Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

EZAN SESİNDEN RAHATSIZ OLMAK!

Zeki Sarıhan

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

EZAN SESİNDEN RAHATSIZ OLMAK!

1991 yılının Ağustos ayında bir gün, yıllarca Almanya’da kalıp ülkeye dönmüş bir yazarımızı, Ankara’da kalmakta olduğu Seyranbağları’ndaki evine ziyaret ettim. Türkiye’ye dönmekten memnun olup olmadığını sorduğumda “Memnunum ama şu Ezan sesleri de olmasa!” diye cevap verdi.

Bu söz garibime gitti. “Hocam, dedim, Almanya’da da çan sesleri duymuyor muydunuz?”

“Çan sesinden rahatsız olmuyorum ama Ezan sesinden rahatsız oluyorum” dedi.

Öğretmen Dünyası’nın yazı kurulunda haftalık çalışmalarımızı birbirimize aktarıyorduk. Bu ziyareti ve yazarımızın sözlerini yadırgadığımı arkadaşlara da anlattım. Onlardan bir itiraz gelmedi. Demek ki her aydın onun gibi düşünmüyordu. İyi ki de düşünmüyordu.

Sözünü ettiğimiz yazarımız bir burjuva aydını değildi. Köyden yetişmiş, Köy Enstitüsü mezunu, TÖS’lü öğretenlerle birlikte Türkiye Öğretmenler Sendikasının kurucu ve yöneticilerindendi. Köy gerçeğini anlatan ve yoksulları kayıran kitaplara da imza atmıştı.

Onun bu özellikleri Ezan’la ilgili rahatsızlığını daha da anlamlı kılıyor. Halkla bağları olmayan, halk gibi yaşamayan ve halk için “Ne halleri varsa görsünler” diyen bir burjuva aydını olsaydı be sözleri üzerinde durulmayabilirdi. Ama halkın önünde yer alarak onun sömürü ve baskıdan kurtulmasını isteyen bir aydının böyle düşünmesi, ülkemizde aydın-halk ilişkileri hakkında da ipuçları veriyor.

Bu konuyu fena halde dert edinmem nedeniyle epey yazı yazdım :

  • “Laikliğe Halkın Penceresinden Bakmak”,
  • “Aydınlar İslam’la Barışmalıdır”,
  • “Aydınlar İslam’la Niçin Barışmalıdır?”,
  • “Aydınların Dinle İmtihanı”,
  • “Deist, Ateist, Sosyalist”, Dinden Çıkmak Derde Çare Değil”

    başlıklı yazılarım bunlardan bazılarıdır.

Bir devrimci aydının “İslam’la barışması”nı, gericilikle barışması olarak anlamak doğru değildir. İslam’la barışmak, kendi halkıyla barışık olmak anlamına gelir. Ne yazık ki, Tanzimat’tan beri yetişen aydınlarımızın en belirgin özelliği, geri kalmışlığımızı İslam’a yüklemeleridir. Her ne kadar bunların bir kısmı, halkın mücadelesinin yükseldiği dönemde sosyalizmi benimsemişlerse de, emekçilerin mensup olduğu dinle aralarına uçurumlar koymaya devam etmişlerdir.

Bu sorun aynı zamanda “devrimciler neden halkı sıkıca kavrayıp onları bir devrime götüremediler?” sorusuna verilecek cevaplarla da ilgilidir.

Kaba bir materyalizm, din karşıtlığına dayanır. Diyalektik ve tarihsel materyalizm ise dinin hangi ihtiyaçlardan doğduğunu, nasıl evrildiğini ve bugün milyarlarca insanın neden bir dinin mensubu olduğunu araştırır. Dinler, millî kimliklerin göz ardı edilemeyecek bir bileşenidir.

Hristiyan dünyasında çan sesi duyan bir sosyalist, nasıl koşa koşa kiliseye ibadete gitmiyorsa ve gitmek zorunda değilse, Müslüman Dünyasına mensup bir sosyalistin de Ezan sesi duyunca camiye gitmesi veya evde namaza durması beklenemez. Ekim Devrimi döneminde “Müslüman komünist” diye bir kavram vardı. Ondaki “Müslüman” da kültürel bir kimliğe vurgu yapıyordu. Bir sosyalistin halkının inanç değerlerine karşı kılıç sallaması onu halktan soyutlar.

Size bir şey söyleyeyim mi? Eğer Türkiye halkının çoğunluğu Müslüman olmasaydı, Kurtuluş Savaşımız başarılamazdı.

Afyon’dan geçtiğim bir tarihte, yüzlerce basamakla çıkılan kaleye tırmanmayı göze aldım. O zaman gücüm buna yetiyordu. Kalenin burcundan aşağıya inerken güneş de batmıştı. Tam o sırada Afyon camilerinden ezan sesi yükselmeye başladı. Bu sesler, buranın bir Türk-İslam ülkesi olduğunu haykırıyordu. “İşte budur” dedim kendi kendime…

Eğitimsiz bir sesle okunan ezanlar veya tek bir camiden okunan bütün köy veya mahallede duyulabilirken sekiz on yerde birden, birbirini boğarcasına hoparlörlerden verilen ezanlara karşı hoşnutsuzluk bu tartışmanın dışındadır. Seyranbağları’nda sözünü ettiğim sohbette şikâyet edilen Ezan’ın okunuşuna değil, Ezan’adır.

Bir kere daha belirtmekte zarar yoktur: İslam, ortak kimliklerimizden biridir. Hiçbir aydınımız, en azından kültürel olarak İslam dairesinde bulunduğunu yadsıyamaz. Onun simgeleri de camidir, minaredir, ezandır, cenaze namazıdır, Hıdırellez’dir, Ramazan davuludur, bayramlaşmadır. Bu kültürel dairenin dışına çıkma çabasına hiç gerek yoktur… (7 Mayıs 2022)

Fotoğraf: Fatsa / Beyceli Köyü Cami avlusunda bir bayramlaşma töreni.

================================
Dostlar,

Diyanetin / İktidarın derhal bu konuya el atması ve hoparlörden “EZAN TERÖRÜ” ne son vermesi gerek..

Bolca ve yüksek yüksek minarelerden, çok sayıda hoparlörden ve güçlü amplifkatör ile olabildiğince yüksek düzeyde ezan okumanın / okutmanın yararı değil  zararı vardır.

120 dbA’ya dek ezan sesi şiddetini artırmanın ve insanları sabahın erken saatlerinde derin uykusunda terörize etmenin İslamla bağdaşır hiçbir yanı yanı yoktur. Özellikle sabah ezanlarının 55 DbA’yı geçmeyecek şiddette okunması gereklidir. Gürültü Kontrol Yönetmeliğinde öngörülen düzey 55 DbA’dır.

Ayrıca makamına uygun, şan eğitimi almış ses sanatçılarınca okunması, kayda alınması ve Türkiye genelinde banttan, eş zamanlı okunması da çok yerinde olacaktır.

İslam bir şiddet ve dayatma – zorbalık dini olmamalıdır, aleyhine olur, insanları iter ve soğutur hatta tepkiselleştirir.

Kovit-19 salgını nedeniyle aylar önce yasaklanan saat 00:00 sonrası gece müziği, yukarıda andığımız Yönetmelik bağlamında sınırlamaya bağlıdır. Böyle olmasına karşın, salgına karşı hemen hemen tüm önlemleri 26 Nisan 2022’den bu yana kaldıran AKP iktidarı, müzik yasağını görmezden gelmeyi inat ve ısrarla sürdürmektedir.

