Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

26 Ağustos – 9 Eylül 1922 Döneminin Yakın Tarihimizdeki Yeri..

Söyleşi : 26 Ağustos – 9 Eylül 1922 Döneminin Yakın Tarihimizdeki Yeri..

Dostlar,

3 yıl önceki kapsamlı söyleşimizi, güncelliğini koruduğu için yeniden yayınlıyoruz.
Söyleşi fırsatı veren Sn. Mustafa Aydınlı’ya ve yayınlayan Çorlu DEVRİM Gazetesine teşekkür ederiz.

Büyük Zafer 100 yaşında! Ne denli övünsek yeridir..

Başkumandan, Mareşal Gazi Mustafa Kemal Paşa başta olmak üzere tüm komutanlara, subaylara, erlere, sivil kahramanlara, şehitlerimize, merhum gazilerimize minnet ve şükranımızı ödemenin tek 1 koşulu var :

Büyük Zaferin kazanımlarını sonsuza dek korumak..
Aksi açıkça GAFLET + DALALET + İHANETTİR!

Sevgi ve saygı ile. 26 Ağustos 2022, Tekirdağ

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
Hekim, Hukukçu-​Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (​Mülkiye​)​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik    

******

Sorular : Mustafa AYDINLI, E. Öğretmen – Yazar

Yanıtlar : Prof. Dr. Ahmet Saltık, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi
ve Mülkiyeliler Birliği Üyesi (Ankara Üniversitesi SBF – Mülkiye mezunu)
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Mustafa AYDINLI : 26 Ağustos 1922’nin 95. yılındayız.. Nedir esprisi bu tarihin?

Çorlu Devrim Gazetesi
adına size soralım.. (5-6 Eylül 2017 günlerinde yayınlandı)

Prof. SALTIK : Alpaslan’ın ordusunda sağ kanat komutası, bizim ailemiz – soyumuz olan Saltukoğulları’nda idi. Romen Diyojen komutasındaki Bizans orduları yenilerek Anadolu kapıları açıldıktan sonra Alpaslan, Saltukoğullarını Erzurum yöresinde bıraktı ve arka cepheyi onlara emanet etti (1071).

Ertesi yıl (1072’de) Erzurum’da Saltukoğulları Beyliği – Devleti kuruldu ve Anadolu içlerine ilerleyen Alpaslan ordularına arkadan askeri koruma sağladı. Bu Beylik – Devlet 130 yıl yaşayarak 1202’de Büyük Selçuklu Devleti saldırıları ile yıkıldı ve Anadolu’daki dağınık Beylikler düzeni 1299’da Osmanoğulları Beyliğinin öncülüğü ile birleşerek devletleşmeye yöneldi.

Evet, tam 95 yıl önce 26 Ağustos sabahı, Afyon Ovasında cehennem gibi bir savunma savaşı başlatılmıştı. Dönemin dünya hegemonu İngiltere (günümüzde ABD… yarın hangi ülkeler??), Yunanistan’a Batı Anadolu’yu vaadetmişti. Böylelikle, Megali İdea denen Büyük İdeal gerçekleşecek, Ege bir Yunan iç denizi olacak ve yüzyılların hülyası Büyük İyonya yeniden kurulmuş olacaktı. 1830’lara dek yaklaşık 400 yıl Osmanlı valileriyle yönetilen Yunanlar, bölüşülen Osmanlı İmparatorluğu topraklarından önemli bir pay kapacaklardı. Böylesine tarihsel fırsatlar ender düşerdi. Dolayısıyla uğruna neler feda edilmezdi ki! O zamanki nüfuslarına göre (1930-34 döneminde 6,5 milyon nüfus!) çok ciddi bir rakam olan 250 bin kişilik ordu hazırlayıp 15 Mayıs 1919’da İzmir’i işgal ettiler. Ağababaları İngiltere silah ve mühimmat da satacaktı kendilerine.. İşgal Batı Anadolu’da yayıldı. 1921 yazında Polatlı’ya dek uzandı. Bir de Trabzon tarafında Rum Pontus devleti kurulacaktı ki, Kral Venizelos yönetimindeki Yunanlar için Zeus ve yardımcısı Tanrılar seferber olmuştu adeta!

O Venizelos ki, 1934’te T.C. Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal ATATÜRK’ü NOBEL Barış Ödülüne aday gösterecek denli uygardı..

Mustafa AYDINLI : AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan neden Afyon’a – Dumlupınar’a gitmedi de Malazgirt’e gitti 26 Ağustos günü?

Prof. SALTIK : Erdoğan’ın, 95 yıl öncesinin yakın tarihi dururken, çok kanlı savunma savaşı verdiğimiz Afyon Ovası’na, Dumlupınar’a.. gitmek varken, bin yıl öncesine adeta mistik bir referans ile kalkıp Malazgirt’e gitmesi pek çok bakımdan sığ siyaset kokuyor. Oysa Mustafa Kemal Paşa Büyük Taarruzu başlatmak için 26 Ağustos gününü (1922) bilerek seçmişti. Malazgirt zaferi 1071’de o gün kazanılmış ve Anadolu yurt tutulmuş, giderek vatan yapılmıştı. 1200’lü yıllardan başlayarak da Batılı tarih kaynakları – uzmanları Anadolu için Turchia” demeye başlamışlardı : Türk yurdu!

Erdoğan vb. nin çok öykündüğü Osmanlı Devleti ise, 621 yıllık yaşamının ardından 10 Ağustos 1920’de Sevr Anlaşması ile tarihin mezarlığına yollandığında, Ön Türkleri (Poto Turcs) bir yana koyarsak[1], bin yıllık Yurt da yeniden Batı emperyalizminin eline, Diyojen’in torunlarının işgaline geçiyordu! Son Padişah Vahdettin Sevr’e onay vermiş, Anlaşmaya resmen imza konmuştu.

Açıkçası Sevr, Alpaslan’ın 26 Ağustos 1071 Malazgirt utkusunun (zaferinin) rövanşı idi;
Batılılarca yaklaşık bin yıl sonra alınan! Mustafa Kemal Paşa bu tarih bilinciyle, yüreği yangın yeri; Bin yıllık Malazgirt zaferinin rövanşını Batı emperyalizmine kaptırmamak için 26 Ağustos gününü seçmişti Büyük Taarruz için (1922)!

Mustafa AYDINLI : Sayın Erdoğan’a ne söylemek istersiniz bu bağlamda ?

Prof. SALTIK : Senin Cumhurbaşkanı olduğun devlet 26 – 30 Ağustos 1922 zaferi ile kuruldu, 1071 ile değil. Önce T.C. kurucusu Mustafa Kemal ATATÜRK‘e tarihsel saygını – vefanı göstereceksin. Ama AKP = RTE, Mustafa Kemal Paşa’ya 1934’te TBMM tarafından Soyadı Yasasıyla verilen yasal soyadını bile bir türlü kullanmıyor! ATATÜRK demeye dilinin ucu ile bile asla yanaş(a)mıyor!

Kalkıp Diyarbakır’da 1 Nisan 2017’de 1 Nisan şakası yaparcasına (!) Kürt kökenli yurttaşların çoğunlukta olduğu bölgede, acı veren bir siyasal opportünizm örneği olarak ‘‘Tek millet” diyor ama dönüp ‘‘.. bakın Türk demiyorum..’‘ diye vurgulayarak açık etnik duygu sömürüsü yapıyor.. (http://ahmetsaltik.net/2017/04/02/pamukoglu-hayir-onde-yuzlerinden-belli/)

Malazgirt meydanında şu veya bu bildik yöntemlerle toplanan kalabalığın Erdoğan dahil ne kadarı bu yalın tarihsel gerçekleri biliyor? Her yer İHO – İHL yapıldı.. Çocuklar doğru dürüst tarih mi okuyabiliyor?? Tabii böylelikle kitleleri meydanlara toplamak da kolay, yüksek dozda hamaset ile beyinlerini yıkamak da.. Kurgulanan da tam da bu korkarız, galiba değil; korkarız! Yaaa, işte böyle AKP Genel Başkanı Erdoğan… Şimdi danışmanları haşlama – ayıklama zamanı! Çıplak gerçek çok daha ağır ve olduğu gibi yazılmalı, not düşelim :

  • Tarihi çarpıtarak gerçekte kitlelerin beyin iğfalidir; 26 Ağustos 2017’de Malazgirt’te yapılan..
  • Siyaseten! Neciiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiip mi necip milletimize armağan, yapanlara da afiyet olsun!

