadan” gerçekleştirilmesi gerektiğini savunuyordu. Friedman’ın ilk laboratuvarı ise 11 Eylül 1973’te darbe yapılan Şili oldu. Askeri Diktatör Pinochet’nin danışmanı olarak ilk elden uygulamayı denetledi.

Biliyoruz ki, 20 yıldan fazla zamandır bu yöntemi uygulayan İngiltere’de şu an itibariyle
7 hastane resmen iflas etti, tüm sağlık sistemi mali krize girdi.

Türkiye’de ise ilk ihale 2011 yılı Nisan ayında Kayseri için yapıldı. (Eylül 2011’de
temel atma töreni yapılan Kayseri Entegre Sağlık Tesisi’nin 2.5 yılda bitirileceğine ilişkin tören esnasında yapılan anlaşma açısından yalnızca 6 ay kalmasına karşın henüz inşaatın temelinin atılamadığı, tahsis edilen arazinin bataklık çıktığı biliniyor.)

  • TTB’nin açtığı davalarda Ankara-Etlik, Ankara-Bilkent ve
    Elazığ şehir hastanelerinin ihalelerinin yürütmesi durduruldu.

Sağlık Bakanlığı kararlara itiraz etti, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu itirazı reddetti. Bu üç ihaleye ilişkin Danıştay’ın yürütmeyi durdurma gerekçesine uygun yeni bir ihale yapmadan sözleşme imzalanması yargı kararına uymamak, dolayısıyla
suç işlemek anlamına gelecek.

TTB’nin önceki tüm açıklamalarında da belirtildiği gibi,
Kamu Özel Ortaklığı bir özelleştirme yöntemidir.

Üstelik Sağlık Bakanlığı bu yöntemle yaptığı şehir hastaneleri ile aslen yatak sayısını artırmıyor yalnızca yenileme yapıyor, yani aslında yatırım yapılmıyor.
(Bunu Sağlık Bakanlığı da kabul ediyor.)

Ekteki tabloda da görüleceği gibi, Sağlık Bakanlığı’nın bütün bu binaları kendisinin yap(tır)masının, Kamu Özel Ortaklığı Modeli ile yaptırmasından çok daha ucuza geleceği biliniyor.

Bu tesislerden vatandaşların ancak çok yüksek ücretler ödeyerek yararlanabileceği, burada çalışan hekimlerin-sağlık çalışanlarının güvencesiz taşeron işçisi haline getirileceği, bu hastanelerde eğitim alacak hekimlerin çalışma koşullarının belirsiz hale geleceği, katrilyonlarca liralık kamu kaynağının yalnızca bina  yenileme adı altında şirketlere dağıtılacağı, ihalelerin içine gömülü modern kapitülasyonlarla
sağlık hizmetlerinin özelleştirileceği de biliniyor.

Bütün bunlar bilindiği halde, 14 ilde 15 “şehir hastanesi” ile Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Binası inşaatı için sözleşmeler imzalanıyor.

TTB olarak; bu hastanelerde çalışacak hekimler-sağlık çalışanları adına,
bu hastanelerden hizmet alacak hastalar adına soruyoruz  :

* Etlik, Bilkent ve Elazığ ihalelerinin yürütmesi durdurulmasına karşın nasıl sözleşme imzalanıyor?

Soruyoruz  : Kayseri’nin sözleşmesi 10 Ağustos 2011’de imzalanıp temeli 10 Eylül 2011’de atıldı. Bu durumda sözleşme mi yoktu yoksa kira sözleşmesi mi yenileniyor?

Soruyoruz   : Yozgat’ta sözleşme imzalanmaksızın mı temel atma töreni yapıldı?

Soruyoruz  : Türkiye Halk Sağlığı Kurumu binasına ilişkin ihale, içinde Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu da bulunan bir kampüs. İhale ikiye mi bölündü ki sadece Türkiye Halk Sağlığı Kurumu için sözleşme imzalanıyor?