  • Müslüman’a çifte standart yakışır mı? İslamiyet her şeyden önce İYİ AHLAK değil mi??!!

Bir yığın insan geçimini bu yoldan (gece müziği ile) sağlamakta. Bakan Soylu’ya göre 4 Bakanlık bu konuyu çalışmakta imiş! Epey de zaman geçti. Bu 4 Bakanlık neyi çözemedi de müzik yasağı sürmekte? Ayıp oluyor, insanları aptal yerine koymayın, aynaya bakın..

Halkın dinden soğuduğu, camilere namaz katılımının son derece azaldığı, özellikle İHO – İHL hatta ilahiyat bitirenler arasında Deizm – Ateizm eğiliminin arttığından DİB / AKP rahatsız. Buradan, ezandan başlayın, yersiz inat, halka dayatma – çatışma yarar sağlamaz.

  • Güleryüzlü, saygılı İslam olun; zorba ve dayatan, İSLAMİ FAŞİST olmayın…
  • Hele emperyalizmin güdümünde SİYASAL İSLAMI derhal terk edin; böyle bir din yok!
  • Bu Kuran – Muhammet dini değil; orta – uzun erimde İslamı kullanıp yok etme tasarımı!
  • Biraz akıllı olun, kendinize gelin, Kuran’a uyun; “aklınzı kullanın” !
  • Anadolu İslamı – İslamın Alevi / Bektaşi yorumu ile barışın!
  • Laik Cumhuriyet İslamiyet için de temel güvence, artık bu yalın gerçekliği kavrayın..

Ülkeyi daha da çok germeden – kutuplaştırmadan, halkı dinden soğutmadan geç olmadan!!

Sevgi ve saygı ile. 08 Mayıs 2022, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik

Yüksek enflasyon kader değil sonuçtur

authorYALÇIN KARATEPE

Dün TÜİK nisan ayı enflasyon verilerini açıkladı ve görüldü ki enflasyonda dünyadan hızla koptuk, aldık başımızı gidiyoruz. Siz bakmayın “ama enflasyon her yerde var” dediklerine. Bize yaklaşan bile yok. Mesela OECD ülkeleri ortalamasının 10 katı enflasyonumuz var.

Nisan ayında %7,25 artan TÜFE, yıllık bazda (AS: ölçekte)  % 70’e dayandı. Yılın ilk 4 ayında oluşan enflasyon, daha şimdiden gösterdi ki Merkez Bankası bir sonraki enflasyon raporunda yılsonu tahminini (kestirimini) yine ve yeniden yukarı yönlü revize edecek (yenileyecek) çünkü en son tahminine ulaşmaya pek bir şey kalmadı ama yılın bitmesine daha çok var.

Manşet enflasyon yüksek olmakla birlikte daha büyük sorun gıda enflasyonunda yaşanıyor. Nisanda aylık olarak %13,38 artan gıda fiyatları yıllık olarak %90’a dayanmış oldu. Daha detaylı (ayrıntılı) bakınca sebze fiyatlarındaki artışın çok daha yüksek olduğu görülüyor: %126. Zaten et pahalı, alamıyoruz diyenler sebzeye de çok yüksek bedeller ödemek zorunda.

DİSK Araştırma grubunun gelir dilimlerine göre yaptığı enflasyon hesaplamasına göre, en yoksul kesimin maruz kaldığı gıda enflasyonu %131,6 olarak gerçekleşmiş. Diğer bir ifade (anlatım) ile enflasyon yoksulları çok daha derinden etkiliyor.

YOKSULLUK DERİNLEŞİYOR

Enflasyondaki bu artış geniş halk kesimlerinin hızla yoksullaşması sonucunu doğuruyor.

Çalışan kesimin yaklaşık yarısının elde ettiği asgari ücrete yılbaşında yapılan %50’lik artış anlamını çoktan yitirdi. 4250 liralık asgari ücretin alım gücü yılın ilk 4 ayında 1348 lira azalarak 2900 lira seviyesine (düzeyine) geriledi. Bu da yaklaşık olarak 2021 yılı asgari ücretine denk geliyor. Daha yıl sonuna kadar (dek) sekiz aylık enflasyon verisi gelecek ve trend (eğilim) bu şekilde devam edeceği için ücret geliri elde edenlerin yoksullaşması hızlanacaktır. Bu nedenle acilen (ivedilikle), başta asgari ücret olmak üzere tüm ücretlerin enflasyona göre yeniden uyarlanması gerekmektedir. Enflasyon farkının ücretlere yansıtılması için yıl sonuna kadar beklenemez. Siz bazı “ekonomistlerin” ücret artışları enflasyonu hızlandırır açıklamalarına bakmayın. Hayır artırmaz. Çünkü

  • Enflasyonun sebebi sofrasına yemek koyma çabasında olanlar değil, uygulanan yanlış ekonomi politikasıdır.

Tüm dünya enflasyon ile mücadele etmek için türlü tedbirleri hayata (önlemleri yaşama) geçiriyor. Çarşamba günü ABD Merkez Bankası, Perşembe günü de İngiltere politika faizlerinde artışa gitti. Bizdeki enflasyon o ülkelerde ortaya çıkandan on kat daha yüksek olmasına rağmen (karşın) bizde hiçbir şey yapılmıyor.

Haksızlık etmeyelim, enflasyondan korumak için bir ürün üzerinde çalışıyorlarmış. Ama bu ürünü sizi korumak için değil, parası olanları korumak için çıkarılacakmış: Enflasyon korumalı bir tasarruf aracı. Eğer tasarrufunuz yok ise, iktidar nezdinde (katında) korunmaya değer grup (kesim) içerisinde (içinde) yer almıyorsunuz. Siz kendi başınızın çaresine bakmak zorundasınız.

İŞLER DAHA DA BOZULACAK

Biliyorsunuz iktidar faiz indirimlerine başladığında “rekabetçi kur” söylemine sığınıyordu. Fakat enflasyonun kontrolden (denetimden) çıktığı bir dönemde kurları kontrol etmek için kullanılan tüm araçlar (döviz satışı, KKM gibi) bu söylemi boşa düşürüyor. Üretici fiyatlarının yıllık % 122, yılbaşından beri de %40 arttığı bir dönemde, yatay seyreden kurlar “rekabetçi” olmaktan çıkıp, ihracatı (dışsatımı) zorlaştıran bir unsur (öge) olmaya doğru hızla ilerliyor. Bu da ihracattan büyük destek bekleyen büyüme tarafında beklentilerin aşağı yönlü değiştirilmesine yol açacaktır. PMI endeksinde (göstergesinde) son iki ayda yaşanan gerileme de bunun işareti gibi duruyor.

Bir taraftan (yandan) yavaşlayan ekonomi, diğer (öte) taraftan yüksek seyreden enflasyon önümüzdeki sürecin çok daha zorlu olacağını gösteriyor.

  • Ama unutmayın;
  • Ekonomide bütün bu yaşadıklarımız iktidar sahiplerinin ekonomi politika tercihlerinin bir sonucudur.