Mustafa AYDINLI : Büyük Taarruz nasıl yürütüldü ve sonuçları neler oldu?

Prof. SALTIK : Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa savunma savaşını fiilen cephede yönettiği için, Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa (İNÖNÜ) bu savaşa “Başkumandan Muharebesi” adını verdi. Mustafa Kemal Paşa, 04 Ekim 1922’de TBMM’de Büyük Taarruz’u anlattığı konuşmasında, bir yıl önce Başkomutan atanırken söz verdiği gibi “Yunan Ordusunun harimi ismetimizde tamamen boğulduğunu” açıkladı. 1922 Büyük Taarruz ise Türklerin Anadolu’da yeniden tutunmalarını sağladı.

Büyük Taarruz bir “mevzi” savaşı değil, “düşmanı imha” savaşıdır, “topyekûn” bir savaştır. Mustafa Kemal Paşa, Büyük Taarruz’la, yenilmiş – dağıtılmış – silahları elinden alınmış – subayları tutsak edilmiş bir orduyu baştan kurarak Batı emperyalizmine karşı ilk kez, Çanakkale savunmasını da katarsak 2. kez büyük bir utku kazandı. Ordularına ”Hat’tı savunma yok; sathı (vatan yüzeyini) savunma var; o satıh tüm vatandır!’’ diyerek dünya askerlik tarihinde örneği olmayan emirler verdi. Büyük Taarruz’u tarihte benzersiz kılan, bu özellikleridir; tüm mazlum uluslara örnek olmuş, bağımsızlık savaşımlarında güç ve esin kaynağı, güdülenme (motivasyon) sağlamıştır.

Sakarya Meydan Savaşı ile Mustafa Kemal Paşa’nın komutasındaki Türk Orduları stratejik bir başarı sağlamışlardı. 22 gün – 22 gece süren Sakarya Meydan Savaşı ve onu izleyen başarıların gerçek anlamını kavrayabilmek için bu gelişmeleri ulusal sınırları aşan ölçekle değerlendirmek gerekir. Emperyalizme karşı sıcak savaşta kazanılan bu tarihin 2. büyük kara zaferi ile (ilki Çanakkale deniz ve Gelibolu kara savunması – 1915), sömürülen tüm doğu halkları, Mustafa Kemal’de bir öncülük, bir gün bağımsızlığa açılacak olan girişimin, bağımsızlık güllerinin ışıklarını görüyorlardı.

Falih Rıfkı Atay Çankaya adlı kitabında şunları kaydetmişti (syf. 363):

  • “Nemiz varsa; bağımsız bir devlet kurmuşsak, hür vatandaş olmuşsak, şerefli insanlar gibi dolaşıyorsak, yurdumuzu Batı’nın, vicdanımızı Doğu’nun pençesinden kurtarmışsak,
    şu denizlere bizim diye bakıyor, bu topraklarda ana bağrının sıcağını duyuyorsak,
    belki nefes alıyorsak; hepsini, her şeyi 30 Ağustos Zaferi’ne borçluyuz.”

Mustafa AYDINLI : 9 Eylül’e uzanan süreç? ?

Prof. SALTIK : Sakarya Meydan Savaşı’ndan yaklaşık 13 ay sonra, 95 yıl önce 26 Ağustos 1922 sabahı, şafak atarken bu kez yine Mustafa Kemal Paşa komutasındaki Türk ordusu, Sakarya’dakinin dört katı dolayında asker ve çok daha güçlü lojistik destek ile, cehennem gibi top atışlarıyla, işgal ettikleri Türk yurdunu Yunan askerlerine cehennem etmeye başlamıştı. Öylesine berkitilmiş (müstahkem) askeri mevziler yapmışlardı ki Yunanlar; kolay kolay 6 aydan önce hiçbir saldırı çökertemezdi. Ne var ki yalnızca 4-5 gün dayanabildiler. 30 Ağustos günü arkalarını dönmüş, her yeri yaka – yıka Afyon ovasından Ege’ye doğru kaçmaya başlamışlardı. Ordu komutanı general Nikolaos Trikupis bile tutsaktı ve Mustafa Kemal Paşa’nın çadırında konuk edilmiş, kahve ikram edilmiş, kılıcı dahi alınmamıştı. Atina’daki başkomutan Hacı Anesti öfke bunalımlarındaydı. General Trikupis, ölene dek her yıl 10 Kasım’da Mustafa Kemal Atatürk’ün Selanik’te doğduğu eve giderek saygı duruşunda bulundu.

Büyük Taarruz sürdürüldü ve kaçabilen Yunan birlikleri 9 Eylül 1922 günü İzmir’de denize döküldüler. O gün, salt Türkiye ve biz Türkler için değil, dünya tarihi açısından da bir dönemeçtir. Hem bizim hem Yunanların (Yunanların değil!), hem de emperyalizmin sömürgesi mazlum uluslar için bağımsızlık savaşımı meşaleleri yakılmıştır.

Başta Başkomutan Mareşal Gazi Mustafa Kemal Paşa olmak üzere, utkuda (zaferde) belirleyici işlev gören Fahrettin Altay paşa ve süvarilerine, emeği geçen her-ke-se, şehit ve merhum gazilerimize vefa borcumuzu ödeyebilmenin tek 1 yolu var.. Atatürk’ün belirttiği gibi Türk Ordusunun utkusuyla (zaferiyle) sonuçlanan Büyük Taarruzdaki temel amaç, yalnızca düşmanı yenmek değil;

  • Kayıtsız şartsız bağımsız yeni bir Türk devleti kurmak” olduğuna göre,

Türkiye Cumhuriyeti Devletimizi ”kayıtsız şartsız bağımsız” bir Devlet olarak sonsuza dek hep ilerleme içinde yaşatmak, çağdaş uygarlık düzeyinin ötesine taşımak, hepimizin tarihsel borcudur! Gerisi hamasi söylevler, boş laflardır.

Mustafa AYDINLI : Son olarak eklemek istediğiniz?
Prof. SALTIK : Büyük yurtsever ozanımız Nazım Hikmet’in (RAN) dillere destan Kuvayı Milliye destanından bir alıntı yapmadan olmaz…

Dağlarda tek tek ateşler yanıyordu.
Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki
şayak kalpaklı adam
nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden
güzel, rahat günlere inanıyordu
ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında,
birdenbire beş adım sağında O’nu gördü.
Paşalar O‘nun arkasındaydılar.
O, saati sordu.
Paşalar: “Üç” dediler.
Sarışın bir kurda benziyordu.
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
Yürüdü uçurumun başına kadar,
eğildi, durdu.
Bıraksalar
ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak
ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
Kocatepe’den Afyon Ovası’na atlayacaktı.

Reis ”..solcular vatansever olamaz…” buyurmuş.. Yukarıdaki dizeler vatan aşkı dışında hangi duygularla yazılabilir? Nazım Hikmet’in vatan aşkını sorgulamak hiç kimsenin haddi değildir. Ağzına ”Türk” sözcüğünü almaksızın, özellikle ”… bakın Türk demiyorum!” dahi diyebilen ülkemiz yöneticileri (http://ahmetsaltik.net/2017/04/02/pamukoglu-hayir-onde-yuzlerinden-belli/) Hacca da gitseler ihramlara bürünerek, 26 Ağustos’larda Malazgirt’e de gitseler, 26 Ağustos’un ruhu ile barışık olmadıklarını yadsıyamazlar; bu çok vefasızca, hatta utandırıcıdır. Türk Ulusu böylesine bir aşağılanmaya asla yaraşır olmadığı gibi, kabul de etmeyecektir..