Soruyoruz  : Türkiye Sağlık Bakanlığı eliyle Somali’de kamu özel ortaklığı ile yapılacak hastane için görüntüleme ve laboratuvar hizmetleri “kamu” eliyle yürütülecekken, neden Türkiye için yapılan ihalelerde bu hizmetler şirketlere veriliyor?

Halk adına soruyoruz      :

KAMU ÖZEL ORTAKLIĞI ADI ALTINDA “TORUNLARIMIZIN BİLE ÖDEYEMEYECEĞİ” KATRİLYONLARCA LİRALIK BORÇLARIN ALTINA
İMZA ATIP SAĞLIĞI ULUSLARARASI KONSORSİYUMLARA KURBAN EDEREK, KİME HİZMET EDİYORSUNUZ?

CEVAP VERİN!

TÜRK TABİPLERİ BİRLİĞİ
MERKEZ KONSEYİ

Tablo: Sağlık Bakanlığı’nın Klasik İhale Yöntemi ve Kamu Özel Ortaklığı Modeliyle Yaptırdığı Bazı Sağlık Tesislerinin Maliyet Karşılaştırması

KLASİK İHALE
(Hak ediş olarak 1 kez ödenen)
KAMU ÖZEL ORTAKLIĞI
(25 yıl ödenecek)
333 yataklı Aydın Kadın Doğum ve Çocuk Hastanesini donanımı ile birlikte toplam: 37 Milyon 797 Bin 556 TL Ankara-Etlik (3566 yataklı)276.000.000 (Bina kirası)256.288.181,53 (Hizmet bedeli)

532.288.181,53 (Toplam 1 yıllık kira)

400 yataklı Trabzon Kanuni Eğitim ve Araştırma Hastanesi donanımı ile birlikte toplam: 80 Milyon 115 Bin 600 TL Ankara-Bilkent (3660 yataklı)240.000.000 (Bina kirası)233.881.598,64(Hizmet bedeli)

473.881.598,64(Toplam1yıllık kira

1200 yataklı Erzurum Devlet Hastanesi
193 Milyon TL
Elazığ (1040 yataklı)94.837.104 (Bina kirası)58.451.037(Hizmet bedeli)

153.288.141,00 (Toplam 1 yıllık kira)

İl sağlık müdürlüğü, diyaliz merkezi, ağız ve diş sağlığı merkezi, 112 komuta kontrol merkezi ve istasyon ile toplum sağlığı merkezi içeren Yalova Sağlık Kompleksi: 10 Milyon 30 Bin TL Manisa (558 Yataklı)64.250.000(Bina kirası)(Hizmet bedeli henüz öğrenilemedi)
Bu 4 ihalede kira ve hizmet bedellerinin yanı sıra kapatılarak bu hastaneye taşınacak mevcut hastane binalarının da şirketlere verilmesi öngörüldü

http://www.ttb.org.tr/index.php/Haberler/12eylul-4009.html, 13.9.2013

KAS HASTALIKLARI DERNEĞİNE DESTEK OLALIM!

KAS HASTALIKLARI DERNEĞİNE DESTEK OLALIM!

Dostlar,

İstanbul Yeşilköy’deki Kas Hastalıkları Derneği binası boşaltılmak isteniyor..

Bu mütevazi binada 20 yıldır binlerce kas hatasına şifa ve umut verildi.

  • Kas hastalıkları ağır, ilerleyici ve ölümcül hastalıklardır.

Örn. geçelim yürüme ve kollarınızı kullanmayı; yeme, yutma, konuşma, gözlerinizi açıp kapama… ve sonunda solunum kaslarını kullanamaz duruma gelir hastalar zamanla.
Bu son aşama ölüm demektir.

Kas hastalarının yaşam standardı ve niteliği (kalitesi) hızla düşer, tekerlekli sandalyeye ve yardımcı araçlara gereksinim duyar, hatta bağımlı olurlar. Yaşamlarını yalnız sürdüremezler, bakım gereksinimli ve yüksek düzeyde engelli hastalardır.