Dr. Serdar Koç şiiri : ALDANGUÇ ÖMRÜM

Sözcüklere dans ettiren hekim bir şair: Serdar Koç

Dr. Serdar Koç

ALDANGUÇ ÖMRÜM

 

 

-I-
güzel yavrum, melek yavrum,
insaniyetli yavrum, hakiyetli, gacemer,
gönlümün feri çekildi, kalmadı mecelim…

dört yavrumu karnımda ayrı ayrı gezdirdim,
doğurdum, emzirdim, yıkadım bezlerini,
beledim, büyüttüm, el içine kattım…

hepsi yalan şimdi/ aldanguç ömrüm
hiç yaşanmamışa döndü
dünyanın hali böyle demek

dallara yeşillikler yürüdü de
dallarımı dertler bürüdü benim
insan belleğiyle daim,

-Ah! dünya ah! Anam, ciğerim anam benim-

-II-
a)
gücüm kuvvetim kalmadı yavrum, çekildi ferim
hiç dermanım kalmadı, bir haller oldu bana

tırnak ucu kadar bir şey verse biri, ağzıma vurmaz,
size getirirdim, yavrularım zefil kalmasın diye…

b)
bir türlü toparlayamıyorum kendimi, Haydar!
çocukluğumu, gençliğimi çok arıyorum ama
o günlerde bir gündü, geçti gitti…

(zevzeklenip durma, ey heri! ciberme. Gıbışlanma.
Ben senin gibi salgada değilim)

öğlen on ikide mi okunuyor Haydar? (saatler ileriye alındı ya…

c)
güvercini satıp kumru aldım, kumruyu satıp keklik…
kekliği kesip pişirdim, hasta anne babamı iyileştirdim, ilkgözağrısı,

ç)
Anam, ciğerim anam-

Zeyl 1;
bıçağımın önü de arkası da keserdi ama artık hışırım çıktı, fahridim…
kafam fenikti, beynim kül haşhaş, azelerim çürüdü, börttüm…

her bahaneyle kalp kırılır mı hiç
kalp kırmanın bahanesi… olur mu?

(kuş cıvıltılarıyla ağaran gecede… hele…
(Gız gardaşcuvazım, ahretliğim… (Hararetle…

Zeyl 2;
sabaha değin cızırdayan semaver,
çocukluk uykularımın huzur membaı,
dede evindeki uzak anılardan bugüne süzülen,

Zeyl 3;
/karanlık koridorlar oluşmaya başladı belleğinde,
giderek delik deşik oldu ve son hatırlama avlusu da söndü yavaşça…

Dipnot 1;
“Bırakıp gideceğim” derdin, kızınca babama. “Nereye anne!”
-Babamı sevdiğini bilirdim. Toprağın altı mıydı kastın ana, söyle nereye böyle… Nereye?

Dipnot 2;
Varı yoğu, gözü kökü bir Haydar’ı vardı. Haydar aşağı, Haydar yukarı. Erinci de, ilenci de Haydar…

Dipnot 3;
Yok(luğun boşluğu) o kadar büyüktür ki her şeyi ama her şeyi yutar yok eder, tanrıyı da.
Muazzam bir karadeliktir O, karadeliklerin de karadeliği. Sonsuz karanlık. Sırlandığımız.
-İnsan’ın mutluluğu için sınırlar silinmeli-

Oğulun anasını yorumladığı;
YOKLUK AYNASI

Çocukluğumun allı yeşilli zerdalisi
Uzansam tutacağım sanki çiçek tomurcuğunu
Ey büyük boşluk, ey uç gerçekliği usun!

Hiçlikten geldik ve hiçliğe yürüyoruz
Duyularımızın sınırlarını aşarak
Sessizlik soğuktur/ yokluk içinde var insan

Ey belirsizliğin belirlediği doğa!
Kuantum dalgalanması ve boşluk… (karlı boşluk)

Küçük ama çok küçük olanla
Büyük ama çok büyük olanın buluştuğu

Yansı;
Eğer tanrıyı görmek istiyorsan boş uzaya bak, orada kâinatlar yaratıyor.
Hiçliği, o sonsuz hiçliği görmüyor musun? İşte tanrının görüntüsü O…
Evren boşlukta oluşarak hızla yayılıyor, tanrının bağrından çoğalıyor…
(O devasa karanlıktan, an be an, yeniden ve yeniden, tekrar be tekrar,)
“Köklerimizin dayandığı hiçlikle, içine çekildiğimiz sonsuzluk arasında…”

Serdar Koç
(Ağustos 2015, İstanbul-Amasya-Ankara)
(YENİ GELEN, Temmuz 2019, Sayı: 17)

Geleceğimizi tehdit eden en büyük sorun!..

Uğur Dündar
ugur.dundar@ugurdundar.com.tr

SÖZCÜ, 07 Mayıs 2022

İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer“İzmir’de 150 bin civarında göçmen var. Kentsel Adalet Daire Başkanlığı kurduk. Onların gündelik hayatlarında kolaylaştırıcı olmak, bir sorun yaratılmasına imkan vermemek için çabalıyoruz. Adalet arayışları, sosyal hayata entegrasyonları, ne varsa bunlarla ilgilenen birimimiz var. Onlar bir biçimde hayatın içindeler. Onlarla yaşıyoruz. Bunu herkesin hazmetmesi ve bununla devam etmeyi öğrenmemiz lazım” demiş. (AS: Biz asla katılmıyoruz buna!)
★★★
Başkan doğru söylüyor. Özellikle Suriyeli göçmenler İzmir’de hayatın hemen her alanında karşınıza çıkıyor.
★★★
Hiç unutmuyorum, bu güzel kentte yaşadığım yakın geçmişte bir gün, aracımı her zaman yıkattığım yere götürdüm. Beni gördüklerinde güler yüzle karşılayıp fotoğraf çektiren yıkayıcı gençler gitmiş, yerlerine asık suratlı yenileri gelmişti. Orayı yöneten kişiye bu değişikliğin nedenini sordum. “Abi bizimkiler verdiğim parayı beğenmiyorlar. Onları gönderip bu Suriyelileri aldım” dedi.
★★★
Aracımla çıkıp, ilk kırmızı ışıkta durduğumda, yine Suriyeli çocuklar koşup, az önce pırıl pırıl yıkanmış camları güya temizliyormuş gibi yaparak, kirletmeye başladılar! Para verip uzaklaştırarak Alsancak’a doğru yola koyuldum!.
★★★
Aracımı bıraktığım otoparktan çıkarken Suriyeli bir kağıt toplayıcı önümü kesti. Aç olduğunu söylüyordu. Gerçekten de bitkin bir görünümü vardı. Avurtları çökmüş, gözlerinin akı sararmıştı. Her halinden hasta olduğu belliydi. Yüreğim kaldırmadığından cebimde ne varsa onunla paylaştım.

Garip öylesine sevindi ki, o mecalsiz haliyle adeta uçarak uzaklaştı…
★★★
Param kalmadığından, karşı kaldırımdaki bankamatikten çekmem gerekiyordu. İşlemi tamamlayıp paraları cebime koymaya çalışırken bir de ne göreyim? İri kıyım iki göçmen genç, gözlerini elimdeki paraya dikmiş, bir şeyler vermemi beklemiyorlar mı!.. Soğuk kanlılığımı kaybetmeden ikisine de hâlâ para makinesinin sıcaklığını koruyan 10’ar liralık banknotlardan verdim. Başlarıyla “yetmez” gibisinden bir işaret yaptılar. Biraz bekledim. Gitmeye niyetlerinin olmadığını anlayınca, birer 10 lira daha uzattım. Yine yeterli görmediler. İşte o an, kentin göbeğinde bulunmama rağmen başımın belaya gireceğini hissettim. Bunun üzerine her şeyi göze alıp, bir omuz darbesiyle aralarından sıyrıldım ve hiç arkama bakmadan hızlı adımlarla uzaklaşarak yakındaki bir cafeye (AS:  kafeye!) ulaşmayı başardım.
★★★
Güler yüzlü garson “Uğur Bey hoş geldiniz. Ne istersiniz?” deyince derin bir oh çekip “Ne isteyeyim kardeşim? Nihayet Türkçe konuşan, benden para istemeyen ve kendimi güvende hissettiren birine rastladım. Biraz nefesleneyim, bir şeyler içerim” dedim.
★★★
İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer, insancıl bakış açısı ve iyi niyetle “Onların gündelik hayatlarında kolaylaştırıcı olmak, bir sorun yaratılmasına imkan vermemek için çabalıyoruz” diyor ama, göçmenlerin artık taşınamaz hale gelen varlığı, toplumumuz için başlı başına büyük bir sorun olmuş durumda.