Mustafa Kemal Paşa‘nın kurduğu bu devlette, demokratik cumhuriyetin nimetleriyle ATATÜRK‘ün koltuğunda oturan Erdoğan’ı bu davranışları nedeniyle esefle karşılıyoruz, kendisini tarihsel gerçeklerimize saygılı olmaya, insafa ve vefaya çağırıyoruz.

Büyük Atatürk’ün demesiyle;

  • “Amacımız ulusal sınırlarımız içinde toprak bütünlüğümüzü,
    aynı zamanda da tam egemenliğimizi elde etmektir.
    Bizi bu amaçtan alıkoyacak herhangi bir güce karşı savaşacağız.”

Ulusal kurtuluş savaşımının önderi, düşmanı salt askeri olarak yenmenin yetmeyeceğini, Osmanlı İmparatorluğu deneyiminden ötürü çok iyi biliyordu. Askeri alanda öngörülen taktik ve stratejik planların siyasal alanda da uygulanması gerektiğinin bilincindeydi. 1. Dünya Paylaşım Savaşının yenileni (mağlubu) 4 devletten salt Türkiye, kendine yengin (galip) devletlerin zorla imzalattıkları Sevr Anlaşmasını yırtıp Lozan’ı kabul ettirerek savaştaki zaferinin ardından bir de diplomasi zaferi eklemiştir. 1. Dünya savaşının 4 yenileninden Almanya Versay, Avusturya St. Germain, Macaristan Trianon ve Bulgaristan Neuilly Antlaşmalarının kendilerine uygulanmasını engelleyememişlerdir.

Bize tam bağımsız bir ülkenin çocukları olma hakkını veren başta Mustafa Kemal Paşa ile silah – dava arkadaşlarını, acılı ve yorgun savaşçılarını, İskilipli Atıf gibi sözde hocaların aldatmasıyla  yurt savunmasından kaçmayan Mehmetçiklerimizi, şehitlerimizi ve merhum gazilerimizi sonsuz bir minnetle-şükranla anıyor, sevgin (aziz) anıları önünde saygıyla eğiliyoruz.

YURTTA BARIŞ DÜNYADA BARIŞ diyoruz Büyük Atatürk gibi..
Savaşı, Ulusun yaşamı tehlikeye düşmedikçe cinayet görüyoruz büyük komutan Atatürk gibi.

BÜYÜK TAARRUZ’UN ve 30 Ağustos, 9 Eylül zaferlerinin 95. Yılı Ulusumuza ve dünyaya KUTLU OLSUN diyoruz bir kez daha.. 15 Mayıs 1919’da başlayan İzmir’in – Ege’nin işgali, ancak 3,5 yıl sonra 9 Eylül 1922’de sonlandırılabildi ve İzmir’in dağlarında çiçekler açtı..

  • Yaşşa Mustafa Kemal Paşa, yaşşa Mustafa Kemal Paşa, yaşşa Mustafa Kemal Paşa!

Mustafa AYDINLI : Teşekkür ederim..

Prof. SALTIK : Ben de hem size hem Çorlu Devrim Gazetesine teşekkür ederim.
============================
[1]  1071 yılı, Müslüman Türklerin Anadolu’ya ilk gelişlerinin tarihidir. Türkler milattan önce 13 bin yılında Anadolu’ya gelip, Anadolu’nun dip kültürünü oluşturdular. Ön Türkler Anadolu’ya göçebe olarak değil, göçmen olarak geldiler.

Bu gün 26 Ağustos 2022… Büyük Zafer 100 Yaşında!

Bu Gün 26 Ağustos… Büyük Zafer 100 Yaşında!

Gece sabaha kavuştuğunda, ayaza kesti Afyon ovası. Alacakaranlıkta dağlar, gözlerde belirirken ova da çıt çıkmıyordu.

37687 atın üstündeki süvarilerimiz, ölüme dörtnala koşacak can yoldaşlarının yelelerini okşuyor, sessizce dualar okuyordu..

131.409 yaya askerimiz, yere çömelmiş, biraz sonra kopacak kıyamette mutlak zafere ulaşmak için koşacakları yüzlerce kilometreyi düşünmeden sessizce gelecek emri bekliyorlardı…

8658 subay birliklerinin başlarında, elleri kılıçlarının kabzasında, biraz sonra hücum diye bağırdıklarında ölüme arkalarından uçarcasına koşacak askerlerinin başında zafere kadar ölüm emrini bekliyorlardı.

Topların batıya, ufka çevrilen namluları buz kesmişti zafer alevinden önce.

Afyon ovasında bir dev sessizce nefes alıyordu.
Tek duyulan karıncaların sabah telaşının sesiydi. Ova da çıt çıkmıyordu.

Saat 04.45
“Hakkınızı helal ediniz” dedi mavi gözlü dev Mustafa Kemal, çok kısık sesle süvarilerin komutanı zaferin kahramanlarından Fahrettin Altay’a.
Kulaktan kulağa 200.000 kişiye sessizce ve saniyeler içinde ulaştı ve cevabı aynı hızda kulaktan kulağa geri döndü “helal olsun

Beyaz at, koca ordunun önüne iki adım çıktı.

Tüm ova ayağa kalktı, metal sesleri, at kişnemelerine karıştı ova nefesini bırakmıştı.

Beyaz atın süvarisi önünden geçen birlikleri selamlayarak izledi. Eyerde dikildi, kılıcını kınından çıkarttı, “Ordular ilk hedefiniz Akdenizdir, ileri!” sesi ovayı kapladı. (AS: Bu komut 30 Ağustos 1922, Başkumandan Meydan Muharebesi kazanıldıktan sonra Ordulara verildi..)

Mavi gözlü dev Başkomutan Mustafa Kemal, “ya istiklal ya ölüm” demişti.
Ova şaha kalktı, Süvariler yalın kılıç atıldılar, nihai hedef İzmir’di.
Ovadan yükselen toz, süngüleri alacakaranlığı delen binlerin ölümsüzlüğü idi.

Bu gün 26 Ağustos; Büyük Taarruzun başladığı, Cumhuriyetin temellerinin atıldığı gün.
14 gün süren amansız mücadelenin başladığı, yok olmayla var olmanın bıçak sırtında olduğu gün, bu gün. Bizler, buruk dönerken yanık tenler ve tatlı yorgunlukla Akdeniz ve Ege’den konvoylarla, Tam da geçtiğimiz yerlerde yer gökle birleşmiş, “ya istiklal ya ölüm“ deniyordu.
O gün kavurucu sıcak altında zafere koşan on binleri bir an düşünün yeter.

Zaferi içen tüm şehitlerimize tanrıdan rahmet .
26 Ağustos Cumhuriyet’in temellerinin atıldığı gün kutlu olsun! 🇹🇷

(Not : Yazıyı gönderen meslektaşımız Genel Cerrah Dr. Levent Çağlar‘a teşekkür ederiz..)

ADD’den CHP’ye çağrı : “Laik eğitime dönelim”

Genel Başkanımız Dr. Mustafa Hüsnü Bozkurt ve GYK üyelerimiz CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nu makamında ziyaret etti ve Atatürkçü Düşünce Derneği YENİDEN ATATÜRK CUMHURİYETİ Manifestosunu sundu.

Manifestomuzda önerdiğimiz Türkiye’nin gereksinimi olan yönetim anlayışı ve ülke sorunları üzerine sohbet edildi.

Nazik ev sahipliği için Sayın Genel Başkana teşekkür ediyoruz.

https://www.add.org.tr/2022/08/23/kurucu-felsefeyi-gunumuze-tasiyalim/ 

Piyasalaşan sağlık sistemi


DR. BİRGİ TUNA

TIP DOKTORU,

Ekonomist,

Kamu Yönetimi Bilim Uzmanı


Cumhuriyet
, 24 Ağustos 2022

Sağlıkta yaşanan sorunlar gün geçtikçe büyüyor. Sağlık Bakanlığı, yönetmeliklerle kanayan yaraya pansuman çabası içinde. Yara derin, kanama da şiddetli olduğundan, hiçbir pansuman, sorunları çözmeye yetmiyor. Başta sağlıkta şiddet olmak üzere ne yurt dışına giden hekimlere çare bulunabildi ne Tıpta Uzmanlık Sınavı’nda boş kalan kontenjanlara. Yakında kendimizi emanet edeceğimiz doktor kalmayacak endişesi yaşanıyor.