Ünlü İngiliz fizik profesörü Stephan Hawking de özel bir dejeneratif kas hastalığı olan AML (amyotrophc lateral sclerosis) hastasıdır. İngiliz devlet aklı, olağanüstü bir özenle bu dahi kişiye tam destek olmakta ve çok ağır hasta Hawking yalnızca bir elinin başparmağını kullanabildiği halde, sıradışı bir biçimde yaşamda tutulmaktadır.

Belediye bu çalışmayı destekleyeceğine köstekliyor!?

Oysa daha birkaç gün önce Fatih belediyesi kocaman bir bina yaptı ve yurt olarak kullanılmak üzere malum vakıflardan birine devretti.

Bu ne denli çifte standart hatta ayrımcılıktır?

“Sorun kim, bu sevdadan (!) usanmazlar mı?”, Fuzuli‘nin deyişiyle??

İstanbul Büyükşehir Belediyesini ve Başkan Topbaş’ı yanlıştan dönmeye çağırıyoruz.

Dernek başkanı özverili insan, 83 yaşında bu hastalar için karşılıksız koşturan,
bizim de tıbbiyeden hocamız eşsiz insan Prof. Dr. Coşkun Özdemir‘i
saygı ile selamlıyoruz.

portresi

Derneğin çağrısı / feryadı aşağıda..

Sevgi ve saygı ile.
Datça, 13.9.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

============================

Üç yıl aradan sonra İstanbul Büyükşehir Belediyesi kas hastalarını yeniden sokağa atmaya karar verdi!

Türkiye Kas Hastalıkları Derneği ikinci kez İstanbul Büyük Şehir Belediyesi tarafından yer gösterilmeksizin tahliye edilmek isteniyor. İki gün önce Bakırköy Kaymakamlığı tarafından 11.09.2013 tarih 3197 sayılı yazısı ile derneğimize, kendi binasını boşaltması için bir hafta süre verilmiş ve 18 Eylül 2013, saat 11.00’de dernek binasının boşaltması istenmiştir. 

1978 yılından beri, kendi alanındaki çalışmalarıyla, gerek ülkemizdeki bilim çevrelerinde, gerekse de uluslararası alanda saygın bir yeri olan 35 yıllık derneğimiz,
İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından, kiracısı olduğumuz 572m2 lik arsasındaki, kendi binamızdan hiçbir gerekçe gösterilmeden tahliye edilmek istenmektedir.

DERNEK BİNAMIZA ASILAN PANKARTLARIMIZ
SİVİL POLİSLERCE KEYFİ OLARAK İNDİRİLDİ!..

Kas hastaları olarak derneğimizi ve haklarımızı savunmak üzere çalışmalara başlamış bulunmaktayız. Konuyla ilgili bu gün dernek binasına ve bahçesine astığımız pankartlarımız aynı gece saat 20:30da derneğe gelen sivil polislerce
keyfi olarak indirilmiştir!..

Gerekçe olarak dernek binamızın valilik konağı bitişiğinde olması ve pankart asmak için izin almamız gerektiği bildirilmiştir. Konuyla ilgili avukatımızla yaptığımız görüşmede, kendi derneğimize ait bir mülkiyete pankart asmak için her hangi bir izin almamıza gerek bulunmadığı bilgisini almış bulunmaktayız.

İBB tarafından yönlendirildiğini düşündüğümüz İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün
bu keyfi uygulmasını kınıyor, sabah olduğunda pankartlarımızı yerlerine yeniden asacağımızı bildiriyoruz.

Konuyla ilgili tüm hasta ve dernek dostlarımızı, engelli ya da engelsiz demokratik kitle örgütlerini, dost kurum ve kuruluşları dayanışmaya davet ediyoruz…

Sizlerin duyarlı yaklaşımınız anlayışınız ile bizi yalnız bırakmayacağınıza ve
yanımızda olacağınıza inanıyoruz..

Dayanışma çağrımıza kulak vererek 18 Eylül Çarşamba günü 2013, saat 11.00’den önce dernek merkez binamıza bekliyoruz…

KASIMIZIN SON DAMLASINA KADAR DİRENECEĞİZ!..