Hem de

acilen müdahale edilmesi gereken ve ülkemizin geleceğini tehdit eden çok büyük bir sorun!..

 

Deniz Olunmalı…

authorZAFER ARAPKİRLİ

Şiirin küresel ustası Nâzım Hikmet’in, kuşkusuz kendisini tanımadan yazdığı dizelerde ne de güzel anlatılmıştır, “Deniz Olmak”

“Bulut mu olsam,
gemi mi yoksa?
Balık mı olsam,
yosun mu yoksa?
Ne o, ne, ne o.
Deniz olunmalı, oğlum,
bulutuyla, gemisiyle, balığıyla, yosunuyla…”

Bu ülke topraklarında yaşayan herkese ve hattâ ezilen – sömürülen – bağımsızlık – devrim – kurtuluş mücadelesi veren tüm coğrafyalara örnek olan simge isim Deniz Gezmiş yoldaşımızın mücadelesini görse, duysa, tanık olsa, belki de ona ithaf ederdi şiirini.

Belki de şöyle derdi: “Yüreğiyle, vicdanıyla, devrim aşkıyla, cesaretiyle
Deniz olunmalı, oğlum.”

Kısacık ama onurlu yaşamları ve mücadeleleri ile bir döneme damga vuran yiğitlerimizi, faşist diktatörlüğün darağacında katlettiği üç fidanımızı, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ı saygı ile andığımız bu günde, onları kendilerinden sonraki ve hatta bizden sonraki kuşaklara tarif etmek için bundan daHa güzel 2 kelime kullanılamazdı:

“Deniz olunmalı…”

Antiemperyalist meşaleyi yakan Mustafa Kemal Atatürk’ün bu toprakları düşman çizmesinden kurtarmak için verdiği mücadelenin üzerine Marksist – Leninist öğretiyi rehber alarak “Sosyalist Devrim”i eklemeyi bir “tamamlayıcı ödev” belleyen o genç ve yiğit insanlar kuşağının anıları önünde, eğilmemek mümkün mü?

Mahir Çayan’ların, Hüseyin Cevahir’lerin, Ulaş Bardakçı’ların, İbrahim Kaypakkaya’ ların “Ucunda kurşuna dizilmek, işkence tezgahlarında doğranmak, darağaçlarında sallanmak bulunan bir kavgayı, sıradan bir gencin yaşamına tercih etme yüceliği” karşısında parmak ısırmamak büyük bir haksızlık olmaz mı?

Kendilerinden sonraki kuşağa, benim de mensubu olduğum 78 kuşağına yol gösterici bu ışıl ışıl yanan mücadele geleneğine bakıp da, Can Yücel Usta’nın şu dizelerini hatırlamamak ağır bir ihmal sayılmaz mı?

“En uzun koşuysa elbet Türkiye’de devrim
O, onun en güzel yüz metresini koştu.
En sekmez lüverin namlusundan fırlayarak…
En hızlısıydı hepimizin.
En önce o göğüsledi ipi…
Acıyorsam sana anam avradım olsun
Ama aşk olsun sana çocuk, aşk olsun.”

Anaların babaların asla tercih etmeyecekleri, ama Deniz, Yusuf ve Hüseyin’in örneklerinde olduğu gibi, dünya döndükçe de kuşkusuz “gurur duyacakları” ölümlerdir Üç Fidan’ın sonsuzluğa yürüyüşleri.

  • Cellatların ve onların sahiplerinin suratlarına kavganın tüm ateşini üfleyerek…

1972’nin bir puslu Mayıs sabahında darağacında boşuna sallanmadıklarını bilseler, belki daha da yüksek sesle haykırarak koşarlardı ölüme.

“Yaşasın Tam Bağımsız Türkiye
Yaşasın Marksizm – Leninizmin yüce ideolojisi
Yaşasın Türk ve Kürt halklarının bağımsızlık mücadelesi
Kahrolsun emperyalizm!
Yaşasın işçiler, köylüler”
diye seslenişi, 1980 faşist darbesine giden yolda ve sonrasında kim bilir kaç bin devrimcinin yolunu aydınlatmış, kim bilir daha da sonrasında verilen tüm hak ve özgürlük mücadelelerinde, ülkenin dört bir yanında ışıldayan 2013’ün Şanlı Gezi Direnişi’ne bile Taksim Meydanı’ndan tutulan bir projektör olmuştur.

Aslında onların mücadelesi, bugün bile devam eden “Emperyalist 6’ncı Filo’ya secde edenler ile 6’ncı Filo’yu denize dönmek üzere Dolmabahçe’ye koşar adım gidenler”in kavgasıdır.

Aslında onların mücadelesi, bugün sürmekte olan “Emek sömürüsünü kendine hak görenler ile emeğin ve alın terinin hakkını kuruşuna kadar almak için sınıf bilincini ayağa kaldırmaya çalışanların” kavgasıdır.

Aslında onların mücadelesi, “Bu ülkenin taşına toprağına, ağacına, suyuna, deresine denizine sahip çıkanlar ile talan etmeye çalışanların” kavgasıdır.

Ve “Denizler”, o kavganın ilham kaynağı, o kavganın “Bayrak isimleri” olduğu için yüreklerimize kazınmış kahramanlardır.

Evet, Bertolt Brecht «Galileo»da şu diyaloğu yazmıştı haklı olarak:

“- Kahramanı olmayan bir toplum ne kadar talihsizdir.
– Hayır Andrea. Asıl talihsiz olan, kahramanlara ihtiyacı olan bir toplumdur…”

Geri dönüp 1947 – 1972 arasındaki 25 yıla bir “Abidevi” öykü sığdıran Deniz Gezmiş’e ve yoldaşlarına baktığımızda.

“Talihli bir toplum” saymak istiyorum kendimizi.

Anıları, sonsuza dek yaşayacak.

6 Mayıs 1972’de katledildiler, ama azimleri ve mücadeleleri bugün bile taptaze.

Kısacası, oğlum: Deniz olunmalı…

Dış politika için de parlamenter rejim…

BİRGÜN, 2022.05.05

 

“Uluslararası toplumun onurlu üyesi Türkiye…” denirdi, insan haklarına ilişkin yasa gerekçelerinde. Uluslararası topluma kendini kabul ettirmek için AKP, ilk yıllarında Avrupa Birliği kaldıracını da kullanarak Ecevit hükümetinin başlattığı reformları sekter biçimde de olsa sürdürdü. Neden sekter? Çünkü balayı dönemi, AKP-Gülen ekseninde yer almayan demokrat, sol ve insan hakları savunucularını da baskılamak için kullanıldı. Özgürlükleri baskılayıcı düzenlemeler, 2017’de başladı; 2011 seçimleri sonrası merkezileşme ivme kazandı. 2013’te Gezi, “dış güçler” söylemi eşliğinde anayasasızlaştırma sürecini görünür kıldı.
***
İlerleyen yıllarda kurulan Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme (PBYDBY) ile ulusal alandaki kuralsızlaştırma, kurumsalsızlaştırma, kazanımları değersizleştirme ve sistemsizleştirme, uluslararası savrulmalara da yansıdı. Cumhuriyet dönemi dış politikası ve Anayasa’nın amir hükümleri (AS: buyurucu kuralları) bir yana bırakılarak, kişisel ilişki ve tercihler, kısa dönemli çıkarlar öne çıkarıldı. İşte bazı kesitler:

•Katil eline dosya: Yurttaş olmayan “mahpusların” yabancı ülkelere resmen nasıl “kaçırıldığı” belleklerde iken, Cemal Kaşıkçı dosyası, tersi yöndeki kararlılık iradesi unutularak, katil Devlet’e gönderildi. Suudi Arabistan (SA) İstanbul Başkonsolosluğu’nda fiziken (bedeni) yok edilen kişinin dosyasının katillerin eline verilmesi, dünya hukuk tarihinde kara bir leke.