RANDEVU SORUNU

Üniversitelere yerleştirme sonuçlarına göre tıp fakültelerinde 671 kontenjan boş kaldı! Kontenjan boşluğu, vakıf üniversitelerinin tıp fakültelerinde yaşansa da, kontenjanın yalnızca %5’i ile dolan tıp fakültelerine yerleşen öğrencilerin “ücretli tıp eğitimini” nasıl sürdüreceği, önemli bir sorudur.

Hastanelerden randevu alınamaması, sağlık alanında vatandaşı doğrudan ilgilendiren en belirgin sorundur. Randevu sorunu, bir halk sağlığı sorunudur. Ancak iktidar soruna böyle bakmamaktadır. Hastaların randevu alamadığı günümüzde, salgın hastalıktan dolayı, reçetesiz olarak doğrudan eczanelerden alınması genelgelerle sağlanan raporlu kronik hastalık ilaçları için reçete yazılması koşulu yeniden yürürlüğe sokulunca; sağlık kurumlarındaki yoğunluk neredeyse iki kat artmıştır.

GENİŞ ÇAPLI REFORM

  • Sorunların listesi uzundur ve çözüme ilişkin umut yoktur.
  • Sorunların temelinde AKP’nin sağlıkta dönüşüm programıyla sağlığı piyasaya açması, sağlığı alınır-satılır bir mal haline getirmesi yatmaktadır.

Hekimlerle birlikte tüm sağlık çalışanlarının iş doyumunu sağlayacak düzenli ve yeterli gelire kavuşturulması, AKP sonrasındaki iktidarın çözmesi gereken ilk sorundur.

Tüm sağlık kurumlarının yönetimine, “önce insan” anlayışına sahip liyakat, ehliyet, kıdem olarak öbür sağlık çalışanlarında saygı uyandıracak, nitelikli yöneticiler getirilmelidir.

  • Sağlık hizmetlerinde taşeronlaşma kaldırılmalıdır.
  • Birinci Basamak sağlık hizmetleri yeniden yapılandırılmalıdır.
  • Bütçede kara delik yaratan şehir hastaneleri devletleştirilmelidir.

Kamu kaynaklarını çarçur eden kiralama uygulamalarına son verilmelidir.

  • Askeri hastaneler yeniden açılmalı, buradaki uzman kadrolar yeniden yetiştirilmelidir.

Döner sermaye salt sağlık kuruluşlarının giderlerini karşılamalı, döner sermayeden çalışanlara prim ödenmesi uygulamasından vazgeçilmelidir.

Yerel yönetimlerin, sağlık kurum ve kuruluşlarının arsa ve binalarıyla ilgili yer belirleme, yapım, bakım ve onarım konusunda yetki ve sorumlulukları olmalıdır.

Hıfzıssıhha Kanunu ruhuna uygun olarak güncellenmeli, bu yasa çerçevesinde yerel yönetimlere koruyucu sağlık hizmetleri konusunda görev ve yetki tanımlanmalıdır.

Sağlık alanındaki tüm meslek dallarının meslek örgütü olmalıdır.

Bu meslek örgütlerine meslek içi uygulamaları denetim yetkisi ve görevi verilmelidir.

Sağlık alanındaki sorunlara getirilen bu öneriler, bir dizi çalıştay ve toplantıyla ortaya çıkan önerilerin özetidir.

Sağlıkta dönüşümün yarattığı tahribat, geniş tabanlı ve geniş çaplı bir reformla düzeltilebilir.

Bu reformu da ancak kapitalist anlayışa teslim olmayacak sosyal demokrat bir iktidar gerçekleştirebilir.

30 AĞUSTOS ZAFERİ ve MİLLİ MÜCADELEYE ETKİSİ


Doç. Dr. Mehmet BALYEMEZ
E. Albay, Cumhuriyet Tarihi uzmanı
ADD Bilim Kurulu Üyesi

Büyük Taarruz cephede kazanılan muharebelerden çok daha fazla anlamlar taşıyan bir zaferdir. Bu Zafer’in oluşumunu belirleyen gelişmeler, Birinci Dünya Paylaşım Savaşı’nın bitimiyle başlamıştır.  İtilaf Devletleri, Türkleri önce Balkanlardan çıkarmak ve İstanbul’u ele geçirmek sonra da Anadolu’dan Asya’nın steplerine (bozkırlarına) sürmek amacıyla uyguladıkları ve “Doğu Sorunu” olarak adlandırdıkları “birkaç yüzyıllık proje“nin gerçekleşmesi için uygun koşulları 1. Dünya Paylaşım Savaşı sonunda elde etmişler, 1918 yılı kasım ayından başlayarak Anadolu’nun stratejik kentlerini bir bir ele geçirmişlerdir.

Son Osmanlı Padişahı ve Babıâli’nin teslimiyetçi tavır ve tutumları İtilaf Devletlerinin planlarını kolaylaştırırken, Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’yu düşman işgalinden kurtaracağına inanan umutsuzların sayısı da günden güne artmaya başlamıştır. Ancak bir kişi vardı ki, umdunu asla yitirmemişti: Mustafa Kemal Paşa!

Büyük Taarruz’u biçimlendiren gelişmeler 1921 yılının yaz aylarında olmuştur. Yunan ordusunun Kütahya ve Eskişehir muharebelerindeki başarısı karşısında Yunan Kralı Konstantin, 28 Temmuz 1921’de Kütahya’da topladığı Harp Meclisinde, Türk ordusunun imha edilerek Ankara’nın ele geçirilmesi ve milli direnişin sona erdirilmesi direktifini (buyruğunu) vermiştir. İngiltere başta olmak üzere, emperyalist Batılı ülkelerin desteklediği Yunan ordusu zaferden o denli emin olmuşlardır ki; Yunan Kral’ı da içinde olmak üzere birçok üst düzey devlet görevlisi olası bir zafere tanık olmak üzere Anadolu’ya gelmişlerdir. Ankara Hükümeti ise Yunanların hazırlıklarından ve niyetlerinden haberli olunca, Büyük Millet Meclisi’nin Kayseri’ye taşınması da dahil olmak üzere birtakım önlemleri tartışmaya ve uygulamaya başlamıştır. 1921 Ağustos ayında yürürlüğe giren bu önlemlerden en önemlileri Mustafa Kemal Paşa’ya Başkomutanlık yetkisi verilmesi öbürü ise Ordunun lojistik gereksinimlerini karşılamak amacıyla “Tekalifi Milliye Emirleri”nin (Ulusal Yükümlüük Buyrukları) yürürlüğe sokulmasıdır.

Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın,

  • Hattı müdafa yoktur sathı müdafa vardır, o satıh tüm Vatandır!

buyruğu ile yep yeni bir askeri öğretiyi (doktrini) uyguladığı ve 23 Ağustos 1921’de başlayıp 22 gün 22 gece süren Sakarya Meydan Muharebesinde Yunan ordusunun taarruzu (saldırısı) durdurulmuş ve stratejik üstünlük elde edilmiştir. Sakarya Meydan Muharebesi sonrasında Türk ve Yunan orduları işgal ettikleri mevzilerde bir sonraki harekâtın hazırlıklarına başlamışlardır. Duraklama ve Hazırlık dönemi olarak da isimlendirilebilecek bu süreçte hem Türk ordusu hem de Yunan ordusu askeri, siyasal ve diplomatik girişimlerde bulunmuşlardır. Yunan ordusu lojistik yeteneği ile harp imkan ve kabiliyetini (olanak ve yeteneğini) artırmak için İngiltere’den askeri araç-gereç alımını artırmış, Türk ordusu ise taarruz harekatını gerçekleştirebilmek amacıyla birliklerini yeniden örgütlemiş, Batı Cephesini desteklemek amacıyla 13 Ekim 1921’de Ermenistan – Azerbaycan – Gürcistan ile imzalanan Kars Antlaşması ve 20 Ekim 1921’de Fransa ile imzalanan Ankara Antlaşması sonrasında bu bölgelerdeki birliklerini Batıya kaydırmış, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB)’nden araç – gereç desteği almıştır.