Ayrıntılar için burayı tıklayınız

 

 

DOKTORLAR YEMİNLERİNİ UNUTTULAR!


DOKTORLAR YEMİNLERİNİ UNUTTULAR!

Fatih_Hilmioglu_Doktorlar_yeminini_unuttu


Prof. Fatih Hilmioğlunun avukat ağabeyi isyan etti

Doktorlar yeminini unuttu, hâkim cübbesini çıkardı, siyasiler tribünde seyirci,

Fatih ölümü bekliyor

SÖZCÜ’ye konuşan Hayati Hilmioğlu, “Ergenekon iddianamesi çöktü.
Ama kardeşim hâlâ tutuklu. Yasalar uygulanmıyor. Bu yargısız ölüm cezasıdır” dedi…

İnö­nü Üni­ver­si­te­si es­ki Rek­tö­rü Prof. Dr. Fa­tih Hil­mi­oğ­lu, 2009’da Er­ge­ne­ko­n’­dan
tu­tuk­lan­dı. Ce­za­evin­dey­ken hu­kuk öğ­ren­ci­si oğ­lu Emi­r’­i tra­fik ka­za­sın­da kay­bet­ti.

Si­roz ve kan­ser­le sa­va­şı­yor.

Son ola­rak “P­si­ko­lo­ji­si bo­zul­du­” di­ye akıl has­ta­ne­si­ne sevk edil­di. Hil­mi­oğ­lu­’nun
du­ru­mu­nu ko­nuş­mak için avukat ağa­be­yi Ha­ya­ti Hil­mi­oğ­lu ile bu­luş­tuk. Bi­ze ‘an­ne­’
evi­nin ka­pı­la­rı­nı aç­tı… 84 ya­şın­da­ki an­ne­si Tür­kan Hil­mi­oğ­lu­’nun ra­hat­sız­lı­ğı ne­de­niy­le
has­ta­ne­de ol­du­ğu­nu söy­le­di. Son­ra da Si­liv­ri sü­re­ci­ni an­lat­tı…

Baş­ba­kan Er­do­ğa­n
’­ın ‘Ec­da­t’ vur­gu­su­nu ha­tır­la­ta­rak şu bil­gi­yi ak­tar­dı:

“A­ile­miz hak­kın­da iki ki­tap var ve araş­tır­ma­cı­lar pey­gam­ber so­yun­dan gel­di­ği­mi­zi
söy­lü­yor…” İş­te o rö­por­taj:

Tek suçlama katıldığı yemekler

Bü­tün id­di­ana­me Fa­ti­h’­in ol­du­ğu iki ye­meğe da­yan­dı. Bi­ri­si 19 Ey­lül 2003’te
Jan­dar­ma Ge­nel Ko­mu­ta­nı Şe­ner Eruy­gur ile üç rek­tö­rün ye­di­ği ye­mek.
O dö­nem çı­ka­rı­lan YÖK ta­sa­rı­sı tüm üni­ver­si­te ca­mi­ası­nı ra­hat­sız et­miş­ti.
Bu ki­şi­ler­den bi­ri de be­nim kar­de­şimdi. Jan­dar­ma Ko­mu­ta­nı­’nın zi­ya­ret se­be­bi ise
dö­ne­min Ge­nel­kur­may Baş­ka­nı Hil­mi Öz­kök ile Baş­ba­ka­n’­ın YÖK Ka­nun Ta­sa­rı­sı ile
il­gi­li yap­tı­ğı gö­rüş­me. Bu id­di­ana­me­de te­rör ör­gü­tü top­lan­tı­sı ola­rak sa­yıl­dı.