•Sözleşmelerde karşıtlıklar: Kadına yönelik şiddetin yaygınlaştığı bir sırada Anayasa çiğnenerek İstanbul Sözleşmesi’nden çıkış ve Paris Anlaşması onaylandığı halde çevresel yağmaya devam, değerlere ve kurallara inançsızlığın tipik göstergeleri.

•Yönetsel karmaşa: Çift başlı yönetime hayır sloganı ile anayasal düzen yıkıldı. Ama dış ilişkileri Cumhurbaşkanı mı, Dışişleri Bakanı mı, Saray kurulları mı yoksa CB Sözcüsü mü yönetiyor? Belli değil.

•SA’ya gezi: Cumhurbaşkanı gezisi, “PBYDBY neden bir an önce sonlandırılmalı?” sorusunun da açık bir yanıtı. Parlamenter rejimde başbakan böyle bir dayatma gezi yapabilir miydi? Yaptığı varsayımında, dönüşünde Meclis’ten kaçabilir miydi? Seçimlere az kala, Türkiye Cumhuriyeti ve yurttaşları için onur kırıcı ve rencide edici gezi sonrası, tek amacı para girdisi olan gezi tasarılarını kestirmek zor değil. Kaşıkçı dosyasını para için katil devlete gönderme, CHP Lideri Kılıçdaroğlu’nun, “Türkiye’de can güvenliği yok” sözlerinin teyidi (doğrulanması) ve devletimizin uluslararası toplum önünde saygınlığını sıfırlayan bir durum.

•Gezi hıncı ve seçimler: Buna karşılık, hak ve özgürlüklerini kullanarak anayasal düzeni korumaya çalışan yurttaşların arkasında dış güçler aramak, artık bir AKP-MHP ittifakı klasiği. SA’ya gezi öncesi açıklanan ve Anayasa madde 138’i dinamitleyen Gezi kararlarını öven CB; üst yargıya gözdağı verdi. Gezi’yi dış güçlere bağlayarak halkı aşağıladı. Oysa Gezi, belli liderlerin çağrısı ile veya dış güçlerin tezgâhı ile gerçekleştirilmesi olanaksız kitlesel bir demokratik hareket. Avrupa Mahkemesi kararlarına meydan okumayı sürdürdü. 2023 seçimlerine yönelik şantaj malzemeleri üzerine ipuçları verdi.

•“Yurtta ve dünyada savaş”: Ulusal ve uluslararası ölçekte, çifte karşıt söylem, iktidar için savaş sloganı gibi. Aydınlanma Çağı’nın yaşandığı, hukuk devletinin ve insan haklarının doğduğu Batı’ya karşı sistematik hasmane söylem, kendi özgür tercihi ile kurumlarında, hukukunda ve değerler sisteminde yer alan Türkiye Cumhuriyeti karşıtlığı değil mi? Tam tersine, Taliban’a karşı pek yumuşak ve kibar bir dil Afrika, Orta Asya ve Orta-Doğu otoriter yönetimleri ve diktatörlere övgülerle sürüyor. Ulusal ölçekte ise laiklik-yurttaşlık ve özgürlük düşmanı cemaat ve vakıfları kollama ve dışarıda, dinci-otoriter yönetimlere yaklaşım tarzı arasındaki koşutluk açık. Demokratik cumhuriyetçilere yönelik ötekileştirici ve siyasal iktidarın serbest seçimler yoluyla eldeğiştirdiği devletlere yönelik olumsuz tavır arasındaki koşutluk da açık. Amaç belli: Seçimlerde demokratik cumhuriyetçielere karşı “dış güçlerle işbirliği” ithamını kullanıma sokmak.
***
Bütün bunlar, PBYDBY kurgusu ile kurul halinde yönetimi, siyasal sorumluluk ilkesini, demokratik denge ve denetim düzeneklerini tasfiyesinin bir sonucu. Bu nedenle işe, parlamentoculuğun temel kurum, kural ve ilkelerini yeniden inşa ile başlamak gerekiyor.

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – O4 Mayıs 2022

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

AYET

Bülent Arınç Gezi davasındaki adaletsizliği ayetlerle eleştirdi.

Yolun sonunu görüp cesarete geldi.

Sıkışınca kıvırtır…

SATIŞ

AKP Şanlıurfa Milletvekili Ahmet Akay’ın oğlu Hasan Akay’ın babasına ait TBMM araç kartını ‘‘borç karşılığında’’ bir başkasına verdiği ortaya çıktı.

AKP’liyse satar…

İMAM

RTE, ”Eğitimde altyapı eksikliğini giderdik, hem de 28 Şubat zihniyetinin yaptığı tahribatın izlerini ortadan kaldırdık”

Nasıl yaptılar; her okul İmam Hatip, her makamda imam

YALAN

RTE, ”Dolmabahçe Cami’sini hatırlayın. Bira kutularıyla oturan o müptezeller… “

Hatırlıyorum, bira içildiğini yalanlayan cami müezzini sürüldü…

BİRLİKTELİK

RTE, ”Hukuktan bir an olsun ayrılmadık.”

Hukuktan mı, emir eri hukukçulardan mı?..

ALGI

AKP Genel Başkanvekili Binali Yıldırım, Erzincan İliç’te bulunan altın madenindeki siyanür ve sülfürik asitin doğaya salınmasına karşı verilen mücadeleyi “algı operasyonu” sözleriyle hedef aldı.

Yıldırım “Birtakım küçük menfaatlerine halel gelenler ne yazık ki olumsuz propagandaları körüklüyorlar.” dedi.

Büyük çıkarlarla uğraşanlar gerçekle algıyı karıştırırlar…

SAVCI

Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesine ilişkin Cumhurbaşkanı Kararı’nın iptali istemiyle açılan davanın duruşması Danıştay’da yapıldı. Danıştay savcısı, çekilme kararının hukuka aykırı olduğunu açıkladı.

Herkesi biat ettiremezler…

TAHMİN

Merkez Bankası Başkanı Şahap Kavcıoğlu, 2022 yıl sonu enflasyon tahminini %23,2’den 42,8’e yükselttiklerini açıkladı.

Yaklaşık iki katı. Tahmin işte. Hesaba kitaba dayanması gerekmiyor!..

UMRE

Suudi Arabistan’da resmi ziyarette bulunan RTE ve beraberindeki Bakanlar Umre ziyaretinde bulundular.

Devletin / milletin parasıyla…

DURUM

Ekonomik durumunun iyi olduğunu söyleyen Bilal Erdoğan, ekonomik krizin Türkiye için bir fırsat olduğunu savundu.