Büyük Taarruz öncesinde Türk ordusunun harekât planı şöyledir :

Yunan ordusunun ihtiyat (yedek) birliklerini kullanmasına fırsat vermeden Ahırdağ bölgesinde cephe yarılacak, asıl taarruz Çiğiltepe – Tınaztepe – Kırcaaslan – Belentepe yönünde olacak, 5’inci Süvari Kolordusu ise cephe gerisine sızarak düşmanın geri çekilme yollarını tıkayacak ve çembere alınan Yunan ordusu Afyon-Döğer bölgesinde imha (yok) edilecektir.

Türk Ordusu tüm hazırlıklarını tamamladıktan sonra Büyük Taarruz’un ilk aşaması olan “Taarruz Bölgelerine Ulaşımı” başlatmıştır. Bu intikallerdeki (erişimlerdeki) yürüyüşlerin tümü gece yapılmış, Yunan karargahını yanıltmak amacıyla, savunma hazırlıkları yapıldığı algısını oluşturacak biçimde mevzi kazma veya gece yürüyen birliklerin çadırlarının sökülmeden oldukları yerde bırakılması gibi aldatma önlemleri uygulanmış, Yunanıların saldıracağına ilişkin bilgiler bilinçli olarak yayılmıştır.

Türk Ordusunun taarruzu (saldırısı), 26 Ağustos 1922 Cumartesi sabahı 05:30’da topçu atışı ile başlamıştır. Muharebenin bu aşamasındaki bir gelişme, Türk ordusunun bir sonraki harekâtını (atılımını) kolaylaştırmıştır. Anadolu’daki Yunan General Trikopis, Türk ordusunun cepheyi Afyon’un güneybatısında yaracağını ve harekâtını bu bölgeden geliştireceğini kestirmiş, Yunan ihtiyat (yedek) kolordusunun birliği olan 9’uncu Tümenin bölgeye kaydırılmasını önermiştir. Ancak Atina’daki Yunan Başkomutan General Hacıanesti bu öneriye karşı çıkarak yedek kolordunun yerinde kalmasını emretmiş ve bir bakıma Türk ordusunun saldırısını kolaylaştırmıştır.

Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın Kocatepe’den komuta ettiği Türk ordusu, asıl saldırı yönündeki tepeleri ele geçirmek için hızla hareket etmiş, ancak zaman zaman güçlü Yunan savunması ile karşılaşmıştır. Bu tepelerden biri de Çiğiltepe’dir. Albay Reşat Bey’in komutasındaki 57’nci Alay’ın saldırdığı Çiğiltepe planlanan zamanda ele geçirilemeyince, Alay Komutanı Reşat Bey bu durumu içine sindirememiş ve 27 Ağustos’ta intihar etmiştir (özüne kıymıştır). Ancak 57’nci Alay birlikleri Reşat Bey’in özekıyımından kısa bir süre sonra Çiğiltepe’yi ele geçirmiş ve harekâtın tasarlandığı biçimde sürmesini sağlamışlardır.

Türk ordusunun 28 ve 29 Ağustos’taki saldırıları sonucunda Yunan savunma cephesi yarılmış, Yunan birlikleri parça parça geri çekilmeye başlamış ve General Trikopis’e bağlı beş tümen dolayında Yunan birliği Çalköy bölgesinde sıkıştırılmıştır. Büyük Taarruz’un bir sonraki aşaması olan Başkomutanlık Meydan Muharebesi 30 Ağustos 1922 günü saat 17:00’de topçu ateşi ile başlatılmıştır. Gece de süren muharebeler sonrasında Yunan ordusu dağınık bir biçimde İzmir yönünde kaçmaya başlamış, bu arada yol boyunca köyleri yakmış, yaşlı genç kadın çocuk demeden önüne çıkan Türkleri öldürmüştür. Yunan ordusunda emir – komuta dzeninin bozulması ve birlik bütünlüğünün dağılması sonucunda Yunan General Trikopis ile birlikte 4 ve 12’nci Yunan Tümen Komutanları ve birlikleri 2 Eylül 1922’de tutsak alınmıştır.

Yunan birliklerinin dağınık biçimde İzmir’e doğru kaçmaları üzerine, Başkomutan Mustafa Kemal Paşa taarruzun son aşaması olan “Takip” harekâtını şu buyruk ile başlatmıştır:

  • “ Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri!

Türk ordusunun ileri harekatı ile birlikte 5’inci Süvari Kolordusu 8 Eylül’de Manisa’yı, 9 Eylül’de ise İzmir’i ele geçirmiştir. Yunan birlikleri 5’inci Süvari Kolordusunun İzmir’i ele geçirdiği saatlerde Çeşme’de gemilere binerek Anadolu’yu terk etmeye başlamıştır. Yunan ordusunun bozgunla geri çekilişi 16 Eylül’de tamamlanmış ve İzmir ile dolayı kentlerdeki Yunan asker varlığı sona ermiştir.

Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, kazanılan zaferden (utkudan) sonra duygularını şu tümcelelerle dile getirmiştir:

  • Her safhasıyla düşünülmüş, hazırlanmış, idare edilmiş ve zaferle sonuçlandırılmış olan bu harekât Türk ordusunun, Türk subay ve komuta heyetinin yüksek kudret ve kahramanlığını tarihe bir kere daha geçirien muazzam bir eserdir. Bu eser, Türk milletinin hürriyet ve istiklâl düşüncesinin ölümsüz abidesidir. Bu eseri yaratan bir milletin evladı, bir ordunun Başkomutanı olduğumdan, mutluluk ve bahtiyarlığım sonsuzdur.”

***
Büyük Taarruz, 19 Mayıs 1919‘da başlatılan Milli Mücadele’nin askeri bağlamda kazanılmış en büyük zaferdir (utkusudur). Bu utkudan kısa bir süre sonra Anadolu’da kalan son Yunan birlikleri doğu Trakya’yı da boşaltmak zorunda kalmışlardır. Büyük Taarruz, Türk ordusunun erinden Başkomutanına dek vatanını düşman işgalinden kurtarmak ve bağımsız olarak yaşamak amacıyla canını siper ederek savaştıkları bir utku olarak tarihteki yerini almıştır.

Askeri alanda elde edilen bu görkemli başarı, önce 11 Ekim 1922 Mudanya Ateşkesi, kısa bir süre sonra Lozan’da başlayan (Kasım 1922) uluslararası görüşmeler öncesinde Türk milletinin vatanseverlik, özgürlük ve bağımsızlık konusundaki kararlılığını bir kez daha tüm dünya kamuoyuna duyurmuş ve bu kararlılıktan asla vazgeçilmeyeceğine ilişkin izlenen politikanın güçlü dayanağını oluşturmuştur.

Halil Çivi şiiri : KİRLENİR

ŞİİR KÖŞESİ..

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı
Halk Şairi

KİRLENİR…

Sakın adaletten sapayım deme,
Ahlakın kirlenir, elin kirlenir.
Haram lokmaları kapayım deme,
Kazancın kirlenir, pulun kirlenir.
Xxx
Alın teri ile kazan malını,
Hiç unutma gariplerin halini,
Tanrı sevmez kul hakkıyla öleni,
Hakka tutunacak dalın kirlenir.
Xxx
Zalimin, zorbanın yanında olma,
Milletin kalbine kin,nefret salma,
Fitne üreterek halkını bölme,
İftira üreten dilin kirlenir.
Xxx
Makam, servet için ruhunu satma,
Mazlumu ağlatıp, zalimi tutma,
Komşun aç uyurken sakın tok yatma,
Vicdan pazarında halin kirlenir.
Xxx
Elin helal lokma alamaz ise,
Dilin doğruları bulamaz ise,
Gönlün helalinde kalamaz ise,
Şerefin, namusun, dölün kirlenir.
Xxx
Siyaset suları kirli akarsa,
Hukuk mutfağında tuzlar kokarsa,
Çete, mafya, mala – mülke çökerse,
Ocağın kirlenir, külün kirlenir.
Xxx– 
Basın doğruları yazamaz ise,
Yargı adaleti çözemez ise,
Ozan eleştirip kızamaz ise,
Sazına ses veren telin kirlenir.
Xxx
Devlet yoksullara kör ve sağırsa,
Yaşam derdi tüm dertlerden ağırsa.
Genç ve yaşlı yaşamaktan soğursa,
Umut çarkındaki pilin kirlenir.
Xxx
Teraziyi eksik tartarsan eğer,
Yetimin malını yutarsan eğer,
Ruhunu şeytana satarsan eğer,
Hakkın huzurunda ölün kirlenir.
Xxx
Halil Çivi der ki huzur biterse,
Bülbülün yerinde karga örterse,
Kardeş kardeşini yardan atarsa,
Toplumsal düzende yolun kirlenir.
Xxx

23 Ağustos 2022, Doğanbey / Seferihisar / İzmir

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 24 Ağustos 2022

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

YUTTURMACA

‘Cübbeli Ahmet’ olarak bilinen Ahmet Mahmut Ünlü “Müslüman kadına İslamın dışındaki bir dinden kadın aynı yabancı erkek hükmündedir. Kafire kadınların yanında da erkek varmış gibi oturacak.” dedi.