İkin­ci ye­mek… An­ka­ra Ti­ca­ret Oda­sı­’n­da 2004’te hi­la­fe­tin kal­dı­rıl­ma­sı ile il­gi­li top­lan­tı ya­pı­lı­yor. Ka­tı­lan­lar ara­sın­da pro­fe­sör­ler, si­vil top­lum ör­güt­le­ri, as­ker­ler var…
Kar­de­şim ko­nuş­ma­cı de­ğil sa­de­ce din­le­yi­ci. Bu te­rör ör­gü­tü top­lan­tı­sı sa­yı­lı­yor.
Bun­dan do­la­yı da ağır­laş­tı­rıl­mış bir mü­eb­bet ha­pis da­ha…

Böyle iddianame yazılmaz

Ye­ni me­zun hu­kuk­çu da­hi böy­le id­di­ana­me ha­zır­la­maz. O za­man di­yo­ruz ki,
bu id­di­ana­me­yi siz ha­zır­la­ma­dı­nız. İd­di­ana­me­nin hep­si çök­tü ama tu­tuk­lu­lu­ğu
de­vam edi­yor.

Bu yar­gı­la­ma, özel­lik­le ağır has­ta­lar­la il­gi­li ka­rar­lar, yar­gı­sız in­fa­zın çok öte­sin­de
yar­gı­sız ölüm ce­za­sı­dır. Ada­mı ölür­ken sey­re­di­yor­sun. Ya­sa­la­rı uy­gu­la­yan yok.
O za­man şu­nu dü­şü­nü­yor­su­nuz: De­mek ki ya­sa­ma­nın dı­şın­da baş­ka bir güç var…
Gö­rün­me­yen baş­ka bir gü­cü dü­şün­me zo­run­lu­lu­ğu do­ğu­yor.

İlaçlar kardeşimi komaya soktu

Fa­tih 15 yıl­dan be­ri si­roz has­ta­sı. 17 Ni­san 2009’da tu­tuk­lan­dı. Si­liv­ri­’ye gön­de­ril­di.
1.5 ay kal­dı. Bu sü­re için­de stres ne­de­niy­le ani bir yüz fel­ci ge­çir­di. Yü­zü ta­ma­men
dön­dü. Bu­nun üze­ri­ne Ha­se­ki Dev­let Has­ta­ne­si­’ne sevk et­ti­ler. Has­ta­ne­de ilaç­lar ve­ril­di. Si­roz has­ta­sı ol­du­ğu­nu bil­mi­yor­lar ki… O za­ma­na ka­dar nor­mal sey­re­den has­ta­lık ile­ri de­re­ce­de si­roz has­ta­lı­ğı­na dö­nüş­tü. Ko­ma­ya gir­di. An­ka­ra­’dan al­tı ki­şi­lik pro­fe­sör­ler­den olu­şan bir he­yet gel­di. Ver­dik­le­ri ra­por­da du­ru­mu kö­tü, ha­pis­ha­ne şart­la­rın­da ani ölüm ris­ki var­dır de­nil­di. Cer­rah­pa­şa Tıp Fa­kül­te­si­’n­den de he­yet is­ten­di.
Bu he­yet­ de ay­nı doğ­rul­tu­da ra­por ver­di. Son­ra 21 ay te­da­vi gör­dü.

5 silahlı asker başında bekliyor

Bü­tün te­da­vi­ye rağ­men kal­dı­ğı yer, 2 met­re­ye 2 met­re… Bir ya­tak bir de kü­çük bir
ko­ri­dor var… Hüc­re gi­bi… Yü­rü­ye­mi­yor­su­nuz. 5 si­lah­lı as­ker, 2 gar­di­yan ba­şı­nda
bek­li­yor. Ka­pı­dan ba­şı­nı çı­ka­ra­mı­yor. Bu ko­şul­lar al­tın­da yaşarken karaciğer kanseri oldu. Ra­po­ru alır al­maz tah­li­ye ta­le­bin­de bu­lun­duk. Mah­ke­me, üni­ver­si­te ra­po­ru­nu
ka­bul et­me­di ve Ad­li Tıp Ku­ru­mu­’na gön­der­di. Ad­li Tıp, ‘İ­ki ay­da bir üni­ver­si­te­nin
he­pa­to­lo­ji kli­ni­ğin­de te­da­vi edil­mek şar­tıy­la, ha­pis­ha­nede ya­şa­r..’ de­di. İki ay­da bir
üni­ver­si­te has­ta­ne­si ye­ri­ne Si­liv­ri Dev­let Has­ta­ne­si­’ne gön­de­ri­li­yor. He­pa­to­lo­ji kli­ni­ği olan üni­ver­si­te has­ta­ne­si­ne yol­la­mı­yor­lar. Son­ra, Mu­rat Kö­lük Has­ta­ne­si­’ne iki kez
sevk et­ti­ler. Bu kez de he­pa­to­lo­ji kli­ni­ği yok de­nin­ce, en son Ba­kır­köy Akıl Has­ta­ne­si­’ne
gön­der­di­ler.