Kime fırsat? (Hangi paralar babacım?)

HIRSIZLAR

Beştepe’deki Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda, Recep Tayyip Erdoğan’ın yurt içi gezilerinde çocuklara dağıttığı oyuncakların çalınarak, düşük fiyattan oyuncakçılara satıldığı ortaya çıktı.

Hırsızlar Beştepe’deki sarayda !..

KARAR

Cumhurbaşkanı RTE, bir İBB çalışanının teröristlerle fotoğrafı konusunda, “Bu fotoğraf bir delildir. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin bunun hesabını vermesi lazım.” dedi.

Avukat, savcı, yargıç …

SÜRÜNÜYOR

RTE davet üzerine gittiğini açıklamıştı. Suudi Arabistan’ın resmi medya kuruluşu Al-İkhbariya ise ziyaretin Erdoğan’ın isteği üzerine gerçekleştiğini aktardı.

Seviye yerlerde…

BİRAZCIK

RTE işçilere seslendiği konuşmasında “Hayat pahalılığı sebebiyle alım gücümüz bir parça düşmüş olabilir “

Yok canıııım, kim demiş onu. Avrupalılardan iyiyiz!..

YANINDA

RTE,”Her zaman olduğu gibi bundan sonra da işçilerin yanındayız”

  1. Soma’da olduğu gibi mi?
  2. Tekmeci Yerkel de destekte mi?
  3. Taksim’de polis dayağı ile gözaltına alınan 188 işçi ile

2021 yılında iş kazalarında ölen 2170 işçi de kapsamda mı?…

SORUŞTUR-MA

Ankara BŞB Bşk. Yavaş diyor ki; ”Aleyhimize olan şikayetler için koştura koştura müfettiş gönderen İçişleri Bakanlığı belgeli (80 yolsuzluk dosyası) şikayetlerimize işlem yapmıyor.”

Yolsuz bizdense soruştur-ma…

APTAL

Türkiye’nin Rus turistleri kabul etmesini “olacak şey değil” diye eleştiren Zelensky için Şamil Tayyar, ”aptal komedyen” dedi.

Yani…

DANGALAK

AKP Grup Başkanvekili Bülent Turan “2023 seçimi, Çanakkale köprüsünü yapanlarla köprüyü polemik konusu yapan dangalaklar arasında olacak.”

Dangalak sizce kim?…
****

ÖZLÜ SÖZLER

Tanrıya inanan adam olmak kolay, asıl zorluk, Tanrının inanacağı insan olmakta.
Albert Einstein

SORUYORUM                                :

  • 128 milyar Dolar nerede?
  • 20 Aralık 2021 gecesi döviz bozdurarak vatandaşın sırtından vurgun yapanlar ve bunlara bilgi sızdıranlar kimdir?
  • Bakan Ruhsar Pekcan ve öbür bakanların/yakınlarının devlete mal satmasının (hem de bozuk malı ve fahiş fiyatla) soruşturulması neden engellendi?
  • Sedat Peker’in suçlamaları kamuoyunda karşılık bulmasına karşın niçin araştırılmıyor? Uyuşturucu kaçakçılığının üzerine neden gidilmiyor?
  • Orman yangınlarının nedenleri ve ihmali olanların soruşturulması TBMM’nde neden engellendi?
  • Yurt dışına para aktararak vergi kaçıranlardan hesap sorulmayacak mı? Yasal engel çıkarılmayacak mı?..
  • CHP’li belediyelerin halka hizmet götürmesi neden engelleniyor?..

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Sunay Akın / Bir Çift Ayakkabı

Samsun’da spor malzemeleri satan bir mağazadan içeri giren 24 genç insan, 24 çift beyaz renkli lastik ayakkabı satın alırlar. Kente otobüsle, sabah 08:30’da gelmiş olmalarına rağmen, aynı gün yürüyerek, ayrılırlar
Samsun’dan, ayakkabıları gibi yüreklerinde taşıdıkları bembeyaz umutlarla..
Ankara yolunda yürüyen kafilenin en önünde ay yıldızlı bayrak taşınırken, arkasındaki pankartta şunlar yazılıdır :

“Tam Bağımsız Türkiye İçin Mustafa Kemal Yürüyüşü”

Gençler, 20 Ekim 1968 günü başlattıkları yürüyüş gerekçesini şöyle açıklarlar :

  • ”Biz Mustafa Kemal gençliği olarak, Türkiye’nin istiklalinin zedelendiğini, elden gittiğini görüyoruz. Onun için atılması gereken devrimci adımın ‘İstiklali tam Türkiye’ için olacağına, gerçekleştirilmesi gereken ilk amacın ‘Tam Bağımsız Türkiye’ olduğuna inanıyoruz.”

Akşama doğru, yürüyüşün 20. kilometresinde polis tarafından durdurulurlar.
Ertesi gün, izinsiz gösteri ve yürüyüş yapmaktan gözaltına alınan gençler mahkemeye çıkarılır. Duruşma esnasında aralarından biri, “Burada yargılanan biz değil, Gazi Mustafa Kemal’dir” deyince, yargıç oturduğu kürsüden, hepsinin yüreklerine su serpen ve ülkede “Bağımsızlık” rüzgarının engellenemediğini dile getiren şu karşılığı verir :

  • “Burada bütün hakimlik sıfatımı ve titrimi bir kenara bırakarak şunu belirtmek isterim ki, Türkiye’de hiçbir mahkemenin Atatürk’ü yargılamaya gücü ve yetkisi yoktur.”

1 Kasım 1968’de serbest bırakılan gençler, yürüyüşlerini Ankara’ya doğru, türküler ve marşlar eşliğinde sürdürürler. Yürüyüş esnasında tutulan günlükte, en büyük destekçileri olarak öğretmenleri gördüklerini yazarlar.

Yolda, uğradığımız her yerde öğretmenlerden büyük ilgi gördük. Bu yürüyüş karşısında, Türk öğretmenlerinin ve aydınlarının tutumu milliyetçi nitelikteydi. Hareketin başarıya ulaşması için ellerinden gelen fedakarlığı gösterdiler. Atatürkçü ve laik Türkiye Cumhuriyeti‘nin en etkin kuvveti olan öğretmen tabakasının, Türkiye’deki ilerici güçler arasında önemli bir yeri vardır. Bu niteliğiyle öğretmenler, memleketimizde bazı çıkarcı çevrelerle sık sık çatışmak zorunda kalırlar. Zira asla karşı devrimden yana değildirler. Sonuna dek laik, demokratik, bağımsız Türkiye mücadelesinin içindedirler.

3 Kasım günü Alaca’ya ulaşan gençler, kasabaya dikilecek Atatürk heykeline karşı gösteri yapanların tehdidine aldırmadan, büstün dikileceği yere taş taşırlar..
7 Kasım günü Aşık Nesimi çıkar karşılarına ve sazıyla onlara deyişler okur..

Yürüyüş boyunca katılanlarla sayıları üç yüze ulaşan gençlerin Ankara’ya 10 Kasım günü girip, Anıtkabir’de saygı duruşu yapmaları istenmez.
Amaçları olay çıkarmak olmayan gençler dağılırlar ve 10 Kasım günü, ikişerli üçerli gruplar halinde gelerek Anıtkabir’de toplanırlar.
10 Kasım 1968’de ziyaretçi defterine şunlar yazılır :

  • ”Amerikan emperyalizmine karşı 2. milli kurtuluş savaşımız yok edilemez. Onu yok etmek için bütün Türk milletini yok etmek gerekir.
    İmza : Tam Bağımsız Türkiye İçin Mustafa Kemal Yürüyüşçüleri.”