Uydur uydur din diye yuttur…

YOLSUZLUK

Almanya Başbakanı Scholz yolsuzluktan ifade verdi.

Bir gün mutlaka…

GÜVEN

İçişleri Bakanı Soylu Türk vatandaşlığına geçen Suriyeli sayısını 200 bin, ZP Gen. Bşk. Ümit Özdağ ise 1milyon 476 bin olarak açıkladı.

Hangisine inanırsınız?..

KADIN

Kadınların tek başına güvenle seyahat edebileceği ülkeler listesine Türkiye girememiş.

Kendi kadınlarımızın sokağa çıkma güvenliği yokken ne beklenirdi!..

ZAFER

Yolcu garantili Zafer Havalimanı’na garanti edilen sayının %1’ine b’le ulaşılamadı.

Sistem tanımı; yönetici-yüklenici, ikili yiyici…

FAİZ

Merkez Bankası (daha doğrusu baş ekonomist) faiz indirdi, Dolar yine bindirdi.

Bir kazanan var ama onun millet ve devlet olmadığı kesin…

SAVURGAN

Sekiz milyonu aşkın öğrenciye yurt bulamayan Gençlik ve Spor Bakanlığı, araç kiralamaya 208 milyon TL harcamış.

Öğrenciler araçlarda yatsa…

ZAM

Son bir yılda motorine yapılan zam %245 oldu.

2053’te ucuzlama vaat edebilirler…

KISKANÇ

Son yedi ayda 24.696 işyeri kepenk kapatmış.

Avrupa bizi nasıl kıskanmasın? Kıçlarını yırtsalar bu sayıyı yakalayamazlar…

BATIK

RTE, “Hepimiz aynı geminin içindeyiz. Gemi hızla yol alırsa kazanan hepimiz olacağız, su alarak batarsa hepimiz boğulacağız.” dedi.

Kaptan becerisi…

AKTARMA

RTE, ”Her yatırım işte bugünler içindi. Küresel baronlara kaynak aktarmak için değil vatandaşlarımızın hayat seviyesini yükseltmek için yaptık.”

Bizim baronlar yetti…

HALİFE

RTE’nin danışmanı Mariam Kavakçı, “Halifemiz Erdoğan” paylaşımı yaptı.

Hareme kimleri düşünür?..

DUA

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, mezun olan Jandarma ve Sahil Güvenlik Akademisi Başkanlığı Subay ve Astsubay Öğrencilere “Görevinize çıkarken, Allah rızası için abdestli çıkın, Ayet-el Kürsilerle çıkın” diye seslendi.

Savaş duayla kazanılsaydı, Hz. Muhammet yenilir miydi?..

 

CEZAEVİNDEKİ 13 KOMUTAN İÇİN AYM ÖNÜNDE ÇAĞRI ve HUKUKSAL SEÇENEKLER

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM

A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
Hekim, Hukukçu-​Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Kamu Yönetimi-Siyaset Bilimci (​Mülkiye​)​
www.ahmetsaltik.net          profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik        twitter : @profsaltik

Oradaydık (15.8.22). AYM (Anayasa Mahkemesi) önünde idik, Ahlatlıbel Parkı içinde.
Birkaçyüz kişi rahatlıkla vardık. Az sayıda gazeteci ve kamera vardı.
Bir hanımefendi yukarıdaki basın açıklamasını acılı ses tonuyla, megafonsuz okudu.
Ağırbaşlılıkla ve hiç slogan atmadan, ajitasyona başvurmadan.
Bitiminde çokça ve uzun süre alkışlandı.
(Akşam hangi TV’lerin bu eyleme yer vereceklerini göreceğiz..)

Evet, bir kör intikam uğruna, göz göre göre 13 yüksek rütbeli subay ağırlaştırılmış yaşamboyu (müebbet) hapis cezasına çarptırıldı ve 1 yıldır tek başlarına hücrelerde tutulmaktalar.

E. Org. Çevik Bir, ileri derecede demans tanısı ile Adli Tıp Kurumu raporuyla salıverildi.
Yüksek rütbeli ve yaşlı 13 komutan, değişik sağlık sorunları ile yaşama tutunma çabasıyla hapiste.

Ülkemizdeki dinci iktidar, yargıyı da emellerine alet ederek böylesine acımasız bir terörü uygulamakta, yandaş olmayanlarına kendince ölçüsüz gözdağı vermekte. Dahası Cumhuriyet ile hesaplaşmakta!
Bu zulüm, bir taşla birkaç kuş vurmaya tipik örneklerden.
Kurban seçilen komutanların adları ve yaşları aşağıda.,,,,,,,,,,

  • 90 yaşında bir emekli orgeneral hücre hapsinde, helal olsun AKP ve yargısına(!!??)

Oysa İslamiyet’te Müslüman kin tutmaz, nefret ve intikam gütmez. Kuran’da en sık yinelenen Tanrı nitemi (sıfatı) “rahman ve rahim” dir : Esirgeyen ve bağışlayan. Tanrının çoook yüksek ölçüde esirgeyen ve bağışlayan olduğu sıklıkla vurgulanır nedense. Bizim müslümanlarımız neden böyle değil de tam zıddı??

Yanıt : SİYASAL İSLAM!

Siyasal İslam” bir din değildir! Tam da tersine, düpedüz, İslam dininin açıkça ve alçakça siyasete alet edilmesi ve emperyalizmin güdümününe verilmesidir.

Siyasal İslamcı, kendisini maşa gibi sunarak emperyalistlerce iktidara getirilir ve orada kullanılır. Makam, ün, güç, para.. ise suç işletilerek de olsa ödülleridir ve tanrıları gerçekte bunlardır. Ayrıca tanrıları nasıl olsa ve nedense çoook “rahman ve rahim” dir.
Yapıp ettiklerine kılıf uydurmak da (psikolojik rasyonalizasyon) çok kolaydır :

  • Burası dar-ül harp ülkesi!

Bu ülkede her şeyyyy ama herrrrrrr şeyyyyyy sınırsız olarak “mübah” tır siyasal islamcı dinbaza(!!!)

  • 13-14 generalin başına getirilen de bir CIA operasyonudur ve maşası, havuç – sopa politikası ile güdülen iktidardır.

Bu komutanlar görevde iken siyasal islamcı Erbakan iktidarı – CIA işbirliğini görmüşler ve halkı uyarma meşru görevini yerine getirmişlerdir. Önerileri MGK’da kabul edilmiş ve Başbakan N. Erbakan imzasıyla uygulamaya konmuştur. Yukarıdaki basın açıklamasında da vurgulandığı üzere, Erbakan ve Koalisyon ortakları, Bakanlar, 28 Şubat 1997 Kararları ile kendilerine dönük herhangi bir baskıdan
söz etmemişlerdir. Hatta tersine, bir baskı görmediklerini açıklamışlardır.