Artık yaşamaktan vazgeçti

Dok­tor­lar ye­mi­ni­ne sa­dık kal­maz­sa, hâ­kim, sav­cı cüb­be­yi bir ta­ra­fa atar­sa, si­ya­si­ler ­de tri­bün­de bu­nu iz­ler­se bu va­tan­daş ne ya­pa­cak? Ne­re­ye gi­dip, der­di­ni ki­me an­la­ta­cak? Va­tan­daş öle­cek ya da ka­de­ri­ne ra­zı ola­cak. Dok­tor gö­re­vi­ni kö­tü­ye kul­la­nı­yor,
yar­gıç­lar bi­ri­le­ri­nin kon­tro­lü al­tın­da.

Sü­re­ci giz­li bir elin yö­net­ti­ği­ni dü­şü­nü­yo­rum.

Ba­bam Hilmi, İs­met (İnönü) Pa­şa­’nın sağ ko­luy­du

Ha­ya­ti Hil­mi­oğ­lu, ai­le­siy­le il­gi­li şun­la­rı an­lat­tı:

“Ba­bam Hil­mi Soy­dan CHP’­den bir dö­nem mil­let­ve­ki­lliği, bir dö­nem ­de se­na­tör­lük yap­tı. İs­met Pa­şa­’nın sağ ko­luy­du. Ba­ba­mın adı­nı so­ya­dı yap­tık. Tür­ki­ye Cum­hu­ri­ye­ti­’nin
yı­kıl­ma­sı gi­bi bir dü­şün­ce­miz ola­maz. Di­le­ği­miz çağ­daş bir Tür­ki­ye. Kar­de­şi­min ba­şı­na ge­len bu ha­di­se­nin se­be­bi de üni­ver­si­te­yi çağ­daş yap­ma­sıy­dı.”

Adalet gece yarısı geldi

Oğ­lu­nun ölü­mü­ne ka­dar bir so­run yok­tu. En azın­dan sa­vun­ma­la­rı ha­zır­lı­yor­du.
Di­re­ni­yor­du. Oğ­lu­nun ölü­mün­den son­ra bı­rak­tı.

Er­gin Say­gun ile il­gi­li ge­ce sa­at 3’te ka­rar ve­ri­li­yor. Bir yar­gı ge­ce sa­at 03:00’te
ka­rar ve­rir mi? O gü­ne ka­dar ka­rar ver­me­miş olan Ad­li Tıp Ku­ru­mu o ge­ce ka­rar ve­ri­yor.
Bi­ri­le­ri te­le­fon açı­yor, ge­re­ğini ya­pı­lı­yor. Ta­raf­sız ol­duk­la­rı­nı dü­şü­ne­bi­li­yor mu­su­nuz?

Pa­zar­te­si gü­nü yi­ne du­ruş­ma­mız var. Sav­cı mü­taa­la­yı ve­rir­se son sa­vun­ma­la­rı
ya­pa­ca­ğız, bir ka­rar ve­ri­le­cek. Mü­ta­laa ve­ril­mez­se ucu açık ne­re­ye ka­dar gi­der­se.

Da­ya­nak­lar çü­rü­dü.

  • Bu id­di­ana­me sav­cı­lı­ğın bi­lim kur­gu yap­ma­sın­dan baş­ka bir şey de­ğil.