O gençlerden biri olan Deniz Gezmiş‘i, 6 Mayıs 1972 günü, saat 01:25’te, Ankara Ulucanlar Cezaevi’nin avlusunda asarlar..
Darağacına çıkmadan önce görevliye şöyle seslenir :

  • “Postallarımın bağlarını bile bağlamaya vakit bırakmadan beni apar topar buraya getirdiler. Postallar bu haliyle sehpada ayağımdan düşecek. Düşmelerini istemiyorum. Onları bağla da düşmesinler.”

Görevli, Deniz Gezmiş’in hayattaki son isteğini yerine getirir ve önünde eğilerek postallarının bağcıklarını bağlar.
Deniz Gezmiş, birkaç dakika sonra “Bağımsızlık” tutkunlarının yüreğinde dünya döndükçe sürecek olan büyük yürüyüşüne hazırdır !..

Deniz Gezmiş’den sonra aynı darağacında Yusuf Aslan katledilir.
Sırada Hüseyin İnan vardır. Düşünce suçlusu genç adam, asılmadan önce avukatı Halit Çelenk’ten, yüzünden hiç eksik olmayan gülümsemesiyle şu ricada bulunur :

  • “Babam yarın ayağımdaki bu lastik ayakkabıları görünce, oğlumun doğru dürüst bir ayakkabısı yokmuş diye üzülecek. Ayakkabımı bile giyemeden beni apar topar buraya getirdiler. Babama söyleyin, ayakkabım yoktur diye üzülmesin. Ayakkabılarım cezaevinde kaldı. Onlara hediyem olsun.”

Üç gencin ölüm infaz tutanağındaki son nokta şöyledir :

  • “Cesetler bilahare Ankara Belediyesi Mezarlıklar Müdürlüğü’ne teslim edildi.”

İnfazın olduğu gün, Ankara Kızılay Meydanı’nda öğleye doğru bir genç kız, iki polis tarafından yakalanarak mahkemeye çıkarılır. Genç kızın suçu, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan‘ın mezarlarına yapacağı ziyaret için kır çiçekleri satın almaktır !..

Yine aynı gün, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nden bir genç kız tutuklanır. Suçu, asılanlar için ağlamak, arkalarından gözyaşı dökmektir..

Birileri korkuyordu.. Çünkü biliyorlardı ki tarih, kendi yaşamlarının sonu için geçerli olacak “ceset” tanımına asla o 3 Devrimciyi sığdıramayacaktır…

Sunay Akın / Bir Çift Ayakkabı

DSÖ : 2020-21’de 15 Milyon İnsan Kovit-19’dan öldü!

DSÖ açıkladı: Covid-19 ile ilişkili ölüm sayısı belli oldu

  • Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), 2020 ve 2021’de görülen yaklaşık 15 milyon can yitiğinin Covid-19 ile doğrudan veya dolaylı bağlantısı olduğunu açıkladı.

https://www.who.int/news/item/05-05-2022-14.9-million-excess-deaths-were-associated-with-the-covid-19-pandemic-in-2020-and-2021 05 Mayıs 2022

DSÖ : 2020-21’de 14,9 Milyon İnsan Kovit-19’dan öldü!

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

İlk paragraf : New estimates from the World Health Organization (WHO) show that the full death toll associated directly or indirectly with the COVID-19 pandemic (described as “excess mortality”) between 1 January 2020 and 31 December 2021 was approximately 14.9 million (range 13.3 million to 16.6 million).  

DSÖ’den yapılan basın açıklamasında, son 2 yılda Covid-19 nedenli ‘ek / fazladan ölüm sayısı‘ Epidemiyolojik kestiriminin sonuçları paylaşıldı.

Ek / fazladan ölüm sayısının, doğrudan Covid-19 kaynaklı ölümlerin yanı sıra virüsün sağlık sistemi ve topluma olumsuz etkilerinden ötürü ağırlaşan veya sağaltımı zorlaşan hastalıklardan kaynaklanan ölümlerin de katılması ile hesaplandığı bildirildi.

Hesaplamaya göre, 1 Ocak 2020’den 31 Aralık 2021’e dek dünya genelinde Kovid-19, doğrudan ve dolaylı olarak toplam 13,3 milyon ile 16,6 milyon arasında ek / fazladan ölüme yol açtı.

ÖLÜMLERİN % 68’İ SALT 10 ÜLKEDE

Ek ölümlerin %84’ü DSÖ’nün Güneydoğu Asya, Avrupa ve Amerika bölgelerinde saptanırken, toplam can yitiği sayısının %68’i yalnızca 10 ülkede görüldü.

Toplam ek ölümlerin % 81’ini orta gelirli, % 4’ünü düşük ve % 15’ini yüksek gelirli ülkeler oluşturdu.

Can kayıplarının cinsiyet dağılımında erkekler toplam sayının %57’sine, kadınlar ise %43’üne tekabül etti. (AS: karşılık geldi.. Cumhuriyet neden böyle okkalı Arapça kullanmayı sürdürüyor, kezlerce uyarmamız ve rica etmemiz karşın?? Bir kez daha yewtkililerden rica ettik..)

ÜYE ÜLKELER NİTELİKLİ SAĞLIK SİSTEMİNE YATIRIM YAPMALI

Açıklamada ifadelerine yer verilen DSÖ Genel Direktörü Dr. Tedros Adhanom Ghebreyesus, bu çarpıcı verilerin küresel salgının etkisini açıkça gösterdiğini vurgulayarak,

  • Üye ülkelerin, kriz zamanlarında temel sağlık hizmetlerini sürdürebilecek nitelikli sağlık sistemine yatırım yapmaları gerekmektedir” vurgusu yaptı.

Ghebreyesus, sağlık sistemlerinin güçlendirilmesi konusunda DSÖ’nün üye ülkelere desteğini sürdürmekte kararlı olduğunu vurguladı.
======================================

Dostlar,

  • AKP = RTE;Bırakınız hasta olsunlar, 1. Basamağı / Temel Sağlık Hizmetlerini boşverin, nasılsa Şehir Hastanelerimiz var, orada göğüsleriz… “ dedi!

Dünya alem bizi kıskandı, kıskanıyor, hamdolsun, salgını RTE’nin eşsiz önderliğinde (!!) dünya alemden çoook önce süpürdük istatistiklerin altına, gerçek dışı sayıların ardına (!!??)

Salgın 2019’ın son günlerinde Çin’de başladı. Çin hızla DSÖ’ne (Dünya Sağlık Örgütü) bildirim yaptı. 31 Ocak 2020’de DSÖ, “Bu bir kürsel salgındır / pandemidir!” alarmı verdi.

Türkiye salgını 11 Mart 2020’de, 2,5 ay geciktirme ile kabul etti, ilk olgusunu Bakan Dr. Koca’nın ağzından duyurdu.

TÜİK verileriyle 2020’de (9,5 ayda) yaklaşık 21 bin, 2022’de 60 bin Kovit-19 ölümü kayda girdi. Dolaylı ölümler kovit-19 ölümü olarak raporlanmadı.. Toplam 81 bin diyelim.