Durum böyle iken kraldan çok kralcı davranma, ancak CIA dayatmasıyla bu saygın komutanlardan intikam almak operasyonudur ve AKP iktidarı bunun aracıdır; yargı da ne yazık ki iktidarın.

  • Bu tablo insanlık tarihi açısından bir yüz karası ve utanç vericidir, psikolojik savaştır.

***
AYM’ye gelene dek Yargıtay dahil, mahkemeler adaletin gür sesini haykıramamışlardır..
Şimdi sıra AYM’dedir. Dosya 1 yıldır, bireysel başvuru olarak yüksek mahkemenin önündedir.
Yüksek mahkemenin ülkemizin içine sürüklendiği bu “maküs talihi” durduracak adil bir kararı gecikmeden vermesini dilemek bir insan, aydın ve yurttaş olarak en doğal hakkımızdır.

Öte yandan, geç kalan adaletin adalet sayılamayacağını da hepimiz biliyoruz. Oysa Komutanların Bireysel başvurularının öncelikle ve ivedilikle görüşülmesi için somut, nesnel koşullar vardır :

– Bu dava çok sanıklıdır..
– Hükümlüler hapiste, hücrededir.
– İleri yaştadırlar… 74-90 yaş arası..
– Eşlik eden ciddi sağlık sorunları vardır ve bu sorunlar İnfaz Yasası uyarınca cezanın hapishanede infazına engel olacak niteliktedir.
– Mevzuat seçenek infaz rejimlerine elvermektedir..

Hapis cezası ve güvenlik önlemleri temel ilkelerini düzenleyen 13.12.2004 tarih 5275 sayılı bu yasanın (CEZA ve GÜVENLİK TEDBİRLERİNİN İNFAZI HAKKINDA YASA) md. 16/2’de, sanığın hastalığı nedeniyle izlenecek yol şöyledir :

  • “… öbür hastalıklarda cezanın infazına resmi sağlık kuruluşlarının mahkûmlara ayrılan bölümlerinde devam olunur.
  • Ancak bu durumda bile hapis cezasının infazı mahkûmun yaşamı için kesin bir tehlike oluşturuyorsacezasının infazı iyileşinceye dek geri bırakılır.”

Geçmişte E. Org. E. Saygın vd. bu bağlamda salıverildi (Şubat 2013). Son örnek E. Org. Çevik Bir..
Anılan yasanın 16/3 maddesi ise yönteme ilişkin :

  • “Yukarıdaki fıkralarda belirtilen ‘geri bırakma kararı, Adli Tıp Kurumu’nca düzenlenen ya da Adalet Bakanlığı’nca belirlenen tam donanımlı hastanelerin sağlık kurullarınca düzenlenip, Adli Tıp Kurumu’nca onaylanan rapor üzerine infazın yapıldığı yerin Cumhuriyet Başsavcılığınca verilir.”

***
AYM sıradan bir mahkeme değildir. 6216 Sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’a ek olarak görev ve yetkileri, kuruluşu, işleyiş ve karar alma yöntemleri…. ayrıntılı olarak doğrudan Anayasada 8 madde ile (146-153) düzenlenmiştir. Yüksek mahkemenin kararları net olarak bağlayıcıdır :

  • Anayasa md. 138/son : Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.
  • Anayasa md. 153/son : Anayasa Mahkemesi kararları Resmi Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar.

AYM’nin vereceği bir “hak çiğnemi (ihlali)” kararı, derece mahkemesi olan ilgili ağır ceza mahkemelerince değerlendirilecek ve bu yönde karar alınarak yargılamanın yenilenmesi ve en azından tutuksuz yargılama kararı verilebilecektir.

  • İstenen de şimdilik, özde budur ve bu hukuksal koruma önlemi ivedidir, acildir.

Bir yıldır hapiste tutulan ileri yaştaki ve ciddi sağlık sorunları ile boğuşan emekli komutanların, gerekli güvenlik önlemlerine de TCK md. 53 uyarınca hükmedilebilir. Örn. yurt dışına çıkma yasağı, polis merkezinde günlük / haftalık imza vb. hatta hala gerek varsa elektronik kelepçe!?

AYM önündeki bu toplantı ve basın açıklaması, Anayasa md. 138/2 uyarınca “Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.” hükmüne saygılıdır ve Anayasaldır (AY md. 34)! İstenen, “bir an önce” bir karara varılması, bekleme sürecinin daha çok ve yersiz uza(tıl)mamasıdır.

Bu bağlamda tek ölçüt acaba AYM’ye bireysel başvuru sırası mıdır?

Hayır değildir, bu “mekanik” ve “katı” bir biçimsel eşitlik anlayışıdır (equality) ve doğrudan eşitsizlik bile doğurabilir!

Dinamik eşitlik anlayışı hakkaniyet (equity) temellidir ve “herkese hak etiğini vermeyi” içerir kadim Aristoteles‘ten bu yana..

Öte yandan eşitlik; yatay düzlemde eşitlere eşit davranmayı içerdiği gibi, dikey bağlamda eşit olmayanlara eşit davranmamayı da gerektirir. 13 emekli komutan tam da bu son duruma uygun koşullardadır. AYM’nin bilge yüksek yargıçları, kuşkusuz tüm bu hususları gereğince irdeleyecek; salt ama salt, hukukun üstünlüğünün gereği olan yüce adalet ülküsünü yerine getirme amaçlı davranacaklardır.

Bu eylem ve yazdıklarımız, demokratik bir toplumda hiç kuşku yok ifade özgürlüğü kapsamındadır. AYM de kararlarında eleştiriye açık olduğunu hep belirtmektedir. Yukarıda anılan Anayasa hükümleri hiç kuşku yok, AYM’yi mutlak dokunulmaz kılmıyor. Tersine yükümlüyor demokratik hukuk devleti için.
***
Öte yandan, AYM “daha çok” gecikirse, bireysel başvuru sahipleri iç hukuk yollarını tüketmiş sayılabilecektir. AİHM’nin bu yönde kararları vardır. AİHS gereği AİHM’ne gidebilmek için iç hukuk yollarının tüketilmesi istenmektedir. Ne var ki; gereğinden çok uzayan, makul sürede sonlanmayacağı anlaşılan iç hukuk yolları tıkanması söz konusu olduğunda AİHM, bu hukuksal koşulun yerine geldiği varsayımı ile kendisine yapılan hak çiğnemi (ihlali) başvurularını kabul etmektedir.

13 emekli komutanın yasal temsilcileri, “makul bir süre” (ne denli?? Belki 1-2 ay..) daha bekleyerek:

  • İç hukuk yollarının tıkandığını, tüketilmesinin eylemli olarak (fiilen, de facto) olanaksızlaştığını,
  • Adil ve hızlı yargılanma hakkının da ihlal edildiğini,
  • 13 hükümlünün ileri yaşta ve ciddi sağlık sorunları nedeniyle, hapis cezasının infazının sürdürülmesi durumunda YAŞAM HAKLARININ DA AÇIKÇA ÇİĞNENECEĞİNİ,
    oysa hiçbir ceza yaptırımının asla böylesi bir çiğneme (ihlale) neden olamayacağını,
  • Telafisi olanaksız istenmeyen sonuçların (engellilik, ölüm!) ortaya çıkmasının
    açık ve yakın, somut bir tehlike ve tehdit olduğunu

savlayarak doğrudan ve hemen AİHM’ne başvurabilirler, başvurmalıdırlar.

Toplantı alanında kameralara kısa bir demeç verdik, yukarıdaki saptamaları vurgulayarak ve AYM’yi hızla adil bir karar vermeye çağırdık (CEZAEVİNDEKİ ASKER AİLELERİNDEN AYM ÖNÜNDE BASIN AÇIKLAMASI ve ÇAĞRI | Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM).

Sevgi, saygı ve UMUT ile. 24 Ağustos 2022, Tekirdağ

NE ZAMAN ADAM OLURUZ? Bu ülke, “Türkiye” kimin?

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Bu ülke, “Türkiye” kimin?

– Bu ülkenin sahibi sağcılardır?
– Bu ülkenin sahibi solculardır?
– Bu ülkenin sahibi Müslümanlardır?
– Bu ülkenin sahibi laiklerdir?
– Bu ülkenin sahibi Sünnilerdir?
– Bu ülkenin sahibi Alevilerdir?
– Bu ülkenin sahibi milliyetçilerdir?
– Bu ülkenin sahibi sosyalistlerdir?
– Bu ülkenin sahibi muhafazakârlardır?
– Bu ülkenin sahibi devrimcilerdir?
– Bu ülkenin sahibi Türklerdir?
– Bu ülkenin sahibi Kürtlerdir?
– Bu ülkenin sahibi Atatürkçülerdir?
– Bu ülkenin sahibi Osmanlıcılardır?
– Bu ülkenin sahibi ulusalcılardır?
– Bu ülkenin sahibi liberallerdir?
– Bu ülkenin sahibi…… lerdir / lardır?

Bu etnik, dinsel, ideolojik liste 2-3 kat hatta daha uzatılabilir. Zaten parlamenter sistemle yönetilen demokratik toplumlarda da bu vb. kültürel çeşitlilik, ideolojik ve etnik farklılıkların da sosyolojik olarak olağan kabul edilmesi gerekir.

PEĶİ, NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Türkiye toplumunun tüm paydaş ve bileşenlerinin bir imparatorluk kalıntısı ve ayrımsız olarak herkesin anayasal açıdan eşit yurttaşlık haklarına sahip oldukları bilincinde olarak, toplumu ayrıştıran, etnik, dinsel, ideolojik…kamplara bölen değil; tersine daima birleştiren ve birbirine kenetleyen çözümlerden yana tutum alarak, BU ÜLKE HEPİMİZİNDIR diyebildiğimiz zaman adam oluruz.
Zaten Yüce Önderimiz M. K. Atatürk de

  • Türkiye Cumhuriyetini kuran TÜRKİYE (Türk halkı değil Türkiye halkı) HALKINA TÜRK MİLLETİ DENİR.

diyerek akıl ve bilim eksenli laik ve demokratik Cumhuriyetimizi bu çoğulcu ve demokratik temel üzerine bina etmişti. Bu ülkenin sahibi etnik, dinsel, ideolojik… kimliklerinden bağımsız olarak, yurdunu, ulusunu ve bayrağını seven herkestir.

TÜRK KİMDİR?

T.C. Anayasası
Madde 66- Türkiye Cumhuriyeti Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes TÜRKTÜR.
Sözün özü:
Gerisi, yani her türlü ayrımcılık ya bölücülük ya Irkçılık ya da dinciliktir (dinbazlık).

28 Şubat kumpası

Örsan K. ÖymenÖrsan K. Öymen
Cumhuriyet, 22 Ağustos 2022

 

Yaklaşık bir yıl önce, emekli komutanlar ve askerler Çevik Bir, Çetin Doğan, Hakkı Kılınç, Cevat Temel Özkaynak, Erol Özkasnak, Fevzi Türkeri, Yıldırım Türker, İlhan Kılıç, Aydan Erol, Kenan Deniz, Ahmet Çörekçi, Çetin Saner, İdris Koralp ve Vural Avar, hukuka aykırı bir biçimde tutuklandılar.

Böylece, “Ergenekon”, “Balyoz”, “OdaTV”, “Casusluk” ve “Gezi” adıyla anılan sahte yargı süreçlerine ve kumpaslara bir yenisi daha eklendi, yargı bağımsızlığını güvence altına alan anayasanın 138. maddesi, AKP hükümeti tarafından bir kez daha ihlal edildi.
***
1990’lı yıllarda Türkiye’de, laiklik karşıtı siyasal örgütlenmeler ve laiklik karşıtı terör örgütlenmeleri, paralel biçimde yükselişe geçti.

Refah Partisi, 1991 genel seçimlerinde %17 oy aldı ve 1995 genel seçimlerinde %21 oy alarak 1. parti oldu.

1990 yılında, Atatürkçü Düşünce Derneği kurucu genel başkanı-hukukçu Muammer Aksoy, ilahiyatçı-yazar, SHP parti meclisi üyesi Bahriye Üçok, yazar-araştırmacı Turan Dursun, gazeteci-yazar Çetin Emeç; 1993 yılında gazeteci-yazar Uğur Mumcu; 1999 yılında siyaset bilimci-yazar Ahmet Taner Kışlalı katledildi.

1993 yılında yazar Aziz Nesin’in ve Alevi sanatçıların hedef alındığı Sivas’taki olaylarda, aralarında Asım Bezirci, Nesimi Çimen, Muhlis Akarsu, Metin Altıok, Hasret Gültekin, Edibe Sulari, Asaf Koçak, Behçet Aysan, Mehmet Atay, Uğur Kaynar, Muammer Çiçek’in de bulunduğu 33 sanatçı ve Pir Sultan Abdal Derneği üyesi yakılarak katledildi.

Söz konusu aydınlar katledilmeden önce, yıllarca RP’li siyasetçiler ve onları destekleyen yayın organları tarafından hedef gösterildi!

Laiklik karşıtı kesimin, üniversitelerdeki başörtüsü (AS: Türban!) yasağından dolayı kendisini mağdur ilan ettiği yıllarda, laikliği ve Mustafa Kemal Atatürk’ün devrimlerini savunanların can güvenlikleri bile yoktu!

Bu yıllarda en büyük mağduriyeti yaşayanlar, üniversitede başörtüsü yasağına maruz kalanlar değil, laiklik karşıtı teröristler tarafından katledilenler, laikliği ve Cumhuriyet Devrimlerini savunanlardı.
***
28 Şubat 1997’de, RP Genel Başkanı Necmettin Erbakan’ın başbakan, DYP Genel Başkanı Tansu Çiller’in başbakan yardımcısı olduğu koalisyon hükümeti döneminde, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in başkanlığında toplanan Milli Güvenlik Kurulu, laiklik karşıtı örgütlenmelerin önlenmesine yönelik kimi somut önerilerde bulunan bir bildiri yayımladı.

Bu gelişmeden sonra hükümet ile cumhurbaşkanı, hükümet ile Türk Silahlı Kuvvetleri arasında gerginlikler yaşandı, DYP’den birçok milletvekili, RP ile koalisyon ortaklığına karşı çıktı, birçok DYP milletvekili istifa etti ve RP-DYP koalisyon ortaklığı için gerekli çoğunluk ortadan kalktı, hükümet düştü.
***
Bunun üzerine, “ikinci cumhuriyetçi” neoliberaller ile birlikte, Abdullah Gül, Recep Tayyip Erdoğan, Bülent Arınç gibi RP’li siyasetçiler, “postmodern darbe” söylemine başvurdular. Oysa ortada ne bir darbe vardı ne de bir darbe girişimi.

ABD destekli 12 Mart ve 12 Eylül darbeleri konusunda yeterince sesini çıkarmayan laiklik karşıtı siyasetçiler, teokrasiyi demokrasi olarak pazarladılar. Üniversiteler ve medya da bu kirli oyuna alet oldu!

Erdoğan, Gül ve Arınç daha sonra AKP’yi kurdu; AKP iktidar oldu ve 2008 yılından itibaren (AS: başlayarak)

  • AKP demokratik, laik, hukuk devletini ortadan kaldırarak anayasal düzeni yıktı ve sivil darbe yaptı!

1997’de anayasal düzen hatırlatması yapan, bugün 70 yaşın üzerinde ve ciddi sağlık sorunları olan komutanlar ise darbe yaptıkları iddiasıyla hapishaneye yollandı!

İşadamı Osman Kavala’nın ve eski HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın hukuka aykırı biçimde hapishanede tutulmasını eleştirenlerin, 28 Şubat kumpasından dolayı hapiste yatan komutanlara ve askerlere sahip çıkmamaları, büyük bir çelişki ve ikiyüzlülüktür.

ABD ve Avrupa Birliği emperyalizmi, “Ergenekon”, “Balyoz”, “OdaTV” ve “Casusluk” kumpaslarında nasıl üç maymunu oynadıysa, 28 Şubat kumpasında da aynı tavrı sergilemektedir!

  • Muhalefetin, bu konuda ABD’nin ve AB’nin gölgesinde kalması ise utanç vericidir!