An­ne­si has­ta­ne­ye kal­dı­rıl­dı eşi in­ti­ha­rın eşi­ği­ne gel­di

ÇOK ıs­rar et­me­mi­ze kar­şın Prof. Fa­tih Hil­mi­oğ­lu­’nun eşi Nur­han Hil­mi­oğ­lu ile
gö­rü­şe­me­dik. Ha­ya­ti Hil­mi­oğ­lu bu du­ru­mu şöy­le açık­la­dı:

“Ağ­la­mak­tan ko­nu­şa­mı­yor. İn­ti­har et­me­sin­den çok kor­ku­yo­ruz. Du­ru­mu he­pi­miz­den
kö­tü. An­ne­miz 84 ya­şın­da, has­ta­ne­den çı­ka­mı­yor. Eşi fi­zik öğ­ret­me­niy­di, emek­li­li­ği­ni
is­te­di. Ko­nu­şa­mı­yor. Ağ­la­mak­tan ar­tık göz­le­rin­de yaş kal­ma­dı. ‘E­ğer oğ­lum Ar­man
ol­ma­sa çok­tan in­ti­har et­miş­ti­m.’ di­yor.

Eşi, te­ra­zi­nin bir ke­fe­si­ne Fa­ti­h’­in rek­tör ya da dok­tor ola­rak Ma­lat­ya­’ya yap­tı­ğı­nı
ko­yu­yor, di­ğer ke­fe­si­ne de dev­le­tin ken­di­le­ri­ne yap­tı­ğı­nı ko­yu­yor. O za­man da
di­yor­su­nuz ki, ben ni­ye bu ka­dar ken­di­mi fe­da et­mi­şim. Ya­pı­lan şey dev­le­te hiz­met
ne­ti­ce­de. Kim­se bun­dan üzün­tü duy­maz.

‘Çocukların psikolojisi çöktü’

Tu­tuk­lu yar­gı­la­nan bi­ri­si eğer ce­za­evin­de ise bü­tün ai­le­si ay­nı psi­ko­lo­jik ağır­lı­ğı ya­şı­yor. Oğ­lu Emir Baş­kent Üni­ver­si­te­si Hu­kuk Fa­kül­te­si­’n­de oku­yor­du ve bu yıl bi­ti­re­cek­ti.
Siz bu ço­cu­ğun zan­ne­di­yor mu­su­nuz ki psi­ko­lo­ji­si düz­gün. Ya­tı­yor, kal­kı­yor,
oku­la gi­di­yor, ders ça­lı­şı­yor… Ama hep ba­ba­sı­nı dü­şü­nü­yor. Ne­ti­ce­de ara­ba
kul­la­nır­ken de yi­ne ba­ba­sı­nı dü­şü­nü­yor­du. Ka­za yap­tı. Ha­ya­tı­nı kay­bet­ti. Babalarının ce­za­evi ko­şul­la­rı, has­ta­lı­ğı, hak­sız ye­re dört yıl tu­tuk­lu kal­ma­sı ço­cuk­la­rı psi­ko­lo­jik
yön­den çö­kert­ti.
http://sozcu.com.tr/2013/gundem/prof-fatih-hilmioglunun-avukat-agabeyi-isyan-etti.html

==================================

Dostlar,

Bu sitede yakın dostumuz – arkadaşımız – meslektaşımız Fatih hoca ve benzer durumda olanların sağlık gerekçesiyle tutuksuz yargılanmaları, kesin hükm giyenlerin de Ergun Saygun paşa gibi salıverilmesi hakkında çok yazı yazıldı..

SÖZCÜ‘de yer alan bu acıklı söyleşiyi arşivimizden çıkararak bir kez daha paylaşmak istiyoruz..

Bu ülkede hiç vicdan sahibi yargıç kalmadı mı?

Temel ve yakıcı bir sorudur..

Aşağıdaki görseli de biz ekliyoruz bilmem kaçıncı kez…

Ceza_Muhakemeleri_Yasasi_infazi_erteleme

Sevgi ve saygı ile.
Datça, 11.9.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net