DSÖ Halk Sağlığı / Epidemiyoloji uzmanlarının bilimsel kestiriminde 2 yıl için 14,9 milyon fazladan / ek / Kovit-19 ölümü hesaplandı. Bu yaklaşım Türkiye’ye uyarlanırsa :

31 Aralık 2021 günü sonu Dünyada toplam kovit-19 ölüm sayısı “resmen” 5,479,479’dur. Bu sayı, üye 190’ı aşkın ülkeden DSÖ’ne hükümetlerce bildirilenleriin toplamıdır. Kestirilen sayı ise 14,9 milyon olarak verildi (https://www.who.int/news/item/05-05-2022-14.9-million-excess-deaths-were-associated-with-the-covid-19-pandemic-in-2020-and-2021, 5.6.22).

5,479,479 / 14,900,000 = %36,78..
Veya 14,900,000 / 5,479,479 = 2,72

Demek ki Dünya genelinde her 100 kovit-19 ölümünün 37’si kayda girmiş, kalan 63’ü kayıt dışı kalmıştır. Kayda alınabilen ile kestirilen geçekleşen arasındaki katsayı 2,72’dir.
Türkiye’de aynı dönem için resmen açıklanan 81 bin kovit-19 ölümünün de gerçeğin %37’si olduğu varsayılır ise,

81,000 x 2,72 = 220,320 verisine ulaşılır.

Biz, salt 2020 için, “Türkiye’ye özgü olarak TÜİK nüfus (doğum, ölüm) istatistiklerinden kalkarak257 bin fazladan ölüm hesaplamıştık (http://ahmetsaltik.net/tag/kovit-olumu/ ve https://www.sozcu.com.tr/2021/yazarlar/ugur-dundar/salgini-yonetemeyen-iktidar-olum-sayilarinda-yalan-mi-soyluyor-6763675/). 2021 için henüz bu hesabı yapmadık.. TÜİK hem 2020 hem de 2021 ölüm istatistiklerini hala yayınla(ya)madı / yayınlamasına yüksek tepelerden izin çıkmadı.

Bizim hesabımızın Türkiye açısından daha yerinde (isabetli) olduğu söylenebilir, çünkü DSÖ kestirimi, Dünya geneli için çok daha genel kabullere dayalıdır. TTB (Türk Tabipleri Birliği) uzmanlarının kestirimleri bizden çok eksik olmakla birlikte, DSÖ öngörüsünün de gerisinde.

2021’de ülkemizde resmen toplam 60 bin kovit-19 ölümü açıklandı.

60,000 x 2,72 = 163,200 toplam kovit ölümü; 2021, Türkiye!

2020’de 21,000 x 2,72 = 57,120 ve 2021’de 163,200 toplamı : 220,320!

2022’de ise ilk 4 ay sonunda 20 bin kovit-19 ölümü resmen kayda girdi.

Beklenen ise, DSÖ uzmanlarının hesaplarından elde ettiğimiz 2,72 katsayısı ile çarpılırsa,

20,000 x 2,72 = 54,400!

  • 11 Mart 2020 – 30 Nisan 2022 Türkiye’de kestirilen kovit-19 ölümleri toplam 274,720!
    (2019’da Türkiye’de toplam 440 bin ölüm kayda alındı)
  • Açıklanan ise çok yaklaşık yüz bin. Kabaca her 3 ölümden 1’i resmen açıklandı Türkiye’de!

Tıpkı TÜİK’in enflasyon, işsizlik, ulusal gelir (GSMH).. hesaplarında olduğu gibi..

Şimdiden not düşmüş olalım..
Turp” (üzgünüz; gerçek ölüm sayıları..) öylesine büyük ki, heybelere sığmıyor. 2022 Haziran’ın son haftasında TÜİK, ölüm verilerini açıklar mı acaba?? Yasal görevi!

AKP = RTE = Parti devleti totaliter rejimi işte böyle bir şey..

Nerdeeen nereye.. Bu iktidar sürerse birkaç yıl sonra nasıl bir Türkiye hayal ediyorsunuz? Ülke ve ulus bütünülüğümüzü hala sürdürüyor olabilir miyiz sizce?

Salgını iyi / bilimsel yönet(e)meziniz, insanlarınızın yaşam hakkını bile koru(ya)mazsınız, yine de gerçek verileri saklayarak “..Hamdolsun, salgında da Dünyadan çok başarılıyız… aşı bile geliştirdik..” masalları anlatırsınız! Bu hazin, yüz kızartıcı tablodan BİLE politik başarı öyküsü yazmaya kalkarsınız! Oysa siyasal ömrünüz bitti, artık yazacak öykünüz – masalınız kalmadı!

Eyyyyyyyyy yurdum insanı!
Uyan artık derin gaflet uykusundan! Bir tür kan uykusu bu, ölüme yatıyorsun..

Eyy “Biliim Kurulu” üyeleri meslektaşlarım, öğrencilerim.. Vicdanınız rahat mı? Hekimlik etiği değerlerini nereye koydunuz?  Gerçekten uyuyabiliyor musunuz? Hipokrat yemininize ne oldu sahi; retrograt amnezi mi dediniz?! Bir de; malvarlığınızı (son 2,5 yıldaki değişimi) açıklayabilir misiniz; şaibeler giderilsin..

Sevgi ve saygı ile. 06 Mayıs 2022, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
​Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (​Mülkiye​)​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik    

 

 

 

Dr. Serdar Koç Şiiri : Mavi Mayıs Ayında..

ŞİİR KÖŞESİ..

Denizlerin saygın anısına,
50 yıldır tükenmeyen acı ile…

Sözcüklere dans ettiren hekim bir şair: Serdar Koç

 

Dr. Serdar Koç

MAVİ MAYIS AYINDA

(AS: Bizim katkımız yazının altında..)

 

mavi mayıs ayında
bir ala şafak vakti
üç kiraz koptu daldan
üç kiraz koparıldı

ağladı uykusunda
üç yaşında bir bebe
üç acı rüya gördü
rüyası acılandı

gül goncası ağladı
nar çiçeği ağladı
kiraz dalı ağladı
mavi mayıs ağladı

nazlı bebe ağlama
nazlı yârim ağlama
nazlı anam ağlama
ağlama kiraz dalı

göz yaşı ayaklandı
acılar ayaklandı
öfkeler ayaklandı
sevdalar ayaklandı

tarihin çöplüğünde
kirli bir cesetsiniz
kara zulüm beyleri
kara zulüm beyleri

boşuna bunca yasa
bunca yasak boşuna
gelen özgürlük çağı
gelen özgürlük çağı

nar çiçeği gonca gül
kan kirazı tadında
aşığım dolu dizgin
mavi mayıs ayında

Serdar Koç (TEMMUZ AYAZI, Ağustos 2000, Gelenek Yayınları)

  • Yarım yüzyıldır acısı yüreğimizin kuytularında.
  • Sorumlularını kıyamate dek lanetliyoruz..

Onlar ki;

  • Aramızda olmayan bedenleri ile bile Anadolu Aydınlanmasına, Mustafa Kemal‘in görkemli önderliğinde mazlum Anadolu halkının / Türk Ulusunun devrimlerine ışık tutmayı, hatta onları harlamayı sürdürüyor.

Onlar ki;

  • Haklarını ödeyemeceğimiz saygın ve sevgin (aziz) kavgaları önünde saygıyla eğilmeyi hak ediyor.

    Yaşayan ölülere, “Kavga” nın dışına yaşarken savrulanlara örnek ve güdü (motivasyon) olsun!

  • Aşk olsun 3 Fidan, aşk olsun 3 yiğit Kemalist Anadolu Aydınlanmacısı devrimciye..

Sevgi ve saygı ile. 06 Mayıs 2022, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
ADD Bilim Kurulu 2. Başk.
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Uzmanı
​Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (​Mülkiye​)​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik